ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Aldo Gallotta

Anahtar Kelimeler: Barbaros Hayreddin Paşa, Kaptan-ı Derya, Akdeniz, Cezayir, Gazavatnâme

Akdenizde nam salan ve bugünkü Cezayir’in ilk kurucusu telâkki edilebilecek olan ünlü korsan ve Osmanlı donanmasının büyük Amirali, Barbaros Hayreddin Paşa'nın hayatı, Türkçe bir eserde anlatılmıştır. Bu eserden elimizde, biri mensur, diğeri manzum olmak üzere iki orijinal nüsha bulunmaktadır. Manzum olanda da hemen hemen mensur olandakinin aynı olaylar anlatılmaktadır. Ayrıca bu eserin muahhar başka nüshaları da mevcuttur. Bu orijinal eserin ikisi de çeşitli eserlerin yazarı, denizci bir aydın kişi olan Seyyid Murâd tarafından kaleme alınmıştır. Bu iki eser Osmanlı tarih yazıcılığının özel bir çeşidi olan Gazavât-nâme, diğer bir deyişle “Cihad”la ilgili savaşlar üzerinde duran eserlerden olup, hatta bu türün de başlıca örnekleri durumundadır. Gazavât-nâme'lerin kaynağı Arap ve İran kahramanlık efsanelerine dayanmakla birlikte, bunlar doğrudan doğruya XIII. ve XIV. yüzyılın dini kahramanlık hikâyeleriyle ilgilidir ve ilk Osmanlı kroniklerinin de kaynağını teşkil etmektedir. Bu türün özellikleri, halkın anlayacağı bir dille yazılarak, kâfirlere karşı savaş ruhunu aşılamayı, barışta ve savaşta bu ruhu canlı tutmayı amaç edinmiş olan kahramanlık hikâyeleri olmasıdır. Gazavât-nâme'ler XIV. ve XV. yüzyılın Osmanlı Tarihi yazıcılığına ait ilk eserler ile büyük ölçüde aynı özellikleri gösterirler ve bunlar, daha sonraları, çok daha ilerlemiş olan devlet tarih yazıcılığı, Osmanlılarla ilgili kronikler ya da dünya tarihiyle ilgili tarih eserleri yanında özel bir yer alarak devam etmişlerdir. Gerek mensur olanları gerekse manzumları olsun bu eserler bir Osmanlı sultanının saltanatını veya birkaç önemli gazvesini özellikle bahis konusu ettiği gibi, imparatorluktaki bazı önemli askerî ve siyasî kişilerin zaferle sonuçlanmış seferlerine de tahsis edilmiş olabilmektedir[1].

Seyyid Murâd tarafından yazılmış olan Barbaros’a dair mensur biyografya ne tam tarih, ne de tam roman türündendir; bu ikisi arasında bir eserdir. Eser, sözlü edebiyatla tarih ve hikâye arasında bir üslûpla kaleme alınmıştır. Eserin bu destanvârî görünümü halk arasında çok tutulmasına vesile olmuştur; öyle ki yakın bir tarihe kadar bu eser, kıraathanelerde özel okuyucular tarafından okunmakta idi[2]. Ancak bu durum bilim çevrelerince hoş karşılanmamıştır.

Bununla beraber Osmanlı imparatorluğunun Akidenizde hakimiyetini kurduğu bir sırada, donanmanın başında bulunan büyük amiral Hayreddin Paşa’nın hayat ve seferleri için sağlam ve güvenilir bir kaynak teşkil eden Seyyid Murâd tarafından yazılmış bu eserin Türk deniz tarihinin en önemli eserlerinden biri olduğu kuşkusuzdur. O, aynı zamanda, Osmanlı edebi çevrelerinde takdir görmüş hikâye dalında mühim bir eserdir.

Türkçe metin hâlâ yayınlanmış değildir. Edebiyat tarihiyle ilgili araştırmalarda bu eserden pek az söz edilmiştir. O, tarihî kaynak ola-

rak ilk defa Joseph von Hanımer tarafından kullanılmıştır. Hammer, bu eserden Osmanlı tarihiyle ilgili kaynak eserinin üçüncü cildi için gerek doğrudan doğruya bizzat Murâdi’nin eserinden, gerekse adı geçen eserden Kâtib Çelebi’nin “Tuhfetu'l-Kibâr fi Esfâri'l-Bihâr"adlı eserinde yaptığı kısa iktibas yoluyla istifade etmiştir[3].

Gazavâi'ın edebî değeri ancak geçenlerde Fahir İz tarafından ortaya konabilmiştir. O, “Eski Türk Edebiyatında Nesir" adlı antolojisinde bu eserden bir pasaj naklctmiştir[4].

Tercümeler, esas metne nispetle yayınlanma yönünden daha talihli görünmektedir. Bunlardan biri 1578 yılında yapılmış olup İspanyolcadır. Aslına oldukça uygun olan bu tercüme, daha sonra İtalyancaya çevrilip, 1887 yılında Palermo’da yayınlanmıştır[5]. Diğeri çok kötü Fransızca bir tercüme olup, 1837 de Paris’te basılmıştır[6]. Bu da, aslına pek uymayan XVII. yüzyıla ait Arapça muhtasar bir tercümeyi esas almıştır. Şu veya bu şekilde Barboros’un seferlerine temas eden tarihçiler, Von Hammer’in eserinde mevcut cüz’î bir bilgiden başka, işte bu tercümeden istifade etmişlerdir, içinde Seyyid Murad’ın eserinin geniş bir şekilde kullanıldığı Paşa’ya dair bir monografi henüz yazılmamıştır[7].

İşte sözünü ettiğim bütün bu hususlar beni “Gazavât-ı Hayreddîn Paşa” adlı mensur eserin metnini neşretmeye sevk etmiştir. Bu makalemiz, bu konuda bir başlangıç mahiyetindedir[8].

I - BİBLİOGRAEİK BİLGİLER

I-Türkçe Metin

Hayreddin Paşa” adlı eser hakkında ilk bilgi veren yazar Joseph von Hammer olmuştur. Hammer, bu eseri "Devlet-i Osmâniye Tarihi” adlı eserinin üçüncü cildi için kullanmış bulunduğu doğu kaynakları arasında zikretmiştir. O, adı geçen eserin, özel kütüphanesinde iki, Roma’daki Barberini kütüphanesinde de bir nüshasının bulunduğuna işaret etmiştir[9].

Hammer’e göre “Gazavât”, ünlü korsanın dikte ettirdiği şekilde Sinan Çavuş adlı biri tarafından yazılmıştır. Öyle görünüyor ki, Hammer’den bu tarafa uzun müddet tekrar edilecek olan bu bilgi, bir yanlış anlamanın sonucudur[10]. Bunun dışında, Hammer kendisinde de yazma bir nüshası bulunan, Macaristan seferiyle (1543) ilgili bir eseri (Târih-i Feth-i Şiklâş) hiç bir gerekçe göstermeden yine bu Sinan Çavuş’a atfetmektedir[11].

Sonraları "Gazavâtı'nı iki, "Târih-i Feth-i Şiklöş”un bir nüshası Hammer’in özel kütüphanesinden, Viyana’daki “Kaiserlich - Königliche Hofbibliothek”e intikal edip, 1866’da Flügel’in düzenlediği katalogunda, sırası ile 1004, 1005 ve 1003 nu.larda, Sinan Çavuş’un eserleri olarak kaydedilmiştir[12].

Ahmed Vefik Paşa da, muhtemelen Hammer’in tesiriyle olacak, 1873 tarihinde neşredilen "Fezleke” sinde, XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçilerini sayarken bu arada Sinan Çavuş’un da adını anmıştır[13].

Daha sonraları, 1888 senesinde, "Ğazavât”ın diğer el yazmaları ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan biri C. Rieu’nun kataloguna göre “British Museum” de 2798 nu.da kayıtlıdır. Rieu da bu eseri, Sinân Çavuş’a atfetmektedir[14]. Bir diğeri de Hilmi ed-Dağıstânî'nın kataloguna göre, Kâhire’de “Dâru’l-Kutub”da 34/8830, nu.da kayıtlıdır. Fakat Hilmi ed-Dâğıstân î, bu yazmanın yazarını belirtmemiştir[15]. Hilmi ed-Dâğıstân î’nın katalogunda ayrıca Barbaros’un seferlerine ait yazarı belirtilmeyen “Fetih-nâme-i Hayreddin Pâşâ” isimli manzum bir eser anılmıştır. Adı geçen eser, 107/ 8903 nu.da kayıtlıdır[16].

Necib Âsim, (1911 de) Hayreddln Paşa’nın doğumundan Kastelnova (1539) seferine kadar olan hayatını konu alan “Cazavâl-ı Hayreddin Paşa” isimli manzum ve fakat eksik bir elyazmasının Topkapı sarayı, Revan Köşkü kısmında 1291 nu.da kayıtlı bulunduğunu bildirmektedir. Bu yazmanın yazarı, biyografi yazarlarınca kişiliği meçhul Murâdi adlı bir şairdir[17]. Zikri geçen elyazmasını Bursalı Mehmed Tâbir, 1923 senesinde neşredilen “Osmanlı Müellifleri” adlı eserinde Halis Efendi Kütüphânesinde[18] mahfûz, mensur Gazavat'ın başka bir nüshası olarak bildirmektedir. Daha sonra ilâve olarak müellifi Sinan Çavuş[19] olan “ Fetih-nâme-i Üstürgun ve Üstun-i Belgrâd” ve “Târih-i Cezayir” yahut “Gazavât-ı Hayreddin Pâşâ” adlı, müellifi Hüseyin b. ‘Ali Kastamonî[20] olması muhtemel, eserler hakkında bilgi vermektedir. Bu iki eser hakkında Bursalı Mehmed Tahir biblioğrafik hiç bir malûmat vermemiştir. Bu iki eserden ilki, Hanımer’in tesiriyle olsa gerek, Sinan Çavuş’a atfedilen 1543 tarihli Macaristan seferine dair eserin Türkiye'de mevcut tek nüshasıyla aynı olduğunda şüphe yoktur. (Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesi 700) (Bkz: s. 478). İkincisinin ise, ‘Ali Kastamonî’ye yapılan atıftan ötürü (O, müellif olmayıp, müstensihtir) Halis Efendi Kütüphânesinde 2639 nu.da kayıtlı el yazması olduğu aşikârdır. Bu eser şimdi İstanbul’daki Üniversite Kütüphanesine geçmiştir.

