Anadolu’nun Türkler tarafından fethi dünya tarihi açısından önemli bir olaydır. Bu yeni coğrafyaya hâkim olan Türkler, burada ilk anlardan itibaren irili ufaklı bir çok devletler kurmuşlardır. Artuklular, ilk kurulan devletlerden olup, en uzun ömürlülerinden birisidir. Bu Türk devleti, doğu ve güney-doğu Anadolu’da Türk hâkimiyetini yerleştirerek, bölgenin Türkleşmesinde çok önemli bir görev üstlenmiştir. Yine Anadolu’da bu devletle eş zamanlı olarak kurulan Türk devletlerinden birisi de Dânişmendlilerdir. Bu Türk hanedanı da fetihle birlikte yaklaşık bir asır boyunca Karadeniz’den doğu ve güney-doğu Anadolu’ya kadar yayılarak, bu alanlarda hâkimiyet kurup, bölgenin Türkleşmesini sağlamıştır. Anadolu’nun Türklüğü açısından önemli her iki Türk devletinin bu tarihi rolleri sebebiyle birbirleriyle ilişkileri önem kazanmaktadır. Zira bu ilişkiler Anadolu’nun siyasi kaderini etkilemiştir.
Bu iki devlet arasındaki ilişkilerin, kurucuları Artuk Bey ve Dânişmend Gâzî zamanında başlamış olması tahmin edilebilir. Anadolu’nun fethinde önemli görevler üstlenen bu iki Türk komutanının fiiliyatta İç Anadolu, Orta ve Doğu Karadeniz bölgelerinde birbirlerini tamamlayan fetih hareketlerinde bulundukları bilinmektedir. Bununla birlikte, Artuk Bey ile Dânişmend Gâzî’nin ilişkileri hakkında yerli Hıristiyan Bizans, Ermeni ve Süryani kaynaklarında sarih bir bilgiye rastlanmamaktadır. İslâmî kaynaklarda da durum farklı değildir. Konuyla ilgili olarak sadece Dânişmendnâme’de bilgi bulmak mümkündür. Bu bilgilerin çoğu da tarihi gerçeklerle örtüşmemektedir. Buna rağmen, destanda, bahsi geçen bölgelerde Bizanslılara karşı yürütülen fetih hareketleri hakkında bazı bilgiler bulunmakta ve özellikle de ikisinin birlikte mücadele yürüttükleri konusu ön plana çıkmaktadır[1] . Fakat, devrin kaynaklarında bunu doğrulayacak bilgilere rastlamak pek mümkün olmamıştır.
Haçlı Seferlerinin başlaması Anadolu’daki Türk devletlerinin birleşerek ortak düşmana karşı harekete geçmelerini sağlamıştı. Artuklu ve Dânişmendli devletleri bu dönemde ittifak kurarak, Türkiye Selçukluları Devleti ile birlikte Avrupalı Hıristiyan güçlere karşı mücadele etmişlerdi. Birinci Haçlı seferi ile Müslüman Doğu’da Urfa, Antakya ve Kudüs gibi kutsal şehirlerin ele geçirilmesi, burada bulunan Haçlı hâkimiyetinin devamı ve yakın doğudaki diğer bölgelerin de ele geçirilerek başarının katmerleşmesi açısından Avrupa’dan yeni insan kitlelerinin bölgeye ulaştırılması gerekmekteydi. Bu amaçla harekete geçen Papa II. Pascalis (1099- 1118)’in girişimleri sonucu 1100 yılı içerisinde Anse’de, Valence’de ve Poitiers’de konsiller toplanarak Avrupa Hıristiyan dünyasının İslâm dünyasına yeni bir Haçlı seferi düzenlemesi kararı alındı. Bu kararın sonucunda kontlar, dükler ve kilise ileri gelenlerinin komutasında birbirinden ayrı üç ordu toplandı: Birinci orduyu Milano başpiskoposu Anselm de Buis komutasında Lombardlar, kont Etienne de Blois komutasında Fransızlar ve mareşal Konrad komutasında Almanlar; ikinci orduyu Nevers konru II. Guillaume komutasında Fransızlar; üçüncü orduyu ise Aquitania dükü ve Poitou kontu IX. Guillaume komutasındaki Fransızlar ile Bayern herzogu IV. Welf komutasındaki Almanlar oluşturmaktaydı.
