60'lı yıllarda Bati Anadolu kıyı kesiminde ve içlerinde yapılan yeni kazı ve araştırmalar, Anadolu'nun Geç Bronz Çağ'ında karşılaştığımız, kimi sorunlara bizleri tekrar yöneltmektedir[1].
Özellikle II. binin 2. yansından itibaren Kıta Yunanistan-Argolis kökenli kültür kalıntıları. Bati Anadolu kıyılarında karşımıza çıkar. Kültür ve ticari alış verişle oluşan bu kalıntılar, sorunları daha da güncelleştirmiştir. Konumuzun İçeriğini oluşturan Miken-Akha kültür izleri ve kalıntıları Bati Anadolu'da, önceleri Girit-Minos ilişkileriyle başlar. Sonra Miken-Akha ticari egemenliğini yaşar. Aynca Ege ile Bati Anadolu-Hitit ilişkileri de günümüz arkeolojisinde göz ardı edilmemiştir. Nitekim bilim adamları yıllardır önemini korumakta olan bu oluşum üzerine ilgilerini yoğunlaştırmışlardır[2].
Daha önceki bir araştırmamızda. Bati Anadolu'daki Miken etkinliklerini irdelemiş, yayınlanmamış kimi özgün buluntuları arkeoloji dünyasına duyurmuştuk [3]. Bu çalışmamızda yine bir yüzey araştırması sırasında lonia içlerinde ele geçen Miken pyxisini incelemek ve bazı sorunlara değinmek arzusundayız. Bati Anadolu'da son yıllarda gün Işığına çıkarılan üç önemli nekropol, problemlerini de beraberinde getirmiştir. Bunlar; kazısı 6o'lı yıllar İçinde bitmiş olan Müskebi (Ortakent- Halikarnassos yarımadası), 8o'li yıllar İçinde başlayan ve kazısı devam eden Troas bölgesindeki Beşik Tepe ile Menemen-Panaztepe gömütlükleridir [4]. Bu araştırmada kimi sorunlarına öncelikle değinmek istediğimiz merkez, Müskebi’dir.
Anadolu’da Miken yerleşmesi diyebileceğimiz merkezler bugün için çok azdır[5] Ancak Emporio’ların varlıkları bilinmektedir. Yine de tabakaya bağlı Miken kültür belgeleriyle Miletos, bir Miken yerleşmesi olarak bilinenlerin en önemlisidir. Aynı zamanda Miletos’un bir Girit-Minos kuruluşu olması da önemini arttırmaktadır[6]. Miletos’a oranla, batısındaki lasos, zayıf bir yerleşme olarak görülür.Miken öncesi lasos’daki en eski Yunan-Ege kökenli malzeme, Girit-Minos içeriklidir[7]. Ancak kıta Yunanistan’daki topografyaya uygun şato-kale anlamında korunan, kyklopien biçimde sur duvarlarının çevrelediği yerleşim merkezleri ،Anadolu’da henüz bulunamamıştır. Buna karşın Miletos’ta bir sur duvarı, bu tanıma uygun bir koruma olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Müskebi yakınındaki Assarlık kenti; topografyası ve akropolündeki kyklopien biçimine yakın duvar örgülü kule kalıntısı ile bugüne değin koruna gelmiştir. Acaba Assarlık Sub-Miken evresinden bu yana eski Miken geleneğini sürdüren bir yerleşim merkezi olarak görülebilir mi? [8]Miletos ve lasos gibi kentler anayurttan gelenler tarafından mı yerleşime açıldılar, yoksa salt ticaretin etkin olduğu ve çevrelerine dağıtımı sağlayan gerçek birer emporio mu idiler? Diğer yönden olayı, biraz geç evrelere kaydırırsak, Karanlık Çağ evresi sonunda yeni yurtlar kurmaya giden Batı Anadolulu, Kıtali göçmenlerin, yurt seçiminde ve kolonize hareketleri sırasında topografya benzerliklerine çoğu zaman özen gösterdiklerini biliyoruz[9]. Acaba bu yöneliş, Bronz Çağ’da yok muydu?
