GİRİŞ
Chronica Hungarorum’un yazarı olan Macar kronikçisi Thuröczy, hali vakti yerinde, mülk sahibi, soylu ve eski bir Macar ailesinden gelmektedir. 1435 yılında doğan ve üniversite tahsili yaptığına dair hiçbir bilgimiz olmayan Thuröczy, 1465’den itibaren avukatlık yapmış, hukuk bilgilerini idari hayattaki tecrübeleriyle arttırmış, lâtinceye hâkim bir kişi sıfatıyla 1467 yılında baş hâkimlerin notariusları (adlî kâtip) arasına girmiştir. 1481 yılı vesıkalarında baş hâkimin adliye kâtibi olarak geçen Thuröczy, 1476 yılında artık temyiz mahkemesinde adliye kâtibi değil, vesıkaları kaleme alan baş kâtiptir. Kral Mâtyâs (1458-1490), yargı hâkimlerinden biri olarak Thuröczy’yi seçmiştir. Böylece Thuröczy artık adlî daire başkanıdır. Büyük bir ihtimalle 1488’de ölen Thuröczy, hayat hikâyesinden anlaşıldığı üzere, yazar olarak yetişmemişti, hukuk kültürüne sahip bir hâkimdi. Çevresinden gelen teşvikler onu yazar olmaya sevk eder. Bu teşvikler sonucu ortaya çıkan “Chronica Hungarorum: Macarların Kroniği” adlı geniş hacimli eseri birbirinden farklı 3 kısımdan oluşur ve bu bölümler ayrı zamanlarda kaleme alınmıştır. Kronik yazarı bu üç bölümü tarihî kronoloji sırasına göre de işlememiştir. Kendisini eseri yazmaya sevk eden sebepleri ve bazı kısımların hazırlanış tarihine dair bilgileri kendi eserinden, daha doğrusu ithaflarından öğreniyoruz.
Thuröczy, ikinci defa baş hâkimin noteri (adlî kâtip) olduğu sırada, efendisi yargı hâkimi Hâssâgyi, ondan II. Kâroly’un (Charles d’Anjou) tarihini yazmasını ister, Thuröcy isteği yerine getirerek Kis Kâroly’un (1385-1386) tarihini yazar. [**] Thuröczy kroniğin bu ilk bölümünü 1475 ila 1485 yıllan arasında bitirmiştir.
* Prof. Dr. Şerif Baştav ve Prof. Dr. Haşan Eren’in yanında 1985 yılında tamamlanan doktora tezinin Osmanh-Türkleriyle ilgili kısmının neşri.Thuroczy'nin yazdığı bu bölüm yeni efendisi Tamâs Dağı’nın dikkatini çekmiştir. Dragi, Thuoczy'den Macarların anayurdu konusunda bir eser yazmasını ister. Dragi, daha önce yazılan eserlerde, İskitya hakkında çok az şey yazıldığını, Kral Attila'nın icrââtının kısaca anlatıldığını ve eksıklerin tamamlanması gerektiğini düşündüğünden, Thuoczy'den bu konuyu işlemesini ister. Thuoczy de kendisinden önce yazılan eserlerden alıntılar yaparak ve bu eserlerdeki yanlışları düzelterek Hun tarihini ayrıntılı olarak İşlediği kroniğin ikinci bölümünü 1486 yılının ikinci yansında tamamlar. Anlaşıldığına göre, kronik yazan kraliyet kütüphanesinde tarihe ve coğrafyaya ait birçok eser bulmuştur. İskit-Hun tarihini yazarken Aeneas Silvius’un [*] coğrafi tarih Ansiklopedisi ve Floransa arşiveki Antonius'un (ölümü 1459) dünya kroniğini eserinin mihenk taşı yapmıştır.
** II. (Kis) Kâroly (Charles d’Anjou). Luis Durazzoi’nin oğluydu. Babasının Ölümünden sonra, Büyük Lajos (1342-1382) tarafından yetiştirilmiş, daha sonra Dalmaçya ve Hırvatistan yapılmıştır. 1381'de, III. Charles adıyla Napoli-Sicilya kıralı olmuştur. 1385 yılında Büyük Lajos’un dul karısı kraliçe Erzsebet’in yönetiminden memnun olmayan magnatlann Macar tahtına çağrısını kabul ederek Macaristan’a geldi ve Napoli ve Macaristan kıralı oldu, fakat kraliçe Er ebet taraftarlarınca 1386 yılında öldürüldü. Dul kıraliçe Erzsebet ve kızı Maria bu kanlı hadisenin yaratıcıları olarak kendilerini aklamak gayesiyle Lorenzo de Monaci’den Kis Karoly’un tarihini yazmasını istemişlerdi. Monaci de İsteği yerine getirerek Kis Karoly hakkında manzum bir tarili yazmıştı. Thuröczy’nin efendisi Hassagyi ise, Thuoczy'den bu eseri nesre çevirmesini ister.
* İmparator III. Frederik’in de katipliğini yapan Aeneas Silvius Piccolomini tanınmış Italyan hümanistidir. II. Pius adıyla 1458-1464 tarihleri arasında papalık yapmıştır.Kroniğin ikinci bölümünü de bitirdikten sonra Thuoczy, Kis Karoly’un ölümü (1386) ve Kral Mâtyâs'ın tahta çıkışı (1458) arasında geçen devreyi de yazar. Kral Mâtyâs'ın hâkimiyetini (1458-1490) gerektiği kadar etraflı olarak yazmak İçin kendisinde yeterince kuvvet görmeyen Thuoczy, başladığı işi bitirmekten çok, kaydedilmezse bu çağın hadiselerinin insanların hafızasından silineceği korkusuyla kroniğin üçüncü ve son bölümünü kaleme alır. Bu son bölümü yazmaya kendisini teşvik edeni burada açıklamamasına rağmen, bu kişiyi “eski arkadaş” olarak adlandırmasından bunun Hassagyi olduğunu anlıyoruz. Kroniğin tamamı 20 Mart 1488’de Brunn'de basıldığından, bitiriliş tarihi 1487 olmalıdır. Thuoczy, asil planından farklı olarak hikâyesini Mâtyâs'ın tahta çıkışıyla kesmemiş, kısa bile olsa üç bölüm halinde onun hükümdarlığını da zikretmiştir. Kronikte kaydedilen en son hadise 17 Ağustos 1487'de Wiener- Neustadt'm Macarlar tarafından alınış hadisesidir. Böylece Thuoczy, üç ayrı karekterdeki, üç ayrı bölümden oluşan eserin müellifi olmuştur. Thuroczy'nin çevresi, bu üç ayrı bölümdeki karakter farklılıklarını ve aksaklıkları farketmemiştir, zira onların tek İsteği, Macarların tarihinin geniş bir kitle tarafından bilinmesiydi. Kroniğin el yazması günümüze kalmamıştır, fakat eser bitirildikten hemen sonra 20 Mart 1488'de Brünn'de basılmıştır. Cilt 152. sayfada “Deo Gratias (Tanrı'ya şükür)” kelimeleriyle bitmektedir. Daha sonra, Rogerius’un Macaristan’daki Tatar istilasından bahseden Carmen Miserabile (Ağıtlı Şarkı) adil eseri kroniğe İlâve edilerek basılmıştır. Metin aralarına da 41 adet renkli gravür konmuştur. “Macarların Kroniği”, Brünn baskısından iki buçuk ay sonra, 3 Haziran 1488'de o sırada Macar hâkimiyetinde bulunan Augusburg’da “gözden geçirilmiş ve düzeltilmiş” olarak iki değişik basiti halinde, ikinci defa basılmıştır.
Thuoczy ve arkadaşlarının günlük resmİ İşleri onları Kralın çevresinden biraz dışarı çıkmaya sevkediyordu. Nitekim bu durum tarih anlayışlarında da belirgin bir şekilde ifadesini bulmuştur, Thuoczy ve arkadaşları hadiselerin en yakın görgü tanığıydılar ve bu çevrede dönen tertiplerden haberdardılar ve dikkat ve görüş çevreleri kendiliğinden bütün ülkeye yayılıyordu. Thuoczy'nin başbakan gibi üst seviyedeki kişilerle sık sık birlikte olma imkânı vardı. Başbakan Mihaly Orszagh Guti (ölümü 1484), kronik yazarının ilgisini bildiğinden günün onemli hadiseleri hakkında ona bilgiler verirdi. Thuoczy'nin çevresi, ülkenin en iyi hukukçularından oluşan kültürlü, aydın insanlardan meydana gelmişti. Hâkimler hukuk konulan dışında cereyan eden hadiseleri de Thuoczy’nin faydalanması için muhafaza etmeye başladılar. Bu kişiler kronik yazarım ilgiyle desteklemişlerdir. Bu yüzden bu çevre olmasaydı, Thuoczy tarih yazan olamazdı, zira taşrada yaşasa, gesta ve gesta kodekslerinden haberi olmaz, Hâssâgyi ve Dragi'nin teşvikleri, arkadaşlarının yapıcı ilgisi olmadan da yazamazdı.
Bizim İçin eserinin en önemli kısmı, Osmanlı-Macar ilişkilerinin 100 yıllık bir dönemini işlediği eserinin üçüncü bölümüdür. Bu bölümü yazarken işi gittikçe ağırlaşmış, konularda derinleştikçe tarihçilik kabiliyeti de artmıştır. Thuoczy'nin Kis Karoly’un ölümünden itibaren (1386) yaklaşık 100 senenin tarihini anlattığı eserinin bu üçüncü bölümü, diğer bölümlerden müstakil olarak hazırlanmıştır. Bu bölümün yazılışında Thuoczy, selefleri olan gesta yazarlarının eserlerini ayrıen kullanır. Eski gesta yazarları, Regino (ölümü 915) ve Altaich yıllıklarının Macarlara dair verilerini eserinin bel kemiği yapmış ve hümanist tarihçi Aeneas Silvius'u örnek olarak seçmiştir. Janos Aprod'u [*] takip etmiş, hadiselerle çağdaş vesıkaları ve mektupları kullanmıştır.
* Küküleci Janos adıyla da zikredilen Janos Ap od Tot-Solymosi, Büyük I.ajoş'un saray tarihisiydi ve Büyük Lajos'un ölümünden sonra onun bütün hükümdarlığını (1342-1382) kapsayan şerini yazmıştır. Janos Aprod’un Büyük Lajos’un icraatından bahseden tarih, eseri en tam ,ekliyle Thuroczy’nin kroniğinde bize kaimi,ur. لا. Horvath, A magyar irodalmi mdveltseg kezdetei. Bp. 1931. s. 67; j. Horvath, Az irodalmi mdveltseg megoszlasa. Bp. مجهول, s.Halk nazmı şeklinde efsaneleştirilen şifahi rivayetlerden de faydalanmıştır. Bunun dışında zamanında yaşayan yaşlılardan da istifade ettiği anlaşılıyor. Macar Kraliyet kançılaryasında esldden beri kralların taç giydikleri ve öldükleri tarihi, hatta unvan değişikliklerini içine alan kayıtların tutulduğu bilinmektedir. İşte Thuroczy bunlardan bol miktarda faydalanmıştır. Aeneas'taki boşluğu, çağdaş vesıkalardan aldığı bol malzemeyle doldurur. Bağış mektuplarının hikaye kısımlarını almış, 1435 yılı fermanının[*] girişini de kullanmıştır. Ayrıca Janos Hunyadi’nin Janos Vitez[**] tarafından kaleme alman mektuplarını da değerlendirmiştir.
Eserdeki kronoloji hataları çağdaşı bulunduğu hadiselere yaklaştıkça azalmaktadır. Yine de çağdaşı bulunduğu hadiselerde büyük hatalara düşmesine bakılırsa, kronoloji hususuna pek özen göstermediği anlaşılır. Buna karşılık hadiseleri ve kahramanlarını genellikle doğru kaydeder. Kronik yazarı, Güney-Macaristan’daki Osmanlı-Macar savaşlarının tasvirinin bir kısmını efendisi Tamas Dragi’nin verdiği bilgiden faydalanarak kaleme almıştır. Çağdaşı olan tarihi şahsiyetlerle, Kral sarayında bulunduğu sırada cereyan eden hadiseler hakkında çok az şey söylemektedir.
* Kral Sigismund’un 1435 yılı II. Decretumu (12 Mart 1435) İçin bak: Franciscus Döry- Georgius Bdnis-Vera Baaltai, Deere ta Regni Hungariae-Gesetze und Verordnungen Ungarns 1301-1457. Akadimiai Kiado. Budapest 1976. s. 277-282; Magyar Tören ytkr CJH 1000-1526. evi torenyeikkek. Budapest 1899. s. 252-275. Bu decretumu, Sigismund’un en büyük decretumu olarak da adlandırırlar.Rejime bağlılığına rağmen Thuroczy’nin eseri, gesta yazarları gibi sırf hanedanın menfaatlerini gözetmek maksadıyla kaleme alınmamıştır, fakat yine de Sigismund’un ölümünden (1437) sonraki bölümde eserinin merkezini Janos Hunyadi ve ailesi teşkil etmiştir. Kronik yazarı son derece gerçekçidir. Nitekim devlet menfaatini düşünerek gerçekleri değiştirmeye çalışmamıştır. Kronikte hadiselerin ahlaki bakımdan yapılan yargısı, Thuroczy’nin hakimlik göreviyle de ilgili bulunabilir, önemli hadiselerin arkasında ahlak motifler araştırır. Varna muharebesini değerlendirişini buna örnek gösterebiliriz: I. Ulâszlö’nun ölümünü ve haçlı ordusunun uğradığı felâketi, Kralın ve Hunyadi’nin II. Murad ile yaptıkları Segedin barışını ve yemini bozmalarına bağlamaktadır.
** Janos Vitez Hunyadi’nin en sdık adamlar arasındaydı. Macaristan’ın dışarıyla mektuplaşmasını yıllarca o yürütmüştür. 1445’de Varad piskoposu, 1464’de ise, Estergom başpiskoposu olmuştur.
Hunyadi’ler çağı bakımından birinci derecede bir kaynak olan bu eser, Sekellerin hâlâ oyma yazısını kullandıklarını yazarak tarihî bakımdan önemli bir kayıt da vermiştir[*].
Yaklaşık 100 yılı kapsayan Osmanlı-Macar ilişkilerinden bahsettiği eserinin son bölümünde Thuröczy, Türklerden nefretle bahsetmemiş, hatta onları övmüştür. Kronik yazarı, eserinin mihenk taşı olan Aeneas Silvius’un Cosmographia adlı eserinden Türklerin aşağılanmış tasvirini kroniğine almamıştır. Türklerin başarılarına atıfta bulunmuş, hem giyinişleriyle, hem de silahlarıyla İskit vatanından getirdikleri âdeti muhafaza ettiklerini tesbit etmiştir. Osmanlı beylerini voyvoda diye adlandıran kronik yazarı, Türk hükümdarlarına imparator Unvanını vermiş (caesar turcorum) ve eserinin sadece iki yerinde Türklerden dinsizler diye bahsetmekle çağdaşı olan Türk ve birçok yabancı kayrıağa göre üstünlük kazanmıştır. Kronik yazarının bu tutumu onun objektif yanlarından biridir.
Seçkin Macar tarihçisi Elemer Mâlyusz’un dışında, bugüne kadar kroniğin tamamını içine alan bir çalışma yapılmamıştır. Mâlyusz yayımladığı eserinde [**] kroniğin bütün problemleriyle ilgilenmiş ve kroniği bir bütün olarak Macar okuyucusuna tanıtmaya çalışmıştır. Yazarla ilgili problemleri, kroniğin kaynaklarını, Thuröczy’den önce meydana getirilen diğer bütün Macar kaynaklarını işlemiş, kroniği bütünüyle tanıtmıştır. Mâlyusz’un çalışması, kroniğin tamamını içine alan ilk ve son incelemedir. Bu eserin dışında, kronik oldukça geniş hacimli ve birbirinden farklı üç ayrı bölümden oluştuğundan, kroniğin tamamıyla ilgili bir çalışma yapılmamış, sadece kroniğin bazı problemleriyle ilgili çeşitli makaleler yayımlanmıştır[***]
* Sekeller hâlâ “scyhiai” harfleriyle oyma yazısını kullanmaktadırlar. Thuröczy’ye göre, Sekcl oyma yazısı Hun yazısıdır. Sekeller bugün Transilvanya’da, yani Romanya topraklarında yaşayan bir kavimdir. Bugüne kadar Sekeller hakkında yapılan araştırmalar, bu kavmin Türk olduğunu ortaya koymuştur. Ancak Sekellerin Hunlardan mı, Ayarlardan mı, yoksa Bulgarlardan mı geldikleri henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Sekeller 17. yüzyıla kadar oyma yazısını kullanmışlardır. Bu oyma yazısı iki harfin dışında, Türklerin Yenisey kitabelerinde kullandıkları oyma yazısıyla aynıdır. Kroniğin yazıldığı sırada, yani 15. yüzyıl sonunda, Sekellerin hâlâ oyma yazısını kullandıklarının zikredilmesi son derece önemli bir kayıttır.Kroniğin tamam, en son olarak 18. yüzyılda Latince olarak yayımlandıktan sonra [*], bir daha basılmamıştır. Ancak iki yüzyıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra nihayet 1978 yılı sonunda Macarca olarak yayımlanmıştır. Kroniğin ilk Macarca neşri olan bu eser, Janos Horvath tarafından hazırlanmıştır [**] .Janos Horvath kroniği Latinceden Macarcaya çevirmiş, kronikte gördüğü çok belirgin hataları arkaya koyduğu küçük notlarla okuyucuya göstermek istemiştir. Kısaca söylemek gerekirse bu eser, kroniğin Macarcaya çevirisidir. Latince okuyamayan okuyucu ve eserin 18. yüzyıl baskısının kolay elde edilemeyişi göz önünde tutularak bu eser hazırlanmıştır. Burada kroniğin değerlendirilmesi yapılmamıştır.
** A Thuröczy-krönika es forrâsai. Akademiai Kiado, Budapest 1967.
*** Bu makaleleri sayacak olursak, bunlann çok az sayıda olduğunu görürüz: J. Kaszâk: Thuröczy Jânos elete es krönikâja (Mvelödestörteneti Ertekezesek) Bp. 1906; T. Kardeş: Thuoczy Janos Magyar Kronik a. Monumenta Hungarica c. I. Bp. 1957; E. Varju: A Thuroczy-kronika kiadasai és a Magyar Nemzeti Mu um konyv taraban drzotl példányaí. Magyar Könyvszemle, Uj folyam 10 (1902); Mblyusz: Thuroczyjanos knonikaja (Ertekezesck a törleneti tudomanyok köeböl XXVI. c. Sayı 3. Bp. 19*4; Milyusz; ThuroczyJanos kronikaja és a Corvina. A Filologiai Kozlony 1966. Say, 3-4. Bp. 1966; Máyusz:A Thuroczy-kronika XV. szazadi kiadasai. Magyar könyvszemle. 1967.
* Schwandtner, Johannes Georgius, Scriptores rerum Hungaricarum veteres as genuini. c. I. Vindobanae 1766. s. 268.Kroniğin üçüncü bölümü yoğun bir şekilde Osmanlı-Macar ilişkilerini anlatmakta, ilişkilerin başlangıcından doruk noktasına ulaştığı yaklaşık 100 senelik bir devreyi kapsamaktadır. Thuoczy, Osmanlı-Türk tarihiyle ilgili konuların anlatımına Macar Kralı Sigismund'un Eflak seferini (1395) naklederek başlar. Daha sonra sırasıyla Türklerin Gelibolu'da kazandıkları ilk toprak, Nigbolu haçlı seferi, Napolili Ladislas'in Bayezid'in (Yıldırım) kızıyla evlendirilme çabaları ve Türklerin ilk defa Macar toprağına girişi. Güvercinlik kuşatması, Spalato pirensi Hrvoya'nın Türk yardımıyla Macar ordusunu yenişi, Eflak'ta ortaya çıkan isyanlarla ilgili olarak Türklerin Eflak voyvodası Dan'ı desteklemesi, Temeşkoz diyarında Türklerle yapılan iki karşılaşma ve Ishak Bey'in öldürülmesi, Sırp despotu Brankoviç’in Belgrad kalesini Macar Kralı Sigismund'a devredişi ve H. Murad'm Semendre zaferi zikredildikten sonra kronik, H. Murad’m Belgrad kuşatmasına dair verdiği gayet orijinal bilgilerle birlikte hadiseleri daha etraflı anlatmaya başlar. Hunyadi'nin Semendre kalesi kumandam İshak Bey ile yaptığı çarpışma, Mezid Bey ve Şehabeddin Paşa'nın başarısızlıkla neticelenen Macaristan seferleri, Hunyadi'nin uzun seferi, Segedin barışı,
** A magyarok krónikaja. Budapest 1978. Kroniğin sonunda yer alan birkaç bölüm, daha önce Laszlo Gereb tarafından Macarcaya çevrilmişse de, bu kısa ؟eviri eserin ؟ok küçük bir bölümünü oluşturduğundan, kroniğin Macarcaya çevrilmiş ilk örneği olarak kabul edemiyoruz (Macarcaya ؟evrilen bu bölümler “Humanista Törtenetirok” adil eserin ¡؟inde, Bp. 1977 yılında 108-121. sayfalarda yayımlanmıştır.).
Varna muharebesi, II, Kosova muharebesi, Firuz. Bey vakası, Rumelihisar'ın inşası ve İstanbul'un fethi, Fatih'in Belgrad kuşatması, Yayça kalesinin Kral Matyas tarafından fethi ve Fatih'in II. Bosna seferi anlatıldıktan sonra, Türklere ait Sabaç (Böğürden) kalesinin Macarlar tarafından alınışıyla (1476), kroniğin Türkler hakkında verdiği bilgi sona erer.
Araştırmamıza konu olan eserin üçüncü bölümündeki Türklerle ilgili bu kayıtlar, bir Türk tarihi problemi olarak bugüne liadar hiç işlenmediği gibi, Prof. Dr. Şerif Baştav’ın Thuroczy ile ilgili verdiği bir sayfalık bilginin dışında[*], kronik yazan ve kroniği Türk ilim çevresince hiç bilinmemektedir. Thuroczy, bizde ve Batı ilim çevrelerinde, bol miktarda kendisinden faydalanmış olan Bonfini aracılığıyla tanınmaktadır. Bu durumu göz önüne alarak, Thuroczy ve eserini, kroniğin Osmanlı-Türklerine dair olan kısımlarını Türkçeye çevirerek Türk bilim alemine tanıtmak istiyoruz. Çeviriyi yaparken kroniğin Schwandtner tarafından 1766'da yayımlanan Latince metniyle[**], 1978 yılı Macarca baskısını[***] esas aldık. Kronikten çevirdiğimiz her bahsin başına, Lâtince ve Macarca nüshasındaki sayfa numaraların, Lât. s..., ve Mac. s... şeklindeki kısaltmalarıyla koyduk. Kroniğin çevirisini yaparken metnin aslına sadık kaldık. .Metinde geç,en adları önce Macarca, sonra parantez İçinde Latince yazarak asılları gibi verdik.
* 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanl Tarihi. Ankara 1973. s, ,6.Daha sonra kaynağın verdiği bilgileri, “Kroniğin Değerlendirilmesi” başlığı altında, Türk, Bizans ve Batı kaynaklarıyla ve incelemelerle karılaştırarak bir kaynak olarak değerlendirmeye ve doğruluk derecesini göstermeye çalıştık. Bu husustaki çalışmamızın sonuçlarını ayrıntılı olarak aşağıda “Notlar" halinde verdik. Hadiselerin aydınlatılmasında, Thuroczy’nin çağdaşı olan Zotikos, Hierax, Splrrantzes, Dukas, Kritovulos gibi Bizans tarih yazarlarına baş vurduğumuz gibi, Nicola Barbaro, Jean de Wavrin, M. Belteim gibi çağdaşı Bati kaynaklarından, Schiltberger, Bertrandon de la Broquiere vb. liatırat ve seyahatnamelerden, İbn Kemal, Tursun Bey, Neşri, Aşıkpaşazâde, Enver vb. Türk kaynaklarından ve konularla ilgili modern araştırmalardan elimizden geldiği kadar faydalandık.
