Bu makalede Halîfe Me'mûn ve Mu'tasım devirlerinde mühim haşarılar kazanarak Mu'tasım'ın en gözde kumandam durumuna yükselen ve sonra yine kendi halaları yüzünden feci şekilde hayati sona eren Afşin’in hayati anlatılacaktır.
Uşrusana, Maveraun-nehr'in tanınmış bölgelerinden biri olup, Semerkand'm doğusunda, Sogd ırmağı ile Seyhun arasındaki araziyi ihtiva ediyordu. Baş şehri Bunciket olan bu yöre [1], eski zamanlardan beri “afşîn” unvanlı hükümdarlar tarafından idare ediliyordu. Türgiş hükümdarı Sulu Kağan lig (737) yılında başarısızlıkla sona eren, Toharistan seferinden dönerken Uşrusana'ya geldiğinde buramn “melik”i hara Hanahire tarafından karşılanmış ve ona iler türlü konuk severlik gösterilmişti[ 2]. Hana Hire (?) Uşrusana afşînlerinin tarihçe bilinen en eski şahsiyetidir. Hana hire'nin aslinin Türkçe Kara Buğra olması ve Uşrusana afşînlerinin Türk aslından gelmeleri belki İmkânsız değildir. Ancak, böyle de olsa, onların son mensuplarının tamamen Acemlermiş oldukları görülüyor. Hana hire'nin (?) oğlunun adi ayni kaynakta Hara hire veya Hana Hire şeklinde kaydedilir[3] .
Emevîler devrinde Mâveraü'n-nehr'de fethedilmeyen yörelerden biri de Uşrusana vilayeti idi. Hatta mümtaz bir devlet adamı, tecrübeli bir kumandan sayılan Emeviler'in son Horasan valisi Nasr b. Seyyâr'ın (öl. 748) bu bölgeye yaptığı seferin başarısızlıkla sona erdiğini biliyoruz[4].Bu husus Türk kağanlarının Mâverâü'n-nehr’deki yerli hükümdarlara yardımda bulunmaları vakıası ile çok yakından ilgili idi. Ancak, 766 yılında Türgişler’in yerini alan Kartuklar kuvvetli bir devlet kuramadılar. Bu da Abbasî hakimiyetinin Mâverâü’n-nehr’de sağlam bir şekilde yerleşmesini kolaylaştırdı. Halîfe el-Me’mûn, daha Horasan’da iken asker göndererek etraftaki yerli hükümdarların çoğunu vergi vererek kendisine tâbi kılmak mecburiyetinde bırakmıştı. Bu cümleden Uşrusana “melik”i Kâvus da el- Me'mûn'un veziri el-Fazl b. Sehl’e mektup yazıp vergi karşılığında barış istedi; isteği kabul edildi ise de, el-Me’mûn’un Bağdad’a gitmesi üzerine, vergiyi kesti[5]. İşte Afşin, bu Kâvus’un oğlu olup adı Hayzar dır.Fakat o kaynaklarda daha ziyâde bunun arapçalaştırılmış şekli olan Haydar adıyla anılır. Relâzûri’ye göre[6] Kâvus’un üzerinde büyük nüfuzu olan nâzın, Kâvus’un diğer oğlu damadı el-Fazl’ı tutmakta buna karşılık Hayzar’ı kötülemekte idi. Bu yüzden Hayzar, nâzın öldürüp Huttal hâkiminin yanma kaçtı ve ondan babası ile aralarını bulmasını rica etti. Fakat Kâvus bunu reddetti. Bunun üzerine Hayzar Müslüman olduğunu ilan ettikten sonra Bağdad’a gitti ve el-Me’mûn’u alınmasının güç olduğu bilinen, Uşrusana’nın kolayca fethedilebilcceğine ikna etti. El-Me’mûn, Ahmcd b. Ebi Hâlid kumandasında Uşrusana’ya büyük bir ordu gönderdi. Bunu haber alan Kâvus, oğlu el-Fazl’ı yollayıp Türkler’den yardım istedi. Fakat Abbasî kumandanı, Hayzar’m delâleti ile kestirme yoldan yürüyerek Fürkler gelmeden önce Kâvus’un oturduğu şehrin önünde göründü. Teslim olduğu takdirde de hayatına dokunulmayacağına söz verilmesi üzerine Kâvus, yapılan teklifi kabul etti. Bunu öğrenen el-Fazl’da yardıma gelen Türkler’i yalnız bırakıp aynı şeyi yaptı. Türkler’e gelince, onlar, kaynaklara göre, çölde helak oldular. Kâvus Bağdad’a gelip el-Memûn’un itimadını kazandığından Uşrusana hükümdarlığı yine kendisine bırakıldı. Fakat çok geçmeden Hayzar Uşrusana “afşini” olarak babasının yerini aldı[7]. Belâzuri’nin tarihini bildirmediği bu hâdisenin 207 (822-823) yılında vukubulduğu anlaşılıyor[8]. Böylece Uşrusana meliki olan Hayzar bu bölgenin hükümdarlarının unvanı olan afşin (el-Afşîn) unvanını taşımış ve ülkesinden ayrıldıktan sonra da bu unvanı kullanmış ve eserlerde bu unvanı ile anılmıştır. Afşin'in Uşrusana'da ne kadar kaldığı kesin arak bilinemiyor. Bilinen husus onun 215 (8^0) yılında henüz veliahd olan el- Mu'tasım'ın emrinde olduğudur.
Anlaşıldığına göre Mâverü’n-nehr’i imjraratorluğa bağlamak İçin bu ülkedeki melikler, beyler (dehakin) Bağdad'a celbedilip veliahd Ebû Islak Muhammed'in (sonra el-Mu’tasım) emrine verilmişlerdir. Böylece aynı zamanda Mâverâü'n-nehr beylerinin savaşçı kabiliyetinden imparatorluğun bati eyâletlerinde çıkan isyanların bastırılmasında faydalanılacak idi. Afşin Uşrusana melildiği esnasında Semerkand’dan Şâş (=Taş KendJ’a giden anayol üzerindeki Hizek'e iki fersah mesafede (bir fersah 5,5-6 km.) bir ribat yaptırmıştı ki, Hudayser adim taşıyan bu ribât X. yüzyıldan Mâverâü'rı-nehr'deki en meşhur ribatlardan biri sayılmıştır[9]. Yine ayni müellif Minek denilen yerde onun adıyla (Afşin el-Ekber) tanınmış bir hisar bulunduğunu, Afşin'in buraya dinlenmek ve eğlenmek İçin geldiğini yazar [10].
