Al-Bayrûnî[1], çağdaşlarına bilgi vermek ve kendisinden sonra gelecek kuşaklara bin yıl önce olabileceğince çok bilgi bırakmak için yarım yüzyılı aşkın bir süre çaba harcamıştır. Ama, birçok karanlık soruna öylesine çok ışık tutan bir adamın yaşamı ve yaptıkları konusunda her türlü yarı-gerçek ya da gerçek-dışı şeyler söylenmiştir. Kuzey-batıdaki al-Jurjânîyah’dan güney-doğuda Sind’de (olduğu varsayılan) (gerçekte varolmayan) Bayrûn[2] kentine dek heryerde doğduğu söylenmiştir; hem Sünnî hem Şiî olarak doğmuş, Şiî ve İsmailî bilgileri açıklığa kavuşturmuş[3]; aynı zamanda hem Ghaznah (Gazne)’li Mahmud’un candan dostu olmuş, hem onunla iyi ilişkiler içinde olmamış; Mahmûd tarafından hapse bile atılmış[4]; tam altı ay, onu bağışlatmak için Mahmud'un iyi bir zamanını kollayan Vezir Ahmad İbn al-Hasan al-Maymandi tarafından kurtarılmış; buna karşın, ancak kendisine karşı olan al-Maymandi'nin ölümünden sonra Mas’ûd’un lutfuna erişmiş[5]; hem Khwârizm-Şâh (Harizm-Şah) 'Ali İbn al-Ma'mûn'un, hem de onun halefi olan Abu al-Abbas al- Ma'mûn’un çağrısı üzerine Juran’a dönmüş[6]; Hindistan’da kırk yıl, ya da ancak onüç yahut on yıl yaşamış; buna karşın, birkaç kez Hindistan’a gitmiş, ama orada uzun süre kalmamış[7]; Sanskritçeyi hem Hindistan'da, hem Kabul’da, olasılıkla da Khvarizm’ (Harizm)'de öğrenmiş[8]; “Bayrun” denilen bir yerde doğduğu, Khwarizm ya da bu ülkenin başkentinden olmadığı ya da Khvârizm’de çok kısa bir süre yaşadığı için[9], kendisine al-Bayrûni adi verilmiş vb. Bu görüşlerin herbiri için ayni ölçüde yetkili kaynaklar var. H. M. Elliot, E. c. Sachau, Muhammed İbn ‘Ahi al-Wahhab al-Qavînî ve s. H. Barani gibi yeni “yetkili” kaynaklar bir yana bırakılırsa, bu otoriteler şunlardır: al-'Utbî (öl. H. 427 ya da H. 431), abû al-Fadl al-Bayhaqî (ca. 385-470), al-Sam'ânî (H. 506-562), abû al-Hasan al-Bayhaqî (H. 490565), al-Nizâmî al-'Arûdi (H. 547 ve 552 yıllan arasında yazmıştır) Yâqüt a,-Hamawî (ca. H. 575-626), İbn al-Athir (ca. H. 555-630), 'Uthmân al-Jüzjânî (ca. H. 664 yılında yazmıştır), İbn Uşaybiyah (H. 591-668), İbn Sa'îd (H. 610-685), al-Şahrazurî (öl. ca. H. 687), al-Gadanfar (H. 630-692) ve al-Qalqaşandi (H. 756821).
* * *
Bildiğimiz kadar, al-Bayrûni'den ilk kez, bugün elimizde bulunan bir eserde, abu al-Hasan 'Alî al-Bayhaqi’nin Kitab Titimmah Siwan al-Hikmah adlı eserinde söz edilmektedir;[10] ancak, yazar birinci elden bilgi sahibi olmadığı gibi, dayandığı yazarın adından da sözetmemektedir. Üstelik, anlattıkları, al-Bayrûnî’nin Hindistan’da kırk yıl kaldığı ve Bayrûn denen olağanüstü bir kentte doğduğu gibi, bazı kabul edilemez anlatımlarla geçerliğini yitirmektedir (Bayrûn kentinin neden olağanüstü olduğunu açıklarken, yazar, incinin istridye içinde olduğunu söylemektedir). Al-Nizâmî al-،Arudi’nin verdiği bilgiler biyografik bir nitelik taşımamakla birlikte, al-Bayrûnî hakkında başka bir yerde rastlanmayan birçok “olgu”lar ı kapsamaktadır. Ancak, katıksız bir masalcı olan al-،Arûdî öylesine açıkça yanlış şeyler öne sürmektedir ki, anlattıklarının hiçbirine inanmak olası değildir. Elimizdeki en eski güvenilir kaynak, Yâqût al-Hamawî’nin eseridir. Çünkü bu yazarın anlattıkları ya çağdaş bir düşünürün söyledikleri ya da kendisinin bir kitapta rastladığı bilgilerdir. Ancak, katıksız bir masalcı olan al-،Arudî öylesine açıkça yanlış şeyler öne sürmektedir ki, anlattıklarının hiçbirine inanmak olası değildir. Elimizdeki en eski güvenilir kaynak, Yâqût al-Hamawî’nın eseridir. Çünki bu yazarın anlattıkları ya çağdaş bir düfcünürün söyledikleri ya da kendisinin bir kitapta rastladığı bilgilerdir. Ancak, öne sürdüğü bazı şeylerin doğru olması olanaksızdır[11]. çağdaşları olan îbn abû Uşaybi ،ah, İbn Sa'îd ve al-Şahrazûrî, Bayrûn’un Sind’de olduğunu öne süren son otorite olarak görülüyorsalar da, Bayrûn kentinin varlığı konusuna ışık tutmamaktadırlar. Buna, daha önce gördüğümüz gibi, al-Bayhaqî’nin Titimmah'sında rast- lanmaktadır. (Abû al-Fidâ،, İbn Hawqal’a dayanarak, “Al, Bîrûn” dan sözetmektedir. Ancak bu, bir yanlış okumadan ileri gelmektedir.
Abû al-Fidâ’[12] al-Muhallabî[13] ve İbn Sa’id’den de sözetmiştir. Ama burada, “Nayrûh”un, “Bîrûn” olarak okunmasının sözkonusu olup olmadığını söyleyemem. Abû al-Fidâ; al-Bayrûnî’nin Al-Qânün'- undan da alıntı vermektedir; ancak burada bir yanlış okuma sözkonusu olsa gerektir). Kitâb Nuzhah al-Arwah' wa Rawdah' al-Afrâh fi Tawârîh al-Hukamâ' al-Mutaqaddımîn adlı eserinden bir alıntının Sachau tarafından yayımlandığı Al-Âthâr al-Bâqiyah'da yeraldığı, Şams al-Din Muhammad İbn Mahmûd al-Şahrazûri’nin Timtimmah' dan ve Yâqût’un Mu'jam al-Udabâ'sından kopya ettiği ve yalnızca Bayrûn’ûn (Sind’de) yeri ile “al-Şultan”a, “al-Şahîd”i eklediği, birkaç yerde bazı sözcük değişiklikleri yaptığı açıktır. Al-Gadanfar, kuşkusuz, al-Bayrûni’nin eserlerinin bazılarını okumuş olup genellikle arılattıklarına güvenilebilir. Al-Qalqaşandî çok daha sonra gelen bir yazar olup, burada güttüğümüz amaçlara ilişkin olarak öne sürdüklerini İbn Sa'îd’e dayandırmıştır.
Bu bilgilerin bazılarının tümüyle kabul edilemez olduklarını, kimilerine ise küçük bir ölçüde güvenilebileceğini görmüştük. Bununla birlikte, al-Bayrûni’nin elimizdeki kitaplarının bazılarından, kendisiyle ilgili olarak anlattığı bazı olaylar çıkarılabilmekte olup, bunlara dayanılarak al-Bayrûnî’nin yaşamı ve eserleri hakkında (çağdaş olayları anlatan güvenilir tarihçilerin tamamladıkları) oldukça çok bilgi verilebilir.
* * *
Al-Bayrûnî’nin H. 362 yılında doğduğu, öyle görünüyor ki, onun Risâlah al-Fihrist adlı eserinden alınmıştır; Dhû' al-Hijjah' (Zülhicce) ayının üçüncü perşembe gününde doğduğuna ilişkin bilginin dayanağının ise, al-Gadanfar olduğu sanılıyor; daha sonraki yazarların bu bilgiyi ondan aldıkları açıktır. Doğum tarihine ilişkin son güvenilir kaynağın al-Bayrûni’nin kendisi olduğunu artık biliyoruz.[*]
* Bk. aşağıda, s. 6.Ancak, al-Bayrûni’nin doğum yeri konusunda böylesine bir görüş birliği yoktur. Gerçekten, bu konuda sayıları onüçü bulan değişik görüşler vardır: bu görüşleri, onları destekleyen kişilerin adlarıyla birlikte aşağıda veriyoruz:
- Bayrûnî, al-Jurjânîyah’da doğmuştur; - J. H. Kramers[14];
- Bayrûnî, al-Jurjânîyah’nın eteklerinde doğmuştur-F. Krenkow[15]
- Kâth’ın eteklerinde doğmuştur - S. H. Barani[16];
- Khiva’nın eteklerinde doğmuştur — E. G. Browvne[17];
- Madinah Khwârizm'de (yani, Khwârizm kentinde ya da Khwârizm’in başkentinde) doğmuştur — al-Gadar.far[18]ve Sir H. M, Elliot[19]:
- Madinah Khwârizm'ın eteklerinde doğmuştur - Hamid ‘Askarî[20] ve İdarah Taşnif-o-Tâlîf[21];
- Madinah-Khwârızm'm yakınlarında bir köy olan Berun/Birûn/ Bayrûn’da doğmuştur - S. H. Barani[22];
- Madinah-Khwârizm'ın dışında doğmuştur - Al-Saıncânî[23], Yâqût al-Hamavvî[24] ve E. C. Sachau[25]:
- Khwârizm eyaletinde bir köyde doğmuştur — 'Abd al-Salâm Nadwî[26];
- Sinde bir kasaba olan Bayrûn/Bîrûn/Berûn kasabasında doğmuştur — al-Şahrazûrî[27];
- Sind’deki Bîrûn 'Bayrûn'Berûn kasabasına mensuptu - İbn abi Uşaybi 'ah [28] ve İbn Sa‘îd[29];
- (Dünyânın bir yerindeki) Barûn/Bîrûn/'Berûn'da doğmuştur -Abu al-Hasan al-Bayhaqî[30]:
- Sind’de al-Manşûrah’ın Berûn kesimine mensuptu — Fikr-o-
Nazar[31]
[Bu listeye ondorduncu bir madde olarak, Al-Sam’anî'n؛n “balad” sözcüğü ile “(Khwârizm) eyaleti”ni kastettiğini kabul edersek, al-Bayrûnî’nin Khwarizm eyaleti dışında doğduğunu ekleyebiliriz.]
