GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde vefat eden görevliye ait mal ve eşyanın tümü devlet tarafından ‘‘muhallefât’’ olarak kabul edilmekte[1], kişinin ‘‘muhallefâtı’’ içerisinde bulunan her şey tespit edildikten sonra, hükümet adına el konulmaktaydı[2]. Kişinin “muhallefâtında” yer alan bütün mal varlığına el konulma işlemine müsadere denilmekteydi[3]. Müsadere uygulamasında ölen görevlinin vefatıyla beraber mallarının tespiti için[4] merkezden bir mübaşirle beraber bölgedeki vali ve kadılar görevlendirilmekte, ölen görevliye ait “muhallefâtın” tespiti bunlar tarafından yapılmaktaydı[5].
Tarih boyunca Doğu ve Batı dünyasında çeşitli cezalara çarptırılan devlet görevlilerinin mal varlığına el konulmuştur. Müsadere uygulaması, İslâm öncesinde olduğu kadar, Türk ve İslam devletlerinde ve Osmanlı Devleti’nde de söz konusu olmuştur[6]. Osmanlı Devleti’nde Fatih döneminden (1451-1481) itibaren devşirme kökenli bütün devlet adamlarına uygulanırken, Kanuni döneminde (1520-1566) ilmiye sınıfı haricinde bütün yönetici sınıf mensupları için geçerli hale gelmiştir[7]. XVII. yüzyılda ilmiye adamlarında bazılarının servetleri de müsadere edilmiş, reâyanın servetinin müsaderesi söz konusu olmamakla beraber, varisi bulunmayan halktan kişilerin varlığı devlet hazinesine alınmıştır. Bu yüzyılın sonlarından itibaren halkın arasından sivrilerek belli bir nüfuz ve güce ulaşmış bulunan “ayanların” serveti müsadere edilmeye başlanmıştır. Ayrıca artan savaşlarla birlikte kıymetli madenlerin darlığı, yönetici zümrelerinin servet biriktirme alışkanlığının artması, devletin nakit para sıkıntısı çekmesine yol açmıştır. XVIII. yüzyılda da nakit kaynak temini için müsadere sistemi merkezde ve taşrada sadrazam ve vali gibi bütün devlet adamlarını kapsayacak şekilde yaygın olarak kullanılmaya devam etmiştir[8].
Şam Valisi ve Emirü’l-Hac olan Süleyman Paşa oldukça tecrübeli bir görevli olup 1725 yılında Cerde Başbuğu ve Trablusşam Mutasarrıflığı, 1727 (1139 CA)’de Raka Mutasarrıflığı, 1728 Ağustosunda (1140 Muharremi) vezaret rütbesi ile Sayda Valiliği görevlerinde bulunmuş, 1733’de Şam Valisi olmuştu[9]. Bu görevde iken, vefat eden Van Valisi İbrahim Paşa’nın Şam’da bulunan yirmi dört çadır ve üç direkli otağı ile develerini İstanbul’a getirmesi için görevlendirilmişti[10]. Otak ve çadırları develere yükledikten sonra güvenilir ve iş bilir adamlarla birlikte İstanbul’a göndermesi hususunda ona emir verilmişti[11].
1738’de bu görevinden azledilerek Mısır Valiliği’ne getirilmiş[12]; ancak Mısır’daki kötü yönetimi sebebi ile halkın tepkisi ile karşılaştığından görevinden alınarak Hanyunus’ta ikametine karar verilmiş[13], 1741’de ise ikinci defa Şam Valiliği kendisine tevcih edilmişti[14]. Hacı kafilelerinin en büyüğü olan “Şam Mahmeli” Şam yolunu takip ederek Mekke’ye ulaştığından, Şam valileri aynı zamanda Emirü’l-Haclık göreviyle[15], her yıl hacı adaylarını karşılamak, onların yol boyunca bütün ihtiyaç ve güvenliklerini sağlamakla da vazifeli idiler[16]. Süleyman Paşa, hacıların güvenlik ve ihtiyaçlarını yerine getirmek üzere başta Şam Eyaleti’nde bulunan kapı halkı ve 1500 levent askerini teçhiz ederken, Sayda Beylerbeyi İbrahim Paşa ve bu eyaletin mutasarrıfları 500 süvari, Cebel-i Aclun ve Cebel-i Leccun sancakları mutasarrıfı 300 asker, Nablus ve Gazze sancaklarının mütesellimleri, alay beyleri, züema ve tımarlı askerleri, Şam Urban Şeyhi Araplar ve tebasından ‘‘yarar ve müstevfi adamlar’’, Kudüs ve Şam sancakları mütesellimleri yeterli sayıda asker ile ona yardımcı olmak üzere görevlendirilmişlerdi. Bütün bu askerler Şam’dan itibaren yol boyunca hacıların güvenliğini ve zahire ihtiyacını gidermek üzere Müzeyrib Sahrası’nda toplanmışlardı. Burada askerlerin yönetim ve idaresinden Cerde Başbuğu sorumlu tutulup, Trablusşam Valisi, Cerde Başbuğu olarak tayin edilmişti[17]. Bu askerlerin teçhizatlarıyla düzene konulması, gerekli zahireyi yanlarına almalarının sağlanması ve hepsinden önce bu sahradan hareketle Cerde Başbuğunun emrinde yer almaları için merkezden Divan-ı hümâyun kapıcıbaşlarından biri mübaşir olarak görevlendirilmiştir[18].