213(828-829) yılında el-Me’mûn, el-Cezîre ile uç vilâyetlerinin idâresini oğlu el-Abbâs'a, Suriye ve Mısır'ın idâresini de kardeşi Ebû ishali el-Mu'tasım’a verdi. Ertesi yıl (214 Rebiyülevvel = 829 Mayıs-Haziran) vekili el-Badgîsî öldürülüp karışıklık çıktığı için Mısır'a giden el-Mu'tasım asây'işi tesis ettikten sonra geri döndü ise de, bu seferde Mısır’daki el-Beşrûd yöresi halkının ayaklandığı haber alındı. 215(830) de Dimaşk'a (Şam) gelen Halife el-Me’mûn, el-Mu’tasım'a âsilerin üzerine Afşin'i göndermesini emretti. Bunun üzerine el-Mu'tasım, yanma Afşin'i alarak yeniden Mısır'a gitti. Âsilerin ayaklanmalarına son verdikten sonra Afşin Berka’ya gönderildi. Afşin buradaki İsyanı da bastırdı ve asilerin başı Müslim b. Nasr'ı yanma alıp Mısır'a döndü. Bu esnada(217 = 832) el-Me’mûn da Mısır'a gelmişti, El-Me’mûn, Afşin’i öncü kuvvetlerinin başı yaparak Aşağı Mısır'daki karışıklıklara son verdi. Tutsak alman asilerin reisleri Bağdad'a gönderildiler[11].
El-Me'mün 218(833) de Pozantı’da öldü ve yerine kardeşi el-Mu’tasım geçti. El-Mu’tasım'ın daha veliahd iken kalabalık bir hassa askerine sahib olduğu anlaşılıyor. Bu hassa askeri e!-Etrâk, el-meğâribe, el-Feragine yahut el-Ebnâ,adları ile biribirinden farklı üç askeri birliğe ayrılıyordu. Bunlardan el-Etrâk yani Türkler'in birliği, üç veya dört bin Türk
memlûkünden müteşekkil olup ipek elbiseleri, süslü kemerleri ve altın kabzalı kılıçları ile diğer birliklerden ayrılıyorlardı. El-Meğâribe Mısırlı, Yemenli ve Kayslı askerlerden meydana gelmişti. Ferâgine yahut Ebnâ’ ise, Ferganalı, Uşrusanalı ve Soğdlu, bir kelime ile Mâverâü’n-nehirli askerlerden müteşekkil idi. Bu sonuncu birliğin başı Afşin olup, Mengü Çûr (çor), İbn Ebu’s-Sâc (Dâvdaz = Divdâd. b. Dîvdest adıyla tanınmıştı), Soğd meliklerinden el-Merzbân b. Türgiş Buhara Hudâh,Vâcin unvanlı melik ve beyler onun kumandanlarını teşkil ediyorlardı. Bu hassa birliklerine Hazzarlar’dan müteşekkil daha az ehemmiyette bir birlik de ilâve edilebilir. Bunlar arasında en fazla biribirini çekemeyen birlikler Türkler ile Mâveraü’nlüler (Ferâgine = el-Ebnâ’) idiler. Bu birliklerin Samarra’da ayrı ayrı mahallelerde oturtulmalarının sebeplerinden biri de budur. Samarra’da Afşin’e Matire denilen yer verildi. Afşin burada bir konak yaptırdığı gibi, Uşrusanalılar ile ona bağlı diğer askerî birlikler Afşin’in konağının çevresinde yerleştirildiler. Bunların da mahallerinde küçük bir çarşı ile mescitler ve hamamlar inşa edildi[12].
El-Mu’tasım halîfe olduğu zaman Bâbek adlı reislerinin idaresinde 201 (= 816-817) tarihinde başlamış olan Hürremî hareketi kuvvetli bir şekilde devam etmekte idi. Gerçekten Hârunu’r-Reşîd’in oğulları el-Emîn ve el- Me’mûn arasında başlayan saltanat mücadelelerinden bir çok zümre ve topluluklar gibi, Hürremîler de faydalanıp Erdebil-Mukan (= Muğan) arasındaki dağlık yöreye iyice hâkim olduktan sonra etrafa akınlar düzenleyip çok insan öldürmüşler, ekserisi kadın ve çocuklardan müteşekkil çok insanı da tutsak alıp hizmetlerinde kullanmışlardı. Müellifler, Hürremîler tarafından yirmi sene içinde öldürülen müslümanların sayısının ikiyüz ellibeş bin beşyüz kişi olduğunu bildirirler[13]. Mes’ûdî öldürülenlerin sayısının beşyüzbin kişi olduğunun söylendiğini kaydeder[14]. Bu rakamların, mübalağalı olmakla beraber, öldürülenlerin sayısının çok olduğunu göstermeleri bakımından değerleri vardır. Hürremîlerin tutsaklığından kurtarılan kadın ve çocukların sayısının da yedibin altıyüz kişi olduğu kaydedilir[15]. Bu tutsaklar Afşin tarafından ailelerine iade edildiler. Hürremîlerin inançlarına gelince bunları islâmiyetin ilkeleri ile telif etmek mümkün değildir. Kaynaklar tarafından verilen bilgiler Hürremîliğin, zamanımızda söylendiği gibi[16]bir mezhep değil bir din olduğunu gösterir.
Bu bilgilere göre Hürremîler tenasühe inanıyorlardı. Dinleri ve kitapları ne olursa olsun bütün peygamberlerin bir ruhtan geldikleri inancı tenasühle ilgili olduğu gibi, vahyin hiç bir zaman kesilmeyeceği akidesi de yine buradan geliyor. Onların dikkate değer inançlarından biri de her hangi bir dinin sâlikinin mükâfat karşılığında mücâzattan korktuğu müddetçe “hakikat” oluşa olsun bütün peygamberlerin bir ruhtan geldikleri inancı tenâsühle ilgili olduu gibi, vahyin hiç bir zaman kesilmeyeceği akidesi de yine buradan geliyor. Onların dikkate değer inançlarından biri de her hangi bir dinin sâlikinin mükâfat karşılığında mücâzattan korktuğu müddetçe “hakikat” yolunda olduğudur. Hürremîler’in Müslümanlara Yahudi (el-Yahûd), Müslümanların da Hürremîlere “kâfir” dedikleri biliniyor.
