“Kondu elimle başıma aldım belâları Kendimden oldu bana bu [cürm-ü] hatâ diriğ Her kim ki işidirse bu hâli halâs içün Rahmet ana ki kılmaya benden duâ diriğ”
SULTAN CEM
Sayın Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’e*
Fatih II. Mehmed ( 1451 -1481 )’in talihsiz küçük oğlu Sultan Cem’in maceraları hakkında şimdiye kadar pek çok şey yazılmıştır. Bunların bir kısmı, Osmanlı tarihinden derlenmiş bilgilere dayanır[1]. Bir kısmı ise Batı kaynaklarının yardımı ile meydana getirilmiştir[2]. Nihayet bazıları da kaynaklardan veya ikinci el eserlerden toplanan bilgilerin, yazarın kabiliyet ve zevkine göre işlenerek romanlaştırılması suretiyle hazırlanan yayınlardır[3]. Bütün bu irili ufaklı çalışmaların yanı sıra, hiç de az sayılamayacak bir diziyi de Sultan Cem’in portreleri hakkındaki araştırmalar teşkil etmektedir[4]. Bunlar o kadar çok ve o kadar değişik görüşler ortaya koyarlar ki, Sultan Cem’in gerçeğe uygun bir portresinin olup olmadığı ve eğer varsa, hangisinin en doğru resmi olduğu bugün artık anlaşılamaz duruma gelmiştir. Sultan Cem’in portresi konusu karışık ve içinden çıkılmaz bir hale getirilmiş ve bu konu üzerinde hazırlanan son araştırma olan F. Babinger (1891-1967)’in bir makalesi ile de büsbütün çapraşık bir şekle sokulmuştur. Gelecek araştırmalara yol göstermek üzere Sultan Cem’in portreleri meselesini bir defa daha işlemeği lüzumlu gördük. Bu yazımızda Sultan Cem’in kesinlikle belki gerçek portresini onaya koyamayacağız, fakat her halde de, bu konuyu ş'mdiki çapraşık durumundan biraz sıyırmış olacağız.
GİRİŞ
Sultan Cem’in Hayatı ve Maceraları
Sultan Cem[5], Fatih II. Mehmed’in üçüncü oğlu olarak, 23 ocak 1459 günü, Edirne sarayında dünyaya geldi. Annesinin menşei kesinlikle anlaşılamazsa da, Çiçek Hatun adında olduğu bilinir[6]. Cem, on bir yaşına girince 1469’da Kastamonu sancak beyliğine tayin edilmiş ve babası, Uzun Hasan ile savaşmak üzere diğer iki oğlu ile sefere çıktığında İstanbul’da kalmıştır. Bu sırada, Osmanlı ordusunun Akkoyunlulara yenildiği haberi gelince, Cem’in İstanbul’ daki ileri gelenlerden bağlılık yemini almağa girişmesi, onun Osmanlı tahtı üzerindeki isteklerinin ilk belirtisi gibi görülmektedir. Otlukbeli savaşını kazanarak İstanbul’a dönen Fatih’in, bağlılık yeminini verenleri cezalandırışından, oğlunun bu davranışından hiç hoşlanmadığını anlamak mümkündür. Şehzade Mustafa’nın 1474’te ölümü üzerine onun yerine Karaman valisi tayin edilen Cem, bu eyaletin merkezi olan Konya’da zevkli günler geçirmiştir[7]. Fatih’in son yıllarında, Amasya’da vali bulunan Şehzade Bayezıd ile Cem arasında açık bir rekabet başlamış, bazı delillerden anlaşıldığına göre de Fatih, küçük oğlu Cem’i tercih eder bir tutuma kaymıştı. Belki bir hastalık vücudunu kemirdiğinden, belki de bazı iddialara göre zehirlendiğinden, büyük bir seferin ilk hazırlığı sırasında 3 mayıs 1481’de, Gebze yakınında Hünkâr çayırındaki ordugâhında Fatih II. Mehmed ölünce, Bayazıd ile Cem arasındaki rekabet tamamen bir yarışma halini almıştır. Sadrazam Karamanı Mehmed Paşa’nın Cem’i tahta geçirmek için tedbirler almasına rağmen, Bayezıd taraftarları, bu projeyi önlemişler, onlar tarafından alevlendirilen bir ayaklanmada Sadrazam öldürülmüş ve Şehzade Bayezıd’ın da 20 mayıs 1481’de İstanbul’a ulaşıp, tahta sahip olması sağlanmıştır[8].
Cem’in uzun ve ıstıraplı macerası bu andan itibaren başlamış olmaktadır. Ne pahasına olursa olsun Devlet’e sahip olmak isteyen genç Şehzade, Konya’dan ordusu ile çıkarak Bursa üzerine yürümüş, burada ağabeyi Bayezıd’ın kuvvetlerini 28 mayıs’ta yenmiş, şehre girmiştir. Adına hutbe okutarak, sikke bastİran Cem[9], Bursa’da on sekiz gün kadar padişahlık yapmış, bu arada Bayezıd’a elçiler göndererek, devleti paylaşmayı da teklif etmiştir. Fakat 20 hazİran günü Yenişehir yakınında olan ikinci karşılaşmada, zaten etrafındakilerin ihanetine de uğrayan Cem’in ordusu bozulmuş ve Şehzade, Konya istikametinde çekilmek zorunda kalmıştır. Esasında bu tam bir bozgun idi. Hatta o kadar ki, yolda Ermeni derbendi denilen yerde, eşkıyaların saldırısına uğrayan Cem, bir de soyularak yaralı bir halde Konya’ya ulaşabilmişti. Sultan Cem, etrafına toplayabildiği birkaç sadık adamı ile 28 hazİran 1481'de Konya’dan ayrılarak, Toroslarda bir daha eşkıyalarla karşılaşarak, Tarsus’a inmiş, buradan da Mersin, Halep, Şam yoluyle 25 eylülde Kahire’ye ulaşmıştır. Böylece Memlûklere sığınmış olan Cem, henüz ümitsizliğe düşmemişti. 1482 yılı başlarında Mekke’ye giderek hacı olduktan sonra[10], Kahire’ye dönüşünde tekrar Anadolu’da şansını deneme kararını almış ve 27 mart 1482’de buradan ayrılmıştır. Cem’in taraftarları Karamanoğlu Kasım Bey ve Ankara sancak beyi Mehmed Bey’in Bayezıd’in kuvvetlerine karşı gerek Konya yakınında Çukurçimen yaylağında ve Konya kalesini muhasarada başarısızlık göstermeleri nihayet Cem’in Ankara kalesi önünde de bir kazanç elde edememesi üzerine yeniden güneye inmekten başka çare kalmamıştı. II. Bayezıd ise Ereğli’ye gelmişti. Arada gidip gelen elçiler de bir anlaşma sağlayamadılar. Bu sırada Karamanoğlu, Cem’e Rumeli’ye geçip, orada Macar kralı ile de birleşerek II. Bayezıd’a karşı yürümesini telkin ediyordu. Cem ancak denizyoluyle Rumeli’ye geçebilirdi. Bunun için lüzumlu gemileri ise Rodos’taki Saint Jean şövalye tarikatının başkanı (Grand-maître = Üstâd-ı âzam) Pierre d’Aubusson sağlayabilirdi. Silifke ile Mersin arasındaki Kerküs ( = Korykos) limanından bir gemiye binen Cem, 16 temmuz 1482’de vatanından ayrılıyordu. D’Aubusson’a elçi olarak gönderdiği Frenk Süleyman Bey, Rodos’a geçme iznini getirmekle beraber Şehzade’ye, Saint Jean şövalyelerinin niyetlerinin pek iyi olmadığını da sezdiğini söylemişti. 18 temmuzda Cem, Anamur önünde bir Rodos gemisine geçti, ve 29 temmuz günü Rodos’a vardı[11] (Res. 1 ve 2). Böylece on bir yıl sürecek ve ancak ölümle sona erecek olan esaret hayatı başlamış oldu[12].