Süleyman Paşa Emirü’l-Haclık görevini yürütürken, Şam Eyaleti’ne tabi Sayda Mukataası mülhakatından olan Taberiye’de[19] yaşayıp kendisine bağlı adamlarıyla yol kesen Zâhir Ömer adlı asiyi tedip etme vazifesi de kendisine verilmişti. Kendisine bağlı adamlarıyla Akka, Yafa, Beyrut ve Sayda’yı ele geçiren Zâhir Ömer[20], Taberiye’ye girerek buradaki kaleyi ele geçirmiş, Hayfa Limanı’nın 2 km kuzeydoğusuna yeni bir yerleşim merkezi kurduktan sonra halkı burada iskan ettirmişti. Bunun da ötesinde “Hayfa el-cedide” denilen bu yeni merkezin etrafına surlarla yuvarlak kuleler yaptırıp içlerine toplar yerleştirdikten sonra limanı da kontrol altına alarak Nablus tarafından gelen bir baskının önüne geçmek istemişti[21]. Bu asinin üstesinden gelmek ve kalenin tekrar elde edilmesi için Mirü’l-Hac Süleyman Paşa züema ve tımar askeri ve Şam Eyaleti’nin ordusu ile bu işle vazifeli kılınmış[22], Trablusşam Valisi Mustafa Paşa’nın kethüdası da onunla beraber görevlendirilmişti[23]. Taberiye Kalesi’nin bu asiden alınması için hükümet merkezden silah ve mühimmat konusunda destek vermişti. Bu meselenin halledilmesi için Tophane-i âmireden 5 havan topu, 5 top arabası ve 5 top kundağı ile beraber 1000 humbara danesi temininden başka, bu mühimmat ve teçhizatın masrafı ve nakli için de 3756,5 kuruş nakit olarak Hazine-i âmireden çıkarılarak Süleyman Paşa’nın kethüdasına teslim edilmişti. İstanbul’dan temin edilen toplar ve cephane mühimmatı ile beraber[24], dört humbaracı ve üç lağımcı da Hayfa İskelesi’ne gönderilmişti[25]. Kalenin geri alınması için ayrıca Şam Kalesi’nden de cephane takviyesi yapılmıştı. Ancak 8 Receb 1156/28 Ağustos 1743 tarihinde Süleyman Paşa Taberiye Kalesi’ni kuşattığı sırada eceli ile vefat etmişti[26]. Bunun üzerine Hayfa İskelesi’nde bulunan top ve cephanenin Şam Kalesi’ne gönderilmesine karar verilmiş, bu iş için de yeni Şam Valisi ve Mirü’l-Hac Esat Paşa ile Mirahur-ı sani Vekili Numan Bey vazifeli kılınmışlardı[27].
Süleyman Paşa yedi yıl gibi uzun bir süre Şam Valiliği ve Mirü’lHaclık görevini yürütmüş oldukça tecrübeli bir yönetici olarak sure-i hümayûnla beraber hacı adaylarının güven içinde kutsal topraklara ulaşmasını ve hac farizasını yerine getirmelerini sağladığı gibi[28], Şam’da bir medrese, mektep ve Han; Lazkiye’de ise bir cami ve medrese yaptırmış hayır ve hasenat sahibi bir devlet adamı idi[29]. O, Şam Valisi olarak Şam’dan Beyrut’a kadar oldukça geniş bir alan üzerinde idari olduğu kadar ekonomik tasarrufa sahip olmuş idi[30]. Şam Valiliği ve Emirü’l-Haclık görevini yerine getirirken, bu kurumun kendisine sunduğu imkanlar neticesinde son derece zengin ve varlıklı bir yönetici haline gelmişti. Hükümet onun vefatından sonra, gerek boşta kalan bu mühim makamın işlemesini sağlamak ve gerekse hac işlerinde kullanılmak üzere onun şahsına ve makamına ait para, eşya ve emlakinin tespitine ve devlet adına müsaderesine karar vermiştir[31].
Esasen onun zenginliğinin kaynağı, işgal ettiği ve devlet adına kullandığı Şam Valiliği ve Emirü’l-Haclık makamına ait idi. Şam hazinesi devlet için özellikle önemli bir gelir ve zenginlik kaynağı idi[32]. Bu makama ait zenginlik, devletin o mevkideki görevlinin kullanımına sunduğu alanı ifade etmekteydi[33]. Bu zenginliğin tekrar Şam Valiliği ve Emirü’lHaclık hizmetine sunulması için devletin yüzyıllar içerisinde kanun ve düstur olarak belirleyip geliştirdiği müsadere yöntemine baş vurulmuştur[34].
AZMZÂDE SÜLEYMAN PAŞA’NIN MALLARININ MÜSADERESİ
Süleyman Paşa’nın 28 Ağustos 1743 tarihinde vefat haberi aynı gün Şam’a ulaşmıştı. Bunun üzerine konağında bulunan hazine odası ve diğer yerler güvenlik altına alınmak maksadıyla başta Şam Defterdarı olmak üzere, şehrin önde gelen ulema ve ayanı tarafından kapatıldıktan sonra mühürlenmişti[35]. Bu işlemden sonra Süleyman Paşa’nın ‘‘muhallefatı’’ ile ilgili özel bilgilerin hükümete bildirilmesi amacıyla onun çukadarı İstanbul’a gönderilmişti. Ancak görevli çukadar yolda hastalanmış ve İstanbul’a ulaşamamıştı. Onun sahip olduğu bilgiler hükümet açısından önemli olduğundan, elindeki evrakla beraber bir an önce İstanbul’a ulaştırılması görevi, Eylül 1743’de Divan-ı hümâyun kapıcı-başlarından Mirahur-ı sani vekili Numan Bey’e verilmişti[36].
Numan Bey, aynı zamanda Süleyman Paşa’nın Şam’da bulunan mal ve emlakının tespit ve müsaderesiyle de görevlendirilmişti. O, bu yeni görevle birlikte yola çıkmış ve bir süre sonra Şam’a varmıştı. Şam’a vardığında Süleyman Paşa’nın “muhallefatının” tahkiki ve tespiti için hemen göreve başlamıştı. Kendisine verilen bu görevi yerine getirirken, Şam Valisi Esat Paşa, Şam ulemasından Mustafa Ali, Şam Defterdarı Fethi Efendi ve Şam Kadısı ona yardımcı olmuşlardı[37].
Azmzâde Süleyman Paşa’nın vefatı ile Şam Valiliği ve Emirü’lHaclık görevi de boşa çıkmıştı. Bu önemli görevin yerine getirilmesinin yanısıra, vefat eden valiye ait “muhallefatın” tespiti ve müsaderesi için yeni Şam Valisi’nin atanması gerekmişti. Bu görevi layıkıyla yapabilecek birinin seçilmesi gerektiği üzerinde durulmuştu. Akla gelen ilk isim merhumun amcazâdesi Hama Mutasarrıfı Esad Paşa olmuştu. Esad Paşa’nın babası İsmail Paşa da bu görevi başarı ile yürütmüş, hatta onun zamanında bu aile Şam Valiliği ile beraber Emirü’l-Haclık vazifesini de üzerine almıştı[38]. 19 Eylül 1743’de Hama Mutasarrıfı Esat Paşa’ya vezaret rütbesiyle Şam Valiliği ve Emîrü’l-Hac görevi de tevcih edildi[39]. Esat Paşa’nın bu göreve getirildiği haberi, merhum Süleyman Paşa’nın “muhallefatının” tespiti ve müsaderesi ile görevli Numan Bey tarafından kendisine ulaştırıldı[40]. O, Numan Bey’in getirdiği bu emirle yeni görevine başladığı gibi, eski valinin müsadere işlemlerinde de Numan Bey’e yardımcı olmakla vazifelendirilmişti[41].