IX. ve X. yüzyıla ait coğrafya eserlerinde Bâbek’in oturduğu Medinetü Bâbek(Bâbek şehrijde denilen el-Bazz kalesi hakkında açık ve teferruatlı bir bilgiye rast gelinmez. Yalnız İbn Hurdadbih, el-Bazz’ın Berdaa’ya otuz fersahlık bir yerde bulunduğunu yazdığı gibi, yine onun ifadelerinden bu kalenin Erdebil’e yirmibir fersahlık bir mesafede olduğu anlaşılır [17]. Yâkût ise el-Bazz’ın Azerbaycan ile Errân arasında bir nâhiye (küre) olduğunu bildirir[18]. Gerek İbn Hurdadbih’in kayıtlan, gerek Taberîdeki Afşin’in harekâtı ile ilgili bilgiler, el-Bazz’ın Erdebil’in takriben yüzyirmibeş kilometre mesâfedeki dağlık bölgede olduğuna ihtimal verdiriyor. El-Bazz kalesinin yanında aynı adda bir de köy vardı.
Bâbek’in 201(816-817) tarihinden itibâren harekete geçip yörelere kanlı akınlar yapması ve Azerbaycan vâlilerinin onun karşısında âciz bir duruma düşmeleri üzerine el-Me’mûn devrinde 204(819-820)86 Yahya b. Mu’âz, 205 (820-821) de îsâ b. Muhammed, 209 (824-825) de Ahmed b. Cüneyd, İbrahim b. Leys ve 212 (827) de de Muhammed b. Humeyd et- Tûsî gibi kumandanlar Hürremî reisinin tenkiline memur edilmişler ise de, onlardan hiç biri vazifesinde başarılı olamamıştı. Hattâ bu kumandanlardan Ahmed b. Cüneyd Bâbek’e tutsak düşmüş, el-Tûsî de savaş meydanında kalmıştı (214 = 829). El-Mu’tasım’ın halifelik makamına geçtiği yılda (218 = 833) Cibâl eyâletinden (Irak-ı Acem = Hemedan, İsfahan, Rey ve Kazvin bölgeleri) kalabalık bir topluluğun Hürremî dinine girdiği ve bunların Hemedan’da biraraya geldikleri haber alınmıştı. Halîfe savaşmak için toplanmış olan bu Hürremîlerin üzerine İshak b. İbrahim b. Mus’ab’ı yolladı. İshak onlardan çoğunu öldürdü; geri kalanları Rûm ülkesine yani Anadolu topraklarına kaçtılar[19]. Fakat îshak Bâbek’e karşı gönderilmiş olan kardeşi İbrahim’in bir iş görememiş olması üzerine el٠Mu'tasım, Mısır’daki isyanların bastırılmasındaki başarıları ile tanınmış olan, Afşin’e Cibâl valiliğini verip onu Bâbek’in faaliyetlerinin sona erdirilmesine memur etti (Cumâdelâhire 220 = Haziran 835). Halîfe ile kumandam, Bâbek işinin pek mühim bir mesele olduğu üzerinde tam bir görüş birliği içinde idiler. Onlar Bâbek ve taraftarlarının ölümü hiçe sayan cesaretleri yanında tecrübeli savaşçılar olduklarını biliyor, arazinin sarplığı ve ikliminin sertliği yüzünden harekâtın kolayca yapılamayacağını anlıyor ve başarının kazanılması için ikmâl işinin mükemmel bir şekilde yürütülmesi gerektiğini kabul ediyorlardı. Bu sebeple Afşin sefer hazırlıklarını tamamlamaya çalışırken emirlerden Ebû Sâid Muhammed b. Yûsuf, önden gönderilip Bâbek’in yıktığı Zencan ile Erdebil arasındaki kalelerin onarılmasına ve içlerine asker konulmasına memur edildi. Bundan maksat erzak ve cephaneyi devamlı bir şekilde Erdebil’e ulaştırmaktı. Ebû Saîd kaleleri onardı ve buna mani olmak isteyen Bâbek’in kuvvetlerini yendi. Bu başarının ilk neticelerinden biri Bâbek’e itaat etmiş olan Tebriz ve Şahî kalelerinin hâkimi Muhammed b. Bu’ays’ın Bâbek’ten ayrılması ve hattâ onun İsmet adlı kumandanını yakalayıp halîfeye göndermesi oldu. Afşin Azerbaycan’a gelerek karargâhını Berzend’de kurdu (220 = 835). Burası Bâbek’in oturduğu el-Bazz kalesinin kuzeyine düşüyordu. Ferganalılar birliğinin bütün kumandanları sefere katılmışlardı. Bunlar arasında Beşîr adlı Türk asıllı bir kumandan da görülüyor.