** SdıwandtnerT|Johannes Georgius, Scriptores rerum Hungaricaram veteres ac germini, c. 1. Vmdobonae 1766.
*** Horvâth, Janos, A magyarok knikâja. Budapest 1978.
Türk tarihçiliğinin henüz başlangıç devrine rastladığı bir zamanda, oldukça seviyeli bir tarihçi olarak karşımıza çıkan Thuroczy, hadiseleri diğer cepheden aydınlatması bakımından önemlidir. Kronik, II. Murad'm Belgrad kuşatmasıyla birlikte mufassal olmaya başlar ve II. Murad ve Fatih devirleri bakımından birinci derecede bir kaynak olma özelliğini kazanır.
KRONİĞİN TÜRKLERLE İLGİLİ BÖLÜMLERİNİN ÇEVİRİSİ
Lat. s. 2,9
Mac. s. 331-332
Kral Sigismund’un Eflak Seferi ve Kraliçe Maria'nın Ölümü
Kral Sigismund, hükümdarlığının altıncı yılında (1392), Karpatlar'ın ötesindeki kavimlere karşı savaş açtı. Bu kavim kendi askeri gücüyle yetinmeyip kendini korumak için ücretle kuvvetli bir Türk ordusu da tutmuştu. Kralın kıtaları Karpatları'ı geçerek bu ülkenin düz bölgelerine indiler, iki düşman saflarını bağladı ve ordular sancaklarının altında çarpıştılar, neredeyse göğüs göğüse bir savaş başladı; fakat Türkler ve Olahlar Kralın ordusunun parlayan zırhlarının ışığından büyük bir korkuya kapıldılar ve kaçmaya koyuldular. Kralın ordusu ise, onları kovalayabildiği kadar kovaladı. Türkler ve Olahlar sağa sola düşüp ölmüşlerdi. Taşıdıkları askerlerin zırhlarının büyük ağırlığıyla ezilen Kral askerlerinin atlan, firarilere yetişebilmiş olsalardı ve bastıran gece firarilerin Tuna'yi emniyetle geçmelerine imkan sağlamamış olsaydı, zayiatları çok daha fazla olacaktı.
Böylece Kral Sigismund kendisine karşı koyan kıtaları kaçırmış ve Küçük-Niğbolu kalesini kuvvetli bir kuşatma çemberine almıştı. Türkler ve Olahlar birlikte savunma yapmış ve surlar arasından sık sık dışarı hücum edip Kralın ordusunda hatırı sayılır karışıklıklar çıkarmışlardı. Kral ise, savaş aletlerini oraya getirtip kalenin büyük kısmını harabe haline getirmiş ve kaleyi kuşatmayla almıştır. Kaleyi savunanları kısmen öldürmüş, kısmen esir almış ve kaleyi Macar muhafızlara emanet etmiştir. Nihayet bölge halkını boyunduruğu altına almış ve zaferle, başarıyla Macaristan a geri dönmüştür.
Kraliçe Maria ağır bir hastalığa yakalandığı sırada, ülkeyi, aynı zamanda da hayatı terkettiği zaman, Kral Sigismund hâlâ yurt dışındaydı. Kraliçe’nin ölümü Kral Sigismund İçin büyük bir kaygıya sebep olmuştur. Nitekim Lehistan Kralı Ladislaus, merhum Kraliçe Maria'nın Hedvig adındaki kızkardeşiyle evliydi. Ladislaus, karısının ölen ablasının Kralığını mülkiyetine alabileceğini düşünmüş ve Kral Sigismund'a karşı büyük bir ordu sevketmiştir. Eğer saygıdeğer rahip, Estergom Piskoposu Bay Janos Kanizsai ülkenin kalelerini silahlı büyük kıtasıyla kuvvetlendirmeseydi, gözü yükseklerdeki Kral Ladislaus Sigismund’un yokluğunda devlet idaresinde büyük kargaşalığa sebep olabilirdi.
Lât. s. 221-222
Mac. s. 334-337
Kral Sigismund’un Büyük Niğbolu Kalesi Altındaki Başarısız Seferi
Merhum Kral Lajos’un (Lodovicus) başarılı hükümdarlığı zamanında Bizanslılar arasında büyük bir çekişme baş göstermiş, Bizans ağır iç çekişmeler arasında çalkalanıp durmuştu. Nitekim Bizanslıların iki efendisi vardı; aynı anne ve babadan gelmemelerine rağmen, her ikisi de imparator hanedanından geldiklerini ve hâkimiyet hakkının kendilerine ait olduğunu iddia ediyordu. Bizanslılar ise onları eşit şekilde seviyor ve arkalarından gidiyorlardı. Hoşlarına hangisi gidiyorsa, kimi bunu, kimi ötekini tutuyordu. Bu şekilde kimin hükümdar olacağı belli olmayan imparatorluk ünvanı için iç savaş çıkararak mücadele ediyorlardı. Nihayet taraflardan biri partisinin yenilgiye uğradığını görünce, intikam arzusuyla hareket ederek davasına yardım için, Türk İmparatorluğunun kuruluşundan beri 3. hükümdarı olan, Türk imparatoru I. Murad’ı (Amrates) para ve vaatlerle Anadolu’dan Bizans’a çağırdı. Türk imparatorunu buna ikna etmesi onun için pek bir zahmete de mâl olmadı. Zira Türk imparatoru Asya’dan Avrupa’ya geçmeyi uzun zamandır çok arzu ediyor ve bütün gücüyle buna çabalıyordu. Böylece Bizanslı, savaş bittikten sonra geri götürme şartıyla Murad’ı ve kıtalarını gemilerle Çanakkale Boğazı’ndan Trakya’ya nakletti. Türk kavmi Asya’dan Avrupa’ya böyle girmişti. Bizanslıların bu akıl almaz hareketi Avrupa arazisinde söndürülemeyen bir ateş yakınıştır ve bu ateş o zamandan ben de devamlı olarak alev saçmaktadır ve bizim toprağımızda da (Macaristan) sefaletimizin bol bol yetişen zararlı otlarını filizlendirmiştir.
Nitekim Murad, vadettiğini değil, fayda sağlayacağını düşündüğü şeyi aklından geçiriyordu. Gerçekten Bizanslıların gücünün karşılıklı katliamda yok olması ve bütün askerî kuvvetiyle onlara hücum edip çarpışmaksızın üstlerinde egemenlik kurabilmek ve onları ezebilmek için, Bizans imparatorunun müttefiki olarak savaşa girmeyi fırsat buldukça savsaklayıp duruyordu. Hesabında yanılmamıştı da. Bizanslıların uzun savaş neticesinde zayıfladıklarını, iç kuvvet kaynaklarının erimesiyle birlikte kendi kendilerine bile yardım edemeyeceklerini fark eder etmez, bir bahane bulup silahlarını onlara karşı çevirdi ve Çanakkale denizi yanında uzanan Gelibolu şehrini uygun bir zamanda işgal ettikten sonra, diğer Bizans şehrini kuşatma altına alır, topraklarını yakıp yıkar ve Trakya’nın büyük kısmını kendi egemenliği altına alıncaya kadar aralıksız her tarafı tahrip eder.
Bu olaydan itibaren Türklerin iktidarı günden güne artar ve Kral Lajos’un ölümüyle Macaristan’ın dizginleri Kral Sigismund’a geçtiği zaman, babası Murad’dan daha az zeki ve yetenekli olmayan, hatta tehlikeli teşebbüslerde gözü daha da kara olan Türk imparatoru Bayezid (Pasaylh), kısa zaman zarfında bütün Trakya’yı, Teselya’yı, Makedonya’yı, Fokid, Biötia ve Attik’i kısmen kuvvetle, kısmen boyun eğmeler yoluyla işgal etti ve kendi egemenliği altına aldı. Bizim Bulgarlar diye adlandırdığımız ve Kral Sigismund’a tâbi bulunan Moesialılara (Misos)da düşman silahlarla hücum etti.
Kral Sigismund elçilerini Bayezid’e gönderdi ve hukuken kendisine ait olan ülkeyi yakıp yıkmamasını bildirdi.Türk imparatoru ise çeşitli bahanelerle cevabı geciktirdi ve bu arada Bulgaristan’ın bütün arazisini hâkimiyeti altına aldı. Nihayet bir evin bütün duvarlarını Türklerin savaşlarda kullandığı çeşitli silahlar olan mızraklar, kalkanlar ve sadaklarla doldurtup Kralın elçilerini buraya buyur etti ve güya onlara şöyle dedi:
“Kralınızın yanına dönün ve gördüğünüz gibi, bu toprak üzerinde benim de yeteri kadar hakkım olduğunu ona söyleyin” diyerek duvarlarda asılı silahları gösterdi.
Bu olay Kral Sigismund’u oldukça korkunç bir intikam almaya kışkırtmıştır. Bundan dolayı hükümdarlığının onuncu, Miladî 1396 yılında imparatorluğunun bütün silahlı kuvvetini harekete getirerek muazzam bir ordu topladı. Bu büyük Kraliyet Seferine, diğer kavimler arasından Burgondiya Pirensi ve Frankların, yani Gallerin kavmi de büyük bir kuvvet ve savaşçı erkeklerinden oluşan yiğit bir kıta getirmişti. Bu silahlı kıtaların soylularının armaları tamamen benim zamanıma kadar Buda’da, Dominiken tarikatı rahiplerinden Aziz Miklös’tan (Nicolaus)adını alan manastırda yağlı boya tablolarda ebedileşerek duvarlara asılmak suretiyle hatıra olarak kalmıştır.
Böylece Kral Sigismund muazzam bir kalabalıktan oluşan ordusuyla Tuna’yı geçti ve Türk imparatorundan sadece korkmamakla kalmayıp bazılarına göre aşağıdaki sözleri söyledi:
“Adamdan korkmamız gerekir mi? Zira uçsuz bucaksız gök kubbe üstümüze yıkılsa, mızraklarımızla onu dahi tutarız ve sıkıntımız olmaz.”
Sırbistan’ı yaman bir öfke, büyük yağma ve korkunç bir askerî gürültüyle boydan boya geçip Bulgaristan arazisine vardı. Burada Rahova (Oriszo)ve Vidin (Bidinio) şehirlerini ve Türklerin savaşçı kıtalarının koruduğu bu bölgenin çok sayıda başka müstahkem kalesini bizzat kendisinin ve askerlerinin döktüğü ağır kan kaybı pahasına aldı. Nihayet bu yılın yaz sonlarına doğru, üzümlerin olgunlaşmaya başladığı sırada, yani Aziz Michel yortusu[*] sıralarında Büyük-Niğbolu kalesi düzlüğünde ordugâh kurdu. Türkler ise kaleden sık sık çıkarak Kralın ordusunu kışkırtıyorlardı. Türkler çok kişiyi yaraladılar, fakat kendileri de yaralı olarak daha sık kaleye geri dönüyorlardı.
Zikrettiğimiz gibi, bizim yaşlılarımızın Bayezid diye adlandırdığı, Nicolaus Secundinus’un ise sens piskoposu Aeneas’a [**] Türklerin kavmi ve kökeni hakkında yazarken Chalapin diye adlandırdığı Türk imparatoru ise, Kralın büyük bir askerî hazırlıkla imparatorluğuna girdiğini duyarak aynı şekilde kavminin bütün askerî gücünü silah altına alıp Kralın ordusuna karşı koymak için cesur ordusunun başında yaklaşmıştı. Galler, yani Franklar ise, düşmanın geliş haberiyle coşarak Kralın huzuruna çıktılar ve çarpışmanın en şiddetli ve en insafsız olan ilk darbelerini kendilerinin karşılamasına izin vermesini Kraldan rica ettiler. Nitekim Türk imparatoru her yandan bağırıp çağıran kıtalarla çevrili olarak ve paganların büyük askerî gücünü Kralın ordugâhına karşı çevirmiş olarak bizzat göründüğü zaman, Frankları zaptedilemeyen bir savaş arzusu yakaladı ve bütün Kraliyet ordusu sancakları altında savaşa başlamak için harp nizamına girmeden önce savaşa karıştılar, ordugâhtan dışarı fırladılar ve adetleri olduğu üzere attan inip yaya olarak savaşmak suretiyle ileri atılarak karşıdaki kıtalara hücum ettiler. Macarlar, Frankların düzensiz bir koşu halinde Kralın ordugâhına doğru dörtnala giden gem vurulmuş atlarını bir anda gördükleri zaman, iki düşman arasındaki korkunç çarpışma artık kızışmıştı. Macarlar, Fransızların savaş tarzlarını henüz bilmiyorlardı ve düşmanın Fransızları tamamen mahvettiğini sandılar. Birdenbire saflar bozuldu ve Macarlar büyük bir itiş kakış arasında, ordugâhı içindeki kuşatma araçlarıyla terkettiler; ovada her yana dağılırlar, düşman aman vermeden izlerindedir ve onları kaçmaya zorlar. Muazzam bir katliam başlamıştır. Macarlar arasından çokları ölmüş, çokları esir düşmüştür. Eğer Kral bir gemide sığınak bulamasa, o zaman gökyüzü değil (güya hükümdarın kendine olan aşın güveninden dolayı dahil önce ifade ettiği gibi), düşmanın silahlı kuvveti onu ezecekti.
* Michaelis archangeli: 29 Eylül
** Nicolaus Secundinus tanınmayan bir şahıstır. Aencas Silvius Piccolomini XV. yy’ın ünlü hümanist yazarıdır vc daha sonra II. Pius adıyla 19 Ağustos 1458-14 Ağustos 1464 tarihleri arasında papalık yapmıştır.
Lât. s. 223-224
Mac. s. 338-340
Kral Sigismund’a Karşı Komplo ve Sigismund’un Yakalanması
O zamana kadar milletinin gözdesi olan Kral Sigismund, halkının ağır yenilgisinden sonra nefret konusu olmuştu. Nitekim bir zamanlar Pers Kralı Serhas'ın başarısız Yunanistan seferinden[*] sonra cezalandırıldığı gibi, başarısızlıkla yönettiği kişiler tarafından ileriyi göremediği için cezalandırılmaktan korkuyordu. Bundan dolay, bir kaçak gibi kürekli gemisiyle Tuna'nın ve denizin derin dalgalarından geçip İstanbul şehrine, buradan Rodos'a, sonra Dalmaçya'ya ve oradan Hırvatistan'ın kıyı bölgelerine çıktı: Maiyetinde Estergom piskoposu Janos ve kardeşi Istvan Kanizsai gibi, ülkenin en nüfuzlu kimseleri vardı... (Bu kışımda Kral Sigismund’u tahttan uzaklaştırmak ve yerine Kis Karoly’un oğlu .Napoli’il Ladislnus’un geçirilmesi İçin yapılan gizli çalışmalar anlatılır. Napoli’li Ladislaus 1387'den 14,4'e kadar Napoli Kralıdır)
* 1. XERXES Pers Kıtalidir (M.ö. 485-4(15). 481'de Salamis adasında Yunanlılar tarafından yenilgiye uğratılmıştır.Kral Sigismund’u tahttan uzaklaştırmak İçin yapılan çalışmalar gizli olarak organize edilmesine rağmen. Kira, tarafından farkedilmiştir. Bu zaman zarfında günler alışılmış akışı İçinde geçip gitmiş ve Kral Sigismund bizzat deniz kıyışındaki bölgelerde birbuçuk yıl geçirmiştir, fakat birkaç asilzadenin, özellikle Estergom piskoposu ve Kanizsa beylerinin ve Ban Janos Maoti'nin yardımıyla yeniden Krallık tahtına oturmuştur.
Lât. s. 226-227
Mac. s. 343-344
Kral Sigismund Voyvoda Istvan ve Sadakatsizlik Gösteren Diğer Kişileri Cezalandırıyor
(önceki iki bahiste, Ktral Sigismund’u serbest bırakılışı ve Macaristan’a dönüşü anlatılır. Bu bahiste ise. Krallığı yeniden elde etlikten sonra kendisine sadık olmayan adamlarından aldığı öçten bahsedilir).
Bir gün Kıral, ülke soylular ve Voyvoda Istvan bir evde birlikte olduklar, bir sırada, Voyvoda lstvân'ı orada müzakerenin tam ortasında yakaladılar ve boynunu vurdulur[*].
* Lackfilerden öç daha önce 27 Şubat 1397'de alınmıştı.Bu Voyvoda Istvân'1, Krallık makamına karşı yaptığı fenalıktan başka, aşağıdaki hiyanetle de suçluyorlardı: bilindiği gibi. Voyvoda Istvan Türk imparatoruna elçiler gönderip, Bayezid'in kızıyla ülkeye getirmek istediği Kral Ladislaus'u evlendireceğini vaadetmişti; yalnızca bir şart öne sürmüştü: Türk imparatoru Kral Sigismund'a karşı Ladislaus’a yardim edecekti. Istvan plânının desteklenmesi İçin muazzam bir Türk ordusunu Sava ve Drava nehirleri arasında uzanan Macar topraklarına soktu, bu ordunun korkunç bir kıyım yaptığı da söyleniyordu. Türkler o zamana kadar henüz Macar toprağına girmemişlerdi. Türklerin Macaristan'a ilk girişi bu şekilde olmuştur. Türkler o zamandan beri muazzam tahribat yaptılar, bugün de bunların izlerini Sirmium’daki (Szeremseg) şehirlerde görebiliyoruz. Bunların küçük şehirler olmadığına, binaların ayakta kalan yerleri şimdi bile tanıklık etmektedir.
Lât. s. 337-228
Mac. s. 345-346
Kral Sigismudun Roma Kralı Seçilmesi ve Güvercinlik Kalesinin Başarısız Kuşatması
Voyvoda Istvan hatasından dolayı ölüm cezasına çarptırıldıktan ve suç ortaklan arasından bazıları ölümle, bazıları sürgünle suçlarının kefaretini ödedikten sonra. Krala karşı yapılan komplo her tarafta yatıştı. Bu hadiseden sonra İç karışıklıklar hayatinin sonuna kadar Kralı tedirgin etmedi: hükümdarlık asasını rahatça taşıyabildi. Oysa gençlik çağında hükümdarı pek çok sıkıntı sarstığı için, faziletlerinde ve hayat tarzında da bir düzelme olduğundan, ülkesinde kesin olarak iktidarı elinde bulundurduğunu yabancı milletler gördükten sonra ve 23 yıllık Macaristan hükümdarlığından sonra, Sigismund’u Roma Kralı olarak seçtiler (1410). Bu yüzden imparatorluğun büyük şanından heyecana kapılan Kral, oldukça kuvvetli bir silahlı ordu hazırladı ve Türklerin askeri gücünü yeniden sınamak istedi. Sırbistan’da, Tuna'nın akış yönünde yüksek bir kaya üzerinde uzanan ve bu sırada Türklerin elinde bulunan Güvercinlik kalesini büyük sayıdaki askerle kuşattı, iki düşman savaşa girişti ve Türk imparatoru (Chalapinus) adamlarının sıkışık durumundan heyecanlanıp oraya muazzam bir askeri kuvvete gelinceye kadar. Kral Sigismund'un kıta- ları daima üstündüler. Fakat düşman Kraldan daha güçlü göründü. Bundan dolayı Kral, savaşçıları her tarafta yenilgiye uğradıktan sonra, savaş meydanını terketti. Tuna'yı geçti ve düşmanın elinden kaçtı. Bu çarpışmada çok kişi ölmesine rağmen, bunlar arasında burada ölen ve “Kara Kanija'lı” diye adlandırılan yiğitlikte büyük isim yapmış, silah kullanmada mükemmel olan erkeği bizim zamanımıza kadar yürekten gelen bir hüzünle anarlar.
Lât. s. 229-230
Mac. s. 349-35,
Macarların Bosna Bölgesindeki Seferi
Bu Kralın hâkimiyeti sırasında çok ve çeşitli savaşlar patlak verdi ve bunlar her zaman arzulanan sonuca ulaşmadılar. Fakat bu kadar büyük, bu kadar yıl boyunca hükmeden bir hükümdarın devrini sadece ana hatlarıyla bile olsa kim çizebilir?
Diğer savaşlar arasında. Milâdî 1415 yılı geldiği zaman, Macar kavminin büyük silahlı kuvveti Spalato (Splelh) Prensi Hrvoya'ya (Herivoya) karşı harekete geçti. Nitekim daha once Krala sadık olan bu Prens, bugünlerde gözü pekliğinden cesaret alarak sadakatsizlik gösterip Macaristan’a karşı bir ordu harekete geçirmek istedi, ülkesinin kuvvetli olması İçin, muazzam Türk kıtalarım ücretli olarak tuttu ve Krala tâbi bulunan Bosna bölgelerinin haraçgüzârı oldu. Macar Kralının uzun süre uzakta oluşu bu adama cesaret veriyordu. Kralın kendisi bu yıllarda Konstanz'daki Sinod’da meşguldü ve isyan haberi üzerine oldukça büyük bir Macar askeri kuvveti Bosna ülkesine gönderildi. Hrvoya ise, kısmen kendi, kısmen de ücretli askerleriyle bir ovada onlara karşı koydu. Macarlar burada büyük bir yenilgiye uğradılar.
Lât. s. 231-232
Mac. s. 352-353
Ban Istvan Losonczi’nin Eflak Seferi
Bu Kralın hükümdarlığı sırasında, Eflak arazisinde de daima oradaki halkın ayaklanmasının sebep olduğu savaşlar olmuştur. Başarısızlıkla neticelenmiş olmasına rağmen, haşmetli Ban Istvân Losonczi’nin yönetimi altında Eflak bölgelerine yapılan bu sefer yine de en fazla hatırlanmaya değer olanıdır. Bu sıralarda bu arazide iki Pirens hüküm sürüyordu: birisi
Ban, diğeri Mirçe, Her ikisi aynı soydan geliyordu, faka, bu eşitlik onlar, rahatsız ediyor ve her ikisi tek başına hükümdar olmayı arzu ediyordu. Dan, partisinin zayıfladığını farkedince, acele Türklerden yardim istedi ve onların yardımıyla diğer partiyi kaçmaya zorladı. Mirçe ise kuvvetlerinin dış düşmanın uzaklaştırılması İçin zayıf olduğunu hissettiğinden Kira, Sigismund'dan yardim istedi.
Kral, Mirçe'nin yardımına. Ban Istvan Losonczi'yi çok sayıda silahlı kıtayla gönderdi. Ban, düşmanla kanlı bir çarpışma yaptı, fakat yenildi ve her iki taraf büyük kayıplara uğradıktan sonra başını feda ederek hayatına ve aynı zamanda savaşa da son verdi. Adı geçen kumandan öldükten sonra, kaçanların eşyası ve şahsı düşmanın ganimeti oldu.
la. s. 232-233
Mac. s. 354-355
Miklos Peterfia'nın iki Çarpışması
Aynı sıralarda (1415 sonrası) barışı bozan Türk kavmi, devamlı yakıp yıkmalardan sonra, Tuna'nın berisindeki bölgeleri ve dilimizde Temesköz diye adlandırdığımız diyarı şiddetli altınlarla tedirgin ediyordu. Büyük İşlere muktedir, becerikli bir adam olan Makedonya'lı Miklos Peterfla, arkadaşları ve toplanan askerlerinin yardımıyla Türkleri iki defa yendi, ganimetlerini topladı, düşmanı kaçırdı.
Aynı sıralarda, yukarıda zikredilen merhum Bayezid'in oğulları olan kardeşleri öldükten sonra, Türklerin beşinci imparatoru olan I. Mehmed hâkimiyeti ele geçirdi. Karadan ve denizden aynı şekilde ülkesini genişletti ve bizim yukarı Bosna ülkesi diye, halk dilinde ise Vrebosna diye adlandırdığımız Moesia'nın bir kısmını da hâkimiyeti altına aldı ve bu ülkeye yeni bir Kral getirmeye karar verdi. Nitekim küçük bir mülk sahibi, kısa boylu ve adi bile bilinmeyen İkaç (ikach) adil bir adamı Bosna Kralı olarak tayin etli. Bu adam, yeni unvanının parlaklığına kapılarak kendisine emanet edilen halkın bütün askeri gücünü silah altına aldı ve adı geçen bölgelere ganimet arzusuyla hücum etti.