Numan Bey, Şam’a vardığında yeni Şam Valisi ve eyaletin ileri gelen diğer görevlileri ile beraber merhum Süleyman Paşa’nın “muhallefatının” tespiti için çok yönlü olarak çalışmaya başladı. Bu konudaki çalışmalar; merhum valinin eşyası ve nakit parasının müsaderesi, alacaklarının tahsili, borçlarının ödenmesi şeklinde gerçekleştirilirken, geride kalan aile efradı ve maiyetinin geçimlerinin temin edilmesi de bu çerçevede değerlendirilmiştir.
Eşyasının Tespiti
Müsadere uygulaması, Osmanlı hükümeti tarafından merkezden yürütülüp denetlendiğinden[42], ölen kişinin menkul ve gayrı menkul mallarının tespiti ve müsaderesi için İstanbul’dan bir mübaşir görevlendirilmekte, görevli mübaşir gelinceye kadar ölenin bütün malları güvenlik altına alınmaktaydı[43]. Azimzâde Süleyman Paşa’nın ‘‘muhallefâtının’’ tespiti için görevlendirilen Mübaşir Numan Bey’in Şam’a varmasının beklenmesi gerekmişti. O, gelişine kadar eşyasının bulunduğu konaktaki hazine odası ile harem odaları emniyet altına alınmak maksadıyla bütün kapılar mühürlenmişti. Ancak bu sırada merhum valinin dört eşi, çocuklarından oluşan aile üyeleri ve cariyeleri boş durmamış, mühürlü odalara girip onun değerli eşyalarının önemli bir kısmını gizlice almışlardı[44].
Numan Bey Şam’a vardığında Şam Eyaleti’nin ileri gelen diğer idarecileriyle merhum valinin “muhallefâtının” belirlenmesi için oldukça hassas ve titiz bir şekilde çalışarak, valinin konağını incelemeye başlamıştı. İlk iş olarak konakta bulunan odalar görev ve hizmet esasına göre tespit edilmişti. Görevliler konak içerisinde büyük bir harem ile bunun kuzeyinde küçük bir haremin bulunduğunu ortaya koydular. Yapılan inceleme ve çalışmalar neticesinde harem dışında; kuzeyde yer alan matbah ve odalar, haremin şark tarafındaki odalar, haremin ocaklı odaları, haremin içinde ise hazine odası, matbah, kiler büyük haremde kapı kenarında bulunan odalar ile Harem Ağası Amber ve cariyelerin kaldığı odaların bulunduğunu belirlemişlerdi. Bu odalarda bulunan bütün eşya “muhallefât defterine” kaydedilmiştir[45].
Bu odalarda bulunan eşyanın tespitinden sonra merhumun ailesi, hizmetli ve cariyeleri tarafından alıkonulan eşyanın belirlenmesi amacıyla harekete geçilmiştir. Yapılan titiz araştırmalar sonucunda merhum valinin aile üyeleri ile cariyelerinin hazine ve harem odalarından bir çok değerli mücevherat ve ziynet eşyasını aldıkları bilgisine ulaşılmıştı. Bu kişilerde bulunan eşyalara hükümet adına el koymak üzere harekete geçilmiş, 22 Muharrem 1157/7 Mart 1744 tarihinde yapılan sorgu ve araştırmalar neticesinde bu kişilerin kimlikleriyle beraber aldıkları eşya ortaya çıkarılmıştır[47].
Soruşturmalar neticesinde, merhum valinin zevcesi Rahime Hanım harem odalarından çok sayıda altın ve ziynet eşyasını aldığı, bir diğer zevcesi Bedia Hanım’ın da haremde mühürlü halde bulunan kendi odasına girip bir çok ziynet eşyasını aldıktan sonra merhum valinin amcası İsmail Paşa’nın evine sakladığı, hazine odasından çıkardığı çok sayıda altını ise Tavaşî adlı adamı ile Seyyid Hüseyin adlı tanıdığının evine göndermiş olduğu belirlenmişti. Merhumun evlatlarından Malik Hanım’ın da harem odalarından çıkardığı çok sayıda ziynet eşyasını Mustafa Sekil adlı bir tanıdığına emanet ettiği bilgisine ulaşılmıştı[48].
Merhum Süleyman Paşa’nın eşlerinden Bedia Hanım’ın Halime adlı Habeşi cariyesi, hazine odasının camlarında yer alan demirleri genişletmek suretiyle içeri girmiş, değerli gördüğü altın ve mücevheratı almıştı. Bu durum merhumun bir diğer eşi Rahime Hanımın Kardeşi Mehmet’in şikayeti ile ortaya çıkmıştı[49]. Merhumun Hatice adlı cariyesi ise harem odalarından bir çok ziynet eşyasını almıştı. Merhumun bir diğer cariyesi Habeşî Zühre de haremden çıkardığı mücevheratı Süleyman ve Şeyh Yasin’in kardeşi Abdülkadir’in cariyesine emanet etmişti. Merhum valinin diğer bir cariyesi Fatma harem odalarından çıkardığı değerli eşyaları Şam Saraçbaşısının eşi Raziye’nin evine, cariyelerden Ayşe ise haremden aldığı ziynet eşyasını Mahmut adlı tanıdığının evine saklamıştı. Bu bilgilerin tespitinden sonra kimliği belirlenmiş kişilerde bulunan kıymetli eşya ve mücevherata hükümet adına el konulduktan sonra, Şam Valisi Esat Paşa’nın huzurunda kurulan ve merhumun zevceleri ile Kethüdası Musa Ağanın hazır bulunduğu şer’i mecliste cins, çeşit ve ağırlığı ile deftere kaydedilmiştir[50]. Bu defter başta Mübaşir Numan Bey ve Şam Valisi ile Şam ulemasından Mustafa Ali, Şam Defterdarı Fethi Efendi, merhum valinin kethüdası Musa Ağa, Selam Ağası Hasan Ağa ve daha birçok görevli tarafından imzalanarak mühürlendikten sonra İstanbul’a gönderilmiştir[51].
