ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Bilgehan Pamuk

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Gümüşhane, Torul, XVII. Yüzyıl

Giriş

Osmanlı Devleti açısından XVI. yüzyılın sonlarına doğru yaşanan hadiseler, XVII. yüzyılda sistem değişikliğini kaçınılmaz kıldı. Timar sistemi hızla çözülerek işleyemez hale geldi. Timar sisteminin uygulandığı topraklardaki vergilendirilebilir ekonomik etkinliklerin ve insan kaynaklarının yerinde tespit ve kaydını içermesi açısından istatistiksel analize uygun en zengin sayısal veriler sunan klasik tahrir sayımları da işlevselliğini kaybetti[1] . Dolayısıyla iskân, demografi ve vergiler bağlamında çok önemli olan bilgilerin bir arada bulunduğu tahrir defterleri yazımı neredeyse terk edildi. Bunun yanı sıra timar olarak tasarruf edilen mirî araziler mukataalaştırıldı[2] . Bu süreçte timar sisteminin eski önemini kaybetmesiyle birlikte avârız vergisi, merkezî maliye açısından giderek ön plana çıktı. Böylelikle avârız vergisinin tahsili açısından önem arz eden avârız tahrirleri yapılmaya başlandı[3] . Karanlık dönem olarak zikredilen XVII. yüzyıl için mufassal olarak hazırlanan avârız defterleri, Osmanlı sosyal tarihinin çeşitli yönlerden tahlil edilebilmesi açısından kıymetli bilgiler içermekteydi[4] .

XVII. yüzyılda değişim ve yeniden yapılanma içerisindeki Osmanlı Devleti’nde mufassal olarak hazırlanan avârız defterlerinde yerleşim birimlerindeki avârız vergisini ödeyebilecek haneler kayıtlıydı. Bunların arasında fakirler, kimsesizler, çocuklar, bedensel özürlüler, hastalar ve avârız ödemeye yeterli toprağı olmayanlar ile avârız yükümlülüklerini kamusal hizmet vererek yerine getiren muaf zümrelerde mevcuttu. Hâne sahibi askerî sınıf mensuplarının deftere yazılması, bunların avârız yükümlülüğünden muafiyetlerini tespit açısından dikkat çekici bir durumdu. Bunun altında yatan asıl sebep, çeşitli tahrir emirlerinde vurgulandığı üzere, daha önce raiyyet statüsündeki kişilerin tasarrufunda bulunan ve avârız yükümlülüğü açısından temel alınan toprakları tasarruf eden kişilerin tespitidir. Ne var ki, bu askerî sınıf mensuplarının avârızhânelere dâhil edilmediği özet (icmâl) olarak hazırlanan defterlerden anlaşılmaktadır. Netice itibariyle hâne sahibi olan yetişkinler ile avârız ödeme gücüne sahip olmayanlar da mufassal defterlere kaydedilir iken özet defterlerde avârız vergisini ödemeyecekler yer almaktaydı[5] .

XVII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sosyo - ekonomik pozisyonu hakkında kıymetli bilgiler içeren mufassal ve özet avârız defterleri, Gümüşhane kazası için de düzenlenmiştir. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Defterler arasında 644 numarada kayıtlı ve 1053/1643 yılına ait mufassal avârız defteri, bölge tarihi açısından olduğu kadar devletin sosyal ekonomik tarihi açısından oldukça önemlidir. Çünkü bu kayıtlar, devrinin en seçkin maden kaynaklarına sahip olması yanında madencilik alanında dikkat çeken bölge hakkında en kapsamlı bilgileri ihtiva etmektedir.

“Defter-i Hânehâ-yı Müslümânân ve Zimmîyân kazâ-yı Torul nâm-ı dîğer Gümüşhâne hâlâ müceddeden tahrîr şoden fermûde ber-mûceb-i fermân-ı ‘âli el- vâki‘ fî evâsıt-ı Cemâzîye’l-evvel sene sâlis ve hamsin ve elf” ibaresi ile başlayan defter, 27 Temmuz – 6 Ağustos 1643 tarihleri arasında Cafer Efendi tarafından hazırlandı. Erzurum Eyaleti’nin tahrir emini Cafer Efendi, Gümüşhane’deki sayımı yaparken kaza ahalisini herhangi bir ayrıma tabi tutmadan kaydetti. Avârız yükümlülüğünden muaf askerî sınıf mensuplarının yanı sıra madenlerde çalışanlar ile maden yollarında derbendci ve köprücü gibi hizmetleri yerine getirenler, deftere yazıldı. Böylelikle daha önceden raiyyet statüsündekilerin tasarrufunda bulunan ve avârız yükümlülüğü açısından temel alınan toprakları tasarruf edenler tespit edilebildi.

Muaf zümrelerin avârızhâne hesabına dâhil edilmediği ise özet avârız defterinde açıkça görülecektir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kamil Kepeci Tasnifi Mevkufat Defterleri arasında 2601 numarada kayıtlı özet avârız defterinde, Gümüşhane kazasında muaf statüsündeki zümrelerin yer almadıkları görülmektedir. Sonuç olarak XVII. yüzyılda Osmanlı sosyal tarihinin çeşitli yönlerden tahlil edilebilmesi için olanak sağlayan özet veya mufassal avârız defterleri esas alınarak Gümüşhane kazası ele alındı.

A. İdari Yapı

Trabzon-Erzurum transit yolu üzerinde, dar bir vadide yer alan Gümüşhane[6] , 1479 yılında Rakkas Sinan Bey tarafından Osmanlı idaresi altına alındı[7] . XVII. yüzyılda Torul ve Gümüşhane’nin bir kaza olarak idare edildiği halde iki farklı isimle anılması izah edilmesi gereken bir konudur. Arşiv kayıtlarında kaza-yi Torul nâm-ı diğer Gümüşhâne tabiri kullanılmaktaydı[8] . Ancak bu durumun ne zaman başladığı yönünde kaynaklarda açık bilgiler yoktu. XV. yüzyılın sonlarına doğru bölgede Torul ismi olmasına karşılık henüz Gümüşhane ismi kullanılmamaktaydı. Gümüşhane yerine Canca isminin kullanıldığı görülmektedir[9] . 1486 yılında yapılan sayımda Trabzon sancağına bağlı Torul nahiye iken, Gümüşhane; karye-yi Palu Canca isminde bir köydü[10]. Dolayısıyla Torul müstakil bir kaza, Canca olarak bilinen Gümüşhane ise Torul’un sınırları içerisinde bir yerleşim birimiydi.

1486 yılındaki idarî statü, ilerleyen dönemde de geçerliliğini sürdürdü. XVI. yüzyılın ortalarında doğuda yeni bir yapılanma içerisinde harap yerlerin imarına özen gösterildi[11]. Bu politika doğrultusunda Gümüşhane (Canca)’de de bayındırlık faaliyetlerine hız verildi. Madenlerin daha verimli işletilmesi için maden yataklarına yakın mevkilerde yeni yerleşim birimleri tesis edildi[12]. Böylelikle zaman içerisinde farklı bir çehre kazanan Gümüşhane, muhtemelen XVII. yüzyılda Torul ile birleştirilerek kaza haline getirildi. Keza bu birliktelik, XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etti[13].

XVI. yüzyıla ait yapılan sayımlarda Torul kazası, idari olarak Trabzon’a bağlıydı. Ancak Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, 1596 yılında Gümüşhane’nin Erzurum defterdarının tasarrufunda olduğunu işaret etmekteydi[14]. Keza Kâtip Çelebi, Erzurum Eyaleti’ne tabi kazalar arasında Gümüşhane kazasını da zikretmekteydi[15]. Bu noktada Gümüşhane’nin idarî durumunun açığa çıkarılması gerekir. Trabzon sancağı, 1535 ile 1580 yılları arasında Erzurum eyaletine bağlıydı. Batum eyaletinin teşkiliyle birlikte yeni düzenlemeler çerçevesi içerisinde Gümüşhane’nin Erzurum’a bağlanabileceği ihtimali söz konusuydu. Fakat arşiv kayıtları incelendiğinde Gümüşhane, idari anlamda Trabzon’a bağlıydı[16]. Gümüşhane’nin Erzurum’a malî anlamda bir bağlılığı mevzu bahisti[17]. Bu durum devletin malî yapılanmasından kaynaklanmaktaydı. Has ile idare edilen eyaletlerdeki padişahın has gelirlerinin tahsil edilmesi; hazinesi olan eyaletlerde defterdarlıklar aracılığıyla, diğerlerinde ise doğrudan doğruya merkez ya da yakın bir hazinece yapılırdı[18]. Trabzon’da hazine olmadığından ya da daha değişik bir ifade ile defterdar bulunmadığından Gümüşhane/Canca Maden Mukataası’na ait işlemler, yakın olması hasebiyle Erzurum defterdarının kontrolünde gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla bu durumdan kaynaklı olarak Gümüşhane’nin Erzurum’a bağlılığı sadece malî boyuttaydı. Gümüşhane-Torul kazası idarî anlamda Trabzon Sancağı’na bağlı bir üniteydi[19].