Bu görüşlerin hiçbirinin tam anlamıyla doğru olmayışı, kimilerinin ise tümüyle biyo-bibliyografyacıların hayallerinin ürünü oluşu, hiç de az şaşırtıcı ve esef verici değildir. Muhammad b. Tawit al- Tanjah, al-Bayrûnî ile ilgili araştırması sırasında al-Bayrûnî’nin kendisinin, doğum yeri ve tarihi ile ilgili bir ifadesine rastlamıştır. Al-Tanjalı, bu ifadeye, al-Bayrûni'nin Maqalah fi Hikâyah Ahl al-Hind fi îstihraj al-'Umr adlı eserinde rastlamış ve al-Bayruni’nin Tahdid Nihâyah al-Amakin li-Taşhîh adlı eserini yayımlarken bu ifadeyi almıştır. Bu ifadeyi aşağıda veriyoruz.
«وآت ررلاى قد اتفق بدينة ءوارزم التى عرفها فى ناحية ادل ٤١."٢ ورد ها ض دينة اللام نعو الغرق ساعة سدوية تامة ؛ وكانت الولادة يوم الخيس تان ذىالدبة٠ئة ٠٣٦٢ [32]
“Madinah Khwârizm kenti, ya da Khwârizm'in başkentinde dünyaya geldim. Buranın enlemi 41° 20 ; Madinah al-Salâm Bağdad'a uzaklığı, doğuda I tüm ekinoksiyal saat (sa’ât-i itidalîye) tir;bu, H. 362 yılının, Dhû'al-Hijjah ayının üçüncü perşembe günü oldu.”
(A1-Gadanfar’IN, al-Bayrûnî’nin doğum yerinin, “Madînah Khwârizm” de olduğunu söylemekte haklı olduğu görünüyor. Ancak, aşağıya bakınız.) Al-Bayrûnî, al-Gadanfar’ın belirtmiş olduğu gibi, Khwârizm’in başkentinde doğmuş olup, onun, Sind ya da Khwânzm - deki Bayrûn adlı bir yerde ya da herhangi bir kentin yakınlarındaki herhangi bir köyde doğmuş olması diye bir sorun yoktur. Bununla birlikte, sorun, Bayrûni’nin, Madînah Khwârizm doğduğunu söylerken hangi kenti kastettiğidir. (Khwârizm kenti mi, yoksa Khwârizm’in başkenti mi?) Bu “Madînah Khwârizm”in Khîwah olması, böyle olduğunu Brovvne’un öne sürmesine karşın, sözkonusu değildir. (O dönemde, Khîwah’ın, Khwârizm’in başkenti olmadığı kesindir[33]; bu nedenle de, bu kentten “Madînah Khwârizm” olarak söz edilmiş olamaz;) Browne’un, al-Bayrûnî’nin doğum yerinin Khîwah olduğunu nereden çıkardığı şaşırtıcıdır.
Sözkonusu bölgenin coğrafyası konusunda ilk Arap-Müslüman[34] otorite (H. 232’de yazılmış ve H. 272’de yeniden gözden geçirilerek yazılmış) Kitâb al-Masâlik wa al-Mamâlik adlı eserin yazarı olan İbn Khurdâdhbih, “Khwârizm’in adının Fîl olduğunu ve Balkh nehrinin iki yakasında bulunduğunu”[35] söylemektedir; onun bu sözleri, De Goeje tarafından yorumlanarak “Khwârizm’in başkentinin adının Fil olduğu, bu kentin Balkh nehrinin iki yakasında iki kesimden oluştuğu” [36] öne sürülmüştür. Abu İshâq İbrâhîm al-İştakhrî (H. 318-321 yıllarında yazılmış olan) Masâlik al-Mamâlik adlı eserinde, Khwârizm’in başkentinin eyaletin en büyük kenti olduğunu, Âmû Daryâ’nın kuzey yakasında yeraldığını ve Khwârizm dilinde “Kâth” diye adlandırıldığını; bundan başka, eyaletin al-Jurjânîyah adlı, Âmû Deryâ’nın güney yakasında kurulmuş olan bir başka büyük kenti daha olduğunu söylemektedir[37]. (H. 331 yılından sonra yazılmış olan) Kitâb Şurah al-Ard adlı kitabına, al-İştakhri’nin Khwâ- rizm’le ilgili olarak söylediklerini kelimesi kelimesine almış olan îbn Hawqal, (madînah yerine qasbah(kasaba) diye sözettiği) başkente, ‘‘Kâth Darkhâş” demekte ve al-Jurjânîyah’dan başka bir kasaba olarak sözetmeyip, Kâth’tan, “Madinatuhâ al-Kubrâ”[38] diye sözetmektedir. (H. 375-387’de yazılmış olan) Ahsan al-Taqâsîm fî Ma'rifah al-Aqâlîm adh eserinde büyük ölçüde kendinden öncekilerin yazdıklarına dayanan Abû ‘Abd Allah Muhammad al-Maqdisî, İbn Hawqal’in söylediklerini yinelemekte, yalnızca, Kâth’a “Şahrastân”[39]dendiğini eklemektedir. Khwârizm haritasına bakacak olursak, ilk gözümüze çarpan şey, Amû Deryâ (Nahr Jayhun, Nahr Balkh)'nın yukarı kısmına doğru, önce güney-doğu yönünde giderken, Âmul kentinden sonra yön değiştirerek hemen hemen batı-doğu yönünde uzandığıdır. Böylece Khwârizm’in değişik adlarla, Fil, Kâth, Kath Darkhâş ve Şahrastân diye adlandırılan başkentinin, al-Jurjâniyah’ın kuzeyinde yeralmış olması gerekir. H. 616 yılında eyaleti ziyaret eden Yâqût al-Hamawî, Kıt âb Mu'yam al-Buldân adh eserinde[40], Khwârizm’in başkentinin, orada yaşayanlarca, Arapça biçimi “al-Jurjânîyah” olan “Kurkânj” diye adlandırıldığını, bu kente eskiden “Fil” dendiğini, daha sonra “al-Manşûrah” adını aldığını; Âmû Deryâ’nın doğu yakasında yeralan bu kenti sel bastığını ve al-Manşûrah’nın tümüyle yıkıldığını belirtmektedir[41]. Yâqût’un anlattıkları, daha önce söylenenlerle, özellikle İbn Khurdâdhbih’in anlattıklarıyla birleştirilince, Khwârizm’in başkentinin bir zamanlar Âmû Deryâ’nın her iki yakasında yeraldığı, kentin tümüne önce Fîl, daha sonra al-Manşûrah adı verildiği, güneybatı kesimine “Kurkânj”, kuzey-doğu kesimine ise “Şahrastân” dendiği; Şahrastân kesimini sel bastığı ve Âmû Deryâ’nın suları altına gömüldüğü, bunun üzerine kentin yalnızca Kurkânj kesiminin kaldığı ve zamanla “al-Manşûrah” adının da kullanılmaz olduğu ortaya çıkar. Bu görüşü, bazı başka düşünceler desteklemektedir. İlkin, al-Bayrûnî’nin kendisinden daha genç bir çağdaşı olan İbn Sînâ’nın Bukhârâ (Buhara)’dan ayrıldıktan sonra Kurkânj’a geldiğini, orada, onu Amir’i Ali b. al-Ma’mûn’a takdim eden vezir al-Suhaylî ile karşılaştığını biliyoruz[42]. İkinci olarak, al-Bayrûnî, Tahdîd[43] adlı eserinin bir yerinde, Âmû Deryâ’nın batı yakasında, al-Jurjânîyah ile Madînah Khıvârizm arasında, “Bûşakânaz” ) adında bir köyde yaptığı bir gözlemin sözünü etmekte; bir başka yerde de[44], aynı gözlemden sözederek, bu gözlemi, Âmû Deryâ’nın batı yakasında, Madînah Khwârizm'in güneyinde yeralan bir köyde yaptığını belirtmektedir. (Bundan, Madînah Khwârizm'in, al Jurjânîyah’ın kuzeyinde yeralması gerektiği anlaşılmaktadır). Üçüncü olarak, H. 372 yılında yazılmış, yazarı bilinmeyen Farsça bir kitapta (Hudûd al-'âlâm), al-Jurjâniyah’ın iki kesimden oluştuğu belirtilmekte, ancak burada, bu iki kesimin “Şahr Andarûnî” (îç Kent) ve “Şahr Berûnî” (Dış Kent) olarak adlandırıldıktan öne sürülmektedir;[45]bu, hem al-Bayrûnî’nin nırie’sini açıklar, hem de onun kendi doğum yerine ilişkin olarak söyledikleriyle bağdaşır görünmektedir. (Bir başka deyişle, onun “Şahr Berûnî” adı verilen kesimde doğduğunu, “al- Bayrûnî” nisbe’sinin buradan geldiğini; ancak bu kesim asıl kentin bir bölümünü oluşturduğundan, al-Bayrûnî’nin doğum yerinin “Madînah Khwârizm” olduğunu söylemesinin doğru olduğunu öne sürebiliriz). Son olarak, sözkonusu dönemden önce ya da sonra Khwârizm’ in başkenti nerede olursa olsun, al-Bayrûnî’nin Maaâlah fi Hikâyah Ahi al-Utndfî Tariq İstikhrâj al-'Umr adlı eserini yazdığı sırada, Klnvârizm'in başkentinin al-Jurjâniyah kenti olması gerekir[46]. Böyle de olsa, coğrafyacıların sözünü ettikleri yolların yarattığı sorun çözülmemiş kalmaktadır(Yukarıda adıgeçen coğrafyacıların herbiri, eyaletin belli başlı yerleşim yerlerinin ve bunlar arasındaki uzaklıkların bir listesini vermiştir. Bu yollardan anlaşıldığına göre, Khwârizm’in başkenti al-Jurjâniyah’ın güneyinde, bu kente 3 merhale ya da üç günlük yol uzaklığındaydı)[47]. Buna, H. 309 yılında, Şaqâlibah’a giderken Khwarizm eyaletini ziyaret eden Ahmad İbn Fadlân’ın söylediklerini ekleyebiliriz. İbn Fadlân, Khwârizm’e (yani, “Khwarizm” diye adlandırılan kente) Bukhârâ’dan gittiğini, Khwarizm’in (yani Khwârizm eyaletinin) Amir’i, Muhammad İbn Irâq’ı ziyaret ettiğini söylemekte;[48] iki kent arasındaki uzaklığın, kayıkla elli farsakh (fersah) olduğunu belirtmektedir[49]. İbn Fadlân yanılmış olamayacağına göre, al-Jurjaniyah'ın H. 309 yılında eyaletin merkezi olmadığını ve o sırada Khwârizm'in başkenti olan kent ile “aljurjâniyah” diye bilinen kent arasındaki uzaklığın oldukça büyük olduğunu kesin olarak kabul edebiliriz. Bundan başka, X eyaletinin başkentinden, Arapça “Madinah X” olarak sözedilmesine karşılık, Farsçada, “Madinah” kelimesi bir yana bırakılarak yalnızca “X” dendiği sonucunu çıkarabiliriz. Abu al-Fadl al--Bayhâqî'nin, al-Mamûn'un bundan böyle “Khwârizm ve Gurgânj (Kurkanj'ın Farsça- !aştırılmış biçimi) dışında, eyaletin tüm kentlerinde khutbah (hutbe)'ın Mahmud adına okunmasına razı olduğunu bildirmesi, bu iki sonuca ağırlık kazandırmaktadır[50]. “Khwârizm” ya da “Madinah Khwârizm”- in hangi kenti belirttiği konusunda ise, al-Bayrûnî'nin kendisi bize tanıklık etmektedir. Al-Qânûn adil eserinde yeralan bazı kentlerin boylam ve enlemlerinin belirtildiği haritada, bu konuyla ilgili olarak iki kayıt vardır : (i) “Khwârizm’in kentlerinden liiri olan al-Jurjâniyah” ve (ii) ''daha önce eyaletin başkenti (madinah) olan, Khwârizm'in bir başka kenti(balad) Kâth”[51]. Al-Bayrûni'nin, doğum yeri ile ilgili olarak, “Kâth” kentinden, ''Madinah Khwârizm” olarak sözettiği yolundaki görüşün en inandırıcı kanıtı, al-Bayrûni'nin doğum yeri İçin Maqâlah'sinde ve ‘‘Kath” İçin al-Qânûn’da verdiği coğrafi bilgilerdir. Kath için verilen sayılar: 85°0' boylam, 41° 36' enlemdir. Doğum yeri İçin verdiği sayılar ise: 85°0' boylam, 41°20' enlemdir. (Ancak, burada küçük bir tutarsızlık vardır; kentlerden birinin enlemi 4136'; ötekinin enlemi ise 41° 20' dir. 16' fark, birçok şekillerde açıklanabilir, örneğin, 41° 20' =كم , gerçekte 41°35'= ال- olabilir, ya da bu sayılar, değişik zamanlarda al-Bayrûni'nin doğru olarak kabul ettiği sayılardır, vb. 52).
