Oylum Höyük, Kilis İli, Oylum Mahallesi (eski Oylum Köyü) sınırları içerisinde yer alan 460 x 370 m boyutlarında bir höyüktür. Bölgenin en önemli höyük yerleşmelerinden biri olan Oylum Höyük, Fırat nehri ile Akdeniz arasındaki bölgenin ortasında yer almaktadır.
Oylum Höyük’de 2007-2009 yılları arasında, höyüğün kuzeybatı yükseltisi üzerinde sürdürülen kazı çalışmalarında, J22 Plankaresi’nde Orta Tunç Çağı’na (OTÇ) ait iki evreli bir yapı açığa çıkartılmıştır (Pl. 1-2). Taş temel üzerine kerpiçle inşa edilen her iki evre yapısı da seramik malzemeye göre OTÇ II’ye tarihlenmektedir. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan erken OTÇ yapısı (Pl. 1), bir yangın tahribatı ile son bulduktan sonra, geç evrede eski yapının temelleri üzerine, daha büyük olarak yeniden inşa edilmiştir (Pl. 2). Geç evre yapısında, oda tabanları altına gömülmüş, yetişkin ve çocuklara ait toplam 22 basit toprak mezar açığa çıkartılmıştır.
OTÇ yapısı, her iki evrede de yapı adak eşyaları ile dikkati çekmektedir. J22 Plankaresi’nde 2007 ve 2008 yıllarındaki çalışmalarda, erken evre OTÇ yapısının ÖBY[1] 38 no’lu sıkıştırılmış toprak tabanı altında bakır bir balta (Çiz. 1, Pl. 1, Res. 1) ve yapının temel duvarına gömülmüş alt kısmı çivi biçiminde son bulan bir bronz adak heykelciği (Çiz. 2, Pl. 1, Res. 2) ele geçmiştir. Geç evre yapısında ise, yapının ÖBY 23 no’lu mekânının sıkıştırılmış toprak tabanı altında iki bronz adak heykelciği (Çiz. 3, Pl. 2, Res. 3) bulunmuştur.
Yapı Adak Eşyaları
Bakır balta (Çiz. 1, Res. 1), 11 cm uzunluğunda, 2,2 - 3,9 cm genişliğinde ve 0,8 cm kalınlığındadır. Sıkıştırılmış toprak taban seviyesinin hemen altında ele geçen balta, kesici uca doğru genişleyen uzun-yassı biçimlidir. Oldukça iyi korunmuştur. Bu alet tipi, Önasya’da balta ya da keski/kalem gibi farklı amaçlarla kullanılmıştır. Oylum örneği, yumuşak bir malzeme olan bakırdan üretilmiş olması ve kesici ucunun küt yapılması nedeniyle, işlevsel amaçlı üretimden çok, rituel amaçlı üretilmiş gibi görünmektedir.
Erken evre yapısının tabanı altında ele geçen figürin ise, sivri başlıklı ve iri geniş kulaklıdır (Çiz. 2, Res. 2). Kaybolan bal mumu yöntemiyle döküm tekniğinde yapılmıştır. Baş, omuz ve kolları üç boyutlu tasvir edilmişken, omuzdan aşağısı, alta doğru daralan yassı bir şerit levha şeklindedir. Adak heykelciği 10,5 cm uzunluğunda, 2,4 cm genişliğinde ve 1,05 cm kalınlığındadır. Sivri başlığının üzerinde bir külah çıkıntısı yer almaktadır. Başlığında tanrılara özgü boynuz görülmemektedir. İri burun alından bir çıkıntı yapmıştır. Sivri başlık, iri kemerli burun ve iri-geniş kulaklar, HititSuriye tasvir sanatından iyi bilinen özellikleri yansıtmaktadır. Göz boşlukları, çürüyen ya da yerinde korunmayan başka bir malzemeden dolguya işaret etmektedir. Kollar dirsekten kırılarak ileriye doğru yere paralel uzatılmıştır. Aşırı korozyon nedeniyle büyük ölçüde zarar görmüş olan figürin, gövdesindeki kırık nedeniyle iki parça halinde ele geçmiştir. Sol kol kısmen kırık ve eksiktir. Aşırı korozyona uğramakla birlikte, sağ elin sıkılmış bir yumruk şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Kaş kemeri çıkıntılıdır. Dudaklar, belirsiz bir çukur şeklindedir.
Geç evre yapısının tabanı altında yan yana ele geçen iki yapı adak figürini (Çiz. 3, Res. 3), tüm vücutlarının üç boyutlu tasvir biçimi ve ayakların altındaki uzun çivi çıkıntıları ile erken evre örneğinden farklıdır. Bu iki örnek, erken yapı evresine ait tanrı heykelciğinden 55 cm daha üst seviyede ele geçmiştir. Biri kadın diğeri erkek biçiminde tasvir edilmiş figürinler, M.Ö. 2. binde geniş bir coğrafyada bilinen tanrı ve tanrıça tasvir biçimlerine uymaktadır. Adak figürinlerinin oda tabanına açılan sığ bir çukur içerisine yerleştirildiği ve üzerinin sıkıştırılmış toprak tabanla kapatıldığı anlaşılmaktadır.
Tanrı heykelciği (Çiz. 3:a, Res. 3) başlığın ucundan ayaklara kadar 15,4 cm uzunluğunda, 2,3 cm genişliğinde ve 1,6 cm kalınlığındadır. Ayakların altında yer alan çivi çıkıntısı ise 11,5 cm uzunluğundadır. Eser, kaybolan balmumu tekniğinde kalıpta döküm yöntemiyle üretilmiştir. Üzerinde dövme ve dikey olarak düzeltme izleri görülmektedir. Tanrı figürini tanrıça heykelciğine göre daha kütlevi olduğundan nispeten iyi korunmuş ve daha az korozyona uğramıştır. Figürün ön kısmı üç boyutlu heykel tekniğinde yapılmışken, arka kısmı başlıktan ayaklara kadar düz olarak gösterilmiştir. Vücudun göğüsten eteğe kadar olan bölümü köşeleri yuvarlatılmış dikdörtgen kesitli ve kalın-yassıdır. Alta doğru daralan çivi çıkıntısı yuvarlak kesitlidir. Ayakta ve dik durur pozisyonda gösterilen figür sivri başlıklı, alından dik çıkan iri burunlu ve büyük kulaklıdır. Başlık, kaş kemerinden içeride, ince-uzun konik biçimdedir. Gözler, dikdörtgene yakın çukurlar şeklinde ifade edilmiştir. Göz boşluklarının düşmüş ya da çürümüş başka bir malzemeden yapılmış olması yüksek bir olasılıktır. Kaş kemeri çıkıntısı oldukça belirgin ifade edilmiştir. Dudakları doğala yakın biçimdedir ve dolgundur. Sivri çarığı ve kısa eteği, klasik “Hitit-Suriye” sanatından bilinen tanrı tasvirini tamamlamaktadır. Sivri çarıklı ayaklar vücuda oranla oldukça büyüktür. Tanrıça figüründe olduğu gibi kollar, dirsekten kırılarak yere paralel ileriye doğru uzatılmıştır. Her iki el sıkılmış birer yumruk biçimindedir. Bacaklar bitişik olup, bacak ayırımları önden ve arkadan birer yivle gösterilmiştir. Benzer heykelciklerde yaygın görülen etek kemeri bu figürde görülmemektedir. Figürün üzerindeki kıyafet kısa bir manto biçiminde görünmekle birlikte, giysinin yaka ve kollarının gösterilmemiş olması nedeniyle kıyafetin bir manto mu yoksa etek mi olduğu anlaşılamamaktadır.