B. Gümüşhane-Torul Kazası:

XV.-XVI. yüzyıllarda Torul kazasının merkezinin neresi olduğu hususunda arşiv kayıtlarında açık bir bilgi yoktur. Ancak XV. yüzyılın başlarında Torul kaza merkezinin Ardasa olduğu düşünülmektedir. Keza 1583 yılında Ardasa’nın dışında hiçbir köyün mahallesinin olmaması, adı geçen köyün XV. ve XVI. yüzyıllarda kaza merkezi olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir[20].

XVII. yüzyılda da kaza merkezinin neresi olduğu yönünde kayıtlarda açık bir bilgiye rastlanmadı. Ancak kaza merkezi önceki yüzyıllardaki gibi Ardasa değildi. 1643 tarihli sayımda, kaza genelinde nefs tanımlanması yapılan tek yer Gümüşhane/Canca idi[21]. Dolayısıyla kaza merkezinin burası olması ihtimali oldukça yüksekti. Nüfus açısından da bakıldığında Canca, 644 hane ve 82 bahçesi ile kazanın en kalabalık yerleşim birimiydi[22]. Nitekim yüzyılın ortalarına doğru Gümüşhane’ye gelen Evliya Çelebi, verdiği bilgilerle kaza merkezinin Canca olduğu kanaatini kuvvetlendirmektedir[23].

1. Gümüşhane Şehri’nin Nüfusu:

Gümüşhane şehri hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Dahası Canca olarak zikredilen Gümüşhane’nin[24] 1486 yılına ait ilk resmî kaydında; karye-yi Palu Canca ismi ile yer almaktaydı. Bu ismin ilerleyen süreç içerisinde Eski Canca halini dönüştüğü 1515’ten 1583 yılına kadarki kayıtlarda açıkça görülmektedir. XVI. yüzyılın ortalarında yapılan imar ve iskân siyaseti neticesinde Eski Canca’nın yanı sıra Karye-i Nefs-i Canca-yı Ma‘den adlı yeni bir yerleşim mevcuttu. Bu durum bir sonraki 1583 tarihli sayımda da göze çarpmaktadır. Dolayısıyla XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Canca’da iki ayrı yerleşim birimi bulunmaktadır[25].

Gümüşhane Şehri’nin neresi olduğu yönünde de açık bilgilere rastlanmadı. Kaynaklardan geçen Eski Canca; Canca kalesi ve eteklerini ihtiva etmektedir. Karye-i nefs-i Canca ise günümüzde Harşit Irmağı’na dökülen, Musalla Deresi’nin yamaçlarında ve kent merkezinin 4 km. güneybatısındadır. Dolayısıyla şehrin nefs-i Canca olarak tasvir edilen yer olması kuvvetle muhtemeldir[26]. İfade edildiği üzere Gümüşhane için Canca ismi kullanılmıştır. XVII. yüzyılda gerek Eski Canca ve gerekse yeni imar edilen Canca; nefs-i kasaba-yı Gümüşhane nâm-ı diğer Canca olarak tek isim adı altında birleştirildi. Görüleceği üzere Canca ile Gümüşhane isimleri, XVII. yüzyılda da birlikte kullanıldı[27].

Kanunî Sultan Süleyman zamanında bayındırlık işlerine hız verilen Gümüşhane, meskûn bir mahal konumuna geldi. 1554 yılında yapılan sayımda; 31 Müslüman hane, 13 Müslüman mücerred, 113 Gayr-i Müslim hane ve 27 Gayr-i Müslim mücerred vardı. Buna göre nüfusun % 22’si Müslümanlardan % 78’i Gayr-i Müslimlerden ibaretti. İskân siyasetinin bir sonucu olarak nüfusun tamamı dışarından getirildi[28]. 1583’te ise 50 Müslüman bennâk hâne ve 16 Müslüman mücerred, 594 Gayr-i Müslim hâne vardı[29]. Buna göre nüfusun % 8’i Müslüman, % 92’si Gayr-i Müslim’di. Özellikle Gayr-i Müslim nüfus açısından ciddi bir artış göze çarpmaktadır. Bu artışın altında yatan en önemli etken, civardaki madenlerin faaliyete geçmesi ile birlikte ihtiyaç duyulan insan gücüydü.

Araştırmacılar arasında gerek hane ve gerekse nefer olarak kaydedilenlerin kaç kişiden oluştukları konusunda mutabakat yoktur. Bundan ötürü, şehir ve kırsal kesime ait nüfusun belirlenmesi halen tartışma konusudur. Bir hanede vergi mükellefi erkek nüfusun haricindekilerin yazılmaması ve bölgelerarası farklılıklar, nüfus sayısı için birtakım tahminlerin doğmasına yol açmıştır. Bu varsayımlar içerisinde genelde kabul edilen görüş, bir hanenin beş kişiden meydana geldiğiydi[30]. Buna göre; 1554’deki şehir nüfusu; 144 x 5 = 720, mücerredler ilave edildiğinde 760 idi. Vergi veren nüfusun yanı sıra vergiden muaf olanlar da göz önüne alındığında şehir nüfusu, muhtemelen 1 000 civarındaydı. Keza 1583’teki verilere göre ise şehir nüfusu 3 500 civarındaydı.

XVII. asırda timar sistemi, onarılamayacak ölçüde zarar gördü ve tahrir sayımlarının yapılması olanaksızlaştı[31]. Böylelikle merkezî idare, timar sisteminden yavaş yavaş iltizam sistemine geçmeye başladı. Sistem değişikliği ile birlikte yeni gelir kaynaklarına ihtiyaç duyuldu[32]. Böylece iltizam uygulaması yaygınlaştığı gibi masraflı ve yorucu bir iş olan tahrir uygulamasından da büyük ölçüde vazgeçildi[33].

Osmanlı demografisi açısından XVII. yüzyıl karanlık bir dönem olarak kabul edilmesine karşılık[34], özellikle 1640 ile 1646 tarihleri arasındaki avârız ve cizye defterleri, özellikle demografik yapı hakkında aydınlatıcı bilgiler içermektedir[35]. Ancak bahsi geçen yüzyılın başlangıcı ile sonlarına ait kayıtların olmaması, kıyaslama yapılmasına imkân vermemektedir. Bu nedenle, Gümüşhane Şehri’nin nüfusu için belirli bir zaman dilimi ölçü alındı.

Gümüşhane Şehri’nin nüfusuyla ilgili en detaylı bilgileri, 1643 tarihli mufassal avârız defteri vermektedir. Defterde; şehirdeki mahallelerde meskûn askerî, dinî ve içtimaî görevlilere ait hâneler ile avârız-ı divaniyye ve tekâlif-i ‘örfiyyeden muaf ve müsellem madenci hâneleri ayrı ayrı yazılıydı. Şehir merkezindeki; Canca, Hızır-İlyas, Meşhed, Hamam ve Ermeni mahallelerinde toplam 134 Müslüman hane ve 569 Zimmîyan hane vardı[36].

Gümüşhane’nin nüfusu ile ilgili bilgi veren bir diğer kaynak ise özet avârız defteriydi. 1643 yılında tertip edilen defterlerdeki veriler birbirleriyle karşılaştırıldı. Defterlerdeki bilgiler arasında benzerlikler olduğu gibi, farklılıklara da tesadüf olundu. Mufassal defterde askerî, reâyâ ve muaf olan herkesin adları yazılı iken özet defterde mahalle ve köy bazında nefer sayılar verilmekteydi. Hatta özet defterinde kaza bazındaki avârızhâne sayıları da olmasına karşın mufassal defterde bu tarzda bir kayıt yoktu. Özet defterde bahçelerin 75 kıta ve 5 346 akçelik geliri olduğu kayıtlıydı[37]. Ancak bu konuda mufassal defterde daha kapsamlı bilgiler vardı. Kaç tane bahçe olduğu ve kimlerin ikamet ettiği açıkça belirtilmekteydi. Buna göre; şehirde toplam 82 bahçe olup 58’i Müslümanlara ve 24’ü Gayr-i Müslimlere aitti. Canca kalesi dizdarı gibi pek çok askerî görevlinin yanı sıra sıradan bir vatandaş da bahçe tasarruf edebilmekteydi[38]. Yeni yapılan Burhan Efendi Camii’nin imam, hatip ve müezzin gibi görevlilere ait ücretler bahçelerde meskûn ahaliden temin edilmekteydi[39].

XVII. yüzyılın ortalarında şehir nüfusu, klâsik anlamda hesaplandığında tahminen 3 805 idi. Ancak tahmini nüfus hesaplamalarında kabaca da olsa bir sonuca ulaşabilmek gayesiyle nefer sayısı da itibara alındığı için (nefer x 3) formülü kullanıldı[40]. Buna göre ise şehir nüfusu tahminen 2 283 idi. Böylelikle şehrin en alt ve en üst nüfusu; 2 283 ile 3 805 arasındaydı. Şark Seferleri, Celali isyanları ve Abaza Mehmed Paşa isyanı gibi birtakım olumsuz gelişmeler olsa da şehir nüfusu az da olsa artmıştı.