Bazz kalesi ve Hürremîler’in tahassun ettikleri yöre her taraftan kuşatıldı. Afşin’in kuvvetleri baskına uğramamak için bulundukları mevzileri hendekler ile çevirdiler. Hattâ bazı yerlerde surlar bile yapıldı. Erzak, cephane ve paranın sâlimen ve kesilmeksizin ulaşması için Afşin kısa bir zaman içinde mükemmel bir teşkilât kurdu. İlk yılda Afşin Arşak denilen yerde Bâbek’i yendiği gibi onu Mukan’a kaçmak zorunda bıraktı. Aynı yılda Türk kumandanlarından Büyük Boğa Erdebil’e geldi. O askerin maaşını getirdiği için yanında az bir adam vardı. Ertesi yıl (221 = 836) Boğa’nın askerleri, Bâbek’in Hürremîleri tarafından mağlup edildiler, öyle ki Boğa’nın askerlerinin her şeyi düşmanların eline geçti. Buna mukabil Afşin Bâbek’i yeniden mağlubiyete uğrattı. Boğa, Afşin’in emri üzerine .Meraga’ya döndü. Bu husus kazanılacak zaferde Boğa’nın hisse sahibi olmasının istenmemesinden ileri gelmesi bence pek az muhtemeldir. 222 (837) yılında Halîfe, yakınlarında Câfer b. Hayyât ile Aytah’ı Afşin’e gönderdi. Bu, Bâbek'în Bizans İmparatoruna: “harekete geç; karşında kimseyi bulamaycaksm. Zira Halife terzisi (e,-Hayyât) ve ahçısını (Aytah et-'J'abbâh) bile üzerime gönderdi” şeklinde mektup yazmasına vesile oldu. Bu yılda Afşin harekât planım mükemmel bir şekilde uygulayıp el-Bazz yahut Medinetu Bâbek'i fethetti (20 Ramazan 222 = 26 Temmuz 837) Bâbek'irı ele geçirilen askerleri öldürüldüler. El-Bazz yıkıldı. Babek birkaç adamı ile kaçmaya muvaffak oldu ise de sığındığı Ermeni reislerinden Sehl b. Sunbât tarafından Afşine teslim edildi. Afşin yanında Bâbek ile kardeşi Abdullah ve üçbin üçyüz dokuz Hurremî kadını ile birlikte Samarra'ya hareket etti. El-Mu'tasım, Afşin'e Berzend'den hareketinden Samarra'ya gelinceye kadar her gün bir at ve hilât gönderiyordu ki [20], bu. Halîfenin hakli olarak Afşin’in kazandığı başarıya pek sevindiğini ifade eder. Esasen Afşin’in karargahı olan Berzend-Samarra arasında kurulmuş olan ulak teşkilâtı ile Halîfe harekât hakkında hergün haber alıyordu. Halife, Afşin’i yeni askerî birlilder ile daima takviye ettiği gibi, askerin erzak ve maaşının zamanında gönderilmesi ile de yakından meşgul olmuştu. Onun İçin Bâbek'e karşı kazanılan zaferde gerçekten dirayetli bir halîfe olan el- Mu'tasım'ın payı büyüktür. Afşin Samarra'ya girerken (Safer 223 = Ocak 838) Halîfenin oğlu ve diğer aile efrâdı tarafından karşılandı. Böylece sefer üç yıldan fazla sürmüş oluyordu. Bâbek’în elleri ve ayaklan kesildikten sonra başı da bir zaman Horasan şehirlerinde dolaştırıldı; kardeşi Abdullah da Bağdad'ın ayni şey yapıldı. Afşin'e muzaffer bir kumandan olarak başına taç kondu ve elbise giydirildi; yarısı kendisine ait olmak ve yarısı da kumandan ve askerlerine dağıtılmak üzere yirmi milyon dirhem verildi ve Sind eyâleti de Afşin'e ikta edildi. Başte Ebû Temmâm olmak üzere, şairler. Halîfe ve Afşin'i öğen şiirler yazdılar[21].
Yine ayni yılda (223 = 838) Bizans hükümdârı Teophilos halifeliğin topraklarına girerek Malatya’nın güneyindeki Ziparta şehrini zapt edip yaktığı, erkeklerin burunlarım, kulaklarım kestirdiği, kadınları ve çocukları tutsak aldığı haber alindi, imparatorun bu seferi Bâbek'in İsteği üzerine yaptığı kaydediliyor. Bizanslılar'ın Müslüman halka karşı gösterdikleri şiddet Halîfeyi çok kızdırdığından gecikmeden harekete geçildi ve intikam almak İçin Anadolu içlerine girildi. El Mu’tasım Afşin'e Hades ( = Göynük) geçidi veya Malatya yolu ile Bizans topraklarına girmesini emretmiş [22],kendisi de Tarsus'tan harekete geçmişti. Afşin Bizans'ın Armenyak eyaletine (başlıca Sivas-Amasya bölgeleri) girip batıya yöneldi. Yolda karşısına çıkan imparatoru bozguna uğrattı (223 Şaban = 833 Temmuz). Afşin’in kazandığı bu zafer el-Mu'tasım ve bütün ordusunda derin bir sevinç yarattı. Sonra Halife ve kumandam Afşin Ankara'da buluştular. Halîfe buradan güneye yöneldi. Hedef Ammuriye (Amorium = Amirion) şehri idi. Bu şehrin Emirdağ kasabasının oniki kilometre doğusundaki Hacı Hamzalı köyü yakınında, olduğu kabul edilmiştir [23]Abbasi ordusunun sağ koluna Afşin, sol koluna da Aşnas et-Türki [24]kumanda ediyordu. El-Mu'tasım'ın çok sevdiği ve kendilerine çok değer verdiği Türkler, Aşnas’ın kumanda ettiği sol kol ile bizzat kendisinin idaresindeki merkez kolunda yer almışlardı. Ammuriye şehrine yedi konakta varıldı ve elli beş gün kuşatmadan sonra fethedildi. (223 Ramazan = 838 Ağustos). Şehrin kumandam da tutsaklar arasında bulunuyordu. Seferden dönülürken büyük emirlerden 'Uceyf b. ؛Anbese (Sogdlu), Ferganalı 'Amr ve daha bir çok emîrin el-Mu'tasım'ı öldürüp yerine el-Me'mûn oğlu el-Abbâs'1 geçirmek istedikleri haber alındı. Bunlar hem Afşin'in hem de Aşnas, Aytah gibi emirlerin yükseltilmelerini çekemedikleri için bu fesat hareketini hazırlamışlardı. Birer birer tutulan suikastçı emirlerin hayatlarına son verildi. Halife, yegeni el-Abbâs'1, muhafaza etmesi için Afşin'e teslim etti. El-Abbas Menbic'e gelinceye kadar aç bırakıldı. Burada yemek arzu ettiği için, önüne çok yemek kondu; bu yemekleri yedikten sonra su istedi ise de verilmedi. Bunun tabii bir neticesi olarak çok geçmeden susuzluktan öldü [25].