Ölen kişinin “muhallefatında” yer alan eşya ve para devlet hazinesi için mali kaynak olarak görüldüğünden[54], İstanbul’a getirtilerek gerektiğinde padişaha takdim edilir ve Enderun Hazinesi’ne konulurdu[55]. Yerleşik olan bu kural sebebiyle Süleyman Paşa’nın “muhallefatında” bulunan eşyanın bir kısmı Mübaşir Numan Bey ve diğer görevliler tarafından deftere kaydedildikten sonra, İstanbul’a götürülmek üzere 2 Safer 1157/ 17 Mart 1744 tarihinde Hassa Silahşör Mustafa Bey’e teslim edilmiştir[56]. Silahşor Mustafa Bey kendisine teslim edilen eşyayı İstanbul’a getirmiştir. Bunlar arasında bulunan bir kısım mutfak eşyasını 30 Mayıs 1744’de Enderun-ı hümayun çukadarına teslim ederken[57], diğer eşyaları 3 CA 1157/ 14 Haziran 1744 tarihinde Enderun Hazinesi’ne konulmak üzere görevlilere vermiştir[58].
Süleyman Paşa’ya vefatından evvel hacılara masraf edilmek üzere 64.137 kuruş gönderilmişti[61]. Vefatından sonra ona gönderilen bu paranın hac işlerinde kullanılması için onun müsadere edilen eşyasından bir kısmının satılmasına karar verilmişti[62]. Ancak hacıların dönüşüne hayli vakit bulunduğundan satılması halinde, satıştan zarar edileceğinden şimdilik vazgeçilmiştir. Eşyaların satışı 1744 yılında surre-i hümâyun kafilesine masraf edilmek üzere hac dönüşüne bırakılmıştır. Hac dönüşü vakti geldiğinde merhum valinin eşyasının değerini tespit etmek amacıyla Mübaşir Numan, Şam Defterdarı, Şam Kadısı Mevlana Seyyit Ahmet Efendi, Şam Hazinedarı Asım Efendi, Kalem Erbabı Mustafa Efendi, ayandan Mehmet Emin Efendi görevlendirilmişlerdi. Bu görevliler yaptıkları tespit neticesinde merhumun mevcut eşyasının 62.086,5 kuruş değerinde olduğunu belirlemişlerdi. Bu para hac masrafları için devlet hazinesine teslim edilmiştir[63].
Altınların Müsaderesi
Süleyman Paşa’nın “muhallefâtının”, görevliler tarafından tespitten sonra kayıt altına alınmaktaydı[64]. Ölen kişinin işgal ettiği makama ait zenginliğin tamamen ortaya konulması, araştırmanın son derece dikkatle yapılmasına bağlıydı. Bu nedenle bu konuda bilgisi olanların ifadelerine baş vurmak, öteden beri görevlilerin uyguladığı bir yöntem idi[65]. Bilgisine baş vurulan kişiler çoğunlukla aile yakınlarından oluşmakta, gerektiğinde bunlar sorguya çekilmekteydi[66]. Süleyman Paşa’nın “muhallefâtı” içerisinde bulunan mal ve eşyanın tespiti için ifadesine baş vurulan kişiler onun eşleri, çocukları ve cariyelerinden oluşmuştur. Ona ait mal ve paranın nerede saklı olduğu, bu kişilerin sorgulanmaları ve gönüllü yardımları sonucunda ortaya çıkmıştır. Yapılan sorgulamalar neticesinde merhum valinin servetinin önemli kısmının çeşitli cinsteki altınlardan oluştuğu öğrenilmiştir. Süleyman Paşa, Emirü’l-Hac görevinde bulunduğu sırada Haremeyn bölgesi ile sürekli irtibat halinde olmuş ve bu bölgede ticaretle uğraşmıştı. Kendi adına ticaret yapması için de bazı kişilere ödünç para vererek ortaklıklar kurmuştu. Merhum vali ticaret sayesinde Osmanlı coğrafyasının her bölgesine ait çok çeşitli altınları biriktirme imkanına sahip olmuştu. Ancak on yedinci yüzyıldan bu yana devlet sürekli nakit para sıkıntısı çektiğinden yaygın olarak müsadere yöntemine başvurması nedeniyle[67] Süleyman Paşa altınlarını konağında yer alan harem odalarındaki gizli bölmelere saklamıştı. Bu altınların ortaya çıkarılması için onun konağında yer alan harem odalarında çok detaylı aramalar yapılmıştır. Aramalar neticesinde harem odaları çok hasar görmüş ve aramaların bitiminden sonra, odaların zarar gören kısımları tamir ve onarımdan geçirilmiştir[68].
Süleyman Paşa’nın “muhalefatında” yer alan altınların tespiti için Mübaşir Numan Bey, Şam Defterdarı Es-seyid Fethi, Hassa Silahşor Mustafa Bey, Şam-ı Şerifte ‘‘me’zûn bi-l-ibkâ’’ büyük ilim adamı İmamîzâde Hamit Efendi ile şehrin ileri gelen nakîb, hatîb, müderris ve ocak ağaları ile şehir ayanı bizzat görev almışlardır. Bu görevliler, merhum valinin harem odalarında yer alan altınlarını tespit etmek üzere birden fazla arama yapmışlardır. 19 Aralık 1743 tarihinde başlatılan arama ve tespitler 7 Mart 1744 tarihine kadar devam etmiştir. Bu tarihler arasında merhumun aile yakınlarının verdiği bilgiler doğrultusunda harem odalarında, mutfak ve kilerde önceden hazırlanmış gizli bölümlerde koli, sandık ve çömlekler içerisine gizlenmiş “yaldızlı”, “zincirli”, “tuğralı”, “fındık”, “Macârî ve Cedid Astane” gibi çok sayıda ve çeşitte altın bulunmuştur. Bulunan altınlar görevliler tarafından kayıt altına alınmıştır[69].
Görevliler tarafından müsadere edilen altınlar her ne kadar nakit para işlevini görse de, envai cinste olduğundan, bunların birim olarak ve toplam değeri hesaplanarak deftere kaydedilmiştir. Bu amaçla 7 CA 1157/ 18 Haziran 1744 tarihinde Süleyman Paşa’nın “muhallefatında” bulunan envai çeşit ve cinsteki altının değeri toplam olarak hesaplandıktan sonra kayıt altına alınmıştır[71].
Kayıt altına alınan altınlar, Şam Hazinesine ait 180.000 kuruş ile beraber İstanbul’a nakledilmesi düşünülmüştür. Bu işle Hassa Silahşor Cerrah Paşa-zade Mustafa Bey görevlendirilmiştir[73]. Harem odalarının gizli bölmelerinde ele geçirilen altınlar 17 Muharrem ve 20 Rebiyülevvel 1157/ 2 Mart ve 3 Mayıs 1744 tarihlerinde defteri ile beraber Mustafa beye teslim edilmiştir[74]. Silahşor Mustafa’ya kendisine teslim edilen para ve altınları maiyetinde bulunan adamlarla İstanbul’a getirirken vakit kaybetmemeleri, yol boyunca görevlerinin başından ayrılmamaları ve teslim etmekle sorumlu oldukları hazineyi eksiksiz bir biçimde Hazine-i âmire yetkililerine teslim etmeleri konusunda tembihte bulunulmuştur[75].