Bu sırada, her tarafta bey konaklarının dumanlan yükseliyordu ve bölgenin kaçma İmkânına sahip bütün sakinleri korkudan kaçıyordu. Sadece adi geçen Miklos Peterfia, îlkaç'a karşı çıktı; askerlerinin sayısı düşmanınkiyle boy ölçüşemese bile, şövalye gözüpekliği ona cesaret veriyordu. Kapışma esnasında, muharebenin kararsız bir şekilde sürdüğü bir sırada. Kral İkaç'la karşı karşıya geldi. Onu tanır tanımaz atının dizginini ona doğru çevirdi ve öylesine bir kuvvetle mızrağıyla üzerine hücum etti ki. Kral, İkaç aldığı darbeden ağır yaralanarak sırtüstü yere düştü ve sadık adamları silahlarıyla onu koruyamadılar. Kızgın muharip yere serili adama acımadı, atından indi, kanlanmış ayağıyla göğsüne bastı ve mağlubun yakarışlarına aldırmayarak yalın kılıcıyla başını kesti. İkaç'ın kumanda ettiği bütün kıta bunu görünce, gerisin geri döndü ve kaçtı. Miklos Peterfia'nın kendisi ise adamlarıyla birlikte zengin ganimetlerle geri döndü ve zaferin işareti olarak Kral Sigismund'a düşmanın askeri alemlerini, yani sancaklarını ve sayısı bir hayli kabarık olan esirleri gönderdi.
Bu kahraman, adi geçen uç kalelerine akın yapan Türklerle bir başka vesileyle de savaştı. Düşmanı dağıtmak İçin askerleri ve silahlan yeterli olmadığından, gecenin kendisine yardımcı olacağını düşündü ve toplayabildiği kadar asker topladı. Harp hilesinde usta bir adam olan Miklos, kısrakların ve ovada otlayan yük hayvanlarının başıboş öküz sürüleriyle bu orduyu tamamladı ve her bir sürünün başına davulcuları, borazancıları ve büyük gürültü koparan insanları koydu. Karargahında gece uykusuna çekilen düşmanın üstüne böyle bir orduyla hücum etti. Onları paniğe şevketti, vurdu, kesti, onları intizamsız bir firara zorladı. Zafer ve zeferle birlikte bol miktarda ganimet onun oldu. Onun Simfina mensup soylular zamanımıza kadar daima onu anarlar ve bu suretle Miklos kendisine ebediyen yaşayacak iyi bir isim yapmıştır.
Bazıları bu savaşta, adi geçen kahramanın çarpışmanın acımasız keşmekeşinde askerlerinin gece karanlığında birbirlerini vurmamaları için, askerine parola olarak “Tanrı, Aziz Mihal” diye bağırmalarım tenbihlediğini söylerler. Gece karanlığında çarpışma patlak verip düşman düşmanı tanımayınca, Türkler bu parolanın Tanrı veya düşman önünde kendilerine yardımcı olacağına inanarak korkunç bir gürültüyle Tanrı kelimesini bırakıp sadece Mihal diye bağırdılar, bunun üzerine düşman onları şiddetle kovaladı.
Lât. s. 234
Mac. s. 357-358
Kral Sigismund’un Sarayım Kimler Ziyaret Etti ve Despot Belgrad Kalesini Ona Nasıl Teslim Etti
( Kaynağımızın da doğru olarak verrdiği bilgiye göre 1420 yılıında Sigismund Çek Krallık tacını giymişti. Bu münasebetle Kralı tebrik etmek için sarayı ziyaret eden kişilerden bahsedilir).
Hükümdarın sarayım, burayı ziyarete gelen büyük şöhret sahibi soylular parlak kılmış, oraya akan yabancıların kalabalığı da meşhur etmişti. Almanya ve İtalya’nın çok sayıdaki büyük soylusu da burayı ziyaret etti. Portekiz Kralının oğlunun da ülkesinin sayısız soylusu refakatinde, kara tarafının batı sınırından bu büyük hükümdara saygılarım sunmak üzere gelmesi [*], Kral sarayının şerefi bakımından küçümsenecek bir hadise değildi. Portekiz Kralının oğlu hakkında, kışın sert soğuğunun başlamasıyla donmuş Tuna'yı gördüğü zaman şaşırdığı ve o zamana kadar yabancı topraklan ziyareti sırasında gördüğü harikalar arasında bunu, babasına en büyük mucize olarak bildirdiği söylenir.
Sırp despotu ve meşhur hükümdarı Georg, [**]Kral Sigismund'a karşı büyük bir itaatkarlıkla bulundu. Muazzam Tuna ve Sava nehirlerinin karıştığı yerde bulunan ve Eskçağ’da Taurinum, bizim yaşlılarımızın ise Bolgarfehervar diye adlandırdıkları ve tamamen 1425 senesine kadar despot ve atalarının mülkünde bulunan Belgrad kalesini gerçek sadakatinin teminat! olarak o sırada Sigismund'a teslim etti. Bu kale daha sonra Türklerin hâkimiyeti büyüdüğü zaman, aşağıda kısaca söz edileceği gibi, Macaristan'a büyük bir fayda sağlamıştır. Kira, Sigusmund bunun karşılığı olarak despota benzer bir cömertlikte bulundu. Nitekim Macaristan arazisinde bulunan Zalankamen, Kölpeny, Becse, Vilagosvar, Tokaj, Munkacs, Talya ve Regec kalesini, bundan başka Szatmar, Böszörmeny, Debrecen, Tur, Varsany ve başka birkaç ova şehrini ona bağışladı. Buda şehrinde ise mevkiine uygun bir evi konaklaması ve günlerini geçirebilmesi amacıyla ona verdi. Nitekim despot Kral sarayım da ziyaret etti ve Kral ve Macarların gözünde sevilen bir kişiydi.
* Portekiz Kıralı I. lohannes'in (1385-1433) oğlu Peter.LA،, s. 239-240
** Sırp hükümdarı Georg Brankovi1456-1427) ؟). Türk kaynaklarında Vlk-oglu diye geçer.
Mac. s. 367-368
Kral Albert’in Titelre Seferi ve ölümü
(önceki bahislerde Kral Sigismund’un 8 Aralık 1437'deki ölümü «e 1438'de Albert’in Kral seçilişi anlatılır.)
Kira, Albert’in hükümdarlığının ikinci yılında, Türk imparatoru Murad'ın muhariplerinin büyük kuvvetini harekete geçirerek Macaristan'a hücum etmek istediği tarzındaki önemli haber ortalıkta yayıldı. Bunun İçin Kral Al bert büyük soylulardan oluşan diyeti topladı ve düşmanın ülkenin İçine girmesini beklemeyip seçme bir orduyla Türk imparatoruna karşı harekete geçme kararını bu soylularla birlikte verdi. Kral Albert Macaristan’ın bütün askerî kuvvetini harekete geçirmek suretiyle büyük bir ordu topladı ve halk dilinde Titelrev (Tyddeureıv) diye adlandırılan yerde ordugâh kurdu. Türk imparatoru ise, Kralın ülke savunması için yeterince asker ve silahlı kuvvetle hazırlandığını öğrenince, Semendre kalesini kuşatmayla aldı. Hemen hemen bütün Sirbistan arazisini hâkimiyeti altına aldı, öyle ki, ülkenin efendisi olan despot dahi Macaristan’a kaçtı. Bundan sonra mızrağını ve bütün askerî kuvvetini Bizanslılara karşı çevirdi ve eskiliğiyle, hazineleriyle, halkının kalabalık oluşuyla tanınan ve seçkin ve soylu vatandaşlarının dünya çapında meşhur ettiği Bizans’ın büyük ve ünlü şehri Selânik’i kuşattı, şehri işgal ederek tamamiyle yağma etti. Ondan sonra Epirus (şimdiki Arnavutluk) ve Etolya’nın (Aetolia) meşhur eyaletlerine hücum etti; onları teslime zorladı ve ülkesine kattı.
Macarlar ise uzun süre ordugâhta kalmaktan usanmışlardı ve daha çok da aralarından bir çoğu dizanteriye yakalandığından canları sıkılmıştı: eski adetleri üzere “kurt” diye bağırarak Kralın arzusu hilâfına Kralın ordugâhını terkederek ayrı ayrı şuraya buraya dağıldılar. Kral Albert Buda’ya varınca hastalandı. Viyana’ya gitmek niyetinde olduğundan, sağlığının bozuk olmasına aldırmayarak Viyana’ya doğru yola devam etti. Simon ve Yuda havarilerinin bayramında[*] Neszmely köyünde konakladı, hastalığı ağırlaştı ve 1 yıl, 9 ay ve 18 gün süren Macaristan hükümdarlığından sonra, 1439 yılında bu köyde öldü. Cedlerini olduğu gibi, o da Szekesfehervâr kilisesinde kıratlara yaraşır bir merasimle, son ihtiramdan sonra defnedildi.
* 27 Ekim 1439.Kral Albert orta boylu bir adamdı; yüzü beyazdan çok kahverengiye çalıyordu; halim tabiatlı ve adamlarının isteklerini olumlu karşılayan bir hükümdardı.
Lât. s. 246-347
Mac. s. 380-383
Belgrad Kuşatması
Bu sıralarda çok çeşitli hadise cereyan etmektedir. Bu hadiseleri aynı anda ve bir kerede hikâye etmek mümkün değildir. Çünkü aynı yıl, adı geçen merhum Kral Albert hayatını tamamladığı sırada, Türk imparatoru Murad, genel olarak Sırbistan diye adlandırdığımız bütün Sırp ülkesini hâkimiyeti altına aldı ve her kalesini, her müstahkem mevkiini topraklarına kattı.
Murad, Macaristan’ın bütün soylular sınıfının iç çekişmelerde birbirini yediğini duyunca, birliği bozulmuş halkın kendini savunamayacağını düşündü. Yani Macar Kıratlığına hücum edebileceğini ve ilk olarak Belgrad kalesini kuşatma altına alabileceğini hissetti. Böylece hâkimiyeti altında bulunan muharipleri silah altına aldı, bütün askerî araçlarını ve kuşatma makinalarını harekete geçirdi, yola çıktı ve adı geçen kaleye hücum etti, çünkü bu kaleyi almak istiyordu.
Bu kalenin kumandanı, Dalmaçya, Hırvatistan ve bütün Slovanya’nın banı Matkö’nun (Mathkonus) kardeşi bulunan Ragüza asıllı vazifesine bağlı ve korkusuz ruha sahip bir kişi olan Vrana baş rahibi Jânos Zovâny (lohannes ^oıvanus) idi. Yaklaşan düşmanı görünce karşıladı ve çarpışarak kaleye geri çekildi, çünkü düşman kıtalarının büyük sayısı ile uzun bir mücadelede boy ölçüşemezdi. Böylece kaleye geri döndü, kale duvarlarının savunulması için gerekli olan herşeyi ödevine bağlı bir şekilde temin etti.
Türk imparatoru ise, kıtalarını çepeçevre dağıttı, her yana nöbetçi koydu ve kaleyi kuvvetli bir kuşatma çemberine aldı. Makinaları ve diğer kuşatma araçlarını kurdurdu, kuleleri ve surları un ufak harabe haline gelecek şekilde dövdürüp kuleleri ve surları yerle bir etti.
Lâkin Zovâny ve kendisiyle birlikte bulunanlar çok sayıdaki düşmanın görünüşünden ve şiddetli kuşatmadan hiç ürkmediler. Hepsi üstüne düşen görevi gayretle tamamladı. Türk imparatorunun gündüz büyük bir zahmetle yıktırdığı kale duvarlarını geceleyin berkittiler, yabani arılar gibi, kaleden sık sık çıkışlar yaparak düşman safları arasında büyük bir karışıklık çıkardılar. Türk imparatoru, Zovany’ın kaleyi kahramanca savunduğunu görerek kalenin alınması için bir hile akıl etti.
Nitekim kaleden düşman arazisine doğru, yarım Macar mili[*] uzaklıkta veya daha yakın, kaledekilerin gözü önünden arkasında yapılan işleri gizlemeye uygun bir tepecik vardır. İmparator bu tepenin gölgesinde, toprak altında, tamamen kalenin içine kadar uzanan bir lâğım açtırdı. Bu lağım bütün kıtaların üstünden karşıya geçebileceği kadar uzun ve genişti. Lağım içinde iş sürekli devam ediyordu. Adamlar toprağı kısmen kendileri, kısmen de develerle, atlarla ve eşeklerle lağımdan dışarı taşıdıklarından, binlerce insan kısa zaman içinde tünelle kale duvarlarının tamamen yakınına ulaştı.
* Bir Macar mili 8354 m.Fakat bu sırada Türk imparatorunun hilesini kalenin savunmasından en fazla sorumlu olanlara bildirdiler; bu ister Tann’nın işaretinden vukubulmuş olsun, ister bazılarının söylediği gibi, kalenin içine kimin tarafından atıldığı belli olmayan bir okla olsun, durumu kaledekilere bildirdi. Okun üzerine sarılı bir yazı vardı ve adı geçen yerde Türklerin lağım açtıklarını ve kalenin artık yakınında bulunduklarım ifşa ediyordu. Böylece Zovâny ister önceki, ister sonraki biçimde olsun 'I’ürk imparatorunun niyetinden haberdar oldu. Bunun üzerine Zovâny, acele bir çalışmayla, toprak altında kalenin içinden başlayan bir lağımı Türk imparatorunun lağımının karşısına açmalarını ve güherçile, barut ve başka yanıcılarla, çabuk alevlenen ve büyük bir duman çıkaran maddelerle doldurmalarını emretti. Bu lağımın içteki girişini büyük bir beceriyle sağlam bir şekilde kapattırdı, sadece adı geçen maddelerin ve barutun ateşlenmesi için küçük bir delik bıraktı. Bu sırada oldukça çok sayıda muhafız aralıksız ve şaşırtıcı bir şekilde etrafı kolaçan ederek hile yapan düşmana kulak verdi. Düşmanın lağımı, kale duvarlarının içinde, kaledekiler tarafından kazılan lağıma ulaştığı ve muhafızlar lağımcıların gürültüsünü duydukları zaman, Zovâny adı geçen toplanmış maddeleri tutuşturttu ve böylece yangın muazzam aleviyle ve dumanıyla bütün canlıları, yani lağımda bulunan insanları ve yük sığırlarını âni bir ölümle yok etti.
Rivayete göre, Türk imparatoru asker halkından 17.000 kişi kaybederek ve kuşatmayla 2 ay geçirerek bu kaleden mahcup bir şekilde yurduna döndü.
Lât. s. 348
Mac. s. 382-383
Voyvoda Jânos’un Belgrad Civarında Yaptığı Çarpışma
Bu sıralarda Jânos Hunyadi, Erdel Voyvodası ve Sörin bam olarak şöhret kazanmıştı. Onu Temeş Valiliğine de seçtiler ve bu vazifesi, daha önce adı geçen Belgrad’da da onun kale kumandanı olmasını zorunlu kılmıştı. Türkler, Macaristan’ın güney bölgelerini tamamen Tuna nehrine kadar, bütün Slovanya’yı ve Sava ve Drava nehirleri arasında uzanan bütün diyarı gaddarca yakıp yıktılar: şehirleri, köyleri ve ova şehirlerini merhametsizce yıktılar, halkın servetini gaspettiler, insanları cins ve yaş gözetmeksizin öldürdüler veya ebedî esirlik boyunduruğuna alarak alıp götürdüler.
Bu sırada ülkenin soylular, iç kavgalar yüzünden birbirlerine girmişlerdi, böylece ülkenin adi geçen bölgelerini kendi haline bıraktılar, oysa bu bölgelerin kiritik durumu ortadaydı. Sadece Voyvoda Janos Hunyadi bey, Hıristiyan dininin bu derece ezilmesine kalbi burkularak katlanıyordu. Bu yüzden, Türklerle yaptığı ve şimdiye kadar hep kendisinin galip geldiği sayısız ufak çaptaki çarpışmadan sonra Semendre altında da onlarla çarpıştı.
Nitekim bu günlerde Türklerin Semendre kalesini ve Rascia'nın[*] öteki kalesini ve hemen hemen bütün Rascia'yı, yani Sırbistan'ı adı geçen Türk imparatorunun hediyesi olarak hâkimiyeti altında bulunduran İsak (izak) adli bir beyi tebasından büyük bir ordu topladı ve Belgrad civarında bulunan köyleri yakmaya ve yağmalamaya başladı ve yeni kumandanın cesaretini denemek istedi. Voyvoda Janos düşmanın niyetini öğrenerek böylesine büyük düşmanla yapılacak savaşın gerektirdiği herşeyi özenle hazırladı. Silahlı adamlarının cesur kıtalarını topladı, onları savaş düzenine geçirdi ve savaş düzlüğüne, düşmanın önüne çıktı, iki düşman büyük bir şiddetle vuruştu ve bir çoğu daha savaşın başında atlarından yuvarlandılar. Muazzam bir gürültü kopar, ardından göğüs göğüse bir savaş olur ve her iki taraftan sayısız kişi kurban verilir.
* Türk kaynaklarında Laz-eli ؛eklinde geçer.İsak bey Macarların ya yenmek ya da ölmek istediklerini görünce, geri döner ve hayatta kalan adamlarıyla birlikte çabucak dört nala giden atıyla Semendre kalesine doğru koşar. Voyvoda Janos ve askerlerinin ordusu onları kılıçla kovalar ve çoğunu Semendre kalesinin duvarlarım göremeden kılıçtan geçirir. Ondan sonra ele geçirilen malların büyük yığınıyla muzaffer bir şekilde Belgrad kalesine dönerler.
Lât. s. 249-251
Mac. s. 383-387
Voyvoda Janos Hunyadi’nin Erdel Seferi ve Çarpışması.
Voyvoda Hunyadi'nin zaferinden sonra çok az zaman geçmişti. Bir başka Türk ordusu Macaristan ve başka komşu kavimler üzerinde sağladıkları başarılarından dolayı kibirlenerek büyük ödevler yüklendi, muhariplerinin sayı bakımından çokluğuna ve büyük sayıdaki silahlı gücüne güveniyordu. Bu Türk ordusunun kumandanı Mezid Bey (Meztlhbeg) adlı bir Voyvodaydı: insafsız, askerî seferlerde tecrübeli bir adamdı. Mezid Bey beklenmeyen bir hücumla Eflak üzerinden dağları geçti ve Macaristan’ın Erdel bölgelerini istila etti. Bu kavim yolu üzerindeki herşeyi silip süpürür; şimdi de acımasızca herşeyi ateşe kana buladı, yaş, cins gözetmeksizin kimseye kurtuluş hakkı vermedi.
Voyvoda Jânos bey Türklerin uğursuz ordusunun akınından birkaç gün önce Erdel bölgelerine varmıştı, halk dilinde Gyulafehervâr diye adlandırılan Fehervâr’a girdi ve düşünceye dalarak düşmanla nasıl baş edeceğini enine boyuna tarttı. Düşmanın beklenmeyen gelişinden dolayı kıtalarını toplamaya ve düşmana karşı çevirmeye muktedir değildi. Bundan dolayı büyük bir endişe onu sıkıştırıp daraltıyordu, derin düşüncelerinden dolayı yanakları solmuş, dudağı çatlamıştı. Halbuki Türkler Erdel arazisinin büyük kısmına süratle girmişti ve insan, servet ve hayvandan oluşan çok büyük bir ganimeti beraberinde sürükleyerek adı geçen Fehervâr yakınındaki düzlüğe vardılar, duman kusan ateşlemeleri uzakta olmadıklarım gösteriyordu. Voyvoda Jânos Bey başkalarına aldırmayarak, intikam arzusuyla yandığından, düşmana karşı koymaya karar verdi ve sayı bakımından yetersiz bir orduyla ve zafer arzusuyla savaş meydanına yürüdü.
Bu günlerde şehrin piskoposu büyük saygı uyandıran bir kişi ve aynı zamanda işlerin düzenlenmesinde atılgan tabiatlı bir adamdı[*]. Bu piskopos da Voyvoda Jânos’a refakat ediyordu. Nitekim hareket ettiler ve dikkatsizce Szentimre köyü düzlüğüne ulaştıkları zaman, burayı çevreleyen vadilerden düşmanın orada gizlice saklanan ve sadece Voyvodanın gelişini bekleyen muazzam kıtaları ansızın ortaya çıktılar. Sözün kısası Voyvoda savaş alanını terketmeye ve aşırı kuvvete sahip düşmanın önünden kaçmaya mecbur oldu. Kaçabilen herkes kaçtı. Kaçış sırasında gücü tükeneni düşman yakaladı veya öldürdü. Adı geçen Fehervâr piskoposu da atı üzerinde dört nala kaçtı, fakat küçük bir dereden atını karşıya atlatırken yere savruldu ve başını kestiler. Bu zafer Mezid Bey’in kendine olan güvenini artırdı ve onu daha büyük teşebbüsler için kamçıladı. Bu yüzden Erdel taraflarında endişesiz dolaştı durdu. Mezid Bey ganimet ve özellikle askerî talihin ona kazandırdıkları için sevinir. Herşeyi imparatoruna göndermeyi düşündü. Bu amaç için nakliyeciler ve arabalara refakat edecek muhafızlar alıkoydu.
* 1437 yılındaki Buda ayaklanması sırasında da adi geçen György Lepes.Bu sırada Voyvoda Jânos Bey, böylesine kısa zaman içinde bölgedeki askerlerini büyük bir aceleyle topladı ve intikam arzusuyla yanarak yola çıkıp düşmanı takip etti. Bunu Mezid Bey'e haber verdiler ve güya o şöyle söyledi: “Bırakın gelsin, bırakın bize şimdiye kadarkinden daha fazlasın kazandırsın.” Bunu söylediği sırada. Voyvoda Janos Bey'in casusu adi geçen Voyvoda Mezid Bey'in etrafında duran Türkler arasında bulunuyordu ve çarpışmanın yapılmasına dair konuştukları herşeyi duydu. Nitekim aceleyle Voyvodajanos Bey'in yanma geri döndü ve gizlice ona aşağıdakileri söyledi: “Voyvoda Mezid Bey'e, senin nasıl olduğunu, kendini savunmak İçin kullandığın silahlarının tanıtıcı işaretlerinin neler olduğunu, atının rengini İfşa ettiler ve en kuvvetli silahlan en mükemmel kullanan yiğitleri belirlediler; yapacakları İş önce seni sarmak ve mümkün olan en büyük süratle senin İşini görmek olacak.”
Voyvoda Janos Bey'in, Kemeny'lerin asil soyundan, vücut şekli olarak kendisinden pek farklılık göstermeyen ve kahraman ruhuyla dava arkadaşları arasında da sivrilen Simon adil bir Kahramanı vardı. Voyvoda bu yiğitle silah ve at değiştirdi ve Simon'un savunulması İçin çok sayıda kuvvet, yiğitlik ve savaş arzusu bakımından mükemmel asker verdi. Nihayet savaş İçin önemli olan herşeyi büyük bir ileri görüşlülükle hazırladıktan sonra, büyük bir savaş ateşiyle, önceki zaferden dolayı kibirli ve adi geçen bölgenin bir köyünde askeri saflarım tam çarpışmaya hazırlamakta olan dumana hücum etti. Şiddetli bir fırtına gibi üzerine hücum etti ve hemen çarpışmanın başında düşmanı zor durumda bıraktı ve askerlerinin cesur kılıcıyla düşman kıtalarım dağıttı. Her iki düşman taraf tepelerden ve vadilerden hızla geçti ve büyük mücadelede Macar kılıcı her zaman Türk mızrağına galebe çaldı. Fakat Voyvoda tarafından Simon Kemeny'in yanma verilen muhafız kıtası ne işe yaradı? Simon’u hemen çarpışmanın başında, efendisinin ele veren silahlan İçinde, efendisi yerine öldürdüler. Buna muhafız kıtasının sadık silahlan mani olamadı: Türkler hayatları pahasına dahi olsa Voyvodalarının emrini yerine getirdiler. Bu sebeple ordu kumandanlarının tanıtıcı işaretlerini düşmandan gizlemeleri faydalıdır. Çünkü kumandanın ölümüyle, yönettiği askerlerin de öldüğü sık sık görülmüştür.
Bu sırada korkunç çarpışma karışmıştı ve Türkler düşmanın kaçırılmasından ziyade kendi svunmalarıyla uğraşıyorlardı. Szentimre köyündekiler kendilerini savunmaya çalıştılar ve düşmanı insafsızca katlettiler, önceki savaşta Türklerin eline düşen esirler de kendi savunmaları İçin çalışıyorlardı: serbest kalmak istiyorlardı. Türk esaretinde işkence çekmektense öldüler. Voyvoda Mezid Bey adamlarının korkunç mahvım ve her kıtasının kaçmak İçin mücadele ettiğini görünce kendisi de kaçtı, fakat firar dahi onu kurtaramadı, çünkü Macarların kovaladığı sıkıştırdığı diğer firarilerle kaçmaya çabaladığı bir sırada, onu da, oğlunu da öldürdüler ve Mezid Bey kendi başının kaybı ve asker halkının ölçülemeyen mahvıyla birlikte kazandığı ganimeti de kaybetti.