Bununla birlikte, bu durum bazı sorunları çözülmemiş olarak bırakmaktadır; şimdi bunları ele almamız gerekiyor. İbn Khurdâdhbih, “Fil” in, Khwârizm’in adı olduğunu, ancak mutlaka Khwârizm’in başkentinin adı olması gerekmediğini söylemiştir. Bu nedenle, üçüncü yüzyılın ortalarında eyalet olasılıkla İranlılarca “Fil” olarak biliniyordu; başkenti de “Kâth” dı. (Belki de, al-Jurjânîyah o zaman başkentti ve “Fil” olarak biliniyordu). İbn Fadlân, H. 309 yılında Khwârizm’in başkenti olan Kâth’a gelmiş ve bu kentten, Farsçada olduğu gibi, eyaletin adıyla sözetmiştir [53]. Öyle görünüyor ki, al- İştakhrî’nin Kâth’ın kuzey yakada (al-Jurjânîyah’ın ise güney yakada) olduğunu söylemesinin nedeni, Âmû Deryâ'nın yönünün Khwârizm bölgesinde genellikle kuzey-batı oluşu, böylece de eyaletin Âmû Deryâ’nın karşı yakasındaki kesiminin, nehrin kuzeyinde (Khurasan kesiminin ise güneyinde) yeralmış görünmesidir. (Al-İştakhrî, başkentin adının Kâth olduğunu ve al-Jurjâniyah’nın Kâth’tan sonra en büyük kent olduğunu açıkça belirtmiştir). İbn Hawkâl’in,Khwârizm’in in başkentinin, Âmû Deryâ’nın ötesinde bulunduğu ve Maıvarâ'al- Nahr kentlerine, Khurasan kentlerinden daha yakın olduğuna ilişkin sözleri, kendi kendini kanıtlamaktadır. Hudûd al-'Âlam yazıldığı sıralarda, siyasal durum değişmiş görünmektedir. Eskiden, Khwârizm- Şâh’ların yönetiminde bir Khwârizm eyaleti olup Kurkânj, Khwârizm- Şâh’ların uyruğunda bir başkan tarafından yönetilen (olasılıkla Khwârizm’in Khurasan bölgesinin tümünü kaplayan) bir kasaba iken, H. 372 yılında, Kurkânj Amiri kendini Khwârizm-Şâhlardan bağımsız kılmış bulunuyordu. Böylece, başkenti Kâth olan Khwârizm eyaleti, başkentleri Kâth ve Kurkânj olan iki eyalete dönüşmüştü. Ancak, öyle görünüyor ki, al-Maqdisî’nin bu bölünmeyi tanıyıp tanımadığı açık seçik olmadığından, bu durum Halife tarafından resmen onaylanmamıştı. Bununla birlikte, doğal olarak, al-Maqdisî, Kâth’dan Qasbatuhâ al-Kubrâ diye sözetmekte ve burasının (yani Khwârizm’in) Khurasan’daki başkentinin (qaşbah) adının al-Jurjânîyah (yani Kurkânj) olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte, onun, Kâth’a “Şahrastân” dendiğine ilişkin sözlerinin doğru olup olmadığını söyleyemeyiz. (İranlıların, Kâth’a bu adı vermeleri kentin duvarlarla çevrili oluşundan ileri gelmişse, bu hiç de olanaksız değildir).H. 385 yılında, o zamanki Khwârizm-Şâh öldürülmüş ve tüm ülke o tarihten sonra Khwârizm-Şâh unvanını alan Kurkânj Amiri’nın egemenliği altında birleştirilmiştir. Kurkânj Amiri o tarihten sonra Khwârizm-Şâh unvanını almış, ama açıkça görüldüğü gibi, ülkeyi Kurkânj’dan yönetmiştir. Bu nedenledir ki, îbn Sina, Bukhârâ’dan göç ettikten sonra, o zamanki Khwârizm-Şâh’a Kurkânj’da takdim edilmişti ve gene bu nedenle, al-Bayrûnî’nin sözünü ettiği, al-Jurjânî- yah’daki Dâr al-İmârah Kurkânj’da bulunuyordu[54]. Yâqût’un sözlerine gelince, bunların yanlış tahminler olduğu açıktır. Elde ettiği veriler onun için yeterli olmadığından, (görünürde) çelişik anlatımları uzlaştırmaya çalışmıştır. Al-Bayrûnî’nin Tahdîd adlı eserinde yeralan, Kâth’ın Kurkânj’ın kuzeyinde olduğu yolundaki sözleri ya bir kalem sürçmesi ya da o dönem yazarlarının bazan haritaya tersinden bakmalarının başka bir örneğidir! (Bunun bir örneğine, Yâqût’un al- Bayrûnî’nin yaşam öyküsüyle ilgili olarak yazdıklarında rastlıyoruz; burada, Kuzey Kutbu’ndan Güney Kutbu olarak sözedilmektedir [55].
Ancak, bir sorun çözülmemiş olarak kalmaktadır - birçok yanlış tahminlerin dayandığı bir sorun. Ona, neden al-Bayrûnî ya da Berûnî denmiştir? Gerçekten bunu bilmiyoruz. Bugün, onun Bayrûn diye adlandırılan bir yerde ya da Kâth’ın dışında doğduğu için böyle adlandırılmadığını artık biliyoruz. Khwârizm’in onun anayurdu olduğuna inanmak için de nedenlerimiz var[56], öyleyse, ona neden al-Bayrûnî denmiştir? Kanımca, bu sorunun iki yönlü karşılığı vardır Onun, Kurkânj Amiri’nin Khwârizm’in tümünü topraklarına katmasının eşiğinde, Khwârizm’e göçmesinden önce böyle adlandırıldığını saptayabilirsek, ailesinin Khwârizm’in (kesinlikle Khwârizm kenti, eyalet değil) dışından gelmiş olması gerektiği ortaya çıkar. Ancak, bunun sonradan adına eklendiği ortaya çıkarsa, bu durumun en basit açıklaması, Khwârizm dışındaki insanların da, yabancı ya da göçmenlere “Berûn” dedikleri, onun da kendisinden “al-Khwârizmî” diye sözedilmesini istemediği için, kendisine nisbe (nisbah') olarak “al-Bayrûnî”yi aldığı şeklinde olacaktır.
* * *
Bu nedenle, al-Bayrûnî, H. 362 yılının Dhû'al-Hijjah ayının üçüncü perşembe günü, Khwârizm’in o zamanki başkenti olan Kâth’ta[57]doğmuştur. Ama, ana babası kimdi, ailesi hangi ülke ya da bölgeden geliyordu? Bu soruya doyurucu bir karşılık vermek için, al-Bayrûnî’nin yaşamıyla ilgili atıfları kapsayan, Kitâb Sin al-Sûrûr'da.n Yâqût’un aktardığı iki şiire [57a] ne ölçüde kanıt değeri verileceğini belirlemek gerektir[58]. Bizim bildiğimiz eserlerinin hiçbirinde, al-Bayrûnî, kendi yazdığı şiirlerden dizeler aktarmamıştır; oysa başkalarınca yazılmış olan şiirleri bol bol aktarmaktadır - Qissah Wâmiq 'Adhrâ’yı Arapçaya çeviren, başka öyküler yazmış ve çevirmiş olan ve eserleri arasında Qâfiyah al-Alif fi Itmâm Ş'ir abî Tammâm'ın da bulunduğu bir insanın kendisinin de bazı şiirler yazmış olması hiç de olanaksız sayılmaz. Abû al-Fath al-Bustîy’in onuruna yazdığı (söylenen) qaşidah'nın daha ilk bakışta, al-Bayrûnî’den başkası tarafından yazılmış olamayacağı anlaşılmaktadır. Ancak, daha yakından incelendiğinde, bu şiirin abû al-Fath al-Bustîy ya da aynı kunyah'ı taşıyan bir başka şair tarafından, al٠Bayrûnî’ye övgü olarak yazılmış olması akla sığar görünmektedir. Çünkü, önce, bir övgü yazarının, şiirinin büyük bir bölümünde prenslerin saraylarındaki kişilerle bağlarından, doğu ve batının bilim adamlarınca çok iyi tanındığından sözetmesi, sonra da, içine düştüğü kötü durumdan yakınması, en sonunda ise, o zaman onu destekleyen tek kişi olan falanca kimseden sözetmesi garip görünecektir. Tersine, eğer qaşidah, al-Bayrûnî için yazılmışsa, bu estetik talihsizlik ortadan kalkar. Çünkü şair, baştan sona mamdûh’tan sözetmekte, önce kendisinden, başkası adına, mamdûh ile bağıntılı olarak sözetmekte ve kendi kişiliğini, övdüğü kişinin altına gömmekte, sonra kendisini hatırlamakta, övdüğü kişinin yüceliğini dile getirmenin ve onun bu dünyada iyiliği, öte dünyada kurtulması için dua etmenin uygun olacağını kendisine hatırlatmaktadır. İkinci olarak Mahmûd'un ölümünden sonra, al-Bustîy’in yeni bir koruyucuya gereksinim duymasının, al-Bayrûnî’nin onun desteğine gereksinim duymasından daha olası görünmektedir. Son olarak, şiirdeki bazı anlatımlar doğru değildir: al-Bustîy’de, bu, şâirin dili özgürce kullanması olarak kabul edilebilir, al-Bayrûnî’de ise bağışlanamaz. Al-Bayrûnî’nin abû al-Hasan ‘Ali b. al-Ma’mûn’u tanıyıp tanımadığını bilmiyoruz. Ancak, H. 408 yılında ilişkilerinin gerginleştiğini ve Mahmûd’un bundan sonra onunla hiç barışmadığını ve ona haşin davrandığını, al-Bayrûnî’nin kendisinden öğreniyoruz[59].Öteki şiire gelince, al-Bayrûnî’nin kaleminden çıkmış olabilir; ama onunla hiç bir ilişiği olmayabilir de. Sonuç olarak, bu şiirlere pek güvenilmese ya da yalnızca onların kanıtlığına dayanılarak herhangi bir görüş önesürülemese de, al-Bayrûnî’nin yaşam öyküsünün akışı içindeki bir boşluğu doldurmak için sakınımlı olarak onları kullanabiliriz.