Cem daha Rodos’ta şövalyelerin kendisine oynadıkları oyunu fark etmişti. Fakat artık geri dönüş imkânı kalmadığından onların isteklerine tamamen boyun eğdi[13]. İmzalanan bir anlaşma ile Cem, bir gün Osmanlı tahtını ele geçirecek olursa şövalyelere tanıyacağı hakları tasdik etmiş oluyordu. Şehzade 1 eylülde bir gemi ile Rodos’tan ayrılmış ve Savoie dukalığına ait bir liman olan Nice’e varmıştı. Cem burada dört ay kaldı. Bu arada II. Bayezıd, Cem’in oğlu Oğuz Han’ı, İskender Paşa’ya gönderilen bir gizli emirle öldürtmüştü[14]. Cem, devamlı olarak, Fransa’nın kuzeyine doğru çıkarılacağı ve buradan da Macaristan’a geçirileceği sözü ile oyalanıyordu[15]. 5 şubat 1483’te Nice’den ayrılan Cem ve adamları, Savoie dukalığının kasaba ve şatolarından geçtikten sonra bu dukalığın merkezi olan Chambéry’ye vardılar. Burada Cem, Rodos şövalyelerinin elinden kurtulmak için, Savoie dukası I. Charles ile anlaşmaya çalışmış, Venedik hükümetini kendisi ile ilgilendirmeğe gayret etmiş, o tarafta bir anlaşma yapmak üzere Frenk kıyafetinde gönderdiği iki adamı, Mustafa ve Ahmed Beyler Saint Jean şövalyeleri tarafından öldürülmüş, nihayet Savoie’yı emin bulmayan Rodos’lular, Cem’i Rumilly’den alarak Dauphiné eyaletine sürükleyerek burada Le Pouët şatosuna kapamışdılar[16]. Rodos şövalyeleri esirlerini ellerinden kaçırmamak için çok dikkat ediyorlar, onun herhangi bir başka devlet ile görüşmesini de önlüyorlardı. Hatta 1 eylül 1483’te, Cem’in yanındakilerden 29’unu zorla ayırıp, bunları Rodos’a göndermişlerdi. Cem, Le Pouët’den sonra Dauphiné’de Rochechinard şatosunda hapsedildi. Grenoble yakınındaki Bâtie de Royans şatosunun sahibi Baron Jacques de Sassenage’ın kızı Philippine Hélène ile o sırada yirmi dört yaşında olan Cem arasında açık bir gönül macerası olduğu da bilinmektedir[17].
Nihayet Sultan Cem, 1484 başlarında Auvergne eyaletine götürülerek, Limoges yakınındaki Bourganeuf şatosunun Lastic kulesi denilen başkulesi yani donjonuna kapatılmış, az sonra da Monteille-Vicomte ve Morterolles şatolarında kısa süre kaldıktan sonra, Boislamy şatosuna götürülerek burada hapsedilmiştir. Cem, buradan tekrar Bourganeuf’e getirilerek, onun için inşa edilen bir kulede iki yıl yaşamış[18], bu arada kaçmak için yaptığı teşebbüsler, bir ihanetle öğrenilerek önlenmiştir (Res. 34, 35)[18a]. Şehzade’nin Papa’ya teslimine karar verilerek ve 1489 başlarında Toulon’dan denizyolu ile İtalya’da Civita Vecchia’ya götürülmüştür. Cem’in buradan Roma’ya gitmesi, muhteşem bir tören alayı ile olmuş ve şehre, Şehzade, bir hükümdar gibi at üstünde girmiş, oldukça itibarlı surette karşılanmıştı. Cem Sultan Vatikan’da yaşıyordu. Arada Papa VIII. Innoccnzo (Res. 4) ile görüşen Şehzade, artık bu hayattan bezdiğini, Mısır’a ailesinin yanına gitmekten başka şeyi düşünmediğini söylüyordu[19]. Kendi şahsı etrafında bütün o devrin dünyasının politikasındaki oyunlar onu hiç ilgilendirmiyordu. Cem bütün bu maceranın her safhasında milletine ve dinine çok bağlı bir insan davranışını her an belli etmişti[20]. Nitekim Papa’nın Macaristan’a gitmesi teklifine de, bunun İslâm aleminde hoş karşılanmayacağını söylemesi üzerine Papa’nın “Var imdi hâşa it gibi bir bucakta siğle yat" demesi üzerine Papa’nın dilini bilen Cem’in aynı dilde verdiği “Size gelen itten beter olmayup ya nice olacağdı” cevabı. Cem’in tutumunu ve kendisini esir tutan Hıristiyan âlemi hakkmdaki görüşünü gayet iyi özetlemektedir[21]. Kendisine Hıristiyan olması yolunda Papa tarafından teklif yapıldığında, “Ben sizden Mısır yolunu isterdim. Siz bana batıl yol gösterirsiz. Bilürsiz, hod bir kişiye kendü dininden gayrisi batıldır" şeklindeki cevabı da inancına bağlılığını[22] ve Mısır’a gitmekten başka bir şey düşünmediğini gösterir[23]. Halbuki önce Rodos şövalyeleri, onların arkasından da Papalık, Cem’i vesile yaparak Osmanlı İmparatorluğundan devamlı para sızdırıyordu. Ayrıca Avrupa devletleri de Cem’i ele geçirmek için çapraşık diplomatik oyunlara girişiyorlardı. Vatikan sarayındaki dairesinde, II. Bayezıd’ın elçisi Kapucıbaşı Mustafa Bey’i de bir hükümdar gibi karşılayan[24] Cem’in yaşantısı, VIII. Innocenzo’nun 1492’de ölümü[25] ve yerine meşhur Roderigo Borgia’nın VI. Alessandro adiyle papa seçilmesi ile biraz değişmiştir[26] (Res. 5). Papa’nın evlilik dışı üç çocuğu (Cesare Borgia bu sırada 20-21, Gandia dukası Don Giovanni 18, ve kızı Lucrezia 13-14 yaşlarında kadar) bulunuyordu. Cem bunlardan bilhassa Gandia dukası ile iyi arkadaş olmuş, onunla at üstünde gezintiler yapmıştır. Bu gezintilere Papa da bazen katılmıştı. Hatta 15 mayıs 1493 pazar günü, Cem, Papa, oğulları Cesare ve Don Giovanni ve bazı kardinaller beraberinde olarak San Giovanni in Laterano’yu ziyaret etmiştir[27]. Bu gezinti sırasında Papa’ nın oğullarının Türk kıyafetine girdikleri, başlarına sarık sardıkları da bildirilmektedir. Papalık makamı ile bağdaşmayacak bir yaşayışa sahip olan Borgia’nın sarayındaki bazı eğlentilerde Türk şehzadesinin de hazır bulunduğu söylenmektedir. 1493 ve 1494 yılının bir kısmı böyle geçmiş ve Fransa Kralı VIII. Charles, 1494 eylülünde İtalya üzerine yürüdüğünde Cem’in durumu bir daha değişmiştir. Bu sıralarda II. Bayezıd, Papa’ya onun öldürülmesi karşılığında üç yüz bin altın vereceğini bildiren bir name göndermiş ve bu, Fransa kralının eline geçmişti[28]. Papa, Cem ile birlikte Sant Angelo kalesine kapanmıştı[29] (Res. 3). Charles, ocak 1495’te kaleyi kuşatmış ve uzun görüşmelerden sonra Papa bazı şartlarla Şehzadeyi VIII. Charles’a teslim etmeyi kabul etmiştir. Fransa kralının düşüncesi önce Napoli krallığım ele geçirdikten sonra, yanında Cem ile Kudüs’e yürümek üzere bir Haçlı seferi düzenlemekti. Papa’nın Cem’e Fransa kralı ile gidip gitmemeği sorduğunda, verdiği cevabı “Ben bir esir kişiyim, gerek bunlar alsun gitsün, gerek siz haps eylen" şeklindeki cevabı, onun ne derecede bir manevî çöküntü içinde olduğunu açıkça belli eder. 26 ocakta krala teslim edilen Cem, iki gün soma onunla Napoli istikametinde yola çıkmıştı. Fransızlar Velletri, Valmonte, Terracine üzerinden 16 şubat 1495’te San Germano’ya vardılar. Cem’in ilk hastalık belirtisi burada kendisini göstermiş, önce gözüne nüzul gelmiş, ertesi gün Thiano’da yüzü, gözleri ve boynu şişmiştir. Ata binemediğinden yoluna sedye veya arabada devam eden Şehzade, bu sırada vasiyetini yanındakilere bildirmiş ve kendi adım kullanarak Hıristiyanların İslâm memleketlerine saldıracağından korktuğunu da belirtmiştir. Fransız ordusu 22 şubat günü Napoli’ye girerken son bir gayretle ata binen Cem, böylece son gücünü de tükettikten sonra tamamen yatağa düşmüştür. Kral onu Capua şatosuna aldırmıştı. Cem Sultan burada 25 şubat 1495 günü sabaha karşı ruhunu teslim etti. Cenaze namazını onunla bu maceraya katlanan birkaç sadık adamı, Celâl ve Sinan Beyler kıldılar, onlar yıkayıp, sarık tülbendi ile kefenlediler. Şehzadenin bir hastalıktan mı, yoksa Borgia'lar tarafından sonradan ağır ağır tesirini gösteren bir zehirle mi öldürüldüğü hâlâ tartışılan bir konudur. Bazı tarihlerde yazılan Kapucıbaşı Mustafa Bey tarafından zehirli ustura ile traş edilerek zehirlendiği yolundaki iddianın hiç bir dayanağı olmadığı gibi, bu iddia sağduyuya ve gerçeklere de aykırıdır. Fakat genel kanaat, onun Fransa kralına teslim edilmeden Borgia’lar tarafından ağır tesir eden bir madde ile zehirlendiği yolundadır[30]. Cem’in cenazesi seksen altı gün Sinan[31] ve İlyas Beyler tarafından beklenmiş. Bu sürenin sonunda cenaze Gaeta’ya götürülmüştü. Napoli krallığı, Fransa, Papalık ve Osmanlı devleti arasında iki yaldan fazla süren çekişmelerden sonra nihayet cenaze 29 ocak 1499’da önce Roggia Reale’ye getirilmiş, oradan da Lecce’ye nakledilmiş, orada da bir süre bekletildikten sonra Osmanlı İmparatorluğuna gönderilmiştir. Cenaze, Bursa’da Muradiye camii haziresindeki, Mustafa-ı Atik türbesine gömüldü. Böylece on üç yıldır süren ıstıraplı bir macera kapanmış oldu[32].