Buraya kadar zikrettiğimiz yazarlar (C. Rieu hariç) tarafından ortaya konulan bu bilgiler, Franz Babinger tarafından 1927 tarihinde yayınlanan Osmanlı bibliyografya tarihiyle ilgili kaynak eserin

de ayrı ayrı “Sinan Çavuş” ve ''ınurâdi” başlıkları altında kullanılmıştır. Bab in ger, yine Sinan Çavuş adı altında, Paris Millî kütüphanesinde 1186 nu.da kayıtlı (Koleksiyon Schefer) Gazavât'ın mensûr bir el yazmasına ve adı geçen kütüphanenin A.F 75 nu.da kayıtlı “Târih-i Feth-i Şiklöş” adlı eserin bir nüshasına işaret etmiştir[21].

H. Derenbourg ve E. Levy Provcnçal’ın[22] 1928 yılında derledikleri “Arab el yazmaları kataloğu”nun Madrid Escurial Kütüphanesi 1663 nu.da kayıtlı müellifi meçhul nüshasını ve Blochet’nin 1932 yılında yayınlanan “Paris Millî Kütüphanesindeki Türkçe El Yazmaları’’ adlı eserinin birinci cildinde Suppl. Turc. 514 nu.da kayıtlı başka bir nüshasını da mensur Ğazavât’ın el yazmalarına ilâve etmek lâzımdır. Blochet, bu eserin Seyyid Murâd’a ait olduğunu ifade etmiştir[23]. Blochet yine aynı cildde, daha önce Babinger tarafından işaret edilmiş olan A.F. 75 nu.da kayıtlı “Târih-i Feth-i Şiklöş” adlı eseri de tanıtmıştır[24]. Katalogunun ikinci cildinde, yine evvelce Babinger tarafından işaret edilmiş, Suppl. Turc. 1186 nu.da kayıtlı bir yazmayı tanıtırken de bu yazmanın “Tchaoush Pacha”mn Ğazavât'ının. kendi eliyle yazılmış bir nüshası olabileceği ihtimalini ileri sürmüştür[25].

İstanbul’daki “Ğazavât'ın. el yazmalarına dair yeni bilgiler, 1940 yılında L. Forrer tarafından verilmiştir. L. Forrer, İstanbul Üniversite Kütüphanesinde 94, 2459, 2490 ve 2639 nu.larda kayıtlı dört el yazması ortaya koymuştur[26]. Bunlardan 2490 ve 2639 nu.larda kayıtlı bulunan ikisine daha önce Bursalı Mchmed Tahir tarafından işaret edilmiştir. Forrer, Bursalı Mehmed Tahir’in 2639 nu.da kayıtlı olan eserin müellifinin Hüseyin b. Ali Kastamoni olacağı yolundaki görüşünü düzeltip, onun sadece bir müstensih olduğunu tespit etmiştir. 0,2490 nu.da kayıtlı el yazmanın başlığında belirtildiği üzere, Seyyid MurâdFyi müellif olarak tespit ederken, bu atıf ile Babinger tarafından mensur Gazavât'ın Sinan Çavuş’a atfı arasındaki çelişkiyi görmemezlikten gelmektedir. Oysa, el yazması ile ilgili olarak Babinger’e atıfta bulunulmuştur. Ayrıca Necib Âsim tarafından da işaret edilmiş olan Revan Köşkü 1291 nu.da kayıtlı, Murâdî’ye atfedilen manzum Gazavât’tan bahsetmiştir. O, yine aynı Murâdî’ye ait, biri Revan Köşkü 1292 nu.da kayıtlı Preveze Savaşma (1538) dair, diğeri Üniversite Kütüphanesinde 2475 nu.da kayıtlı Kastelnova'nın fethiyle ilgili (1539) iki manzum esere işaret etmiştir[27].

Babinger’i takiben, L. Forrer de 1543 tarihinde vuku bulan Macar seferine dair bir kitabı Sinan Çavuş’a atfetmekte ısrar etmektedir. Bu eserin, Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesinde 700 nu.da kayıtlı bir üçüncü nüshasına işaret ettikten sonra şöyle demektedir: “İsmini zikretmeyen müellif, konuyla ilgili eserinin girişinde, daha önceleri Hayreddin Paşa’nın seferlerini biri 10 bin beyitten fazla manzum, diğeri mensur iki eserde yazdığını” söylemektedir[28].

Hammer tarafından “Gazavat-ı Hayreddin Pâşâ” adlı eserin Sinan Çavuş’a atfedilmesi hususundaki yanlış anlama, E t tor e Rossi’nin “Vatikan Kütüphanesindeki Türkçe Yazmalar Katalogu"nda da görülmektedir. Önceleri Hammer tarafından işaret edilen “Barberiniano Oricntale” yazmasının, bu adı geçen katalogda 127 nu.da kayıtlı bulunduğu bilinmektedir[29]. 1956 senesinde neşrolunan, Agâh Sırrı Levend’in Gazavât-nâme'lere dair eserinde de aynı yanlış anlama sürdürülmüştür. Aslında Âgâh Sırrı Levend, İstanbul Üniversite Kütüphanesinde mevcut dört yazmadan 2639 nu. da kayıtlı olanın - ki bu yazmada “Te’lîf-i Seyyid Murâd” başlığı silinmiştir — Flügel tarafından Sinan Çavuş’a atfedilen eser olabileceğini farzedip Blochet tarafından zikredilen Çavuş Paşa’nın Sinan Çavuş ile aynı şahıs olup olmadığı hususunda tereddüt göstermektedir [30].

1963 senesinde bu konuyla ilgili bir makale yazıp, mensur Gazavât'ın Sinan Çavuş’a atfedilmesinin asılsızlığını ispat ve gerek bu eserin, gerekse "Târih-i Feth-i Şikloş''un Murâdi’nin eseri olduğunu kesin olarak tesbit etme şerefi, (Sayın) Hüseyin Yurdaydın’a aittir[31]. Bilindiği gibi, H. Yurdaydın daha önce 1952 senesinde, bu şahsın, Pîrî Reis’in “Kilâb-ı Bahriye”sinin de müellifi olduğunu ortaya koymuştur[32].

Yurdaydın, herşeyden evvel Sinan Çavuş’un “Gazavât”ın müellifi olamayacağı hususuna dikkati çekmektedir. Çünkü “Gazavât"ta, Sinan Çavuş’tan üçüncü şahıs sıfatıyla ve sadece 1533 senesinde padişah tarafından Hayreddin Paşa’ya gönderilen Hatt-ı Şerifi ulaştırmakla görevli kimse olarak bahsedilmektedir. Hatt-ı Şerîf’in tesliminden sonra Sinan Çavuş, İstanbul’a dönmüştür. Oysa “Gazavât'ın müellifi, kendisinden bahsederken seferlerde Hayreddin Paşa’nın beraberinde bulunduğunu söylemektedir.

Yurdaydın, mensur Gazavât'ın Murâdi’ye ait olduğunu ortaya koyabilmek için, özellikle İstanbul'daki Üniversite Kütüphanesinde 94, 2490 ve 2459 nu.larda kayıtlı mensur yazmaların başında mevcut “Te’lîf-i Seyyid MurâdI” ibaresine dayanmaktadır. Ayrıca (adı geçen yazmalarda) ismini gizli tutan bu müellifin, girişte, Hayreddin Paşa’nın seferlerine dair biri mensur, diğeri manzum iki eser yazmış olduğunu ifade eden sözlerini de delil olarak kullanmaktadır. Bunlardan manzum olanının Murâdi’nin manzum “Gazavât'ı ile aynı olduğu aşikârdır. (Bkz:s. 498) Yine Yurdaydın’a göre, mensur “Gazavât''ın da aynı müellifin eseri olduğunu kabul etmek gerekir.

Geçici olarak Tübingen’deki “Staatsbibliothek”in deposunda mahfuz, Or.quart. 1751 nu.da kayıtlı mensur Gazavât'ın yeni bir el yazması bir müddet evvel B. Flemming tarafından ortaya konmuştur. B. Flemming, el yazmalarının başlığına ve Yurdaydın’ın görüşlerine dayanarak, isabetli bir tarzda, eseri Seyyid Murâdi’ye isnad etmektedir[33]. Bugün bu el yazması Berlin’de “Staatsbibliothek” de bulunmaktadır.

Târih-i Feth-i Şikloş'a gelince, o da Seyyid Murâd’dan başkasının eseri olamaz; çünkü her ne kadar ismi zikredilmemişse de, Murâd’ın dışında birisinin olması sözkonusu değildir. Zira o, Barbaros’un seferlerine iştirak edip, bunları biri mensur, diğeri manzum iki kitapta, yani mensur ve manzum Gazavât'ta anlattığını yazmaktadır.

Bundan başka, manzum Gazavat ile, Târih-i Feth-i Şikloş'da, “Bu bâb... beyân ider”. ibaresinde olduğu gibi bütün söz başlıkları aynı özellikleri taşımaktadır. Bu durumda, Sinan Çavuş’un ismini, Osmanlı tarihçileri arasından silmek gerekecektir.

2 — Gazavât’in Tercümeleri

Tercümelerin başlı başına ele alınması gerekir. Sözünü edeceğimiz tercümelerin en eskisi İspanyolca yazma bir nüsha olup, Palermo’daki “Biblioteca Comunale”de bulunmaktadır. İspanyolca ismi şöyledir; La vida Historia de Hayreddin Ilamado Barbaroxa, traduzida de Lengua Turquesca en espanol castellano “(= Barboros namlı Hayreddin'in hayatı ve tarihi; Türk dilinden İspanyolcaya tercüme edilmiştir.) İspanyolca tercüme E. Pelaez tarafından İtalyancaya çevrilip, 1880 ile 1887 tarihleri arasında “Archivio Storico Siciliano” adlı dergide neşredildikten sonra, 1887 senesinde Palermo’da bir kitap haline getirilerek “La vita e la storia di Ariadeno Barbarossa” adıyla yayınlanmıştır.

Bu yazmanın baş tarafında mütercim Luis Alçamora'nın, efendisi Filip II’ye hitaben yazdığı, 1578 tarihli ithaf yazısı bulunmaktadır. ithal yazısında Alçamora, bu kitabın, Filip II tarafından kendisine verildiğini ve bunun bir yeniçerinin yeğeni olarak “Atina” de doğmuş bir Türk kölenin yardımıyla tercümesi istenen kitaplardan biri olduğunu söylemektedir. Ancak, Türk’ün İspanyolcası çok kötü idi. Alçomora, meşhur korsanın seferleri hakkında bilgi edinmeyi çok arzu eden kralın bu arzusunu yerine getirmek için, Türk kölenin yardımıyla eserin tercümesini tamamladı. Sadece ilk üç sayfanın karışık bir şekilde yazılmış bulunması ve içinde Türk’ün anlayamadığı bazı Arapça kelimelerin mevcudiyeti dolayısıyla giriş kısmı tercüme edilememiştir” [34].