Al-Bayrûnî’nin ana babası ve anayurdu konusuna dönersek, al-Bayrûnî’nin kendisi Arapça ve Farsçanın onun için yabancı diller olduklarını, bu dillerde konuşurken tedirginlik duyduğunu belirtmiştir[60]. Sanskritçeyi ve Hint bilimlerini öğrenmekte karşılaştığı güçlükleri Kitâb al-Hind[61]adlı eserinde canlı bir şekilde anlatmaktadır, öyle görünüyor ki, al-Bayrûnî, birkaç astronomi terimi dışında başka bir dil bilmiyordu. Tahdîd adh eserinde, Khwârizm’den ayrılmak zorunda kalışını, “anayurduna yabancı” olmak (al-ightirâb 'an al-Watân), geri dönüşünü ise "yeniden birleşme" (al-ijtima' al-şaml') diye nitelemiştir[62].
Onun, Khwârizm’in başkentinde doğmuş olduğu sonucuna varmıştık. Bundan açıkça çıkarılacak olan sonuç, al-Bayrûni’nin Khwârizm soyundan gelmiş olduğudur. Ana babasının kim oldukları sorununa gelince, babasının adının Ahmad olduğundan başka doğrudan kanıt yoktur. Ancak, bu Ahmad’ın kimliğini saptayabilmek için elimizde bu konuya ilişkin dolaylı kanıt vardır. Khwârizm-Şâh 'Iraq b. al- Manşûr’un torunlarından biri olan[63] abû Naşr al-Manşûr’un zamanının tanınmış astronomi ve matematik bilginlerinden biri olduğunu ve qasidah'de,al-Bayrûnî’nin koruyucusu ve velinimeti rolünde göründüğünü biliyoruz. Al-Athâr al-Bâgiyah'dan, abû Naşr’ın onun hocası olduğunu[64], Tahdîd'den ise, al-Bayruni’nin yaklaşık H. 380 yılında, daha onsekiz yaşlarında olması gereken bir sırada, astronomik gözlemler yapmış olduğunu öğreniyoruz[65]. Onun, ana babasından birini, olasılıkla her ikisini, daha bebekken ya da küçük bir çocukken yitirmiş olması gerektiğine inanmak için neden vardır[66]; qasidah'de, onun Âl'Irâq'ın süt kardeşi olduğu yolunda bir anlatıma rastlıyoruz. Bu, kuşkusuz, bir şiirsel anlatım olabilir, ama tarihsel gerçeği de dile getirebilir. Eğer doğruysa, bu, al-Bayrûnî’nin o aileye ya da başka bir soylu aileye mensup olması gerektiğini gösterir; çünkü, kuşkusuz, o Hanedana mensup hiçbir soylu kadın rastgele bir çocuğa süt vermeye tenezzül edemezdi. Söz konusu Ahmad’ın, sülâlenin sondan bir önceki Khwârizm-Şâh’ı Ahmad b. Muhammad b. ‘Irâq’dan başka biri olmadığı, ،Iraq Hanedanının son Khwârizm-Şâh’ı abû ‘Abd Allâh’ın, onun üvey kardeşi olduğu kanısındayım. Bu varsayım, aşağıda belirtilen olgulardan ötürü daha da inandırıcı olmaktadır: (i) al-Bâyrûnî abû ‘Abd Allâh ve Kurkânj Amir’i al-Ma’mûn arasındaki savaşın bir sonucu olarak, saklanmak ve sonunda Khwârizm’den göçmek zorunda kalmıştır[67]; çünkü kendini okumaya adamış, matematik sorunları çözen ve astronomi gözlemleri yapan yirmiüç yaşında bir bir genç adamın, Khwârizm-Şâh ve amcasının duacısı ya da destekleyicisi olmuş olsa bile, anayurdundan göçetmek zorunda kalması için hiçbir neden göremiyorum; (ii) al-Bayrûni, kendisinden hiçbir zaman “al-Khwârizmî” diye sözetmemiştir - bunun nedeni, öyle görünüyor ki, al-Bayrûni’nin, sürgünde bile Ma’mûnîlerce izlenmekten korkması ve kendi halkı ile “yeniden birleşinceye” değin. “al- Bayrûni” adıyla ün yapmış olmasıydı; (iii) al-Bayrûnî, Mahmûd’un Khwârizm’in başkanı olduğunu ilân ettiği bir yılda, üstelik tam aslanın ininde, Ghaznah gibi bir yerde, onun hoşuna gitmeyecek bir davranışta bulunma yürekliliğini gösterebilmiştir[68]. Annesinin odun taşıyıcı olduğu belirtilen şiire gelince, bu deyim kesinlikle şiirsel etki yaratmak için kullanılmıştır; bu şiirde, abû Lahab, al-Bayrûnî’nin babası değil, kendisidir; öte yandan, annesinin oduncu (hammâlah al-hatab) oluşu, eğer kendisi Abû Lahab olmasaydı, bilinemezdi. “Abû Lahab” ve “Hammâlah al-Halab" deyimlerinin ikisi de, “edepsiz bir ihtiyar” (şaykh bi-lâ adab) ve “küçümsenecek bir kadın” yerine metaforik olarak kullanılmıştır.
* * *
Al-Bayrûnî, öğrenimine çok genç yaşta, büyük bir olasılıkla, abû Nasr al-Manşûr’un gözetiminde başlamıştır. (Bildiğimiz kadarıyla, abû Nasr, al-Bayrûnî’nin, öğretmeni olduğunu söylediği tek kişidir. S. H. Baran¡, kesinlikle burada yanılgıya düşmüştür[69].Belki de, al- Bayrûnî’nin öylesine küçük yaşta astronomi ve matematik bilimlere yakından ilgi duyması, onun abû Nasr’ın öğrencisi olmasının bir sonucudur. Tahdîd adlı eserinde[70], yaklaşık olarak H. 380 yılında yaptığı bir astronomik gözlemden sözetmesi, o sırada aşağı yukarı onsekız yaşında, hatta daha da genç olduğunu göstermektedir. H. 385'te yirmiüç yaşına bastığında, oldukça büyük ölçüde yeryüzünün yüzeyini ölçmek için gözlemler yapmış; Khwârizm’in çeşitli yerlerinin enlemlerini dikkate değer bir doğrulukla saptamış bulunuyordu [71]. H.385-387 yılları arasında ne yaptığını bilemiyoruz. Ama onun, Kâth’ta ya da bu kente yakın bir yerde oturmayı sürdürdüğünü, kendini en çok kitap okumaya adadığını, matematik astronominin o zaman daha çözülmemiş olan sorunlarını, olasılıkla, o zamandan beri “Al- Bayrûnî Sorunları” diye bilinen sorunları çözmeye çalıştığını tahmin etmek yerinde olur. H. 387 yılında, Kâth’da, abû al-Wafa’ al-Bûzjânî ile işbirliği yaparak, ayla ilgili bir gözlem yapmıştır; al-Bûzjânî’nin Bağdad’tan yönettiği bu gözlemin amacı, iki kent arasındaki boylam farkını saptamaktı[72]. (Sonuç, tam 15°'dir). Bu gözlemden kısa bir süre sonra, al-Bayrûnî, Khwârizm’den ayrıldı. Jurjân’a kesin olarak ne zaman vardığını ve Qâbûs b. Waşmgir’in koruyuculuğu altına ne zaman girdiğini bilemiyoruz. Al-Âthar'âa., al-Bayrûnî, Qâbûs’un lutfuna ermeden önce Rayy’da bulunduğuna[73] değinmiştir; bu nedenle de, eğer Jurjân’a daha önce de gitmemişse, Dihistân üzerinden doğrudan giden yolla değil, Khurâsân’dan geçerek gittiği anlaşılmaktadır. Rayy’da bulunduğu sırada yoksullaştığı anlaşıldığından, Khwârizm’den ayrılışı ile Rayy’a ulaşması arasında bir sürenin geçmiş olması gerektiği sonucu çıkarılabilir. H. 390 yılının sonlarının sonlarında, Al-Âthâr’ı yazmaya başladı;[74] ama o sırada Kitâb Tajrîd al-Şulâ'ât wa al-Anwâr'ı, yazmış ve Qâbûs’a sunmuş bulunuyordu[75]. Qâbûs, Jurjân’ın yönetimine H. 388 yılında dönmüştür; bu nedenle de, al-Bayrûnî’nin yaklaşık H. 389 yılında onun tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bundan önce, Jîlân Ispahbad’ı[76] (olasılıkla, kızı Qâbûs’un oğlu İskandar’la evlenmiş olan [77]) Marzbân b. Rustam[78]’ın koruyuculuğu altında girmiş olabilir; çünkü, Kttab Maqalid Ilm al-Hay'ah Yahdath fi Basit al-Kurah adlı kitabını ona sunmuştur[79].Bununla birlikte, bu kitabı, Qabus’un yanında bulunduğu sırada da yazmış olabilir[80]. Durum ne olursa olsun, al-Bayrûni, H. 390 yılına değin, aralarında (elyazması bugüne değin kalmış ve bu sorunların bazılarına bir ölçüde ışık tutabilecek olan) Kitâb fî İsti'âb al-Wujûh al-Mumkinah fî Şan'ah al-Uşturlâb'ın da bulunduğu en az on kitap ve “genç bilim adamı” (fatâ al-fâdıl) İbn Sînâ ile yaptığı görüş alışverişini yazmıştır[81]. Jurjân’da kaldığı süre içinde, bazı bilimsel sorunlara ilişkin olarak, biri H. 393 Rabî'al-Thânî'de, öteki, H. 393 Şauıwâl de, en az iki astronomik gözlem yapmış[82] ve yeryüzünün çevresinin bir derecesini ölçmek için bazı çabalar harcamıştır. Dihistân ve Ghuz Türklerinin ülkesi arasındaki bazı yerleri seçmiştir[83]. Onun, H. 394 yılında, abû al-Hasan ‘Alî b. al-Ma’mûn’un çağrısı üzerine Khwâ- rizm’e dönüp dönmediğini, eğer dönmüşse, bundan sonra yaşamını Khwârizm’de sürdürüp sürdürmediğini bilmiyoruz[84] ancak onun, H. 394 yılının 14 Ramadan'mda., Khwârizm’de, (olasılıkla o sırada başkent olan) al-Jurjâniyah’da bir astronomi gözlemi yaptığını kesin olarak biliyoruz[85]. Buraya, ay tutulmasını gözlemek için gelmiş sonra da geldiği yere dönmüş olması olanaksız değildir; ancak, qasîdah'dan anlaşıldığı gibi al-Bayrûnî’nin Qâbûs’tan hoşnut olmadığı[86] ve ülkesindeki bazı etkili arkadaşlarının, al-Bayruni'nin geri dönmesini,o zamanki Khwârizm-Şâh ‘Alî tarafından kabul edilmesini ve önemli bir göreve atanmasını sağlamış oldukları bana daha olası görünüyor. (Hangi tarihte olursa olsun. al-Bavrûnî. Khwârizm’e döndükten kısa bir süre sonra kıskanç kimselerin ona çok gördükleri bir göreve atanmış, akıllı ve iyi yürekli kimseler ise onu bu görevde görmekten kıvanç duymuşlardır[87].) ‘Alî, H. 399 yılında ölmüş[88]; bunun Üzerine, al-Bayuni, Ma'mûnilerin son Khwârizm-Şah’ının hizmetine girmiş;bu genç prensin edebiyat toplantılarına katılmış, iç ve dış sorunlarla ilgili olarak ona öğütler vermiş, en az bir gizli görev (al-Ma’mûn adına, Halifenin elçisinden onur giysisi ve Unvanlar Belgesini almak) üstlenmiş, başkaldıran önderleri yatıştırmış, İçki sofralarında yeralmış[89]ama açıkça anlaşıldığına göre, ona hiç kitap okumamış ve onun İçin hiçbir şey yazmamıştır.[90]H. 406 yılına değin onun hizmetinde kalmış, bu ,tarihte olasılıkla görevinden ayrılarak bir kez daha bilimsel çalışmalarına dönmüştür. (H. 406 Şawwâl ile H. 407 Rajab arasında, al- Bayrûni'nin al-Jurjâniyah'da bazı astronomik gözlemler yaptığını görüyoruz [91]. Bununla birlikte, hükümet hizmetinde çalışmayı sürdürmüş ve bu gözlemler, abû al-Abbâs'ın lütfüyle yapılmış da olabilir.