Böylece Voyvoda Jânos Bey bütün esirleri serbest bıraktı, düşmandan ganimeti geri aldı, hatta düşmanın kendisini de kılıçtan geçirdi, başarılı bir galip olarak düşmanı tamamen dağların geçitlerine kadar kovaladı: firar az sayıdaki Türk’ün hayatını kurtardı. (Hunyadi) Başı boş dolaşan düşmanı bir araya topladı ve uzun süre cesetlerle kaplı savaş alanında kaldı.
Bu muazzam zafer haberi, geçmiş yıllarda ülkeden ve Macaristan Kralından ayrılarak kutsal taca karşı ayaklanan ve her şeylerini Türk imparatorun koruyuculuğuna sunan Eflak ve Boğdan Voyvodalarının, Voyvoda Jânos’un tavsiyesi üzerine veya korkularından yönetimleri altında bulunan arazilerle birlikte eskiden olduğu gibi Macar metbuluğuna geri dönmeleri şeklinde bir fayda daha sağlamış oluyordu; bu Voyvodalar alışılmış hizmetleriyle Kırat Lâszlö’ya borçlarını ödemeyi yeminle vaadettiler.
Lât. s. 351-259
Mac. s. 387-389
Voyvoda Jânos Bey’in Demirkapı’da Yaptığı Çarpışma
Voyvoda Jânos’un yönettiği övgüye değer savaşlardan başka, Türkler her ne zaman gizli yollardan adetleri olduğu üzere ganimet sağlamak için ülkeye sızdılarsa, hepsi talihsizlikle sonuçlandı. Yani Voyvoda Jânos’un ülke savunmasıyla görevlendirdiği askerleri, Türkleri her zaman kaçırdılar. Böylece Macaristan toprağına hücum etmek için önlerindeki bütün yollar kapanmıştı: bundan böyle ülke sınırlarının içinde mızrakları gün ışığında bile parıldamıyordu.
Türklerin imparatoru Murad, düşüncelere dalarak adamlarının çok defa uğradığı yenilgiyi ve kavminin büyük ölçüdeki mahvını, bundan başka Boğdan ve Eflak arazisinin ve hükümdarlarının kendisinden ayrılışlarını çok kere hatırlıyordu. Bunun üzerine çok büyük bir öfkeye kapıldı ve kendisine bu acıyı verenlerden intikam almaya karar verdi. Bundan dolayı ülkesinin seçme askerleri arasından harp sanatında usta 80 bin kişilik bir asker topladı. Ülkesinde ordu işlerinin düzenlenmesinde kendisinden sonra ikinci adam olan paşayı bu askerlere kumandan tayin etti. Bir an önce Eflak’a gitmesini ve Voyvodaları kendisinden ayrıldığı için burayı yakıp yıkmasını ona emretti. Ve ardından kıtalarını Macaristan'ın ErdeL bölgelerine sevkederek ateşle ve kılıçla mümkün olan en sert cezayı vermesini ve Voyvoda Jânos’un yaptığı alçaklığa karşılık insafsızca öc almasını emretti.
Türk imparatorunun bu niyeti, sadece bölgenin orta tabaka halkını dehşete düşürmekle kalmadı, soylu tabakayı da derin düşüncelere şevketti. Paşa ise, emrindeki bütün askerle birlikte Küçük-Niğbolu kalesi yanında gemicilerin yardımıyla Tuna’yı geçti, kıtaları muazzam bir gürültüyle Eflak’ın bütün arazisini kapladılar. Koşarak firar edemeyen ganimet veya ceset oldu. Bundan sonra Karpatları geçmeye ve imparatorun emrettiği ödevi yerine getirmeye girişti.
Voyvoda Jânos ise, savunması kendisine emanet edilen halkın mahvına seyirci kalmaktansa, ölmeye hazırdı. Önceki zaferlerinden güç alarak silahlı muhafız kıtalarıyla orduyu birleştirdi ve düşmanın hücumunu beklemeden hasmına hücum etmeyi tercih ederek, ordu mevcudu ve silahlı kuvveti Türklerinkinden az olmasına rağmen, düşmanı tamamen bölgenin sınırlarına kadar kovaladı. Ondan sonra Demirkapı diye adlandırılan yere vardığında, tehlikeli, büyük ve her devirde hatırlanacak bir çarpışma yaptı: borazanlar şurdan hurdan çalarak uğuldadılar. Düşman taraflar birbirine girdi, her iki taraf kahramanca mücadele etti. Paşa askerinin çokluğuna güvenerek gerilemeyi düşünmedi, Voyvoda Jânos ise, ya yenmek, ya ölmek niyetindeydi ve kaçmayı aklına bile getirmiyordu. Böylece her iki tarafta sert mücadele kızışmıştı; büyük bir katliam oldu, her iki tarafta çok sayıda insan öldü, fakat Türkler arasından daha çok ölen vardı. Bu yüzden Paşa ve Türkler savaş alanını terketmeye ve hızla firara mecbur oldular. Macarlar onları kovaladılar ve yetişebildikleri herkesi öldürdüler, öyle ki, büyük mücadelenin geçtiği bütün alan, büyük katliamdan insan ve atların kanıyla ıslandı, alanı çok sayıda ceset kapladı, daha sonra güneşin sıcaklığından ısınarak çürük pis bir koku yayıldı, uzak bölgelerin havasına karıştı ve insanın o tarafa gitmesi pis koku yüzünden imkânsızlaştı.
Böylece Jânos Bey, binlerce sayıdaki düşmanı dağıttı, çok sayıda asilzadeyi esir aldı, çok sayıda hazine ve değerli askerî teçhizatı ganimet olarak aldı. Bu fevkalade ve her devirde şan ve övgüye lâyık erkek, unutulmaz bir zafer kazandı, çünkü savaşa cesaretle girişmiş, başarıyla savaşmış ve iyi bitirmişti. Bundan sonra sadece ülke sakinleri değil, yabancı milletler de onu sevmişlerdir; samimi ve içten gelen bir sevgiyle sevilen bir insandı.
Lât. s. 252-254
Mac. s. 390-393
Voyvoda Jânos Verdikleri Zararlardan Dolayı Türkleri Cezalandırıyor
Altı Başarılı Çarpışması
Bu sıralarda Kral Ulâszlö’nun (Vladislaus) hükümdarlığı günden güne daha mukavim oldu ve kuvveti arttı. Kral Buda kalesinde, Kraliyet sarayının yüksek kubbeleri altına yerleşince, Voyvoda Jânos, Türklere karşı sefer açması ve Türklerin Macaristan’a çok defa verdiği •zararlara karşı misilleme yapması için Kralı cesaretlendiriyor ve kamçılıyordu. Bundan dolayı Kral Ulâszlö hükümdarlığının 3. yılında seçkin askerlerden oluşan büyük ve masraflı bir ordu topladı ve Voyvoda Jânos, ülkesinin sayısız asilzadesi ve Sırbistan despotuyla, yani Kralıyla birlikte (bu Kıralı o sırada ülkesinden sürmüşlerdi) Tuna’yı geçti ve Sırbistan’a vardı. Kral burada devamlı bir ordugâh kurdurdu ve daha içerde bulunan Türk hâkimiyeti altına alınmış bölgelere ordusunun baş komutanı Jânos Hunyadi’yi göndermeye karar verdi. Savaşa kalkan ordusunu iki kısma ayırdı: Voyvoda Jânos, silahlanma ve askeri araç gereç bakımından daha seçkin olan kısmı aldı. Bundan başka bay Voyvoda kendi askerlerinden oluşan kuvvetli bir kıtayı da yönetiyordu. Bu mahir askerler muzaffer silahlarıyla düşmanı pek çok defa kaçırmıştı. Böylece Voyvoda onların refakatinde Racia, yani Sırbistan’dan geçti ve eskiden beri Türk ordusunun hâkimiyeti altında bulunan bütün Bulgaristan’ı tamamen Rumeli sınırına kadar geçti. Yollarına çıkan her canlıyı, insanı, sürüleri yakaladılar veya öldürdüler. Şehirleri, kaleleri ve Türklerin her bir yerleşme bölgesini aldılar, buraların altını üstüne getirdiler, yerle bir ettiler ve ateşe verip yok ettiler. Bunlar arasında meşhur hamamlar şehri, kalabalık ve hazineler bakımından zengin olan Sofya’yı yağma ettiler ve kül yığını haline getirdiler. Bütün bu saydıklarımızdan yükselen dumanlar, bütün Rumeli’yi ve deniz müdafaasına güvenemeyen Türk imparatorunun bütün ülkesini korkuya saldı. Türk imparatoru Voyvodaya karşı binlerce kişi gönderdi ve Hunyadi kendisine karşı gönderilen ve her defasında daha üstün sayıdaki düşmanla 5 defa şiddetle çarpıştı ve hep gâlip geldi. Zaferin evcine erişmiş olarak ve şeref kazanarak yeniden Sırbistan’a döndü ve ordugâh kurdu; o zaman ona, Türklerin sayılamayacak kadar kalabalık bir askerle kendisine karşı geldiği haberini getirdiler.
Nitekim adı geçen imparator Murad’ı İmparatorluğunun tahribi çok öfkelendirmişti. Sarayındaki en iyi muhariplerden seçilmiş askerlerine ve ülkenin bütün silahlı kişilerine genel seferberliğe hazırlanmaları için emir verdi, çünkü intikam almak istiyordu. Seferin kumandasını akrabası Anadolu paşasına verdi. Paşa, Voyvoda Jânos Bey’i Bulgaristan'da izinden takibetti. Voyvoda’nın bir gün önceki karargâh yerinde, geride kalan birkaç yaralı veya hastalıktan zayıf düşmüş Macarla karşılaşınca, bunları bağlatıp imparatorun huzuruna gönderdi. Sanki bu hareketiyle imparatora böyle zavallı tiplerin ülkesinde korku yarattığını anlatmak istiyordu. Bunun üzerine güya Türk imparatoru şöyle cevap verdi: “Dilerim başarıyla dönersin, eğer geri dönersen, önlerinden kaçtığım tiplerin nasıl olduklarım o zaman daha iyi anlatabileceksin.’’
Gecenin sona ermesiyle, şafak sökerken Türkler ve Macarlar birbirlerinin davullarının vuruşunu işitecek kadar birbirlerine yakın gelmişlerdi. Voyvoda Jânos, düşmanın kendisini saf dışı bırakarak Kıralın ordugahına hücumundan korktu. Bundan dolayı savaş yorgunluklarından bitap bir hale gelmiş askerleriyle düşmanın önüne gitti ve düşmanı kendi üzerine çekmek istedi. Bu büyük dinsiz kalabalığının kendisine karşı döndüğünü görünce, korkuya kapıldı, askeri de en az onun kadar korkudan titremeye başladı. Buna rağmen Voyvoda gerilemedi, tersine korkudan titreyen askerlerinin saflarını düşmana karşı bağladı ve onları şu sözlerle yüreklendirdi: “Cesur olunuz; zafer şanımızı kaybetmektense, hayatımızı kaybetmek daha evlâdır. Sayısının çokluğuyla övünen düşmandan ne korkuyorsunuz? Onların cesaretini çok kere denediniz. Nasıl şimdiye kadar çok defa kaçtılarsa, Tanrı’nın inayetiyle şimdi de onları kaçırabiliriz. Eğer aramızdan biri ölüm katına ulaşırsa, buna aldırmasın: çünkü, eğer benimle veya kader arkadaşlarıyla kahvaltı ettiyse, akşama İsa’nın masasında şölen yapacak.”
Hunyadi şahsen yönettiği ordusunun büyük kısmını bu sözlerle harekete getirdi ve düşmana saldırdı. Bu manzara karşısında diğer kıtalar da kumandanlarını takip ettiler. Her iki taraf büyük bir cesaretle savaşa girişti, fakat başarıları aynı olmadı. Çünkü Paşa ve kendisine emanet edilen bütün Türk topluluğu hemen çarpışmanın başında geriledi ve şuursuz bir kaçışa başladı. Macarlar ise onları korkunç bir şekilde takibe başlarlar ve süratli atlılar dahi kendini ölümden kurtaramadı ve bu kanlı yiğit hesaplaşmasında hayata veda etti. Dinsizlerin binlercesi orada telef oldu. Macarların esir alma arzuları yoktu ve kaçarken yetiştikleri herkesi çok kere yaralayarak kılıçtan geçirmek suretiyle öldürdüler. Kovalama akşam duası saatinden gece yarısına kadar sürdü. Paşa, yenildiği takdirde gecenin karanlığından yararlanarak düşmandan kaçabilmek için, çarpışmayı günün bu saatine ertelemişti. Lâkin bu umudu bir işe yaramadı. Çünkü dolunay ışıklarıyla geceyi aydınlattı. Paşa esir düştü ve onu büyük bir borozan sesi eşliğinde gece yarısı Macar ordugâhında bulunan Jânos’un çadırına götürdüler.
Böylece Voyvoda bir sefer esnasında 6 başarılı çarpışma yapmış oldu ve Macaristan’dan hareketinden 5 ay sonra, insan ve eşyalardan oluşan muazzam bir ganimetle yüklenmiş olarak ordusunu eksiksiz Kralın ordugâhına geri götürdü. Zaferin işareti olarak Krala çok sayıda düşman sancağı, yani banderium teslim etti. Daha sonra bunları Macaristan’ın koruyucusu mutlu bâkire Meryem’e sundular. Voyvoda Jânos törenle Budin’e girdi. Bunları Buda şehrinde yapılan kilisede, tamamen bizim zamanımıza kadar, bizden sonrakilerin hatırlaması için ve bu mutlu bâkirenin şanı için astılar. Bunlar, gökyüzünün Voyvodaya verdiği büyük zaferler hakkında tanıklık ettiler. Eğer toz ve aşınma nefis kumaşlarını çürütmeseydi, bugünkü güne kadar orada asılı kalacaklardı.
Lât. s. 254-255
Mac. s. 393-394
Kral Ulâszlo ve Türk İmparatoru Arasındaki Ateşkes
Sırbistan’ın Yeniden İmarı
Bu çok sayıdaki parlak karşılaşma ve meşhur zafer, Türk imparatoru Murad’ın korkarak Krala ve Voyvodaya elçiler göndermesi ve mütareke yapılması için gayretle ve yalvararak uğraşması neticesini doğurdu. Bundan dolayı Kral Ulâszlo, Segedin şehrinde asilzadelerle gösterişli bir diyet toplanmasına karar verdi.
Ülkenin çok sayıdaki soylusu her yandan gelip toplandı; İmparatorun elçileri de geldiler: Türklerin iki Voyvodası tasarlanan ateşkesi imzalama yetkisiyle geldiler. Nitekim on yıllık bir ateşkeste karar kıldılar; Kral ise Anadolu Paşasını serbest bıraktı. Türk imparatoru Semendre kalesini ve despot Georg’dan aldığı Sırbistan’ın ne kadar kalesi varsa hepsini geri verdi. Ateşkesi yeminle teyid ettiler. Voyvodajânos, Kral ve kendi adına ve bütün Macar halkı adına, adı geçen Türk Voyvodaları ise, imparatorları ve hâkimiyeti altında bulunan bütün kavimler adına bahsedilen on yıllık ateşkesi kabul ettiler ve diğer şartların tutulacağına dair yemin bile ettiler. Keşke hiç etmeselerdi! Çünkü daha sonra Kral ve Voyvoda, adı geçen Kardinal lulianus’un kışkırtması üzerine barışı bozdu ve bundan dolayı, tıpkı bir zamanlar bütün insanlar arasından en büyük zaferlere erişmiş olan
Pompeius’un da[*], atlarını Kudüs’teki kilisenin avlusuna her hangi bir ahıra koyar gibi koyduğu için talihinin ters döndüğü gibi, Kral Ulâszlö ve Voyvodanın askerî başarısı felâkete döndü.
* Eskiçağ Roma’smın meşhur politikacı kumandanıdır. Pompcius (M.Ö. 106-48), 68 yılında Filistin topraklarına sefer yapmıştır.Öte yandan ateşkes antlaşması despota fayda sağlamıştı. Zira daha önce Sırbistan üzerindeki hâkimiyetinden uzaklaştırılan Sırp despotu, ateşkesin yardımıyla hâkimiyetini yeniden tesis etti.
Lât. s. 255٠257
Mac. s. 395*399
Kral Ulâszlö’nun Rumeli Arazisinde, Denize Yakın Varna Şehri Havalisindeki Seferi ve ölümü
İşleri bu şekilde düzenlediler, fakat kardinal lulianus Bey, Kral ve Voyvodanın ateşkes antlaşmasını bozarak Türk imparatoruna silahla hücum etmesini sağlamak için bütün gücüyle uğraşıyordu. Nitekim dinsizlere yapılan yemini asla tutmak gerekmediğini söyleyip duruyordu. Hıristiyan dini düşmanlarına karşı kazanılan ve Tanrı’nın kendilerine bahşettiği ünlü zaferi yok etmelerini ve düşmana karşı Tanrı’nın iradesini, düşmanın arzusuyla değiştirmelerini Tanrı’ya karşı yapılmış bir haksızlık olarak nitelemiştir.
lulianus devamlı kışkırtmalarıyla onları akdi bozmaya sürükledi ve demirin yenemediği erkekleri nihayet belâgat yendi. Aynı zamanda sayısız hükümdarın silahlı olarak Hıristiyanların yardımına geleceğini vadetti; Bulgaristan’dan, Arnavutluk’tan, Trakya’dan ve ünlü imparator şehri İstanbul’dan da büyük bir askerî yardım geleceğini tekrarlıyordu. Zaten hükümdarlar ve adı geçen ülkelerin sakinleri de aynı şeyi vaadedip duruyorlardı.
Kral ve Voyvoda, lulianus'a itaat ettiler, kendileri de büyük teşvikten dolayı heyecanlandılar ve çok sayıda ücretli asker toplayarak, kalelerin askerî halkını da birleştirmek suretiyle, ülkenin çok sayıda aristokratının refakatinde Orşova kalesi havalisinde Tuna’yı geçtiler ve düşman toprağına girdiler. Ordugâh durmadan yer değiştirir, yoluna çıkan bütün düşman arazisini yakıp yıkarak mülklerinden mahrum eder. Kaleler ve tahkim edilmiş bölgeler ya itaat yoluyla, ya da büyük hücumlar ve silah zoruyla ellerine geçiyordu. Mümkün olduğu kadar düşman ülkesinin derinliklerine kadar sokulmayı uygun gördüler. Bulgaristan ve Rumeli’yi geçerek deniz kıyısına ulaştılar, kendiliklerinden tâbiliklerini bildiren Rumeli’deki Varna ve Galata adlı şehirleri mülklerine kattılar ve bu şehirlerin yanında ordugâh kurarak vadedilen yardımın gelişini beklediler. Şayet, insan daha kendi ülkesindeyken, kendi ordusunu tedarik edememişse, yabancı diyarda, yabancı bir ordunun onun nâmına silaha sarılmadığı çok görülen acı bir gerçektir.
Bu zaman zarfında çok sayıda ganimet topladıklarından ve çok sayıda düşman öldürdüklerinden, adı geçen ülkelerin büyük kısmını ateşe verdiklerinden ve taş üstünde taş bırakmayarak çok büyük zararlar verdiklerinden dolayı düşmanla her hangi bir çarpışma yapmadan dönebilirlerdi, fakat bu düşmana karşı kazandıkları geçmiş zaferleri onlara fazla bir cesaret verdi. Bundan dolayı bir nevi cürete kapılarak vadedilen yardımın gelmemesinden dolayı, seferin neticesini almadan ve düşmanla karşılaşmadan geri dönmeyi şerefsizlik saydılar. Bu yüzden yazın son ayını ve yine bütün sonbaharı düşman toprağında geçirdiler. Nihayet Kasım ayının onuncu gününde, Aziz Martinus yortusu [*] arefesinde Türklerin imparatoru Murad, dinsizlerin sayısız kalabalığıyla muntazam saflar halinde, askerî alemlerle savaşa hazır bir vaziyette geldi.
*11 KasımKral ve Voyvoda Jânos Bey ve orada bulunan diğer Macar beyleri bütün ordularını ordugâhtan dışarı çıkardılar ve parlayan silahlarla teçhiz edilen safları uygun bir sistem içinde bölerek ve düzenleyerek her bir safın kumandanım belirlediler ve çarpışma sırasında, her bir safın arabalarının geri kalmayarak kendi safını takip etmesini kararlaştırdılar. Aslında düşman sayı bakımından onlardan daha kuvvetliydi; yani karşı karşıya savaşırlarken düşmanın saflarına arkadan da hücum etmesinden korkuyorlardı.
Onlar bütün bunları düzenledikten sonra, Tanrı yüksekten işaret verdi, vukubulacak talihsizliğe onların dikkatini çekti. Çünkü askerî alemleri, yani altından parlayan sancakları yükselttikleri zaman, o sırada henüz hafif esen rüzgâr dalgası hortum yapan fırtınaya dönüştü ve kuvvetlendi. Sancaklar parçalara bölünerek ve yırtılarak havaya uçtular.
Nihayet her iki tarafta çok sayıda trompet çaldı, davul gümbürdedi, Türklerin savaş gürültüsü kulakları tırmaladı: iki düşman kapıştı.
Her iki tarafta mızraklar kırılır ve mızraklar kırılırken çokları atlarından düşer; mücadele sert bir şekilde karışır. Her iki tarafta çokları ölür, fakat Türk tarafında çok daha fazla kişi ölür. Türklerin tek bir kıtası dahi Macar erinin kahramanlık hamlesini durduramadı, hatta aniden yüzgeri dönerek kaçmaya başladılar, fakat Türklerin her tarafta yayılan kıtaları Macar ordusunun 6 katından daha çok olduğundan, kaçan safları kovaladıkları takdirde Macarlara çok bir fayda sağlamayacaktı, çünkü takipten geri döndüklerinde, onların karşısına yeni kıtalar çıkıyor ve onları büyük bir gürültüyle yeni bir çatışmaya kışkırtıyordu.
Günün en büyük bölümü bu ölüm saçan mücadeleyle geçti. Her iki hasım taraf için cesetlerle dolu savaş alanı korkunçtu. Türklerin atlıları da sarsılıp kaçmaya başlayınca ve sadece imparatorun ordugâhı büyük korkular arasında, sayılamayacak kadar çok yaya kıtasıyla kendi yerinde kaldığı zaman, Kral Ulâszlö düşman atlılarının kaçtığını ve imparator Murad ve ordugâhının korkudan titrediğini görerek muhafız kıtasını muharebeye soktu, bu arada Voyvoda bey ve diğerleri azgın mücadelede çarpışırlarken Ulâszlo Türk imparatorunun ordugâhına saldırdı, ordugâhı tamamen yok etmek istedi. Büyük sayıdaki yayaların sık kıtaları arasına vardı, yayalar ona saldırdı ve Ulâszlö’yu kıtasıyla birlikte ezdi: Kral öldü. Kralın ölümü, ümitsiz durumdaki yenilmiş ve ezilmiş düşmanı, umulmayan bir zafere ulaştırdı.
Macarlar savaş meydanını ve ordugâhlarını da düşmana bırakarak geri dönüp kaçmaya başladılar. Daha önce kaçan düşmanı kovalayan Macarlar, diğerlerinin hezimetini tahmin bile edemediler ve takipten geri dönerek, adı geçen ordugâhta gece uykusuna çekildiler. Yaslı günü takip eden gece bütün arz koyu bir karanlığa büründü, her iki taraftan kaçmayanlar ve ordugâhı bırakmayanlar ertesi günü fecre kadar gece nöbeti tuttular. Ne yaşamaya, ne ölmeye muktedir olan sayısız yaralının iniltisini, haykırışını, figânını dinlediler ve günün ağarmasını sarsılarak beklediler. Bütün ova çepeçevre yaralılarla ve cesetlerle doluydu.