Öldüğünde 36 yaşında olan Sultan Cem’in görünüşünü anlatanlardan biri, onu Rodos’ta yani 23 yaşında iken gören Guillaume Caoursin’dir[33]. Onu uzunca boylu, dolgun vücutlu, yanık tenli, mavi gözlü, çatık kaşlı ve babasınınki gibi kemerli burunlu olarak tarif eder. Sakin olduğunda ağır, ölçülü ve alçak gönüllü olan Cem, kızdığında dehşet verici olmaktadır. Kuvvetle inancına bağlı, hareketli ve bünyece dayanıklı bir insan olan Cem, her gün denize girmekten ve açık havada yatmaktan hoşlanıyordu. Şehzade’yi 1489’ da İtalya’ya geldiği sırada yani 30 yaşında iken gören Fiesole papazı Matteo Bosso ise, onun sert ve vahşi görünüşlü, tıknaz, kuvvetli, geniş, kabarık göğüslü, uzun boylu, kemerli burunlu, hafif şehlâ, sağ gözü biraz kapalı ve madalyasındaki resmine göre babası Fatih Sultan Mehmed’e benzeyen bir kimse olduğunu yazmıştır[34].
Sultan Cem’in yaşadığı devirde bizzat onu gören ressamların, onun adını belirterek yaptıkları herhangi bir resim henüz elde edilememiştir. İtalyan sanatkârlarından Perugia’lı Pinturrichio’nun Papa Borgia’dan aldığı bir sipariş üzerine, Sant Angelo kalesinin içindeki salonların duvarlarını Borgia ailesinin hayatını tasvir eden fresko resimlerle süslediğinde, bunlardan bir tanesinde de Sultan Cem’i, o olduğunu belirtecek surette göstermişti[35]. Ne yazık ki bu fresko resim günümüze kadar gelmemiş, aradan geçen yüzyıllar içinde kaybolup gitmiştir. Yoksa Cem’i Pinturrichio’nun bu resmi sayesinde tanımak mümkün olacaktı[36]. Fakat bunun dışında Doğu üslubunda veya Batı üslubunda birtakım resimler vardır ki, bunlar çeşitli gerekçelerle Sultan Cem’in portresi olarak kabul edilirler, hatta kopyaları alınıp devamlı surette çoğaltılırlar. Bunları Doğu ve Batı üslubundaki resimler olmak üzere ayrı ayrı inceleyecek ve durumlarını tespite çalışacağız.
I
DOĞU RESİMLERİ
1. Bellini Albümüne ait olduğu söylenen minyatür (Res. 6)
İngiliz sanat tarihçilerinden F.R. Martin, İstanbul’da bir minyatür albümü bularak bunun Batıya gitmesini sağlamıştır[37]. Boston’da Isabella Stewart Gardner koleksiyonuna geçen bu albüm içinde bir minyatür vardır ki, bir ara Sultan Cem’in resmi olarak kabul edilmiş ve böylece de birçok yayında tekrarlanmıştır. Bu minyatürde yere bağdaş kurarak oturmuş, dizleri üzerine yerleştirdiği bir tabla üzerinde yazı yazan bir genç adam tasvir edilmiştir. Genç adam tamamen sağ profildendir. İnce yüz hatları, hafifçe kemerli bir burnu, yeni çıkmağa başlamış bıyıkları vardır. Bu sakalsız, beyaz tenli delikanlının beyaz sarığı ve üstünde çok süslü bir kaftanı bulunmaktadır. Sanatkâr bu kıyafeti bütün detayları ile inceden inceye işlemiştir. Resim, Fatih Sultan Mehmed’in son yıllarında İstanbul’a gelerek, bir süre Saray’da çalışan İtalyan sanatkârı Gentile Bellini’ye izafe edilir. Bunun sebebi de resmin kenarında okunan Farsça bir yazıdır. Burada “Frenklerin tanınmış ressamı İbn Müezzin'in eseridir" cümlesi bulunmaktadır.
‘Amal-i ibn Muazzin ki ez üstadan-i maşhur-i Frangest.
Müezzin oğlu “Frenklerin meşhur üstadı” denilen kimsenin ancak Bellini olabileceği kabul edilerek, bu minyatür tekniğindeki resmin onun elinden çıktığı kabul edilmiştir. Görülüyor ki, bu hipotez son derecede zayıf ve inandırıcı olmaktan uzaktır. Diğer taraftan minyatürde tasvir edilen genç adamın bir Türk şehzadesi olduğu ve büyük ihtimal ile Sultan Cem olması ihtimali de ileri sürülmüştür. Resim daha ilk ortaya çıktığında, F. Sarre, bunun ortalama 1600 yılında tamir görmüş olabileceğini ve baş, kollar ile eller hariç kalmak üzere geri kalan kısımlarının yeniden boyandığını iddia etmiştir[38]. Onun görüşüne göre, kenardaki “İbn Müezzin” imzası da sonradan yazılmıştır. Sarre başka bir makalesinde ise, bunun Sultan Cem’i tasvir edemeyeceğini ileri sürmüştür[39]. Bu resimde bir Doğu minyatürü havası olmakla beraber, resim sanatı bakımından daha Batılı bir anlayış gösterdiği de gerçektir. O devrin zevkine uygun olan kumaş deseni vücudun plastik değerini aksettirecek şekilde kıvrılmakta, gerekli yerlerde dönmektedir. Böylece resimde hacmi belirten bir karakter vardır. Fakat resim Bellini’nin midir? Bu hususta kesin bir şey söylemek çok zordur. “İbn Müezzin” adının Bellini’yi ifade edeceğini kabul pek kolay olmasa gerektir. İkinci husus da, Bellini İstanbul’da 1479-1480 yılları arasında bulunduğuna göre[40], bu sırada Karaman eyaletinde bulunan Sultan Cem’i nerede gördüğü de çözümlenmesi gerekli bir sual olarak sorulabilir. Nihayet bu zayıf, ince yüzlü, soluk benizli delikanlının, sert bakışlı, kuvvetli yapılı Cem ile aynı olabileceğine inanmak da zor olmaktadır[41].
2. Bihzad'a izafe edilen minyatür (Res. 7)
Freer Gallery of Art’da yukarıdaki 1 No.’lu minyatüre çok benzeyen 19x13 cm. ölçüsünde ikinci bir minyatür daha vardır. Bunun da bir kenarında tanınmış İran resim üstadı Bihzad’ın imzası bulunmaktadır (şavvarahu al-‘abd Bihzâd)[42]. Bu minyatürde de öncekindeki gibi oturmuş, minyatür yapan bir genç adam tasvir edilmiştir. Sarık dolaması, ellerin duruşu, oturuş, yüzün ana çizgileri iki minyatürde de aynı olmakla beraber, kıyafetler ve bilhassa kumaş desenleri iki resimde tamamen ayrıdır. Bu bakımdan bu ikinci minyatür Doğu üslubunu belli eder. Genellikle kabul edildiğine göre, Bellini’nin olduğu söylenen birinci resim bir Türk şehzadesini tasvir eden bir resim olarak İran’a gitmiş veya birtakım hediyeler ile oraya götürülmüştür. Burada ressam Bihzad, İtalyan meslektaşının eserini görerek onu, daha Doğu üslubunda olarak bir daha tekrarlamıştır. Ortalama 1500 tarihlerine ait olarak tarihlenen bu ikinci minyatür Herat ekolü eserlerinden sayılmaktadır. İki resim arasındaki başlıca fark iki noktada toplanmaktadır:
a. Birinci resimde, Batı üslubuna uygun olarak, figür, zeminden dışarı taşmaktadır. Halbuki ikinci resimde ise kapalı ve devamlı bir siluet halindedir.
b. Bellini’nin olduğu ileri sürülen resimde kıyafetin vücuda oturuşu, vücudun plastik değerini aksettirici şekilde, diğerinde ise tamamen satıhçı olmasına karşılık, birincide kumaş deseni kaftanın tamamını kaplamakta, ötekinde ise bu motif sadece kaftanın omuzlarını süslemektedir.