Ama onun al-Ma’mûn’un son günlerinde Vezir olduğu yolundaki görüşler tümüyle dayanaksızdır[92].
H. 407 yılının Şawwâl ayında, abû al-’Abbâs al-Ma'mûn, isyancılar tarafından öldürülmüş, bunun üzerine Mahmûd Khwârizm’e yürümüş, ayaklananları bastırmış ve abû al-Fadl al-Bayhaqî’ye inanmamız gerekirse, H. 408 yılı başlarında[93], Khwârizm aristokrasisinin tüm üyelerini Ghaznah’a götürmüştür[94]. Ghaznah’da ne olduğunu bilmiyoruz; tek bildiğimiz, o yıl, al-Bayrûnî’nin yürekli karşı duruşu Mahmud’un öylesine canını sıkmıştı ki, cüretli bilim adamını hiçbir zaman bağışlamamıştır. Tutuklanıp tutuklanmadığın [95]bilemiyoruz; ancak, çok geçmeden, onun Kabul yakınlarında Hayfur'da astronomik gözlemler yaptığını görüyoruz (Jumâdî ül-Ukhrâ H. 409) [96]. Mahmûd, Hindistan'da Mathura seferinden dönerken, Mathura'daki tapmaktan aldığı mücevheri, al-Bayrûnî'ye o yıl (H. 409) göstermiş olsa gerektir[97]. H. 410 Rajab ayından 411 Şa'bân ayma kadar, al-Bayrûni'nin Ghaznah' da bir kez daha bir dizi astronomik gözlem yaptığını görüyoruz[98]. Yaklaşık olarak H. 413 yılında, onun büyük güçlükler ve zorluklar İçinde olduğunu, hatta müneccimlere bile danıştığını görüyoruz[99]! (Barani, onun, Maqalah îfrâd al-Maqâl'i, H. 413 yılında yazdığını söylüyor[100]; ancak, maqâlah'nin basılı metninde [101]ne zaman yazıldığına ilişkin hiçbir bilgi yoktur). Bununla birlikte, H. 415 yılında, al-Bayrûni'nin, “Türklerin en uzak sınırlarından” gelen elçilerin, güneşin yeryüzünün üstünde döndüğü bir yer olduğu yolundaki anlatımlarıyla ilgili olarak, Mahmûd tarafından çağrıldığını ve bu konuda Mahmûd’un merakını giderdiğini görüyoruz[102], öyle görünüyor ki, al-Bayrûnî, bu fırsattan yararlanarak, yerler ve uzaklıklar hakkındaki bilgisini artırmıştı [103]. H. 416 yılının Rajab ayında Ghaznah da Tahdîd adlı kitabını bitirmiştir[104]. O sıralarda, belki de daha önce, Sanskritçe Karana Tilak adlı eseri Arapçaya çevirmiştir[105]. Bu iki eserden, onun daha o zaman Hindistan’a gitmiş olduğunu, orada, dünyanın çevresinin uzunluğunu saptamak için “ufkun alçalış açısından yararlanma yöntemi”ni uyguladığını ve Karana Tilak adlı esere orada rastladığını öğreniyoruz. H 418 yılında, al-Bayrûnî, Qitâ’i Khân’dan gelen elçilere[106] soru sorma olanağı bulmuştur; onun uzak doğudaki kentlere ilişkin bilgiyi bu elçilerden sağladığı sanılmaktadır[107]. Aynı yıl (H 418) Rajab ayında, al-Bayrûnî, Risâlah fi İstikhrâj al-Auıtâr fî al-Da’irâh adlı eseri yazmıştır; ancak bu eseri nerede yazdığını bilmiyoruz[108]. H. 420’de, olasılıkla Ghaznah’da, Khwârizm’li bir kadın için Kitâb al-Tafhîm adlı eserini yazmıştır[109]. H. 421 yılının Rabî'al-Thânî ayında Mahmûd ölmüş, iki oğlu arasındaki çekişme, Ghaznah’ya olasılıkla H. 422 Jumâdî al-Ukhrâ'da varan Mas’ûd’un zaferiyle doruk noktasına ulaşmıştır[110]. Al-Bayrûnî, O yıl Ghaznah’da, Kitâb fî İkhtilâf al-Wâki' fî Taqâlîm adh eserini bitirmiştir[111]. Kitab al-Hind'in de o sıralarda yazılmakta olduğuna ve bu eserin Ghaznah'da H. 422-423 yılında bitirildiğine inanmamız için neden vardır[112]. Sürekli çalışmaktan yorgun düşmüş ve kanımca yeterince değerlendirilmemiş olan al-Bayruni', H. 423 yılında ciddi bir hastalığa yakalanmış, bu hastalığı, H. 423 sonlarına doğru ya da H. 424 yılında, yalnızca kararlılık ve iradesiyle yenmiştir[113].
* * *
Yazımızı sürdürmeden, al-Bayrun ile MahmUd arasındaki gerçek ilişkinin ne olduğunu ve al-Bayruni’nin Hindistan'da ne kadar ve hangi donemde kaldığını saptamaya çalışacağız. Daha once de belirtildiği gibi, al-Bayruni’nin Ghaznah'ya geldikten sonra ve Kâbul yakınlarında astronomik gözlemler yapmadan önce neyle uğraştığını bilmiyoruz. Bu donem İçinde Hindistan’da olmuş olabilir; ancak elimizde buna kanıtlayacak bir şey yoktur. Yine, H. 411 ve 415 yılları arasında onun nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, yaklaşık H. 413 yılında alabildiğine şanssız, müneccimlere başvuracak kadar mutsuz olduğudur. Kanımca, bu donem, onun Hindistan'da kaldığı dönemdir. Danıştığı müneccimlerin onun yaşı konusunda büyük ölçüde yanıldıklarını biliyoruz [114]; Bunun nedeni, Hintli müneccimlerin, başka bir iklimden ve başka bir soydan gelmiş olması nedeniyle onun yaşım doğru olarak kestiremeyişleri olabilir kanısındayım. AL-Bayrûnî gibi bir dahi için, yalnız Sanskritçeden Arapçaya değil, Arapçadan Sanskritçeye de kitaplar çevirebilecek ölçüde Sanskritçe öğrenmesi için Hindistan'da kaldığı süre yeterince uzundur. Son olarak Karana Tilak'ın çevirisi olan Ghurrah al-Zijât’ta, Vijaya Nanda'nın bu Sanskritçe eserini Hindistan'da bulduğunu belirtmektedir. Bu çevirisinde, al-Bayrûnî, başka dönemlere çevrilmek için 25 Safar H. 416 tarihini almaktadır; bunun nedeni, onun belirttiği gibi, o günün, Mahmûd'un Yusuf Khan’la karşılaştığı ünlü bir gün oluşudur[115]. Kitabın bu olaydan kısa bir süre sonra yazılmış ve al-Bayrûni'nin bu kitabi daha önce Hindistan'da elde etmiş olması gerektiği açıktır. H. 416 yılında, ciddi olarak hastalandığı zamana değin onun Ghaznah'da tutkuyla kitap ve maqalah'lar yazmakla uğraştığını görüyoruz; bu dönemde onun Hindistan'a gittiğine ilişkin olarak elimizde hiçbir kanıt yoktur. Neredeyse ölümün kıyışından döndüğü hastalıktan kurtulduktan sonra, al-Bayrûni, altmış ikiyi bulan ilerlemiş yaşında Hindistan yolculuğunu göze alamayacak kadar güçsüz kalmış olsa gerektir. Bundan başka, elimizde bulunan Kilab al-Hind'den sonra yazdığı eserlerin hiçbirinde, yerinde olarak ün kazanmış bu eserinde olduğundan daha iyi bir noktaya varmış değildir, tersine, Edward Sachau'nun belirttiği gibi, Kitab al-Hind'de öylesine açık bir biçimde birbirinden ayırmış olduğu iki Hindistan dönemini, Al-Qânun 'da karıştırabilecek duruma gelmiştir[116].