2. Gümüşhane/Torul Kazası’nın Nüfusu:

XV. yüzyılın sonlarına doğru Torul nahiyesinin 28 köy ve 3 mezraası vardı. Meskûn nüfusu ise 1 Müslüman hane, 210 Gayr-i Müslim hane, 7 Gayr-i Müslim bive ve 1 Gayr-i Müslim mücerred idi[41]. Bu veriler ışığında klasik nüfus değerlendirmesi yapıldığında nüfus mevcudu 1.100 civarındaydı.

XVI. yüzyılda Torul kazasının 1515, 1520, 1554 ve 1583 sayımlarına ait elde edilen bilgiler aşağıdaki tabloda verildi[42]. Görüleceği üzere yüzyılın başında 6.500 civarında olan nüfus, ilerleyen süreç içerisinde dikkati çeker oranda artmıştı. Özellikle yüzyılın ortalarındaki imar ve iskân faaliyetlerinin etkili olduğu görülmektedir. 8.000 civarında olan kaza nüfusu, otuz yıllık bir süreç içerisinde yaklaşık % 175’lik oranında artarak 22.000’e ulaştı. Nüfus artışının en önemli sebebi iskân siyaseti neticesinde dışarıdan getirilerek yapılan yerleştirmelerdi.

1643 yılında mufassal avârız defterine göre Gümüşhane kazasında; 1 nefs, 60 köy[43], 11 mezraa ve 82 bahçe vardı. Nüfus mevcudu, 907 Müslüman hane ve 1.126 Gayr-i Müslim hane olmak üzere toplam 2.033 haneydi[44]. Mufassal avârız defteri ile özet avârız defteri arasında köy ve bahçe sayısı dolayısıyla nüfus konusunda birtakım farklılıklar söz konusuydu. Özet defterde; 58 köy ve 11 mezraa vardı. Trabzon aklamından Söğüd-ili, Saru Baba ve Sümükli köyleri yer almamasına karşın Kokanis’e bağlı Şeyh Deresi adlı bir köy mevcuttu. Haliyle nüfus da buna bağlı olarak değişmekteydi. Kaza genelinde 894 Müslüman hane ve 1 137 Gayr-i Müslim hane olmak üzere toplam 2 031 hane mevcuttu. Her iki defterdeki veriler değerlendirildiğinde, kaza nüfusunun 10 155 ile 10 165 arasında olduğu söylenebilirdi.

XVII. yüzyılın ortalarındaki kaza nüfusu, XVI. yüzyılın sonlarına oranla düşüş göstermektedir. 1583 yılında 22.000 civarında nüfus varken 1643’te nüfus yarı yarıya düşerek 10.000’lere indi. Bu denli düşüşün yaşamasında Şark seferleri, Celali isyanları ve Abaza Mehmed Paşa isyanlarının olumsuz yönde etkisi olabilirdi. Nitekim 1643’te Mavernas ve Avliyana adlı köyler terk edilmişti. Nüfusun düşüşünde bir diğer etken ise civarda yeni keşfedilen madenlerin işlevsellik kazanması dolayısıyla yöre halkının buralara sevk edilmesiydi[45]. İskân siyaseti gereğince dışarıya yapılan göçler, kaza nüfusunun azalmasında ciddi etkisi olduğu düşünülmektedir.

XVII. yüzyıldaki nüfusun tespit edilmesinde önemli bir diğer kaynak, mufassal cizye defterleriydi[46]. Tahrir defterlerinin olmaması durumunda cizye kayıtları, demografik açıdan yegâne kaynaktı[47]. Cizye defterleri, Gayr-i Müslim tebaadan askerî hizmetlerine karşılık, sağlam erkek nüfustan alınan vergilerin kaydedildiği defterlerdi[48]. Cizye ödemekle mükellef olanlar, belirli bir gelir düzeyine sahiplerdi. Rahipler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve bedensel özürlüler, kanun gereğince vergiden muaflardı[49]. Ayrıca bazı durumlarda devletin ihtiyaçları doğrultusunda kamusal hizmet verenlerden de cizye alınmazdı[50].

Gümüşhane kazası ile ilgili mufassal bir cizye defterine tesadüf edilmemekle birlikte cizye ödeyenler hakkında birtakım bilgilere ulaşılabildi. Başkanlık Osmanlı Arşivi’nde Maliyeden Müdevver Defterler tasnifinde 2929 numarada kayıtlı Erzurum Eyaleti’ne ait mufassal cizye defterinin giriş kısmındaki kazâ-yı Torûl nâm-ı dîğer Gümüşhâne’de cizye ödeyen 916 nefer vardı[51]. Buna göre, 4.585 Gayr-i Müslim’in olduğu söylenebilirdi. 1647 tarihli bir başka kayıtta ise kaza genelinde cizye ödemekle mükellef, 917 neferin olduğu tespit edildi[52]. Buna göre yapılan değerlendirme neticesinde kaza genelinde, 4.590 Gayr-i Müslim’in olduğu tahmin edilmektedir. Anlaşılacağı üzere XVII. yüzyılın ortalarında Gümüşhane kazasında 4.585- 4.590 arasında Gayr-i Müslim nüfus olabilirdi. Bu noktada ilgi çeken husus ise avârız ve cizye kayıtları arasındaki farktı. Nitekim aynı dönemi ihtiva eden avârız kayıtlarındaki incelemeler sonucunda Gayr-i Müslim mevcudu, 5.630 - 5.685 arasındaydı. Buna göre cizye ile avârız verileri arasında bu derece farklılığın nedeni, Gayr-i Müslimlerin ekonomik durumundan olsa gerektir.

C. Kaza’nın Sosyal Yapısı:

a. Askerîler (Ehl-i Örf-Ehl-i Şer’): Osmanlı Devleti’nin toplum yapısı, temelde iki sınıftı[53]. Hükümdarın mutlak otoritesini temsil eden idareci, asker ve ulemadan oluşan askerîler ile bunların dışında kalan reâyalardı[54]. Vergi muafiyeti yanında askerî kassamlar tarafından terekelerinin taksim edilmesi ve kadıasker mahkemesinde yargılanmaları gibi ayrıcalıklara[55] sahip askerî sınıf, kendi içerisinde “ehl-i örf” (ümerâ) ve “ehl-i şer/‘ilm”(ulemâ) olmak üzere iki kısımdı[56]. Ancak askerî sınıf mensuplarının belirsizliği söz konusuydu. Askerî sınıf kapsamındakiler; fiilen askerlik hizmetindekiler (sipahi, yeniçeri, topçu, cebeci, azab, gönüllü vs.), geri hizmettekiler (yaya-müsellem, yörükler, tatarlar vs.), kamu görevlileri (memurlar, kâtipler, mültezimler, eminler, vs.), yargı ve eğitim işlerini yürütenler (kadı, naib, müderrisler, mülazimler vs.), vakıf hizmetlileri (mütevelli, cabi, nazır, kâtip vs.), dinî hizmetleri yerine getirenler (imam, hatip, müezzin, hafız, mu‘arrif, zaviyedar, türbedar, kayyum, ferraş, seyyid ve şerif gibi Hz. Peygamber soyundan gelenler vs.) ve devlet tarafından istihdam edilenler (köprücü, derbentçi, madenci, tuzcu, atmacacı vs.) idi[57].

XVII. yüzyılın ortalarında Gümüşhane kazasında meskûn ahalinin madenci oldukları göz önüne alındığında hemen hemen hepsinin askerî sınıf mensubu olduğu ifade edilebilir. 1643 yılında kaza genelinde hükümdarın otoritesini temsil eden ehl-i örf ve ehl-i şer‘in oranı % 9 idi. Ehl-i örf, kaza nüfusunun % 8’ini teşkil etmekteydi. Bu sınıfın üyeleri arasında; yeniçeriler, dergâh-i âli sipahileri, kale muhafızları ve timarlı sipahiler vardı. Ümeranın kaza genelinde mevcut olduğu köyler; Pardı, Çarık, Mastıra, Göçlüd, Edise, Sarupişke, Hudura, Semara, Muzana, Niveyne, Mandere, Taysa, Balahor, Zega, Afukesin, Haviyana, Mavernas, Avliyana, Fadigar, Macara, Erikli, Atgöni, Sümükli ve Beşkilise’ydi[58].

Kazada yeniçerilerin mevcudu ağırlıktaydı. Genellikle Canca şehrinde bulunan yeniçeriler, Hakaksa, Akçakala ve Kurum gibi köylerde de mevcutlardı[59]. Kazada diğer ehl-i örf grubu, dergâh-i âli sipahileriydi. Ekseriyetle Canca şehrini tercih eden sipahiler, muhtelif köylerde de bulunmaktaydı. Timar sistemindeki değişim nedeniyle ehl-i örf tâifesinin dikkat çeken unsurlarından birisi de timarlı sipahilerdi. Mevcutları fazla olmakla birlikte timarlı sipahiler daha ziyade Canca şehri ile Colaşana köyündeydiler[60].

Kale muhafızları (merd-i kal’a) dizdarının idaresindeydiler. Canca kalesi dizdarı, Canca şehrindeki bahçelerde meskûn iken Torul kalesi dizdarı Zirmud köyünü tercih etmişti[61]. Anlaşılacağı üzere genellikle görevli oldukları kalelerin etrafındaki ve yakınlarındaki yerleşim birimlerini yeğlemişlerdi.