Tanrıça figürini (Çiz. 3:b, Res. 3) ise 14,05 cm uzunluğunda, 3,03 cm genişliğinde ve 1,58 cm kalınlığındadır. Ayakların altında yer alan çivi çıkıntısı ise 9 cm uzunluğundadır. Ayakların altında başlayan yuvarlak kesitli çivi kısmı hafif sola doğru bükülmüştür. Figür sivri başlıklı ve çıplak olarak tasvir edilmiştir. Sivri başlığı belirgin dört boğumludur. Gözler, ortasında iris kısmı küçük bir çukur ile belirtilmiş yuvarlak kabartmalar şeklinde ifade edilmiştir. Alından çıkan iri burunlu ve büyük geniş kulaklıdır. Her iki kulakta birer küpe deliği bulunmakla birlikte, kulaklarda bir küpe izine rastlanmamıştır. Kollar, dirsekten kırılarak öne doğru yere paralel uzatılmıştır. Her iki el de yumruk şeklinde sıkılmıştır. Farklı olarak tanrıçanın sağ elinde dikey olarak yuvarlak bir delik bulunmaktadır. Sol elde de benzer şekilde bir delik oluşturulmak istendiği, ancak olasılıkla döküm sırasında ya da elinde tuttuğu nesnenin ele takılan çıkıntısı ile kapandığı anlaşılmaktadır. Tanrıçanın göğüsleri iki küçük çıkıntı ile belirtilmiştir. Figürün bel kısmında, oval uçları önde birleşen bir kemer bulunmaktadır. Alt gövde şematik olarak yassı bir levha biçimindeyken, ayaklar öne doğru sivri birer çıkıntı ile gösterilmiştir. Bacak ayırımı, tanrı figüründe olduğu gibi önden ve arkadan kısa, dikey birer yivle gösterilmiştir.
Temel adak çivileri, toprağa çakılan bir çivi ile tanrısal koruma sağlayan nesneler olarak yorumlanmaktadır[2] . En erken yapı adak çivileri Mezopotamya’da M.Ö. 3. binde görülmektedir. Alt kısmı çivi biçimli adak heykelcikleri Mezopotamya’da ilk kez Erhanedanlar II/IIIA’da ortaya çıkmış ve M.Ö. 18. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır[3] . Genellikle alt kısımları kitabeli olan bakır ya da bronzdan yapılmış Mezopotamya temel adak çivileri, 10-30 cm arasında değişen uzunluktadırlar. Kral I. Enanatum ve oğlu Entemena zamanında kullanılmaya başlanan, üst kısmı kralların kişisel tanrılarına ait heykelcikler biçiminde olan temel adak çivileri, tabletlerle birlikte temel duvarları içine, kapı geçitleri altına ve tapınakların köşelerine yerleştirilmiştir[4] . Kral Gudea’nın selefi Urbaba zamanından itibaren ellerinde yazıtlı çivi tutan, diz çökmüş tanrı heykelcikleri temel adak eşyası olarak kullanılmıştır[5] . Kral Gudea zamanında ise, başı üzerinde harç taşıyan kral figürü biçimli temel adak çivileri ortaya çıkmıştır[6] . Bu tip adak çivileri Elam bölgesine de yayılmıştır[7] . M.Ö. 3. binin sonlarında ise daha ender olarak boğa figürlü temel adak çivileri görülmektedir[8] .
Türkiye’de birçok müzede ve özel koleksiyonlarda görülen çivi biçimli bronz yapı adak heykelcikleri ise M.Ö. 2. bine aittir. Bunlar çoğunlukla satın alma yoluyla elde edildiklerinden buluntu yerleri kesin olarak bilinmemektedir. Bu tip örnekler özel koleksiyonlarda, Adıyaman Müzesi’nde, Gaziantep Müzesi’nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde ve Sivas Müzesi’nde görülmektedir[9] . Adak heykelciklerinin en yaygın formu, sivri külahlı, iri burunlu, iri kulaklı ve gövdesi yuvarlak kesitli bir çivi ya da yassı bir şerit halinde aşağıya doğru uzanan, kolları belirtilmiş, şematik “haç biçimli yapı adak figürinleri”nden oluşmaktadır. Kollar ya yana doğru birer çıkıntı ile ya da bazen Oylum örneklerinde olduğu gibi dirsekten kırılarak yere paralel olarak ileriye doğru uzatılmıştır. Bu örnekler, oldukça orantısız ve şematik yapılmış olup, baş stilizasyonu açısından Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde M.Ö. 3. binin sonlarında ve M.Ö. 2. binin başlarında görülen pişmiş toprak heykelciklere benzemektedir. Türkiye’deki müzelerde ve özel koleksiyonlarda bulunan, M.Ö. 2. bine tarihlendirilen bronz adak heykelcikleri genellikle 5-12 cm arasında değişen yüksekliktedir. Ender olarak bazı örneklerde bir çivi üzerinde birden fazla şematik insan figürü görülmektedir[10]. Gaziantep Müzesi’ne Kahramanmaraş çevresinden satın alma yoluyla kazandırılmış bir adak çivisinin üzerinde, tanrı ailesi olarak yorumlanan beş şematik figür yer almaktadır[11]. Adıyaman Müzesi’ne satın alma yoluyla kazandırılan adak çivilerinden biri üzerinde ise benzer üslupta şematik yapılmış, yan yana ayakta duran dört insan figürü yer almaktadır[12]. Alalah (Tell Açana)’ın 7. tabakasında ele geçen, altı çivi biçimli bir bronz heykelcik, diğer örneklerden farklı olarak, uçan bir kuş (kartal?) üzerinde duran bir tanrı heykelciğinden oluşmaktadır[13]. Bu örnekte de tanrının kolları ileriye doğru uzatılmıştır.
Darga, şematik insan figürlü yapı adak çivilerini Hitit geleneklerinden çok Hurri gelenekleri ile bağlantılı görmüş ve Toroslar’ın güneyini bu tip eserlerin yayılım bölgesi olarak ifade etmiştir[14]. Kazılarda tabakalara bağlı olarak ele geçen çivi biçimli adak heykelcikleri Alalah (Tell Açana)[15], Tilmen Höyük[16] ve Zincirli Höyük'ten[17] bilinmektedir. Alalah, Tilmen, Zincirli ve Oylum örnekleri, Darga’nın bu tip nesnelerin yayılım bölgesi olarak öngördüğü “Toroslar’ın güneyi” belirlemesini güçlendirmektedir.
Yapı adak eşyaları çoğunlukla yapı temellerine gömülürken, Oylum Höyük örneklerinden sadece biri (Çiz. 2, Res. 2) temele yerleştirilmiş, diğer üçü (Çiz. 1, 3, Res. 1, 3) taban altına gömülmüştür. Mari’deki İštar Tapınağı’nın tabanı ve cella’sındaki kil seki altında ele geçen onyedi pişmiş toprak kabın yapı adak eşyası olduğu anlaşılmıştır[18]. Kuzey Suriye’de yer alan Tell Selenkahiye’de OTÇ’na ait bazı yapılarda sıkıştırılmış toprak taban, kapı eşiği ve ocak altına pişmiş toprak heykelcikler yerleştirilmiştir[19]. Farklı eşya türlerinden de oluşsa, Oylum, Mari ve Tell Selenkahiye örnekleri, M.Ö. 2. binin ilk yarısında Orta Fırat Bölgesi ve çevresinde yapı adak eşyalarının taban altına da gömüldüğünü ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, Doğu Akdeniz Bölgesi’nde yer alan Tell Nahariyah’da pişmiş toprak bir kap içinde ele geçen bir gurup şematik metal figürin de üzeri kil sıvalı bir döşeme altında ele geçmiştir[20].