Al-Bayrûnî’nin Sanskritçe öğrenmeye başlamasına gelince. Hindistan'a H. 408 yılında gitmemişse, bu dilde ders almaya Ghaznah'da başlamış olmalıdır[117]. Mahmud’un emrinde Hintli askerler vardı; bunlar başlıbaşına bir bölük oluşturuyorlar ve kendi yurttaşları olan subayların komutası altında bulunuyorlardı[118]. Gerçekten, öyle görünüyor ki, başkent Ghaznah’da (tüccarlar ve arasıra gelen ziyaretçiler sayılmazsa) bu kente yerleşmiş büyük bir Hintli kolonisi vardı [119]. Al-Bayrûnî çocukken, meyve ve bitkilerin adlarını öğrenmek için, Khwârizm’i ziyaret eden bir Romalıdan (bir Yunanlıdan?) ders alıyordu[120]; onun, kendi dillerini ve bilimlerini öğretebilecek bilgili Hintlilerden yararlanmaması düşünülebilir mi? Bundan başka, H. 411 ve 415 yılları arasındaki süre, onun resmî görevini yürütürken, bu dönemin başında bu dilin alfabesini öğrenmeye başlaması ve bu dönemin sonunda da bu dilden ve bu dile kitaplar çevirmesine olanak sağlamaya yeterli bir süre olarak görünmemektedir. Al-Bayrûnî’nin, daha al-Âthâr adlı yapıtında, planetlerin ve burçların adlarını (altı başka dilin yanı sıra) Sanskritçe olarak da verdiği düşünülürse [121], Sanskrit alfabesini, doğum yeri olan Kâth’da öğrenmiş olması olanaksız değildir.
Onun Mahmûd’la ilişkilerine gelince, kanımca, Sachau, Indica adlı eserinin girişinde, yetersiz kanıtlara dayanmakla birlikte, doğru sonuca varmıştır. Al-Bayrûnî’nin Mahmûd’a karşı tutumu, yiğitlik, korku, alınganlık ve pişmanlık duygularının karışımıdır. Kimi zaman korkaktan çok yürekli, pişman olmaktan çok alıngan; kimi zaman da hemen hemen tam tersidir. Onun H. 408 vılındaki sivri çıkışının, Mahmûd’un ömür boyu hoşnutsuzluğuna yolaçtığını biliyoruz; buna karşın, H. 409 yılında Mahmûd’un ona Mathura’dan aldığı mücevheri gösterdiğini ve H. 415 yılında bir astronomi sorunu konusunda ona danıştığını görüyoruz. Birbirlerine karşı tutumları çift yönlüdür. Al-Bayrûnî kuşkusuz onun sırdaşı ya da saray müneccimi değildi, ama onun hizmetinde, başka bir deyişle, devletin hizmetinde bulunmuş olabilir. Eğer böyle ise, görevi onun Hindistan’ın uzak yerlerinde ve (olasılıkla başka yerlerde) elde ettiği kitaplarrn bedelini ve ona bu kitapları öğretebilecek (Ghaznah’ya getirilmiş) Hintli pundit’lerin emeklerinin karşılığını ödemesine elverecek, ancak, ona, ne kendisini tümüyle dilediği uğraşlara adamasına olanak verecek, ne de büyük yeteneklerine uygun düşecek seçkinlikte, ya da onu mutlu kılacak nitelikte bir görev olsa gerektir, (s. K. Chatterji, Panjab'm ülkeye katılmasından sonra basılmış, Mahmud'un tuğrasını taşıyan bazı sikkelerin üstündeki Sanskrit efsanesinin, Arapçadan al-Bayrûnî tarafından çevrilmiş olduğu kanısındadır. Bundan başka, Chatterji, sikkelerin iki dilde çıkarılması kararının al-Bayrûnî’nin tavsiyesi ile alındığı görüşündedir [122]. Barani, bir adim daha ileri giderek, bu kararın al-Bayrûni'nin önerisiyle alındığını vurgulamaktadır [123]. Olasılıkla, Mahmud ya da ilgili görevli her kimse, çeviri İçin al-Bayrûnî’yi seçmiştir; ama bu amaçla Hintli bir bilim adamının seçilmiş olması da aynı ölçüde olasıdır. A,-Bayrûnî'nin kararın alınmasında etkili olmasına gelince, bu, bildiğimizce, al-Bayrûni ile Amir arasındaki ilişkiye ters düşmekle kalmamakta, ayni zamanda Mahmud'un, Hintli askerlerden oluşan bir bölüğü hizmetine almaya, Hint eyaletinde iki dilde sikke bastırma kararından çok önce -bu kararın da al-Bayrûnî'nin etkisiyle alındığı vurgulanmadıkça— karar verdiği gerçeğini görmezlikten gelmektedir).
* * *
Anlatımıza kaldığımız yerden devam edersek, al-Bayrûnî’nin geçirdiği ciddi hastalıktan ötürü büyük ölçüde sarsıldığını ve güçsüz düştüğünü, ama henüz çözülmemiş sorunları çözme, kendisinin ve kendisinden önceki büyük bilim adamlarının vardıkları sonuçlan sistemli ve tutarlı bir biçimde sunma, böylece sorunları öğrenciler İçin çok daha kolaylaştırma konusunda her zamanki gibi kararlı olduğunu görürüz. Bu sıralarda (yaklaşık olarak. H. 423 yılının Şawwâl ayında) Risalah al-Fihrist'te sözünü ettiği düşü görmüş, bundan, kendini çalışmalarına ve yazılarına adaması İçin önünde daha onaltı yıl kadar bir süre olduğu sonucuna varmıştır; benim bundan çıkardığım sonuç ise, öylesine uzun bir zaman bastırılmış olan kendini koruma içgüdüsünün yeniden kendini duyurduğudur, öylesine ki, o sırada bilinçaltındaki en önemli düşünce, gelecek -o tarihte ona belirsiz görünen bir gelecek düşüncesiydi; dahası, bu olayın, onun Mas’ûd'un lutfuna ve parasal desteğine ermesinden önce meydana gelmiş olması gerekir. Ah ad b. al-Hasan al-Maymandi, H. 424 yılında ölmüştür. Bu nedenle, öyle görünüyor ki, Sachau, al-Bayruni’nin Ghaznah sarayı ile ilişkilerinin ancak bu Vezirin ölümünden sonra kurulduğuna inanmakta haklıydı [124]; ancak al-Maymandi’nin al-Bayrûni’ye düşman olduğu görüşünü destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Bu nedenle yaklaşık olarak H. 425 yılının (Şâwwâl ayında al-Bayrûnî Mas'ûd’un sarayı ile İlişki kurmuş ve Al-Qânûn'u yazmaya başlamıştır; bu eseri, H.426 yılında bu genç prense sunmuştur. (Jalâl Humâ’î, Kitab al- Tafhim'e yazdığı önsözde, al-Bayruni'nin, H. 420 yılında Mahmûd'un sarayına girdiğini ve Al-Qânûn adlı kitabini, onun saltanatının son yılında yazdığını öne sürmektedir [125] Kitabin adı kesinlikle Humâ’î’nin görüşüne aykırı düşecek bir kanıt değildir; ancak kitabin İçeriği, onun, H. 423 yılından önce yazılmış olamayacağını [126] ve H. 426 yılının ortalarında eserin yaklaşık olarak ancak altıda birinin yazılmış olduğunu göstermektedir [127]. J. H. Kramers, daha da eskiye giderek,''... Qânûn'un eldeki en eski nüshasının... 416 yılında tamamlandığını...” öne sürmektedir [128]. Kramers ya başka bir kitaptan, bir kalem sürçmesiyle, Qânûn diye sözetmiştir ya da birisi yanlışlıkla tarihi, örneğin “516” yerine “416” diye yazmıştır. Kitabın, H. 427 yılına değin tamamlanmamış olduğunu, al-Bayrûnî’nin kendisinden öğreniyoruz[129].) H.428 yılının başlarında, al-Bayrûnî (daha çok Risalah al-Fihrist diye bilnen) Risâlah Fihrist Kutub abu Zakariyâ al-Râ-zi adlı kitabini yazmıştır; bu kitapta, al-Bayruni, yaşamına ilişkin bazı olayların yanı sıra, eserlerinin de bir listesini vermiştir. AL-Bayrûnî'nin yaşamının daha sonraki yıllarına ilkin olarak, Al-Oânûn'u H. 428 ve 432 yılları arasında bitirdiği; Kitâb al-Jamâhir fi Ma'rifah al-Jawakir adlı eserini yazıp tamamladığı ve anlaşıldığına göre al-Bayrûnî’ye hazineden bağışta bulunmayı sürdüren ve bilim adamlarının al- Bayruni'nin çevresinde toplanmalarım ve al-Bayrûnî’nin eserlerini onlara yazdırmasını sağlayarak kitaplarını yazmasını kolaylaştıran [130],Mawdûd b. Mas'ûd’a (saltanat! H. 432-441) sunduğu [131]ve Kitab al-Saydanah'ı yaklaşık olarak H. 442-443 yılında, yaşı sekseni bulduğu sırada bitirdiğinin dışında çok az şey biliyoruz [132]. Onun ne zaman öldüğünü tam olarak bilmiyoruz; ancak kesinlikle H. 430 yılının Rajab ayının ikinci günü ölmediğini biliyoruz; al-Ghadan far, bu tarihe, al-Bayrûnî'nin en y-akın yardımcılarından biri olan abû al-Fadl al- Sarakhsi'nin elyazısıyla yazılmış olarak rastladığını ve bu tarihin bir başkasının, al-Bayrûni'nin öldüğünde yetmiş yedi yaşını doldurmuş, yetmişsekizden yedi ay almış olduğu yolundaki anlatımım doğruladığını belirtmektedir [133]. Bununla birlikte, al-Ghad far, abû al- Mulamid b. Mas’ûd b. Mulıammad b. al-Zaki al-Ghaznawî’nin Kitab al-Saydanah kopyasını kopya ederken, al-Saydanah'a göre Bayrûnî'niî 77 yaşında ölmüş olamayacağını farketmemiştir; al-Ghadanfar'ın kendisine göre [134], al-Ghaznawî, Kitab al-Saydanah kopyasında, kitabin (Kitab al-Şaydamah) (o zaman) eldeki tüm nüshalarının büyük bir bölümünün (abû al-Muh mid’e göre), Al mad al-Nahşâ'î’nin elyazısıyla yazılmış olduğunu, kenar notlarının ise pek okunaklı olmayan bir elyazısıyla, al-Bayrûni’nin kendisi tarafından çiziktirilmiş olan kaba müsveddeden alındığını belirtmektedir. Al-Bayrûni’nin ölüm tarihi İçin en büyük olasılıkla H. 443 yılını alışımın nedeni, Kitab al-Saydanah'ın H. 442 yılı sonunda ya da H. 443 yılının başlarında bitirilmiş olmaşının gerekmesi ve Yâqût’un da bu tarihten sözetmesidir. (Elimizdeki metinde [135]tarih H. 403’tür; ancak, Yâqût, al-Bayrûnî’nin elyazısıyla yazılmış ve Ghaznah’da H. 422 yılında tamamlanmış ulan bir kitap gördüğünü belirttiğine göre, bu tarihi vermiş olamaz[136], İbn al-Athir, al-Bayrûnî'nin ölüm tarihi olarak 430 yılını vermiştir [137]; kanımca, bu tarihi -tıpkı 'Abd al-Salam Nadwi'nin yaptığı gibi-[138] Yàqùt'un metninden çıkarmıştır. Bu iki bilgin, öyle görünüyor ki, thalâthin ( ثلاث ) sözcüğünün, "thalâthin” ( ثلاثين ) sözcüğünün bozulmuş bir biçimi olduğunu düşünmektedirler. Ancak, kanımca, “arba'in” ( ارسن) eseri kopya eden tarafından dikkatsizlik sonucu dışarıda bırakılmış, bunun sonucu olarak, “443”, “403” olmuştur).