Mübaşir Numan Bey, merhum valinin hareminde gizlenmiş nakit para ve eşyası konusunda bilgisi bulunan kayınbiraderi, diğer tanıdıkları ve ortaklığı bulunan kişilerin bilgisine de müracaat etmiştir. Bu kişilerden alınan bilgiler hususunda Numan Bey’e yardımcı olunması için Şam Valisi ve Şam Kadısı görevlendirilmiştir[77]. Bu amaçla Şam Valisi ve Mirü’lHac Esat Paşa, Hassa Silahşor Mustafa Bey, Hama ve Humus’a görevli Mübaşir İsmail Bey, merhum valinin aile yakınlarını sorguya çekmişlerdir. Sorgulamalar neticesinde merhum valinin kayını Seyyit Mehmet ile Dülgerci Derioğlu Mehmet, Seyyit Süleyman ve Miftahoğlu Hacı Beşir adlı şahısların Süleyman Paşa’nın hissedarı ve ortakları olduğu anlaşılmıştır. Bunların sorgulanmalarının devamı için İstanbul’a getirilmelerine karar verilmiştir. Bu dört kişinin, İstanbul’a ulaştırılması görevi de Şam Hazinesini İstanbul’a nakletmekle vazifeli Hassa Silahşor Mübaşir Mustafa’ya verilmiştir. Ancak o, bu görevden henüz haberdar olmadığından Şam Hazinesini alarak şehirden çıkmıştı. Bu durum üzerine Hama ve Humus’ta görevli Mübaşir İsmail’e bu işle vazifeli kılınmıştır. Mübaşir İsmail’e, bunları yakaladıktan sonra İstanbul’a getirmesi, firar etme ihtimalleri nedeniyle de dikkat olması hususunda tembihte bulunulmuştur[78].
Zahirenin Müsaderesi
Şam Valisi, Emirü’l-Hac göreviyle Şam’dan başlayıp Mekke’ye kadar devam eden güzergahta hacı adaylarının her türlü ihtiyacını görmekle vazifeli idi. Hac yolu üzerinde bulunan kalelere zahire temini ve hacıların zahire ihtiyaçlarını gidermek onun başlıca vazifelerinden idi. Azmzâde Süleyman Paşa, görevde iken bu amaçla Hac yolu üzerinde bulunan Ebyâr el-Ganem, Uhaydar, Tebük, Zatü’l-Hac, Muazzama, Cuveyniye, Maan, Uneyze ve Katran kalelerine zahire istihdam etmişti. Onun vefatından sonra Hac işlerini düzene koymak ve ondan kalan kaynak tespitinde bulunmak üzere yeni Vali Esad Paşa, harekete geçmişti. Yeni vali, bu kalelerde bulunan zahire ve eşyanın miktarını tespitten sonra, parasal değerlerini hesaplayıp kayıt altına alarak defterini de merkeze göndermiştir[79].
Şam Valisi Şam’dan Beyrut’a kadar oldukça geniş bir alanı idare etmekte ve bu alan üzerinde özellikle hac işlerini yürütmek için idari olduğu kadar ekonomik tasarrufa sahip bulunmaktaydı[82]. Bu görevde bulunan valiler Şam Eyaleti’nde bulunan mukataa ve çeşitli yerlerin gelirlerini de iltizam olarak aldıklarından varlıklı yöneticiler haline gelmişlerdi[83]. İltizam usulü ile verilen mukataaların yıllık gelir miktarı mali birimler tarafından hesaplanır ve hazine defterlerine kaydedilirdi[84]. Süleyman Paşa 1733 yılında Emirü’l-Hac ve Şam Valisi olduğu zaman Trablusşam Mukataası kendisine tahsis edilmişti. Bu mukataaya ait gelirin tahsil zamanı geldiğinden merkezden Divan kapıcıbaşlarından Abdülbaki Ağa mübaşir olarak görevlendirilmişti. Tahsil edilecek paranın 80.517 kuruş olduğunu hesaplamış ve paranın tahsilinde Trablusşam Valisi İbrahim Paşa ile kaza meclisindeki ihtiyarlar yardımcı olmuşlardı[85]. Süleyman Paşa’nın sağlığında iken Şam’ın etrafındaki köyleri iltizama alan kişilerden bazılarının zimmetinde mahsulattan tahsil edilmemiş olanlar vardı. Gerekli tahsilatın yapılması için köylerin isimleriyle beraber tahsil edilmemiş mahsulatın cinsi ve miktarı belirlenerek Esat Paşa’ya bildirilmiştir[86].
Diğer Görevlilerden Yapılan Müsadereler
Şam Valisinin vefatından sonra onun Hazinedarı Muhammed Bey de 1156 Ramazanında/ 1743 Ekiminde vefat etmişti[97]. Merhum hazinedarın sahip olduğu eşyanın müsaderesi de Süleyman Paşa’ya uygulanan müsadere kapsamına alınmıştır[98]. Ona ait eşya sayımdan sonra kayıt altına alınmıştır. Bu müsadereden de Mübaşir Numan Bey sorumlu tutulurken, merhum hazinedarın sahip olduğu eşya Şam Valisi Esad Paşa ve eski valinin oğlu Ahmet Bey tarafından Sultan Çarşısı’nda satılarak, bedelleri ile beraber deftere kaydedilmiştir[99].
Merhum valinin harem ağası ve cariyeleri de müsadereye uğrayan kişiler arasında idi. Cariyelerden Habeşi Zühre Süleyman Paşa’nın aynı zamanda harem hazinedarıydı. Merhum valinin haremindeki eşya ve malları müsadere edilirken, Habeşi Zühre ile beraber kalan cariyelerden Acem Fatma’ya ait olup haremin kuzeyinde bulunan odalardaki eşyalar da müsadere edilmiştir. Merhum valinin Harem Ağası Amber’in kendi odasındaki eşyalar da müsadere edilmiştir[101]. Şam Valisi Esat Paşa’nın huzurunda Mübaşir Numan Bey, Şam Defterdarı Fethi Bey[102], Gedikli Züemma Kuşçu Mehmet Ağa, Şam Kapı Kethüdası Mustafa Ağa, Selam Ağası Hasan Ağa ve diğer görevliler Habeşi Zühre, Acem Fatma ve diğer cariyelere ait eşyaların 7792 kuruşluk değerinin bulunduğunu hesaplayarak kayıt altına almışlardı[103].