Tell Selenkahiye örnekleri, aynı dönemde bölgede pişmiş toprak heykelciklerin de yapı adak eşyası olarak kullanıldığını göstermesi açısından önemlidir[21]. Bunlar dua eder pozisyonda uzun gövdeli kadın ve at/eşek benzeri bir hayvana binmiş sivri külahlı erkek figüründen oluşmaktadır[22]. Tell Selenkahiye figürinlerinin altında, bronz örneklerdeki gibi çivi çıkıntısı görülmemektedir. Bir kadın figürini ile konik başlıklı bir erkek figürininde kollar, Oylum örneklerinde olduğu gibi dirsekten kırılarak yere paralel olarak ileriye uzatılmıştır[23]. Tell Selenkahiye pişmiş toprak örnekleri van Loon tarafından “koruyucu ev tanrıları” olarak yorumlanmıştır[24]. Aynı döneme ait Kültepe/Kaneš’te ele geçen mek-tuplardan, M.Ö. 2. bin geleneğinde her evin kendi tanrısı olduğu anlaşılmaktadır[25]. Eski Babil metinleri de, Mezopotamya inancında her ailenin koruyucu kişisel tanrıları olduğunu ortaya koymaktadır[26]. Hitit ve Hatti panteonlarında yapıların kapılarını koruyan tanrılar olduğu bilinmekte ve Boğazköy şehir kapılarındaki tanrı, aslan ve sfenks tasvirleri, kapıları koruyan tanrısal güçlerle ilişkilendirilmektedir[27]. Özellikle kapılar, kötülüklerin ve hastalıkların binaya ya da şehre girmemesi için tanrısal güçler tarafından korunmalıdır. Bu nedenle Hitit belgeleri, önemli yapıların temelleri içine değerli madenler ve yiyecek-içecek dolu kapların tanrılar için adak olarak bırakıldığından söz etmektedir[28]. Maşat Höyük'deki Hitit mabedinin kutsal mekanlarından birinin temel duvarı altında ele geçen gümüş kaplı bir tunç çivi, Özgüç tarafından "temel adak çivisi" olarak değerlendirilmiştir[29]. Tarsus-Gözlükule’de Hitit katı yerleşmesindeki tapınak yapısının temelleri altında da çok sayıda tunçtan yapı adak eşyası ele geçmiştir[30]. Hitit yazılı kaynaklarında yapı adak eşyalarından sık söz edilmesine karşın, Hitit yerleşmelerinde az sayıda örnek ele geçmesi, kazılarda taş temel duvarlarının kaldırılmaması ile bağlantılı görülmüştür[31].
Hitit belgelerinde, yıkılmış bir yapıyı yeniden inşa ederken ya da başka yere yeni bir yapı yaparken temele 1 mina değerinde bakır bir levhanın yerleştirildiği, bir demir çekiç yardımıyla bakır levhanın dört köşesinden dört bronz çivi ile sabitlendiği anlatılmaktadır[32]. Hititler’de yeni bir ev yapıldığında da özellikle ocak ve taşıyıcı orta direk etrafında, kapı ve kapı geçitlerinde dini ritueller yapılmaktaydı [33]. Yapı rituel metinlerinin çoğu Hatti kökenlidir[34]. Hitit yapı kült geleneklerinde Hitit öncesi yerli Anadolu ve Hurri etkilerinin hâkim olduğu kabul edilmektedir[35].
Karşılaştırma ve Değerlendirme
Erken evre OTÇ yapısının ÖBY 38 no’lu mekânının tabanı altında ele geçen bakır balta tipi (Çiz. 1, Pl. 1, Res. 1), M.Ö. 2. binde Orta Anadolu’da Alişar[36], Alaca Höyük[37] ve Boğazköy’den[38] bilinmektedir. Baltadan çok keski olarak değerlendirilen ve daha ince olan Boğazköy örnekleri M.Ö. 2. binin ilk yarısına tarihlendirilmiştir[39]. Bu formda bakır ya da bronz baltalar Suriye bölgesinde M.Ö. 3. binden itibaren görülmektedir[40]. Hassek Höyük'de M.Ö. 3. binin ilk yarısına tarihlenen bir taş sanduka mezar içerisinde bu tipte iki balta ele geçmiştir[41]. Doğu Akdeniz'de M.Ö. 2. bine tarihlenen bu tip baltalar, Tell Kazel[42] ve Ugarit'den[43] bilinmektedir. Deshayes'in[44] "C III" tipi olarak belirlediği bu tür aletler, M.Ö. 4. ve 3. binlerde ise Susa bölgesinde oldukça yaygın bir balta ya da keski/kalem formudur[45].
Erken yapı evresinin taş temel çukuru içinde ele geçen yapı adak heykelciği (Çiz. 2, Pl. 1, Res. 2), geç evrede ele geçen altı çivi çıkıntılı tanrı çiftinden (Çiz. 3, Res. 3) farklı olarak ince şerit gövdeli olarak belirtilmiştir. Bu örneğin en yakın benzeri Alalah (Tell Açana)’da 5. tabakada, şehir kapısı civarında ele geçen 12 cm yüksekliğindeki bronz bir adak heykelciğidir[46]. Alalah’da 5. tabaka M.Ö. 2. binin ikinci çeyreğine tarihlendirilmiştir[47]. Alalah adak heykelciği, boğumlu sivri başlığı, yüz fizyonomisi, yassı şerit biçimli gövdesi, ileriye uzattığı kolları, 12 cm yüksekliği ve oranları ile Oylum örneğinin adeta bir kopyası niteliğindedir. Öyle ki her iki örnek de aynı atölyeden çıkmış gibidir. Tilmen Höyük’de OTÇ tabakasında ele geçen 9 cm yüksekliğindeki kısmen benzer bir örnek, sivri başlığı, geniş birer çıkıntı ile ifade edilmiş kulakları ve burnu ile daha çok idol görünümümdedir[48]. Ancak Tilmen Höyük örneğinde alt gövde, Oylum örneğinde olduğu gibi alta doğru daralan yassı bir şerit şeklindedir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde satın alma yoluyla müzeye kazandırılmış temel adak figürinlerinden biri, dirsekten kırılmış, ileriye uzatılmış kolları ile Oylum örneğine benzerdir[49]. Doğu Akdeniz’de Tell Kazel[50] ile Gezer ve Nahariyah’dan[51] da M.Ö. 2. bine ait yassı şerit gövdeli metal figürinler bilinmektedir. Megiddo’da M.Ö. 1700-1650’ye tarihlendirilen bir tabakada, aynı oda içinde, bronzdan yapılmış benzer duruş pozisyonunda kısa etekli bir tanrı ile göğüslerini tutan çıplak bir tanrıça heykelciği birlikte ele geçmiştir[52].
Geç evre yapısının tabanı altında ele geçen tanrı çifti (Çiz. 3, Pl. 2, Res. 3), M.Ö. 2. bin Anadolu ve Suriye sanatından bilinen tasvir özellikleri göstermektedir. Tanrı tasviri, sivri konik başlığı, kemerli iri burnu ve büyük kulakları ile Hitit-Suriye sanatından bildiğimiz tasvir biçimini yansıtır. Tanrı ve tanrıça heykelciklerinde her ne kadar önemli farklılıklar görülse de, oranlar, tasvir biçimi ve üslup tarzı göz önünde bulundurulduğunda, her iki örneğin aynı atölyeden çıkma olasılığının yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar gözlerde bir farklılık görülse de, burun, kulaklar, ağız ve eller, oran ve üslup açısından bütünüyle benzerdir. Doğala yakın dolgun dudaklar, Orta Anadolu Hitit tasvirlerinde görülen yüze hafif gülümseyen bir yüz fizyonomisi kazandıran ince gergin dudak biçiminden farklıdır. Figürler yaklaşık aynı yüksekliktedir. Farklı olarak tanrıça heykelciğinde çivi kısmı biraz daha kısadır.