Birinci ordu üç ayrı grup olarak yola çıkmış ve 1101 ilkbaharında İstanbul’a ulaşmış; oradan da İmparator Aleksis tarafından hemen Anadolu’ ya geçirilmek suretiyle İzmit ve çevresi ile Yalova yakınındaki Kivetot’daki karargâhına yerleşmişti. Bunlar Haziran başlarında yanlarında Bizans komutanı Tzitas olduğu halde Dânişmendli Devleti’nin önemli merkezlerinden birisi olan ve esir Antakya prensi Bohemond’un hapsedilmiş olduğu Niksar’a doğru harekete geçtiler. Onların bu hareketini İstanbul yakınlarına ulaştıkları andan itibaren yakından takip ettiği anlaşılan Sultan Kılıç Arslan, tek başına mücadele edemeyeceği kadar büyük olan bu yeni Haçlı ordusunun varlığını Dânişmendli hükümdarı Gümüş Tegin’e bildirmişti. Zira, her ikisi için de büyük bir tehdit oluşturan bu yeni düşmanla ancak birlikte hareket edebilirlerse baş edebileceklerinin farkındaydı. Ülkesine doğru yönelen bu büyük tehdit Gümüş Tegin’i endişelendirmiş, bunun üzerine ordusuyla harekete geçerek ortak düşmana karşı Kılıç Arslan ile ittifak kurmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla, tehdidin büyüklüğü karşısında başta Artuklular olmak üzere, Anadolu’daki diğer Türk beylerinin büyük kısmı da bu ittifaka katılmışlardı.
Haçlı ordusu Türkler tarafından boşaltılmış Ankara’ya varıp burayı yıkmış, buradan kuzeye yönelerek Çankırı yolunu tutmuştu. Daha önceden burada konuşlanmış olan Türk kuvvetleri, onların geçtiği yerleri tahrip ederek, kendileri ve hayvanları için yiyecek ve su bulmalarını engellediler. Haçlılar Çankırı’da durmaksızın Amasya’ya doğru yollarına devam ettiler. Gerilla taktiği ile yaptıkları saldırılarla Haçlı ordusunu durmadan yıpratan Türkler, 5 Ağustos 1101 tarihinde Merzifon yakınlarında akşama kadar süren kanlı bir savaştan sonra yenilgiye uğratmayı başarmışlar, Haçlı şefleri karanlıktan faydalanarak en yakındaki Bizans kalesine ulaşabilmek için firar etmişlerdi. Ertesi sabah Haçlı ordusunun peşine düşen Kılıç Arslan, Gümüş Tegin ve Artuklu Belek Gâzî kaçan düşman askerlerini iki gün boyunca takip etmişler ve yakaladıklarını kılıçtan geçirmişlerdi[2] .