1963 yılında başlayan, Bodrum yarımadasının güney kesiminde yeralan Müskebi (Ortakent) nekropol kazıları, bilindiği gibi 50’ye yakın özgün Miken oda gömütü ve 300’ü aşkın armağanları ile önemli bir merkez olarak karşımıza çıkar[10]. Ancak gömüt ve armağanlarının yanında Müskebi, cevaplanması zor olan kimi sorunları da kazısı ile birlikte getirmiştir. Şimdiye dek Müskebi kazıları ile ilgili yayınlarda, bu kadar çok gömüt sahiplerinin günlük yaşamları, yerleşme yerleri ile ilişkili hiçbir bilgi ve habere rastlanılmamıştır. Hiç kuşkusuz kazıcısı tarafından Müskebi ve çevresinde yüzeysel araştırmaların yapılmış olması gerekir. Eğer yerleşmeyi içeren izler saptanmış olsaydı, bilim dünyasının bundan haberi olurdu[11]. Yerleşmeye ait bir kalıntının olmaması, bizim için üzerinde düşünülmesi gereken ve çözülmesi bilim açısından çok önemli bir sorundur. Ancak Müskebi Kazısı Başkanı Y. Boysal son çalışmalarından birinde şöyle demektedir: “Dıe karıschen löpfer haben in mykeniseher Zeit Vasen hergestellt, die sich von mykenisehen Vorbildern in nichts unterscheiden. Musterbeispiele dieser Art der Produktion bietet die Nekropole von Müskebi, wo sich kein Stück gefunden hat, das vom mykenisehen Formenkanon abvveicht” [12]. Bu kadar kesin bir ayırım ve yargı bizce çok tehlikelidir. Birbirlerinden ayırma olanağı olmayan bir malzemeyi, hangi ölçülere göre özgün ve yöresel olarak tanımlayabiliriz? Ayrıca yöresel Miken taklitleri olarak Müskebi malzemesini görecek olursak, (ki Batı Anadolu için kimi merkezlerde Miken üretimi söz konusudur) bunları üretenlerin konutları, çömlek evlerinin olması gerekmez mi? [13].
1963 yılında ilk kazı çalışmalarına katılan bir öğrenci ve daha sonra bu konularda çalışan bir kişi olarak, bu konuya acaba değişik yorumlar getirebilir mıyız? Yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmalar sırasında Müskebi’ de bilinçsiz olarak ve kişisel çabamızla tuttuğumuz kimi not ve eskizlerin ışığı altında, unutulmakta olan bir takım bilgileri de, aşağıdaki satırlarda aktarmak ve belgelemek isteriz [14] .
Müskebi gömütlükleri bugünkü modern köy yerleşmesinin dışında, köyün kuzey yükseltileri eteğinde, aşağı yukarı ı-ı,5 km. uzağında yeralmaktaydı. 1963 yılı kazılarındaki çalışma alanı, kazı aşçısı Hüseyin Akgün’e ait incir ve zeytin ağaçlarının yer aldığı bahçe (B) ile, güneyinde kalan Haşan Canbakan’ın palamutluğu (A) içindedir. H. Akgün bahçesi (B), doğal üç setten oluşur. Gömütlerin çoğu orta sette bulunuyordu (Çizim 1). Yöredeki toprak, beyaz renkte olup, yüksek oranda kil ve kaolen (özellikle H. Canbakan’ın palamutluğu) içermektedir. Yakın zamana dek beyaz toprak, Bodrum ve çevresinde çimento gibi katıksız sıva olarak kullanılmıştır. Su geçirgenliği az olan bu toprak, Müskebi gömütlerinin bozulmasına olanak vermemiştir. Verdiğimiz krokiden de (Çizim 1) görüleceği gibi, gömütler birbirlerine paralel-yanyana sıralanmıştır. Gömütler mimari tasarım yönünden üç ana bölümden oluşur: 1. Dromos (mezara giden yol), 2. Kapı, 3. Gömüt odası (Çizim 2). Eğimli araziye oyulan gömütlerde yapılaşma bizce; önce dromosun açılması, daha sonra kapı ve kapı alınlığının oyulması ile yapılır. Son olarak kubbeye yakın eğim içine oyulan çatı örtüsü ve kareye yakın gömüt tabanından oluşur (Çizim 3). ölü ve armağanlar gömüte konduktan sonra, kapı çevreden toplanan taşlarla örülür (Çizim 4). özellikle gömüt örtüsünü oluşturan kubbemsi çatı, oda tabanı ve dromos aynı topraktan yapılmış sıva ile sıvanır. Bu sıva olayına çoğu gömütlerde rastlanılır.