224(839) yılında halife, çok sevdiği emirlerden Türk Aşnas’ın kızı Otranca veya Otarca ile[26] Afşin'in oğlu el-Hasan'ı bizzat kendi sarayında evlendirdi (Cumade'1-âhîre = Haziran-Temmuz 839) Bütün Samarra halkının katıldığı muhteşem bir düğün yapıldı. Bu husus halifenin adlan geçen emirlerine büyük değer verip onları biribirlerine yaklaştırmak istediğini gösterir. Böylece Türkler (el-Etrâk) Mâverâü’n- nehrliler (Ferâgine = Ebnâ’) arasındaki rekabet ve belki husûmet, daha doğrusu kıskançlık ortadan kaldırılacak veya en az dereceye indirilmiş olacak idi. Düğünden sonra el-Hasan’ın bir memuriyet ile Mâverü’n-nehr’e gönderildiği anlaşılıyor. Bu memuriyetin Uşrusana valiliği olduğu kabul edilebilir. Yani el-Hasan’ın babasına vekâleten Uşrusana’nın idaresine gönderilmiş olması mümkündür. El-Hasan kendisine ait bazı yerlere tasarruf ettirmediği için, Horasan valisi Abdullah b. Tâhir’e bağlı Mâverü’n-nehr valisi Nûh b. Esed’den şikâyetçi idi. Nuh b. Esed’in bunu Abdullah b. Tâhir’in emri ile yaptığından şüphe edilmez. Afşin ile Abdullah b. Tâhir arasındaki derin, fakat iyice açığa çıkmamış husûmet de çoktan başlamış bulunuyordu. Esasen Afşin’i felâkete götüren hâdiseler de aynı yılda baş gösterdi. Filhakika Afşin Bâbek işini başarı ile neticelendirdikten sonra kendine tâbi olmak üzere Azerbaycan vâliliğini kayın biraderi Mengü Çûr(yahut Çör)el-Ferganîye vermişti. Mengü Çûr Bâbek’in kalesinde gizlenmiş zengin bir hazine ele geçirmiş ise de bundan ne halîfeyi, ne de Afşin’i haberdar etmişti. Fakat Azerbaycan posta reisi durumu Halîfeye bildirdi. Kaynaklara göre, Mengü Çûr posta reisi Abdullah b. Abdurrahman’ı öldürmek istedi[27], hatta posta reisini koruyan Erdebilliler ile savaştı. Bunu duyan halîfe Afşin’e Mengü Çûr’u azledip yerine bir başkasını göndermesi emrini verdi. Afşin’de kalabalık bir ordu ile Dîvdâd adiyle tanınmış olan Ebu’s-Sâc’ı yolladı. Bu da Afşin’in hemşehrisi ve onun buyruğundaki kumandanlardan biri idi. Kaynaklara göre Afşin Dîvdâd’a Mengü Çûr ile savaşmamasını söylemişti. Bunun üzerine el-Mu’tasım, Mengü Çûr’a karşı Büyük Boğa kumandasında Türkler’den müteşekkil bir kuvvet şevketti. İşsiz, güçsüz takımını da hizmetine alarak askerinin sayısını artıran Mengü Çûr, Erdebil önünde Boğa ile muharebeye tutuştu ise de yenildi; askerlerinin bir kısmı ile Bâbek’in tahrib ettirdiği bir hisarı onarıp Boğa’ya mukavemete çalıştı. Ancak çok geçmeden askerleri onu Boğa’ya teslim ettiler[28]. Yakûbî, Mengü Çur’un giriştiği savaşta yenileceğini anlayınca Boğa et-Türkî’den “âmân” istediğini, Boğa’nın da âmân verip onu Samarra’ya getirdiğini yazar[29]. 225(839-840) yılı başlarında Samarra’ya getirilen Mengü Çûr orada hapse atıldı [30]. Aynı yıl içinde
Afşin’de “haras” memuriyetinden yani muhafız kumandanlığından azledildiği gibi, az sonra da hapse konuldu. Afşin el-Cavsak'ta minareye benzer bir yer yapılarak orada hapsedilmişti. Burasının ancak oturulabilecek derecede genişliği olan bir yer olduğu bildiriliyor. Halîfe, Mengü Çûr’un, Afşin’in emri üzerine itaatsizlik gösterdiğini öğrenince ona karşı tavrı değişmişti. Bunu anlayan ve geleceğinin hiç de iyi olmayacağını gören Afşin, ülkesine kaçmak için bir plan hazırladı. Buna göre Afşin, kendi idaresindeki kuzeyde bulunan eyâlet yolu ile Hazar ülkesine gidecek ve oradan da Türk illerini dolaşıp Uşrusana’ya ulaşacaktı. Bu arada onun, mümkün olursa, hazar hakanını da Halîfeye karşı kullanmayı düşündüğü de bildiriliyor. Sonra bu plana, vereceği bir ziyafette Halife ile Aşnas, Aytah ve diğerleri gibi kumandanların zehirlenmeleri de dahil edildi. Halîfe gelmez ise bu iş kumandanlara yapılacak idi. Fakat Afşin’in kumandanlarından ve aynı zamanda kavimdaşı hemşehrisi Vâcin, bu planı uygulamanın mümkün olmadığını ifade etmiş ve bu da Afşin’e yetiştirilmişti. Afşin’in, hakkında tehdid edici sözler söylediğini haber alan Vâcin, hayatını tehlikede görüp geceleyin Halîfenin sarayına gitti ve geceyi Aşnas’ın yanında geçirdi; sabahleyin durumu Halîfeye anlattı (daha sonraları Halîfe el-Mütevekkil’in katline katılan Vâcin, işte bu Vâcin’dir). El-Mu’tasım Afşin’i çağırtıp hapsettirdi. Vezir Abdulmelik b. Ziyâd, baş Kadı Ahmed b. Ebû Dâvud ve emirlerinden îshak b. İbrahim b. Musab’dan müteşekkil bir heyet Afşin’i muhakemeye memur edildi. Afşin şu suçları işlemekle itham ediliyordu: i - Uşrusana’ya para yollamak. Afşin Bâbek işi