Tanrı tasvirinde (Çiz. 3:a, Res. 3), kaş kemerinden içerde, ince ve uzun biçimde gösterilen sivri başlığında boğa boynuzu görülmemektedir. Başlığın bu şekli, diğer birçok çağdaş heykelcikten bilinen tarzda, üzerinin altın ya da gümüş gibi başka bir malzeme ile kaplanmak üzere üretilmiş olabileceğini düşündürmektedir[53]. Hanfmann ve Hansen, Harvard Üniversitesi Fogg Sanat Müzesi’ndeki konik başlıklı bronz bir heykelcik üzerindeki dikey yivlerin altın varak benzeri kaplamaların sabitlenmesinde kullanılmış olabilecekleri şeklinde değerlendirmişlerdir[54]. Oylum tanrı ve tanrıça heykelciklerinin bacak ayrımlarında görülen benzer derin ve dikey yivler, Oylum örneklerinin de altın ya da gümüş kaplama yapmak üzere üretilmiş olabileceklerini göstermektedir. Ancak Oylum örneklerinde ne başlıklar üzerinde, ne de diğer kısımlarda farklı malzemeden bir kaplama izine rastlanmamıştır.
Tanrı biçimli adak heykelciğinin (Çiz. 3:a, Res. 3) en yakın benzeri, alıkoyma yoluyla Edirne Müzesi’ne kazandırılmış bir adak heykelciğidir[55]. Edirne Müzesi’ndeki adak heykelciği 11,8 cm yüksekliğindedir. Heykelciğin ayakları altında yer alan çivinin büyük bir kısmının eksik olduğu anlaşılmaktadır. Edirne örneği, konik başlığı, çukur gözleri, dirsekten bükerek öne doğru uzattığı kolları, kısa eteği ve birer yivle ayrılmış birleşik bacakları ile Oylum temel adak heykelciğine oldukça benzerdir. Ancak Edirne örneğinde, sivri başlıktaki yivler bir farklılık oluşturmaktadır.
Gaziantep ve Adana müzelerine satın alma yoluyla kazandırılmış iki bronz tanrı heykelciği de tasvir biçimi ve üslup özellikleriyle tanrı biçimli Oylum adak heykelciği (Çiz. 3:a, Res. 3) ile benzerlik gösterir[56]. Ancak bu heykelciklerde uzun çivi çıkıntısı görülmemektedir. Gaziantep ve Adana figürinlerinde, tanrılar sivri başlıklı ve kısa eteklidir. Oylum örneği ile benzer biçimde eller yumruk şeklinde sıkılmış ve kollar dirsekten kırılarak yere paralel olarak ileriye uzatılmıştır. Adana örneğinde gözler, Oylum tanrı heykelciklerinde olduğu gibi, olasılıkla başka bir malzeme ile doldurulan boşluklarla ifade edilmiştir. Adana örneğinde baş ve yüzde altın kaplama izleri görülürken, boynunda gümüş bir boyunluk bulunmaktadır. Gaziantep örneğinin ise boynunda altından ve gümüşten iki boyunluk görülmektedir. Summers, Gaziantep örneğini, tasvir biçimi ve Orta Anadolu’daki kurşun figürinlere benzer stil özellikleri nedeniyle OTÇ II’ye tarihlemiştir[57]. Ancak her iki örneğin de Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde üretilmiş oldukları kabul edilmiştir[58].
Lübnan’da, M.Ö. 3. binin sonlarına ve M.Ö. 2. binin başlarına tarihlendirilen, ayaklarının altında birer çıkıntı olan, kısa etekli ve sakallı, Fenike üslubunda yapılmış erkek heykelciklerinde de gözler boşluk şeklindedir ve dirsekten kırılan kollar ileri doğru uzatılmıştır[59]. Nahariyah, Megiddo ve Gezer’de benzer pozisyonda, kollarını dirsekten kırarak ileriye uzatmış, bazen ayaklarının altında küçük birer çıkıntı bulunan şematik tanrı ve tanrıça heykelcikleri M.Ö. 2. binin ilk yarısına tarihlenmiştir[60].
Harvard Üniversitesi Fogg Sanat Müzesi’ndeki bir konik başlıklı bronz heykelcik, adım atar pozisyonu ile farklı görünse de, dirsekten kırılarak yere paralel uzanan kolları ve baş stilizasyonu açısından Oylum tanrı heykelciği ile benzerlikler gösterir[61]. Harvard örneğinde figür, ileriye uzattığı sol elinde bir kap tutmakta ve ayakları altında bir yere sabitlendiğini gösteren bir çıkıntı bulunmaktadır. Hanfmann ve Hansen bu örneği daha çok M.Ö. 2. binin ilk yarısına tarihlendirilen heykelciklerle karşılaştırmışlardır[62].
Oylum tanrıça figüründe (Çiz. 3:b, Res. 3) ise yüz fizyonomisi belirgin Kuzey Suriye özellikleri sergilemektedir. İris kısmı çukur, yuvarlak kabartma şeklindeki göz tasviri ve küpe delikli geniş kulaklar, bölgede M.Ö. 3. binin ortalarından itibaren pişmiş toprak figürinlerde yaygın olan tasvir biçimleridir[63]. M.Ö. 2. binin başlarında bölgede görülen pişmiş topraktan çıplak tanrıça heykelciklerinin de arka kısımları düz olup, bacak ayırımları dikey bir yivle gösterilmiştir[64].
Oylum tanrıça figüründe (Çiz. 3:b, Res. 3) ileriye doğru uzatılmış ellerindeki dikey delikler, tanrıçanın elinde çürüyerek korunmayan ya da düşen başka malzemeden birer nesne tutmuş olabileceğini göstermektedir. Tell Selenkahiye’de OTÇ yapısının tabanı altına adak eşyası olarak bırakılan pişmiş toprak süvari heykelciği de benzer biçimde sivri başlıklıdır ve sol elinde bir şey tuttuğunu gösterir bir delik bulunmaktadır[65]. Adana heykelciğinde de yumruk yapılmış sağ eldeki delik, figürün elinde korunmayan bir nesne tutmuş olduğunu düşündürmüştür[66]. Tokat Müzesi’nde satın alma yoluyla envantere dâhil edilen Hitit İmparatorluk Devri bronz tanrı heykelciğinin[67] yukarı kaldırdığı sağ elinin içindeki boşluk, elinde bir nesne tuttuğunu göstermektedir. N. Özgüç, daha geç bir devre ait Dövlek tanrı heykelciğinin yukarıya kalkmış sağ elinde bulunan deliğe, orijinalde bir mızrak yerleştirildiğini düşünmüştür[68]. Mızrak, daha çok tanrıça İštar/Šauška ile bağlantılı bir silahdır. Tanrıça İštar/ Šauška’nın önemli bir kült merkezi olan Alalah (Tell Açana)’da tanrıçanın sembolü šukurru (mızrak) silahıdır[69]. Ancak mızrak, tanrıçanın aşk ve bereket özelliklerinin değil, savaşçı yönünün vurgulandığı tasvirlerde görülür.
M.Ö. 2. bine ait tasvirli sanat eserleri üzerinde, ellerinde birer nesne ya da hayvan tutan tanrıça tasvirleri yaygındır. Schimmel Koleksiyonu’ndaki gümüş geyik ritonu üzerinde, arkalıksız bir taht üzerinde oturan sivri külahlı tanrıça bir elinde bir kap, diğer elinde şahin türü bir kuş [70] tutmaktadır[71]. Aynı koleksiyonda yer alan gümüşten bir tanrıça heykelciği de sağ elinde bir tabak tutmaktadır[72]. Ender olarak konik başlıklı tanrı heykelcikleri de ellerinde birer kapla gösterilebilmektedir[73]. Alalah’ta 3. tabakada ele geçen pişmiş toprak bir plaka üzerindeki tanrıça, uzun konik bir başlıkla ve çıplak olarak, iki elinde birer kuş tutarken tasvir edilmiştir[74]. Sivas yakınlarındaki Kayalıpınar’daki kazılarda açığa çıkan bir kabartmada, arkalıksız bir tahtta oturan sivri başlıklı ve uzun kıyafetli tanrıça da bir elinde kâse, diğer elinde kuş tutmaktadır[75]. Hitit belgelerine göre Tanrıça Anzili’nin elinde gümüş bir kap tuttuğu bilinmektedir[76]. Suriye’de M.Ö. 2. bine ait silindir mühürler üzerinde yer alan ve İštar olarak nitelen çıplak ya da yarı çıplak tanrıça figürü bazen elinde bir kuş tutmaktadır[77]. Green, M.Ö. 2. bin Suriye tasvirlerinde tanrıçanın elinde bir kap ya da silah tutmasını Mısır etkisi olarak yorumlamıştır[78]. Filistin’de ise bu figür daha çok skarabeler üzerinde yaygın görülmektedir[79]. Anadolu’da, geyik üzerinde tasvir edilen “Kırların Koruyucu Tanrısı” da genellikle eli üzerinde tuttuğu bir kuşla gösterilmektedir[80].