Pelaez, İtalyanca tercümeye yazdığı girişte, Hammer’in Türkçe metin hakkında yazdıklarından habersiz görünmektedir.

Kronolojik olarak, ikinci tercüme Arapçadır. 1788-1790 senelerinde Cezayir’deki bir ikameti sırasında, Fransız müsteşrik Venture de Paradis, Barbaros kardeşlerin seferlerini anlatan arapça bir yazma eser bulup Fransızcaya tercüme etmiştir. Venture de Paradis ’in bu Fransızca tercümesi, 1837 yılında S. Rang ve F. Deniş tarafından iki cilt halinde neşrolununcaya kadar, uzun müddet yazma olarak kalmıştır[35]. Bu iki naşir, her ne kadar Hammer vasıtasıyla Türkçe Gazavât'ın mevcudiyetinden haberdar iseler de, Venture de Paradis tarafından tercüme edilen bu eseri Barbaros’un şahsına çok yakın, fakat meçhul bir yazarın yazdığı XVI. yüzyıla ait orijinal bir Arap kroniği olarak telâkki etmektedirler[36].

A. Berbrugger 1857 de S. Rang ve F. Deniş tarafından neşredilen ve Venture de Paradis tarafından Fransızca tercümeye esas alınan Arapça kroniğin Cezayir Kütüphanesinde 942 nu.da kayıtlı yazma olduğunu ortaya koymuştur.

Berbrugger ayrıca, Arapça tercümenin sonuna eklenen notta, bu tercümenin Türkçe metinden yapıldığına dair bilgi verildiğine işaret etmekte, bu bilgiyle Hammer’in Türkçe Gazavât’a dair yazdıkları arasında ilişki kurmaktadır[37].

Sonraları G. De Slanc, 1883-1895 tarihleri arasında yayınlanan “Paris Millî Kütüphanesindeki Arapça el yazmaları" katalogunda 1878 nu.da kayıtlı “Sîratul-Mucâhidi Hayri'd-Din" adlı bir el yazmasını tanıtırken hiçbir gerekçe göstermeden XVII. yüzyıla ait olduğunu ileri sürmüştür. De Slane, bu nüshanın S. Rang ve F. Deniş tarafından yayınlanan Fransızca tercümede kullanılmış olan nüshadan farklı olduğunu tespit etmiştir[38].

Barbaros Hayreddin Paşa’nın biyografisine dair Tunus’taki Zeytûniye Camii Kütüphanesinde bulunan Arapça yeni bir el yazmasını O. Houdas ve R. Basset 1884 de ortaya çıkarmıştır[39].

Cezayir’in “Bibliotheque - Musee”sinde 942/1622 nu.da kayıtlı Gazavât'ın el yazma Arapça tercümesinin bir kısmı Fransızca tercümesiyle birlikte 1890 tarihinde R. Basset tarafından yayınlanmıştır[40]. Bas set, elindeki yazmadan, bu Arapça tercümenin XVII. yüzyılın ilk yansında Cezayir’de Hanefî mezhebi müftülüğü yapan Seyyid Muhammed İbn ‘Ali el-Quloğlu el-Cezâirl namına, ismi bilinmeyen bir hoca tarafından yapıldığının anlaşıldığını söylemektedir. Ayrıca Basset, S. Rang ve F. Denis’in yayınladıkları Fransızca tercümeyi kritik ederken şöyle demektedir: “Hiçbir bakımdan aslıyla ilgisi olmayan ve Arapça metinle karşılaştırmadan yararlanmak isteyenleri yanıltmaktan başka bir işe yaramayacak böyle bir çeviriye tercüme denilip denilemeyeceğini kestiremiyorum.” Yine bu vesileyle Basset, Cezayir’in “Bibliotheque - Musee”sindeki arapça tercümenin nâtamam diğer bir el yazmasının mevcudiyetini haber vermekte ve bunun Tunus’taki Zeytûniye Camii Kütüphanesindeki mevcut el yazması ile aynı olduğunu ifade etmektedir.

942/1622 nu.da kayıtlı yazma ile, Basset’nin tanıttığı yazma olduğunda şüphe olmayan 774/1623 nu.da kayıtlı başka bir el yazması, 1893’de E. Fagnan tarafından Cezayir’in “Bibliotheque - Musee”sinde mahfuz el yazmalar olarak tanıtılmıştır[41]. Oysa, daha önce Houdas ve Basset tarafından tanıtılmış olan Tunus’un Zeytûniye Camii Kütüphanesinde mevcut el yazmasının, B. Roy’un 1900 tarihli katalogunda 4973 nu.da kayıtlı olduğu bildirilmiştir[42].

E. Blochet, 1925 yılında yayınlanan ''Millî Kütüphaneye yeni gelen Arapça el yazmaları” adlı katalogunda, Barbaros Hayreddin Paşa’nın hayatıyla ilgili 5754 nu.da kayıtlı Arapça bir yazma hakkında bilgi vermiştir. (Bu yazma bir mecmua içindedir)[43].

Gazavât'ın. 942/1622 nu.da kayıtlı Arapça tercümesi, nihayet 1934’de Nûreddîn Abdülkâdir tarafından Cezayir’de tam olarak basılmıştır [44].

Berbrugger dışında, Houdas, Basset, Fagnan, Roy, Blochet ve Nûreddîn Abdülkâdir'den hiç biri Arapça Gazavat ile Hammer’in bahsettiği Türkçe Ğazavât arasında bir ilişki kurmamışlardır.

II - SEYYİD MURÂD VE ESERLERİ

Gazavât'ın özellikle bizi ilgilendiren bölümünü incelemeye başlamadan, yazarının telif çalışmalarından söz etmek uygun olacaktır. Biz bunu, konuyla ilgili olarak şimdiye kadar yazılanların yanında, metinler üzerinde de araştırmalar yapmak suretiyle gerçekleştireceğiz.

Gazavât'ın yazarı, eserlerinin, kendisinden bahsettiği manzum kısımlarında, adının Murâdi olduğunu bildiriyor[45]. El yazmaların başlıklarında ise Seyyid Murâdi[46] veya Seyyid Murâd[47] olarak anılmıştır[48].

Gerçek adının Murâd, mahlasının da Murâdi olduğu aşikardır. Her ne kadar nispet kalıbında bir ismin mahlas olarak kullanılması pek yaygın değilse de, bu konuda bazı istisnalara rastlanmaktadır. Padişah I. Selim’in kullandığı Selîmî, III. Murad’ın kullandığı Murâdi mahlasları bunun örneğidir. El yazmanın başındaki Seyyid lakabı, yazarın şu (beyiti) ile teyit edilmiştir:

(Remel:—>—---------------------- /— ------- /-------- )

Bende-i mümtâz olub faik olam

Seyyidüm dergâhuna lâ’ik olam[49]

Genel olarak “Seyyid” lakabı Hz. Peygamber soyundan gelenler için kullanılır. Belki de Murâd da öyle idi. Bununla beraber öyle görünüyor ki bu lakapla Osmanlı denizcileri çevresinde, gayr-i müslim menşe’li denizciler kasdedilmekteydi[50]. Yukarıda zikrettiğimiz beyitte Seyyid Murâd’ın “Kapudan Paşa”ya müracaat etmesi keyfiyeti, “Seyyid” lakabının bu ikinci anlamını teyid eder görünmektedir.

Seyyid Murâd’ın hayatı hakkındaki bilgilerimiz, kendi eserlerinden elde edebildiklerimizden ibarettir.

XV. asrın son çeyreğinde doğmuş olması mümkündür; çünkü denizcilik sahasında yazmış olduğu 930/1523-1524 tarihli “Bahirnâme” adlı eseri, kendisini bize, otuz yaşlarında olması muhtemel olgun bir yazar, deniz ilimlerinde değerli bir mütehassıs olarak tanıtmaktadır[51]. Öte yandan, 1546 yılında henüz seksenini geçmemiş olarak hayatta bulunmuş olması ihtimali de bu görüşü teyid eder görünmektedir[52].

Denizcilik sahasındaki adı geçen eserinin kabul görmesi üzerine, mahiyetini bilmediğimiz bir görevle Osmanlı donanmasına katılmıştır. Nitekim bu husus, 1538 tarihli “Fetih-nâme-i Hayreddin Paşa” adlı eserin şu mısralarından da anlaşılmaktadır:

(Remel:-» —----------------------- /— _____ /——)

Çün-ki yazdum bundan evvel bir kitâb

Bu ocağa kıldum andan intisâb[53].

Seyyid Murâd’ın 1534 yılında bu büyük Osmanlı amiralinin maiyyetine girmiş olması muhtemeldir. Bilindiği gibi o sene Kanûnî Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Hayreddin Paşa İstanbul’a gelmişti. Böylece bir süre için Paşa’nın gazâ ve seferlerine bilfiil katılmıştı. Nitekim kendisi de bu hususu şu ifadeleriyle dile getirmektedir: “Bu efkende anlarla seferlerde ve gazalarda ber’de ve bahir’de bile olub..”[54]; “Bunca zaman imiş kim sizler... Hayreddin Paşa... ile bile olub ve derya seferlerin anlarımla eyleyüb... ”[55]

Seyyid Murâd’ın böyle bir göreve getirilmiş olması, onun donanma yönetimine katıldığı anlamına gelmez. Denizle ilgili hususların yazarı olarak onun belli başlı görevi, birazdan bahsedeceğimiz eserinde olduğu gibi, Hayreddin Paşa’nın seferlerini yazmaktan ibaret olduğunda şüphe yoktur.

1538 yılında vukubulan Preveze deniz savaşında Hayreddin Paşa’nın maiyyetindeki Burak Reis’in Baştardasında bulundu[56]. Bir sene sonra, 1539’da Nova kalesinin fethedildiği savaşa katıldı[57]. Daha sonra, diğer bazı kimselerle İstanbul’a gönderildi[58].

Muhtemelen 1541’de, Barbaros’un biyografisini tamamlayıp bir nüshasını Vezir'e verdi[59]. Eserin ilgi görmesi üzerine, Macaristan seferine de katılıp, bu seferin tarihini mensur ve manzum olarak yazması için kendisine görev teklif edildi[60]. Kabul edip, Vezîr-i Âzam Rüstem Paşa’nın emrine girdi. Rüstem Paşa da bir takdir işareti olarak Şahincibaşı Mustafa Ağa eliyle kendisine bir at hediye etti[61].