Bu büyük zaferin hemen sonunda Fransızların oluşturduğu ikinci büyük Haçlı ordusunun Ankara’dan Konya istikametine doğru ilerlediğinin haberi gelmesi üzerine, savaş artıklarının takibini bırakarak güneye yönelmişlerdi. Bu yeni Haçlı ordusu 6-7 Haziran 1101 tarihinde İstanbul’a varmış, Anadolu yakasına geçerek Kitvetot’ta karargâhını kurmuştu. Tam bu sıralarda üçüncü Haçlı ordusunun da İstanbul’a vardığı ve imparator tarafından Anadolu yakasına geçirildiği anlaşılmaktadır. Her iki ordu birbirlerinden bağımsız olarak hareket etmişlerdi. İkinci Haçlı ordusu birincisinin gittiği yolu takip ederek Ankara’ya varmış, buradan Konya’ya yönelmişti. Bu ordu Konya’ya varmadan önce süratli bir yürüyüşle bölgeye ulaşan Türk güçleri hemen saldırıya geçmişler ve üç gün süren kanlı bir savaş sonunda oldukça zayiat verdirmelerine rağmen sayılarının kalabalık olmasından dolayı yenilgiye uğratmayı başaramamışlardı. Yoluna devam eden Haçlılar, aralıksız Türk saldırılarına uğrayarak kayıplar vermeğe devam etmiş ve nihayet Konya’ya ulaşmayı başarmıştı. Burayı bir gün uğraşmalarına rağmen düşürmeyi başaramayınca fazla oyalanmadan yollarına devam etmişlerdi. Yol boyunca özellikle su kuyularının Türkler tarafından tahrip edilmesi ve yaz mevsiminin dehşetli sıcağı altında bunalarak iyice kuvvetten düşen Haçlılar, Konya’dan yaklaşık 3-4 günlük mesafede bir yerde Türklerin ani bir saldırısıyla bozguna uğradılar (Ağustos 1101). Nevers kontu ve maiyeti kaçmak suretiyle hayatlarını kurtarırken, kalanların tamamına yakını Türkler tarafından yok edildiler[3] .
Bu iki büyük zafere rağmen Haçlı tehlikesi henüz ortadan kalkmış değildi. Zira üçüncü Haçlı ordusu Haziran başlarında ulaştığı İstanbul’da beş haftalık bir duraklamadan sonra İzmit üzerinden Konya’ya doğru harekete geçmişti. Kılıç Arslan, Gümüş Tegin ve Belek, daha Selçuklu topraklarına girmeden bu Haçlı ordusunun varlığından haberdar olmuşlar ve bu ordunun ilerleyişini zorlaştırmak için ilk iki orduya karşı yürütülen taktiğin aynısını uygulayarak, onların geçtikleri güzergâh üzerindeki yerleşim yerlerini boşalttırmış, bütün yiyecek ve suları tahrip ettirmişlerdi. İkinci Haçlı ordusunu yenilgiye uğrattıktan sonra Konya’dan Ereğli’ye doğru geri çekilen Kılıç Arslan ve Gümüş Tegin, burada diğer Türk birliklerinin de katılımı ile güçlenerek, yolda epeyce yıpranmış ve susuzluktan bitkin düşmüş olarak Ereğli yakınlarına kadar gelen üçüncü Haçlı ordusunu Ereğli çayının kenarında Akgöl denilen mıntıkada yenilgiye uğratmayı başardılar (1101 Eylül başları)[4] . Başta liderleri olmak üzere Hıristiyanlardan çok az kişi dağlara kaçmak suretiyle izlerini kaybettirip kurtulmayı başarabildi. Haçlı ordusunun neredeyse tamamına yakını imha edildi.
Artuklu-Dânişmendli ilişkileri sonraki dönemlerde de çeşitli şekillerde devam etti. Harput ve çevresinde hâkim olarak burada bir beylik kuran Belek Gâzî, kısa süre içerisinde hâkimiyet alanlarını oldukça genişletmişti. O, bunu yaparken çevresindeki siyasi gelişmeleri de çok yakından takip etmiş ve kendi emelleri için uygun bulduğu siyasî, askerî adımları atmaktan çekinmemişti. Bu cümleden olarak, I. Kılıç Arslan’ın ölümü ile dul kalan ve oğlu Tuğrul Arslan adına Malatya’yı idare eden karısı ile evlenerek, Haçlı saldırılarına karşı savunmasız kalan bölgeyi hâkimiyet sahası içerisine almıştı. Bununla da kalmayarak Mengüciklere ait Dersim’i işgal edip topraklarını genişletmişti. Bunları yaparken bir yandan da Haçlılarla mücadelesini devam ettirmekteydi. Onun, amcası İlgâzî ile birlikte Haçlılara karşı sefere çıkmasını fırsat bilen Mengücik oğlu İshak, Belek’in topraklarına girerek Dersim’i geri almayı başardı (1118). Haçlılara karşı yürüttüğü seferden dönen Belek, ertesi yıl bu saldırının intikamını alarak Mengücik ülkesinin büyük bir kısmını işgal etti. Belek’e karşı direnemeyen İshak, Trabzon Rum dükası Konstantin Gabras ile müttefik oldu. Bunun üzerine, karşı harekete geçen Belek, Trabzon Rumları ile mücadele halinde olan Dânişmendli Melik Gâzî ile ittifak kurdu. Taraflar arasında Gümüşhane yakınlarında 1120 yılında meydana gelen savaşta Belek Gâzî ve müttefiki Melik Gâzî muzaffer oldular. İshak Bey ve Konstantin Gabras esir düştüler. Gabras 30.000 dinar kurtuluş parası ödeyerek sertbest bırakılırken, İshak Bey, Melik Gâzî’nin damadı olduğu için karşılıksız serbest bırakıldı. Melik Gâzî’nin müttefiki sıfatıyla kendisine danışmadan böyle bir harekete kalkışması Belek’i kızdırmış, sonuçta ikisinin arası açılmıştı. Bu da ArtukluDânişmendli ilişkilerinin gerginleşmesine yol açmıştı[5] .