Nihayet gece karanlığını gündüzün aydınlığından ayıran kızıl şafak sökerken, parlak güneş dağların zirvesine ulaşarak gündüzün aydınlığını geri getirdiği sırada, Türkler düşmanlarının kaçıp kaçmadığını henüz bilmiyorlardı, böylece kıtalar oluşturdular ve imparatorun ordugâhından çıkarak ağır adımlarla yavaş yavaş yaklaşıp, temkinli bir şekilde yoklayarak Macar ordugâhının içinde asker olup olmadığına baktılar, içinden insan gürültüsünün güçlükle duyulduğunu, hiç kimsenin silahına davranmadığını, hiç kimsenin savaşmak için savaş alanına koşmadığını farkettiler; o zaman imparator ordusunun bütün yayaları ordugâha hücum etti, çünkü karargâhı hiç kimse savunmuyordu. Böylece Türkler karargâhı yerle bir edip alt üst ettiler ve orada bulunanları öldürdüler veya esir ettiler.
Daha önce ad, geçen kardinal lulianus ve büyük kısmı Cheriensium tarikati rahiplerinden olmak üzere çok sayıda başka rahibin ve onlardan başka Varad piskoposu Janos ve Eğri piskoposu Simon'un en son bulundukları yerin burada, bu ordugahta olduğu söylenir; bundan başka Kira, ordusunun askeri meziyetleriyle sivrilen neferi Altes Istvan Bathori de çarpışmanın sarsıntılarında telef olmuştu: Kritik bir anda ve kendi şecaatiyle Kralın sancağını taşıma İşini ona vermişlerdi. Kira, Ulaszlo’nun hayatı hükümdarlığının 4. yılında ve Miladi 1444 yılında, böyle talihsiz bir şekilde sona erdi. Çok kahraman bir Kraldı, vücut yapısı olarak orta boyda, yüzü kahverengi, saçı siyah, savaşta vefakar, tebasına karşı iyi niyetli, meziyetleriyle meşhur, düşünce ve ruh bakımından itidal sahibi bir hükümdardı.
Lât. s. 257-258
Mac. s. 395
Voyvoda Janos’un Esareti
Bu tehlikeli savaşta zafer şanı her ne kadar imparator Murad'ın olduysa da, bu zafere adamlarının büyük kani pahasına erişmiştir. Güvenilir bilgilere göre, Macarlara açtığı yaradan fazlasını kendi halkı almıştır ve ölü bakımından da imparatorun halkı daha çok kayıp vermiştir. Ordusundan hiç kimsenin kaçan Macarları takip etmeyişi buna yeterli bir delildir. Kendi yaralarım sarmak ona ziyadesiyle yetiyordu. Voyvoda Janos dönüş yolunun yarındayken Eflak havalisine ulaştı; düşmandan korkmadığı bu yerde, düşman onun üstüne hücum etti. Çünkü, kendisine yoldaş olarak refakat edeceğini sandığı bu bölgenin Voyvodası Drakul, ona karşı zor kullandı ve üzgün adamı teselli etmediği gibi, alçakça esarete sürükledi, fakat Drakul işi düşündükten sonra. Voyvoda beyi esir tutması İçin bir nedeni olmadığını gördü ve birkaç gün sonra çok sayıda hediyeyle Hunyadi ile barıştı veya böyle sandı ve adamlarım Hunyadi’ye refakat etmeleri İçin Macaristan in Erde! kısımlarına kadar gönderdi.
Lit. s. 259-26,
Mac. s. 403-406
Kral Naibinin Kosova’da Yaptığı Çarpışma
(Varna muharebesi ve Kral Ulâszlo’nun savaş meydanında ölümünden sonra, 1445 yılında çok sayıda soylu toplandı ve Kral Albert’in oğlu Kral Laszlo o sırada 5 yaşında olduğundan, ülkenin ve Kralın yetki alanına giren her İşin yönetimi için
Voyvoda Janos Hunyadi'yi seçti. Bundan sonra Kral naibi Han adi, kendisini Varna savaşı yenilgisinden sonra ülkesinden geçerken esarette tutan Drakul’dan intikam aldıne onun yerine bir başka Voyvoda tayin edip Macaristan’a döndü.)
Bu hadiselerden sonra Kral, naibi Jânos Hunyadi, ülkesinin belli başlı hemen her İşini kendi omuzlarına yüklenmiş kabul ederek büyük bir ileri görüşlülükle İşleri düzenledi ve ülkeyi düşman akınlarından korudu. Bu yıllarda Türklerin de Macaristan'la uğraşmaya fırsatlar, olmadı.
Nihayet, Kral naipliğinin 4. yılında, üstün muharip meziyetlerinden dolayı büyük İşlere teşebbüs etmek İçin daima büyük cesareti bulunan Kral naibi bey, Türk imparatoruna karşı yeniden silahlı hücuma geçmeyi düşündü. Nitekim büyük bir ordu topladı ve Macaristan’da askerî gücü temsil eden herşeyi tek bir orduda birleştirdi. Ordugahım askeri makinalarla, toplarla ve düşmana vuracak başka askeri aletlerle kuvvetlendirdi ve iyice yığınak yaptı. Nihayet sonbaharın ilk ayında Sörin kalesi üstünde Tuna’yı geçti. Kendisine emrettiği halde efendisi sefere katılmadığından, Sırbistan'a hücum edip istila etti ve düşman bölgesini kan ve ateşe buladı. Sırbistan’ın üzerinden ganimet toplamak isteyen biri gibi değil, ülkeyi İşgal etmek isteyen biri gibi geçti.
Kral naibine ülkenin ileri gelenleri, menşe ve mülk bakımından en ünlü kişileri refakat ediyordu: Erdel Voyvodası Imre Pelsdözi ve kardeşi Laszlo, bundan başka Voyvoda Marczali'nin oğlu Imre, Kralın baş mabeyincisi Rozgonyi Rajnâd, 'I'amâs Szecsi, Dalmaçya ve Hırvatistan bani Franko Thalloczi, Kira, naibinin kan akrabası Janos Szekely, Benedek Eosonczi, Alsolendva'lı Istvân Banfi ve askerlikte maltir, savaşta gözüpek olan büyük sayıdaki silahlı kuvvet eşlik ediyordu.
Türle imparatoru Murad, kendisine karşı büyük bir düşman ordusunun harekete geçtiğini öğrendiği zaman, savunma açısından ciddi endişelere kapıldı, imparatorluğunda eli silah tutan bütün herkesi silah altına aldı; bütün muhariplerin¡ silahlandırdı ve eğitti, ondan sonra muazzam kıtalarım yaklaşan düşmana karşı harekete geçirdi.
Ekim ayının ortalarında, Macar ordugahı Sırbistan arazisinden geçerek Türk imparatorunun hâkimiyeti altında bulunan Bulgaristan arazisine erişti ve Macarlar düşmanı burada beklediler. Daimi ordugah Kosova denilen ovadaydı. Nihayet Hıristiyan aziz Gallus ve Evangelist Luca bayramları arasına düşen perşembe gününe ulaştılar[*]; Türk imparatoru da o sırada gelmiş ve ordugâhını Kral naibinin ordugâhından uzak olmayan bir yere kurmuştur. Firenlenemeyen gençliğin mahmuzladı- ğı, çarpışmak için içinde savaş arzusu bulunan her iki tarafın hafif silahlı askerleri, oradan buradan ovaya hücum ederler, karşılıklı kapışırlar ve ölüm saçarak dağılırlar.
* 16-18 Ekim arasına düşen gün.Evangelist Aziz Luca’nın her devirde hatırlanacak bayram günü geldiği zaman[*]güneş gök kubbenin katlarından ilerleyerek öğle zamanına doğru yaklaştığında, her iki düşman taraf adı geçen ovanın düzlüğüne bütün silahlı kuvvetini ve ordusunun bütün askerlerini döktü; bu kritik anda, her iki tarafta büyük insan yığınını görünce ölüm korkusuna kapılmayan tek kimse kalmaz. Kral naibi, yönetimi altındaki asker halkından 38 kıta çıkardı ve parlak altınla işlenmiş alemleri, yani sancakları saflar halinde kıtanın ortasında götürüyorlardı ve her bir kıta silahlanmış olarak ilk safta duruyordu; kumandanları etraflarında dolaşarak askere öğütler veriyor, yüreklendirerek savaşa teşvik ediyorlar.
*18 EkimDiğer yanda Türk imparatoru asker halkının bütün yığınını muazzam sütunlar halinde yığarak ve muharebe saflarını yekpare bir duvar gibi birleştirerek ovanın Macarların gözü önünde uzanan bütün bölümünü işgâl etti ve ağır adımlarla Macarlara yaklaştı.
Bir ok atımı mesafeye ulaştıkları zaman ise, her iki tarafta davullar çalmaya başladı, korkunç bir gürültü çıktı ve her iki taraftan çalan borazanların sesi üzerine, iki tarafın her kıtası uçuşan mızrak dalgalan arasında bütün kuvvetlerinin yaptığı bir hamleyle kapıştı ve bu büyük hareketlenme üzerine ova bile inledi. Karşılıklı katliam için birbirlerine girerler. Mızraklar çatırdar, her iki taraftan çok kişi yaralanarak atlarından savaşanların ayağı dibine düşer, ölenlerin korkunç çığlığından yüksek gökyüzü yankılanır. Her iki tarafta yığılmalar olur, iki taraf birbiri önünde gerilemez, öylesine bir araya yığılırlar ki, çarpışmadan çoklarının eli yorulur, yakınlarında bulunan düşmana bir saat boyunca vurmak zorundadırlar.
Nihayet Macarlar düşmana karşı daha şiddetli bir hücum düzenlediler ve birçok kıtaya ayrılan Türkleri savaş meydanının uzunca bir bölümünde devamlı katliamdan sonra kaçırırlar. Bundan sonra ise, Türkler imparatorun ordugâhına gelen yeni kıtaların yardımıyla ölüm saçarak Macarları tamamen ordugâhlarına kadar geri sıkıştırırlar. Türk yayalarının sık ok sağanağı göğün parlaklığını kararttı ve Macarlara ağır kayıplar verdirdi. Elbette Macarlar için 24 bin veya aşağı yukarı ondan biraz fazla muhariple 200 binden fazla ordusuna güvenen düşmanı durdurmak eşit olmayan ve ağır bir görevdi, o gün ne düşmanın çokluğu, ne silahlarının gürültüsü ne de çok sayıdaki yaralanma hadisesi onları kaçıramadı. Güneşin batışına kadar sarsılmaz bir imanla yerlerinde kaldılar, Türkler onları ne kadar sıkı bir şekilde çevirdiyse, o nisbette az gerilemeye mütemayildiler.
Yiğitçe ve daha çok da inatla yaklaşan gece karanlığına kadar savaştılar ve 'Kürklerin kendilerine yaptığından daha büyük tahribatı onlar arasında yaptılar. Bütün bir gün şiddetli savaşla geçti, her iki taraftan sayılamayacak kadar çok insan kestiler, bütün savaş alanı taze cesetlerle doldu, fakat ancak çöken gece her iki tarafın savaş öfkesini karanlığıyla aldı ve silahları birbirinden ayırdı. Kıtalar gece bastıktan sonra mücadeleyi bıraktılar, fakat savaş makinalarla ve toplarla gece de sürdü.
Bu gecenin hemen arkasından gelen cumartesi gününü güneş ışıklarıyla aydınlattığı zaman, her iki düşman taraf dünkü savaş öfkesinden gerilmiş bir vaziyette, düzenli saflar halinde savaş meydanına saldırdı. Yeniden kapışırlar, her iki taraf çok sert bir savaş verir. Büyük bir karışıklık içinde günün 6. saatine kadar çarpışırlar. 'Kürk imparatoru, az sayıdaki ve yorgun Macar askerlerinin kendi kıtalarını güç durumda bıraktığını görerek askerinin hepsini, yani atlıları savaşa sokar, büyük bir öfkeyle Macarların saflarına ve kıtalarına saldırır, onları su baskınına uğramış gibi kaplar ve hem onları hem ordugâhlarını dağıtarak o ana kadar firar nedir bilmeyenleri firara zorlar.
Nitekim herkes kaçtı, firar sırasında bütün saflar bozuldu. Türkler güneş batıncaya kadar onları insafsızca kovaladı. Fakat öfkeli kovalayışın sonu Macarlar için henüz bununla da bitmiyordu. Zira ülkelerini geçerken Macarların zarar verdiği Sırplar, onlara karşı çıkarlar ve bütün gün kaçmaktan yorulan, her nevi silahlı savunmadan yoksun bırakılan Macarları kurtlardan korkan kuzular gibi, insafsızca soyarlar, kılıçtan geçirirler ve imha ederler.
Lât. s. 261-262
Mac. s. 407-408
Savaşta ölen Devlet Adamları; Kral Naibi Despotun Esaretinde ve Despotun Cezalandırılması
Bu savaşta daha önce yukarıda adı geçen çok sayıda kişi ölmüştü: Imre Pelsöczi ve kardeşi Lâszlo, bundan başka Voyvoda Marczali’nin oğlu Imre, Tamâs Szecsi, Ban Frankö, Jânos Szekely, Benedek Losonczi ve Alsölendva’h Istvân Bânfı ve kısacası Macaristan’ın yiğitliğiyle tanınan bütün sınıfı.
Kral naibi ise, hızla atını mahmuzlayarak savaşın kargaşasından ve savaş meydanından uzaklaşıp bütün askerini terkederek korunma silahlarım bırakıp yolsuz yollarda avare dolaştı ve güya iki Türkün eline düştü. Türkler onu tanımadıklarından mızraklarını yere attılar, yalın elle üzerine hücum ettiler ve elbiselerini parçaladılar. Kral naibinin boynunda altın bir haç asılıydı. Türkün biri bu haçı almak isteyince, iki Türk kendi aralarında kavga etmeye başladı ve boğaz boğaza geldi. Kral naibi, onlar boğuştukları sırada, mızrağın birini kaparak üstlerine hücum etti ve kuvvetli koluyla birisine öylesine yerleştirdi ki, can verip yere kapaklandı. Diğerine de vurmak istedi, fakat o kaçıp elinden kurtuldu.
Kral naibi ilerlemeye devam ederek bir Sırplıyla çarpıştı. Ganimet arzusuyla ormanda dolaşan bu Sırplı, şekline ve dış görünüşüne bakarak kibar bir adamın hemen yakınında belirdiğini görünce ona zarar vermedi. Mızrak henüz Kral naibinin elinde bulunduğundan, hücum etmeye cesaret etmemiş olmalıdır.
Hunyadi ve Sırplı bir müddet şaşkın halde duraladı. Nihayet Kral naibi bey, Sırplıdan kendisini Bclgrad kalesine kadar götürmesini istedi ve karşılığında kendisine hatırı sayılır bir mükafat vaadetti. Sırplı kabul etti, fakat yine de vaaddettiği yere değil, SemendrE kalesine götürdü ve despot Georg, Kral naibinin kale kapılarının içinde olduğunu öğrenince, birkaç yıl önce sürgüne gitmesi icabettiğinde bu zatın liyakati ve desteğiyle ülkesinde yeniden hükümdarlığa kavuştuğunu hiçe sayarak nankörlük edip dost olmayan bir ev sahibi gibi davrandı, yani Hunyadi’nin tutuklanmasını emretti ve Kral naibi kendi yerine büyük oğlu Lâszlö’yu eline rehin verinceye kadar, serbest bırakılması için gayretle çaba sarfeden Macar beylerine onu iade etmedi.
Bu savaşta Kral naibinin talihi yaver gitmemişti, cesaretinin yokluğundan değil, kuvvetinin az oluşundan dolayı düşmana karşı zafer kazanamamıştı. Buna rağmen Macaristan’ın ileri gelenleri onun dönüşünü minnet dolu bir yürekle bekliyorlardı. Kral naibi noel sıralarında geri döndüğü zaman, soyluların büyük bir grubu Szeged’de (Segedin) toplanarak onun dönmesini beklediler; mutlu bir yüz ifadesiyle onu karşılamaları bunun delilidir.
Bundan sonra Kral naibi despotun nankörlüğünü ve esaretle geçirdiği hoş olmayan durumları düşünerek silahlı kuvvetlerini yeniden teşkilatlandırdı ve despotu lâyık olduğu şekilde cezalandırmak için hareket etti. Hâkimiyeti altında bulunan araziye girdi, büyük tahribat yaptı ve Macaristan sınırında bulunan bütün kalelerini zaptetti. Eğer despot oğlunu sağ olarak geri vermeseydi ve Despotun ricası üzerine Macaristan’ın ileri gelenleri Kral naibinin intikama susamış ruhunu fırenlememiş olsalardı, tahribatını sürdürecekti.
L&t. s. 265-266
Mac. s. 411-413
Kral Naibinin Sırbistan Toprağındaki Kruşevac Kalesi Yanındaki Çarpışması
Türk imparatoru Murad, komşusu Sırbistan üzerinde despotun hâkimiyetine güçlükle tahammül etti; Kral naibini serbest bıraktığından ona çok kızmıştı. Bunun için muhariplerinin büyük kısmını silah altına aldı ve Sırbistan’daki bölgelere karşı Firuz Bey (Friczbeg) adh Voyvoda'nın kumandasında bir ordu şevketti. Ona, Morava nehri yanında uzanan ve eskiden beri harabeler içinde kalan Kruşevac kalesinin onarılmasını ve despot Georg’a karşı savaşa buradan başlamasını kesin olarak emretti. Despot bunu duyunca çok korktu ve ne yapması gerektiği hakkında uzun süre düşündü. Aslında kendi kuvvetleriyle bu kadar büyük düşmana karşı koyamayacağını iyi biliyordu. Kral naibine karşı yaptığı haksızlığa artık üzülüyordu! Bu kritik durumda ya düşmana boyun eğmekten, ya da yardım aramaktan başka çaresi kalmayınca büyük bir üzüntüye kapıldı; yardım için kime baş vuracağını bilmiyordu. Nitekim yakınlarına: “Eğer Kral naibinin bana karşı duyduğu iyi niyetini istismar etmemiş olsaydım, sıkıntıya düştüğümde bu muazzam felaketlerden beni o kurtarabilirdi” diyordu.
Nihayet koruyuculuğuna kendini emanet edeceği hiç kimseyi bulamayınca, neredeyse utancından yüzü kızarmış bir vaziyette Kral naibinden yardım istedi. Türklerle savaşmayı neşeli bir dansa gitmeye tercih eden Kral naibi ise, çok sayıdaki muharibini hemen topladı ve silaha sarılarak despotun yardımına şahsen gitti. Despotun kendini savunmak için savaşa hazırlandığını Türkler de biliyorlardı, fakat yardımcı olarak Kral naibini kazandığını bilmiyorlardı. Böylece yaklaşan düşmanı sükunetle bekliyorlardı. Kral naibi ise, bir an önce düşmana saldırabilmek için kendi adamları ve Sırp kıtalarıyla birlikte bütün geceyi yürüyüşle geçirdi. Sabahla birlikte yol da sona erdi, gün doğarken aydınlıkla birlikte Kral naibi de düşmana doğru yaklaştı. Bu sırada küçük bir sis çıktı, her iki tarafın gözünü kapladı, birbirlerini göremediler. Doğmakta olan güneşin ışınlarıyla birlikte sis kalktığında, parlak demir giymiş saflar ortaya çıktı. Türk kıtaları düşman saflarını gördüler, eskiden beri tanıdıkları Kral naibinin dalgalanan sancaklarını da gördüler, korkuyla ters yüzü döndüler ve silahlarına dahi davranmadan hızla kaçmaya koyuldular. Kral naibinin bütün hafif silahlı askeri kaçanları sıkı bir takibe aldı ve takipçiler büyük bir savaş arzusuyla firarileri yok etmek istediler. Büyük kıyam tamamen yaklaşan geceye kadar sürdü ve eğer yaklaşan gece karanlığı firarileri gizlemeseydi, katliam çok daha büyük olacaktı. Adı geçen Firuz Bey, kendisine emanet edilen asker halkın çok sayıdaki ileri geleniyle birlikte esir düştü; büyük bir sevinç ve gösteriyle esirleri Kral naibinin huzuruna çıkardılar. Böylece Kral naibi zafer kazandı ve dönüş yolu üzerinde bulunan Bulgaristan’ın yönetim merkezi olan Vidin şehrini yerle bir etti. Nihayet bütün esirleri despota bırakarak başarı ve zaferle Macaristan’a döndü.
Lât. s. 267
Mat. s. 415-416
Rahip lohannes Capistrano’nun Macaristan’a Gelişi
Beszterce kontu ve Macaristan’ın tüm magnatları başarıyla yurtlarına dönünce, bir misyoner rahip olan lohannes Capistrano beylerle birlikte Macaristan’a geldi. Azizlik mertebesine erişmiş olan Fransisken tarikatına mensup bu rahip sivrilmiş bir kişiydi. Katolik kilisesi başkanı Papa Nikolaus[*], Türklerin gittikçe artan bir öfkeyle Hıristiyan dini mensuplarım sıkıştırdıkları bir sırada, felaket fırtınaları arasında çalkalanan katolik halkına yardım etmek istiyordu. Bunun için Türklere karşı haçlı seferi düzenlemek istedi ve başvuran herkese her eyalette günahlarının affedildiğinin, onları ahirette bekleyen akibetle mağfiretin bildirilmesini, beyaz beze işlenen kırmızı haçı kendileri için paylaşmalarını ve göğüslerinin sol tarafına takmalarını papalık fermanıyla emretti. Papa hazretleri düşüncesinin gerçekleştirilmesi için adı geçen rahip lohannes Capistrano’yu görevlendirdi. Bunun neticesinde rahip lohannes Almanya ve Polonya bölgelerinde ve Macaristan’da daha çok orta tabakadan olmak üzere çok sayıda kişiyi adı geçen düşmana karşı silah altına çağırdı. Zira Papa, kutsal dinin yayılmasında büyük bir otoriteye sahipti ve Tanrı nezdinde sağladığı itibarın büyüklüğünü insanlar biliyordu, körleri, topalları ve hastaları iyileştiriyor ve insanlardan habis ruhu kovalıyordu.
* Papa Nikola (1447-1455).Türklerin yukarıda adı ,geçen imparatoru Murad, az önce ölmüş ve oğlu Mehmed tahta geçmişti. Bu padişah Hıristiyan kanının akıtılmasında, topraklarının yağma edilmesinde babasından ve bütün seleflerinden daha insafsızdı, askerî ilimlerde daha bilgili, kıtaların teşkilinde ve ordunun tertibinde daha muhteşem ve kendi halkına karşı daha sertti. Ülke yönetimini devraldığı zaman, kendisiyle komşu bulunan İstanbul şehrinin yabancı elinde bulunmasını alçaltıcı buldu ve hiddetli bakışlarını bu şehre çevirdi ve ona karşı bir muhasara yapmayı kafasında tasarladı. Fakat başlangıçta düşüncesini saklamasını bildi! Deniz kıyısında, Boğaz’ın girişinde, şehirden uzak olmayan bir yere, şaşırtıcı ve inanılmaz bir çabuklukla bir hisar inşa etti. Bu durum, hisarın adı geçen şehrin gelecekteki kuşatmasından başka amaca hizmet etmeyeceğini gösterdiğinden, Hıristiyan dünyada büyük bir huzursuzluk yarattı.
Lât. s. 268-269
Mat. s. 417-418
Türk İmparatoru İstanbul Şehrini Alıyor
Kral Lâszlö’nun (Ladislaus) Macaristan’a geldiği yıl içinde, yazın ilk ayı sırasında Türk imparatoru Mehmed, silahlarını Bizanslılara karşı çevirdi ve imparatorla yaptığı ittifak ve yemine rağmen bütün Bizans’a karşı korkunç bir savaş açtı. Sayısız kıtasını her yerde toplayarak ülkesinin bütün hazır kuvvetini harekete geçirip, mağrur ruhunun ihtirasından bir zamanlar Byzantium diye adlandırılan eski imparatorların sevgili çocuğu, dünyanın sultanı, o meşhur şehir İstanbul’a karadan ve denizden hücum etti. Hıristiyan Kurallardan yardım dilenen, fakat herkesin tehlike ve harabiyet içide kendi haline bıraktığı hüzünlü şehri, silahlarıyla ve devamlı hücumlarıyla öylesine zorladı ki, kadınlar bile savunmaya katılmak zorunda kaldılar.
Fakat Bizanslıların sayılamayacak kadar çok düşman karşısında yetersiz savunmanın ardından ellerini uzatmaları neye yarayabilirdi, Türk imparatoru kuşatmanın yeni bir türünü keşfetti ve onlara karşı tuzak hazırladı: tüneller ve toprak altında lağımlar kazdırdı ve boğazı zincirlerle ve köprüyle birbirine bağladı ve şehrin yüksek duvarlarından da daha yüksek ağaç kuleler yükseltti ve bu kulelerin çatısından Türkler yoğun bir ok sağanağıyla şehirde silah tutan herkesi ok yağmuruna tuttular. Mehmed, bundan başka topların ve kuşatma makinalarının çok çeşitli ve asla görülmemiş büyüklükteki türlerini kullandı ve şehrin duvarlarım dökülen harabeler haline getirdi.