Tell Selenkahiye’de ele geçen pişmiş toprak yapı adak heykelciklerinden birinde ise, kadın figürü ileriye uzattığı sol elinde bir kap tutarken, yumruk olarak sıkılmış sağ elinde, başka bir nesne tuttuğunu gösteren dikey bir delik bulunmaktadır[81]. Bu tip pişmiş toprak figürinlerde görülen iris kısmı çukur, kabartma yuvarlak göz biçimi, bronz Oylum örneğinde de görülmektedir. Benzer göz biçimi, Adıyaman Müzesi’ne satın alma yoluyla kazandırılan bir adak çivisinde de görülür[82].
Oylum tanrıça figüründe (Çiz. 3:b, Res. 3) kulaklardaki birer küpe deliği, orijinalde figürün küpeli olabileceğini göstermektedir. Alalah’ta ele geçen bir adak heykelciğinin sağ kulağına, bakır telden halka biçimli bir küpe takılmıştır[83]. Adıyaman örneklerinden birinin kulaklarında görülen küpe delikleri[84], Oylum tanrıça heykelciğinde ve bölgenin pişmiş toprak heykelciklerinde görülen bir özelliktir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki örneklerden birinin kulaklarında da küpe delikleri bulunmaktadır[85]. Bu örnekte göğüs çıkıntıları da belirtilmiştir. Çorum Müzesi’nde bulunan ve Eskiyapar Höyüğü kazılarında ele geçen pişmiş topraktan sivri başlıklı bir Hitit erkek (tanrı?) başındaki kulaklarda da, Kuzey Suriye pişmiş toprak figürinlerinde olduğu gibi birden fazla küpe deliği bulunmaktadır ve gözler de bu figürinlerde olduğu gibi iris kısmı çukur, yuvarlak kabartma biçimlidir[86]. Bu nedenle Eskiyapar erkek başının güney bölgelerden Orta Anadolu’ya gelmiş olması yüksek olasılıktır.
Tanrı figürü sivri çarıklıyken, tanrıçada sivri çarıkların görülmemesi, çıplak tasvir edilmesi ile bağlantılı olmalıdır (Çiz. 3, Res. 3). Nuzi’de tanrıça İštar’a atfedildiği düşünülen A Mabedi’nde ele geçen ve M.Ö. 15. yüzyılın başlarına tarihlendirilen fildişi figürün bir ayağı sivri çarıklıyken, diğer ayağı çıplaktır[87]. Nuzi figürini, üst kısmı giysili ve erkek biçiminde, alt kısmı çıplak kadın biçiminde çift cinsiyetli olarak değerlendirilmiş ve bu ilginç tasvir biçiminden dolayı İštar/Šauška tasviri olarak yorumlanmıştır[88]. Oylum tanrıça figürininde görülen ve karın ortasında birleşen kemer biçimi Nuzi fildişi figürininde de görülür. Bu kemer biçimi, OTÇ’da Kültepe/Kaneš’deki tasvirli sanat eserleri üzerinde de yaygın görülmektedir[89].
Suriye’de M.Ö. 2. binin ilk yarısında tanrı tasvirlerinde kolların dirsekten kırılarak ileriye doğru uzatılması sık görülen bir tasvir biçimiyken, M.Ö. 2. binin ortalarından itibaren, bir kolu havada, silah ya da yıldırım demeti tutan, saldıran tanrı tasviri yaygınlaşmaya başlamıştır. Bir kolunu kaldırmış, saldırır pozisyondaki bronz tanrı heykelcikleri, M.Ö. 16-12. yüzyıllar arasında üretilmiş, Doğu Akdeniz[90], Orta ve Güney Anadolu[91], Batı Anadolu[92], Kıbrıs [93] ve Ege havzasına[94] kadar oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu tip heykelciklerin buluntu yerlerine bakıldığında, daha çok Doğu Akdeniz’de yoğun olarak ele geçtikleri görülmektedir[95]. Bu tür heykelciklerde en yaygın tasvir biçimi, boynuzlu ya da boynuzsuz sivri serpuşlu, kısa etekli, sivri çarıklı ve yukarıya kaldırdığı bir eliyle mızrak fırlatır gibi duran “savaşan tanrı” tipidir. Bu tipte 8,6 cm yüksekliğinde bir örnek, Oylum Höyük’de bir köylü tarafından bulunarak 1993 yılında kazı ekibine teslim edilmişti[96]. Bu pozisyondaki tanrı heykelciklerinin çoğunlukla Hititler ve Hurriler’in Fırtına Tanrısı Tešup’u, Doğu Akdeniz’in El’i, BaalHadad’ı ya da savaş tanrısı Resef’i tasvir ettiği düşünülmektedir[97]. Bu heykelciklerin yükseklikleri 4-21,5 cm arasında değişmektedir. Tapınaklara adak olarak sunuldukları bilinen bu kült heykelciklerinde, genellikle ayaklar altında, bir yere sabitlenerek kullanıldıklarını gösteren küçük çıkıntılar bulunmaktadır. Ancak bu figürinlerin yapı adak heykelciği gibi kullanıldığını gösteren bulgular mevcut değildir.
Çoğu M.Ö. 14-13. yüzyıllara tarihlendirilen sivri külahlı tanrı heykelcikleri, üslup özellikleri açısından Hitit sanatından bilinen tasvir biçimini yansıttığından birçok yayında “Hitit heykelcikleri” olarak adlandırılmaktadır. Seeden’e[98] ve Negbi’ye[99] göre bu tip heykelcikler Doğu Akdeniz ya da Kuzey Suriye’den çok Anadolu’nun yerel sanat ürünleridir. Negbi, bir kolunu yukarıya kaldırmış saldırır pozisyondaki tanrı tasvirlerini “Anadolu pozisyonu” olarak nitelendirmiştir[100]. Diğer taraftan Bisi ise Anadolu’da ele geçen Doğantepe örneğinin, üretim özellikleri açısından Suriye-Filistin etkileri gösterdiğini ileri sürmüştür[101]. Ras Shamra ve Minet el-Beida’da ele geçen ve M.Ö. 14-13. yüzyıllara tarihlendirilen figürinlerdeki başlık ve etek biçimi çoğunlukla Mısır etkileri göstermektedir[102]. Mısır sanatından bilinen oturur pozisyondaki bronz heykelcikler ise bütünüyle Mısır etkisi olarak yorumlanmıştır[103]. Geç Tunç Çağı (GTÇ)’nda Doğu Akdeniz’in güneyinde tanrı ve tanrıça tasvirlerinde Mısır sanatının güçlü etkileri görüldüğü kabul edilmektedir[104].