Doğu üslubundaki ikinci resimde kıyafet, içindeki vücudun plastik varlığından hiç bir şey aksettirmemekte, üzerindeki kumaş deseni de elbise ve vücudun kıvrılışını hiç hesaba katmamaktadır. Pope’un büyük İran Sanatı kitabına minyatür bölümünü yazan E. Kühnel, iki resim arasında renkler bakımından da çok büyük ayrılıklar olduğuna işaretle, büyük bir ihtimal ile “kopyacı” Doğu’lu usta, birinci resmin aslını değil, sadece ana çizgilerini aksettiren boyanmamış bir taslağını görmüş ve ancak konturları veren bu taslak üzerinde çalışarak, kendi gelenek ve sanat eğilimi ile ikinci resmi meydana getirmiştir[43]. Bu, oldukça inandırıcı bir açıklama sayılabilir. F. R. Martin’in vaktiyle yazdığı gibi, Doğu’lu ressamm, Batı’lı ressamın elinden çıkan kıyafeti yapamadığından, değişik bir kumaş deseni yarattığı fikri kabul edilemez. Kaldı ki, her iki resimde de aynı motif bulunmakta, sadece şu farkla ki, birinde bütün kaftanı kaplayan desen, ikincide sadece omuzlara inhisar etmektedir. Yine Kühnel’e göre, eğer birinci resmin sadece bir taslağının görülerek yeni bir anlayışa göre işlendiği teorisi kabul edilecek olursa, bu ikinci resmin Bihzad’ın elinden çıkmış olabileceğine de ihtimal vermek mümkündür. Kühnel bu fikri savunur görünürken, Armenak Sakızyan ile Binyon, Wilkinson ve Gray bu resmin Bihzad’a ait olabileceğini de kabul etmemektedirler[44]. Resimlerin ikisini de yakından incelemiş olan bu yabancı sanat tarihçilerinin de, bunun Sultan Cem olmayacağında birleşirler. Aynı hususu Armenak Sakızyan da desteklemiştir. Ona göre bu resimlerde tasvir edilen delikanlının burnu, yeteri derecede kemerli değildir.
Cem’in resimleri hakkında küçük bir araştırma yapan A. Süheyl Ünver, “...Bu konu, Cem'in resimleri üzerine ayrı ve büyük bir eser yazdıracak kadar zengin ve önemlidir" demekte ve Cem’in olduğu söylenen dört resim üzerinde durmaktadır. Bunlardan ikisi, bizim burada 1 ve 2 No.’lu olarak gördüğümüz resimlerdir. Ünver’e göre, bu minyatürlerin ikisi de Bellini’nindir ve bunların ikisinde de Sultan Cem tasvir olunmuştur[45]. 1480 e doğru Cem her ne kadar Konya’da ise de, belki bir bayram veya tören dolayısıyle İstanbul’a gelmiş olabileceğini ve bu sırada Bellini ile karşılaşmasının bu sırada mümkün olduğunu bildiren Ünver, ikinci resmin renkli bir kopyasını da yaparak bunu yayınlamıştır.
Bu resimlerin Bellini ve Bihzad’la ilgisini ispatlamak ne kadar zor ise bunların Cem’i tasvir ettiklerini kabul etmek de o derecede zordur. Nitekim, böyle bir ön-örnek (prototip) Herat ekolunun elinde bulunuyor ve başka minyatürlerde de kullanılıyordu. Leningrad’da Ermitaj Müzesinde olan bir başka albümdeki bir minyatürde de, bir öğretmenin etrafını çeviren öğrenciler arasında aynı tipi aksettiren bir figür tespit olunmaktadır[46].
II
BATI RESİMLERİ
2. Viyana’daki resim (Res. 8)
Avusturya’da eski Hofbibliothek (şimdi Nationalbibliothek)’teki 8615 sayılı Codex'in içinde görülen bir resim (var. 12 r) de bazılarınca Sultan Cem olarak kabul edilmektedir. Bu resimler, Codex'in içinde oldukça solmuş bir kayıttan anlaşıldığına göre, İstanbul’da 1572 yılında, sonra da 1573-1578 yılları arasında elçi olarak bulunan David Freiherr von Ungnad auf Sonnegk tarafından toplanarak Viyana’ya götürülmüştür. Resimlerden bir tanesini yayınlayan Avusturya’lı şarkiyatçı ve sanat tarihçisi Josef von Karabacek ( 18451918), bunun Cem’i tasvir ettiğine inanmaktadır[47]. Resmin altında solmuş bir yazıda:
solda : Mahomet Calaepi Sultani Maho : fil.
sağda: von Hr Davit Ungnad
Ayrıca resmin altında, B sayısı ile yakın bir tarihte yazıldığı anlaşılan:
Mahomet Celopi Sultan Mahomet Sohn
yazısı okunmaktadır. Bu yazılar, tasvir edilen şahsın bir Sultan Mehmed’in oğlu Mehmed Çelebi olduğunu bildirmektedir. Akla ilk gelen ihtimal bunun, David Ungnad’ın İstanbul’da elçiliği sırasında şehzade olan ve sonra III. Mehmed adiyle tahta çıkan şahıs olmasıdır. Fakat bu takdirde babasının adının III. Murad olarak gösterilmesi gerekirdi. Karabacek burada kastedilen Mehmed’in Fatih Sultan Mehmed olduğu yolundadır. Böylece Mehmed Çelebi adiyle gösterilen genç adam Karabacek’e göre Sultan Cem’dir. Resim, onun yaşadığı devre ait başka ve yazarın tahminine göre Costanza da Ferrara’nın yaptığı bir resimden İstanbul’da kopya edilerek meydana getirilmiş ve o devrin Batı kroniklerinin hemen hemen hepsinde ve Türk kaynaklarından da Neşri’de yazıldığı gibi, Çelebi ünvanı ile kaydedilmiştir. Batı, Cem’i Zizim olarak adlandırıyor ve bunu cicim’den gelen bir lâkap sanıyordu. Karabacek’e göre, esas adı bulunmadığından Cem’e Batılılar “Mehmed” adını yakıştırmışlar ve böylece resmin altına bu ad yazılmıştır[48]. Bu görüş de yeteri kadar inandırıcı değildir. İstanbul’da kopya edilen bir resmin kimi tasvir ettiği ve her halde onun adı doğru olarak öğrenilebilirdi. Her ne kadar I. Mehmed (1402-1421)’in yine Mehmed adında bir şehzadesi olmuş ise de, bu, babasının 1421’de ölümünden çok evvel, vebadan ölmüştü. S. Ünver ve sonra Ertaylan tarafından da Sultan Cem olarak kabul edilen bu resimde tasvir edilen gencin Sultan Cem olamayacağını Babinger ısrarla ortaya koymağa çalışmıştır.
Bir guaş resim olan bu eserin ölçüleri 26,5 X 18 cm.’dir. Koyu yeşil renkte ve kısmen bir kemerle açılan bir duvarın önünde ayakta durur vaziyette tasvir edilen bu sakalsız genç adam, tam profilden değil hafifçe dönük vaziyettedir. Sağ kolu, üzerinde işlemeli bir örtü bulunan bir çıkıntıya dayanmıştır. Sol eli karnının üzerinde durmakta, sağ eliyle de az yukarıdan kaftanın yakasını kavramıştır. Gencin başında kulağına kadar inen ve onu kıvıran büyük bir beyaz kavuk vardır. Üzerinde ise 15-16. yüzyılların değerli kumaşlarında görülen desenlerle süslü bir kaftan bulunmakta, bunun içindeki önünden ilikli iç elbisesi düz renkli, daha doğrusu yanardönerli olarak gösterilmiştir. Yalnız bunun düğmeleri değerli taşlardan yapılmış olarak (altın çerçeveli elmas, yakut ve zümrüt) belirtilmiştir. Delikanlının gözleri, Karabacek’e göre mavidir, bunlarda hafif bir şehlalık olduğu sezilmektedir. Ufak ağzın dudakları kalıncadır. Üst dudak ileri taşkın, cildi ise sıhhatli bir insanın renginde esmerce kırmızıdır. Çene, kopya yapılırken ufaltılmış, aynı şekilde burun da kopya sırasında kısaltılmıştır. Bu iki değişikliğin kopya sırasında yapıldığını, resmin aslı (eğer bir aslı varsa) ortada bulunmadığına göre, Karabacek nereden tahmin ettiğini açıklamaz. Gencin kalın bir boynu vardır. Karabacek, bu resimde kemerli, kartal burnunun görülmediğini kabul etmekle beraber, bunu kopya ressamının bir hatası olarak kabul etmekte ve Cem’in Caoursin tarafından işaret edilen, çok şatafatlı kıyafetlere meraklı olduğu hususunun, bu resimde açıkça görüldüğüne de dikkati çekmektedir[49]. Kısacası Karabacek’e göre, Viyana’daki, 1578’de Viyana’ya İstanbul’dan giden bu resim, Sultan Cem’in tek ve gerçek portresidir[50]. Yazar 1918’de, her türlü ve gerek Batı gerek Türk kaynaklarının hepsini inceleyerek bu neticeye ulaşmağa gayret harcamıştır. Babinger ise 1959’da onun bu hipotezini, fazla delillere dayanmaksızın reddetmiştir [51].