Nihayet şehrin duvarlarının büyük kısmını yerle bir ederek ordusunun en bahadır kısmını davulların ve borazanların aşırı gürültüsü refaketinde şehrin iç kısmına saldın için harekete geçirdi ve 54 günlük kuşatmadan sonra, bütün gücünü kullanarak son bir mücadelede şehri aldı. Bizans imparatoru düşmanın şehre girişi sırasında sayısız yarayla delik deşik olarak öldü ve şehirde güzel olan herşey, dinî ve dünyevî ne varsa hepsi aynı şekilde Türklerin İğrenç yağmacı eline düştü. Şehrin ileri gelenlerini yakaladılar ve imparatorun huzuruna çıkardılar, bu gaddar hükümdar sefil bir şekilde onların boynunu vurdurdu. Azizlerin mezarım altüst etti ve kutsal bakiyelerini denize attırdı.
Bu büyük şehrin düşüşünü, Hıristiyan dininin acıklı talihsizliğini ve gazaba gelmiş düşmanın kutsal ve dünyevî şeylere, erkeklere ve kadınlara karşı korkunç ve günahkar şekilde İşlediği her türlü çok ve büyük cinayeti hadiselerin büyüklüğüyle uygun olarak sözlerle kim ifade edebilir, gözyaşlarıyla kim ağlayabilir, ana hatlarıyla hikâyesinde kim çizebilir?
Lat. s. 269-273
Mat. s. 418-425
Türk imparatoru Belgrad’ı Kuşatıyor
Türk imparatoru Mehmed'in Macaristan'a karşı hücuma hazırlandığı ve daha once Belgrad kalesini almak istediği haberi yayıldığı zaman, Kral Laszlo, 1455 yılında. Buda kalesinde İkâmet ediyordu. Bu haber sadece Macaristan halkım değil, komşu bölgeleri ve yine bütün Hıristiyanlığı büyük bir kaygıya düşürdü ve düşünceye şevketti. İstanbul şehrinin vahşice zapt! bütün Hıristiyanlığın gözü önünde cereyan etmişti ve bu olay herkeste büyük bir korku yaratmıştı. Nitekim Türk imparatoru Bizanslılara karşı kazandığı zaferden sonra, başka bir insan olup çıktı, ihtiras ve kibirle kurum satarak, kendi şahsında bir zamanların Makedonyalı Büyük İskender'inin ve haşmetli çağının geri geldiğini düşündü. Güya, “Gökyüzünde bir Tanrı hüküm sürüyor, yeryüzünde de bir hükümdarın hüküm sürmesi doğrudur’’ dedi.
Bu haberleri Kral Lâszlö'ya bildirdikleri zaman, genç hükümdar derinden irkildi. Muhariplik bakımından Alman karakterli olan ve öğütleriyle Kralı yönlendirmeye alışmış bulunan Kont Ulrik de bu haber üzerine çok sarsıldı. Ülkenin savunulmasına dair müzakerede bulunmadılar, düşmana karşı koymak için silahları hazırlamadılar, sanki haberler hakkında birşey bilmiyorlarmış gibi, gece karanlığının gizliliği altında Buda kalesinden çıkarak gecikmeden yola çıkıp kendilerini Viyana şehrine attılar ve Buda kalesi iki haftadan fazla bir süre açık ve gerekli muhafızlardan yoksun kaldı. Düşmanın geldiğine dair haber günden güne yayılmasına rağmen, hiç kimse onlara karşı silaha sarılmadı.
Müteakip yazın, ekinlerin başaklan yeşil saptan çıkarak sararmaya başladığı dönem yaklaşırken ve Phoebus iki at koşulmuş arabasını ovada sürmeye başladığı zaman, Türklerin adı geçen imparatoru korkunç ve çok çeşitli teçhizatla ve dörtyüz binden fazla Türkle adı geçen Belgrad kalesini korkunç bir kuşatma çemberi altına aldı ve kaleye hücum etti. Kalenin yüksek duvarlarından çepeçevre uzanan düzlükte sayılamayacak kadar çok açılmış çadırın tepesini görmek mümkündü; düşmanın sayısını ise gözle dahi ölçmeye hiç kimse muktedir değildi.
Türk imparatoru, deniz gemileri örneğine göre inşa ettirdiği sayılamayacak kadar çok gemiyi de buraya getirdi. Bunlarla kalenin yanından akan Tuna ve Sava nehirlerini öylesine kapattı ki, kaleye gemiyle dahi yardım götürmek mümkün olamadı. Toplan, makinaları ve koç başlı mancınıkları da çok büyük zahmetle oraya getirtmişti. Görünüşe bakılırsa, tek bir kalenin yıkılması için henüz asla bir araya getirilmemiş çoklukta bir kalabalığı getirmişti. Büyük ölçülerinden dolayı uzaktaki bölgelerden onları buraya nakletmek mümkün olmadığından, bunları Kuruşevac kalesi yakınında şaşırtıcı bir beceriyle hazırlatmıştı. Bunları kalenin ova tarafına koydu. Birkaçı kalenin güçlü duvarlarını dövdü, diğerleri 25-30 kilo ağırlığındaki taşları havaya yüksekçe fırlattı; bu taşlar korkunç bir kuvvetle kalenin üstünden aşıp kalenin içine yayıldılar ve ulaştıkları her canlıyı yıldırım çarpmış gibi ani bir şekilde öldürdüler.
Savaş makinalarının vuruşları gece gündüz gittikçe daha sıkı gürlüyordu ve korkunç gürlemelerini tamamen Segedin şehrine kadar ve 24 Macar milinden [*] daha fazla bir alanda çepeçevre işitmek mümkündü. Topların devamlı ateşlenmesi muazzam bir duman çıkarıyordu, güneşin kızaran ışıklarıyla parlayan göğü, bulutlar sık gölgeleriyle karartmıştı ve esen hafif rüzgârlar kükürdün pis kokusunu kendileriyle birlikte getiriyordu. Muharebe gece ve gündüz devam etti, ne kuşatanlara ne kuşatılanlara rahat verdi: bütün zaman bu korkunç muharebeyle geçiyordu. Şiddetli kuşatmadan parlak kulelerin tepeleri döküldü, evlerin duvarları parçalandı, insanları ve kaleyi koruyan yüksek burçlar artık yerle bir olmuştu.
* Bir Macar mili 8354 m.Kalede mahsur kalanlar kalplerinde ölüm korkusuyla son günlerim bekliyorlardı.
Azgın ve muazzam kuşatma haberi ülkenin her bölgesine ulaşmıştı, Macaristan beyleri ise hareketsiz ağır bir uyku hastalığından muzdarip gibi, harabolmaya terkedilmiş kaleye silahlı yardım için gitmekte acele etmediler. Nihayet doğuştan yiğit ve asker bir erkek olan, yukarıda adı geçen Beszterce Kontu korkunç kuşatmaya karşı koymak için oraya gitti, fakat yanında bu derece büyük düşmanla savaşmak için yeterli asker yoktu.
Çok sayıda Macar haçlısı îsa adına çarpışmak için adı geçen rahip lohannes Capistrano’nun etrafında toplandı. Lehistan’dan da aşağı yukarı 300 haçlı gelmişti. Hernekadar, yukarıda kaydettiğimiz gibi, bay Kont Kral naipliği görevinden ayrılmışsa da[*] daima sahip olduğu bahadırlığın etkisiyle düşmana hücum etmekten kendini alamadı.
* Jânos Hunyadi, 13 Temmuz 1446-13 Şubat 1453 tarihleri arasında Kıral naipliği yapmıştır. Bu tarihten sonra, Besztercze daimi kontu ve Macaristan baş komutanı ünvanını aldı.Düşman gemilerini adı geçen nehirlerin suyundan nasıl uzaklaştırabileceğini ve kuşatmadan bunalan kaledeki mahsurlara nasıl silahlı yardım götürebileceğini araştırdı. Nihayet gemileri bir araya topladı, onları silahlı askerlerle ve haçlılarla doldurdu ve sonunda onları Tuna nehrinde düşman gemilerine karşı harekete geçirdi. Bu suretle iki düşman nehir muharebesinde karşılaştı. Türkler arasında muazzam bir gürültü dalga dalga yayıldı ve Macarlar yüksek sesle İsa’yı yardıma çağırdılar. Kaçış yolu her iki düşmanın önünde kesilmişti, böylece birbirleriyle çok sert bir mücadele yaparlar. Tuna’nın derin suyunda gemileri oraya buraya sürüklenir ve askerler arasından çokları öldürücü yaralarla kan kaybından öldüler ve suya gömüldüler: Tuna’nın temiz suyu da bu ölçüsüz kıyımın kanlı izlerini taşıyordu, çünkü çok kan dökülmüştü ve her iki tarafın savaşçıları balıklara yem olmuştu.
Nihayet uzun mücadeleden sonra, Macarlar Türkleri yendiler ve daha da şiddetle Türklerin üzerine hücum ederek onları parça parça ettiler ve demir zincirlerle birbirlerine bağlanmış gemilerini ateşe verdiler.
Türk imparatoru bu hadiseyi duyduğu zaman güya şunu söyledi: “Zor da olsa istediğimizi elde ederiz!”
Bay kont ise gemi savaşında şanlı bir zafer kazanarak kaleye girdi ve ölümden başka umudu kalmayan korkmuş kale kumandanlarını teselli etti.
“Niçin korktunuz? dedi-Türkleri ilk defa şimdi mi görüyorsunuz? Onları çok kere kaçırdık, bazen de biz onların önünden kaçtık. Onların görünmesi niçin sizi rahatsız ediyor, halbuki onları çok defa gördünüz. Silahlarını ve kuvvetlerini sanki daha önce denemediniz mi? öyleyse evlatlarım, adına çok kere kanımızı döktüğümüz İsa’ya güvenelim ve onun ve bizim düşmanlarımıza karşı cesaretle savaşalım. İsa bizim için ölmedi mi? Biz de onun için ölelim. Ruhunuz savaşta sebatkâr ve cesur olsun. Biliyorsunuz, bu düşman korkaktır. Eğer Tanrı bizimleyse, onları kolayca ezmek mümkündür. Türkler geri çekilmeye de alışkındırlar ve koşarak kaçmaktan ve yurtlarına geri dönmekten sıkılmazlar. Çok söze ne hacet? Bütün bunu kendiniz de denediniz ve kumandam altında pek çok muharebenin mihnetine katlandınız.”
Bay Kont bu ve buna benzer sözlerle ve oradaki varlığıyla onların ruhlarına büyük bir cesaret aşıladı. Yeni kuvvetlerle de kaleyi berkitti ve çok sayıda haçh askerini oraya götürdü. Bunlar halk tabakası saflarından geldiğinden ve silah kullanmayı bilmediklerinden Bay Kont, elinden geldiği kadar onları da savaşa hazırladı.
Türklerin daha önce adı geçen imparatoru Mehmed, babası Murad’ın sağlığında yine bu Belgrad kalesini kuşatarak 7 ayım harcadığım ve yine de ele geçiremeden zafersiz ve utançla kalenin altından çekildiğini duymuştu. Bundan dolayı Türk imparatoru Mehmed,ordu kumandanlarının yanında babasını küçük düşürücü sözlerle andı ve kendisinin aynı kaleyi 15 gün içinde alacağım söyledi. Voyvodalar arasında en başta gelen Anadolu Voyvodası onun böbürlenmesini duyunca, konuşmak için izin istedi ve sözlerine şöyle cevap verdi: “Haşmetli imparator! Devletli huzurunuzda hoşa gidecek birşey söylemem uygun olurdu; lâkin bu muhasaranın akışına bakılırsa, bu sözlerimin devletlinin önünde beni yalancı çıkarmasından korkarım. Macarların kaleyi Bizanslılardan daha zor bırakacaklarım bilmemiz gerekir.”
Parlak kulelerin tepesi artık devrilmişti, surların büyük kısmı yerle bir olmuştu ve toprak tabyalar ve kale hendekleri artık dolmuştu ve zeminle aynı seviyeye gelmişti, öyle ki düşmanın girmesi için önünde artık hiçbir engel kalmamıştı ve kuşatmanın 15. günü gelip çattı. İmparator erkenden daha gün doğarken davul ve borazan sesleri arasında ordusunun hepsini harekete geçirdi ve hiddetle kaleye hücum etti ve kanlı katliam pahasına da olsa kalenin ortasına ulaştı.
Macarlar ise, bu kadar çok düşmanla mücadelenin eşit olmadığını bilmelerine rağmen, bütün güçleriyle savunma yapıyorlardı ve Tanrı İsa’dan yardım isteyen haykırışlarla, fedakârane düşmanın bozulması için hücum ediyorlardı. Böylece öldürücü mücadele tazelendi, savaş artık kale meydanında sürer. Her iki taraftan da yığınlar halinde ölenler olur ve sayılamayacak kadar çok kılıcın şakırtısı havada korkunç bir gürültü koparır, mücadele eden taraflardan kâh biri, kâh diğeri kaçmaya mecbur olur.
Rahip lohannes Capistrano da bu sırada burada hazır bulunuyordu. Sözün tam mânasıyla vecde geldi ve onunla birlikte diğer rahipler de yere kapanarak Sema’dan yardım için kalplerini ve ellerini yükselterek gözlerini göğe mıhlayıp iç çekerek dua ettiler. Bu arada Peygamberle birlikte şunları söylemiş olacaklar: “Gözümü, bana yardımın geleceği dağlara çevirdim.” [*]
* Incil'den alıntı; mezamir.Beszterce Kontu Hunyadi ise kâh tehditle, kâh azarlamalarla askeri savaşa teşvik ediyordu. Savaştaki yiğitlikleriyle mükemmeliyete erişen kumandan Mihâly Szilâgyi (Kara Mihal) ve Lâszlö Kanizsai ve bunlarla birlikte Bay Kontun buraya getirdiği silahlı kıtalar ve ayrıca haçlıların kıtaları da kalenin yıkık duvarlarında durarak öfkeyle savaşıyorlardı. Türkleri çok kere kaleden püskürttüler, lâkin onlar kıyasıya mücadele sonunda yeniden içeri girdiler, zira Macarlardan daha kuvvetliydiler. Kaledeki pek çok ev tutuşturulmuştu ve alevler yükseliyordu. Türk imparatorunun pek çok sancağı zafer nişanesi olarak surlara dikilmişti. Macarlar artık her türlü karşı koyuştan ümidi keserek nereye gideceklerini bilmeden geri çekilmeye mecbur oldular, çünkü herkes ölüm tehdidi altında bulunuyordu, fakat firarın kendilerine hiçbir yardım sağlamayacağını ve bu tehlikeli durumdan onları ancak ölümün kurtarabileceğini gördüler: tekrar yüksek sesle Hz. İsa’nın adını haykırdılar, silahlarını birleştirerek yek-vücut halinde daha kararlı bir hamleyle düşmanın üzerine hücum ettiler. Böylece korkunç çarpışma yenilenir. Her iki tarafta pek çok kişi kanlarını ve hayatlarını feda eder, fakat Tanrı'nın yardımı gelmekte gecikmez. Tam o anda Türklerin bütün kıtaları Macarların cesur ve kararlı hücumlarından sarsılarak kaçmaya başlar. Macarlar ise, yeniden cesaretlenip gökyüzünden yeni bir kuvvet alarak toplarını ve kalenin tahribi için kullandıkları diğer aletleri muhafazasız bir şekilde terkedinceye kadar onları kılıçlarıyla kovaladılar. Bunun sonunda Macarlar Türklerin kurduğu bütün tahkimatı ateşe verdiler, topları ise demir çivilerle çivilediler, topların ateşleme deliklerini tıkadılar. Gündüzün aydınlığı devam ettiği sürece mücadeleyi bırakmadılar, ancak çöken gece karanlığı iki düşmanı birbirinden ayırıncaya kadar, kalenin dar meydanında başladıkları mücadeleyi kale dışındaki geniş meydanda cansiperane sürdürdüler.
Türk imparatorunun kale surları altından gecenin sonsuz karanlığında nasıl kaçtığını güvenilir olarak hiç kimse söyleyemiyor; yalnız bütün teçhizatından mahrum olarak, bütün topunu ve oraya getirttiği diğer kuşatma makinalarını orada terkederek, ordusunun önemli bir kısmının kaybıyla yurduna dönmesi, Tanrı’nın mağfireti ve imparator adına bir yüz karasıdır. Nitekim çok sonraları dahi birinin imparatorun huzurunda bu kaleyi anması onu rahatsız ediyordu.
Hatta bazıları imparatorun kaçışını şöyle naklederler: İmparator çarpışmanın en hararetli anında adamlarım çarpışmaya kızıştırdığı bir sırada, göğsünden bir okla yaralanarak yıkılmış, ağır yaralı olduğundan adamları onu çadırına kadar götürmüşlerdir. Gece bastırınca, Türkler Anadolu Beyinin, hatta bütün ileri gelen adamlarının çarpışmada telef olduğunu ve çok büyük mağlubiyete uğradıklarını, hatta bizzat imparatorun can çekiştiğini, güçlükle nefes aldığını görünce, güneşin doğmasıyla birlikte Macarların kendilerine hücum etmesinden çok korkarak kaçmaya başladılar, İmparatoru da kendileriyle birlikte götürdüler, fakat yol yorgunluğu neticesinde durumu ağırlaşmasın diye, Zsarnö adındaki karşı tarafta ordugâh kurdular. İmparator kendine geldiği ve nerede olduğunu sorduğu zaman, ona nerede olduğunu söylediklerinde, imparator sordu: “Buraya niçin ve nasıl geldik?” “Macarlar bizi yendi dediler ve Anadolu beyi, hatta ordunun hemen hemen bütün kumandanları şehit oldu. Biz de büyük bir yenilgiye uğradık, lâkin bunun da ötesinde devletlinin ölü olduğundan şüphe duyarak buraya kadar kaçmamız bizim için daha da acıdır.”
İmparator topların ve diğer kuşatma makinalarının da orada kalıp kalmadığım sorduğunda, herşey orada kaldı diye cevap verdiler; imparator tâ kalbinin derinliklerinden yaralanarak acı bir şekilde şunu söyledi: “Zehir getirin, bırakın içeyim, alçakça ülkeme dönmektense ölürüm.”
Türk imparatorunun Macarlarla Belgrad kalesi altında yaptığı savaş böyle sonuçlandı ve yeryüzünde azamet ve kibirle hüküm sürmek isteyen onu, silahtan çok orak kullanmasını bilen köylü ordusu Tanrı’nın inayetiyle yendi. Çok sayıdaki borazan ve davul sesleri arasında büyük bir neşeyle gelen imparator, hüzünle ve gece karanlığı bastırdığı sırada hicapla kaçtı.
Lât. s. 273-374
Mat. s. 425-426
Beszterce Kontu Bay Janos Hunyadi’nin Ölümü
Bclgrad kuşatmasından sonra, ilk gençliğinden beri pekçok büyük askeri İşler yapan bay Beszterce kontunu yaşlılık da boyun eğdirememiştir. Fakat devamlı silah kullanmaktan ve gailelerle dolu bir hayattan, endişelerden yorularak kuvvetinden kaybetmiş, hastalanmaya başlamıştı. Hastalığından dolayı birkaç gün boyunca burada acı çekti, sonra onu ova kasabası Zimony'a (Zemon)naklettiler ve burada daha önce adi geçen rahip Janos Capistran'ın ruhî telkini altında ruhunu İsa Peygambere teslim etti.
Bütün Macaristan'ı büyük bir matem kapladı ve bütün Hıristiyan dünyâsı şampiyonun hayatinin sona erdiğini işitince, derin bir yeise kapıldı. Gökkubbenin yüksek yıldızlan da onun öleceğine dair önceden İşaret vermişlerdi, çünkü ölmeden önce gökyüzünde kuyruklu bir yıldız görünmüştü, imparator Mehmed'in kendisi de. Bay Kontun ölümünden az önce kendisini Belgrad kalesi altından kaçırtmasına rağmen, yine de Sırbistan despotu Georg'dan yenilgisine teselli olarak Bay Kontun öldüğünü öğrendiği zaman, söylediklerine göre, uzun bir saat boyunca başını öne eğerek susmuş ve düşmanı olmasına rağmen Hunyadi’nin ölümünden dolayı acı duyduğunu ve hiçbir hükümdarın hâkimiyeti altında böyle bir adamın henüz yaşamadığını elçiye söylemiştir. ( Thurdczy burada Hunyadi’yi uzun uzun övmekledir)...Büyük imparatoru yendikten ve kaçırttıktan sonra, her zaman yürekten arzuladığı zaferin muhteşem şanı İçinde, zaferin tatil lezzeti henüz ağzındayken kahramanlık şanına erişerek hayatinin son gününü tamamladı.
Naşını göz yaşlan arasında Erdel'deki Fehervar'a götürdüler ve orada büyük bir ihtiramla defnettiler. Bay Kont Milâdî 1456 yılında, şafak sökerken ölmüştü.
Daha önce adi geçen rahipjânos Capistran son nefesini vermekte olan Hunyadi'ye baktığı sırada, ruhunu Tanrı'nın lutfuna teslim etti... Bay kont orta boyluydu, kaim boyunlu, dalgalı kestane saçlı, iri gözlü, candan bakışlı, kırmızı yüzlüydü, diğer uzuvları öylesine sevimli ve öylesine güzel bir yapıya sahipti ki, bin kişi arasında bile onun hükümdar kişiliğini tanımak mümkündü.
İki oğlu vardı ve bütün Macaristan büyük bir ümitle gözlerini onlara çevirmişti. Babalarının meziyetleri herkesi oğullarım da sevmeye zorluyordu ve babalarının faziletlerinin ve tabiatının bundan böyle onlarda yaşayacağına herkes inanıyordu.Yaş bakımından büyük olanının adi Laszlo idi. Laszlo vücut yapısı bakımından babasına çok benziyordu, askeri meziyetleri, ahlaki temizliği, alicenap oluşuyla bütün genç yaşıtları arasında en mükemmeliydi. Daha genç olanı Matyas, babasının ölümü sırasında henüz çocukluk yıllarını yaşıyordu. Babası hayattayken kalbinin derinliklerinden gelen bir sevgiyle bu oğlunu seviyordu, becerikli oluşu da herkesin gözünde onu yüceltiyordu: bütün dikkatler ona çevrilmişti ve herkes onun büyük adam olacağı kehanetinde bulunuyordu.
Lal. s. 275-277
Mat. s. 427-429
Kral Laszo’nun Macaristan’a Dönüşü
Kral Laszlo, Türk imparatorunun Belgrad kalesinde yaptığı tahribatın izlerini araştırmaya karar verdi. Kral, Ulrik ve Kont Laszlo (Hunyadi’nin oğlu) derhal oraya gitti; Almanya'dan gelen bütün haçlılar gemiyle onları takip etti.(Bu konuda başka kayıt yok sadece iç çekişmeler anlatılıyor.)
Lat. s. 278-28,
Mat. s. 432-436
Kral Laszlo Hunyadi’nin Oğullar, Olan Kont Laszlo ve Kont Mütyâs’üan (Mathias) intikam Alıyor
Kral Laszlo'yu, Kont Ulrik’in ölümünden dolayı Kont Laszlo’dan intikam almaya teşrik ederler.)
Bu sırada Türklerin ülkenin sınır bölgelerini tehdit ettikleri haberini getirdiler. Bundan dolayı Kont Lâszlö, babası Hunyadi’nin yaptığı gibi, çok sayıdaki ücretli askeri Macaristan’ın kuzey bölgelerinden Peşte Şehrine kadar silah altına aldı ve Kralın iznini aldıktan sonra, Türklere karşı hareket etmek için hazırlık yaptı.(Thuozy daha sonra gelişen hadiseleri uzun uzun anlatır. Bu hadiseler tamamen Macaristan'a İç işi olduğundan çok kısaca özetlemekle yetiniyorum. Kont Laszlo’nun kuyusunu kazanlar Kralı, kontun saraydan çıkışını engellemeye razı ettiler. Kral, Kont laszlo’yu hapsettirir oe3gün sonra başını vurdurtur. Böylece Kont laszlo tasarladığı şekilde Türklere karşı harekele geçemez. 20 Mart 1457 tarihinden sonraki pazartesi günü Kral Kontu çağırtmış ve tutuklatmıştır. öyleyse 'Türk tehditleri bu tarihten az önce olmuştur).