Hitit sanatı ile ilgili ilk kapsamlı araştırmaları yapan Vieyra, 1950’li yıllarda bu sanatı “Hititler” olarak anılan tek bir halkın sanatı olarak değil, Kuzey Suriye’den Orta Anadolu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyanın sanatı olarak yorumlamıştır[105]. Vieyra’nın bu düşüncesi genel kabul görmüştür[106]. Bittel ise 1970’li yılların ortalarında yayınladığı kitabında, Hitit sanatını Orta Anadolu merkezli olarak, M.Ö. 2. binin başlarında ortaya çıkan ve gelişen bir sanat olarak ele almıştır[107]. Hitit sanatı, hiçbir zaman salt M.Ö. 2. binin başlarında Anadolu’ya dışarıdan gelen yeni bir topluluğun sanatı olarak değerlendirilemez. Akurgal, özgün stil birliği ortaya koyan bu yeni sanat anlayışını daha çok Anadolu’nun yerli halkı olan Hattiler’e bağlamıştır[108]. Hititler Anadolu’ya geldiklerinde yerli Hatti ve Hurri’lerin dini, mitolojisi ve geleneklerini büyük ölçüde benimsemişlerdir. Ancak Hitit sanatı, Hitit dini ve kültürü gibi geniş bir coğrafya ile etkileşim içerisindedir. Bu etkiler, Orta Anadolu’da M.Ö. 18. yüzyıldan itibaren Suriye ve Doğu Akdeniz bölgeleri ile güçlü bağlantılar göstermektedir. Bu sanatın etkileri, M.Ö. 2. binin başlarından itibaren Orta ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde belirgin olarak görülmektedir. M.Ö. 2. binin başlarında Orta Anadolu ile güney bölgeleri arasında yaşanan ticari faaliyetler, merkezi Hitit Devleti’nin ortaya çıkması ile birlikte yoğun askeri, siyasi ve kültürel ilişkilerle devam etmiştir[109].
M.Ö. 2. Binde Suriye Panteonu ve Tanrısal Tasvirler
Oylum Höyük yapı adak heykelcikleri, Suriye ve Anadolu’nun M.Ö. 2. bin panteonu ile bağlantılı tanrısal figürler olmalıdır. Bölgede M.Ö. 2. Bin panteonu bir kısmı yerel birçok tanrı ve tanrıçayı kapsamaktadır. M.Ö. 2. Bin boyunca Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz’deki en önemli tanrı grubunu Dagan, Adad/Hadad, Tesup, El, Baal Resef; en önemli tanrıça grubunu ise Hepat, Šalaš, Asherah, Anat, Qadesh, Astarte ve İštar/Šauska oluşturmaktadır. M.Ö. 3. binin ortalarından itibaren, Orta Fırat Bölgesi’nden batıya, Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bölgede hâkim olan inançlar “Kuzeybatı Semitik Dini” olarak bölgesel bir din olarak değerlendirilmiştir[110]. Kuzeybatı Semitik Dini ile ilgi en erken bulgular, M.Ö. 3. binin ortalarına ait Ebla (Tell Mardikh) belgelerinden elde edilmektedir[111]. Ancak bu din ile ilgili en kapsamlı bilgileri, M.Ö. 13. yüzyıla ait olan Ugarit (Ras Shamra) belgeleri ortaya koymuştur[112]. Ugarit belgelerinde, El, Dagan ve Baal adı sık geçerken, Anat (Astarte), Resef, Yamm, Athirat (Ashertu), Sapan, Kothar, Shapsh ve Yarikh önemli tanrılar arasındadır[113].
Tanrı Dagan, M.Ö. 3. binin ortalarından itibaren M.Ö. 2. binde Orta Fırat Bölgesi ve Kuzey Suriye’deki en önemli tanrılardan biridir. M.Ö. 3. bine ait Ebla belegelerinde ve M.Ö. 2. bine ait Mari (Tell Hariri), Tuttul (Tall Bia), Terqa belgelerinde Dagan adı sık geçer[114]. Dagan’a Šalaš ve Hepat isminde iki tanrıça eşlik eder. Bu iki tanrıça, Dagan’ın oğlu ve Halep şehrinin baş tanrısı Addu’nun eşi olarak da yorumlanmıştır[115]. Bölgede OTÇ belgelerinde, Mezopotamya tanrıçaları Ninhursag ve Ninlil ile birlikte adı sık geçen tanrı Dagan, Mezopotamya tanrısı Enlil, Kenan tanrısı El ve Hurriler’in tanrısı Kumarbi ile bir tutulmuştur[116]. Fırtına Tanrısı özellikleri gösteren Dagan, “tanrıların babası” olarak, tanrıça Šalaš ile birlikte Suriye iç bölgesinde panteonun başında yer almaktadır. Dagan, Kenan Bölgesi’nin tanrısı Baal ile de benzer özellikler göstermektedir. Fleming, Baal’in orijinalde Dagan’ın bir unvanı olduğunu ve daha sonra farklı bir tanrıya dönüştüğünü ileri sürmüştür[117].
Doğu Akdeniz’de ise en önemli tanrılar El, Resef ve Baal’dir. Tanrı El genellikle Kenan panteonunun baş tanrısı olarak kabul edilmektedir[118]. El’in eşi tanrıça Asherah adı, Mezopotamya panteonunun baş tanrısı Anu’nun eşi Ashratum ile bir tutulduğundan, tanrı El, Mezopotamya’nın baş tanrısı Anu ile eşlenmektedir.[119] El’in, Ugarit belgelerinde geçen “bilge tanrı” özelliğiyle diğer tanrıların babası gibi düşünüldüğü anlaşılmaktadır[120]. Baal kültünün Doğu Akdeniz’de daha baskın olması ve M.Ö. 1. binde devam etmesi nedeniyle, Baal’in tanrı El’in yerini aldığı düşüncesi ise birçok araştırmacı tarafından tartışılmıştır[121].
Resef ve Baal arasında da benzerlikler bulunmakla birlikte, bu iki tanrının farklı tanrılar olduğu kabul edilmektedir[122]. Resef, bazen Hurriler’in Fırtına tanrısı Tešub ile bir tutulmaktadır. Doğu Akdeniz’de Resef ve Baal benzer biçimde sıklıkla “saldıran tanrı” pozisyonunda gösterilmiştir. Resef elinde bir silah ve özellikle kalkanla gösterilirken, Baal tasvirinde kalkan olmadığı kabul edilmektedir[123]. Baal, genellikle bir topuz ve kesici-delici bir silahla tasvir edilmiştir[124]. Tanrı Baal, Mısır’da 25. Sülale zamanında tanrı Seth ile özdeşleştirilmiştir[125]. Doğu Akdeniz tasvirli sanat eserlerinde, çoğunlukla at ya da aslan üzerinde gösterilen Baal-Seth’in en belirgin özelliği kanatlı olmasıdır[126]. Resef tasvirlerinde ise kanat görülmez.
Orta Fırat ve Kuzey Suriye’nin önemli tanrılarından olan Adad/Hadda ise, Mezopotamya panteonuna yabancı olan ve Batı Semitik ya da Amurru kökenli bir tanrı olarak kabul edilmektedir[127]. Bu tanrı, Hurrilerin Tešub’u, Kenan Bölgesi’nin Baal’i ve Sümerlerin Enlil’i ile eşlenebilen bir Fırtına Tanrısıdır. Aynı bölgede önemli bir tanrı olan Dagan ile de bağlantılı olan ve bazen Dagan’ın oğlu olarak geçen Adad/Hadda, bazı metinlerde “Halpa’nın Tešub’u” olarak geçer[128]. M.Ö. 2. binde, Orta Fırat Bölgesi’nde Dagan’ın, bu bölgenin batısında, Halep ve çevresinde ise Adad/Hadad’ın önem kazandığı anlaşılmaktadır[129].