Bu resmin Sultan Cem olup olmadığı hususunda kesin bir şey söylemek zor ise de, aşağıda görülecek diğer bazı resimlerle arasında açık benzerlik bulunduğu da inkâr edilemez. Bu yüzden biz, bu resmin Sultan Cem ile ilgili olmadığını, Babinger kadar rahatlıkla iddia edemiyoruz. Bu resim daha eski bir orijinalden kopya olduğuna ve bu kopyayı yapan ressam pek kuvvetli bir usta da olmadığına göre, modele tam bir benzerlik zaten beklenemez.
4. Basel’daki yağlıboya resim (Res. 9, 10)
İsviçreli tarihçi Rudolf Tschudi (1884-1960), 1959’da memleketinde, Basel şehrinde bir evde, üzerinde Fatih Sultan Mehmed ile genç bir Şehzade (?)’nin tasvir edildikleri bir tablo bulmuş ve bunu F. Babinger’e bildirmişti[52]. Resim, İsviçreli sanat eserleri tüccarı, bakır kazıma sanatkârı ve gravürcüsü Christian von Mechel (1737-1817) tarafından satışa çıkarılarak 1807’de bir aileye geçmiştir. Babinger her halde sahipleri istemediğinden, resmin bugün kimin elinde olduğunu belirtmemekte ve bu hususta en ufak bir ipucu vermemektedir[53]. Bu gizlilik başkalarının da resmin aslını görmek istemelerini önlemek için de olabilir. Resim 45,8 X 34 cm. ölçüsünde, kıvrılmış ve çatlamış bir tahta levha üzerine yapılmıştır. Levhanın arkasında şu yazı okunur :
Ritratti di Maometto seconde e di suo Figlio di Gentile Bellino (İkinci Mehmed ve onun oğlunun Gentile Bellini tarafından resmi)
Bu küçük tabloda karşılıklı olarak iki şahıs tasvir edilmiştir. Bunlardan sağdaki, başka resimleri ile bilhassa Batılı sanatkârlar tarafından yapılan madalyaların yardımı ile hiç şüpheye meydan bırakmayacak surette teşhis olunabilmektedir. Burada Fatih Sultan II. Mehmed görülmektedir. Fakat karşısındaki gencin kim olduğunu çıkarmak aynı derecede kolay değildir. Resmin arkasında ne zaman yazıldığı bilinmeyen İtalyanca yazıda onun da Fatih’in oğlu olduğu bildirilmişse de adı verilmemiştir. Bu durum karşısında üç oğlundan hangisi olabileceği meselesi ortaya çıkmaktadır. Fatih’in en sevdiği oğlu olan Şehzade Mustafa (1450-1474), babasından ve Bellini’nin buraya gelişinden hayli yıl önce 1474’te ölmüştür. Fatih’in büyük oğlu Bayazıd (1448-1512) ise Bellini’nin İstanbul’da bulunduğu yıllarda yani 1479-1480’de vali olarak Amasya'dadır. Babinger’in kanaatine göre geriye tek ihtimal kalmaktadır ki o da Sultan Cem’dir. Ancak o da bu sıralarda Konya’da yaşamaktadır. Ayrıca Cem’in babası gibi kemerli, bir kartal burnuna sahip olduğu ve ayrıca bir gözünün de biraz kaymış olduğu bilinmektedir. Resimde kemerli burun olmamakla beraber, Babinger arkada kalan sol gözün şaşılığının belli olduğunu iddia etmektedir[54]. Ona göre, bu delikanlı kesin olarak Sultan Cem’dir.
Burada sargı biçimi biraz değişik olan bir kavuğu olan gencin kavuğunun tepesinde tüylü bir sorgucun ucu fark edilir. Üzerindeki kaftanının kumaşı işlemelidir. Sade olan yakaları dışarı dönüktür. İç elbisesinin düz renkte olduğu, sadece altın (?) düğmeler ile iliklendiği fark edilir. Gencin yüzü solgun ve çok ince çizgilidir. Kulağı, kavuğunun kenarı tarafından biraz kıvrılmıştır. Açık renk gözleri, üst dudağı ileri taşkın ağzı vardır. Burnu muntazam olmakla beraber uzunca ve alt kısmı geriye doğru meyillidir. Bu resimdeki yüzün, bazı ana çizgileri bakımından, Viyana’daki resme benzediği inkâr olunamaz. İkisinde de kulak, kavuk tarafından kıvrılmış, gözler açık renk, bakışlar melânkolik, üst dudak belirli şekilde ileri taşkındır. Her iki resimde de burun biçimi arasında bir benzerlik de bulunduğu söylenebilir. Eğer Basel’daki tabloda tasvir edilen genç adam Sultan Cem ise[55], Viyana’da Nationalbibliothek’teki albümde bulunan resmin de o olması ihtimali çok kuvvetlenmektedir. Zaten bu tabloyu ilk bulan R. Tschudi, ikisi arasındaki benzerliği kabul ile bunu Babinger’e bildirmiş[56], fakat nedense bu tarihçi Tschudi’nin kanaatine katılmamakta direnmiştir[57].
5. Vatikan'da Azize Katherina freskosundaki süvari (Res. 11, 12)
Hemen her kitapta Sultan Cem olduğu kabul edilerek bir reprodüksiyonu basılan Türk kıyafetinde atlı bir adam resmi vardır. Bu resmin aslı, Roma’da Vatikan sarayındaki Appartamento Borgia adı verilen dairenin Sala dei Santi denilen büyük salonunun bir duvarını süsleyen ve âdeta salona hâkim olan büyük fresko kompozisyona aittir[58]. Bu kompozisyonun tarihçesi bütün detayları ile bilinmektedir. Perugia’lı ressam Bernardino di Betto-Benedetto di Biagio, ki sanat tarihinde Pinturicchio veya Pintoricchio adiyle tanınmıştır[59], 1484, 1486-87, 1490’da Roma’da Papa hesabına çalıştıktan sonra, 1492 yılı içinde de bir daha Roma’ya gelerek Borgia dairesinin iç süslemesini yapma siparişini almıştır[60]. Fransa Kralı VIII. Charles, Roma’ya girdiğinde ve yukarıda anlatılan mücadelelerden sonra Papa ile anlaştığında 1495 yılı ocak ayının ortasında, bu dairede yemek yemiş ve henüz tamamlanmış olan iç süslemeyi çok beğendiğini ifade etmiştir. Zaten Pinturicchio da az sonra, memleketi olan Perugia’ya dönmüş ve kendisine Vatikan’daki işlerinin mükâfatı olarak Chiusi yakınında iki çiftlik bağışlamıştır. Böylece bu tablonun, 1492 sonu ile 1494 sonu arasında, iki yıllık süre içinde ve Cem’in, Papa’nın yanında Vatikan sarayında yaşadığı sıralarda yapıldığı gayet açık olarak anlaşılmaktadır. Rönesans ressamlarının ve bazen sonrakilerin de, tarihî olayları aksettiren resimlerinde hemen daima, yaşadıkları çağın tanınmış insanları ile çevrelerindeki şahısları hatta birçok hallerde bizzat kendi portrelerini de, kompozisyonlarındaki tarihî şahıslar olarak tasvir ettikleri öteden beri bilinen bir gerçektir[61]. İşte bu büyük duvar resminde de, Sultan Cem’in bulunması ihtimali öteden beri düşünülmüştür. Tablo, salonun en itibarlı yerinde bir duvarın üst kısmındaki lünet içine işlenmiştir. Konu, Hıristiyan azizesi Katherina’nın bir Roma İmparatorunun (Maximinus’un) huzurunda, putperest filozoflar ile münazarasını güya tasvir etmektedir (La disputa di Santa Caterina). Aslında olay M.S. 3. yy.’da cereyan ettiğine göre[62] kompozisyondaki şahısların ve fond motiflerinin ilkçağ özellikleri ile olması gerekirken, Pinturicchio, resme, yaşadığı çağın kıyafet, detay ve tiplerini yerleştirmiştir. Katherina, Hıristiyan inancına göre, pek çok mesleğin hatta bazılarınca evlilik dışı çocukların koruyucusudur. Papa Borgia’nın da bu durumda birçok çocuğunun olduğu düşünülecek olursa[63], dairesinin en itibarlı yerinde böyle bir kompozisyonun yer alışının sebebi daha iyi anlaşılır. Bu çok kalabalık kompozisyon kırda, açıklıkla cereyan eden bir olayı gösterir. Resmin tam ortasında üç gözlü ve üzerinde PACIS CVLTO RT yazısı okunan bir Roma zafer takı yer alır. Bunun iki yanında ağaçlar, kır manzaraları, sağ tarafta kayalar ve en arka planda da inişli çıkışlı tepeler bulunmaktadır. Solda, üç kademe ile çıkılan bir taht üzerinde İmparator Maximinus olması gerekli bir şahıs oturur. Bunun karşısında çok güzel, genç bir kız görünüşünde, Azize Katherina ayakta durmaktadır. Resmin sağ tarafında ise, en kenarda at üstünde 16. yüzyıl Osmanlısı kıyafetinde bir şahıs yer almaktadır.
