Rahmetli Balkanımız Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın Aziz anısına
Bu sikkedeki sıfır ( . ) o gibi yazılmıştır. Zira 900 tarihlerine kadar Osmanlı sikkelerinde sıfır bu şekilde yazılırdı.
Tarihi araştırma:
Yukarıda sikkelerini gördüğümüz 1. Murad, Osmanlı Hükümdarlarından Orhan Gazi’nin altı çocuğundan biridir1. Yarhisar Tekfuru’nun Kızı Nilüfer Hatun’dan 726 (1326) senesinde dünyaya geldiği rivayet edilir[2]. Bu rivayet doğru olduğu takdirde [1]. Murad
34 yaşlarında taht’a çıkmış, bu takdirde 761 senesi başlarında cülus etmiş demektir.
Bilindiği gibi, Osmanlı imparatorluğunun kuruluş devrinde Hazine sorununa büyük bir önem verilmişti. Hatta Kâtib Çelebi, Hâzineyi Devlet bünyesinin midesine benzetiyor[3].
Tarihçilerimizin anlattıklarına göre, Osmanlı Türklerinde Hazine sorununa ilk defa önem verenler Çandarlı Kara Halil ile Karamanlı Rüstem’dir[4].
ötedenberi, Osmanlı meskükâtında, sikke sahibi ile beraber baba adının zikredilmesi usulünün 1. Murad zamanında başladığı söylenmektedir[5]. Bugün bu görüş kabul edilmemektedir. Çünkü, merhum İsmail Bey’in yaşadığı devirlerde, ne Osman’ın sikkesi bulunmuş ve ne de Orhan’ın[6].
Sultan 1. Murad’ın cülusunun ilk zamanlarında kullanılan para, hiç şüphesiz, babası Orhan Bey’in sikkeleri idi. Hatta rivayet olunduğuna göre, ilk bakır sikkenin Sultan Orhan zamanında basıldığı söyleniyorsa da[7], elde mevcut bulunan bakır sikkeler, 1. Murad’ın sikkeleridirR.
Osmanh Akçesinin kesirlerinden biri sayılan bu bakır sikkelere, başlangıçta Mangır denilmekte, hatta Mangır kelimesinin de Moğol dilinde Nakid anlamına gelen möngun kelimesinden çıkdığı sanılmaktadır. Bizde, Mangırdan ilk söz eden Kara Dursun Bcy’dir. Dursun Bey, Boğazkesen Kalesi yapımının sebebi bahsinde şöyle diyor: garipdendir ki kesret-i sefain ve beremat (günümüzde dolmuş kayığı denilen taşıma aracı, rumcadan dilimize geçmiştir) sebebiyle bir kişi, sekizi bir akçe mangırın (Süleymaniye Kitaplığındaki Ayasofya nüshasında Menkur şekilinde geçer) birisi ile Kümelinden Frengistanı ve Frengistandan Rumelini seyreder’, cümlesinden anladığımıza göre, Fatih devrinde [8] Mangır bir Akçe değerinde idi. Mangır’ın rayici, cinsi yönünden, çok değişik şekil almıştır. Jean Leunclavius’un ifadesine göre, [9] Mangır bir Akçe’ye, dört Akçe bir Dirheme muadilmiş [10].
Rahmetli Halil Edhem Bey Katalogunu yazarken, rastladığı Mangır’ları üç kısma ayırmış, bunlardan, ağırlıkları bir dirhem olanlara Mangır, yarım ağırlığındakilere Nısfiye veya Yarım Mangır, rubu’ ağırlığında bulunanlara ise Cırık adını vermiştir[11].
I. Murad Taht’a cülus ettikten sonra. Ahilerin elinde bulunan Ankara üzerine yürüdü. Buradaki Ahiler karşı koymadan 763 (1362) de şehri teslim ettiler[12].
Bazı tarihçiler, bu tarihin doğru olmadığını söylerler. Onlara göre, Ankara’nın kat’i surette alınışı 762 senesindedir[13].
Ahiler hususi sikke basmadıklarından, sözü edilen bu şehirde, komşuları olan Çandar-oğullarından Adil Bey’in Mangırlarını kullanıyorlardı. 1. Murad, Kendi hakimiyeti yönünden, uygun görmedi bu hali derhal yasakladı ve acele olarak, 5 numarada verilmiş olan Mangırları, Bursa'da basdırarak Ankara’ya gönderdi [14].
Sikkede okuduğumuz اللطان لدا yazısı, el-Sultan el-Adil'in kısaltılmış şeklidir. Mangır hiçbir surette Çandaroğullan ile müşterek değildir. Hoca Sâd el-Din Efendi I. Murad'm cülusunu yazarken başlık olarak "Cülûs Hazret- i Sultan Murad Gazi ve Adil- جلوس حضرت ططان مراد غازى وعادل suretinde ve yine Ankara'nın alınışı bahsinde. Sultan Adil Murad Han Gazi-ططان كادل مراد خان غازى unvanım, diğer Padişahların hiçbirine yazmaması, ihtimal اطان العادل- unvanım taşıyan Mangır'ı görmüş olmasındandır. Son olarak. Rahmetli Hüseyin Kocabaş'm VI. Türk Tarih Kongresindeki Tebliği[16] ile Sayın İbrahim Tözen'ın Türk Nümismatik Derneği Bültenindeki (No. 8) yazıdan söz etmek istiyoruz [17].