M.Ö. 2. binde Anadolu’da ve Suriye’de görülen Fırtına Tanrıları, bütünüyle Mezopotamya panteonundaki İškur ve Adad ile benzerlik göstermektedir. Suriye Fırtına Tanrısı, mühürlerde kısa ya da uzun etekli olarak, genellikle diz çökmüş bir boğa üzerinde ayakta dururken ya da bir dağa basarken, bir elinde silah, diğer elinde yıldırım demeti tutarken tasvir edilmiştir[130]. Hurri dinini benimseyen Hititler’de Hurriler’in Fırtına Tanrısı Tešub, panteonun en önemli tanrılarından biridir. Hititçe metinlerde Fırtına Tanrısı, iki Sümerce ideogramla, d IM(İškur) ve d U (Adad) olarak gösterilmiştir[131]. Anadolu’da Fırtına Tanrısı, Hurriler, Hattiler ve Luviler gibi farklı etnik topluluklara göre Taru, Telepinu, Data, Tarhund ve Tešub gibi farklı isimlerle anıldığı gibi, “Nerik’in Fırtına Tanrısı” ve “Zippalanda’nın Fırtına Tanrısı” gibi şehirlerin de fırtına tanrıları ile karşılaşılmaktadır[132].
Tanrıçalar arasında ise Asherah adının Doğu Akdeniz’de ön plana çıktığı görülmektedir. Asherah, Ugarit’de ele geçen ve M.Ö. 14. yüzyıla tarihlendirilen metinlere göre El’in eşi ve Kenan panteonunun baş tanrıçasıdır[133]. Kenan panteonunun diğer tanrı ve tanrıçalarının annesidir. Doğu Akdeniz’de ele geçen çıplak tanrıça heykelcikleri Asherah olarak tanımlanmaktadır[134]. M.Ö. 3. bine ait Ebla belgelerinde Resef’in eşi olarak Ebla tanrıçası Adam(m)a geçmektedir[135]. Kenan panteonunda Asherah’ın statüsü tanrı El kadar belirgin olmamakla birlikte, genellikle bereketle ilintili “ana tanrıça”, “büyük tanrıça” olarak değerlendirilmiştir[136].
Tanrıça Asherah, sahip olduğu özellikler açısından Astarte’ye benzemektedir. Asherah ve Astarte eşlemesi karışık ve çözülmesi zor bir durum olup, iki tanrıça arasında belirgin farklar olduğu düşünülmektedir[137]. Astarte daha çok tanrıça Anat ile eşlenmektedir[138]. Ancak Mısır’da Astarte ve Anat iki farklı savaş tanrıçası olarak kabul edilmiştir[139].
Tanrıça Anat, panteonun başındaki El ve Asherah’ın kızlarıdır. Ugarit’in tanrıçası Anat, “gökyüzünün hanımı” ve “tanrıların annesi” olarak geçen, güçlü ve acımasız bir aşk ve savaş tanrıçasıdır[140]. Tanrı Baal’in kız kardeşi olarak geçer. Sembolleri kalkan, mızrak ve savaş baltasıdır. Orta Krallık zamanında Mısır panteonuna giren tanrıça, Mısır’da tanrıça Astarte ile birlikte tanrı Seth’in karısı olarak geçmektedir[141].
Tanrıça Qadesh ise Doğu Akdeniz kökenli bir tanrıça olarak Yeni Krallık zamanında Mısır panteonuna[142] girmiş ve Resef’in eşi olan bereket tanrıçasıdır[143]. Çıplak olarak aslan üzerinde ve elinde bir bereket sembolü ile tasvir edilen Qadesh’de, Mısır’ın aşk tanrıçası Hathor ile Doğu Akdeniz tanrıçaları Astarte ve Anat’ın özellikleri görülür. Tanrı Resef ile evli olan Qadesh, daha çok tanrıça Astarte ile benzerlik gösterir.
Kuzey Suriye’de Hurriler’in yoğun yaşadığı bölgelerde ise Tešub’un eşi olarak tanrıça Hepat önemli bir bereket tanrıçasıdır[144]. Diğer taraftan, aşk, savaş ve bereket tanrıçası olarak İštar/Šauška da en önemli tanrıçalardan biridir. Alalah’da (Tell Açana) 7. tabakada ele geçen yazılı belgelerde tanrıça İštar, Hadad ve Hepat ile birlikte üç önemli tanrıdan biridir[145]. Erken Suriye Devri mühürlerinde tanrıça çoğunlukla kutsal hayvanı olan aslan üzerinde ve çıplak olarak, göğüslerini tutarken; savaşçı yönünün vurgulandığı tasvirlerde giysili ve omuzlarından silahlar çıkarken tasvir edilmiştir[146]. İštar/Šauška, savaşçı yönünün vurgulandığı tasvirlerde ise bazen erkek olarak gösterilen çift cinsiyetli bir tanrıçadır[147].
Oylum Adak Heykelcikleri: Tasvir Değerlendirmesi
Oylum Höyük erken evre yapısına ait tanrı heykelciğinin (Çiz. 2, Res. 2), basit ve genel tasvir biçimi ile Suriye panteonunda hangi tanrıyı tasvir ettiğini anlamak güçtür. Aynı yapının tabanı altında ele geçen balta, daha çok Fırtına Tanrısı ile ilişkilendirilen bir silah olduğundan, tanrı figürünün de bir Fırtına Tanrısı tasviri olabileceği düşünülebilir. Ancak savaş baltası her ne kadar Fırtına Tanrısı’nın önemli bir sembolü ise de özellikle Kuzey Suriye’de İštar/Šauška balta ile gösterilebilmektedir. Šauška olarak nitelendirilen fildişi Nuzi figürininde, tanrıça bir elinde savaş baltası, diğer elinde, Hitit hieroglifinde “sağlık“ anlamı taşıyan üçgen sembolü tutmaktadır[148]. Yazılıkaya kabartmalarında da İštar/Šauška elinde bir savaş baltası taşımaktadır[149]. Bu nedenle balta, erken tanrı heykelciğinin nitelendirilmesinde belirleyici bir buluntu değildir.
Geç evre yapısında ele geçen tanrı ve tanrıça heykelcikleri (Çiz. 3, Res. 3), tanrısal tasvirlerle ilgili olarak daha fazla yorum yapmayı mümkün kılmaktadır. Tanrı ve tanrıça çiftinin (Çiz. 3, Res. 3) aynı çukura birlikte yerleştirilmesi ve her iki eserin de aynı atölyeden çıkmış oran ve üsluplara sahip olması, bir tanrı ve tanrıça çiftine işaret etmektedir. Megiddo’da M.Ö. 1700-1650’ye tarihlendirilen bir tabakada, aynı oda içinde ele geçen, bronzdan yapılmış benzer duruş pozisyonunda kısa etekli bir tanrı ile göğüslerini tutan çıplak bir tanrıça heykelciği de birbiri ile bağlantılı tanrı çifti olarak yorumlanmıştır[150]. Negbi, geniş bir bölgede M.Ö. 2. bin boyunca görülen bronzdan yapılmış tanrı ve çıplak tanrıça heykelciklerinin, Baal ve Anat ya da El ve Asherah tasvirleri olabileceklerine inanmaktadır[151].
Bölgede tanrı ve tanrıça çifti olarak en erken bulguları Ebla belgeleri ortaya koymaktadır. Ebla’da M.Ö. 3. bine ait rituel metinlerinde, erkek ve kadın dört tanrı çiftinden söz edilmektedir[152]. M.Ö. 24. yüzyıla tarihlendirilen Ebla belgelerinde adı en sık geçen tanrı Kura ve tanrıça İšhara’nın Ebla kentinin eski yerel tanrıları olduğu anlaşılmaktadır[153]. Kura M.Ö. 2. binde ortadan kalkarken, İšhara kültü ise M.Ö. 3. binin ortalarından itibaren, M.Ö. 2. binde Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya’ya kadar uzanan geniş bir bölgeye yayılmıştır[154]. İšhara, genel özellikleri ile tanrıça İštar’a benzese de, İšhara ve İštar iki farklı tanrıça olarak kabul edilmektedir[155].
