Mustafa Kemal Paşa, Sultan’ın iradesiyle mıntıkada dahilî asayişi iade etmek için, gerçekte Türkiye’yi yabancı işgalinden kurtarmak amaciyle, şaşılacak derecede geniş yetkiye (vâsi salâhiyete) sahip olarak[1] Samsun’a hareket ettiğinde, bunun ancak tek bir kararla mümkün olacağını anlamıştı: “Hâkimiyet-i milliyeye müstenit, bilâ kaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek”[2]. Bu maksatla Hükümete ve Padişah’a karşı ayaklanması gerekiyordu. Fakat milletin büyük bir kısmı ona hâlâ canla başla bağlı olduğundan, gerçek hislerini saklamak zorunda kaldığını anladı. Bu nedenle Sultana sadakatini tekrarlayarak teyit etti ve Damat Ferit Paşa Kabinesiyle ilişkiler kesildikten sonra da bu durumunu devam ettirdi: “Namı namii Hazreti Padişahiye olarak kavanin-i mevzua dairesinde umur ve muamelât-ı devlet kemakân tedvir ve temşiyete devam olunacaktır”[3].
Yalnız en yakın arkadaşlarına, zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti[4]. İstanbul’da da “Cumhuriyet yapacaklar, Cumhuriyet!”[5] diye bağıran Ali Rıza Paşa gibi bazı keskin görüşlü devlet adamları bunu anlamışlardı. Fakat Mustafa Kemal onlara yalnız inkılâpçı değil, aynı zamanda, kademe kademe yürüyerek hedefe vâsıl olmağa çalışmak lâzım geldiğini bilen büyük bir diplomat olduğunu göstermiştir[6].
Cumhuriyete doğru giden yolda ilk adım Büyük Millet Meclisinin açılışı olmuştur. Meclis, “makam-ı muallâyı hilâfet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaneyi yeddi ecanipten tahlis” etmeyi kendisine görev edinmiştir[7]. Mustafa Kemal hesap verme raporunda millî hareket üzerinde durmuştur: “Makam-ı saltanat ayni zamanda makam-ı hilâfet olmak itibarile Padişahımız Cumhuru İslâmın da reisidir.... Bu esasa göre Anadoluda muvakkat kaydile dahi olsa bir hükümet reisi tanımak veya bir Padişah kaymakamı ihdas etmek hiç bir suretle kabili cevaz değildir. Şu halde reissiz bir hükümet vücuda getirmek zarureti içindeyiz. Fakat Meclisi âliniz ... iradei milliyeyi bilfiil mukadderatı vatana vâziülyed ettiği için ... artık onun fevkinde bir kuvvet mevcut değildir”[8]. Yabancı Hükümetlere “Millet Meclisinin bir îcra Heyeti’nin ... memleketin idaresini ... eline aldığını (un Comité executif ... de l’Assemblée Nationale.. a pris…en main le gouvernement du pays')” bildirdi[9]. Bir Milletvekili demecinde, “Mustafa Kemal Paşa ... Reisicumhur olacak diye, Anadoluda hakikaten fena propagandalar vardır ” dedi[10].
Galip Devletlerin İstanbul Hükümetini B. M. M.’nden bir delegasyon ile Sevres anlaşmasında yapılacak değişiklik için Londra’ya davet etmeleri üzerine, 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun ilânı, onların zorıyla atılan ikinci adım oldu. Kanunun 3. üncü maddesinde şu husus belirleniyordu : “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" unvanını taşır”[11]. Bu sayede Mustafa Kemal Hariciye Vekili Bekir Sami’nin Misakı Millî’ye ait istekleri açıklayabilmesini ve Sadrazam Tevfik Paşanın ayni zamanda Sultan Hükümeti adına konuşmak üzere katılmasını sağlamış oldu[12].
Üçüncü adıma yine Devletler zorladılar. Mudanya Mütarekesini yalnız Ankara Hükûmetile imzaladıkları halde, Lozan Barış Konferansına Sultan Hükümetini de davet ettiler. Bu durumda B. M. Μ., İstanbul’daki şeklî hükümeti 16 Mart 1336/1920’den itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylediğine dair anmağa değer kararını verdi[13]. İç ve dış politika sebeplerinden dolayı Mustafa Kemal, halifeliğin sürdürülmesine geçici olarak müsaade etti; fakat bir nevi şeriat üzerine bilgili kişilerin, halifeye haklar verilmesini deneyecekleri önceden bilindiği halde, gerçekten herhangi bir egemenlik yetkisine sahip değildi. Bunun sonucunda beliren kuşkuları Mustafa Kemal 16 Ocak 1923 günlü basın toplantısında pek mühim beyanatıyle giderdi[14]. Konuşmasının bir yerinde şunları söyledi: “Ankara pek alâ merkez olabilir, esasen hadisât da orasını merkez yapmıştır... Cumhuriyet şimdi mevzû-ı bahis değildir”[15].