Müskebi gömütleri kendi aralarında tasarım ve yapılaşma yönünde her zaman bir bütünlük gösterir. Fakat kimi örneklerde ölçü yönünden ayrılıklar vardır. Çok küçük gömütler yanında, büyük ölçüde olanlarının varlığı, yapılan ölçümlerden anlaşılır. (Tablo 1).
Tasarım yönünden Müskebi gömütleri, Kıta Yunanistan örnekleri dışında, yakın çevresindeki İstanköy ve Rodos Miken oda mezarları ile çok yakın benzerlikler gösterir [15] . Gömütlerin yeraldığı alan ve sıralanması, Rodos-Apsaktrias Miken nekropolüne çok benzer [16]. Gömüt armağanlarında da aynı yakınlıklar söz konusudur. Çanak-çömlek dışında görülen kama, mızrak, bıçak gibi kesici-öldürücü aletlerle, boncuk ve benzeri süs eşyaları da, Müskebi gömütlerinde, özellikle Rodos ve İstanköy Miken mezar armağanlarına çok yakın paralellikler gösterir [17].
Tekrar yerleşme problemlerine dönersek; Batı Anadolu’daki kimi yörelerde Müskebi gömütlüklerindeki Miken kökenli armağanları içeren nekropoller bulunmuştur. Anadolu kültür geleneklerine bağlı olan bu nekropollerde, Miken etkinlikleri, kesin olmayan biçimde, Miken çanak- çömleği ile temsil edilir. Bunlardan, Manisa ili sınırları içinde, Hermos (Gediz) nehri yakınındaki Çerkeş Sultaniye’de bulunan armut biçimli küçük Miken amphorasının, yerli monokrom seramikle birlikte Anadolu geleneğindeki bir pithos gömütte ele geçtiğini daha önce belirtmiştik[18]. Olasılıkla yöresel bir yerleşmeye bağlı olan diğer Miken gömüt armağanları Troas bölgesinden gelmektedir. M. Korfmann tarafından 8o'li yıllarda başlatılan Troia yakınındaki Beşik Tepe kazısı, daha çok pithos biçimi mezarları içeren bir nekropole sahiptir[19]. Batı Anadolu’nun kuzey kıyısında, Kaikos (Bakırçay) nehri-ovası yakınındaki Pitane (Çandarlı), yine yöresel geleneğe bağlı pithos gömütü ve verdiği Miken üzengi kulplu testiciği ile diğer bir örnektir[20]. Hermos nehri yanında, Menemen ilçesinin batısındaki Panaztepe nekropolü; buluntularıyla, son yılların önemli merkezidir. Panaztepe, bugüne değin ele geçen buluntuları ile, bir Miken yerleşmesine henüz olanak vermemiştir. Panaztepe gömütleri, yapısal yönden Anadolu geleneğini anımsatmaktadır. Miken seramiği ile birlikte, madeni silahlar ve kadınlara ait kimi altın vb. boncuk gibi süs eşyaları da ele geçmiştir. İthal malzemenin dışında, Panaztepe mezarlarında bol miktarda yöresel çanak-çömlek bulunmuştur. Yöre, gelecek yıllarda yapılacak kazılarla, Batı Anadolu’daki kimi Bronz Çağ yerleşmelerinin problemlerine ışık tutacaktır[21]. Panaztepe’de 1985 yılında başlayan arkeolojik kazılar 1986 yılında da devam etmiştir. Ancak iki yıllık çalışma, buranın kolonize hareketleri ile kurulmuş bir Miken yerleşmesi olabileceğine veya düşüncesine henüz olanak vermemiştir[22]. Yine de akropol olarak görebileceğimiz yer, ileriki yıllarda, nekropolün üzerinde- arkada yükselen tepede yapılacak kazılarla, belki de Miken şato-kalelerinde görüldüğü gibi bir mimari yapılaşma ile karşımıza çıkabilir [23].