İşte pek çok kimse tarafından Sultan Cem olarak kabul edilen figür budur. Kuyruğu örgülü ve düğümlü, harikulâde bir beyaz at üstünde, sim işlemeli bir eyer üstünde oturan bu şahıs arkadan tasvir edilmekle beraber, yüzü yana dönük olduğundan, çehresi profilden olarak görülmektedir. Başında beyaz bir kavuk, üzerinde omuzlardan agraflar ile tutturulmuş, çok zengin ve sim dokuma desenli bir pelerin vardır. İç elbisesi de aynı derecede zengin bir kumaştandır. Süvarinin sol tarafında kıvrık bir İslâm kılıcı asılıdır. Atının dizginlerini karnı üzerinde tutan bu şahsın yüzüne gelince, burada uçları sırtının ortalarına kadar lüleler halinde inen son derecede uzun saçlı, uzun bıyıklı ve ileri doğru uzanan sivri sakallı, iri kemerli burunlu, esmer tenli bir tiple karşılaşılır. Birçoklarının ve son olarak da Babinger’in Cem olarak kabul ettikleri bu Türk kıyafetindeki şahsın üzerindeki elbisesinin bir dereceye kadar Türk olmasından başka Cem olarak tahmin edilmesinde tek dayanak, profilden gayet belirli olan burnudur. Batılı sanat tarihçileri onu biraz gelişigüzel bir değerlendirme ile Cem yapmışlardı. Armenak Sakızyan ise bu süvarinin Sultan Cem olması ihtimalini desteklemekle beraber biraz ihtiyatlı bir ifade kullanmaktan da kaçınmamıştır[64]. Babinger, Sultan Cem ile hiç bir ilgisi olmayan ve aşağıda işaret edeceğimiz bazı resimleri onun olarak ispatlayabilmek için, büyük bir gayretle Armenak Sakızyan’ın hipotezini daha genişleterek kabul etmiş ve tablonun kenarındaki atlının Sultan Cem olduğunda ısrar etmiştir [65].
Bu hipotez oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü 1959’da bu iddiayı ortaya atan Babinger, Basel’daki tabloyu tanıtan 1961’ deki yazısında, oradaki genci de Cem olarak ısrarla ortaya çıkarmaktadır. Halbuki bu iki figür arasında en ufak bir benzerlik bulunmamaktadır. Eğer Basel’daki tabloda görülen delikanlı Cem ise, Vatikan duvar resmindeki süvari bir başkasıdır ve tersine de eğer bu süvari Cem ise, Basel tablosundaki genç o olamaz. Bizim kanaatimize göre ise Pinturricchio’nun Vatikan’da yaptığı bu tablodaki atlı şahıs Cem değildir. Biz, son yıllarda bazı sanat tarihçilerinin iddia ettikleri gibi, bu figürlerin teşhis edilemeyeceği yolundaki görüşe katılmamakta[66] ve “Katherina’nın Münazarası” kompozisyonunda gerçekten bazı tarihî şahısların portrelerinin yer aldığına inanıyoruz. Ancak ne var ki kenarda görülen atlı, Cem değildir[67], çünkü, kıyafetinin üzerindeki pelerin 15. yüzyıl sonlarındaki Osmanlı kıyafetine aykırı olduktan başka bilhassa en önemli husus, bu bıyıklı, sivri sakallı şahsın çok uzun, lüleler halinde sırtının ortalarına kadar inen saçları olmasıdır. Cem Sultan gibi kendi mîllî törelerine çok bağlı ve inancında da en ufak bir fedakârlığa rıza göstermeyen bir şahsın, bir Rönesans Hıristiyanı şekline girmeyeceği ve saçlarını uzatmayacağı aşikârdır. Şu halde burada Cem Sultan değil, Papa sarayında çok itibarlı durumda olan şahıslardan biri tasvir edilmiş olmalıdır ki, bu kimse normal tuvaletini bozmaksızın, eğlence için Türk kıyafetine girmiş, ödünç aldığı bir Türk kılıcını da beline takarak dolaşmıştır. Bu hususta yeterli bilgi vardır. Papa Borgia zamanında, Roma’da Sultan Cem gezintilerinde genellikle Papa’nın oğulları da ona katılıyorlar ve hatta bazen bunlar Türk kıyafetine de giriyorlardı. Hatta Papa’nın küçük oğlu bu sıralarda 18-20 yaşlarında olan Gandia Dukası Giovanni, babasının başkanlığında olan bir dinî törene bu kıyafette katılarak, koyu dindar Hıristiyanları ve kilise adamlarını hayli kızdırmıştı. O sıralarda 20-22 yaşlarında olan Cesare ile birlikte Gandia dukası, 15 mayıs 1493 pazar günü, Papa ve kilise ileri gelenleri ile birlikte, San Giovanni in Laterano kilisesine yapılan ziyarette yine Türk kıyafetindeydiler. Bu ziyarette Sultan Cem de bulunmuştu[68].
Kanaatimizce, “Katherina’nın Münazarası” kompozisyonunda kenarda görülen şahıs Sultan Cem olmayıp, bir başkasıdır. Eğer muhakkak bir tarihî şahsiyet olarak teşhis etmek gerekirse, Papa’nın iki oğlundan biri olduğu söylenebilir. Bu süvariyi birçokları Gandia Dukası Don Giovanni olarak kabul ederler. G. Portigliotti de bunu böyle kabul etmiş ve bu resmi bir soru işareti ile öylece kitabında yayınlamıştır[69]. Bu teşhis mümkün olabilir. Fakat biz, “Valentinois comte”u unvanına sahip Cesare Borgia ihtimalini daha kuvvetli görmekteyiz. Maceraları, vahşî davranışları ile tarihte karanlık bir ad bırakan[70] Cesare Borgia (1475-1507)’nın Floransa’da Uffizi galerisindeki adı bilinmeyen bir ressam tarafından yapılan tablosunda aynı uzun saçları, uzun bıyıkları ve sivri sakalı bulmak kabildir (Res. 13). Bazı neticelere ulaşmak için hiç bir engel tanımayan ve her çareyi geçerli gören Cesare’nin gerçek siması Vatikan süvarisinde her halde görülmektedir. Floransa’daki tabloda ise, ressam bu tehlikeli adama eserini beğendirmek için, pek çok portrelerde yapıldığı gibi, onu “idealleştirmiş” yani yüz çizgilerini daha yumuşatarak onu olduğundan daha güzelleştirmiştir. Fakat Cesare Borgia olması kuvvetle muhtemel Venedik’te Museo Civico Correr’de Marco Palmezzano’nun başka bir tablosu vardır[71]. Burada Vatikan duvar resmindeki at üstünde Türk kıyafeti ile tasvir edilen şahsın yüz çizgileri, bilhassa burun biçimi açık olarak belli olmaktadır (Res. 15). Kısacası bizim kanaatimize göre, bazılarınca Sultan Cem olduğu sanılan atlı şahıs Papa’nın oğlu Valentinois Dukası Cesare Borgia’dır. İki tablo bu teşhisi desteklemektedir. “Katherina’nın Münazara”sında, çok arka planda kaldığı için pek dikkati çekmeyen bir şahıs daha vardır ki, onun da at üstünde olduğu ve başında çubuklu kumaştan bir sarık bulunduğu görülür. Bu, süvarinin tam atının başından yukarı çekilen çizginin üstüne isabet eden bir figürdür ve kayaların önünde durmaktadır. Sakalsız, kuru yüzlü ve hafifçe kemerli burunlu olan bu şahsın da Papa’nın diğer oğlu Gandia dukası olabileceğine ihtimal verilebilir (Res. 18). Fakat bu tabloda yine Türk kıyafetinde bir şahıs daha vardır ki, onun da Sultan Cem olması kuvvetle muhtemeldir.
6. Vatikan'da Azize Katherina freskosunda ayakta duran Türk (Res. 16, 17)
Aynı kompozisyonun ortasında Azize Katherina tasvir edilmiştir. Bu azize figüründe ressam Pinturicchio’nun, Papalık sarayının o sıralarda yıldızı durumunda olan, Papa’nın kızı Lucrezia Borgia’yı tasvir ettiğinde hemen hemen herkes birleşmektedir. Uzun sarı saçlı, ince, zarif yüzlü bu güzel kız, muhteşem bir elbise ile giyimli olarak, 14-16 yaşının bütün tazeliği ile burada görülebilmektedir (Res. 19). İngiltere’de Richmond’da Sir Francis Cook’un galerisinde bulunan ve Tiziano (1476/77-1576)’nun eseri olduğu kabul edilen tablo da, çeşitli aykırı fikirlere rağmen Lucrezia’nın 36 yaşındaki portresi olarak kabul edilmektedir[72]. Vatikan’daki genç kızın yüz çizgilerini, hemen hemen aynen bu olgun güzel kadında da bulmak kabildir. Böylece Pinturicchio’nun başarılı bir portreci olduğu da ortaya çıkmaktadır (Res. 20).