ile meşgul iken Azerbaycan ve Ermeniye vilâyetlerinden kendisine verilen veya getirilen para ve değerli nesneleri adamları vasıtası ile Uşrusana’ya yoluyordu. Horasan vâlisi Abdullah b. Tâhir, bunu Halîfeye arz etmiş, Halîfe de gönderilen şeylerin neler olduğunu bildirmesini yazmıştı. Sonra Abdullah b. Tâhir Nişabur’da Afşin’in iki adamını yakalayıp onların üzerinde çok miktarda para bulmuş ve bu parayı Türklere karşı göndereceği askere dağıttığını [31]hem halîfeye, hem de Afşin’e bildirmiş ve Afşin’e: "eğer bu para senin ise Emîrü’l- müminin’in asker için göndereceği paradan o meblâğı ayırıp sana göndereceğim” demişti. Bunun üzerine Afşin: “Horasan valisine Emîrü’l- müminin’in malı ile benimki arasında fark yoktur” şeklinde bir cevap göndermek zorunda kalmıştı. Afşin’in Uşrusana’ya para göndermesi Uşrusana’nın Afşin adına oğlu, veya bir vekili tarafından idare edildiğini gösterir. Esasen Uşrusana’nın Afşin’den sonra da 279(892-893) tarihine kadar yerli hükümdarlar tarafından idare edildiği paralardan anlaşılıyor ki[32] bu hükümdarların Afşin’in soyundan gelmeleri pek muhtemeldir. Afşin’in Uşrusana’da bir hâzineye sahib olmak istemesi hayatî bir tehlike karşısında oraya kaçacağını ifâde eder. Diğer taraftan Afşin’in verilen ve getirilen bu paranın hepsine sahiplendiği için hâzinenin hissesini de zimmetine geçirmiş sayılması muhtemeldir. Afşin’in bu ithama nasıl bir cevap verdiği bilinemiyor. 2- Mâzyâr’ı isyana teşvik etmek. Taberî’de Afşin’in Taberistan meliki Mâzyâr b. Karin’i isyana teşvik ettiği bunu da Mâverâü’n-nehr’i içine alan geniş Horasan eyâletinin vâlisi olmak için yaptığı anlatılıyor[33]. Hatta Afşin’in bu hususta Mâzyâr’a yazdığı mektupların ele geçirilip el-Mu’tasım’a gönderildiği bildiriliyor[34]. Taberî’nin kaynaklarından birinde Mâzyâr’ın hem Horasan vâlisi Abdullah b. Tâhir’e, hem de Samara’ya getirildiğinde (224 = 839) el- Mu’tasım’a Afşin’in kendisine mektup yazdığını ikrar ettiği bildiriliyor[35]. Taberî’nin diğer bir kaynağına göre ise Mâzyâr, Halîfeye Afşin’in kendisine mektup yazdığını ikrar etmemiştir[36]. Hatta el-Mu’tasım, Mâzyâr’ın bu sözlerine kızıp onu kamçılatmış (dörtyüz elli kamçı vurdurmuş) ve Taberistan meliki yediği bu kamçılardan sonra su istemiş verilen suyu içer içmez ölmüştür [37] . Yâkûbî’de Mâzyâr’ın Afşin tarafından kendisine mektup yazmadığım, ancak vekiline Afşin’in çok iyi davrandığım söylediğini kaydeder. Mes’ûdî ise[38], Afşin’in, kendisini isyan hareketine girişmeye teşvik ettiği hakkında Mâzyâr'ın ikrarda bulunduğunu bildirir. Afşin muhakeme edilirken Mâzyâr da çağ irilip mesele kendisinden soruldu. Mâzyâr: “kardeşi Hâş kardeşim Kuhyâr’a yazıyordu; o mektuplardan birinde şöyle deniliyordu. “Bu ak dini (yani Mecusiliği) ben, sen ve Bâbek yeniden yükseltebilirdik. Bâbek'i kurtarmaya çalıştım. Fakat ahmaklığı buna mani oldu. Eğer isyan edersen benden başka seni yenebilecek kimse yoktur. Zira bahadır atlılar ve cesur askerler benim buyruğum altındadır. Onları sana gönderirsem kimse bizimle savaşamaz. Çünkü, Arab, köpeğe benzer, bir kemik a tip sonra topuzla başına vurursun. Sinekler yani Megaribe’ye gelince onlar sadece baş yiyicidirler. Şeytanların oğulları olan Turkler'in ise oklan tükeninceye değin güçleri vardır. Bu da bir saat sürer. Sonra atlılar onlan çevirip yok ederler. Böylece dinimiz de Acemler (Sasaniler) zamanındaki yüksekliğine erişir”[39].Tarih-i Taberistan müellifi ibn İsfendiyâr'a göre, tutsak alınmış ve verilen içkinin sarhoşluğu İçinde bulunan Mâzyâr, Abdullah b. Tâhir’e şu sözleri söylemiş: ''Ben, Afşin Hayzar b. Kavus ve Babek, bu üçümüz devleti Arabın elinden alıp kisralar (Sâsânî) hanedanının mensuplarına vermeyi kararlaştırmıştık[40], İbn İsfendiyâr, Taberi'ye veya ona bağlı eserlere dayanmıyorsa bu sözler dikkate şâyândır. Yine ona göre Mâzyâr, Abdullah b. Tâhir’e: “evvelki gün Afşin'in bir adamı yanıma geldi ve Afşin'in falan gün, falan saatte el- Mu'tasım ve oğullarını öldüreceğini bana bildirdi.” itirafında bulunmuştur[41]. Mes’ûdî de Afşin ile Mâzyâr'ın mecûsî dinini diriltmek İçin ittifak ettiklerini yazar[42]. Bu mesele ile ilgili olarak Afşin'in muhakemesinde: ''o, kardeşimin kardeşine mektup yazdığım iddia ediyor. Bu beni ilgilendirmez. Ben ona mektup yazsa idim onu kendime İnandırıp yaklaştırdıktan sonra ensesinden tutup Halifenin katina getirirdim, o zaman Abdullah b. Tâhir'in