BORÇLARININ ÖDENMESİ VE ALACAKLARININ TAHSİLİ
Vefat eden görevlinin terekesi hazırlanırken, borç ve alacaklarının hesaplan-ması önemli yer tutmaktaydı. Bu anlamda görevliler bir yandan ölen kişinin alacaklarını tespit ve tahsile çalışırken, diğer yandan İslam hukukunun temel bir kaidesi olarak ölenin borçlarını sahiplerine iade ederlerdi[105]. Süleyman Paşa, Emirü’l-Hac görevini yürütürken Şam esnafı ile sürekli alış-veriş halinde olmuştur. Onun, vefatından önce 16 Safer- 30 CA 1156/ 11 Nisan-22 Temmuz 1743 tarihleri arasında bazı alışverişlerde bulunarak yiyecek ve eşya satın aldığı; ancak bunlar için Şam esnafına borcunu ödemediği görevliler tarafından tespit edilmiştir. Yapılan müsadere işlemleri sırasında ölen kişinin varsa borcu ve ödenecek miktar tespit edildiğinden[106], bu konuda görevli Numan Bey’e, Süleyman Paşa’nın terekesinden kalan para ile Şam esnafının borcunu ödemesi için emir verilmiştir. Numan Bey, esnafın görüşüne ve Şam Kadısı’nın kayıt altına aldığı ‘‘hüccet-i şer’i-yeye’’ baş vurarak Süleyman Paşa’nın esnafa 7.139 kuruş borcu olduğunu tespit etmiştir. Bu borç, onun müsaderesinden kalan paradan esnafa dağıtılmak suretiyle ödenmiştir[107].
Azmzâde Süleyman Paşa’nın nakit parası fazla olduğundan, müsaderenin oldukça kapsamlı ve dikkat isteyen bir hassasiyette yapılması hükümet tarafından üzerinde durulan bir husus olmuştur. Numan Bey, Süleyman Paşa’nın mevcut para ve eşyasını defalarca sayıp deftere kaydettikten sonra defterini İstanbul’a göndermişti. Ancak bazı kişilerden alınan bilgiler doğrultusunda, onun mal ve parasının gizlenmiş olmasının yanısıra, hizmetli ve çalışanları ile diğer görevlilerin zimmetinde hayli alacağı tespit edilmişti. Bu tespit üzerine farklı kişilerin zimmetinde bulunan bütün alacaklarının incelendikten sonra ortaya konulması, bu incelemenin Hac mevsiminin bitimine kadar sona erdirilmesi hususunda emir verilmiştir. Eşya ve emlakının ortaya çıkarılması ve değerlerinin tespiti için Mübaşir Numan Bey görevlendirilirken, Bunların değer tespiti yapmalarından sonra eşya ve parasının kayıtlı olduğu “muhâllefat defteri”[108] ile beraber İstanbul’a göndermeleri emredilmişti. O, bu işleri yürütürken Şam Valisi, defterdarı ve kadısı, yeniçeri zabiti, ayan ve vilayetin diğer zabitleri de kendisine yardımcı olmuşlardı[109].
Merhum valinin aile üyeleri ile yerine vekaleten bakan görevlilerde bulunan mal ve parası da Numan bey tarafından tahrir edildikten sonra defteri ile beraber İstanbul’a gönderilmişti[110]. Buna rağmen müsadere işlemleri Vali Esat Paşa tarafından devam ettirilmiş, devam eden bu işlemlere ait hazine defterinin İstanbul’a getirilmesi hususunda emir verilmişti[111]. Süleyman Paşa’nın mal ve değerli eşyalarının kayıtlı bulunduğu defter İstanbul’a gönderildiğinde, yetkililer tarafından incelenmeye alınmıştı. Defter üzerinde yapılan inceleme neticesinde çok sayıda “zimmi hassı” ve kendi el yazısı ile tuttuğu özel bir defterin varlığı tespit edilmiş, bu defterin merhumun hareminde olduğu bilgisine ulaşılmıştı. Bunun üzerine Süleyman Paşa’nın Konak Hazinedarı Köle Süleyman, Şam Kadısı ve Mübaşir Numan Bey tarafından sorgulanmıştı. Sorgulamadan sonra Süleyman Paşa’nın Harem Hazinedarı Habeşi Zühre adlı cariyeden bu defter talep edilmiş, o da yerini göstermiştir. Defterin incelenmesi neticesinde, “zimmi haslardan” tahsili gereken para için Numan Bey’e emir verilmiş, Süleyman Paşa’nın kendi eli ile tuttuğu bu defter tekrar incelenmek üzere İstanbul’a gönderilmişti[112].
Bu defterin incelenmesi neticesinde çeşitli kişi ve grupların zimmetinde tahsil edilenlerin haricinde, merhum valiye ait bazı görevlilerden “zimmet” ve “makbuzât” adı altında alacaklarının bulunduğu tespit edilmişti. Zimmetinde para bulunanların merhum Süleyman Paşa ile olan ilişkileri, kimlikleri ve zimmetlerindeki paranın miktarı belirlendikten sonra, 30 CA 1157/ 11 Temmuz 1744 tarihinde alacakların tahsili için işlem başlatılmıştı[113].
Mübaşir Numan Bey, Şam Valisi Esat Paşa ve diğer görevliler adı geçen hazine defterini inceledikten sonra Süleyman Paşa’nın ticaretle uğraştığını ve ortaklık kurduğu kişileri tespit etmişlerdi. Merhum vali ortaklık kurduğu kişilere ticaret yapması için borç vermişti. Görevlilerin tespitine göre Mekke’de ticaret yapması için Halil Mir-oğlu Hacı İsmail adlı bir bezirgan ve Medine’de kendi adına alış-veriş yapması için (ber vech-i mudaraba) Bengalli Hacı Abdülkadir adlı diğer bir bezirgana yüklü miktarda para vermişti[114]. Ayrıca hazine defterinde kayıtlı “temessükler” incelediğinde merhum valinin hesabının Hacı İsmail adlı kişinin hesabı ile birleşik olduğu, Mekke bezirganlarından Hacı Ahmet ile Abdül-aziz Ebul Haşim’in zimmetinde valiye ait oldukça fazla miktarda para bulunduğu ortaya çıkmıştı[115]. Adı geçen bezirganların zimmetinde bulunan paranın tahsili için Cidde Valisi Ebubekir Paşa görevlendirilmişti[116]. Bu bezirganlardan Abdul-aziz Ebul-Haşim’den alınacak para Seyyid Hasan adlı şahsın yardımıyla tahsil edilirken, Hacı Abdülkadir’in Bengal’e firar ettiği ve ondan alınacak paranın tahsilinin imkansız hale geldiği belirlenmişti. Zimmetlerinde toplam otuz bin riyal bulunan Seyyit Mehmet Bin Ali, Es-seyyid Yahya İbn-i Mahmut Ramazan ve Es-seyyid Mahmut Bin Halil de devamlı olarak Mekke’de ikamet ettiklerinden bu para onlardan tahsil edilememiştir[117].