M.Ö. 2. binin bölgesel dini geleneklerini devam ettiren Fenike dininde de her şehir panteonunun başında bir tanrı ve bir tanrıça çifti bulunmaktadır[156]. El ve Asherah, Kenan panteonun başında yer alan tanrı çiftidir[157]. Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da ise Fırtına Tanrısı Tešub ile eşi Hepat, Hurri panteonunun başında yer alan en önemli tanrı çiftidir[158].
Genel olarak Oylum tanrı çifti (Çiz. 3, Res. 3), Fırtına Tanrısı ile bereket tanrıçası İštar/Šauška tasvirleri gibi görünmektedir. OTÇ Suriye ve Anadolu silindir mühürlerinde Fırtına Tanrısı genellikle çıplak tanrıça ile birlikte gösterilmiştir[159]. Birçok Suriye tasvirli sanat eseri üzerinde Fırtına Tanrısı, ya çıplak ya da kanatlı ve silahlı birer tanrıça ile gösterilmiştir. Her iki tanrıça tasviri de İštar/Šauška’ya işaret etmektedir. Çıplak tanrıça tasviri, M.Ö. 2. bin Suriye ve Anadolu sanatında oldukça yaygındır. Alexander, çıplak tanrıça formunu Suriye ya da Hurri geleneği olarak yorumlamıştır[160]. Alalah’ın 7. tabakasında ele geçen belgelerde[161] sözü edilen tanrı IM (Hadad)’a bazen tanrıça Hepat refakat etmekte ise de, çoğunlukla IM (Hadad) ve IŠTAR tanrı-tanrıça çiftinin adı daha sık geçer[162].
M.Ö. 2. bin Hitit-Suriye sanatında çıplak tanrıça figürü, en yaygın görülen tasvirlerden biridir[163]. M.Ö. 2. binin başlarından itibaren Orta Anadolu’da bulunan tunç, fildişi ve fayanstan yapılmış, göğüslerini tutar pozisyondaki çıplak tanrıça figürinleri de daha çok güney etkileri olarak kuzeye yayılmıştır[164].
Hurri etkisi ile Hitit panteonuna[165] giren tanrıça İštar/Šaušga aşk, bereket ve savaş özellikleri dışında yuvanın koruyucu tanrıçasıdır[166]. Tanrıça İštar’ın bu özelliği, Oylum adak heyekelciklerinin “evi koruma ve yaşatma” düşüncesi ile uyuşmaktadır. Boğazköy’de ele geçen ve tanrıça İštar/Šaušga için yazılan bir ilahide, “hangi ev sahibi İštar tarafından sevilirse, İštar’ın o eve ve ev halkına mutluluk verdiği; hangi ev sahibinden nefret ederse de o evde düzen kalmayacağı, işlerin yolunda gitmeyeceği, kardeşlerin birbirine düşman olacağı ve kavga edeceği, o yuvanın tümüyle yok olacağı” anlatılmaktadır[167]. Bu metin İštar/Šaušga’nın “ev/yuvanın saadeti ve bekası” konusunda gücü ve etkisi olan bir tanrıça olduğunu açıkça göstermektedir.
Sonuç
Kuzey Suriye ve Anadolu’da, kazı çalışmalarında ele geçen adak eşyalarına sık rastlanmamakla birlikte, Oylum Höyük’de OTÇ II’ye tarihlendirilen iki evreli bir yapının her iki evresinde de yapı adak eşyalarının bulunması, bu geleneğin bölgede yaygın olabileceğini göstermektedir. Düşünce olarak yapının tabanı ya da temeline yerleştirilen adak eşyaları, yapının korunması için tanrılara yapılan bir sunudur. Mezopotamya ve Hitit belgelerinin de işaret ettiği gibi, altın, gümüş, bakır ya da bronz eşyalar, önemli maddi değerler olarak tanrılara sunulmaktadır. Oylum Höyük’de ele geçen bakır baltanın ve üç tanrısal figürden oluşan bronz heykelciklerin, koruyucu özellikleri dışında, tanrılara sunulan birer metal değeri taşıdıkları da açıktır. Tanrısal figürlerden oluşan yapı adak heykelciklerinin büyük bir çoğunluğu, bölgede M.Ö. 2. binin ilk yarısında yaygın görülen Fırtına Tanrısı ve Bereket Tanrıçası tasvirlerini yansıtmaktadır.
Müzelere satın alma ya da el koyma yoluyla kazandırılmış olan ve özel koleksiyonlarda bulunan bronz yapı adak heykelcikleri çok sayıda olmakla birlikte, Anadolu ve Suriye’de M.Ö. 2. bin yerleşmelerinde yapılan bilimsel kazılarda ele geçen yapı adak eşyaları oldukça az sayıdadır. Bu durum, bronz yapı adak heykelcikleri ile ilgili yayılım alanı belirleme, tipoloji yapma ve tarihlendirme çalışmalarını güçleştirmektedir.
Şimdiki bilgilerimize göre, Tell Selenkahiye pişmiş toprak örneklerinin de gösterdiği gibi az sayıdaki buluntu merkezi, adak heykelciklerinin Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Orta Fırat Bölgesi’nin batısında kalan kesimi ile Doğu Akdeniz Bölgesi’nde, M.Ö. 3. binin sonlarında başlayan bir geleneği temsil ettiği ve M.Ö. 2. binin ortalarına kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu gelenek, Mezopotamya’dan kuzeye ve batıya yayılmış gibi görünmektedir. Çeşitli müzeler ve koleksiyonlarda sergilenen, aynı üslup özellikleri gösteren şematik yapılmış bronz adak çivileri, olasılıkla Güneydoğu Anadolu’nun Fırat nehrinin batısında kalan bölümünden ya da Kuzey Suriye’den gelmiş olmalıdır. Ancak bu bilgilerin, bölgede sürdürülen bilimsel kazılardan elde edilecek yeni bulgularla değişebileceği de gözden uzak tutulmamalıdır.
Oylum Höyük yapı adak heykelcikleri, müzelerde ve koleksiyonlarda bulunan “haç biçimli” şematik heykelciklerden farklı bir tip ortaya koymaktadır. Ancak kolların dirsekten kırılarak ileriye doğru yere paralel uzatılması ve hareketsiz duruş pozisyonu, OTÇ’nda Kuzey Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de yaygın görülen bir tasvir biçimidir. Özellikle kolların dirsekten kırılarak yere paralel ileriye doğru uzatılması, M.Ö. 2. binin ilk yarısı için önemli bir tarihlendirme kriteridir. M.Ö. 2. binin ikinci yarısında ise bu tip adak heykelciklerinin yerini, geniş bir coğrafyaya yayılan bir kolunu yukarı kaldırmış, adım atar pozisyondaki tanrı tasvirleri ile çoğunlukla göğüslerini tutar pozisyondaki çıplak tanrıça heykelcikleri almıştır. Bu kült heykelcikleri Demir Çağı’nda da kullanılmaya devam etmiştir. M.Ö. 2. binin ikinci yarısına tarihlendirilen heykelciklerin yapı adak heykelciği gibi kullanıldığını gösteren bir bilgi mevcut değilse de, ayakları altındaki çıkıntılarla bir yere sabitlenerek kullanılan bu heykelciklerin tanrılara adanan eşyalar olması ve koruyucu, esirgeyici özellikleri ile erken yapı adak heykelciklerinden çok farklı bir işlev taşımamaktadır. Her ne kadar konik başlık, iri burun, iri kulaklar, kısa etek ve sivri çarık gibi tasvir detayları Orta Anadolu Hitit sanatından iyi bilinen özellikler olsa da, güney bölgelerde de oldukça yaygın bir tasvir biçimidir. Bu nedenle bu tip heykelcikleri, Anadolu ve Suriye’de M.Ö. 2. binin başlarından itibaren hâkim olan bir sanatın ortak ürünleri olarak değerlendirmek gerekir.