duyduğu sevinci ben duyardım” sözlerini söylediği bildiriliyor. Her halde Afşin'in isyan etmesi İçin, doğrudan doğruya veya kardeşinin mektupları ile, Taberistan melikine teşvikte bulunduğunu kabul etmek lâzımdır. Bunu da Mâverâü’n-nehr bölgesini de İçine alan Horasan vâliliğini elde etmek İçin yaptığı şüphesizdir. Çünkü, Afşin, herkes gibi Taberistan meliki Mâzyâr'ın Horasan vâlisi Abdullah b. Tâhir'den nefret ettiğini biliyordu. Diğer taraftan bir gün yalmz kaldıklarında, Halife'den Tâhir oğullarını Horasan’dan azl etmek istediği mânâsını veren sözler İşitmiş ti. Mâzyâr isyan bayrağını kaldırdığı takdirde el-Mu’tasım’ın isyanın bastırılmasına kendisini vazifelendireceğine inanmış ve bu yolla Horasan valiliğini elde edebileceği ümidine kapılmıştı. Gerçi Mâzyâr isyan etti, fakat isyanın bastırılmasına Afşin memur edilmedi. 3- Afşin Müslüman olmayıp eski inancını sürdürmüştür. Mahkemeye pek yoksul giyimli iki kişi getirildi. Bunların sırtlarında yedikleri kamçı darbelerinden et kalmamıştı. Afşin biri imam, biri de müezzin olan bu iki adama biner kamçı vurduğunu itiraf ettikten sonra: “bunlar Uşrusanlılar’a ait bir mabetteki putları çıkarıp orayı mescid yapmışlar; zulmedip onları ibâdethânelerine sokmamışlar. Halbuki ben Soğd melikleri ile herkesin serbestçe kendi dininde ibâdet edebileceğine dair bir andlaşma (ahd) yapmıştım.” dedi[43]. Afşin’e ait altın, mücevher ve ipekle süslü bir kitap vardı; içinde putperestlik inançları (küfr) bulunan bu kitabı niçin okuduğu soruldu. Afşin, bunun, Kelile ve Dimne, Mezdek kitabı gibi bir kitap olup babasından kaldığını ondaki Acemlerin “âdabı” ile ilgili bahisleri okuduğunu ve bunları okuyan bir insanın dinden çıkmış sayılamayacağı cevabını verdi. Sonra bir Mecûsî din adamı (Möbez) de şöyle bir ifâde verdi: “Afşin boğularak öldürülmüş bir hayvanın eti, kesileninkinden daha yumuşaktır”. Bir gün de şunları söyledi: “içlerine girdiğim şu insanların (Müslümanlar veya Müslüman Arablar) hiçbir şeylerinden hoşlanmadım. Onların yüzünden zeytin yağı yedim, deveye bindim ve sandal (na’l) giydim. Bununla beraber benden bir kıl bile düşmedi, kanım da akmadı, senin anlayacağın sünnet olmadım”[44]. Afşin bu iddiaya verdiği cevapta, Mecûsî olan bir kişinin şehâdetinin kabul edilemeyeceğinin bilinmesine rağmen bu adamın konuşturulmasını hayretle karşıladığını ifade etti. Sonra Soğd meliklerinden el-Merzbân b. Türgiş (?) konuşturuldu. El-Merzubân Uşrusana halkının Afşin’e falan oğlu falan kolundan ilahlar ilahına başlıklı mektuplar yazdığını söyledi. Afşin şu cevabı verdi: “bu doğrudur. Dedeme, babama ve Müslüman olmadan önce bana böyle yazılırdı. Kendimi onlardan aşağı görmekten hoşlanmam; çünkü bana karşı itaatları bozulur[45]. Afşin’in bu sözleri üzerine heyetten İshak b. İbrahim: “Ay Haydar! yazıklar olsun sana; bi’llahi diye nasıl yemin edebilirsin, sana nasıl inanılabilir ve sen nasıl Müslüman sayılabilirsin; sen Firavun’un iddia ettiğini iddia ediyorsun” demekten kendisini alamadı. Sonra Afşin’e sünnetli olup olmadığı soruldu; tehlikeli bulduğu için olmadığı cevabını verdi. Böylece muhakeme sona erdi. Emirlerden büyük Boğa onu mahbesine götürdü[46].
El-Mu’tasım oglu Hârûn (el-Vâsık); vasıtası ile Afşin'e bir tabak meyve gönderdi. Afşin de Halîfenin bir adamı vasıtası, ile ona aklın almayacağı boş sözlere inandığım, Mengü Çûr'u isyana teşvik etmediğini, kendisinin Halîfenin bir kulcuğu ve yetiştirmesi olduğunu bildirdi ve buna, durumunun yenmek için efendisine yırtıcı bir hayvan olduğu ısrarla söylenen bir “buzağıdan farksız olduğu sözlerini ekledi. Fakat el-Mu'tasım onu affetmedi; saçı, sakalı kesilerek oğlu el-Hasan’a gösterildikten az sonra Afşin öldü (Çaban 226 = Mayıs-Haziran 841); ölümünün açlıktan ileri geldiğinden şüphe edilmez. Zira kendisine hergün ancak bir dilim ekmek (ragif) veriliyordu847].
Afşin'in çıplak cesedi bir saat kadar Babü'l-âmme'de asılı kaldıktan sonra yakıldı ve külleri de Dicle'ye atıldı[48]; evinde ve kasrında yapılan aramada ağaçtan yapılmış, süslenmiş ve mücevher takılmış bir insan heykeli bulundu. Bunun kulaklarında sedef türünden küpeler vardı. Yine Afşin'in evinden çirkin resimler, putlar Veziriyye'deki eşyası arasında, başka bir put bulunduğu gibi, kitapları arasìnda da, Mecûsî dinine ait “Zerâveye” adil kitap ile içlerinde bu dinin esaslarım öğreten başka kitaplar da ele geçirildi [49].