* * *
Firdawsi ve Mahmud’dan sözederken, Edward Sacliau, “Kralın, şairin karşısında yeralması durumunda kaybeden kral olmuştur. Firdawsi, dünya düşünce tarihinde kendisine verilen şerefli yeri koruduğu sürece, o güne değin görülmemiş ölçüde dünyalığı üstüste yığan Mahmûd'un, ölümsüzlüğe yazgılı bir şairi nasıl onurlandıracağım bilmediği bir leke gibi adına yapışacaktır” demektedir [139]. Bu yargıya karşı çıkmak isteğinde değilim; dileğim yalnızca, Mahmûd’un, kesinlikle, ölümsüzlüğe yazgılı hiçbir insani onurlandırmayı bilmediğinin anlaşıldığını eklemektir. Ancak, Kral'ın Bilim adamının karşısında olması durumunda; bilim adamı açık bir biçimde kaybetmiştir; aradan ancak dokuz yüzyıl geçtikten sonra, durum yeniden gözden geçirilmeye başlanmıştır. Başarısızlığın ne denli büyük olduğu, bir süre önce, sürümü büyük gazetelerimizin birinde, ''Alberuni; gelmiş geçmiş en büyük bilim adamlarından biri” gibi bir başlık taşıyan ve İçeriği yalnızca, Mahmûd’un, duvarda, bu amaçla yaptırılmış bir kapıdan çıktığı, kendisinin ise o gün yüksek bir duvardan atılacağı, ama hiç incinmeden kaçacağı yolundaki başarılı yıldız falından oluşan bir makaleden çıkarılabilir. Sachau bile, al-Bayrûnî’nin yıldız falcılığı yaparak Ghaznah’da ekmeğini kazanmış olabileceğini belirtmişti[140]!
Bu (şimdi) iyi bilinen yıldız fail kehaneti konusunda ilk “otorite”, bildiğim kadarıyla, al-Nizâmi al-'Arûdî al-Samarqandl'nin (H. 547 ve 552 yılları arasında yazılmış olan) Çahâr Maqaleh[141] adlı eseridir. E. G. Browne'un büyük değer verdiği bu düzyazı eseri, aynı zamanda Mahmûd’un abû Naşr al-Mansur, abû al-Khayr al-Khammar, al- Bayrûni, abû Sahi al-Masîhî ve İbn Sînâ’yı çağırdığı, bunların ilk üçünün gitmeyi kabul ettikleri, son ikisinin ise Jurjân'a gittikleri yolunda bilgi veren ilk “otorite''dir [142]. Yukarıda belirtilen yıldız falına ek olarak, a,-Bayrûni’nin doğru çıkan bir başka kehanetinden de sözedilmiştir: Mas’ûd Sa’ad Salman (ölümü: H. 515), Sultan Radi al-Dîn İbrahim b. Mas'ûd'un (H. 450492 yıllan arasında hüküm sürmüş) oğlu Sayf al-Dawlah abû al-Qasim Mahmûd'un Hindistan'a vali olarak atanması üzerine, onun İçin yazdığı qaşidah'de şöyle demektedir:
بال بنجه ارن كذت ير ريعان يدان كتاب كه كرد، اس-■■ نام او تفهيم كه يادماجى ماحبقران دود ببهان حورال هبرت بكنثت تى وج ومه ٣يم
(Elli yıl önce, Tafhim adil kitabında, abû Rayhan, adlı Kral’ın -Sayf al-Dawlah- H. 469 yılında dünyâyı yöneteceği yolunda kehanette bulunmuştu). Jalal Humâ'î, Kitab al-Tafhîm'ın Farsça metnini baskıya hazırlarken (ikisi Arapça) tüm altı eski elyazmasını gözden geçirerek bu kehaneti boşuna araştırdığını belirtmektedir[143]. Jalal Humâ’î’nin bunu yapmasına gerek yoktu : al-Bayruni bir müneccim değildi. Gerçekten, öteki eserlerini bir yana bıraksak bile, Kitab adlı eserinin birkaç yerinde, al-Bayruni, Humâ’î’nin kendisinin de belirttiği gibi, yıldızbilim ve yıldız fahna bakanlan kınamıştır [144].
Çahâr Maqaleh'ye dönersek, al-Nizâmî’nin, al-Bayrûnî'nin tam tersi olduğu açıktır : Onun mesleği, saf, boş inançları olan kimseleri ve kibirli Amir'leri kandırmaktı. H. 403 yılına ilişkin olarak anlattığı olay, Muhammad 'Abd al-Wahhâb'ın bile belirttiği gibi, tümüyle olanaksızdır. (Bu arada, al-Nizâmi, İbn Sînâ'nın Qâbûs'la buluştuğunu öne sürer; oysa İbn Sînâ'nın kendisi, İbn ‘Ubayd’la ilgili olarak, Jurjan’a Qabus tutuklandıktan sonra vardığını belirtmiştir[145].) Astrolojik kehanete gelince, kanunca, ikibin yılı aşkın bir süre önce, Aristo'nun astrolojiye karşı öne sürdüğü ve hâlâ yadsınamayacak olan savı yinelemekten başka birşey yapmaya gerek yoktur: Aristo[146], astrolojik ilkelere göre benzer ikizlerin benzer yaşamlar sürmeleri gerektiğini, oysa bunun olanaksız olduğunu belirtmiştir!
Sonuç olarak, al-Bayrûni’nin doğum yeri konusunda yanlış görüşlerin nasıl ortaya çıktığını, özellikle, olağanüstü ve görkemli Bayrûn kentinin nasıl varolduğunu, bu kentin nasıl olup da Sind’e götürüldüğünü ve Bayrûni'nin orada doğmaya nasıl zorlandığını ele almak istiyoruz.
Al-Bayrûni'nin, doğum yeri ve tarihi konusunda söylediklerine, onun küçük ve az bilinen eserlerinden birinde rastlandığını ve bildiğimiz kadarıyla tanınmış ve önemli eserlerinde bu anlatımı yinelemediğini görmüştük. Bayrûni'nin çağdaşlarının bilinen eserlerinde de buna benzer anlatımlara rastlamıyoruz, o günlerde, Khwarizm,
Jurjân ya da Khurâsan'da, Bayrûn/ Bîrûn/Berûn diye bir yerin olmadığı kesindir. Bu nedenle, al-Bayrûnî'nîn nisbesi, onun yaşam- öyküsünü ya da ansâb'ını yazmak zorunda kalan bir kimse İçin bir sorun yaratmış olsa gerektir. Bildiğimiz en eski yazarlar olan abû al-Hasan al-Bayhaqi ve al-Sam`âni de al-Bayrûnî’nîn yaşamını yazmak zorundaydılar. Bu nedenle de, öyle görünüyor ki, yanlış doğrultuda ilk adımı atanlar, birbiriyle çağdaş olan bu iki yazar olmuştur. Nisbe'nin kendisinden başka dayanacakları hiçbir şey yoksa, insan, onun varoluş nedeni ile ilgili olarak aşağıdaki iki sonuçtan birine varabilirdi: (i) bunun, Bayrûni özel adından alındığı (bu nedenle de, al-Bayrûnî’nin doğduğu ya da ailesinin geldiği Bayrûn diye bir yerin olması gerektiği) ya da (ii) “dışarlıklı” yahut “yabancı” anlamına gelen “Bayrûni” kelimesinden alındığı (böylece de, al-Bayrûnî'nin içinde yaşadığı halka yabancı olması nedeniyle böyle adlandırdığı). A. H. al-Bayhaqi ve al-Sam'ân de böyle yapmış- lardır; (al-Bayrûnî’nin yaşam öyküsü hakkında bilgi vermek zorunda olan) al-Bayhaqi, al-Bayrûnî’nîn Bayrûn denen bir yerde doğduğunu belirtmiş, ancak böyle bir kentle ilgili olarak hiçbir şey duymadığı İçin, belki de, “tıpkı incinin istridye içinde bulunması” gibi, al-Bayrûnî’nî gibi mükemmel bir insanin ancak olağanüstü ve görkemli bir kentten gelmiş olabileceğine inandığı İçin, bu kentin olağanüstü ve görkemli bir kent olduğunu söylemek zorunluluğunu duymuştur[147]; (ansâb' dan sözeden, al-Bayrûnî’nîn yaşamının ilk yıllarını Khwarizm'de geçirmiş olduğunu ve “Birûnî” kelimesinin “yabancı” anlamına geldiğini bilmesi gereken) al-Sam’ânî'nin ise, Khwârizm'lilerin eyaletin dışından gelen ve onlardan biri olmayan herkese bu lakabı verdiklerini varsayarak, al-Bayrûnî’nîn bu nisbe ile bilindiğini ve Khwarizm'li- lerin yabancılardan bu adla sözettiklerini belirtmekte, al-Bayruni'nin, Khwarizm eyaletine mensup olmadığı izlenimini vermektedir [148].
Hicri üçüncü dördüncü yüzyılda (daha önce ve belki daha sonra da) Sind'de, o zamanki al-Daybul ve al-Manşûrah kentleri (başkalarının yanı sıra) al-Balâdhûrî)[149]al-İstakhrî[150], İbn Hawqal [151], al-Muhallabi [152], en çok da al-Bayrûnl'nin kendisi[153] tarafından sözü edilen bir yer vardı. (Büyük bir olasılıkla, bu yerin adi “Nîrûn” ya da “Nayrûn Kot” [154] idi). Arapçada, bu kentin adı, yazarı “Nirûn” olarak okunmasını istese de, kolaylıkla “Bîrûn/Bayrûn olarak okunabilir; öyle görünüyor ki, Hicret’in 7.yüzyılında bazı kimseler böyle yapmışlardır. Bu nedenle, anlaşıldığına göre, ikinci adımı (başkaları arasında)’ al-Bayrûnî'nin doğum yeri olduğunu belirtmem eklebirlikte, Bayrûn’un Sind'de yeraldığını söyleyen ve al-Bayrûnî'yi buraya bağlayan İbn abî Uşaybî'ah[155] ve İbn Sa'îd[156] atmışlardır. (Abu al-Fidâ’)[157] ve al-Qalqaşandi [158], İbn Sa'îd'e dayanarak ayni şeyi yapmışlardır). Son olarak, kanımca, tüm bu bilgileri ilk kez al- Şahrazûrî, bugünkü biçimde birleştirmiştir: “Bayrûn/Bîrûn” denen olağanüstü ve görkemli nesnelerin bulunduğu güzel kent, Sind’de, al-Bayrûnî'nin doğup büyüdüğü bir yerdi [159].