1544 yılında sona eren Macaristan seferinden sonra Seyyid Murâd İstanbul’a dönmüş olmalıdır; hiç değilse Barbaros’un vefat tarihi olan 1546 senesinin Temmuz ayında orada olduğu kesindir. Seyyid Murâd, Hayreddin Paşa’nın vefatı dolayısıyla sekiz kronogram yazmış, yani tarih düşürmüştür. Bunlardan birini zikretmekle yetineceğiz:

(Hezec:—> --------- /-—-------- /-_------ )

Cihandan hazret-i merhûm paşa

Feragat eyleyüb terk etti gitti.

Görüb anı müverrih dedi târih

Vücudun zavrakın engine atdı[62].

(Tarih son mısrada düşürülmüş olup, 953/1546 yılına tekabül etmektedir.)

Bir ay sonra da, Büyük Amiral’in hayatına dair eserin ikinci kısmını tamamlamıştır[63]. Daha sonrası için yazar hakkında hiç bir bilgimiz yoktur.

Seyyid Murad’ın eserlerini aşağıdaki kronolojik sıra ile tasnif etmek mümkündür:

I — BAHİR-NAME: Bahir-nâme adlı bu eserin muhtevasının ne olduğunu iyi bilmemekteyiz. Bu eserden, 945/1538 tarihinde Murâdi tarafından yazılmış “Fetih-nâme-i Hayreddîn. Pâşâ”[64] adlı manzum eserin şimdi zikredeceğimiz şu pasajında söz edilmektedir:

(Remel: —>—«.------------- /—--------- /—-—-—)

Bundan evvel ben-de yazdum bir kitâb

Eyledüm te’llf-ü kıldum faşl-ü bâb

Fazl-ı hâdl eyledüm târih ânâ

Ol kitâb ile gidilür her yânâ

Turk-i bahri anda ta’yîn eyledüm

Hartmun ‘ilmini tebyln eyledüm.

Hem püsüla ‘ilmini kıldum a'yân

‘İlm-i bahri etdüm anda hep beyân

Bahir-nâme demek ile oldı yâd

Lîk Pîrî Kethuzâ’nın oldı ad

Vakıa deryayı ol evvel gezüb

Gezdüği arayi heb bir bir yazub

Korniş ebter bulmayub bir ehl-i dil

Cemc edemeyüb yaturmuş bunca yıl

Bir karın geçmiş aradan yok gümân

Eyledi benden recâ çün ol zemân

Pes anı cem' edüb etdüm bir kitâb

Bilür anı bir nice yüz şeyh-u şâb[65].

Pasajda adı geçen Piri Kethudâ’nın “ Kitâb-ı Bahriye" adıyla tanınan meşhur Akdeniz “Portulan”ının yazarı Piri Reis’den başkası olmadığı meydandadır[66]. Bu durumda, Murâdi’nin eseri olan Bahir-nâme ile Piri Reis’in eseri arasında ne gibi bir münasebet bulunabileceği meselesi ortaya çıkmaktadır[*].

* H. Yurdaydın, Murâdî’nin Kitâb-ı Bahriye'nin yazılmasına olan katkısını daha 1952’de yayınlanmış olan "Kitâb-ı Bahriye'nin Telifi Meselesi” adlı araştırmasında belirtmiş (Bkz: D. T. C. F. Dergisi, X (1952), s. 143-146) ve bunu daha sonra Muradi ve Eserleri adlı araştırmasında (Bkz: Belleten, XXVII, 107, Ankara 1963, 466-453 tekrarlamıştır. Svat Soucek ise 1973 de yayınlanmış olan "A Propos du Livre d'instructions Nautiques de Piri Reis (Bkz: Revue des Etudes Islamiques, XLI, Fascicule 2 (1973), pp. 241-255)” adlı araştırmasında bu konuya yani Kitâb-ı Bahriye'nin telifi meselesine de dokunmakta ve şöyle demektedir:
''.... ce renseignement ne nous informe pas sur le point de savoir si Pîrî Reîs continuait son activité comme cartographe, il ressuscite le problème de l’identification de l’auteur de la seconde version du Kitâb-ı bahriye, car Murâdî prétend qu’il s’agit de lui et non de Pîrî Reîs. Ce n’est pas notre intention de discuter ici ce problème, qui n’est pas essentiel pour une appréciation de l’ouvrage. La question a d’ailleurs été discutée d’une manière convaincante par H. G. YURDAYDIN, art. cité, p. 143-146”. (bkz: p. 242, not. 1).
Diğer taraftan Piri Reis'in Hayatı ve Eserleri adlı kitabı 1974’de yayınlanmış olan Sayın Prof. Dr. Afet İnan, isim zikretmeksizin, “Bazı incelemelere göre Pîrî Reis’in bu nazım ve nesir halindeki ve iki seferde yazılmış olduğu (H. 927 M. 1521 ve H. 932 M. 1526) bilinen Bahriye kitabının “Murâdi” adında birisinin üslubu ile yazıldığı söylenir. Bu şahıs hakkında etraflı bir bilgi bulunmamakla beraber, Gazavât-ı Hayreddin Paşa ve Fetihnâme adlı nazım ve nesir olarak yazmış olduğu kitapların müellifi olarak bilinir. Murâdî’nin ifadesine göre deryayı ilk önce gezenin Pîrî Kethüda olduğunu ve onun gezdiği yerleri bir bir yazmış bulunduğunu kaydettikten sonra bu malzemeyi bir ehl-i dil bulamadığı için Pîrî’nin uzun müddet “Cem” edemediğini yazar ve nihayet kendisine bu malzemenin verilerek yazdırdığını söyler. Bu nazariyeye değinmekle beraber uslub kime ait olursa olsun, bizce yinede asıl kaynak bilgi Pîrî Reis’e ait olması önemlidir”, demekle (bkz: s. 18, not 1) ve burada Sayın Hocam Prof. Dr. H. G. Yurdaydın’ın adının zikredilmemesi bir yana, onun ileri sürdüğü ve Prof. Dr. Barbara Flemming, Prof. Dr. Aldo Gallotta ve Prof. Dr. Svat. Soucek tarafından doğruluğu kabul edilmiş görüşlerine pek ilgi duymadığı anlaşılmaktadır.Öte yandan S.Soucek'in, H. G. Yurdaydın’dan naklen Muradi’nin ” Kitâb-ı Bahriye’nin ikinci versiyonunun yazarı olduğunu 1976'da yayınlanmış olan diğer bir araştırmasında da belirttiği görülmektedir. Bkz. Tunisia in the Kitâb-ı Bahriye by Piri Beis, Lisse 1976, p. 7, not 13. (Çeviren).

Bilindiği üzere elimizde Kitâb-ı Bahriye'nin iki ayrı nüshası mev- cuttur. Daha XVII. yüzyılda Hacı Halife bu hususu gerek Kozmografya'ya dair “Cihan-nüma"sında, gerekse “Keşfu’z-Zunûn” adlı bibliografik eserinde belirtmiştir. “Cihân-nüma"sında şöyle demektedir[67].

٠رى *فعاى .وى اندن اذل انك نخه كوريلرب ٠٠٠ كب بر او لدده كثذيباندخه متعإق .ر بج يوز بيت وجا يجا تذصيللر واردر كه مبر نده ا تلر مط,ىدر *

Keşfu'z-Zunûn'dı iki ifadesi ise şöyledir: “Bu eserin iki nüshası vardır. Bunlardan biri diğerinden biraz daha geniştir. Geni, olanın başlangıcında şiirler mevcut olup, diğerinde yoktur”[68].

Bu iki nüshayla ilgili bu bilgi Kaille tarafından da teyid edilmiştir. Gerçekten bu zat, 1926 yılında kısmen yayınladığı “Kitâb-ı Bahriye”ye bu eserin yayınlanması tamamlanmamıştır-yazmış olduğu girişte şu hususa dikkati çekmektedir:

Kendisi tarafından yayınlanan nüsha çok eski el yazmalarına istinat edip, uygunluk ve bütünlük içindedir. Buna karşılık, manzum bir bölümü bulunan ikinci nüsha daha geniş olup, birkaçı yeni olmak üzere daha fazla harita ihtiva etmekte ve muahhar nüshalara dayanmaktadır. Bundan dolayı birinciye nisbetle daha az uygunluk ve bütünlük içinde görünmektedir. Buna dayanarak. Kahle, bu ikinci nüshanın Piri Reis’in eseri olmayıp, kendisinden sonra yaşamış olan bir başkasına ait olacağı neticesine varmıştır.

Daha sonraları. Haydar,Alpagut ve Fevzi Kurtoğlu, yalnız Kahle tarafından yayınlanan 927/1520-1521 tarihli ilk nüshanın değil, kendileri tarafından 1935’de yayınlanan ikinci muahhar nüshanın da Pirî Reis’in eseri olduğu görüşünü savunmuşlardır[69]. Piri Reis’in 927 hicri yılından sonra “Kitâb-ı Bahriye"yi yeni baştan yazmış olduğu şu hadiseden anlaşılmaktadır: azar kitabinin man-

zum sonuç kısmında, 1524 yılında Kanûnî Sultan Süleyman'ın emriyle Mısır’a gönderilen filonun yolculuk esnasında büyük bir fırtınaya yakalandığını, kendisinin de bu sırada denizcilikle ilgili kitabından yararlanırken Vezir-i Âzam İbrahim Paşa tarafından görüldüğünü kaydetmekte ve adı geçen Vezir-i Âzâm’ın bu kitabın daha düzenli bir hale getirilmek suretiyle yeni baştan yazılarak Padişah’a takdim edilmesiyle ilgili emri üzerine kitabı tamamlayıp, temize çektiğini anlatmaktadır. Bu husus ayrıca, aynı ifadelerin geçtiği kısa mensur girişte de teyid edilmiştir. Sonundaki beyitte düşürülen tarihten de çıkarılacağı üzere eser, 932/1525-1526 senesinde tamamlanmıştır:

(Hezec: —--------------------------- /*--'-------- /*—'----

Tamâm etdük sözi bulub murâdl

Dedük târihi ana feyz-i hâdl.

Kitâb-ı Bahriye'nin iki nüshası arasındaki mevcut farklılıklardan büyük bir kısmını Alpagut ve Kurtoğlu, Pîrî Reis’in sonraki nüshaya, İbrahim Paşa’nın arzusuna uyarak yaptığı ilâve ve değişikliklere atfetmektedirler. Ancak bunların bir kısmı da muhafaza edilemeyen ana nüshanın devamlı olarak uğradığı değişiklikler, müstensih ve haritacıların müdahaleleri, el yazmalarını ellerinde bulunduran bir takım kişiler ve kaptanların bu esere kendi şahsî tecrübelerini ilâve etmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır[70].