Bu çalışmamızda tamtmak istediğimiz Selçuk Arkeoloji Müzesi’nde saklanan Tire-Ahmetler Halkaköy Miken pyxisi de, yine Miken izlerinin etkin bir biçimde görülmediği Kaystros (K. Menderes) nehri içlerinden gelmektedir. Söz konusu kap, yöresel gelenekte bir pithos gömüne bulunmuştur. Bu arada tanıtmak istediğimiz pyxisi bulanlar, çevrede yaptıkları yüzey araştırmaları sırasında, yörenin Anadolu kültürlerinin ağır bastığı bir yerleşme olduğunu saptamışlardır. Halkaköy’de olduğu gibi, doğrudan Miken yerleşmelerine bağlı olmaksızın, yakın yörelerden de geleneklere bağlı mezarlıklardan Miken kaplan gelmektedir. Pisidia bölgesinden gelen Burdur-Yaraşlı Gölü Miken ithal ve yöresel taklitleri ile Dereköy buluntularının da Anadolu geleneğindeki gömütlüklerden çıktığını daha önceki araştırmamızda bildirmiştik[24]. Son yıllarda Stratonikeia’da ele geçen Sub Miken gömüt armağanları da Anadolu’nun çok sevdiği pithos biçimli mezarlarda bulunmuştur[25]. İç Anadolu’da Kayseri yakınlarındaki Fıraktin’de bulunan üzengi kulplu Miken testiciği de, yine yöresel gelenekteki bir gömütte ele geçmiştir[26].
Yukarıda değindiğimiz yöresel nekropollerden gelen ve yerli yerleşmelere ait olan buluntularla ele geçen Miken örnekleri, büyük bir olasılıkla ticaretin etkinliğini ortaya koymaktadır.Söz konusu merkezlerden gelen kapların, Mikenli tüccarlar tarafından Anadolu içlerine götürülmüş olması ilk anda akla gelebilir. Bunun yanında Anadolulu tüccarların da kıyı emporiolarla ticari ilişkilerde bulundukları, özellikle dönüşlerinde armağan olarak, parfüm-krem gibi malzemelerin saklandığı küçük kapları alıp beraberlerinde getirmiş olmaları, bizce daha uygun gözükmektedir. Nitekim son yıllarda bir Hitit merkezi olarak saptanan Maşat Höyük’te (Tapigga) gün ışına çıkarılan Miken koku kaplan, bu ilişkilerin en güzel kanıtlarıdır[27].