Önceleri ehl-i örf taifesi içerisinde aktif olarak hizmet verip zaman içerisinde pasif hale gelen mütekaidler (emekliler) ve görevleri belirlenemeyen sair unsurlar da vardı[62].

Gümüşhane kazasındaki askerî sınıfın bir başka zümresi ehl-i şer‘ tâifesiydi. Kaza nüfusunun % 1’ini teşkil eden ehl-i şer‘in büyük çoğunluğu, Canca şehrindeydi. Şehirde iki tane cami olmasına karşılık sadece Süleyman Han Camii’nin personeli belliydi. Burhan Efendi Camii yeni yapıldığından hizmetlileri hakkında fazla bilgi olmamakla birlikte personel giderleri halktan karşılanmaktaydı. Harşere ve Zirmud köylerinde meskûn dervişler hakkında ilgi çekici kayıtlar vardı. Harşere’de Tahir Dede için “duasından istimdad olunacak kimse” olarak bahsedilmekteydi. Zirmud’da ise İbrahim için “Çağırgan Baba” dervişlerinden olduğu ifade edilmekteydi. Gümüşhane’deki tek zaviye Fadigar köyünde olup iki zaviyedarı bulunmaktaydı. Torul Camii’nin imam ve hatibi, kale muhafızları gibi Zirmud köyündeydiler[63].

b. Reâya: XVII. yüzyılda Gümüşhane kazasının sosyal yapısı içerisinde maden mukataasının yöneticileri ön plana çıkmaktaydı. Bölgenin sosyalekonomik yapısında etkili olan madenler, bazen emanet bazen de iltizam olarak tasarruf edilmekteydi. İster emin olsun isterse mültezim olsun, mukataayı idare edecek olanlarda aranan temel özellikler; herkes tarafından kabul edilen bir kişi olması yani ahalî-yi madene evlâ ve enfa‘ olmalıydı[64]. Mukataa yöneticileri, madenden cevherin çıkarılması, muhafaza edilmesi, kapılarının mühürlenmesi, çıkarılan gümüş miktarının tespit edilmesi ve bunların yazılı olarak ilgili makama bildirilmesinden mesuldüler[65]. Vergi gelirini toplamayı belirli bir yıllık bedel ile üzerine alan mültezim, belirli bir ekonomik güce ve nüfuza sahip olduğundan kazanın önde gelen simalarındandı.

Osmanlı toplum yapısı içerisinde vergi ödemekle mükellef reâya, ya ekonomik durumundan ya da sair hizmetlerinden ötürü askerî sınıftakiler gibi bir takım haklara sahip olabilirdi. Maden hizmetindeki ahali hizmetleri karşılığında ilk andan itibaren askerî statüde kabul edilerek bir takım mükellefiyetlerden muaf tutuldular. Maden ocakları için gerekli odun ve kömürü temin etmek, cevher çıkartmak, işletmek ve nakletmek madencilerin hizmetleriydi. Bu hizmetleri karşılığında Gümüşhane madencileri hakkında; kaza-yı mezbûre ahalîsi kadîmden Canca ma‘deninde demürci ve kömürci ve tomrukcı olub ma‘den hidmetinde olmakla hidmetleri mukâbelesinde avârız-ı divanîyeden ve nüzûldan ve tekâlif-i ‘örfiyenin cümlesinden mu‘âf ve müsellem olub denilmekteydi[66]. Anlaşılacağı üzere madenci reâyâ hizmetleri karşılığında avârız-ı divaniyye ve tekâlif-i örfiyye kapsamındaki vergilerden muaflardı.

Ehl-i örf‘ ile ehl-i şer‘in dışındaki halk, ekseriyetle maden işleri için istihdam edildi. Öyle ki ahalinin bir kısmı madenlerdeki cevherin çıkarılması ve işlenmesine gayret sarf ederken bir kısmı da kömürün ve tomruğun sağlanması hususunda görevlendirildi. Madenlerde demircilik yapanlar, işlenen madenlerin güvenli bir şekilde nakledilmesine çalışan derbendcilerin ve köprücülerin yanı sıra sair işleri yerine getirenlere de muafiyet verildi[67].

Gümüşhane kazasında; Canca, Kurom, Cezre ve Simera adında dört maden merkezi vardı. Kaza halkı, maden merkezlerine yakınlıklarına göre istihdam edildiler. Elbette ki yetenekleri ve kapasiteleri ölçüsünde değerlendirilerek iş bölümü oluşturulurdu. Sorumluluğun paylaşımı konusunda yani madenin çıkarılmasından işlenmesine kadar olan süreçte, bilgili ve yetenekli olanlar dışında herhangi bir ayrım söz konusu olmadı. İster Müslüman olsun ister Gayr-i Müslim olsun bireysel becerilerinin dışında herhangi bir ayrıma tabi tutulmadılar. Maden hizmetinde çalışanların tespit edilmesinde avârız defterlerinden yararlanıldı[68]. Mufassal defterde avârız yükümlülüğünden muaf askerî sınıf mensuplarının yanı sıra madenlerde çalışanlar ile maden yollarında derbendci ve köprücü gibi hizmetleri yerine getirenler kayıtlıydı. Ancak özet avârız defterinde avârızhâne hesabına dâhil edilmeyen muaf zümreler gerekçeleri ile açıkça belirtildiğinden madencilerin belirlenmesinde özet defterdeki bilgiler ölçüt alındı. Fakat bu sefer de madenci mevcudu açısından bir takım farklılıklar ortaya çıktı. Keza üç köy değerlendirme kapsamına alınamadı. 1643 yılında Gümüşhane kazasında bizzat maden işiyle meşgul olan madenciler, % 51’lik bir orana sahipti. Bunların kaza bünyesindeki dağılımı ise aşağıdaki tablolarda verildi.

Madenlerin işlenebilmesi gerekli olan en önemli ihtiyaçlardan birisi kömürdü. Kömürün temininde oldukça sistematik hareket edilirdi. Kömür, madenlere yakın yerlerden ya aynî olarak ya da ahaliye bir takım muafiyetler verilerek sağlanırdı[69]. Gümüşhane kazasındaki madenler için gerekli kömür, muafiyet uygulaması tatbik edilerek karşılanırdı. Kaza genelinde % 12’lik bir orana sahip kömürcüler, madenler için kömür sağlamışlar ve avârız-ı divaniyye ve tekâlif-i örfiyye vergisinden muaf olarak askerî statü kazandılar.

Madenler açısından kömür kadar önemli bir diğer malzeme tomruktu. İhtiyaç duyulan bu levazımın temini tıpkı kömürde olduğu gibi kaza halkınca sağlanırdı. Tomrukçuların mevcutları fazla olmamakla birlikte edâ-yı hidmet eyledikçe avârız-ı divaniye ve tekâlif-i ‘örfiyyeden muaf olmak üzre[70] denildiğinden, muaf oldukları anlaşılmaktadır.

Kaza bünyesinde askerî statüde olan derbendciler ve köprücüler vardı. Derbendciler, dağlık bölgelerde geçitleri korurlar ve geçenlerin selametini sağlarlardı. Önemli ticaret ve askerî kavşak noktaları ile dağların geçit verdiği yerler derbend mahalleleriydi[71]. Gümüşhane stratejik açıdan olduğu kadar madenlerden dolayı iktisadî ehemmiyete sahip olduğundan derbendciler istihdam edildiler. Gümüşhane’nin dağlık yapı göz önüne alındığında önemli geçit noktalarındaki köyler, derbendci olarak görevlendirildiler. Maden yollarının mesuliyeti onlara aitti. … Akçakal’a ahalisi zikr olınan Kurom madenin yollarına hidmet itmekle taahhüd itmeğin ve taahhüdleri hüccet olınub ol-vechile hidmet itmeleri mirîye ve fukaraya nafî olmakla hidmetlerinde taziratları olmadıkça avârız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiyyeden muaf olmak üzre…[72] şeklindeki ifadeden maden yollarını korunmaya çalışmaktaydılar. Derbendciler, sorumlu oldukları mıntıkalardaki köprülerin işlev görebilmesine dikkat ettiler. Bu yüzden hem derbedci hem de köprücü olarak hizmet verdiler.

Madenlerde demircilik yapan Muzana köyü ile mezraalarında meskûn ahali, muafiyet tanınan bir diğer zümreydi. Gümüşhane’de fakirler, kimsesizler, bedensel özürlüler, hastalar ve avârız ödemeye yeterli toprağı olmayanlar ile avârız yükümlülüklerini bir takım kamusal hizmet vererek yerine getirenler de muafiyet verilen unsurlardandı. İlgi çeken bir husus ise hizmeti belli olmamasına karşın muaf olanlardı. Bunlar için ne makule hidmete ta‘yîn olındığı ma‘lum olmayan[73] ibaresi kullanılmakla birlikte ister Müslüman olsun isterse Gayr-i Müslim olsun muaf statüsü içerisinde yer aldılar.