Bu iki nâşir, gerek Kahle tarafından neşredilen 927/12 Aralık 1520 tarihli nüsha olsun, gerekse kendilerinin yayınladığı 932/18 Kasım 1525 tarihli nüsha olsun, her ikisinin de Gelibolu’da yazılmış olduğunun “târih dokuz yüz yigirmi yedi yılında iken nefs-i Gelibolı’da tertip üzerine bir yere cem‘ ederken..“târih dokuz yüz otuz iki yılında... Gelibolı’da işbu kitâb hâsıl oldı.” ibareleriyle bizzat yazar tarafından bildirilmiş olmasının kendi görüşlerini destekler mahiyette bulunduğunu söylemektedirler[71].

H. Yurdaydın, bu naşirlerin aksine olarak, 1952 yılında, yukarıda 487. sahifede naklettiğimiz "Fetih-nâme-i Hayreddin Paşa"adlı eserdeki mısralara dayanarak Kitâb-ı Bahriye'nin Murâdi’nin eseri olduğu görüşünü savunmuştur. O, şu hususa dikkati çekmektedir ki, Pîrî Reis’den başka deniz sahasında bir kitap yazmış olabilecek Pîrî adlı başka bir şahıs mevcut olmadığı gibi, ayrıca, Pîrî Reis’e şöhret temin etmiş Bahir-nâme adlı herhangi bir eserin mevcudiyeti de bilinmemektedir. Oysa ki, gerçekten de Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye adlı eserle meşhur olmuştur. Bu duruma göre, Kitâb-ı Bahriye ile Bahir-nâme’nin aynı eser olduğunu kabul etmek gerekecektir. O, ayrıca, görüşünü teyid etmek için Kitâb-ı Bahriye’nin sonunda, eserin kaleme alınışının sona ermesini göstermek İçin tarih düşürülen ve 910/1504,'e tekabül eden ‘،ينس هادى” ibaresini ele alıp, “اكا” sözü dahil olmaksızın, bu ibarenin “ففل هادى” olarak düzeltilmesi gerektiğini ileri sürmektedir[*].

* Alpagut ve Kurtoğlu, düşürülen tarih olarak, eserin mukaddime kısmında kaydedilmiş olan (932/1526 yılına tekabül eden) ،،اكا يغس هادى ” sözlerini kabul etmektedirler. Fakat dikkat edilirse (اكا) kelimesinin tarih düşürülmüş olan kelimeye idhal edilmemesi gerekir. (H. Yurdaydın, Kitâb-ı Bahriye'nin telifi me¬selesi, s. 145). (Mütercim)
Bu takdirde (ففل هادى) ibaresinin Bahir- name'nin telif edilmiş olduğu 930 yılına tekabül ettiği görülecektir.

Yine Yurdaydın’a göre, yazar ihâm yoluyla tarih düşürülen ibaredeki Murâdi sözüyle bizzat kendi ismini kasdetmiş olabilir[72].

Yurdaydın’ın bu görüşü, B. Fleming tarafından olduğu gibi kabul edilmiştir[73].

Buraya kadar naklettiğimiz bilgileri değerlendirdiğimizde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:

  1. — Pîrî Reis’in Akdeniz’de yaptığı seferler sırasında toplamış olduğu malzemenin mevcudiyeti;
  2. — 927/1520-1521 yılında, muhtemelen bizzat Pîrî Reis tarafından Kitâb-ı Bahriye’nin ilk olarak yazılışı;
  3. Bahir-nâme'nin 930/1523-1524 yılında Pîrî Reis’in toplamış olduğu malzemeyle Murâdi tarafından telifi;
  4. — 932/1525-1526 yılında 972 beyitten oluşan giriş kısmıyla, 91 beyitlik sonuç kısmının ilâvesiyle Kitâb-ı Bahriye’nin ikinci ve nihâî olarak yazılması.

Murâdi’nin “Fetih-nâme”de, “Bahir-nâme” nin muhtevasıyla ilgili söyledikleri, Kitâb-ı Bahriye’nin pusula, harita ve ilm-i bahr’e hasredilmiş olan manzum girişinin ilk kısmının muhtevasıyla iyice uyum halinde olduğu görülmektedir. Orada, ilâveten, Portekizlilerin coğrafî keşifleri ve Akdeniz dışında diğer denizler hakkında bilgi verilmektedir. İki eserin muhtevalarındaki bu benzerlik, Kitâb-ı Bahriye'nin bu manzum kısmının Bahir-nâme'den alındığını gösterir mahiyettedir. Bahir-nâme’nin özellikle Pîrî Reis’in topladığı malzeme sayesinde ortaya çıktığı göz önüne alındığı takdirde, bu görüşün gerçeğe daha fazla yaklaştığı görülmektedir. Kısacası, 1524 yılında telif edilen Bahir-nâme'nin, 1526 yılında ikinci kez yazılması tamamlanan Kitâb-ı Bahriye ye dahil edilmiş olduğunu kabul etmek gerekecektir.

Bununla beraber H. Yurdaydın’ın ileri sürdüğü gibi Bahir- nâme'nin ikinci defa yazdan Kitâb-ı Bahriye'nin tamamıyla aynı olduğu rahatlıkla söylenemez. Ancak şu hususu gözden kaçırmamak lâzımdır ki, Murâdi’nin bu eserin telifi için yalnız olarak çalıştığı düşünülebileceği gibi, Pîrî Reis’le yardımlaşmak suretiyle yazmış olabileceği de düşünülebilir.

Murâdi, Bahir-nâme'yi hicrî 930 yılında telif etmiş olduğunu söylemektedir. Bu tarih milâdî olarak 10 Kasım 1523-30 Eylül 1524 arasına tekabül etmektedir. Bu eserini yazdıktan sonra Osmanlı donanmasına intisap etmiştir. O sene Pîrî Reis, muhtemelen tersane kethudâlığı görevini üstlenmiş bulunmaktaydı. Kitâb-ı Bahriye'nin manzum sonuç kısmında söylenenlerden, Kitâb-ı Bahriye'yi güzelleştirip düzene koyma emrinin Pîrî Reis’e 1524 yılının Eylül ayında donanma Mısır'a doğru yol alırken verildiği anlaşılmaktadır. (Donanma İstanbul’dan 30 Eylül 1524 yılında hareket etmiştir. Bkz: t. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, II, s. 105-106, İstanbul 1948). Yani, aşağı yukarı kesin bir şekilde, Bahir-nâme'nin telifinden birkaç ay sonra. Mümkündür ki, Pîrî Reis, Murâdi’nin Bahir-nâme adlı eserini görüp beğenerek kendisine müracaat etmiş olsun. Bunun üzerine Murâdi, Pîrî Reis’in toplayıp da uzun bir süre istifadeden uzak bir şekilde kenarda bıraktığı malzemeden faydalanarak meydana getirdiği manzum kısmı - yani Bahir-nâme'yi — Kitâb-ı Bahriye'ye ilâve etmiş olabilir. Gerçekten de bu malzeme Kitab-ı Bahriye'nin ilk defa yazılışı sırasında kullanılmış değildi. İçinde deniz ilmini manzum olarak anlattıktan sonra, yine manzum şekilde anlattığı taktirde çok uzun süreceği düşüncesiyle Akdeniz’in tasvirine mensur olarak devam edileceği belirtilen “der beyân-ı sebeb-i nesir”başlıklı bir geçiş bölümünü de ilâve etmiş olabilir. Ayrıca, mensur kısmı da, yine Pîrî Reis’in toplamış olduğu malzemeye dayanarak, daha geniş ve sarih coğrafî bilgilerle, yeni baştan ele almış olabilir. Bu bilgiler ilk nüshadaki genellikle tarihî özellikte olan ve her kısma giriş teşkil eden bilgilerin yerini almaktadır. Birinci nüshaya nisbetle (134), ikinci nüshada (233) fazla olarak bulunan haritaları ilâve etmek suretiyle de harita kısmına katkıda bulunmuş olabilir. Tabiî ki Kahle’nin açıkça fevkalade modern olarak tavsif ettiği haritaları bunlardan hariç tutmak lâzımdır[74].Nihayet esere manzum sonucu da onun koymuş olması düşünülebilir.

Her ne kadar bu sonuç kısmında birinci şahıs olarak konuşan Piri Reis ise de ve kendisinden de Vezîr-i Âzâm İbrahim Paşa’nın emri üzerine eseri telif eden kimse olarak bahsediyorsa da, yine de bu sonucun Muradi'nin kaleminden çıkmış olduğunu ileri sürebilmek için elimizde yeterli kanıt bulunmaktadır: Zira Bahir-name olması muhtemel girişle, sonucun vezni aynı olup, stil bakımından da aralarında bariz bir yakınlık söz konusudur. Ayrıca H. Yurdaydın'ın da işaret ettiği gibi, son mısradaki isimde iham mevcuttur. Ve nihayet eserinin ikinci defa telifi maksadıyla tarih düşürülürken 932 senesini elde etmek İçin gerekli değişikliklerle birlikte “اكا بضهادى= Ana 'feyz-i hâdî”, Bahir-nâme'nin “ فضل ،ادى= Fazl-ı Hadi” şeklinin örnek alındığı görülmektedir. Ancak bu 932 tarihi, Yurdaydın tarafından sunulan düzeltme kabul edilmediği takdirde elde edilebilmektedir. Aslında bu düzeltmeyle elde edilen tarih, ikinci telifteki tarihle çelişki halindedir.

Manzum sonuç kısmının da Murâdi’ye atfedilmesi, bu yazarın Kitâb-ı Bahriye'nin nihâî telifine katılmış olduğu görüşüne daha da kuvvet kazandırmaktadır.

Bahir-nâme'nin Kitâb-ı Bahriye'ye idhali keyfiyeti 1538 yılında, yani Kitâb-ı Bahriye'den 12 yıl sonra yazılmış bulunan “Fetih-nâme"adlı eserden aktarmış olduğumuz kısımda görüldüğü gibi, Murâdi'nin şikâyetinin nedenini iyice açıklamaktadır. Her ne kadar Bahir- nâme'ye esas olacak Pîrî Reis tarafından toplanan malzemeyi değerlendiren Murâdi olmuşsa da, eserin yazarı olarak ün salan Pîrî Reis olmuştur.

Alpağut ve Kurtoğlu’nun Kilâb-ı Bahriye ile ilgili beyanları, bu kitabın aslının 927/1520-1521 yılında yazılandan ibaret olmadığı, bunun dışında elde daha bir çok nüshaların mevcudiyeti gerçeğiyle çelişki halindedir. Onların böyle bir ifade kullanmaları Sultan’a takdim edilmiş bulunan nüshayı hiç dikkate almamış olmalarıyla da izah edilebilir.