Afşin, şüphesiz Abbâsîler tarihinin en kudretli devrinin mühim simalarından biridir; hâtırasının sonraki müelliflerce de yaratıldığını biliyoruz. Gerçekten o daha halîfe Me'mûn zamanında Mısır'da çıkan isyanların bastırılmasındaki başarılan ile muktedir bir kumandan olduğunu isbat etmiştir. Babek'e karşı giriştiği harekata dair verilen tafsilat, onun harp işlerinde bilgili ve mâhir bir kumandan olduğu hakkında daha iyi bir fikir veriyor; askerleri de cesur ve tecrübeli olmakla beraber gösterdikleri yararlıklarda şahsiyetinin büyük bir payı olduğu şüphesizdir. Çünkü Afşin'den sonra Maverü'n-nehirliler varlıklarını sürdürdülerse de üstünlüğü Türkler'e kaptırdılar ve çıkan fırsatlardan da faydalanamadılar. Afşin'in Türkleri şeytanların oğullan (evlâdü’ş-şeyâtîn) şeklinde vasıflandırması dikkate şâyândır. Takriben bir asır sonra Orta İran'a tağallüb eden Gilanlı Merdâvîç b. Ziyar da Memlükleri olan Türkler'e: “siz şeytânsınız'' demişti. Mamafih bu kayıtlar İran aleminde Türkler hakkında böyle bir sözün kullanıldığını ileri sürmek İçin kâfi değildir. Afşin'in eğer yazdı ise Arablar hakkındaki vasıflandırması, belki kendi zamanındaki Arab asıllı asker İçin olabilir. Ancak böyle de olsa bu vasıflandırma haksiz ve pek yakışıksızdır.
Afşin’in İranî kültürüne bağlı olduğu ve hatta onu üstün gördüğü kabul edilebilir. Bu da İslâm alemini geç bir yaşta tanımış olmasından ileri gelebilir. Fakat Sâsânî imparatorluğunu diriltmek ve Mecûsîliği hâkim bir din haline getirmek gayesini taşıdığı iddialarını tasdik etmek için deliller, bize göre, kâfi değildir. IX.-XIII. yüzyıllar arasında Iran asıllı emirler ve aydınlardan bazılarının İran kavmiyetçiliği şuurunu taşıdıkları görülür. Fakat İslâm’ın birleştirici ilkeleri karşısında bu gibi düşünceler yaygın ve devamlı bir cereyan haline gelememiştir. Afşin’in görünüşte Müslüman, fakat içinden eski kavmî dinine bağlı olduğu iddiasına gelince, verilen haberlerin hemen hepsi bu iddianın lehindedir. Afşin’in cesedinin yakılması, Halîfe el-Mu’tasım ile çevresindekilerin onun Müslüman olmadığına inandıklarım gösterir. Afşin’in halbuki el-Mutasım’ın Afşin’e pek değer verdiğini biliyoruz. Hadiseler Halife’nin bu emirinin şöhretini kıskanması ile ilgili olmadığını açıkça gösteriyor.
Afşin’in el-Hasan adlı oğlu yirmidört yıl hapis hayatı geçirdikten sonra 250(864)’de serbest bırakıldı. El-Hasan Bağdad’da bulunan Halîfe el- Müsta’în’in yanına gitti. Bunun sebebi Mâverâü’nlüler’den ekserisinin el- Müsta’în’in etrafında toplanmış olmaları idi. Türkler’in pek çoğu ise el- Mu’tezz ile birlikte Samarra’da bulunuyordu. El-Müsta’în, Afşin’in oğlunu Uşrusanalılar İle başkalarından müteşekkil bir askerî birliğin başına geçirdiği gibi, askerinin erzakı için her ay onaltıbin dirhem tahsis etti. El- Hasan’dan Bağdad’a hücum eden el٠Mu’tezz’in Türk ve Meğarîbe askerlerine karşı şehrin müdafaasına katıldı (251-865). Bu tarihten sonra ondan bir daha söz edilmiyor.
KAYNAKLAR
Belazur, Fütühü '1-buldân, Kahire, 1932, s. 320, 325, 418-420; Dinevert, Ki tabu ahbân't-tivâl, yayınlayan. w. Guirgass, Leyden, 1888, s. 398, 399, 400, 401 (az ve mühim olmayan bilgiler); İbn Kuteybe, Kitâbu'1-ma'ârif, yayınlayan. F. Wustenfeld, Gottingen, 1850, s. 200 (ehemmiyetli kayıtlar yoktur); Yâ’kûbî, Tarih, Necef, 1348, II, s. 192, 199, 200, 207, 208, 209, 210, 211,212; Taberi, yayınlayan M.J. De Geoje, III, dizin (beklenildiği gibi en tafsilatlı ve en dikkate değer haberler bu eserdedir); Mes'udl, Mürûcu z- zeheb. Kahire, 1948, IV, s. 60, 61, 62, ayni müellif, Kitâbu’t-tenbih ve'1- i af, Kahire 1938, s. 77, 144, 145, 305, 306, 308, 342 (Bu müelliften mühim bilgiler vermesi beklenirdi). Kitâbu'1-uyünı'l- daik, yayınlayan De Geoje-P. Dejong, Lugdunu Batavarum 1869, dizin (Taberi'deki haberlerin tekrarı); Ibn Miskeveyh, Tecârübü'l-ümem, yay. M.J. De Geoje, Leyden 1871, s. 478-528 (Taberi'den); Ibnü'1-Esîr, yay. c. j. Tornberg, V-VII, dizin (Tabari'den); ibn Hurdadbili, el-Mesalik ve'1-memâlik, yay. M.J. De Goeje, Lugduni-Batavorum, 1889, s. 20, 40, 120, 121, 122; Yâ’kûbî, Kitabu'l-buldan, yay. M.J. De Geoje, Lugduni-Batavorum, 1892, s. 136, 262; el-tstahrl, Kitabu mesâlüti'1-memâlik, yay. M.J. De Goeje, Lugduni- Batavorum, 1927, s. 292, 295, 323, 325, 326, 328; Ibn Havkal, Kitabu şureti'1-arz, yay.J. H. Kramers, Lugduni-Batavorum, 1939, II, s. 468, 499500, 504, 505, 506, Yâkût, Mu'cemü'1-buldân, yayınlayan F. Wustenfeld, Leipzig, 1866-1873, I, s. 278, 464, 526, 744, 755, IV, s. 297, 403; w. Barthold, Turkestan down to the Mongolinvasion, GMNS, London, 1928, s. 167, 168,211. Ibn Tiktaka (kitabu'l-Fahri, Kahire, 1317 ile Hindu h b. Sencer’in (Tecârübü's-se!ef, yayınlayan A. ikbal. Tahran, 1344) eserlerinde Afşin'in adi bile geçmiyor.