Müskebi nekropolündeki olay, bizim için değişik boyutlarda olmalıdır. Daha önce de değindiğimiz gibi, Rodos-istanköy Miken gömütlükleri ile olan benzerlikler ilgi çekicidir. Bugüne değin Müskebi ve yakın çevresinde bir Miken yerleşmesinin bulunamaması, yörede ele geçen bu kadar çok gömüt ve sahipleri ile ilgili bir takım değişik düşüncelere-varsayımlara bizleri zorlamaktadır. Zamanımızda, ülkemizin kimi büyük ovalarında karşımıza çıkan göçmen-işçi olayı, acaba 3500 yıl önce, Karia bölgesinin güney kıyılarında da yaşandı mı? Günümüzde, yaz ve sonbahar aylarında Çukurova ve Söke ovalarına işçi-göçerler çalışmaya gelirler. Doğa koşullarının elverişli olmasından yararlanan işçiler, yaşantılarını, beraberlerinde getirdikleri çadır ve benzeri korunaklarda geçirirler. İşlerin bitiminde ise, işçiler çadırlarını söker ve geldikleri yurtlarına dönerler. Çalışma süreleri boyunca göçer işçilerin yaşamında ölüm olayına rastlanılır. Bugün eski çağlardakinin aksine, geleneklerimiz uyarınca, özellikle kırsal kesimde ölen kişinin, doğup- büyüdüğü topraklarda gömülmesi kaçınılmaz bir olgudur. Onun için göçmen işçilere ait gömütlüklerin çalıştıkları ovalarda görülmesi, bugün için, gelenek yönünden olanaksızdır. Çok ilkel koşullarda süren yaşam, bizlere doğal olarak kimi kültür belgeleri de bırakamaz.
Eski çağlarda sanatkâr ve ustaların bir takım ekonomik ve politik nedenlerden dolayı belirli sürelerde başka ülkelere çalışmaya, yapıtlarını üretmeye gittiklerini biliyoruz, özellikle Persepolis’te İ.Ö.V. yüzyılda çalışan tornalıların varlığını arkeolojik belgeler kanıtlamaktadır[28].
Yukarıda kısa olarak değindiğimiz örneklerin ve düşüncelerin ışığı altında; acaba göçmen-işçi olayını Müskebi gömütlerinin sahiplerine de indirgeyebilir miyiz? Onların büyük bir olasılıkla aynı kültürü paylaştıkları karşı adalardan gelen mevsimlik işçiler olabileceğini varsayabilir miyiz? Bodrum yarımadasının özellikle kıyı-güney kesiminin yaz ve sonbahar aylarında çok sıcak geçtiğini biliyoruz. Eğer söz konusu Müskebi mezarlarının sahipleri, varsaydığımız göçmen işçilerse, onların da zamanımızdaki çağdaşları gibi, çadır ve benzeri çardak işlevini gören mevsimlik barınaklarda yaşamış olmaları akla uygun düşmektedir.İşlerin sonunda çadırların sökülüp götürülmesi olanaklıdır. Çardak için kullanılan ahşap malzemenin ise, daha sonra odun olarak kullanılması veya gelecek yıllara bırakılması olasıdır. Muskebi ve yakıtı çevresinde hiçbir mimari kalıntıya rastlanılmaması, söz konusu varsayımın olasılığım kuvvetlendirmektedir. Eğer bu İşçiler deniz aşırı-adalardan gelmişlerse, çalıştıkları yörede ölen yakınlarını da hemen gömme gereksinimini duymuş olmalıdırlar. Çünkü o dönemdeki ulaşım zorlukları ve doğa koşullan, sıcağın etkin olduğu mevsimlerde cesetlerin saklanmasına ve deniz yolculuğu ile anayurtlarına götürülmelerine olanak vermemiştir. Müskebi nekropolü uzun bir zaman dilimi içinde oluşmuştur. Gömütler çeşitli evrelerdeki insanlara aittir. Bu da yerinde gömme olayına ve işçi göçünün uzun yıllar devam ettiğine, bizce bir işarettir. Diğer taraftan gömüt buluntularındaki ayrılıklar ise, kişilerin statülerini belirlemektedir. Nitekim Çukurova'da çalışan İşçilerin başında “Elçi” denen ve işveren yanında sorumlu olan kişi veya kişilerin varlığı bilinmektedir. Bu kişiler işlerin bulunuşunda ve eşgüdümünde etkindirler. Ekonomik yönden işçilerden farklı olan “Elçiler”, sınıfları içinde sözleri dinlenen kişiler olarak da güçlüdürler. Aynı düzenin Muskebi göçer-işçileri arasında da olması; ele geçen gömüt armağanlarından sezinlenebilir. Şöyleki; Muskebi kimi mezarları, mızrak ucu, kama-kılıç benzeri silahları diğer armağanlarla birlikte vermişlerdir. Anımsadığımız “B bölgesi' gömütlerinden 7. (bir kama ve mızrak ucu), 11. (bir kama ve mızrak ucu) ve 12. (mızrak ucu) mezarlardan söz konusu silahlar gün Işığına çıkarılmıştır. Bu mezarlardaki diğer buluntuları silahlarla karşılaştıracak olursak, zaman yönünden de 7,11 ve 12 nolu gömütlerin arasında bir ayırımın varlığı görülür [29].