II - FETİH-NÂME-İ HAYREDDİN PAŞA: Hayreddin Paşa’nın 1537’de başlayıp 1538’de Preveze deniz savaşıyla sonuçlanan Polye seferine dair manzum eser. Bu eserden bugün elimizde iki el yazması mevcuttur. Bunlardan biri Kahire’de Dâru’l-Kutub 107/ 8903 numarada kayıtlıdır. 945/1538 tarihlidir; bu sebeple bu nüshanın yazar hattıyla olması mümkündür. Diğeri tarihsiz olup, Topkapı Kütüphanesi Revan Köşkü 1292 nu.da kayıtlı bulunmaktadır. Eserin Murâdi’ye ait olduğunu şu beyit ortaya koymaktadır:

(Remel:—*------------------- —/-^---- —/——)

Ey Muradı sen-de kıl dâyim bu resme nâleler

Gûş cdüb feryadunı bu halk ‘âciz kalalar[75].

Yazma 1600 beyitten teşekkül edip, “remel” veznindedir. (Şema: ->- / —) 49 beyitten oluşan alışılmış hamdü senaya tahsis edilmiş olan bir girişle başlayıp, eserin telif sebepleri ile ilgili 65 beyittik bir sonuç kısmı ile sona ermektedir. Yazar esere, savaştan sonra, geceleyin, Durak Reis’in Baştarda’sında başladığını ve beş gün içinde bitirip bir nüshasını Bâb-ı Âlî’ye gönderdiğini bildirmektedir[76]. Eser, “der beyân-ı ...” başlıkları altında 90 kısma bölünmüştr.

1888 yılında Hilmi ed-Dağıstânî’nin kısaca tanıtmış olduğu Kahire el yazmasının[77]F. Babinger tarafından kapalı bir tarzda manzum Gazavât ile aynı olduğu ileri sürülmüştür[78].

Revan Köşkünde 1292 nu.da kayıtlı el yazması A. S. Levend tarafından aynı eserin bir muhtasarı olarak kabul edilmiştir[79]. Yurdaydın, Fetih-nâme'nin tam olarak manzum Gazavât'ta da mevcut olduğunu göz önüne alarak önce Gazavat'ın mı, yoksa Fetih-nâme'nin

mi yazıldığı ve, Fetih-nâme'nin Gazavât'tan ayrı olarak düşünülüp düşünülmeyeceği ihtimalleri üzerinde durmaktadır. O, Fetih-nâme’de, yazarın daha önceleri bir eser yazmış olmasının - ki bunun manzum Gazavât olması mümkündür — ve Fetih-nâme'nin de ihtisar üzere yeni baştan yazılmış olduğunun beyan edilmesinin birinci görüş lehinde olacağını belirtmektedir. Gerçekte, Seyyid Murâd'ın îmâ etmiş olduğu eser Gazavât olmayıp, daha önce gördüğümüz üzere, aslında bizzat Yurdaydın’ın da yerinde olarak tahmin ettiği gibi, Bahir-nâme'dir[80], ve “İhtisar üzere” tabiri daha önceki bir eserin özeti manasına gelmeyip, olayların kısa olarak anlatılmasını ifade etmektedir. Gerçekten de Fetih-nâme ile manzum Gazavât arasında bir karşılaştırma, giriş kısmı ve 26 beyitlik sonuç kısmı hariç, Fetih- nâme'nin olduğu gibi, Gazavât'tan nakledilmiş olduğunu ve bu yüzden Gazavât'ın. bir özeti olamayacağım ortaya koymaktadır. Bu duruma göre, gerçek olan ikinci görüştür. Yani Fetih-nâme, Gazavât' tan ayrı olarak yazılmış olup, sonraları her ikisindeki olayların irtibatını düzenli olarak sağlayacak tarzda Gazavât'a ilâve edilmiştir. Zira muhtemelen olayların hikâyesi, Fetih-nâme'de 944/1537 yılında son bulmaktaydı. Diğer taraftan elimizdeki bir nüshanın 945/1538 tarihli olması bu hususu teyid etmektedir. Oysa, bize kadar gelen manzum Gazavât’ta olayların hikâyesi, 948/1541 senesinde sona ermektedir. Zaten öyle görünüyor ki bizzat Yurdaydın da el yazmalarının durumundan bahsederken sağlam delillere dayandırdığı halde, birinci görüşü bertaraf edip, ikinci görüşün daha tutarlı olduğunu kabul etme konusunda yukarıda belirttiğimiz husustan haberdar görünmektedir.

III-FETH-İ KAL'A-İ NOVA: 946/1539 yılında Nova kalesinin Türkler tarafından fethedilmesini tasvir eden manzum eser. Bu eser İstanbul’daki Üniversite Kütüphanesinde 2475 nu.da kayıtlı tek el yazmasıyla tanınmaktadır. Eserin kime ait olduğunu şu beyit açıklamaktadır:

(Remel:-*---------------------- /---- ------ /----------- /---- —)

Ey MurâdI kıl du'âlar dahî dâyim de ana

yine ey Pâşâ-yı ‘âdil eyledün ulu ğazâ[81]

1800 beytten oluşup “Remel” veznindedir. Eser, Seyyid Murâd’ın diğer arkadaşlarıyla birlikte Paşa tarafından davet edilmiş olduğu İstanbul’da yazılmıştır:

(Remel:—-------------------------- /--- —-—/——)

Biz-de İstanbul'a gidüb ol zemân

'Avn-i Rabbani ile ol-dem hemân,

Bu kitabı yazdum itmam eyledüm

Macerayı anda i‘lâm eyledüm[82]

Eser alışılmış hamd-ü senâ’dan sonra başlıklı 101 bölüme ayrılmıştır.

Bu eser hakkında ilk bilgi veren L. Forrcr olmuştur[83]. A. S. Levend, yanlış olarak bu eserin biraz evvel zikrettiğimiz "Fetihname" ile aynı olduğunu söylemekte ve onu manzum Gazavât'ın bir muhtasarı olarak telakki etmektedir[84]. H. Yurdaydın, bu eserin manzum Gazavât'a idhal edilmiş olduğunu kaydederken, Fetih-nâme'de olduğu gibi kendisine aynı soruyu sorup, meseleyi burada zor bir çözüm yolu aramaksızın, yani eserin önce müstakil olarak yazılıp daha sonra Gazavât'a idhal edildiğini tamamıyla aydınlığa çıkarmadan halletmiştir[85].

IV — Böylece mensûr Gazavât'a gelmiş bulunmaktayız. Bu eserden elimizde, varak sayısı 134 de 326 arasında değişen bir çok el yazmaları mevcuttur.

H. Yurdaydın, daha önce de dediğimiz gibi, eserin Seyyid Murâd tarafından yazılmış olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Bu hususla ilgili son bir delil de şudur ki, Murâdi’nin olduğunda hiç bir şüphe bulunmayan manzum Gazavât, mensur Gazavât'ın şiir olarak naklinden başka birşey değildir (Bkz: s. 498.)

Eser, uzun bir girişle başlamaktadır. Alışılmış hamd-ü senâ’ya tahsis edilmiş kısımdan sonra, yazar, makalemizin sonunda tercümesini verdiğimiz birkaç sayfa içinde kitabın telif sebebini açıklamaktadır.

Burada, diğer konuların dışında, Kanûni Sultan Süleyman’ın kendi hükümdarlığı sırasında vukubulan olayların tarihine ve

özellikle Barbaros’un gazalarına geniş bir şekilde yer verilmesi hususunda belirttiği istekler söz konusu edilmektedir. Ğazavât'ın resmî tarihe katılmış olacağı hususundaki bu iddianın doğruluğundan şüphe etmek için ortada hiç bir sebep bulunmamaktadır. Bu durum yazarın Arapça ve Farsça kelimeler yerine bilhassa seçtiğini belirttiği Türkçe kelimeler kullanması sebebiyle daha kolay anlaşılır hale gelen üslûbu ile pek çelişkili görünmemektedir. Gerçekten, Osmanlı Sultanları gayri münevver olanların da Osmanlı tarihinden haberdar olmaları arzusunda idiler. Nitekim bu husus, Kanûnî’nin selefi olan I. Selim’in Kemal Paşazâde’ye kendi devrinin tarihini (yani Tevârih-i ‘Âl-i Osman) yazması hususunda, verdiği emirlerden de açıkça anlaşılmaktadır[86]. Sonra, yazarın girişte kitabından bahsederken kullanmış olduğu “okuyub ve dinleyüb” “okunan ve işitilen” tarzında ifadeler Gazavat’ın halk arasında alenî olarak okunmakta olduğuna da delâlet etmektedir. Konumuzla ilgili olarak şurasını belirtmek gerekir ki, meselâ 1663 nu.da kayıtlı Escurial, 2459 nu.da kayıtlı İstanbul ve Or. quart. 1751 nu.da kayıtlı Berlin nüshaları her biri bir defa okunacak şekilde ''meclis”lere bölünmüş bulunmaktadır.

Ayrıca, yazarın girişte, her zaman sadece sıhhatinde şüphe olmayan doğru bilgilere istinad edip, olayları doğru bir şekilde nakletmek niyetinde olduğunu ifade etmesi şâyân-ı dikkattir. Onun, maiyyetine girmezden evvelki devir için belli başlı kaynağı, bizzat Hayreddin Paşa'nın kendisi olmuş olup, daha sonrası için direkt olarak kendi müşahadelerine istinat edebilmiştir.

Eser, Barbaros’un hayat hikayesinin doğumundan başlayıp, Nova kalesinin 1539’da fethinden sonra, İstanbul’a dönüşüne kadar olan kısmını konu almaktadır; bunu Macaristan seferinin başlayışına ve V. Kari tarafından 1541’de Cezayir’e yapılan hücuma tahsis edilmiş birkaç sahife takip etmektedir. Hayreddin Paşa 1539’dan 1542’ye kadar hareketsiz olarak İstanbul’da kaldığı için, 1539’dan itibaren Ğazavât’ta kendisinden bahsedilmediği, kendisiyle ilgili bilgiler verilmediği meydandadır. Muhtemelen yazar da Macaristan seferine hareket ettiği içindir ki, eser, 1541 yılında vukubulan olayların hikâye edilmesiyle son bulmaktadır.

Bütün el yazmaları, Haşan Bey tarafından V. Karl’a karşı elde edilen zaferin Bâb-ı Âli’ye bildirilmesini ve Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Haşan Bey’e gönderilmiş olan hediyelerin sayılmasını anlatarak sona ermektedir. Yalnız 2459 nu.da kayıtlı 1664 tarihli İstanbul nüshası, son kısmında, forsa’ların Kanunî tarafından gönderilen hediyelerle Cezayir’e varışı, Haşan Bey’in bundan memnuniyetini izhar etmesi ve kendisinin Cezayir Beyler- beyliği’ne getirilişi hakkında kısa bir ilâve ihtiva etmektedir.