Madenci halkın en önemli gelir kaynağı, madenlerden elde ettikleriydi. Gerek bakır ve gerekse gümüşten devlettin hakkı olan pay ödendikten sonra geri kalan madencilerindi. Madenciler bunları dilediği gibi tasarruf edebilirdi. Ancak kimi zaman madencilerin tasarrufları ciddi sorunlara neden olurdu. Madenciler, ellerindeki madenleri gayr-i resmî yollardan değerlendirmek istemeleri bir takım tedbirlerin alınmasını zorunlu kıldı. Kaçakçılığın engellenmesi yönünde devletin tavrı netti. Ma‘den-i mezbûre re‘âyâsı kadîmü’l-eyyâmdan ihrâc eyledikleri gümüş ve bakırın sûb-ı mirîsi alındıkdan sonra kalan bakırı ve gümüşü âhere füruht olmamak içün[74] ibaresinden de görüleceği üzere Osmanlı idaresi hassas bir tutum içerisindeydi. Madencilerin gümüş veya bakırın sûb-ı mirîsi yani 1/7’sini devlete vermeleri ve kalanını da başkalarına satmamaları açıkça ifade edilmektedir. Buna rağmen genel kaideye aykırı davranışlar zaman zaman sergilendi. Hükümet; gümüş veya bakırdan devletin hakkı alındıktan sonra kalanların başkalarına satılmayarak eskiden olduğu gibi değerlendirmelerini madencilere katı bir dille ikaz ederdi[75].

Osmanlı şehir yaşantısında hem halkın temsilcisi hem de devlet hükümlerinin takipçisi eşraf ve ayândı. Genel anlamda şehrin önde gelenleri olarak bilinen bu grup; zengin tüccardan, yaşlı ve emektar esnaftan, ulemâ, şeyh, imam ve hâtip gibi din adamlarından oluşurdu[76]. Gümüşhane’de ayân ve eşrafı kimlerin teşkil ettiği, statüleri ve malî durumları hakkında bir bilgi yoktur. Bu konuda sadece Evliya Çelebi, ayan-ı vilayet tarafından karşılandığından bahsetmektedir[77].

D. Kazanın Ekonomik Yapısı:

1. Gelir Kaynakları:

a. Canca Maden Mukataası:

Madenler; hazinenin gelir kaynaklarından olup coğrafî sınırları, vergi türleri ve miktarları belirli mukataalar haline getirilirdi[78]. Hazinenin seçkin gelir kaynağı olduğundan madenlerin düzenli bir şekilde işleyebilmesine olabildiğince ihtimam gösterilirdi[79]. XVII. yüzyılın “en mücessem ve muazzam mukata‘alardan” birisi olan Canca mukataası; altın, gümüş ve bakır gibi madenlerin çıkarıldığı önemli gelir kaynaklarındandı.

Osmanlılar, gelir kaynaklarına ait vergilendirme prensibini temelde iki usul çerçevesinde gerçekleştirirlerdi. Hemen her devlette görüldüğü üzere maaşlı memur kadroları ile vergilendirme yapılabildiği gibi özel müteşebbislere belirli şartlar dâhilinde vergi toplama işi devredilirdi[80]. Malî ihtiyaçlar açısından vazgeçilmez bir metot olarak benzeri iktisadî şartlar içindeki devletlerde az veya çok değişik şekilleri ile uygulanan iltizam usulü, timar sistemi ile bir bütünü meydana getirerek birbirini tamamladığı gibi aynı zamanda çatışan iki temel unsur olarak yan yana var oldu. İltizam usulünün oluşmasındaki temel faktör, devletin artan masraflarını karşılamak gayesiyle vergi haklarını süratle nakdî mekanizmasının içine katmak zaruretiydi[81].

XVI. yüzyılda Canca mukataasının yıllık geliri 1515 ve 1520’de 20 000 akçe iken 1572’de 120 000 akçeydi[82]. Mukataa, kimi zaman emanet kimi zaman da iltizam olarak tasarruf edildi. XVII. yüzyıldaki koşullar, mukataanın iltizam olarak verilmesini zorunlu kıldı. 1615–1616 yıllarında Torul, Kovanis ve Yağmur Deresi kazalarına ait cizye vergileri ile birlikte mukataanın toplam 2 500 000 akçe geliri vardı[83].

1622 yılında Canca ve tevabi mukataasını için yapılan müzayedede yıllık 2 700 000 akçe olan geliri, 3 100 000 akçeye çıkarıldı. Ancak mukataa için rekabet devam ettiğinden yıllık geliri bir ara 3 300 000 akçe olduysa da nihayetinde 4 000 000 akçeye yükseldi[84].

XVII. yüzyılın ortalarına doğru mukataa, iltizam-ı sabıkına zarar gelmemek üzre ihyâ ve âbâdân etmek şartıyla Hacı Bey’in tasarrufuna bırakıldı[85]. Ancak 1635 yılında sözüne sadık kalmadığı anlaşılınca Hacı Bey ile olan anlaşma feshedildi. Aynı yıl mukataa, Mültezim Sanos’a verildi[86]. Mukataanın 1635’te 25 000 / 2 000 000[87], 1636’da 30 000 / 2 400 000 ve 1637’de 35 000 / 2 800 000 kuruş/akçe yıllık geliri vardı[88].

1645 yılında Emin Mehmed, ahalinin tepkisi çekti. Mehmed’in keyfî yönetiminden bıkan halk, artık dayanamayarak padişaha müracaat etti. Bunun üzerine İstanbul’da silahdar zümresinden Hasan, emin olarak tayin edildi[89]. 1649 yılında Rumların madenler üzerindeki nüfuzunu kırmak için mahalli bir bey tarafından Ermeni Sanos’un mültezim olarak atandığı iddia edilmektedir[90]. Ballian, konu ile ilgili olarak gayet iddialı bilgiler vermesine karşın, bu bilgilerin kaynağını belirtmemektedir. Yazar, ifade ettiği üzere Rumların nüfuzu kırılacak ise Sanos’un 1649’dan önceki mültezimliğini nasıl izah edecektir. Bu arada dikkati çeken bir diğer nokta ise mültezim olabilmek için mahalli beyden ziyade merkezî idarenin tavrı yani maliyenin belirleyici olduğudur. Bu da göstermektedir ki yazar, verdiği bilgiler konusunda yeterli bir bilgi birikimine sahip değildir. Öyle ki Sanos’un mültezim olabilmesi için Gümüşhane kazasının hemen hemen hepsi kader birliği yapmıştı. Kasabanın ayanı ve eşrafı, darphâne ile madende çalışan üstadlar ve işçiler hep birlikte yeni mültezimleri Zülfikar’dan memnun olmadıklarını, Sanos’un mültezim olmasını teklifler etmişlerdi. Böylelikle Sanos, mültezim olabilmişti[91].

Mukataa gelirleri genelde hazineye gönderilirdi. Bununla ilgili olarak; vâki olan mahsûlât zabt ve rabt ve zamanıyla lazım gelen irsâliyesi teslîm-i hâzine[92] denilmektedir. Ancak doğu bölgelerindeki mukataa gelirleri, doğrudan hazineye dâhil etmek yerine adem-i merkeziyetçi bir tutum izlenerek mevcut masraflara tahsis edilerek muhtemel bir para sıkıntısının önüne geçilmeye çalışılırdı[93]. Keza 1623 yılında Erzurum kalesindeki askerlerin maaşları için Canca mukataasının geliri tayin edildi[94]. 1635’te Revan kalesindeki askerlerin maaşlarının bir kısmı Canca mukataasından ödendi[95]. 1662’de Azak nehri yakınlarında inşa edilen kaledeki askerlerin maaşlarına ile zahire masraflarına Canca mukataası tahsis edildi[96].

Canca mukataası ile ilgili zaman zaman arşiv kayıtlarında tevabi mukata‘ası ibaresi kullanılmaktadır. Ancak Canca’ya bağlı öğelerin neler oldukları konusunda açık ifadelere tesadüf olunmamakla birlikte işlevini sürdüğü müddetçe darphâne, mukataaya ait kalemlerdendi[97]. Canca darphânesi, bilhassa doğu bölgelerindeki piyasanın para ihtiyacını karşılayan önemli bir müesseseydi. Darphanede ki para basımı, XVII. yüzyılın başlarına kadar devam etti[98]. 1617’de darphâne, iltizam olarak bir Gayr-i Müslim’in tasarrufunda iken aynı yıl dergâh-ı âli sipahilerinden İbrahim Bey adındaki emine havale edildi[99]. 1634–1635 ve 1647 yıllarına ait kayıtlarda darphâne, Canca mukataası ile birlikteydi[100]. Yüzyılın ortalarında darphâne işlemez bir haldeydi[101].

Darphâne, XVII. yüzyılın ortalarından itibaren fonksiyonunu kaybetti. Darphânenin atıl duruma düşmesinde bir takım nedenlerin olduğu kuşkusuzdur. Özellikle Amerikan gümüşlerinin Osmanlı piyasasına girmesiyle birlikte darphâneler için lüzumlu madenlerin tedarik edilememesi ve ayarı düşük paraların basılması üzerine belli başlı merkezlerin dışındaki darphâneler kapatıldı[102]. Dolayısıyla Canca darphânesinin de bu süreç içerisinde kapatıldığı söylenebilir.