Lât. s. 283-284
Mat s. 445-447
Kral Mâtyâs’in Birkaç Seferine Kısa Bir Bakış
(Kral Laszlo 1458 yılında,hayatının vehükümdarlığının 18. yılında öldükten sonra Hunyadi'nin oğlu Matyas'ı 1458 yılı başında kral seçtiler.)
Bu adam bütün hasletleri ile hükümdar olmaya lâyık bir şahıstır: çağının Hıristiyan hükümdarları arasında devlet idaresi hizmetini övgüye lâyık hizmetlerle bitiren sadece odur. Çağımızda bütün yeryüzünü korkuya sahip titreten ve büyük icraatı dolayısıyla Büyük Mehmed (Magnus Mahumed) adını almış olan Türk imparatoru Mehmed, rivayete göre aşağıdaki sözleri acaba Mâtyâs hakkında söylememiş midir? “Bütün dünya hükümdarları arasında, hakkıyla hükümdar Unvanına lâyık olan ben ve O' dur,biz ikimiz.“... (Thurocry burada Kral Matyas'ı övmeye devam eder)... Mâtyâs, Szöreny (S'örin) vilayetini yakıp yıkan ve Sava nehri kıyışındaki Kölpeny ve Szentdemeter kalesini zor kullanarak İşgal eden muazzam Türk ordusunu hâkimiyetinin ilk yıllarında muhteşem bir savaşta dağıtmıştır.
Daha sonra Kral Mâtyâs kuvvetli bir sefer düzenleyerek Sırbistan in büyük kısmını dolaştı, bu araziyi kan ve ateşe bulayıp baştan aşağı tahrip etti, sonra zaferle geri döndü.
Bu Sırbistan seferinden sonra, henüz atların üzerindeki ter kurumadan, o sırada Türk hâkimiyetinde bulunan ve bizim Râma diye de adlandırdığımız Bosna'ya hücum etti. Tabii konumundan ve yüksek surlarından dolayı çok muhkem olan Yayça (laicga) kalesini zor kullanarak ve bölgenin başka kalelerinin de boyun eğmesi üzerine İşgal etti. Türk imparatorunun kalelerin korunması İçin sarayından oraya gönderdiği ve Macarların muharebeyle yok edemedikleri askerlerini inayetle velâyeti altına aldı ve parlak erguvan elbisesi giydirerek onları kendisiyle birlikte götürdü; bu hareketiyle de muhteşem ve yeni türde bir zafer kazanmış oluyordu.
Lat. s. 287-288
Mat. s. 447
Kral Mâtyâs’in (Matthias) Başarıyla Taç Giyişi ve Birkaç Seferi
Bu sırada. Roma imparatoru Frederik'in elinden büyük güçlüklerle Macaristan'ın kutsal tacı geri alındıktan sonra, Kral Mâtyâs'a
hâkimiyetinin 3. ve Milâdî 1464 yılında, Son Akşam Yemeği Gününde, (in die Coena Domini) [*] imparatorluğun ruhânî ve dünyevî ulu kişilerinin ve magnatlarının huzurunda adet olduğu şekilde, büyük bir törenle taç giydirmeyi başardılar.
Kral Mâtyâs taç giydikten sonra, korkunç bir kuvvetle Yayça kalesini kuşatmakla meşgul bulunan Türklerin adı geçen imparatoru Mehmed’i savaş hazırlığı yaptığı şayialarıyla korkutmuş ve Mehmed’i oraya götürdüğü bütün kuşatma makina ve toplarını terkederek, zafere erişemeden kale altından kaçmaya mecbur etmiştir.
Lât. s. 289-291
Mat. s. 451-455
Kral Matyâs’ın Birkaç Zaferi
( Kral Mâtyâs'a karşı harekete geçen bağı beylerin Kralı tahttan indirmek için giriştikleri mücadeleye karşı Kralın başarısı anlatıldıktan sonra, Lehistan Kralı Kazimir ile Silezya'da yaptığı çarpışma ve daha sonra yapılan barış anlatılır.)
Nihayet buradan geri dönerek, Türklerin büyük sıkıntı ve zorlu bir çalışmayla Sava nehri kıyısında ağaç ve topraktan inşa ettikleri, kulelerle, hendeklerle ve kale bedenleriyle berkittikleri ve askerlerle iyice doldurdukları Türklerin Sabaç (Sabacz) [**] adlı kalesini, kışın en sert geçtiği bir sırada kuşatmayla kapattı ve aldı.
( Mâtyâs'ın çarpışma ve kuşatmalarından bahsettikten sonra, onu övmeye devam eder)
Hatta mızrağı hiç kimseye aman vermeyen Büyük Mehmed bile bir meydan savaşında bu Kralın kuvvetini denemeye cesaret edemedi. Yukarıda söylediğimiz gibi, Yayça kalesi altından da, Boğdan’dan da Matyâs’ın kılıcı önünden telaşla kaçtı ve ümitlerinde hüsrana uğrayarak kendi ülkesine geri döndü.
Tanrı’ya Şükürler Olsun!
* Paskalya’dan önceki perşembe.KRONİĞİN DEĞERLENDİRİLMESİ
** Bogürdelen
Kral, Sigismund’un Eflak Seferi ve Kraliçe Maria’nın ölümü
Macar kronik yazan Thuroczy, Osmanlı-Türk tarihiyle ilgili konuların anlatımına Kral Sigismund’un Eflak seferi ve Kraliçe Mâria'nın ölümünü naklederek başlar. Kronik yazarının bu bolümde anlattığı hadiselerin büyük kısmı dogru olmakla birlikte, bu sefer sırasında Küçük-Niğbolu'nun Kral tarafından alındığı ve bu seferin Sigismund’un hükümdarlığının 6. yılında (1392) cereyan ettiğine dair verilen bilgi şüpheli görünüyor[1]. Macarlara karşı savaşmak üzere, Olahların ücretli bir Türk ordusundan faydalandığı hakkındaki kayda başka kaynaklarda rastlamıyoruz [2]. Bu sefer sırasında Kral Sigismund’un eşi Kraliçe Mâria'nın hastalıktan öldüğüne dair verilen bilgi şüpheli görünüyor[3].
Kral Sigismund’un Büyük Niğbolu Kalesi Altındaki Başarısız Seferi
Kaynağımız Niğbolu muharebesine geniş yer ayırmıştır. Fransızların muharebedeki tutumları dışında verdiği bilgi eksik ve bazı hususlarda hatalı olarak görünmekle birlikte, Niğbolu muharebesi konusunda bazı orijinal kayıtlara rastlanır.
Thuröczy’nin, Türklerin Gelibolu’ya geçişleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı anlaşılıyor[4]. Bulgaristan’ın Bayezid tarafından ilhakından sonra, Kral Sigismund’un Bayezid’e elçiler göndermesiyle ilgili anlatılan hikâye orijinaldir ve sonraki kronik yazarları ve tarihçiler tarafından buradan iktibas edilmiştir[5]. Niğbolu seferine katılan haçlılara dair eksİk bilgi verilmiştir[6]. Kroniğin bir rivayete dayandırarak Kral Sigismund’un ağzına yakıştırdığı “gökkubbe üstümüze yıkılsa, onu dahi mızraklarımızla tutarız” şeklindeki konuşma orijinaldir ve diğer kronik yazarları tarafından
Thurdczy’den ayrıen alınmıştır[7]. Sigismund'un Niğbolu’ya gelirken yol üzerinde bulunan Hıristiyan ahaliye karşı takındığı tavır dikkate değer görünmektedir[8]. Kaynağın verdiği muharebe tarihi şüphelidir[9] Fransızların muharebenin ilk vuruşunu yapmak istedikleri, attan inerek çarpışmanın ilk vuruşunu yaptıklarına dair verilen bilgi orijinaldir[10]. Sigismund'un bir gemiyle muharebe alanından firari doğrudur[11]. Kaynak iki tarafın kaybı ve ölen kişilerin adları hakkında bilgi vermez.
Kral Sigismund’a Karşı Komplove Sigismund’un Yakalanması
Niğbolu hezimetinden sonra Kral Sigismund’un kaçarken takip ettiği yol hakkında verilen bilgi doğru olmakla birlikte, deniz kıyısındaki bölgelerde birbuçuk sene geçirdiğine dair verilen bilgi şüphelidir[12].
Kral Sigismund Voyvoda Istvân ve Sadakatsizlik Gösteren Diğer Kişileri Cezalandırıyor
Voyvoda Istvân Lackfi, Bayezid’in kızıyla Napolili Ladislas’ı evlendirme çabalarından dolayı suçlanıyordu, ancak bu bilgiyi başka kaynaklarla kontrol edemiyoruz[13]. Voyvoda Istvân’ın ikinci suçu da Türkleri ilk defa Macar toprağına sokmaktı. Oysa Türkler, bu olaydan çok önce Macar toprağına girmişlerdi. Bu bakımdan kronik yazarımız yanılmaktadır[14].
Kral Sigismund’un Roma Kralı Seçilmesi ve Güvercinlik Kalesi’nin Başarısız Kuşatması
Thuroczy’nin Güvercinlik kuşatmasına dair verdiği bilgi eksık ve hatalıdır. Güvercinlik kalesi kuşatmasını, Kral Sigismund’un Roma Kralı seçilmesinden (1410) hemen sonraya koyan kronik yazan, büyük bir kronoloji hatası yapmıştır[15]. Ayrıca bu kuşatma sırasındaki Türk hükümdarı Bayezid değildir. [16]
Macarların Bosna Bölgesindeki Seferi
Spalato Prensi Hrvoya'nın Macar Kralının Konstancz'daki Sinod’da meşgul bulunmasından (14,5) yararlanarak Türklerin de yardımıyla Macar ordusunu yenip Bosna bölgesinin haraçgüzarı olduğu hakkında verilen bilgi isabetli görünüyor[17].
Ban Istvan Losonczi’nin Eflak Seferi
Eflak'ta ortaya çıkan isyanlarla ilgili olarak Türkler tarafından desteklenen Dan'a karşı, 1416 sıralarında Kral Sigismund'un Ban Istvan Losonczi’yi Mirçe'nin yardımına göndermiş olduğu doğrudur[18].
Miltlos Peterfia'nın tki Çarpışması
Temeşköz diyarını şiddetli altınlarla tedirgin eden Türklere karşı çıkan Miklos Peterfia'nın Türklerle iki çarpışma yaparak galip geldiği, ilk çarpışmada İkaç'ı (doğrusu İsak) bizzat öldürdüğü, ikinci çarpışmada ise, Türklere gece basitini yaptığı hakkındaki kayıt isabetli görünüyor[19].
Kral Sigismund’un Sarayım Kimler Ziyaret Etti ve Despot Belgrad Kalesini Ona Nasıl Teslim Etti
Sırp despotu Georg Brankoviç'in Belgrad kalesini Kral Sigismund'a teslim ettiğine dair verilen bilgi kronolojik açıdan hatalı olmasına rağmen, Sigismund’un Belgrad karşılığında despota verdiği şehir ve kaleler hakkındaki bilgi son derece önemlidir [20].
Kral Albert’in Titrelrev Seferi ve Ölümü
Macar Kralı Albert’in hükümdarlığının ikinci yılında (1439) II. Muradın Semendre Kalesini ve Sırbistan toprakların hâkimiyeti altına aldığına. Despotun Macaristan'a kaçtığına, yardıma gelen Macar Kralının Türklerle çarpışmayı göze alamayarak Titelrev’den geri döndüğüne dair verilen bilgi isabetli görünüyor[21]. II. Murad'tn Semendre'yi ele geçirmesinden sonraki hadiseler ise kronolojik açıdan hatalı görünüyor [22].
Belgrad Kuşatması
Belgrad muhasarası konusunda en önemli kaynak diyebileceğimiz Thuoczy'nin kroniği, II. Murad'ın Belgrad kuşatmasından itibaren mufassal olmaya başlar. Muhasaranın cereyan tarzı bakımından orijinal bilgiler ihtiva eden kaynak, II. Murad'ın Sırp ülkesini tamamen hâkimiyeti altına aldıktan sonra, Macaristan’ın İçinde bulunduğu karışıklıktan faydalanarak Belgrad'ı muhasara altına aldığını kaydeder[23]. Muhasara sırasında Murad'ın kalenin içine kadar uzanan geniş bir lâğım açtırdığı, kale Kumandam Rahipjanos Zovâny’ın ise karşı lâğımla Türklere büyük zayiat verdirdiği şeklindeki kaydı diğer kaynaklarla kontrol edememize rağmen, gayet enteresan ve orijinal buluyoruz. Türklerin kaybının 17 bin kişi olduğuna dair verilen bilgi orijinaldir. Ancak kuşatmanın 2 ay sürdüğüne dair verilen bilgi tereddüt uyandırmaktadır[24].
Voyvoda لanos’un Belgrad Civarında Yaptığı Çarpışma
Erdel Voyvodası ve Szoreny (Sorin) bani görevinde şöhret kazanan Hunyadi'nin Temeş valiliğine seçilmekle Belgrad kalesi kumandam sıfatını da kazandıktan sonra Semendre kalesi kumandanı İsak Bey ile yaptığı çarpışmayı kazanıp kendisini Semendre kalesine kadar kovaladığı doğrudur[25].
Voyvado Jânos Hunyadi’nin Erdel Seferi ve Çarpışması
Hunyadi’nin Mezid Bey ile olan karşılaşması kaynağımızda etraflı ve güvenilir tarzda anlatıldığından Thurdczy’nin eseri bu konuda önemli bir kaynak vazifesi görmektedir. Hunyadi’nin Türkler tarafından öldürülmesini önlemek maksadıyla yerine bir başkasının konduğuna dair verilen bilgiyi başka kaynaklardan kontrol edemiyoruz. Hunyadi, Szentimre’de Mezid Bey’in önünden önce kaçmış, fakat daha sonra Mezid Bey’i yenip oğluyla birlikte öldürmüştür. Mezid Bey’in oğlunun da bu çarpışmada yer aldığına dair kayda sadece Thuröczy’de rastlıyoruz[26].Hunyadi’nin Mezid Bey’e karşı kazandığı zaferden sonra Eflak ve Boğdan'ın yeniden Macar metbuluğuna döndüğü şeklindeki kayıt doğru görünüyor[27].
Voyvoda jos Bey’in Demirkaplda Yaptığı Çarpışma
II. Murad'ın, Mezid Bey’in bozgunundan sonra Eflak ve Boğdan'ın kendisinden ayrılmasına tahammül edemeyerek öç almak için Şehabeddin Paşa’yı gönderdiğine dair verilen kayıt tereddüt uyandırıyor [28]. Türk kaynaklarının oldukça kısa olarak temas ettikleri Şehabeddin Paşa’nın Macaristan seferi hakkında genellikle doğru ve güvenilir bilgi veren Thuroczy, Turklerin askerî mevcudunu mübalağalı olarak vermekle ve muharebe yeri konusunda yanılmakla birlikte [29] Türklerin zayiatının büyük olduğu ve Şehabeddin Paşa'nın kaçmak suretiyle kurtulduğu yolunda isabetli bilgi vermiştir.
Voyvoda Janos Verdikleri Zararlardan Dolayı Tiirkleri Cezalandırıyor
Hunyadi'nin Sırp despotuyla birlikte, Ktral Ulaszlo'nun hükümdarlğının 3. yılında (1443), Türklere karşı harekete geçerek Bulgaristan'ı alt üst edip Sofya'yı yaktığına dair verilen haber doğrudur[30], Hunyadi'nin bu sefer Şırasında Türkleri 5 defa yendiği şeklindeki haber isabetli görünüyor[31]Thuoczy, Macarlan karşılamak üzere gönderilen ordunun kumandam olarak pâdişâhın akrabası Anadolu paşasını gösterirken yanılıyor [32].Paşa’nın Hunyadi’yi Bulgaristan’da izinden takip ettiği doğrudur, ancak Mahmud Paşa’nın II. Murad’la alay ettiğine dair bilgiye diğer kaynaklarda rastlamıyoruz. Thuröczy’nin adını vermeden, sadece Anadolu Paşası diye zikrettiği Mahmud Çelebi’nin Macarlara esir düştüğüne dair verdiği kaydı diğer kaynaklardan da biliyoruz [33]. Kaynak Türk ve Macar ordu mevcudu ve iki tarafın kaybı hakkında bilgi vermez.
Kral Ulaszlo ve Türk imparatoru ArasındaAteşkes; Sırbistan’ın Yeniden imari
Türklerle Macarlar arasında 10 yıllık Segedin anlaşmasının İmzalandığını kaydeden Thuoczy, barış tarihini bildirmez [34]. Hunyadi’nin Kral ve kendi adına ateşkesi kabul ederek yemin ettiğini ise kaydeder.
M Macar Kralı, izladi muharebesinden sonra Sırbistan'a ؟ekilen Hıristiyan ordusunun Macaristan'a dönmesini istiyordu. Nitekim Hunyadi ve Brankoviç’in arzusu hilafına Macaristan'a dönmeye karar verdi. Brankoviç’in harbin devamı İ؟in teklif ettiği 100 bin altını (Çek askerine göre Brankovi؟, Kralın Sırbistan’da 4 hafta daha Italması İ؟in 40 bin altın teltlif etmiştir [جهـنجحك, Oltokdr,s. 61] ve ordunun kışı Sırbistan’da geçirip sefere devam etmesi şeklindeki teltlifi reddetti. Kral Şubat 1444’dc Budin’e döner ve Nisan ayında burada diyet toplar. Bazı zaferlere rağmen seferin kalıcı bir sonucu yoktu. Sırbistan hâlâ Türk hakimiyetindeydi. Bu yüzden Kral, seferi yenileme kararındaydı. Boylere Kira, ve diyete kaulanlar, yazın Bizans’a doğru hareket edeceklerine Cesarini önünde yemin ettiler, papa donanmasının teçhiz edilmiş olması, yabancıların cesaretlendirmesi, özellikle de Cesarini’nin heyecanı etkisini göstermişti. Mayısta sarayda hazırlık başlamıştı. Hunyadi banderiumlann toplanmasına gayret ediyordu. Dışarıdan az bir haçlı ve paralı asker geldi. Brankovi؟ de Buda’daki diyete katılmış ve Nisan kararlarım İmzalamıştı. Branltovi؟ daha sonra Buda’da Pâdişâhın kansi ve despotun kızı olan Mara'NIN gönderdiği bir Rum rahibi kabul etti. Ddvid AngyaVa göre Brankovi؟, Pâdişâhın Macar Kralına el؛؟ heyeti gönderebileceği konusunda mutlaka rahiple anlaşmıştır (Angyal, Ddvid: A szegedi beke. Törteneti Tanulmanyok. Bp. 1937. s. 162). Çek askerinin, Kral daha Sırbistan’dayken Pâdişâhın Krala 20-30 yıllık barış teklifettigi yolundaki kaydım dikkate alan Angyal, Sirbisan karargahında da pek az ileri gelen askerin Murad’m barış teşebbüsünde bulunduğundan haberdar olduğunu yazıyor (s. 160-162). H. Inalctk, Gazavatta bahedilen toplantının Buda diyeti olduğu ve Kral henüz Sırbistan’dayken pâdişâhın bir adamının gelerek illt barış şartlarım tebliğ etmiş olduğu ve Belgrad’da yapılan bu teşebbüsle Buda müzakerelerinin Gazavatta karıştırıldığı fikrindedir (Fatih Devri üzerine Tetkikler ve Vesıkalar I. Ankara, 1954, s. 9-10).
Kral Ulaszlo, hazirliklann çabuklaştırılması ve seferin başlaması İ؟in Temmuz ortalannda Segedin’e hareket etti. Branltovi؟ barış teklifini önce Hunyadi’ye a؟ar. Kira, da durumu öğrendikten sonra Kardinal lulianus ve Leh beylerinin refaketinde ordusunun başında Segedin’e (Szeged) gider. Brankovi؟ ve Türk elçileri de buraya gelir. AngyaTa göre, Türk el؟¡ heyeti zengin hediyelerden başka Sırbistan,!, Arnavutluk’tan aldığı Sırbistan’a ait yerleri Pâdişâhın geri vermeyi, esirleri serbest bırakınayı, IOO bin altın ödemeyi ve Ulaszlo seferdeyken 25 bin silahlı asker göndermeyi Itabul ettiğini bildirmiş, bu şartlarla 10 yıllık barış imzalanıp Kral yemin etmiştir (s. 162). Yeminin edildiğini artık kesin olarak biliyoruz, hatta Thuroczy, Hunyadi’nin kendi adına ve Kral adına yemin ettiğini yazmaktadır. Dukas’a göre, Yanko yemin etmemiş, “ben emir kuluyum, amir değilim” demiştir (s. 133). Banş anlaşması günümüze It adar kalmamıştır, fakat Lehlerin 26 Ağustos 1444 tarihli melttubunda Türklerin barış şartlan günümüze kadar kalmıştır. Bu yüzden Segedin barışının kesin tarihi belli olmamakla birlikte Temmuz sonu olduğunu Cyriacus d*Antona*nin (1391-1455) melttuplan ortaya çıktıktan sonra daha rahat tesbit edebiliyoniz. (Cyriacus’un mektuplan İ؟in bak. o. Halaki, The Crasade of Varna. New Yorlt, 1943. s. 82-93.). Angyal ise, Banşın 4 Ağustosta
Kral Ulaszlonun Rumeli Arazisinde, Denize Yakın Varna Şehri Havalisindeki Seferi ve ölümü
Kronik, bazı eksiklerine rağmen, Varna muharebesi hakkında isabetli bilgiler verir. Kardinal lulianus'un belagatiyle Kralı yemini bozmaya ikna edişi doğru görünüyor [35]. Macarlar yol üzerinde tahribat yapmışlardır, fakat Varna yakınında yardim bekleyerek birkaç ay geçirmiş olmaları şüpheli görünüyor[36]٠Thuoczy, Türk ordusunun mevcudu hakkında mübalağalı bilgi verir [37]. Muharebe tarihi doğrudur [38]. Kral Ulaszlo’nun
Murad'in karargahına yaptığı hücumla ilgili bilgi eksık görünüyor [39]. Firarileri takip eden Macar askerlerinin yenilgiden habersiz gece ordugaha çekildikleri ve ertesi gün ordugahı savunmadıkları anlaşılıyor [40]. Karaman
Beyi ve Bizans imparatorunun Macarlarla ittifakından, Hıristiyan kadırgalarından, Murad’ın karşıya geçişinden[41] ve muharebe öncesi yapılan Macar harp meclisinden hiç bahsetmeyen Thuröczy, Kardinal lulianus, Vârad piskoposu Jânos ve Eğri piskoposu Simon’un bu muharebede telef olduğunu söylerken isabetli bilgi verir.
Voyvoda Jânos’un Esareti
Varna Muharebesinde Türklerin kaybının Macarlarınkinden fazla olduğu bilinmektedir[42]. Muharebeden kaçan Hunyadi’nin Eflaklılar tarafından esir edildiği gerçektir[43].
Kır al Naibinin Kosova’da Yaptığı Çarpışma
Thurdczy’nin mufassal olarak anlattığı II. Kosova Muharebesine dair bölümde kaydedilen bilgiler isabetli görünüyor. Sefere katılan Macar soyluları hakkında doğru bilgi verilmekle birlikte, Hunyadi’nin kayınbiraderi Mihây Szilâgyi’den (Kara Mihal) bahsedilmemiştir[44]. Macarlar, Sırp despotu kendileriyle birlikte sefere katılmadığı için Sırbistan’ı kan ve ateşe bulamışlardır[45]. Muharebenin tarihi doğru kaydedilmiştir[46]. Orduların mevcudu hakkında verilen bilgi mübalağalıdır[47]. Hunyadi’nin 38 kıta çıkardığına dair bilgiye başka kaynakta rastlamıyoruz. Savaşın makina ve toplarla gece de sürdüğü şeklindeki kaydı diğer kaynaklardan da kontrol edebiliyoruz[48]. Hezimetten sonra firar eden Macarlardan Sırpların öc aldığı, onları soyduğu ve imha ettiği şeklinde verilen bilgi dikkate şayandır. Thuroczy iki tarafın kaybı hakkında bilgi vermemiştir.