Sınırlı olarak örneklediğimiz gömüt-silahların sahipleri, büyük bir olasılıkla İşçilerin başlan ve ayni zamanda onların koruyucular, olmalarım akla getirmektedir. Bu varsayım ve düşüncelerden sonra, yöreye gelmiş olması düşünülen işçilerin daha önce de vurguladığımız gibi, adalı ağaların- beylerin halkları olmaları gerekir. Kuvvet ve ticari ilişkiler yönünden Rodos ve İstanköy adaları, eski çağlarda Akdeniz’de stratejik konumlarım koruya gelmişler ve deniz yollan ile yakın karayı da kontrol etmişlerdir. Diğer taraftan gömütlerden gelen armağanlara tekrar dönersek, bunlar, Karia'ya özgü ve yöresel olmayan, değişik bir kültürün (Miken) öğelerini açık seçik belgeleyen buluntulardır.
Bu konuda ikinci bir görüş olarak şunları da düşünmek olanaklıdır: Yöreye belirli zamanlarda mallarım satmak için gelen tüccarlar da aynı koşullarda yaşamış olmalıdır. Ancak yöreyi bir emporio olarak düşündüğümüz zaman, böyle bir dağıtım-ticari merkezden Karia içlerine veya yakın çevresine, söz konusu malzemenin ulaşması ve çok sayıda buluntu ve kanıtın olması gerekir. Gelecek yıllarda tekrar yapılacak araştırma ve kazılar, yukarıda irdelediğimiz varsayımlara değişik boyutlar kazandırabilir. Ayrıca bugüne değin gün ışığına çıkarılamayan yerleşmenin de bulunması olasıdır. Ancak, biz eldeki bulgu ve kanıtların ışığı altında göçmen-işçi olayının olabilirliğine değinmiş olduk. Bu oluşumun temelinde, yine ekonomik ilişkiler yatmaktadır.
Konumuza tekrar dönersek; Selçuk Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Tire-Ahmetler Halkaköy’den gelen pyxisin ortaya koyduğu düşüncelere eğilmemiz gerekir. Bulunuş yöresi ile Tire-Halkaköy pyxisi (Env. no. 1/27/ 73, Lev. I, II), Kaystros (K. Menderes) nehrine yakın bir yerden gelmektedir. Bu da ilk bakışta aklımıza Miken etkinliklerinin Ionia içlerine dek uzanabileceğini getirmektedir. Diğer taraftan söz konusu pyxis ile kimi ticari ilişkilerin de varlığı düşünülebilinir. Selçuk Arkeoloji Müzesi’ne ikinci elden kazandırılan Halkaköy pyxisi, olasılıkla yöresel gelenekteki bir pithos gömütün armağanıdır. Bu gözlem, daha sonra yörede araştırmalarda bulunan Selçuk Arkeoloji Müzesi Uzman Arkeoloğu Cengiz İçten'le İzmir g Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Recep Meriç’in saptamalarına dayanmaktadır. C. İçten yörede pyxise ait bir ağız parçası bulmuş, daha sonra müzede bu parçayı yerine monte etmiştir. R. Meriç’in yaptığı araştırmalar sırasında ise, pyxisin bulunduğu yerde, pithos gömüyü kanıtlayacak parçalar görülmüştür. Bu belgelerin ışığı altında Halkaköy’de Bronz Çağı içeren bir yerleşme ile nekropolünün olabileceği bulunmaktadır. Yörede yaşayan toplumun söz konusu pyxis ile Miken kültürünü tanımış olmaları akla gelmektedir. Bu tanıma daha çok ticari yönden olabilir. Fakat bu ilişkinin hangi yollardan Halkaköy’e ulaştığı ise düşündürücüdür. Bir buluntu ile bir senteze varmak güçtür. Yöredeki yerleşmenin !boyutlarını saptamadan, Müskebi gömütlükleri üzerine ilişkin varsayımların yanında, yine de bir takım öneriler ileri sürülebilir.