Ancak Lozan Barış Andlaşmasının imzalanmasından sonra Mustafa Kemal önce güvendiği bir çevrede, Türkiye, Cumhuriyet usulü ile idare olunur bir halk devletidir[16], ondan sonra Muhabir Hans Lazar’ın ricası üzerine yapılan görüşmede; Ankara Türkiye Cumhuriyetinin payitahtıdır, şeklinde açık ifadelerde bulunmuştur[17]. Bu cümlelerin kapsadığı programı Türk millî ordusu İstanbul’a girdikten sonra iki aşamada uyguladı:
1 —13 Ekim 1923: Türkiye Devletinin makam idaresi, Ankara şehridir (27 sayılı karar) ;
2 —29 Ekim 1923: Türkiye Devletinin şekli hükümeti Cumhuriyettir (364 sayılı kanun).
1927 tarihli büyük Nutkunda Cumhuriyetin ilânının nekadar dramatik bir tarzda olduğunu ve B. M. M. görüşmelerinin sonunu ne ustalıkla bir karara bağladığını ayrıntılarıyle anlatıyor. 28 Ekimde arkadaşlarına: Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz[18], demek için milletvekillerinin Fethi Kabinesinin çekilmesinden sonraki kararsızlıklarından yararlandı. Halk Fırkası grupunun toplantısında önce bulunmadığı sırada, birçok milletvekilleri dahilen ve haricen kuvvetli bir hükümete kesin ihtiyaç olduğu üzerinde durdular[19]. İçeriye davet olunduğunda, şimdiye kadar kuvvetli bir hükümet kurulmasının, vekillerin her birinin B. M. M. tarafından seçilmesini gerektiren kanunla engellenmiş olduğuna onları inandırdı[20]. İsmet Paşa ile birlikte hazırladığı kanun lâyiha müsveddesile bu şöyle değişecekti:[21] “B.M.Μ., Cumhurbaşkanını ve o, kabinesini kendisi kuracak olan Başvekili seçer”. Bu teklif kısa bir görüşmeden sonra kabul edildi ve buna göre hemen Muştala Kemal oy birliğiyle Cumhurbaşkanlığına seçildi. Bir söylevle teşekkür ederken şunları söyledi: “... Türkiye Devletinin ... mahiyeti beynelmilel marûf unvanile yadedildi... Milletimiz haiz olduğu evsaf ve liyakatini hükümetinin yeni ismile, cihanı medeniyete daha çok sühuletle izhara muvaffak olacaktır... Milletin teveccühünü daima noktai istinat telâkki ederek hep beraber ileriye gideceğiz”[22].
Burada görüldüğü üzere 1920’den beri mevcut olan idare şekline sadece adım koyma söz konusu olunca, çözümü gereken hilâfet sorunu da bu suretle kolayca anlaşılmış oluyor. Çünki Cumhurbaşkanının yanında ayrıca bir halifenin artık yeri olamazdı. Mustafa Kemal İslâm âleminin beklenen protestosunun ancak kısa süreli olacağını anlamıştı. Hint Müslümanları onun halifeliği kendi üzerine almasını tavsiye ettiklerinde, fikirlerini gülünç bularak reddetti. Çünki tüm İslâm âlemini kendi arzu ve tekliflerini kabul etmeleri için harekete getirebilir miydi?[23] Halifeliğin kaldırılmasına ilişkin gerekçe çok daha uygundu: “Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilâfet makamı mülgadır”[24].
Cumhuriyetin ilânı yeni Türkiye tarihinde hakkıyle bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilir. Çünki o güne kadar Mustafa Kemal çok güçlü kişiliğile düşmanlardan oluşan bir dünyaya karşı savaşarak onun istiklâlini kazanmayı başarırken, her alanda ilerlemeyi öngören büyük devrimini ayni başarıyla uygulamaya koymayı ve üstelik Türkiye Cumhuriyetine Avrupa milletleri topluluğunda önemli bir yeri sağlamayı bilmiştir. Ebüzziyazade Velid 21 Ocak 1923 tarihli Tevhidi Efkârda şunu yazdı: “Başkumandan bugüne kadar bir mücahit idi, bundan sonra bir müceddit olmaya azmetmiştir”[25].