Savaşta ölen Devlet Adamları; Kral Naibi Despotun Esaretinde ve Despotun Cezalandırılması
II. Kosova Muharebesinde ölen Macar devlet adamları hakkında doğru bilgi veren Thuröczy, Hunyadi’nin kaçarken iki Türk’ün eline düştüğüne dair şüpheli bilgi verir[49]. Hunyadi’nin bir Sırplı tarafından kandırılarak Belgrad kalesi yerine Semendre’ye götürülmesi rivayet gibi görünse de, despot tarafından tutuklandığı ve Hunyadi’nin despottan ağır intikam aldığı şeklindeki bilgi doğru görünüyor[50].
Kral Naibinin Sırbistan Toprağındaki Kruşevac Kalesi Yanındaki Çarpışması
Hunyadi’yi serbest bıraktığından dolayı II. Murad’ın Despotu cezalandırmak için Firuz Bey’i gönderdiğine dair verilen bilgi hatalıdır, fakat Hunyadi'nin Firuz Bey'i yenip esir ettiği yolundaki kayıt isabetli görünüyor [51]. Thuoczy'nin de doğru kaydettiği gibi, Hunyadi bu sefer sırasında Vidin'i yerle bir etmiştir [52].
Rahip lohannes Capistrano’nun Macaristan’a Gelişi
Turklere karşı bir haçlı seferi düzenlemek amacıyla Papa'nın rahip lohannes Capistrano'yu Macaristan'a gönderdiğine dair kayıt kronolojik açıdan doğru değildir [53]. II. Mehmed'in Boğaz'ın girişine hisar İnşa ettirdiğine dair verilen haberi diğer kaynaklarla karşılaştırabiliyoruz[54].
Türk imparatoru İstanbul Şehrini Alıyor
Thuroczy’nin İstanbul'un fethi konusunda çok kısa ve eksik bilgi verdiği görülüyor. II. Mehmed’in harp hazırlıkları ve kuşatmada kullandığı araç ve gereçler konusunda isabetli bilgi veren kaynak, kuşatmanın 54. günü şehrin düştüğünü kaydederken doğru bilgi verir[55]. İstanbul'un fetih tarihini kesin olarak kaydetmeyen Thuoczy, yaklaşık bir zaman göstermekte, iki tarafın ordu ve gemi mevcudu, gemilerin karadan nakli, Hıristiyan yardımı hakkında da bilgi vermemektedir. H. Mehmed in Hunyadi ile İmzaladığı 3 yıllık barış anlaşmasına da temas etmeyen kronik yazan [56], eserini alışılmışın dışında tarafsız, mantıklı ve bilim adamına yaraşan bir ağırlıkla yazmasına rağmen, Türklerin İstanbul'u fethettikten sonraki davranışları konusunda kaydettiği ağır ithamları, tamamen Batı'da yapılan kötü propagandanın tesiriyle kaleme almış olmalıdır[57].
Türk imparatoru Belgrad’ı Kuşatıyor
Thuroezy'nin oldukça mufassal olarak verdiği Fatih'in Belgrad kuşatmasına dair hikayesi muharebenin cereyan tarzı ve savaş araç gereçleri hakkında verdiği bilgi bakımından çok mühimdir. Fatih'in Macaristan'a karşı hücuma hazırlandığına dair haberlerin Macar sarayına gelmesi üzerine Macar Kıtalinin, dayısı Kont Ulrik ile birlikte Buda kalesini savunmasız terkederek Viyana’ya kaçtığına dair verilen kayıt orijinaldir.Thuröczy, Macar ordu mevcudundan bahsetmez, fakat Belgrad kalesini kuşatan Türk ordu mevcudunun 400 bin kişi olduğuna dair mübalağalı bilgi verir[58]. II. Mehmed’in deniz gemileri örneğine göre inşa ettirdiği çok sayıdaki geminin Tuna ve Sava nehirlerini tamamen kapattığına dair verilen bilgi doğrudur. Fatih’in, nakli zor olduğu için büyük taşlar atan topları Kruşevâc kalesi yanında döktürdüğü hakkında verilen bilgiyi ihtiyatla karşılıyoruz[59]. Türk savaş makinalarının gürlemelerinin Segedin şehrine kadar ve 24 Macar milinden [*] daha uzaktan duyulması hakkında verilen bilgi orijinaldir. Çok sayıda Macar haçlısının yanı sıra Leh haçlılarının da çarpışmak için rahip lohannes Capistrano’nun etrafında toplandığına dair verilen kayıt dikkate değerdir. Kral naipliğinden ayrılmasına rağmen, Hunyadi’nin topladığı gemilerle Tuna suyunda Türklerle çok şiddetli bir nehir savaşı yaptığı ve Türkleri yenip demir zincirlerle birbirine bağlı gemilerini ateşe verdiğine dair verilen bilgi orijinaldir[60]. Mehmed’in Belgrad kalesini 7 ay kuşatarak alamayan babası Murad’ı ordu kumandanları önünde küçük düşürücü sözlerle anıp kendisinin bu kaleyi 15 gün içinde alacağını söylediğine dair verilen kayıt şüpheli görünüyor[61]. Kuşatmanın 15. günü Türklerin kaleye yaptığı genel hücum ve muharebenin cereyan tarzı ve neticesiyle ilgili kayıt doğrudur[62]. Thuröczy’ye göre, II. Mehmed gece karanlığında bütün teçhizatını bırakarak kaçmıştır. Thuröczy’nin bir rivayete dayanarak Fatih’in kaçışına dair verdiği bilgi ve Fatih’in göğsünden ağır yaralanışı şüpheli görünüyor[63]. Kronik, kuşatma tarihini hatalı vermiştir[64].
Besztercze Kontu Bay Jânos Hunyadi’nin ölümü
Kayrıağın Hunyadi’nin ölümüne dair verdiği bilgiyi ihtiyatla karşılamak gerekir[65]. II. Mehmed’in, Hunyadi’nin ölümüne son derece üzüldüğüne dair Thuröczy’nin verdiği kayda başka kaynakta rastlayamadık.
Kral Lâszlö’nun Macaristan’a Dönüşü
Kral Lâszlö’nun Belgrad muhasarasından sonra kaledeki tahribatı görmek için Belgrad’a gittiğine dair verilen haberi başka kaynaklardan kontrol edemiyoruz[66].
Kral Lâszlö, Hunyadi’nin Oğulları Olan Kont Lâszlö ve Kont Mâtyâs’tan İntikam Alıyor
Macar Kralı, dayısı Kont Ulrik’in ölümünden dolayı Hunyadi’nin oğlundan intikam almaya hazırlandığı sırada (1457), Türklerin sınır bölgelerini tehdit ettiğine dair verilen haberleri başka kaynaklardan kontrol edebiliyoruz [67].
Kral Mâtyâs’m Birkaç Seferine Kısa Bir Bakış
Thuoczy’nin, II. Mehmed hakkındaki övgülerini ve II. Mehmed’in Matyas hakkında söylediği rivayet edilen sözleri başka kaynaklardan kontrol edemiyoruz. Mâtyâs'ın ilk hakimiyet yıllarında (Matyas 24 Ocak 1458'de Macar Kralı seçilmiştir.) Türk ordusunu dağıttığına dair verilen haber şüpheli ,görünüyor[68]. Mâtyâs'ın Sırbistan seferinden hemen sonra.
Yayça ve diğer kaleleri işgal edip askerlerini birlikte götürdüğüne dair verilen kayıt doğru görünüyor[69].
ral Mâtyâs’in Başarıyla Taç Giyişi ve Birkaç Seferi
Kral Mâtyâs'ın, 1464 yılında taç giydikten sonra Yayça kalesini kuşatmakta olan II. Mehmed’i savaş hazırlığı şayialarıyla kaçırdığına dair verilen bilgiyi ihtiyatla karşılamak gerekir[70].
Kira, Mâtyâs’ın Birkaç Seferi
Kral Mâtyâs’ın Turklerin Sava nehri kıyısında büyük bir sıkıntıyla ağaç ve topraktan İnşa ettikleri Sabaç (Böğürden) adlı kaleyi aldığına dair verilen bilgi doğru görünüyor[71].
BİBLİYOGRAFYA
TÜRK KAYNAKLARI
AHMEDŞEMSEDDlN KemalpaşazAde, (İbn Kemal), IV. Defter. Ali Emir Ef. (Millet Ktp.) No. 27.
Ahmet ŞEMSEDDlN KEMAI.paşazade, (İbn Kemal), VII. Defter. Ali Emiri Ef. (Millet Ktp.) No. 3,.
Ahmet ŞEMSEDDIN KEMALPAŞAZADE, (İbn Kemal), Tarih-i Feth-i İstanbul. Şehid Ali Paşa (Süleymaniye Ktp.) No. 2720.
Anonim TEVÂRlH-1 ÂL-I Osman, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken. F. Giese. Breslau 1922.
AşiKPAŞAZÂDE,Tevârih-i Â1-İ Osman. Friedricb Giese. Leipzig 1929.
ATSIZ, Osmanlı Tarihleri. İstanbul ,949.
BaŞTAV, Ş., XVI. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi Ankara ,973-
Behcet ElTevarIH, (Tercüme) Es'ad Ef (Suleymaniye Ktp.) No. 2213.
Enverİ, Düstûrnâme-i Enverî. Neşreden: M. Halil Yinanç. Türk Tarih Encümeni Külliyâtı. İstanbul 1928.
Feridun Bey, Münşeat-i Selatin. İstanbul 1274.
Gazavât-1 Sultan MURAD b. MEHEMMED Han, Neşredenler: Halil İnalcık, Mevlûd Oğuz. Ankara 1978.
HadIdI, Tarih-i Â1-İ Osman, t. ünv. Ktp. T.Y. 1268.
Hoca SA’DU’D-DİN b. HASAN Can, Tâc-üt Tevarih. İstanbul 1279.
İBN Kemal, Tevârih-İ Â1-İ Osman. (Tenkitli Transkripsiyon) Neşreden Şerafettin Turan, Ankara 1957.
Karaman! Mehmed Paça (Nişancı), Tarih-i Nişancı. 1. ünv. Ktp. T.Y. 1426.
KIVAM!, Fetihname-iSultan Mehmed. F. Babinger. İstanbul 1955.
LTf! Paşa, Tevârih-İ Â1-İ Osman. Âli Neşri. İstanbul 1341.
Neşrî, Chinnuma Taeschner Neşri, c. I. Leipzig 1951.
NEŞRİ, Cihannuma. M. Al tay Koymen, F.R. Unat Neşri c. I, Ankara 1948. c. II. 1957-
ORL'Ç. Bey, Tevârih-İ Â1-İ Osman. F. Babinger. Hannover 1925.
SARICA Kemal, Selâtinime, t. ünv. Ktp. T.Y. 331.
SOLAKZADE, Solakzâde Tarihi. İstanbul 1297-1298.
Tursun Bey, Tarih-i Ebu'l-Feth Sultan Mehmed Han. İstanbul 1330. 1486 TevâRİH-1 ÂL.l Osman, Jozsef Thury, Török tortenetirok. c. I.
Budapest 1893.
BtZANS KAYNAKLARI
Dukas, Bizans Tarihi, Çev. V.L. Mirmiroğlu. İstanbul 1956.
Hierax, Vilmos Pecz: A varnai csataol. Szazadok 1894.
KRITOVULOS, Tarih-i Sultan Mehmed Han Sani. Çev. Karolidi. İstanbul 1328.
Zotikos PaRASPONDYLOS, Vilmos Pecz: Zotikos koltemenye a varnai csataol. Szazadok 1894 (Çev. Hicran Akın. Zotikos'un Varna Savaşma Dair Manzumesi. A.ü. D.T.C. Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi. XIV. Cilt Ayr Basım Ankara 1983).
GEORGIOS SphraNTZES, Vekayiname. Tere. V.L. Mirmiroğlu (TTK'da gayri matbu nüsha).
DlCER kaynaklar
BEHEIM MlHALY, elete es mdvei a magyar törtenelem szempontjabol. Neşreden Jacab Bleyer. Szazadok 1902.
Bertrandon de la BROŞÜRE, utazasa 1433 (Memoire de Inst. Nat. des Sciences et arts: Sciences mor et pol. V. cilt) Regi utazasok Magyarorszagon es Balkan-felszigeten 1054-1717. Istvan Szamota Budapest 1891.
Bulgar ve Sırp Kronikleri:, Neşreden A. Nimet Kurat. Tarih Araştırmaları Dergisi. Cilt III. sayı 4-5 (1965).
Decreta ReGNI HUNGARIAE 1301-1457, Neşredenler Franciscus Dory, Georgius Bonis, Vera Bacskai. Budapest 1976.
Horvath, JÂNOS, a magyarok konikaja. Budapest 1978.
JeanDe Wa\'R,N KronIKAAOL, Neşreden Lajos Kropf. Szazadok 1894.
Magyar Torvenytar CjH 1000-1526. ٦لآهtorvenycıkkek. ١الآع؟ةةد١لآ
MalyusZ, ELEMEr, Zsigmond-kori okleveltar 1-11 (1387-1410). Budapest, ,951-58.
NICOLO BARBARO, Kostantiniye Muhasarası Ruznâmesi. İstanbul 1953 ve Şemseddin T. Diler neşri İst. 1976.
SCHILTBERGER, Ali Emirî Ef. (Millet Ktp.) No. 281. (Tere. Kurmay Binbaşı Hakkı Muhlis 1338).
SCHWANDTNER, JOHANNES Georgius,Scriptores renim Hungaricarum veteres ac genuini. c. I. Vindobonae 1766.
SlLBERSCHMIDT, Max, Venedik Menbalarına Nazaran Türk İmparatorluğunun Zuhuru Zamanında Şark Meselesi. Çev. C. Köprülü. İstanbul ٠93°٠
SZEREMI, GYÖRGY, Magyarorszâg romlâsâröl. Budapest 1979.
ARAŞTIRMALAR
ANGYAL, DAVID: A szegedi beke. Törtenelmi Tanulmânyok. Budapest >937•
ATİYA, A.S., The Crusade in the Later Middle Ages. New York 1965.
ATİ YA, A.S., The Crusade of Nicopolis. London 1934.
ATİYA, A.S., Crusade, Commerce and Culture. Bloomington 1962.
BABINGER, F.: Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. Çev.'C. Ü؟ok. Ankara 1945, (TTK’da gayri matbu nüsha).
BALÂSSY, FERENC: Körmöczi okmânyok Kâtayakröl. Sz. 1875.
BAŞTAV, Ş.: Valeur de l’Oeuvre de Doukas. Cultura Turcica. Ankara 1965. BAŞTAV, Ş.: Laonikos Halkondil (Henüz neşredilmeyen makalesi.).
BAŞTAV, Ş.: Türk Tarihi Bakımından Dukas’m Eserinin Değeri. Türk Kültürü Araştırmaları. Yıl 2, Sayı 1-2, Ankara 1965.
BAŞTAV, Ş.: XV. Asırda Türklerin Belgrad Muhasaraları ve Macarlar (Henüz neşredilmeyen makalesi).
Bf.IGEL, İSTVÂN: Adalek Bonfinus elete törtenetehez. Sz. 1902.
BREHIER, LUIS: Vie et Mort de Byzance. Paris, 1947.
DEER, JÖZSEF: Zsigmond kirâly honvedelmi politikâja. Hadtörtenelmi Közlemenyek 1935-36.
DELlLBAŞI, MELEK: Johannis Anagnostis “Diigisis Peri Tis Tefteas Aloseos Tis Thessalonikis”. Tarih Araştırmaları Dergisi 1970-1974. Cilt VIIIXII. Sayı 14-23. Ankara 1975.
ELEKES, LajoS:Hunyadi. Budapest 1952.
Belleten C. L/, ERZl, A. SADIK: Türkiye Kütüphanelerinden Notlar ve Vesıkalar. Belleten ،950.
FRAKNOI, VlLMOS: a Hunyadiak es a Jagellk Kora (1440-1526). Budapest 1896.
FRAKNOI, VlLMOS: a hudai kronika Chronica Hungarorum 1473. Budapest ,900.
Gibbons:Osmanlı imparatorluğunun Kuruluşu. Çev. R. Hulusi. Istanbul 1928.
G0KB1LG1N t.: XV. Asrin Birinci Yarışında, H. Murad Devrinde Hıristiyan Birliği ve Osmanlı-Macar Mücadeleleri .Şırasında Edirne (Edirne'nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabi) Ankara 1965.
GOKBlLGlN, t.:Osmanlı Tarili Yazıcılığı. Belleten 1971.
Halecki o.:The Crusade of Varna. New York 1943.
Hammer:Devlet-i Osmaniye Tari ili. Tere. Ata Bey. c. 1-H. Istanbul 1329. Horvath,JÀnos: a magyar irodalom kezdetei. Budapest 1931.
Horvath, Janos: Az irodalmi muveltseg megoszlasa. Budapest 1944. H(')MAN,B.ALINT-S7٠EKFU, Gyula: Magyar torcete. HI. Budapest 1935- 36.
lORGA, N.: İstanbul'un Zapti Hakkında ihmal Edilmiş Bir Kaynak Çev. Fazıl Işıközlü, Adnan Sadık Erzi. Belleten 1949.
IVANFl, Ede: Keve varmegye emleke. Szazadok 1872.
JIRECEK, CONSTANTIN Jos.: Geschichte der Bulgaren. Prag 1876. Bölüm XVIII ve XIX. Çev. Fazıl Işıközlü (TTK'da gayrî matbu nüsha.).
InaLCIK, Halil: Fatih Devri üzerinde Tetkikler ve Vesıkalar. Ankara .954؛
İNALCIK HaEIL:Bibliyografya (V.L. Menage: Neshri's History of the Ottoman the Sources and Development of the text. London 1964) Belleten, cilt XXIX, Sayi 116. 1965'den ayri basim. Ankara 1965.
KatanO, a. STEPHANO: Historia Critika primorum Hungariae ducum, ex fide domesticorum et exterorum seriptorum. Pestini 1778.
KlaiC, VjEKOSEAV: Bosznia tortenete. Macarcaya ؟eviren I. Szamota. Nagy-Becskerek 1890.
Klanca, Tibor: a magyar irodalom tortenete. Budapest 1982.
Knauz, NanDOR: az 1397-ki orszaggyüles. Magyar Tortenelmi Tar. Pest LEVEND, A.S., Gazavatnâme-i Mihaloğlu Ali Beğ. Ankara 1956.
MÂLYUSZ, ELEMER: A Thuröczy Jânos krönika es forrâsai. Budapest 1967. MÂLYUSZ, ELEMER: Zsigmond kirây központositö törekvesei Magyarorszâ- gon. Törtenelmi Szemle. Yıl i960, sayı 2-3’den ayrı basım.
MÂLYUSZ, ELEMER: Thuröczy jânos krönikâja es a Corniva. A fılolögiai Közlöny. yıl 1966, sayı 3-4’den ayrı basım. Budapest 1966.
MÂLYUSZ, ELEMER: A Thuröczy-krönika XV. szâzadi kiadâsai. Magyar Könyvszemle. 1967.
MlLLEKER, BODOG: A törököknek elsö betöresei Del-Magyarorszâgba Zsigmond es Albert kirâlyok idejeben 1439-393؛ Temesvâr 1914.
MlSKOLCZY I.STVÂN: Nâpolyi Lâszlö. Szâzadok 1922.
MORAVCSIK, Gy.: A magyar törtenet bizânci forrâsai. Budapest 1934. MORAVCSIK, Gy.: Bizânci csâszârok es követeik Budân. Szâzadok 1961, MORAVCSIK, Gy.: Görög költemeny a vârnai csatâröl. Budapest 1935. MORAVCSIK, Gy.: Türk Tarihi Bakımından Bizans Kaynaklarının Ehemmiyeti. II. Türk Tarih, Kongresi. İstanbul 1937.
MORAVCSIK, Gy.: Byzantinoturcica I. Budapest 1942.
OS'I'ROGORSKY: Geschichte der Byzantinischen Staates, München 1963. PECZELY, JÖZSEF, A magyar törtenete. C. II. Debrecen, 1837.
PERJES, GEZA: ،Az Osmân birodalom euröpai hâboruinak katonai kerdesei (1356-1699). Hadtörtenelmi Közlemenyek 1966, 1967.
PESTY, FRIGYES: Zsigmond kirây fogsâgânak ideje. Magyar Tudomâny Ertekezö. Pest ¡862.
POGODIN, P.: I453’de Bizans’ın Türkler Tarafından Muhasarası ve Alınması Tarihinin Kaynaklarına Ait Bir Hülasa. Jurnal Ministerstva Narodnİyago Prosveççeniya Şestoye Desyatiletiye (Millî Eğitim Bakanlığı Dergisi) Bölüm CCLXIV. 1889. Çev. M.E. Resulzade.
PODHRADCZKY, JOSEPHUS: Chronicon Budense textum recognovit. Budae
.838؛
PÖR, ANTAL-SCHÖNHERR, Gyula, Az Anjou hâz es örökösei (1301-1439) Budapest 1895.
RÂZSÖ, GYULA: A Zsigmond-kori Magyarorszâg es a török veszely (1393- 1437). Hadtörtenelmi Közlemenyek 1973.
RÖNAİ, HORVÂTH Jenö: Magyar hadi krönika. C. I. Budapest 1895.
SALAMON, FERENC: Magyarorszâg a török hoditâs korâban. Budapest
•895؛
SlNKOVICS, ISTVÂN: A török ellen¡ vedelem fö kerdesei. Hadtörtenelmi Közlemenyek 1966.
SZEKELY, OTTOKÂR: Hunyadi Jânos elsö hadjâratai. Hadtörtenelmi Közlemenyek. Budapest 1919-1921.
Le RoüLX, DELAVILLE: La France en Orient au XIV eme Siede, c. I. Paris 1886.
TANSEL, SELAHATTIN,: Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih sultan Mehmed’in Siyasî ve Askerî Faaliyeti. Ankara 1953.
THÛRY, JOZSEF: Török törtenetirök. c. I. Budapest, 1893.
ÜNAT, F.R.: Anonim Bir Tevârih٠i Âl-i Osman Nüshası Hakkında. VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1967.
VarJÛ, ELEMER: A Thuröczy-krönika kiadâsai es a Magyar Nemzeti Mûzeum Könyvtârâban Örzött peldânyai. Magyar Könyvszemle. Uj folyam 10 (1902).
YİNANÇ, M. HALİL: Düsturnâme-i Enverî Medhal. İstanbul 1930.
WENZEL, GUSZTÂV: Marino Sanuto Magyarorszâgröl 1496-1501 ben. Szâzadok 1871.
W'ENZEL, GUSZTÂV: Hunyadi Jânos levele 1444-böl. Szâzadok 1869. WERTNER, MOR: Magyar hadjâratok a XV. szâzad mâsodik feleben. Hadtörtenelmi Közlemenyek 1912.
EL KİTAPLARI
Bursalı Mehmed Tahir,Osmanlı Müellifleri. C. ]-III. İstanbul 1342-333؛.
İstanbul Kütüphaneleri Tarih Coğrafya Yazmaları Katalogları Türkçe. Tanh Yazmaları. Türk Tarihine ait Eserler. Milli Eğitim Bakanlığı neşri. İstanbul 1943.
Kosäry, Domokos, Bevezetes Magyarorszâg törtenetenek forrâsaiba es irodalmâba. C. I. Budapest 1970.
Kurat, A.N., Orta Zaman Tarihi İçin Kısa Bir Bibliyografya. İstanbul 1934.
Kural, A.N., Bizans’ın Son ve Osmanlıların İlk Tarihçileri. Türkiyat Mecmuası 1935.
Magyarorszâg Törteneti Kronolbgiäja I. A Kezdelekt'b\ 1526-ig. Budapest 1981.
Murait, Eduard de, Essai de Chronographie Byzantine. St. Petersbourg II. C. ¡871.
Szentpétery, Imre, Oklevéltani Naptàr. Budapest 1912.
ANS1KLOPED1LER
İslâm Ansiklopedisi, Âşık Paşa-zâde Maddesi. Yazan F. Köprülü, C. 1.
İslâm Ansiklopedisi, Kemâl Paşa-zâde Maddesi. Yazan ismet Parmaksızoğiu, A. 6.
İslâm Ansiklopedisi, Karamânî Mehmed Paşa (Nişancı) Maddesi. C. 7.
İslâm Ansiklopedisi, Neşri Maddesi. Yazan Şehâbeddin Tekindağ, C. 9.
İslâm Ansiklopedisi, İstanbul Maddesi. Yazan: M. Tayyib Gökbilgin. C. 2.