V -“ĞAZAVÂT-I HAYREDDİN PAŞA” adlı manzum eserin bir nüshası tanınmakta olup, Revan Köşkü 1291 nu.da kayıtlı bulunmaktadır. Yazar daha önce de zikretmiş olduğumuz şu mısralarla kendisinden bahsetmektedir:

Ey Murâdi sen-de kıl dâyim bu resme nâleler (varak 245a)

Ey Murâdi kıl du'âlar dahî dâyim de ana (varak 342b)

Eserin elde mevcut kısmı, takriben 10.000 beyit ihtiva etmekte olup, remel veznindedir. (Yegâne nüshanın sondan birkaç varak’ı parçalanmıştır.)

Eser hakkında ilk olarak 1911’dc malûmat veren Necîb Âsim, eserde olayların anlatımının 1539 yılına kadar vardığını teyid etmektedir[ 87]. Her ne kadar eserin son kısmından birkaç varak eksik ise de, F. Babinger, Barbaros’un vefatına (1546) kadar geçen hadiselerin anlatılmadığını mülâhaza etmektedir; çünkü el yazmasındaki bir kayıt, bunun 1543 yılında vefat eden “Şehzâde Mehmed”e ait olabileceğine delalet etmektedir[88]. H. Yurdaydın[89] ise, bu nüshanın 1541 yılına kadar geldiğini saptamaktadır. Gerçekten de 1539 yılına kadar ki hadiseleri anlatan bab’tan sonra (yani Feth-i Kal'a-i Nova’ya. tekabül eden kısmın nihayet bulmasından sonra) bunları, tamamı 180 beyitlik, herbiri 1541 olayları ile ilgili dört bâb takib etmektedir. Bunlardan ilki, Macaristan seferinin başlaması, diğer üçü ise V. Karl’ın Cezayir seferiyle ilgilidir. “Bu bâb Haşan Beg çıkub küffâr-ı hâkisânın askerin basdığın beyan eder” adlı son kısım kopmuş bulunmaktadır.

Manzum Ğazavât, Allah, Peygamber ve Sultan'ın övgülerine tahsis edilmiş on bir beyitlik çok kısa bir giriş ve birbirinden iyice ayrılmış dört kısımdan oluşmaktadır.

III bâb’a bölünmüş ilk kısım, Barbaros’un doğumundan 1537 yılına kadar hayat hikayesini konu almaktadır. “Ek”de naklettiğimiz kısımdan da müşahade edilebileceği veçhile, bu kısım, mensur, Ğazavât'ın kendisine tekabül eden kısmının şiir şeklindeki bir nakli görünümündedir.

İkinci ve üçüncü kısımlar, Fetih-nâme ve Feth-i Kal'a-i Nova adlı eserlere tekabül edip, 1537-1538 ve 1539 senelerinde vukubulan olayları anlatmaktadır. Mensur Gazavat’a nisbetle burada olaylar daha geniş ve teferruatlı bir biçimde anlatılmış bulunmaktadır. Bu teferruat, herhangi bir değişiklik olmaksızın yapılmıştır ve Gazavât'la aynı vezindedir. Sadece giriş mahiyetinde olan kısımlar çıkarılmıştır.

1541 yılında vukubulan olayları anlatan dördüncü kısım da dört bâb’a ayrılmıştır. Burada da mensur Gazavât'ta. geçen olaylar manzum olarak anlatılmaktadır.

Her ne kadar eserin sonu kopmuş ise de, olayların anlatımının mensur Gazavât’ta olduğu gibi, 1541 yılına kadar devam etmesi düşünülebilir. Her halükârda, yalnız Babinger’in ileri sürdüğü mülâhazalardan dolayı değil, aynı zamanda, Hayreddin Paşa’dan daima sağ bir şahıs olarak bahsedilmesinden ötürü, olayların, Hayreddin Paşa’nın ölümüne kadar devam etmediği kesindir.

VI - TARÎH-Î FETH-İ ŞİKLÖŞ VE ÜSTUN-I BELGRÂD: Bu eser Şikloş, Esztergom (Gran) ve Szekesfehervâr (Stuhlweissenburg) şehirlerini fetih maksadıyla yapılan Macaristan seferine tahsis edilmiş bulunmaktadır. Bu eserin üç nüshası tanınmaktadır. Bunlardan birincisi, İstanbul’da Millet Kütüphanesi’nin Hekimoğlu kısmında “Târih-i Feth-i Şikloş" adı altında 700 nu.da kayıtlı bulunmaktadır. İkincisi Viyana’da (Nat. Bibi. H. O. 47) de adsız olarak 1003 nu.da kayıtlıdır. Üçüncüsü ise, Paris’te (Bibi. Nat.) de “Târih-i Şiklöş, Üstürgon ve Ustün-ı Belgrâd" adı altında A. F. 75 nu.da kayıtlı bulunmaktadır. Bu yazmaların hiçbirinde yazarın ismi belirtilmemiştir.

H. Yurdaydın, daha önce de gördüğümüz gibi, Hammer’den bu yana devamlı olarak Sinan Çavuş’a atfedilen eserin Murâdİ tarafından telif edilmiş olduğunu tesbit etmiştir. Başlangıç kısmında, alışılmış hamd-ü senâ ve eserin telif sebebini ihtiva eden genişçe bir giriş mevcuttur. Daha sonra, 1541-1544 yılları arasındaki Macaristan olayları ve özellikle 1543 yılında Şiklöş, Esztergom ve Szekesfehervâr şehirlerinin fethi anlatılmıştır.

VII-ĞAZAVÂT’IN İKİNCİ KISMI: Şimdiye kadar olayları 1541 yılına kadar anlatan Seyyid Murâd’ın mensur Gazavât'ınm bir devamı olduğu bilinmemekteydi[90]. Bu devamla ilgili, elimizde, Paris’te (Bibi. Nat. Suppl. Türe 1186 nu.da kayıtlı) tek bir nüsha bulunmaktadır. Blochet’nin vermiş olduğu kısa bilgilere dayanılarak, bu el yazması önce F. Babinger, daha sonra da H. Yurdaydın tarafından daha önceleri tanınmakta bulunan mensur Gazavât'ın bir nüshası olarak telakki edilmiştir[91].

Eserin Murâdi’ye ait olduğu, kitabı sona erdiren ve içinde Hayreddin Paşa’nın vefatı için tarih düşürülmüş olan bu beyitte bildirilmektedir:

(Recez->------------------------- /------ ----- /----- —/-------------- )

De sen Murâdi hazret-i Pâşâ içün târihini

Bel bir hümâ-dûr eyledi ‘azmi ilâ ‘a’lâ’l-cinân [92]

El yazması 51 varaktan ibaret olup, Recep 953/28 Ağustos 1546 tarihlidir. Başka bir deyişle, Paşa’nın vefatından sadece iki aydan biraz evvel yazılmıştır. Bu nedenle belki de yazar haltıyla yazılmış bir nüshadır. Fetih-nâme ile arasında bir karşılaştırma bizi, iki eserin de aynı yapıya sahip olduğu düşüncesine sevketmektedir.

Eserde giriş bulunmayıp, Kanunî Sultan Süleyman tarafından Hayreddin Paşa’ya donanmasıyla Fransa’ya gitmesi emrine matuf “Bundan evvel” ifadesi ile hemen olayların anlatımına başlanmaktadır. Barbaros Hayreddin Paşa’nın 1543’de Fransa’ya varışından, 4 Temmuz 1546’da ölümüne kadar geçen olaylar anlatılmıştır.

*Bu yazı, Napoli Üniversitesi Türkoloji Profesörü Dr. Aldo GALLOTTA’nın Studi Magrebini Dergisi (III, 1970, pp. 79-160)’nde yayınlanmış olan İtalyanca Le Gazavât di Hayreddin Barbarossa adlı araştırmasının s. 79-102 arasını kaplayan ana bölümünün çevirisidir. Bu yazıyı çevirebilmemiz için Savın Hocam Prof. Dr. H. G. Yurdaydın, Sayın Prof. Dr. Aldo Gallotta’ya yazarak müsaade ricasında bulunmuş, Sayın Prof. Gallotta bu ricaya olumlu cevap vererek şu mektubu göndermiştir:
“Sayın Prof. Dr. Yurdaydın,
10.5.1979 tarihli mektubunuzu aldım. Makalemin Türkçe tercümesi haberi beni çok sevindirdi. Tabii müsaade ederim. Diğer taraftan makalemin üzerine eserlerinizin tesirini nazarı itibara alırsak bu müsaadeye lüzum olmayacaktı. Tercüme neşredildiği zaman bana bir kaç nüshasını gönderirseniz pek minnettar kalacağım. Şimdi Gazavât'ın tenkitli neşrini hazırlamaktayım; zannederim gelecek sene çıkacak’’.
Bu nazik müsaade cevabından ötürü Sayın Prof. Dr. A. Gallotta’ya teşekkür ederiz. Bu vesileyle Sayın Hocam Prof. Dr. H. G. Yurdaydın ile, çeviri metnini benimle birlikte gözden geçirme zahmetine katlanmış olan Sayın Hocam Doç. Dr. Orhan Karmış’a da teşekkür borçlu olduğumu özellikle belirtmek isterim.
(Çeviren)