Taht ile Azize Katherina arasında, yüzü seyirciye dönük olarak ayakta bir Türk durmaktadır. Tam karşıdan tasvir edilen bu şahıs geniş kaftanın içinde iki yana dirseklerini açarak durmakta, sağ elinin bir parmağı belindeki kuşağa takılı bulunmaktadır. Başında 15. yüzyıl sonlarından ve bilhassa 16. yüzyılda kullanılan ve gerçeğe tamamen uygun bir sargısı olan büyük, beyaz bir sarık bulunmaktadır. Bu Türk’ün sırtında uzun, sade bir cübbe vardır. İçinde ise cübbenin açık önünden görülebilen zengin desenli bir iç elbise görülür. Bu Türk’ün yuvarlak bir yüzü, çok iyi belirtilmiş gayet açık renk gözleri, uçları aşağı sarkık uzun bıyıkları vardır. Ufak çenesi traş edilmiş ve tamamen sakalsızdır. Fakat bu figürde muhakkak ki seyreden üzerinde en fazla tesir eden taraf gözlerin ifadesidir. Bu çok kalabalık kompozisyonda aynı bakışlara sahip ikinci bir figür yoktur. Çevresi harelenmiş ve etrafı ile ilgisiz, seyirciye bakan gözlerde, bütün yaşama gücünü kaybetmiş bir insanın ruh haletini okumak kabildir. Evvelce bazı sanat tarihçileri bunun Sultan Cem olabileceğine işaret etmişlerdir. Sonraları, Borgia’lar hakkında çok güzel bir monografya yazan G. Portigliotti bu görüşü desteklemiş ve kitabına da Sultan Cem portresi olarak bu resmi koymuştur[73]. Fakat birçokları bu figürü teşhis etmekten kaçınmışlar veya süvarinin Cem olmasını tercih ettiklerinden, bu Türk’e bir isim vermeği denememişlerdir. Babinger, bu Türk’ün adsız bırakılmasına gönlü razı olmadığından, uzun saçlı esmer suratlı süvariyi var kuvveti ile Sultan Cem yaptıktan sonra, bu figürü de Şehzadenin yanında bütün zorluklara katlanan, kapucubaşısı Sinan Bey olarak adlandırmıştır[74]. Halbuki ikinci derecede bir şahsın, böyle bir kompozisyonda en önemli bir yerde, tam Katherina’nın yanında yer alamayacağı açıktır. Borgia’lar devrinin, herkesin korktuğu, çekindiği “kuvvetli adamı” Cesare Borgia’nın resmin bütününe hâkim bir duruşta bir kenarda atı üstünde yer almasına karşılık, bir Türk ve bir Müslüman ancak ikinci planda ve ayakta olarak yer alabilirdi. Nitekim de öyle olmuştur.
Bu şahsın yüzünde dünyaya bezmiş bir insanın ifadesini de kolayca okumak mümkündür. S. Ünver bir gazetede basılan kısa bir yazısında bu portrenin Cem’in olması meselesi üzerinde dururken oniki yıl önce şu satırları yazmıştı: “Hele yüz ifadesi son derece ıstırap vericidir. Vatanına hasret ve ondan cüda olmanın ve esaret ve menfa hayatının bütün üzüntüleri yüzünün çöküntü çizgilerine dönmüştür. Yani Cem, bu resminde âdeta bitmiş, artık tükenmiş bir canlı cenaze gibidir. Ayakta durabildiğine hayret olunur. Artık yüzü tamamen ftizinin ileri bir devresinin âyinesi olmuştur”. Sultan Cem’de iddia edildiği gibi ileri bir ftizi (= phtisie) yani verem olup olmadığım bilmiyoruz. Fakat Azize Katherina kompozisyonundaki Türk kıyafetli bu şahsın en had derecede bir ümidsizlik ve manevi çöküntü içinde olduğu da açıkça bellidir. Resmin yapıldığı 1492-94 tarihlerinde Vaticano sarayında Papa’nm yakın çevresindekiler arasında bu durumda olan tek kimse de Sultan Cem’dir. Böylece bu resim Sultan Cem’in gerçek portresi olarak kabul edilmelidir.
Sultan Cem’i tasvir ettiğini tahmin ettiğimiz bu figürün Şehzade hakkındaki bilgilere ne derecede uyduğunu araştırmak da doğru olacaktır. Vücudunun kuvvetli olduğu ve göğsünün geniş yapısı resimde açıkça bellidir. Açık renk gözler, mavi olarak bilinen Cem’in gözlerine uygundur. Aslını kontrol etmek mümkün olsaydı belki bu renk meselesi çözümlenebilirdi. Esmer ten de bellidir. Bıyıkların biçimi, uzun saçların olmayışı ve sakalın tamamen traş edilmiş olması bu portreyi Cem’e, süvariye nazaran çok daha yakın kılmaktadır. Burnun uzun olduğu anlaşılmakta ise de, tam cepheden göründüğünden kemerli olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Burada görülen figür, Cem’in Pinturrichio’nun 1492-1494’te Vatikan’da çalıştığı sıradaki yaşma uygundur. Cem bu tarihte otuz beş yaşındadır ve 12-13 yıldır sürüp giden bir esaret hayatının çöküntüsü içindedir. Vatikan’da Appartamento Borgia’daki “Katherina’nın Münazarası” resmindeki ayaktaki Türk, kanaatimizce Cem’i aksettirmesi en kuvvetle muhtemel olan figürdür. Bu resim ile diğer Cem’i tasvir ettiğine inanılan resimler arasında da benzerlik vardır. Viyana ve Basel’daki resimlerdeki yüz çizgilerini bu resimde tamamen olmasa bile bir dereceye kadar bulmak kabildir zannındayız. Onlarla bu portrenin arasında tasvir edilen şahsın yaşı bakımından 16-18 yıllık bir zaman farkı olduğu Viyana’dakinin zayıf kabiliyette bir ressamın elinden çıkmış olmasına karşılık[75], Vatikan’dakinin iyi bir ressamın eseri oluşundan dolayı bazı farklar bulunması da normal karşılanmalıdır.
7. Siena’daki bir duvar resmindeki Türk (Res. 21-23)
Pinturicchio, Roma’dan 1495’te ayrılmış, Perugia ve Spoleto ile Spello’da 1495-1501’de çalıştıktan sonra, 1502’de Siena başkilisesinin kütüphanesini süslemek siparişini almıştır. Siparişi veren sonra III. Pius (1503) adı ile ancak 27 gün Papa olan Francesco Piccolomini idi. Kütüphanenin duvarları, âilenin başı olan ve II. Pius (1458-1464) adiyle Papalık makamına da geçen Enea Silvio (Aeneas Sylvius) Piccolimini’nin hayatını anlatan kompozisyonlar ile kaplanması 29 haziran 1502’de imzalanan bir kontratla uygun görülmüştü. Pinturrichio 2 şubat 1503’te işe başladı ve kardinal-Papa Piccolomini’ nin hayatından olayları anlatan resimlerini yaptı[76]. Bu duvar resimlerinden onuncusunda II. Pius’un Türklere karşı 1464’te düzenlediği Haçlı seferi tasvir edilmiştir. Pius (Piccolomini) çok hasta bir durumda olmasına rağmen, 18 haziran 1464’te Haçlı seferine katılacak olan Venedik Doju Cristoforo Moro’nun idaresindeki Venedik donanmasını beklemek üzere Ancona’ya gitmişti. E. Carli’nin yazdığına göre, “Yol yorgunluğu, Hıristiyan prenslerin vaatlerini tutmamalarının doğurduğu hayal kırıklığı ve uzun bekleyiş, Papa'nın sağlık durumunu ağırlaştırmıştı. Sadece gemilerin gelişini, 'Bugüne kadar yola çıkmak için donanmam eksikti, bugün ise donanmada ben eksik olacağım' diyerek selâmlamağa vakti olmuştu”[77]. Papa bu karşılaşmanın ertesi günü, 15 ağustos 1464’te ölmüştür. Ressam, Ancona limanı önünde toplanan donanmayı ve etrafında toplanan kimselerin ortasında, hasta ve halsiz Papayı tasvir etmiştir. En ön planda, arkası seyirciye dönük olarak, Papa’nın önünde yere diz çökmüş başı açık beyaz sakallı şahıs, Venedik Doju Cristoforo Moro olarak teşhis edilir. Dojun biraz arkasında, başında geniş kenarlı bir şapka ile ayakta duran çatal sakallı kimse ise, memleketini Türklere kaptırdığı için, Papa’ya baş vurarak Haçlı seferinin yapılmasını isteyen, eski Mora Despotu Thomas Palaiologos’ tur[78]. Fakat resmin sağ tarafında daha ilgi çekici iki figür görülür ki, bunlar da Türk kıyafetindedir ve hatta biri, Vatikan’daki ayakta duran şahsa çok benzemektedir.