Bronz Çağ’da Kaystros nehrinin düzenli bir debisi olabileceğini düşünürsek, Ege kıyısı ile bir su yolu bağlantısının olabilirliği akla gelebilir. Bu noktadan hareketle kıyı yerleşmelerinden su yollarını kullanarak içerlere ticaretin yapılması olasıdır. Nitekim R. Meriç’in son yıllarda Hermos nehri boyunca yaptığı araştırmalar, bu konu üzerinde yeni ipuçlarını içerir[30].
Su yollarının antik çağlarda ticari amaçlarla kullanılmış olabileceği varsayımına, Aydın çevresindeki kimi buluntu veren yöreleri de katmamız olanaklıdır. Aydın ili sınırları içinde, Bozdoğan ilçesine bağlı Kavaklıkahve’de ele geçen buluntular içinde Miken seramiğine rastlanılmıştır[31]. Söz konusu yer, Nazilli - Bozdoğan karayolunun 20 km. ve yolun 10 m. doğusunda yeralan bir höyüktür. Prehistorik çanak-çömleğin bol sayıda ele geçmesi, yörenin Bronz Çağ’da yerleşime uğradığını ortaya koymaktadır. Meander (B. Menderes) nehrini oluşturan Harpasos (Akçay) bu yöreden akmaktadır. Bugün Aydın Müzesi’nde saklanan söz konusu höyükten toplanan çanak-çömlek içinde Miken evresine koyabileceğimiz Miken seramiği ile, yörenin ticari ilişkiler içinde olduğu akla gelmektedir. Karia sınırına dek uzanan bu ilişkiler, herhalde Karia’nın güney-batı köşesinden buralara ulaşmamıştır. Hermos boyu yerleşmelerinde olduğu gibi, bu ilişkilerin Meander nehri üzerinden Aydın bölgesine ulaşması, su yollarının kullanılmasından kaynaklanabilir. Ancak yine de su yollan üzerinde yapılacak geniş kapsamlı araştırmalar, sorunlu olan bu varsayıma yeni bakışlar getirebilir.
Selçuk Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Tire-Ahmetler Halkaköy pyxisi (Env. no. ı /27/73, Lev. I, II), biçimsel yönden Furumark dizilerinde yeralan F 19 T 94, 95 kümelerine yakın benzerlikler gösterir[32]. Furumark F 19 T 94, 95 kümelerinde yeralan Aegina örneği ile[33], Berbati [34] ve Müskebi Env. no. 1008[35]pyxisleri ile biçimsel benzerlikler göstermektedir. Söz konusu pyxis, hamur bakımından özgün Miken toprağına benzer. Aynı akınlıklar Rodos bulunuşlu bazı pyxislcrde de karşımıza çıkar [36]. Biçimsel yönden Rodos benzerleri ile de yakınlık kuran Halkaköy pyxisinin, Argolis üretimi olması olasıdır. Pyxis biçimi, Anavatan’a oranla, Rodos ve çevresindeki merkezlerde çok sayıda ele geçmiştir. Halkaköy pyxisinin, olasılıkla Argolis kontrolünde çalışan bir yöresel (Rodos) üretim evinin işi veya reexport olarak Halkaköy'e gelmiş olması akla gelmektedir. Tire Halkaköy pyxisi, büyük bir olasılıkla Miken III A: 2 geç (1375-1300) evresinden olmalıdır[37].