Zimmetinde alacak bulunan görevlilerden bir kısmı da uzak eyaletlere firar ederken, bir kısmının da İstanbul’da ikamet ettiği tespit edilmişti. Hille’den borç toplamakla görevli Elhac Abdüllatif bin Elhac Kasım topladığı parayı görevlilere teslim etmeden Yemen’e, diğer bir görevli Süleyman Kadı da bilinmeyen bir yere firar ederek izlerini kaybettirmişlerdi[118].
Köy ve şehirlerde sakin bulunan Arap ve Türkmen aşiretleri ile bir kısım gayr-ı Müslim’in zimmetinde hayli alacak tespit edilmişti. İsim ve kimlikleri belirlenen kişilerin zimmetinde bulunan para miktarı da ortaya konulmuştur. Kimlikleri belirlenen görevliler hükümet adına gerekli parayı (makbûzat) toplamakla görevlendirilmişlerdi. Ancak bu kişiler topladıkları parayı zimmetlerine geçirmişlerdi. Trablusşam Bahçesinin kethüdası Musa Bin Muhammed, Hama’da Türkmen aşireti mensubu Musa Bey, Hille Kazazı Elhac Abdullatif İbn-i Elhac Kasım, eski Gazze Mütesellimi Muhammed Telli Bey, Süleyman Kadı, Balbek Zabiti İbn-i Herkoş, Bakaya Cizyecisi Feyyaz Bey hükümet ve vali adına tahsil ettikleri parayı yetkililere teslim etmemişlerdi. Şam’da bulunan köy ahalisi, Hudeydiye Urbanı ve Hama’da sakin Balbek Türkmenleri de zimmetlerinde alacak bulunan gruplar arasında idi[119].
Bazı görevlilerden zimmetlerinde bulunan para tahsil edilemediğinden aile üyelerini rehin olarak bırakmışlar, bir kısım görevliler de cezalandırılmışlardı. Bunlardan Mustafa Reşdan, zimmetindeki parayı ödeyemediği için kardeşini rehin olarak bırakmış, kardeşi beş ay hapis yatmıştı. O, zimmetinde bulunan parayı merhum valinin vefatından ancak üç ay önce ödeyerek kardeşini hapisten kurtarabilmişti. Sabık Gazze Mütesellimi Mehmet Telli Bey ise iflas ettiği için borcunu ödeyememiş ve Şam Kalesi’ne hapsedilmişti. Bakaya hazinesini toplamakla görevli Feyyaz Bey de topladığı parayı Şam Valisinin vefatından önce teslim ederek bir “temesük” almıştı[120].
Bir kısım esnafın zimmetinde bulunan paranın tahsilinde uygulanacak rayiç fiyat konusunda ihtilaf çıkmıştı. Bunlardan Şam sabuncularından tahsil edilecek bedel için Şam’daki rayiç bedel uygulaması esas alınmış, sabun bahası olarak 18.290 kuruş tahsil edilecekken, bundan vazgeçilerek İstanbul’daki rayiç fiyat üzerinden hesap yapılarak 17.680 kuruş tutan miktarın tahsiline karar verilmişti[121].
Süleyman Paşa’nın hazinedarının “muhallefatından” olup tahsil edilen eşya bedeli ve daha bir çok zimmet bedelinin tahsiliyle görevli Şam Valisi Esat Paşa ile merhumun zevcesi Rahime Hanımın kardeşi Seyyid Muhammed’in zimmetinde binlerce zincirli altın tespit edilmişti. Seyyid Muhammed’in zimmetinde bulunan altınlar, merhum valinin zevcesi Rahime Hanım’ın ihbarıyla ortaya çıkmış, altınların sayısı ve parasal değeri belirlenmişti[122]. Yapılan incelemeler neticesinde Süleyman Paşa hayatta iken oğlu Ahmet Bey, üçte bir oranında (50.000 kuruş) ödeme yaparak Hama Hac Reisinden iki adet has bahçe satın almıştı. Ancak daha sonra satıştan vaz geçtiği için bu para hac reisinin zimmetinde kalmıştı. Paranın tahsilinden sonra Mübaşir Numan Bey’e teslim edilmesi için Trablusşam Valisi Mustafa Paşa görevlendirilmişti[123].
Merhum valinin kethüdasının zimmetinde bulunan bir kısım paranın tahsili için de merkezden bir mübaşir görevlendirilirken[124], görevliler tarafından Sayda’da yaşayan Dürzilerden tahsil edilmemiş cizye gelirleri olduğu tespit edilmişti[125]. Bu bakayanın tahsili için eski sadrazam olup Sayda Valisi Ahmet Paşa ile Sayda’da “bakaya-yı emval” tahsiliyle görevli Kapıcıbaşı Kuşçu Mehmet vazifeli kılınmışlardı. Ayrıca Sayda’da Dürzi Şeyhi Nasır’ın zimmetinde para bulunduğu tespit edilmişti. Tahsil için şeyhten bir senet alınırken, tahsil edilen bütün paranın Mübaşir Kuşçu Mehmet’e teslim edilmesi ve İstanbul’a gönderilmesi hususunda emir verilmişti[126].
Yukarıda hesabı çıkarılan paranın 231.410,5 kuruş ve 1 rubu Mübaşir Numan Bey’de, 36.514 kuruş ve 1 rubu Şam Valisi Esat Paşa’da, 26.000 kuruşu İstanbul’da ikamet edenlerde, 2555 kuruş Şam Hazinesinde, 30000 riyali Mekke’de bulunanların zimmetinde, 31.187,5 kuruş Bengal’e firar eden Elhac Abdulkadiri’n zimmetinde ve ferman-i ali üzerine tahsil olacak olan 6000 kuruş olarak hesap edilmişti[139]. Hesabı yapılan para Şam Hazinesine ve İstanbul’a gönderilirken, 60.000 kuruş (72 yük akçe) Hac güzergahında yolların güvenliği ile vazifeli piyade ve süvari leventlere ulufe, bahşiş ve yiyecek bedeli olarak tahsis edilmişti[140].