2. Vergi Gelirleri

Osmanlı Devleti’nde kırsal kesimde yaşayan reâyanın ekonomisi tarıma dayalıydı. Devletin arazisini tasarruf ederek ziraî üretimi gerçekleştiren reâya, işlediği arazi karşılığında ve/veya statülerine göre; “çift”, “bennâk”, “caba”, “mücerred”, “ispence”, “bive”, “dönüm” ve “duhan” gibi vergiler öderdi[103]. Şehirli reâya, devlet arazisini ziraî üretim yerine ikamet etmek, ticarî ve sanayî etkinlikler için kullanırlardı. Böylelikle reâyâ devletin ihtiyaçları için avârız-ı divâniyye kapsamında avârız, nüzul ve sürsat gibi örfî vergileri öderlerdi[104]. Gerçi kırsal kesimdeki belirli bir emlak veya araziye sahip olan reâyadan da avârız-ı divâniyye kapsamında vergiler alınırdı[105].

Bâtûm beğlerbeğîsine ve Erzurûm defterdârına ve Torûl kâdısına hüküm ki kazayı mezbûre ahalisi kadimden Canca ma‘deninde demürci ve kömürci ve tomrukcı olub ma‘den hidmetinde olmakla hidmetleri mukabelesinde avârız-ı divaniyeden ve nüzuldan ve tekâlif-i örfiyenin cümlesinden muaf ve müsellem olub…”[106] ibaresinden anlaşılacağı üzere Gümüşhane kazasında ahali, hizmetlerinden ötürü avârız-ı divâniyye kapsamındaki vergilerden muaftı.

a. Cizye: Gayr-i Müslim tebaanın askerî hizmetlerine karşılık, 14-75 yaşları arasında bir takım şartlara haiz sağlam erkek nüfustan alınan şer‘i bir vergiydi[107]. Cizyeden belirli bir gelir düzeyine sahip Gayr-i Müslimler yükümlüydü. Gelir düzeyi düşük ya da yetersiz olanlar, rahipler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve bedensel özürlülerden vergi alınmadı. Ayrıca kamu hizmetindekilerden de cizye talep edilmedi[108].

Osmanlı hazinesinin önemli gelir kalemlerinden sayılan cizye, bizzat İstanbul’dan gönderilen memurlar tarafından toplatılırdı[109]. Cizye, nefer başına alındığı gibi karşılıklı anlaşma sonucunda “ber vech-i maktu” şeklinde sabit ve değişmez bir meblağ tespit edilerek de tahsil edilirdi[110]. Şer‘i kaidelere göre miktarı belirlenen cizye için hâne veya kişiler; “alâ”, “evsât” ve “ednâ” şeklinde ekonomik güce göre gruplandırılırdı[111]. Genelde ekonomik güce göre tahsil edilen cizye, bazı durumlarda herhangi bir gruba ayrılmaksızın herkesten eşit olarak toplanırdı[112]. Yılda bir defa ödenen vergi, halka kolaylık olsun diye iki taksit halinde alınırdı[113].

XVI. yüzyılda Gümüşhane kazasında cizye toplanılmaktaydı. Hatta Kanunî Sultan Süleyman zamanında hane başına 25-30 akçe toplanılan vergi, zaman içerisinde arttırıldı. Bu durum yani vergi artışı zaman zaman ciddi sorunlara neden oldu[114]. XVII. yüzyılda kaza içerisinde ne kadar cizye tahsil edildiğine dair bilgilere tesadüf olunmamakla birlikte 1643 yılında cizye ödemekle mükellef 916 nefer olduğu belirlendi[115]. Hatta 1647 yılında ise cizye veren nefer sayısı 917 idi[116].

3. Ehl-i Sanayi (Esnaf Teşekkülleri):

XVII. yüzyılın ortalarında Gümüşhane kazasında halk, ekseriyetle maden işleri ile meşguldü. Madencilikle uğraştıkları için vergiden muaf tutuldular. Bunun yanı sıra kaza ile yapılan incelemelerde meslek mensubu bir takım kimselere tesadüf edildi. 1643 yılında şehir merkezinde 35, Herek ve Söğüd-ili köylerinde birer meslek mensubu belirlendi. Meslek mensuplarının çoğunluğunu Gayr-i Müslimler teşkil etmekteydi[117].

Gümüşhane kazasında esnaf sayısı fazla olmamakla birlikte şehir merkezinde yoğunlaştıkları görülmektedir. On sekiz iş kolunun olduğu kazada belirlenen esnaf, dokuz kategoride tasnif edilmiştir. Dokuz kategoride tasnif edilen esnaf, özellikle küçük ölçekli ve deri sanayindeydi.

I. Deri Sanayi: Papuçcu, Sarrâç, Semerci ve Tabbağ.

II. Dokuma Sanayi: Hayat/Derzi ve Hallaç.

III. Gıda Sektörü: Bozacı ve Sucu.

IV. İnŞaat Sektörü: Kürekçi.

V. Küçük Ölçekli Sanayi: Demirci, Kazâncı/Bakırcı, Kuyumcu, Mumcu ve Nalband.

VI. Sağlık ve Temizlik Sektörü: Berber.

VII. Ticaret Sektörü: Eskici.

VIII. Ziraat ve Hayvancılık Sektörü: Eşiçi.

IX. Diğer: Hancı.

4. Ziraî Üretim

Sinai öncesi toplumlarda olduğu gibi Osmanlılarda da ekonominin temeli, hukukî ve malî hususiyetleri kanunnâmelerle tayin edilen ziraî üretimdi. Ziraî hayat, sadece kır iskân sahalarında değil, kasaba ve hatta şehirlerde yaşayanları yakından ilgilendirirdi. Topluma egemen olan ziraat, XV. ve XVI. yüzyıllarda Gümüşhane ekonomisinin temelini teşkil ettiği tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır[118]. XVII. yüzyılın ortalarında Gümüşhane’deki zirai durum hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Döneme ait arşiv kayıtları ve seyyahların anıları, tatmin edici boyutta bilgiler içermemektedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren madenlerin çalışma kapasitelerinin artması ile birlikte kaza halkı genellikle madencilikle meşguldü. Gümüşhane şehrinde seksen iki bahçenin olmasına karşın ne tarzda zirai üretimin yapıldığına dair herhangi bir bilgi yoktu. Bununla birlikte aslında şehir merkezinde meskûn olup civardaki Hakaksa, Harşere, Akçakala, Hasköy, Semara ve Colaşana köylerinde ziraatla uğraşanlar vardı.

Sonuç

Osmanlı idaresine geçişinde küçük bir yerleşim olarak karşımıza çıkan Gümüşhane/ Torul, XVII. yüzyılda iktisadî açıdan önemli bir konuma geldi. Hatta yüzyılın ortalarına doğru Gümüşhane’ye gelen seyyah Evliya Çelebi, ülkenin en mücessem ve muazzam mukataalarından birisi olduğuna dikkat çekmektedir. Elbette Gümüşhane’nin mamur ve müstahkem bir konuma gelmesinde Osmanlı idaresinin etkisi tartışılmazdı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında yapılan yatırımlar, zaman içerisinde meyvelerini vererek hazine için önemli bir kaynak oluşturdu. Madenlerin verimli bir şekilde işletilmesi için imar faaliyetlerinin yanı sıra iskân siyaseti de etkili bir şekilde tatbik edildi. Bu faaliyetler neticesinde etkin hale gelen madencilik sektörünün XVII. yüzyıldaki durumunu dolayısıyla Gümüşhane’nin sosyo-ekonomik durumunu ortaya çıkartabilmek gayesiyle avârız defterleri esas alınarak idari, sosyal ve ekonomik pozisyonu ayrı ayrı değerlendirildi.

Osmanlı tarihi için bir dönüm noktası teşkil eden XVII. asırda, timar sisteminin eski önemini kaybetmesiyle birlikte avârız vergisi, merkezî maliye açısından giderek ön plana çıktı. Böylelikle avârız vergisinin tahsili açısından önem arz eden avârız tahrirleri yapılmaya başlandı. Mufassal olarak hazırlanan avârız defterlerinde yerleşim birimlerindeki avârız vergisini ödeyebilecek haneler yer almaktaydı. 1643 yılında Gümüşhane kazasında da avârız sayımı yapıldı. Kaza ahalisi herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan mufassal avârız defterine kaydedildi. Avârız yükümlülüğünden muaf askerî sınıf mensuplarının yanı sıra madenlerde çalışanlar ile maden yollarında derbendci ve köprücü gibi hizmetleri yerine getirenler, deftere yazıldı. Böylelikle daha önceden raiyyet statüsündekilerin tasarrufunda bulunan ve avârız yükümlülüğü açısından temel alınan toprakları tasarruf edenler tespit edildi. Ancak muaf zümrelerden vergi alınmadığı dahası avârızhâne hesabına dâhil edilmediği ise özet avârız defterinden anlaşılmaktadır.