Dipnotlar

  1. 1 “Gazavât - nâme"ler hakkında bkz, A. S. Levend, Gâzavât - nâme'ler ve Mihaloğlu Ali Bey'in Ğazavât - nâmesi’, Ankara 1956; H. İnalcık, “The Rise of Ottoman Historiography”, Historians of the Middle East, Londra, 1962, s. 152-167; L. Menage”, The Beginnings of Ottoman Historiography”, a. g. e. s. 168-179; A. Bombaci, La Letteratura Turca, Firenze - Milano, 1969, s. 305-313, 347-357.
  2. 2 Bkz. F. Babinger, Die Geschichtsschreiber der Osmanen und ihre Werke, Lipsia 1927, s. 78.
  3. 3 Tuhfetu'l - Kibâr fi Esfâri'l - Bihâr, İstanbul 1171/1741, s. 25-59.
  4. 4 F. İz, Eski Türk Edebiyatında Nesir, İstanbul 1964, s. 550-560, A. Bombaci’nin bu eser hakkındaki tanıtma yazısı için bkz: Orientalistische Literaturzeitung, 63,1968 s. 64-68.
  5. 5 Bkz. s. 8.
  6. 6 R. Sang-F. Denis, Fondation de la Regence d'Alger, Histoire des Barberousse, 2 cilt, Paris 1837; bkz: s. 482.
  7. 7 E. Bradford’un "The Sultan's Admiral. The Life of Barbarossa," Newyork XV + 225 s. adlı yakınlarda çıkan eseri sadece ikinci elden kaynaklara dayanmaktadır.
  8. 8 “Ğazavât-ı Hayreddîn Pâşa’ adlı eser, 15 Aralık 1965'de Napoli’deki “Istituto Universitario Orientale “de savunmuş olduğum “laurea” tezimin konusunu teşkil etmiştir.
  9. 9 Geschichte des Osmanischen Reiches, c. III, s. VIII, Pest 1828.
  10. 10 Bkz: s. 479-480
  11.  A.g.e, c. III, s. VI.
  12. 12 Die arabischen, persischen und türkischen Handschriften der Kaiserlich - Königlichen Hofbibliothek zu Wien, Vienna 1866, s. 226-228.
  13. 13 Fezleke-i Tarih-i 'Osmäni, İstanbul, 1290/1873, s. 130.
  14. 14 Catalogue of the Turkish -Manuscripts in the British Museum, Londra 1888, s. 60-61.
  15. 15 Fihrist el-Kutub et-Türkiyye el-mahfuza bi'l-Kutubhane e1-hidiviye,el-Mısriyya،, Kahire, 1306/1888, s. 169.
  16. 16 A. g. e, S. 212.
  17. 17 "Gazavât-I Hayreddin Pâşâ”, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası, I, s. 233-238, İstanbul 1911,
  18. 18 Osmanlı Müellifleri, c. III, s. 63, İstanbul 1342/1923,
  19. 19 A. g. e., S. 169.
  20. 20 A. g. e., s. 180
  21.  A. g. e., s. 77-79.
  22. 22 Les Manuscrits arabes de l’Escurial, c. III, s. 194-195, Paris 1928,
  23. 23 Catalogue des manuscrits turcs de la Bibliothlque Nationale, C. I. s. 379 ,Paris 1932,
  24. 24 A. g. e., s. 28-29.
  25. 25 A. g. e., C. II. s. 191, Paris 1933,
  26. 26 “Handschriften Osmanischer Historiker in Istanbul”, Der İslam, 1940, XXVI, s. ,73-220.
  27. 27 A.g.e., s. 191-192.
  28. 28 A. g. e., s. 192.
  29. 29 Elenco dei manoscrilli turchi della Biblioteca Vaticana, Cittâ del Vaticano, 1953, s. 327.
  30. 30 A.g.e., s. 74. Ayrıca A. S. Levend, Suppl. turc 514 nu’da kayıtlı Paris yazmasını, manzum Gazavât’ın nüshaları arasına katmaktadır.
  31.  “Murâdi ve Eserleri”, Belleten, Türk Tarih Kurumu, XXVII, 107, s. 453-466, Ankara 1963,
  32. 32 “Kitâb-ı Bahriye’nin telifi meselesi”, Dil ve Tarih - Coğrafya Dergisi, X, s. 143-146. Ankara 1952, Bu husus için bkz: s. 487 v.d.
  33. 33 B. Flemming, Verzeichnis der orientalischen Handschriften in Deutschland, Band XIII, 1. Türkische Handschriften, Teil, I, s. 117-118, n. 143, Wiesbaden 1968,
  34. 34 Zikreden: E. Pelaez “Arch. Stor. Sic., V, s. 384-386, 1880, zira ben, “Biblioteca Comunale” de mahfuz yazmanın fotokopisini dahi görme imkânını bulamadım.
  35. 35 Bkz: Dip not 6.
  36. 36 A.g.e., c. II, s. 106, not. 2.
  37. 37 A. Berbrugger, Les époques militaires de la Grande Labylie, s. 309-310. Algeri 1857,
  38. 38 Catalogue des manuscrits arabes de la Bibliothèque Nationale, Paris 1883-1895, s. 338.
  39. 39 O. Houdas - R. Basset, Mission scientifique en Tunisie, II: Bibliographie, les manuscrits arabes de Tunisie et de Kairouan, s. 68, Algeri 1884.
  40. 40 “Documents musulmans sur le siégé d'Alger par Charles - (1541)" Bulletin trimestriel de geographie et d'archeologie d'Oran, X, s. 171-214. Orano 1890,
  41.  Catalogue général des manuscrits des bibliothèques publiques de France, Departements, tome XVIII, s. 451, Paris ,893,
  42. 42 Extrait du Catalogue des manuscrits et des imprimés de la Bibliothèque de la Grande Mosquée de Tunis. Histoire, s. 53. Tunus 1900,
  43. 43 E. Blochet, Bibliothèque Nationale. Catalogue des manuscrits arabes des nouvcelles acquisitions (1884-1924), s. 107, Paris 1925.
  44. 44 Kitâb Gazavat ‘Aruc wa Hayr ad-Dîn, Algeri 1353/1934.
  45. 45 Bkz: s. 494, 495, 498.
  46. 46 İstanbul üniversitesi Kütüphanesi, Nu: T 94 de kayıtlı nüsha, varak ıb; Berlin, Or. quart. 1751 nu.lı nüsha, varak ab.
  47. 47 Supp. turc, no. 514 de la Bibliothèque Nationale; İstanbul üniversitesi Kütüphanesi, T 3639, T 3490 nu.lı nüshalar, varak ıb.
  48. 48 Bu makalede, İslam Ansiklopedisinde kullanılan transkripsiyon alfabesi benimsenmiştir. (Çeviren).
  49. 49 Feth-i Kal’a-i Nova, İstanbul Üniv. Ktb. T 2475 nu.lı nüsha, varak 74a; Ğazavât-ı Hayreddin Pâşâ, Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Revan nüshası, nu. 1291, varak 366b.
  50. Bkz: F. Babinger, “Seyyid Nûh and his sailing handbook”, Imago Mundi, XII, s. 180-182, Leida 1955, [= Aufsatze und Abhandlungen zur Geschichte Südosteuropas und der Levante (J. H. Kissling ve A. Schmaus’un itinalarıyla), II, s. 92-94 Monaco 1966,].
  51.  Bahir - nâme ile ilgili olarak bkz: s. 487 v. d.
  52. 52 1546 de,Seyyid Murad, Gazavât’ın ikinci bölümünü yazmaktaydı. Ayrıca bkz: s.500.
  53. 53 Fetih - name-i Hayreddîn Paşa , Topkapı Kütüphanesi, Revan nüshası, nu: 1292, varak 64a.
  54. 54 Bkz: Ğazavât-ı Hayreddin Pâşâ, ıb-3a.
  55. 55 Tarih-i Feth-i Şikloş, Millet Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Pa a nüshası, nu: 700, varak 6a.
  56. 56 Fetih-name, A. g. yazma, varak 65a.
  57. 57 Feth-i Kal’a-i Nova, a. g. yazma, varak 73a, b.
  58. 58 A. g. e., varak 74a.
  59. 59 Bkz: Târih-i Feth-i Şiklöş, a. g. yazma, varak 6a-10a.
  60. 60 Aynı yer.
  61.  Aynı yer.
  62. 62 Bkz. Ğazavât, İkinci kısım, (bkz. s. 500), Paris’in “Bibliothèque Nationale” indeki Suppl, turc. nu. 1186’da kayıtlı nüsha, varak 51a.
  63. 63 Bkz. s. 500.
  64. 64 Bkz. s. 494, 495.
  65. 65 Fetih-nâme, a. g. yazma, varak 63b-64a.
  66. 66 Bildiğim kadarıyla “Kethüda” ünvanı başkâ hiç bir yerde Pirî Reis’e atfedilmiş değildir. F. Ezgü’nün “İslam Ansiklopedisi, c. IX. İstanbul 1964,s. 561-565” Pîrî Reis’le ilgili makalesinde bu hususla ilgili olarak hiçbir şey söylenmemiştir. Buradan, Pîrî Reis’in 1524’de “tershâne kethudâlığı” görevini üstlendiği neticesine varabiliriz. Bu görevle ilgili olarak bkz. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı devletinin merkez ve bahriye teşkilati, Ankara 1948, s. 427-428.
  67. 67 Cihan - nümâ, İstanbul 1145/1732, s. II.
  68. 68 Keşfu'z -Zunun ’an Esami'l-Kutub ve'1-Funun, G. Flügel baskısı, II, S. 22,n.1689: Lipsia 1837, 1 وهى سخدان احداها ٠١د-ط قليلا من الأخرى وفى اولها نغلم والأخرى ليت كذلك
  69. 69 Piri Reis, Kitab-ı Bateriye, İstanbul 1935.
  70. 70 A. g. e., s. IX-XI.
  71.  A. g. e., s. XLI.
  72. 72 “Kitâb-ı Bahriye’nin telifi Meselesi”. Bu eserle ilgili olarak, bkz: s. 479-480.
  73. 73 A. g. e., s. 238-239 n. 300.
  74. 74 P. Kahle,Piri Reis Bahrije. Das Türkische Segelhandbuch Jur das Mittelländische Meer vom Jahre 1521, Band IT. s. XIX, Übersetzung, Berlin ve Lipsia, 1926,
  75. 75 A. g. el yazması varak 31a. Preveze halkı, şairin ağzıyla, 1538 yılında Hıristiyan donanmasının varmasıyla ortaya çıkan zararlardan ötürü dert yanmaktadır.
  76. 76 A. g. el yazması, varak 65a.
  77. 77 Bkz. s. 477.
  78. 78 F. Babinger, A. g. e., s. 79.
  79. 79 A. S. Levend, A. g. e., s. 73.
  80. 80 Bkz. s. 490-49,.
  81.  Feth-i Kal'a-i Nova, a. g. el yazması, varak 49b;Gazavatı Hayreddin Pâşâ, a. g. el yazması, varak 342b.
  82. 82 A. g. el yazmaları, arak 74a ve 366a.
  83. 83 Bkz. s. 479.
  84. 84 A.g.e., s. 72.
  85. 85 A.g makale., s. 464.
  86. 86 Bkz. A. Bombaci, a. g. e., s. 358, Firenze - Milano 1969.
  87. 87 Bk. s. 477.
  88. 88 Bk. s. 123.
  89. 89 A. g. makale, s. 462-463.
  90. 90 Bununla beraber, 1663 nu.da kayıtlı Madrid Escurial nüshasında Arapça ve İspanyolca ilaveler yapmış olan meçhul kimselerin Gazavât'ın ikinci kısmının mevcudiyetinden haberdar oldukları görülmektedir.
  91.  F. Babinger, a.g.e., s. 78; H.Yurdaydın, a. g. makale, s. 465.
  92. 92 Varak 51a.