Dânişmendli devletinin yıkılma aşamasına girdiği dönemde ArtukluDânişmendli ilişkilerinde gerginlik ve savaşların yaşandığı görülmektedir. Harput ve Hısn Keyfâ Artukluları hükümdarı Fahreddîn Kara Arslan ile Mardin Artukluları hükümdarı Necmeddîn Alpı’nın hâcibi ve Sümeysat hâkimi Artuklu Şemseddîn Sevinç’in Mayıs-Haziran 1163 tarihinde Âmid’i kuşatmaları üzerine, buranın hâkimi İnallı Cemâleddîn Şemsülmülûk Mahmûd ile veziri Nîsânoğlu Kemâleddîn Ebû’l-Kâsım Ali bu tehlikeden kurtulmak için çevrede bulunan hükümdarlardan yardım istemişlerdi. Zengin hediyelerle birlikte Âmid’in kendisine tâbi olacağına dair verilen teminat üzerine harekete geçen Yağıbasan, kısa bir süre içerisinde Harput ve Çemişgezek başta olmak üzere, Fahreddîn Kara Arslan’ın topraklarının büyük kısmını yağmaladı. Hesapta olmayan bu olay Kara Arslan’ın muhasarayı kaldırıp Harput’a geri dönmesine sebep oldu (13 Eylül 1163). Yaptıklarını kabul ettirmek için barış teklif eden Yağıbasan, Kara Arslan’ın buna red cevabı vermesi üzerine öfkelenerek Hizan, Karsen ve Telli Patrik’i yağmalayıp, Şumuşki kalesini de zaptettikten sonra ganimetleri ve esirleriyle birlikte Sivas’a geri döndü.
Bu durum üzerine Mardin Artukluları hükümdarı Necmeddîn Alpı ile Bitlis ve Erzen hâkimi Dilmaçoğlu Fahreddîn Devletşah ordularıyla Kara Arslan’ın yardımına geldiler ve Harput’tan Yağıbasan’a bir mektup gönderip, kendisini muharebeye davet ettiler. Yağıbasan’ın onlarla tek başına savaştan çekinmesi üzerine müttefikler ülkelerine geri döndüler. Ertesi yıl 7 Mayıs 1164 tarihinde Fahreddîn Kara Arslan Mardin’e gelerek Necmeddîn Alpı ile görüşüp birlikte Yağıbasan’ın üzerine sefer yapmağa karar verdiler. Fahreddîn Devletşah’ın da kendilerine katılmasıyla birlikte daha da güçlenerek Malatya’ya doğru hareket ettiler. Yollarının üzerinde bulunan Malatya’ya ait bazı kaleleri tahrip edip Sivas’a doğru ilerlemeleri üzerine onları durduramayacağını gören Yağıbasan, şehrini terk ederek, ülkesinin ücra köşelerine çekilmek zorunda kaldı. Müttefiklerin Sivas’a iyice yaklaşmaları Nûreddîn Mahmûd’u harekete geçirerek, duruma müdahale etmesine sebep oldu. Elçisini gönderip, savaşı bırakmaları ve saldırıya geçen Frankları durdurmak üzere yardımına gelmeleri için tarafları ikna ettikten sonra aralarında barış yapılmasını sağladı. Ele geçirdiği bütün ganimetleri, esirleri ve kaleleri tekrar Fahreddîn Kara Arslan’a iade etmek zorunda kalan Yağıbasan, Nûreddîn Mahmûd sayesinde bu mühim tehlikeden kurtulmayı başardı[6] .