İdarî açıdan Trabzon, malî açıdan Erzurum’a bağlı olan Gümüşhane, XVII. yüzyılda demografik açıdan kısmen büyümesine devam etti. Önceki yüzyıla oranla daha kısır bir görüntü çizmesinde Osmanlıların iskân siyasetinin etkili olduğu söylenebilir. Civardaki yeni maden yataklarının işletilmesi için yetenekli madencilerin göç ettirilmeleri Gümüşhane’nin nüfusunu etkiledi. Madenci halk, öncelikli olarak bireysel yetenekleri ve bulundukları yere yakın maden merkezlerine göre istihdam edildiler. Madenci olma konusunda beceri ve yeteneğin dışında herhangi bir ayrım olmadı. Halk, hizmetlerinden ötürü avârız-ı divaniyye kapsamına giren bir takım vergilerden muaftı. Dolayısıyla Osmanlı toplum yaşantısında görülen sınıflandırma içerisinde askerî sınıf mensupları olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaza içerisinde askerî sınıf üyelerinden ehl-i örf ve ehl-i şer’ kaza nüfusunun, %9’luk bir orana sahiplerdi.

XVII. yüzyılın ortalarında Gümüşhane kazasının nüfusu, XVI. yüzyılın sonlarına oranla düşüktü. 1583 yılında tahminen 22 000 civarında nüfus mevcut iken 1643’te nüfus yarı yarıya düşerek 10 000’lere geriledi. Kaza genelinde bu denli düşüşün yaşanmasında Şark seferleri, Celali isyanları ve Abaza Mehmed Paşa isyanlarının olumsuz yönde rol oynadığı düşünülmektedir. Devrinin en seçkin maden rezervlerine sahip olan Gümüşhane’nin temel ekonomisi madenciliğe dayalıydı. Kaza nüfusunun büyük çoğunluğu madencilik sektöründeydi. Ziraî üretim, hayvancılık ve ticaret, madencilik kadar etkili alanlar değildi. Madenciler, işledikleri madenlerden devletin hakkını ödedikten sonra kendi paylarını değerlendirerek geçimlerini sağladılar. Madenlerin atıl duruma düşmemeleri ve madencilerin mağdur olmamalarına özen gösterildi. XVII. yüzyılda daha etkin olan iltizam uygulaması, Gümüşhane’deki maden mukataası için de çoğunlukla tatbik edildi.