Bu sikkelerin gümüşleri olduğu gibi bakırlan da vardır ve lıepsi de Bursa'da bulunmuştur. Son zamanlarda bu gümüş ve bakir sikkeler Yapı ve Kredi Bankasi'na satılmıştır. Hatta Nuri Pere İmzası ile hazırlanmış olan katalogda bunlardan gümüş olam neşredilmiştir [18].
Biz burada, sadece 16 mm. çapında ve 0,70 Gr. ağırlığında. Ala el-Din ve Orhan'a atfolunan gümüş sikkeden söz edeceğiz.
Yapı ve Kredi Bankası Kolleksiyonunun tasnifinde çalışan Sayın İbrahim Tözen, evvela bu sikkeyi OsmanlIlardan Ala el-Din — Orhan'a atfetmiş, sonra bundan vaz geçerek sikkenin Saruhan Oğullarına aidiyetinden söz etmiştir. Şunu söyliyelim ki, OsmanlI Devletinin kurucusu Osman Gazi'nin Şuca el-Din Orhan'dan başka, Çoban, Melek, Hamid ve Pazarlu isminde dört oğlu ile Fatma adil bir kızı bulunmakta idi[19]. Vakfiye'de Ala e!-Din'in ismi yoktur. Buna karşın OsmanlI tarihlerinde vardır. OsmanlI kaynaklarına göre, Orhan
Gazi, Şeyh Edebali’nin Kızı Malhatun’dan doğmuştur[20]. Halbuki sözünü ettiğimiz vakfiyeye göre, Orhan Ömer Bey’in kızı Malhatun’dan dünyaya gelmiştir. Diğer oğlu Ali veya Ala el-Din Paşa, Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun’dan doğmuştur[21]. Vakfiye’dc adı geçen bu Ömer ya da Umur Bey kimdir?, buna ait hiçbir bilgimiz yoktur. Dikkate değer nokta, bu Vakfiye’de Osman Bey’in bütün çocuklarının adı yazılı olduğu halde, Ala el-Din’in ismi geçmemektedir. Acaba bu Ala cl-Din bir unvan mıdır? buna da cevap veremiyoruz. Ala el-Din ya da Ali’nin Orhan Gazi’den küçük olduğu kanaatındayız[22]. Lütfi Paşa’ya göre, Orhan evvela doğmuş, sonra Osman’ın bir oğlu olmuş adını Ali Paşa kodu anı yanında ahkodu dediğine göre, Orhan büyük olmalıdır[23]. Hatta Osman Gazi’nin ölümünden sonra, tarihlerin kaydına göre, kardeşi Orhan Bey’lcrbeği olmuş ve sonra kendisine verilen Kitc kazasına bağlı Fedra köyündeki Çiftliğin geliri ile geçin- miştir. Osman zade Taib Efendi’de Biga’da öldüğünü, Bursa’h Beliğ’de 732 senesinde Biga'da ölerek cesedinin Bursa’ya getirilerek babası Sultan Osman’ın türbesinde gömüldüğünü, Nişancı Mehmed Paşa’da, Biga’da ölerek mezarının Bursa’da olduğunu, Mehmed Said Efendi’de Ala el-Din Paşa’nın dindar tabiatlı ve Ahrete talib olmakla hatır için kabul ettiği vüzerattan isti’fa ederek Biga’ya gittiğini, ölümünden sonra cenazesinin Bursa’ya nakledildiğini söylüyor[24]. Hernephırsa olsun 732 (1331) senesinde Biga henüz Osmanhların eline geçmediğine göre, Biga’da ölümü doğru değildir. Sonuç olarak, Ala el-Din’in şahsiyeti henüz aydınlanmamış, karanlıklar içindedir diyebiliriz. Böyle bir şahsiyetin Orhan ile müşterek sikke bastırmasıda bizce mümkün değildir. Zira İslam dünyasında sikke basmak ve cuma namazında, hutbede ismini yâdettirmek hükümdarlığın hukuk-u asliyesindendir. Bundan başka, OsmanlIlarda verise-i saltanat usûlünde Ekberiyet Kaidesine de uyulmuştur. Böyle olduğu halde, vezaret makamında bulunan zatin ismi yukarıda ve Sultanlık mevkiinde bulunan kimsenin adının aşağıda yazılması saltanat hukukuna bir tecavüzdür.
Sikke OsmanlI sikkesidir. Gerek Sayın Hüseyin Kocabaş ve gerekse Sayın İbrahim Tözen’in yaptıkları hatayı açıklarsak: Sikkenin ön yüzünde okudukları isim ءلاد ين olmayıp مراد ن ve altında babası ٥^j٠nın ismi yazılıdır. Sikkenin baş tarafi zaman aşımı ile aşındığından yada yok olduğundan م harfi yerine ع gibi görünmektedir. Sonra yazı sahipleri gayet iyi bilirler ki, ne TUrkçede ne de g k ede hareleri eksik علادين diye bir isim yoktur. Asil dir. ؛undan dolayıdır ki Şerafeddin Erel yazı sahiplerinin fikirlerine katılmamaktadır.
Sikkenin Arka yüzünde okuduğumuz خداوآدكار adına gelince, ضرب kelimesi olmadığından, kesim yerinden ziyade I. Murad'm un an olduğu anlaşılıyor. Esasen, خداوندكار adi خداوتد den çıkmıştır. Sahib, Hükümdar ve Bey anlamına gelmektedir [25].
الا'خداوذدكار altında gördüğümüz خلد ع dua yazısı sikkenin bir şahsa aidiyetini göstermektedir'. Eğer sikke müşterek yani iki şahsa ait olsa idi خلدطكها yazılması uygun, doğru olacaktı kanaatindayız.