Sonraki yıllarda, iki hanedan arasındaki ilişkiler düzelmiş ve bunun sonucunda Kara Arslan’ın kızlarından birisi Dânişmendlilerin Malatya kolunun başında bulunan 15 yaşındaki Ebû’l-Kâsım ile evlendirilmişti (Mayıs 1172). Damat, düğün sırasında attan düşerek ölünce, yerine geçirilen küçük kardeşi Feridun, yarım kalan evliliği tamamlamış ve dul kalan gelin ile evlenmişti[7] .
İlişkilerin düzelmesi sonucu, aynı yıl içerisinde, Selçuklu hâkimiyetinden kurtulması için Dânişmendli meliklerinin imdadına koşulan sefere Hısn Keyfâ Artukluları da katılmışlardı. Nûreddîn Mahmûd, Türkiye Selçuklularının güçlenerek, kendisi için tehlike oluşturmasını önlemek amacıyla, 1172 yılında Mûsul Atabegliği, Hısn Keyfâ ve Mardin Artuklu hükümdarları ile Doğu ve Güney-doğu Anadolu’daki diğer Türk hükümdarlarını da yanına alıp II. Kılıç Arslan’a karşı Dânişmendli meliki Zünnûn’un ülkesine iadesini ve melik Şehinşah’ın hapiste bulunan oğullarının serbest bırakılmasını sağlamak üzere sefere çıkmıştı. Nûreddîn Mahmûd ve müttefikleri ile baş edemeyeceğini gören Kılıç Arslan, onların ortaya koydukları isteklerinin bir kısmı yerine getirmek şartıyla barış yapmıştı. Bu sırada Nûreddîn Mahmûd’un hastalanması ve kış mevsiminin başlaması üzerine, müttefik Türk hükümdarları ordularıyla ülkelerine geri döndüler[8] . Bu sefere Hısn Keyfâ Artuklularını temsilen Kara Arslan veya oğullarından birisi katılmıştı.
Sonuç olarak, Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesinde önemli rol üstlenen Artuklu ve Dânişmendli devletlerinin bir asır boyunca birbirleriyle genelde dostça ilişkiler yürüttükleri, bunun özellikle son dönemlerde olduğu gibi bazen düşmanca şekillere büründüğü anlaşılmaktadır. Görüldüğü üzere, her iki Türk devleti, çevrelerindeki düşman unsurlarla mücadelelerinde bir çok defalar birbirleri ile ittifak içerisine girmişlerdir. Bu cümleden olarak, Anadolu Türklüğü için büyük bir tehdit olan Haçlı saldırılarının önlenmesinde bu iki devlet, bölgedeki diğer Türk devletleri gibi kader birliği etmişler, Belek Gâzî ve Gümüş Tegin Ahmet Gâzî, Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan ile birlikte, birkaç yıl ara ile üzerlerine gelen Haçlı saldırılarını göğüsleyerek, başarısızlığa uğratmışlardır. Bu mücadele, Haçlıların Kudüs’ten Urfa’ya kadar uzayan bölgeleri ellerine geçirerek, burada siyasî ve askerî bir güç haline gelmelerinden sonra da devam etmiştir. Hıristiyan düşman unsurlardan Bizans’ın Karadeniz’deki uzantısı Trabzon Rum Dükalığı’na karşı da birlikte mücadele etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen, çıkarların çatıştığı dönemlerde birbirleriyle mücadeleden de çekinmemişlerdir.