Dipnotlar

  1. Oktay Özel, “Avârız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik, Ed. Halil İnalcıkŞevket Pamuk, Ankara, 2000, s.35.
  2. Mehmet Öz-Fatma Acun, Orta Karadeniz Tarihinin Kaynakları VII Karahisar-ı Şarkî Sancağı Mufassal Avârız Defteri (1642-1643 Tarihli), Ankara, 2008, s.XVII.
  3. Mehmet Öz, Orta Karadeniz Tarihinin Kaynakları VIII Canik Sancağı Avârız Defteri (1642), Ankara, 2008, s.XIII.
  4. Linda Darling, Revenue-Raising and Legitimary Tax Collection and Finance Administration in the Ottomon Empire 1560-1660, Leiden, 1996, pp.100-108; Linda Darling, “Mali Belgeler ve Osmanlı Tarihi; Yeni Binyıl İçin Bazı Hedefler”, Osmanlılar III, Ankara, 1999, s.137-138.
  5. Öz- Acun, Karahisar-ı Şarkî Sancağı Mufassal Avârız Defteri, s.XXIII; Öz, Canik Sancağı Avârız Defteri, s.XV.
  6. Metin Tuncel, “Gümüşhane”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (bundan sonra DİA.) XIV, s.273.
  7. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih III, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara, 1999, s.167–168; İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman VII. Defter, Haz. Şerafettin Turan, Ankara, 1991, s.465–466.
  8. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (bundan sonra BOA.) Maliyeden Müdevver Defter (bundan sonra MAD.) 644 s.2; BOA. Kamil Kepeci Mevkufat (bundan sonra KKM.) 2601 s.1; BOA. MAD. 4402 s.100; BOA. MAD. 2929 s.2.
  9. Gümüşhane’nin tarihi süreç içerisinde Argyrpolis olarak isimlendirilmesi tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Selahattin Tozlu, “Gümüşhane’nin Adı Hakkında (Siyasi Tarih ve Yerleşme Tarihi Bakımından), Karadeniz Tarihi Sempozyumu (25-26 Mayıs 2005) I. Cilt, Başlangıçtan 20. Yüzyıla, Trabzon, 2007, s.347-372; Süleyman Çiğdem, Gümüşhane Bölgesinin Tarih ve Arkeoloji Araştırmaları, Erzurum, 2008, s.31-32.
  10. BOA. MAD. 828, s.178.
  11. Halil İnalcık, The Ottoman Empire, The Classical Age 1300–1600, London, 1997, s.150; Dündar Aydın, Erzurum Beylerbeyliği ve Teşkilatı, Ankara, 1999, s.87–88.
  12. Bilgehan Pamuk, “XVII. Asırda Gümüşhane (Canca) Maden Mukataasına Dair Bazı Bilgiler”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sayı. 30, Erzurum, 2006, s.169.
  13. Selahattin Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, Erzurum, 1998, s.62.
  14. Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadri) Efendi, Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadri) Efendi Tarihi (Metin ve Tahlîl) II, Haz. Ziya Yılmazer, Ankara, 2003, s.180.
  15. Kâtib Çelebi, Kitab-ı Cihannüma, İstanbul, 1145, s.422.
  16. Trabzon Şeriyye Sicilleri (bundan sonra TŞS.) 1817, s.8b-92b; TŞS. 1818, 11a,33a,105a;
  17. BOA. MAD. 7589 s.21; BOA. MAD. 3458 s.17,47; BOA. MAD. 2742 s.150; BOA. MAD. 5568, s.190; BOA. MAD. 7343, s.11,18–19; BOA. MAD. 3779, s.2; BOA. MAD. 4383, s.26, 114, 186; BOA. MAD. 4402, s.100; BOA. MAD. 657, s.179; BOA. MAD. 1423, s.10; BOA. Kamil Kepeci (bundan sonra KK.) Büyük Ruznamçe Kalemi (bundan sonra BRK.) 1926, s.2-11; “Erzurum eyâletine tabi‘ Ma‘den-i Canca Mukata‘ası tevâbi‘….”, BOA. MAD. 6269 s.171; “…. bilfiîl Erzurum defterdârı olan Mehmed dame ikbalihû bundan âkdem kendüye Erzurum defterdârlığı sadaka ve inâyet oldıkda Canca ve tevâbi‘ mukata‘a …..”, BOA. MAD. 7589, s.75; “Erzurum aklâmına tâbi‘ ma‘den-i Canca”, BOA. MAD. 3260, s.129.
  18. Baki Çakır, Osmanlı Mukataa Sistemi (XVI-XVIII Yüzyıl), İstanbul, 2003, s.23-24.
  19. BOA. KKM. 2601, s.1.
  20. Hanefi Bostan, XV – XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadî Hayat, Ankara, 2002, s.231- 232.
  21. BOA. MAD. 644, s.2.
  22. BOA. MAD. 644, s.2-68; BOA. KKM. 2601, s.1.
  23. Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi II, İstanbul, 1335, s.213.
  24. Canca’nın Canice-Çanıça-Çaniçe şeklinde telaffuzları vardı. Tozlu, XIX. Yüzyılda Gümüşhane, s.20.
  25. BOA. MAD. 828, s.186; BOA. Tapu Defteri (bundan sonra TD.) 52, s.774; BOA. TD. 387, s.764; BOA. TD. 288, s.522–523,540–541.
  26. Besim Darkot, “Gümüşhâne”, İslam Ansiklopedisi (bundan sonra İA.) IV, s.836; Bostan, a.g.e. s.232.
  27. BOA. MAD. 644, s.2; BOA. KKM. 2601 s.1; Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi II, s.213.
  28. BOA. TD. 288, s.506-541.
  29. Bostan, a.g.e., s.233.
  30. Ömer Lütfi Barkan, “Tarihi Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuası, cilt. X, İstanbul 1956, s.12; İsmet Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazâsı (1520-1566), Ankara, 1990, s.137; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara, 1989, s.55; İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumda Aile, İstanbul, 2000, s.4; Mübahat S. Kütükoğlu, XV ve XVI. Asırlarda İzmir Kazasının Sosyal ve İktisadi Yapısı, İzmir, 2000, s.25.
  31. Halil İnalcık-Donald Quataert, An Economic and Sociel History of the Ottoman Empire, Cambridge, 1994, p.25; Mücteba İlgürel, “Celâli İsyanları”, DİA. VII, s.253-254.
  32. Darling, Revenue-Raising and Legitimary Tax Collection and Finance Administration in the Ottomon Empire, pp.81-82; William Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan 1591-1611, Çev. Ülkü Tansel, İstanbul, 2000, s.10.
  33. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir, Çev. Zeynep Altıok, İstanbul, 2001, s.93.
  34. Cem Behar, “Osmanlı Nüfus İstatistikleri ve 1831 Sonrası Modernleşmesi”, Osmanlı Devletinde Bilgi ve İstatistik, Ankara, 2000, s.67.
  35. Oktay Özel, “17. Yüzyıl Osmanlı Demografi ve İskan Tarihi İçin Önemli Bir Kaynak: Mufassal Avârız Defterleri”, XII. Türk Tarih Kongresi (12-16 Eylül 1994) Kongreye Sunulan Bildiriler, cilt. III, Ankara, 1999, s.738-739; Darling, “Mali Belgeler ve Osmanlı Tarihi; Yeni Binyıl İçin Bazı Hedefler”, s.137-138.
  36. BOA. MAD. 644, s.1-68.
  37. BOA. KKM. 2601, s.1,4.
  38. BOA. MAD. 644, s.16-18.
  39. BOA. MAD. 644, s.18-19; BOA. KKM. 2601 s.1,4.
  40. Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerindeki Sayısal Veriler”, Osmanlı Devletinde Bilgi ve İstatistik, Ankara, 2000, s.21; Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, 1999, s.63.
  41. BOA. MAD. 828, s.178-189.
  42. BOA. TD. 52, s.768-809; BOA. TD. 387 s.764-766; BOA. TD. 288 s.506-541; Bostan, a.g.e, s.236.
  43. Üç köy Trabzon aklamındandı. BOA. MAD. 644, s.65-67.
  44. BOA. MAD. 644, s.1-68; BOA. KKM. 2601 s.1-6.
  45. BOA. Mühimme Defteri (bundan sonra MM.) 30, s.41; BOA. MM. 40, s.54; BOA. MM. 67, s.97.
  46. Darling, Revenue-Raising and Legitimary Tax Collection and Finance Administration in the Ottomon Empire 1560-1660, p.100.
  47. Ömer Lütfi Barkan, “894 (1488/1489) Yılı Cizyesinin Tahsilâtına Ait Muhasebe Bilançoları”, Belgeler, sayı. 1, Ankara, 1993, s.3.
  48. Cevdet Küçük, “Tanzimat’ın İlk Yıllarında Erzurum’un Cizye Geliri ve Reâya Nüfusu”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı. 31, İstanbul, 1978, s.199.
  49. Boris Christoff Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğunda Cizye”, Çev. Şinasi Altundağ, Belleten, sayı. VIII, Ankara 1944, s.623.
  50. Bilgehan Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri: Erzurum, İstanbul, 2006, s.132.
  51. BOA. MAD. 2929, s.2.
  52. BOA. MAD 4402, s.100.
  53. Özer Ergenç, Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara, 1995, s.57.
  54. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi II (1453–1559), İstanbul, 1995, s.84.
  55. Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askeri Kassam Defterleri”, Belgeler, sayı 5-6, Ankara, 1993, s.4; Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi II, s.83.
  56. Halil Sahillioğlu, “Askerî”, DİA, III, s.488; Ergenç, Osmanlı Klasik Dönemi Kent Tarihçiliğine Katkı XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s.126.
  57. Halil İnalcık, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsûmu”, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, İstanbul, 1996, s.49–53; Sahillioğlu, “Askerî”, s.488–489.
  58. BOA. MAD. 644, s.1–68.
  59. BOA. MAD. 644, s.1–68.
  60. BOA. MAD. 644, s.1–68.
  61. BOA. MAD. 644, s.1-68.
  62. BOA. MAD. 644, s.1-68.
  63. BOA. MAD. 644, s.1-68.
  64. “…. bir makbûl kimesne üzerinde emin ta‘yîn olına….”, BOA. MAD. 2765, s.167; BOA. MAD. 7589, s.21.
  65. “…. Gümüşhane ma‘denlerinde kadîmü’l-eyyâmdan mağaralardan ihrâc olınan cevher müfettiş ve emin ma‘rifetleri ile birkaç yerde mahzenlere konılub kapuların müfettiş ve emine mührleyüb ve cevher çıkan mağaraların dahi kapuları kimesne sirka itmesün deyü muhkem sedd olınub tamam-ı mahzenler mimlû oldukdan sonra müfettiş ve emin üzerlerine varub çaşni tutub her sepetden kaç dirhem gümüş hâsıl olduğı sicill olınub badehu mahzenlerde olan cevher kaçar kese kaç sepede düşerse defter ve huccet olub….”, BOA. MAD. 3260, s.4.
  66. BOA. MM. 82, s.62.
  67. BOA. MAD. 644, s.1-68.
  68. BOA. MAD. 644, s.1-68; BOA. KKM. 2601, s.1-6.
  69. Fahrettin Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik (1775-1850), Ankara, 1997, s.171.
  70. BOA. MAD. 644, s.29.
  71. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Derbend Teşkilatı, İstanbul, 1990, s.10.
  72. BOA. MAD. 644, s.29.
  73. BOA. KKM. 2601, s.4.
  74. BOA. MAD. 2742, s.56.
  75. BOA. MAD. 2742, s.34 ; “…. ma‘den-i mezbûre ihrâc olınan bakır ve gümüş sûb-ı mirîleri emin tarafından mirî içün alındıkdan sonra hasıl olan bakır ve gümüş ahere füruht olmayub kadîmden olı geldüğü üzre emine füruht olınub ‘inad ve muhâlefet itdirilmeye….” BOA. MAD. 2742, s.45.
  76. Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri: Erzurum, s.201.
  77. Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi II, s.213.
  78. Şevket Pamuk, 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi 1500–1914, İstanbul, 1993, s.127.
  79. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I, İstanbul, 2002, s.96–97.
  80. Mehmet Genç, “İltizam”, DİA. XXII, s.154.
  81. Mehmet Genç, “Osmanlı Maliyesinde Malikâne Sistemi”, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000, s.102.
  82. Bostan, a.g.e., s.448–449.
  83. BOA. MAD. 5568, s.190.
  84. BOA. MAD. 7589 s.21, 75.
  85. BOA. MAD. 3458, s.17.
  86. BOA. MAD. 3458, s.17.
  87. kuruş 80 akçe, BOA. MAD. 4383, s.26.
  88. BOA. MAD. 4383, s.114.
  89. BOA. MAD. 2765, s.167.
  90. Anna Ballian, “Argyroupolis-Gümüşhane Mining Capital of Pontos”, Editor. Marianna Koromila, The Greeks and The Black Sea from The Bronze Age to the Early Twentieth Century, Athens, 2002, p.340.
  91. BOA. MAD. 7589, s.21.
  92. BOA. MAD. 3458, s.17.
  93. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I, s.104.
  94. BOA. MAD. 7589, s.20.
  95. BOA. MAD. 3458, s.17.
  96. BOA. MAD. 6269 s.171.
  97. Pamuk, “XVII. Asırda Gümüşhane(Canca) Maden Mukataasına Dair Bazı Bilgiler”, s.175.
  98. BOA. MAD. 3260, s.82.
  99. BOA. MAD. 7343, s.11,18–19.
  100. BOA. MAD. 4383, s.186; BOA. MAD. 4402, s.100; “An mâl-ı mukata‘a -ı Gümrük-i Harir-i Erzurum ma‘a tevâbiha darû’d-dârb ve Ma‘den-i Canca ve mukata‘a- ı ma‘den-i Ardanuç”, BOA. MAD. 3779, s.2.
  101. Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi II, s.213.
  102. Halil Sahillioğlu, “Darphâne”, DİA. VIII, s.502.
  103. İnalcık, An Economic and Social History, pp.149-150.
  104. Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi II, s.84-86; Zeki Arıkan, “Kent Tarihleri ve Kaynaklar”, Kent Tarihçiliği Kent Atölyesi, 5-6 Mart 1994, İstanbul, 1994, s.85.
  105. İnalcık, An Economic and Social History, pp.68-69.
  106. BOA. MM. 81, s. 62.
  107. Nedkoff, “Osmanlı İmparatorluğunda Cizye”, s.621; Darling, Revenue-Raising and Legitimary Tax Collection and Finance Administration in the Ottomon Empire 1560-1660, p.101.
  108. Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri: Erzurum, s.295.
  109. Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul, 1995, s.136.
  110. Daniel S. Goffman, “The Maktu System and The Jewish Community of Sixteenth-Century Saffed, A Study of Two Documents From The Ottoman Archives”, Osmanlı Araştırmaları, sayı. III, İstanbul, 1982, p.82.
  111. İnalcık, “Djizya”, p.564.
  112. Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslüman Olmayan Halkın Hukuki ve İçtimai Durumu (1300- 1600), (Ankara Üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1972, s.288.
  113. Ziya Kazıcı, İslam Kültür ve Medeniyeti, İstanbul, 1996, s.272.
  114. BOA. MM. 73, s.362.
  115. BOA. MAD 2929, s.1.
  116. BOA. MAD 4402, s.100.
  117. BOA. MAD 644, s.1-68.
  118. BOA. MAD. 828, s.178-189; BOA. TD. 52, s.768-796; BOA. TD. 387, s.764-765; BOA. TD. 288, s.506- 541; Tapu Kadastro Kuyûd-ı Kâdime Arşivi Tapu Defteri(TKKA. TD.) 29, s.176b-178b; TKKA. TD. 43, s.207a; BOA. TD. 613, s.138-158.