MUHALLEFÂTININ HAZIRLANIŞINDA YAPILAN MASRAFLAR
Süleyman Paşa’nın “muhallefâtını” hazırlamakla görevli Mübaşir Numan Bey, nakit para ve değerli eşya ile bunların kayıtlı olduğu “muhallefât defterlerinin” güvenli bir şekilde taşınması için çuval, torba, keçe, urgan ve sicim gibi malzeme satın almıştır. Müsadere edilen değerli eşya ve para, torba ve çuvallara konulduktan sonra, ağzı urgan ve sicimle bağlanarak hamallar tarafından, ücret mukabilinde tutulan at ve develere yüklendikten sonra İstanbul’a gönderilmişti[141]. Bu defterleri İstanbul’a götürmekle çukadarlar görevlendirilmiş, bunlara harcırah ödenmiştir. Görevliler tarafından Süleyman Paşa’nın nakit parasını tespit için konak ve haremin çeşitli bölümleri aranmış, aramalar sırasında gizli bölümler içerisinde onun hayli altın parasına rastlanmıştı. Başka gizli bölümlerin olup-olmadığını anlamak için sık ve detaylı yapılan aramalar neticesinde merhum valinin konak ve haremi hayli zarar görmüştü. Bu nedenle konak ve haremin zarar gören kısımları tamirden geçirilmiş, tamirde çalışan ırgatlara ödenen ücret ile tamir masrafları da “muhallefat masraflarına” dahil edilmiştir. Yapılan bütün masraflar, Numan Bey tarafından 1 R 1157/ 14 Mayıs 1744 tarihinden itibaren kayıt altına alarak defter haline getirilmiştir[142].
Azmzâde Süleyman Paşa’nın vefat haberinin gelmesinden sonra onun mal ve eşyasını taşımak üzere hayvanlar kullanılmıştı. Eşyalar hayvanlarla taşınırken hizmette ve muhafaza görevinde bulunanların başta yiyecek ve içecek olmak üzere her türlü ihtiyacı Şam Kadısı tarafından 2510 kuruş 1 rub masraf edilmek suretiyle karşılanmıştı. 22 Şaban- 4 Ramazan 1156/11 Ekim-22 Ekim 1743 tarihleri arasında müsaderede kullanılan hayvanların hizmet ve muhafazasında yer alan görevlilerinin 13 günlük yiyecek ihtiyaçları Şam Kadısı tarafından karşılanmış, yapılan masraf hesaplanarak deftere kaydedilmiştir[144].
AİLESİNİN GEÇİMİNİN SAĞLANMASI
Vefat eden görevlilerin mal varlığının tamamına yetkililer tarafından el konulmazdı. Ölen kişinin geride kalan aile üyelerine geçinebileceği kadar tahsisat yapıldığı gibi, gerektiğinde maaş da bağlanmakta[147], böylece varisler arasında meydana gelecek problemler önceden çözümlenmiş olmaktaydı[148]. Süleyman Paşa’nın vefatından sonra onun “muhallefâtının” ortaya çıkarılmasında aile üyeleri yetkililere her türlü imkan ve kolaylığı sağlamışlardı. Özellikle merhumun üzerindeki miri emlakin tahriri konusunda Numan Bey’e, merhum valinin oğlu Ahmet Bey yardımcı olmuş, görevli mübaşir iki defa tahrirde bulunularak emlak tespiti yapmıştı[149]. Süleyman Paşa’nın vefatından sonra ikinci eşi ve diğer aile bireyleri geçimleri için hükümete baş vurarak merhumun başka müsadere edilecek değerli emlak ve eşyasının kalmadığı ricası üzerine, Numan Bey’e müsadereyi sonlandırması hususunda hükümet tarafından emir verilmişti[150].
Merhum valinin mal, emlak, ve parasının müsaderesinin bitiminden sonra altmış kişiden fazla eş, evlat, maiyetindeki hizmetli ve cariyelerin geçinecek her hangi bir maaş ve tahsisatlarının bulunmadığı tespit edilmişti. Bunun üzerine bazı kişilerin zimmetinde ortaya çıkan paradan bir kısmı geçimleri için onlara tahsis edilirken, onun vakfiyesinin dışında bulunan emlakinden bir kısmının da satışa sunulduğu değerinde evlatları tarafından satın alınmasına müsaade edilmiştir[151]. Ayrıca kendi şahsi eşyaları onlara teslim edilirken, Süleyman Paşa’nın özel hanesinde el konulan eşyanın da kendilerine bırakılması hususunda Şam Valisi Esat Paşa’ya bir mektup yazılmıştı. Bu eşyanın merhumun oğlu Said Ahmet Bey’e teslimi için de iki arzuhal yazılmıştır[152].
SONUÇ
Azmzâde Süleyman Paşa Şam Valiliği ve Emirü’l-Hac görevini başarı ile idare etmiştir. O, Emirü’l-Haclık görevini yerine getirirken Mekke ve Medine’de ticari etkinliğini artırmış, kurmuş olduğu ticari ilişkiler sayesinde bir çok emlak ile beraber çok değişik cinslerde altın ile ziynet eşyasından oluşan büyük bir servete sahip olmuştur. 1743 yılında vefatından sonra onun “muhallefâtının” tespiti ve görevliler tarafından el konulması sürecinde son derece titiz hareket edilmiştir. Ancak servetinin büyüklüğü yanında, mal ve parasının aile üyeleri ile diğer şahısların zimmetinde dağınık halde bulunması, “muhallefâtının” tespit sürecini uzatmıştır. Merhum valinin “muhallefatını” tespit için birden fazla tahrirde bulunulmuştur. Süreç merkezden gönderilen Numan Bey tarafından bizzat yürütülmüş, Emirü’l-Hac Esad Paşa ile Şam Eyaleti’nin bütün yerel yöneticileri yardımcı olmuşlardır. Bu kişiler tarafından yapılan çalışmalarla Süleyman Paşa’nın bütün mal ve emlakının tespitinden sonra, onun konağında bulunan haremindeki altın ve mücevheratı ile her türlü eşyasına el konulmuştur. Haremi dışında ona ait olup farklı şahısların zimmetinde bulunan alacakları tahsil edilirken, borçları da ödenmiştir. Süleyman Paşa’ya ait her türlü müsadere uygulaması “muhallefât” defterlerine kaydedilirken, eşya ve parası bu defteriyle beraber İstanbul’a gönderilerek Enderun Hazinesine konulmuş, ailesine de geçinebileceği kadar para ve emlak tahsisatı yapılmıştır.