Daha önce, Yâqut, bizi başka bir yanlış yola götürmüştü. Bayrûn diye bir yerin adını daha önce hiç duymadığından, bu nisbe'nin, Farsça “yabancı” anlamına geldiğini bildiği “Bayruni” den geldiği sonucuna varmıştır. Bu konuda bilgili bir adama sorduğu soruya karşılık olarak o kişi (al-Sam‘ânî’ye dayanarak mi?) Khwârizm'lilerin yabancılara bu adi verdiklerini, al-Bayrûnî'nin ayrılışı uzayınca, onun da kendileri İçin bir yabancı olduğunu belirtmiş, boylece de, onu “al-Bayrûnî” diye adlandırmaya başlayanların Khwârizm'liler olduğunu ima etmiştir [160]. Bu açıklamayı tatmin edici bulmayan, ancak bu kimsenin, al-Bayrûnî'nîn Khwârizm’li olduğu ve onu bu adla çağıranların Khwârizm'liler oldukları İnancını paylaşır görünen Yâqût, al-Bayrûnî'nîn, Khvlrizm’in başkentinden olmayıp, taşradan geldiği -min ahl al-rustâq- ona bu adı verenlerin bu kentin halkı olduğu sonucuna varmıştır. Al-Bayrûnî'yî yeniden yaşattığı İçin kendisine (başkalarından çok) borçlu olduğumuz, E. c. Sachau, al-Sam'ânî, abû al-Hasan al-Bayhaqi, al-Şahrazûrl, al-Ghadanfar ve olasılıkla Yâqût al-Hamawi'nin ifadeleri ve nisbe'nin nereden geldiği sorunu karşısında, onun, Sind’de, Bayrûn'da doğduğu ya da oralı olduğu görüşünü hesaba katmaksızın, belki de, al-Sam’ânî'nin anlatımım, Madinah Khwârizm'den sozettiği biçiminde yorumlayarak, al-Bayruni- Madinah Khwârizm'de değil, Khwârizm eyaletinde doğduğu sonucuna varmış, doğum yerinin Madinah Khtvârizm'in eteklerinde mi, yoksa, eyaletin herhangi bir yerinde mi olduğu sorusunu karşılıksız bırakmıştı.
Bununla birlikte, Al-Berûni adlı eserinde büyük ölçüde Sachau'ya (kanımca, Hawâşî aracılığıyla, Muhammad al-Qazwînî’nin Sachau’nun görüşlerinin bir özetini verdiği Çahâr Maqaleh'ye) dayanmış olan S.H. Barani, öyle görünüyor ki, “al-Bayrûnî”nin Bayrûndan gelmiş olması olasılığını daha büyük görmüştür; ama, Sir H. M. Elliot'un, “Bayrûn'un Sind’de” olduğu görüşüne karşı çıktığını bildiğinden, Khwârizm’in taşrasında (nawâh) al-Bayrûni’nin doğduğu, bu adı taşıyan bir yer olması gerektiği sonucuna varmıştır. Öyle görünüyor ki, F. Krenk, Sachau’nun görüşünü kabul etmiş, ondan ileri giderek, Kurkanj olarak kabul ettiği ،،Madinah Khwârizm"i belirlemiştir. (Bunun nedeni, Krenk’un, sözkonusu dönemde Kâth’ın Madinah Khıvarizm olduğunu bilmeyişi ya da daha büyük bir olasılıkla, al- Ghadanfar ve Sachau’nun “Madinah Khwarizm” sözleriyle Kurkânj’ı kastettiklerini sanmasıdır). 'Abd al-Sa,âm Nadvvi, daha önce Barani gibi, Elliot'un eserini bildiğinden, al-Bayrûnî’nin, Khaizm eyaletinin dışında bir yerde doğmuş ya da oradan gelmiş olduğuna inanmak için hiçbir neden görmemiş; Madinah Khwârizm'de doğmuş ise, al-Bayruni nisbe’sini açıklama olanağı olmadığını görmüş, bu nedenle, al-Bayrûni’ nin Khwârizm eyaletinin bir köyünde doğmuş olması gerektiği sonucuna varmıştır.S. H. Barani, Al-Qânûn adlı bildirisinde, daha önceki tutumunu değiştirerek, Bayrûn’u bütün bütün bir yana bırakmış, al-Bayruni’nin doğum yerinin Katil dolaylarında bir yerde olduğunu öne sürmüştür. Bu tutum, sonuçta, al-Bayruni’nin Madinah Khwarizm' in dışında ya da yakınlarında doğduğu görüşüyle aynıdır; yalnızca, Madinah Khwarizm, “Kâh” olarak belirlenmiştir. Hamid belki de Barani'nin görüşünü değiştirdiğini bilmediği İçin, al-Bayruni’nin, “tarihsel Khwârizm kenti” yakınlarında, Bayrûn denen bir köyde doğduğunu öne sürmüştür[161].İdârah Tasnîf-O-Tâlîf de (“tarihsel kent” sözleri dışında), aynı şeyi yapmış görünüyor. Fikr-o-Nazar başlıklı makale, Bayrun/Nayrûn adlı yerin başka kişilerin yanı sıra, al-Bayruni’nin kendisi tarafından belirtildiğini bilmediği, ancak, Haydarabad (Dekka) kentinin bir kesiminin “Ben” diye adlandırıldığını bildiği İçin, al-Mansurah adlı ortaçağ kentinin, indus nehrinin öte yakasına yayılmış olabileceğini, nehrin ötesindeki kesimin “Bârûn” diye adandırılmış olabileceğini, bu Berûn'un da al-Bayrûnî’nin ailesinin kökeninin bulunduğu yer olabileceğini öne sürmüştü! (Kesin yargılara varılmadığı, böylece de yanlış görüşlerin sözkonusu olmadığı görünüyorsa da, bu görüş bazı yanılgılar içermektedir. Nîrûn/- Bîrûn, bu adı öğrendiğimiz aynı eski kaynaklara göre, al-Mansûrah ile al-Daybul arasında yeralan bir kasabadır[162]; bu nedenle de, al-Mansûrah’nın, nehrin öte yakasında yayılması vb. sorunlar sözkonusu değildir).
Öyle görünüyor ki, üçüncü yanlış yolun son kaynağı, Al Ghadanfar’dir. Belki de al-Bayrûnî’nin eserlerini kopya ederken, “Madinah Khwârizm” in, o zaman al-Bayrûnî’nin sözünü ettiği aynı kent olmadığının farkına varamamıştır. Bu nedenle, kanımca, E. G. Browne, "’.Madinah Khwârizm " in, eyaletin başkenti ve antik bir kent olan Khiva olduğunu düşünmüştür. ((Madinah Khwârizm'in koordinatları da Browne’u yanılgıya sürüklemiş olabilir: al-Bayrûni’nin doğum yeri için verilen koordinatlar, Khiva kenti için verilen sayılara çok yakından denk düşmektedir). İbn Hawqal’in Kitâb Sûrah al-Ard adlı eserini baskıya hazırlamış olan J. H. Kramers, öyle görünüyor ki, al-Bayrûnî- nin, “Madinah Khwârizm" sözleri ile Kurkânj kentini anlatmak istemiş olacağı yolundaki varsayımı destekler nitelikteki daha önce adı geçen kanıtlara (bazılarına) kapılarak yanılgıya düşmüştür.
AL-Bayrûnî, bu biyo-bibliyograflardan birinin yerinde olsaydı, doğum yerini ya da nisbe' sinin nereden geldiğini ortaya çıkarmayı başaramadığını açıkça itiraf ederdi; onun hakkında yazmış olanlar böyle davranmamışlardır. Kuşkusuz, Mahmud’un karşısında al-Bayrûnî'nin durumu, al-Bayrûnî aleyhine sonuçlanmış bir davadır: İlk mahkemenin yargısı henüz bir yana bırakılmamıştır.
EK
I-Qasidah (Kasîde)'nin kısaltılmış çevirisi:
Günlerimin çoğu ihsanla geçti; yüksek görevlere atandım. (Irâq'ın ailesi beni kendi sütüyle besledi; içlerinden biri olan Manşûr yetişmemi üstlendi. Şams al-Ma'âlî [Qâbûs] benimle bulunmaktan hoşlanırdı; oysa ben, acımasızlığı yüzünden ondan nefret ederim. Ma'mûn'un çocukları beni koruyuculukları altına aldılar; 'Alî hemen, sevecenlikle [eski yaralarımı) iyileştirdi; en sonuncuları Ma’mûn, yaşamımı zevkli kıldı, adımı yüceltti; beni insanların yöneticisi yaptı. Mahmud da lûtfunu esirgemedi benden; beni varlıklı kıldı, övünmelerime, aşırılıklarıma gözyumdu; bana soylu bir biçimde davrandı; hayattaki yerimi yüceltti.
Keşki ben de onlarla birlikte gitseydim! Keşki onların yanında daha çok kalsaydım!
Onların ardından gelenler de beni çağırıyorlar, ama çok seyrek olarak; bunu [yani, bu seyrek çağrıyı) bir lutuf olarak görüyorum. Kuşlara yem olacak bir et parçası gibi Ghaznin’de kaldım — artık çalışmalarıma bile egemen değildim. Koruyucularımın yerinde şimdi onlara benzemeyen kimseler var; tüm insanlar kaçınılmaz olarak eşit olamazlar.
Zamanımda bilgileri bakımından dengim olmayan - benim gibi kendilerini araştırmaya ve sorunların çözümüne adamamış - en büyük efendileri yendim. Düşünce alanındaki başarılarımın ne denli büyük olduğunu Hintlilere ve Batılı bilim adamlarına sorun. Hiçbir şey onların başarılarımı kabul etmemelerine yol açamaz; gerçekten, herkes başarılarımı küçümsemekten kaçındı.
،Abûd al-Fath (O!) bu dünyada benim efendimdi; gelin ateşli sözlerle övelim onu. Bu dünyada da, öte dünyada da aziz olsun! Yoksulların yardımına koşmaya devam etsin:
II. İçinde (olasılıkla) biyografik atıflar bulunan şiirin çevirisi:
Sen, ey ozan ! Görgü kurallarının üstüne barsaklarını boşaltmaya geldin yanıma. Beni övgülere boğdun; oysa beni yermek [senin de gösterdiğin gibi] bana saygı göstermenin yoludur.
Onun küstahça sakalımın içinde yellendiğini gördüm -yok, tıpkı bir kuyruğa benzeyen kendi sakalının içine yellendi o. Şiirlerinde, soyumdan çift anlamlı kelimelerle sözetti. Tanrım! Soybağımı ben kendim bile doğru dürüst bilmiyorum; çünkü büyük babamın kim olduğunu kesinlikle bilmiyorum —babamı bile bilmezken, büyükbabamı nasıl bilebilirim? Gerçekten, ben abû Lahab’ım, yüzsüz bir yaşlı adam; evât annem de bir odun taşıyıcısıdır, övgü de, yergi de birdir benim için, ey abû Haşan, tıpkı ciddî ile şakanın [senin için] aynı oluşu gibi. Bu yüzden, beni övgünden de, yerginden de azat et; kendini ne birine, ne de ötekine ada; Tanrı aşkına anüsünü çalıştırıp durma!
* * *