Papa’nın önünde diz çökmüş vaziyette görülen (Res. 22), muntazam yüz çizgilerine sahip, beyaz sakallı, süslü elbiseli Türk’ün kim olduğunu bulmak pek mümkün değildir[79]. Onun arkasında ayakta duran ve tam cepheden görülen, Türk’ün ise duruşu Vatikan’daki figürün aynı olmakla beraber, tek fark, aynada aksetmiş gibi ters oluşudur, ötekinde kuşağa sokulu sağ el iken burada sol el olmuştur, sarığın dolamaları da tersine olarak yapılmıştır. Tablo, 1464’te cereyan eden bir olayı anlatmaktadır. Yani ressam 1454 veya 1455’e doğru doğduğuna göre, bu olayı görecek veya görse bile yarım yüzyıl sonra resim halinde dökebilecek çağda değildi. Şu halde buradaki Türkler, birtakım haklarını Osmanlı devletine kaptırdıklarından dolayı, Batı’ya sığınıp Papa’nın yardımını dilenen kimseler olmakla beraber, ressam bunları gerçek yüzleri ile değil, fakat resmi yaptığı çağın tanınmış kimselerinin yüzleri ile tasvir etmiştir. Burada Bayazıd Çelebi veya Hıristiyan adı ile Calixtus Ottomanus düşünülmüş olmalıdır. Fakat Pinturrichio bu esrarengiz şahsın gerçek portresini değil, Vatikan’daki resimdeki Türk’e çok benzeyen bir figür meydana getirmiştir. Bayezıd Çelebi denilen şahıs, güya II. Murad’ın oğlu ve Fatih Sultan Mehmed’in kardeşidir. İtalya’da turehetto (= Türkçük) olarak adlandırılan bu çocuk, güya babası tarafından Bizans’a emanet edilmiş, Fetih’ten sonra gizlenmiş ve emin Hıristiyanlar tarafından İtalya’ya kaçırılmıştır. Çocuk Roma’da 8 mart 1456’da vaftiz edilerek Hıristiyan yapılmış ve kendisine Callixtus adı verilmiştir[80]. O sıralarda 6-8 yaşlarında olan bu menşei meçhul çocuk, Hıristiyan âlemi tarafından Osmanlı devletine karşı kullanılmak üzere yetiştirilmiştir. Papa II. Pius, Spoleto’da yaşayan çocuğu 26 haziran 1464’te yanına alarak Ancona’ya getirmiş, burada 15 ağustosta ölümü üzerine de, 16 yaşlarındaki delikanlı, Roma’da cenaze törenine katılmıştır. Ertesi yıl Macaristan’a geçen Calixtus-Bayezid’in[81], hayatı artık Orta Avrupa’da geçer. Önce Macaristan’da hayli yaşadıktan sonra 1473’te Viyana’ya gelmiş, III. Friedrich’in yanında toplantı ve törenlere katılmıştır. Bu sırada Calixtus’un üzerinde Türk kıyafeti vardır[82]. Viyana yakınındaki şatolarda yaşayan ve etrafında dört yıldızlı bir hilâl’den ibaret bir de arması olan bu sahte Osmanlı şehzadesi 1474’te belki de Lucia von Hohenfeld ile nişanlanmış, fakat evlenmeden yıllarca Avusturya ile güney Almanya’da dolaşıp durmuştur. Nihayet 1496 yazı veya sonbaharında Bruck an der Leitha’da ölmüştür.
Ancona limanında Papa’yı tasvir eden kompozisyonda kenardaki Türk her halde o olarak düşünülmüş olmalıdır. Fakat 1465’te İtalya’dan ayrılmış ve Alplerin ötesinde hayatını sürdüren bu şahsın yüzünün Pinturrichio tarafından burada aksettirilmiş olabileceğine ihtimal verilemez. Sanatkâr burada da Vatikan’daki “Katherina’nın Münazarası” tablosundaki Türk tipini aynen tekrarlamıştır. Şu halde Vatikan’daki ayaktaki Türk eğer Cem ise, Siena kütüphanesinde Papa II. Pius’u Ancona’da tasvir eden tabloda kenarda görülen Türk de Cem’den başkası olamaz. Bu resimde de, büyük ve gerçeğe uygun sarmalı bir beyaz sarık altında sakalsız, düşük bıyıklı, kare yüzlü, otuz yaşlarında kadar bir insan tasvir olunmuştur. Gözlerde aynı bezgin, ümitsiz ve ıstıraplı ifade açıkça okunmaktadır. Türk’ün üzerinde koyu renkte sade bir kaftan, içinde çubuklu kumaştan bir dalaman vardır. Beline ise bir kuşak sarılmıştır. Bu resim yukarıda da işaret edildiği gibi Vatikan’dakinin ayna aksi şeklinde tam tersidir. Siena’daki resimdeki Türk, Vatikan’dakine nazaran daha koyu renkli ve yüz daha şematiktir. Vatikan resminde yüzün bütün çizgileri daha derin belirtilmiş ve böylece de ifade daha kuvvet kazanmıştır. Vatikan’daki Türk resmi, aslına uyan tam bir portre vasıflarına sahiptir, Siena’daki ise, bu kompozisyonda bir Türk figürüne ihtiyaç duyulduğundan, evvelce Vatikan’da kullanılan Türk motifi, bu defa bir portre sadakati aranmaksızın, sanatkâr tarafından tekrarlanmıştır[83]. Pinturicchio’nun Vatikan’da 1492-1494 yılları arasında Cem’i görerek d'après nature tasvir ettikten sonra, 1502-1505 yıllarında Siena’da çalışırken aynı modelden hatta evelce çizdiği aynı taslaktan, onu tersine çevirmek suretiyle faydalanmış olduğuna ihtimal vermek herhalde yanlış olmayacaktır. Yalnız bu seri içine giren bir resim daha vardır ki, onun da tahlil edilmesi gereklidir.
8. Louvre'daki desen (Res. 25)
Londra’da British Museum’da iki, Paris’te Louvre’da üç, Frankfurt’ta Stadelschen Institut’de iki tane olmak üzere birtakım desenler vardır ki, bunlar Fatih devrinde İstanbul’a gelen İtalyan ressamı Gentile Bellini’nin desenleri olarak ileri sürülür. Londra’dakilerin (oturur vaziyette bir yeniçeri ile bir Türk kadını) gerçekten Bellini’nin elinden çıktıkları kabul edilmekle beraber[84], diğerlerinde şüpheler vardır. Bunları Bellini’nin değil, Pinturicchio’nun taslak olarak yaptığı, vaktiyle A. Venturi tarafından ortaya atılmış[85], G. Frizzoni ve C. Ricci bu görüşe karşı çıkmışlar[86] ve sonraları bu ikinci hipotez daima taraftar bulmuştur[87]. 1918’de bu konuyu etraflı surette inceleyen J. von Karabacek ise, kesin bir hükme varmamayı tercih etmiştir[88]. Ancak Karabacek Louvre’daki desenlerin Bellini’nin orijinal desenleri olmayıp, ondan kopya olduklarını da tahmin ettiğini belirtir. Fakat bunların Venedik ekolu eserleri olduğunu kabul eder. Desenin kenarında, solda ince bir elyazısı ile
Giouan Bellin venetus
satırı okunmaktadır. Bu adın Gentile Bellini (1429’a doğru-1507) değil, kardeşi Giovanni Bellini (1430’a doğru-1516)’yi ifade ettiği kabul olunur. Fakat yazının sonradan yazılmış olması da kuvvetle muhtemel görülür. Zaten İstanbul’a gelen de Giovanni (Giambellini) Bellini değil, ağabeyi Gentile’dir[89]. Desende tam cepheden, yani karşıdan otuz yaşlarında kadar bir Türk tasvir olunmuştur. Başında yine gerçeğe uygun sargılı büyük bir sarık vardır. Omuzları üzerine çok sade bir kaftan atılmıştır. Kaftanın tek süsü yuvarlak madenî düğmeleridir. İç elbisesi olan dalaman, çubuklu kumaştandır. Bunun da önü, beline kadar bir sıra madenî yuvarlak düğme ile iliklenmiştir. Belinde yollu desenli bir kumaştan bir kuşak dolanmış olup, sol eli buna dayanmakta, sağ eli ise kaftanın içinde gizli kalmakla beraber dirseği geride olmak üzere yine kuşağa ilişmiş olduğu, kaftanın kenarında fark olunan bir parmaktan anlaşılır. Vücudun ağırlığı sağ ayak üstüne binmektedir. Serbest kalan sol ayak ileri atılmıştır. Türk’ün ayaklarında yemeni tipindeki Türk pabuçları görülür. Bu Türk’ün yüz çizgileri, Vatikan ve Siena duvar resimlerindeki Türk tipine tamamen uygundur. Kare ve çene kemikleri çıkık yüz, düşük bıyıklar, açık renk gözler, kuvvetli burun ve dalgın, hüzünlü bakışlar bu desende de aynen bulunmaktadır. Bu şahsın kim olduğunu bulmak imkânsız görünüyor. Resim gerçekten Bellini’lerden birinin elinden mi çıkmıştır? Yoksa onların adı sonradan desenin altına mı yazılmıştır? Nihayet acaba bu desen. Pinturicchio’nın bir taslağı olamaz mı? Bütün bu suallerin cevabı ancak Avrupa’da bütün bu resimlerin asılları üzerinde çalışmalar yapıldıktan sonra belki çözümlenebilir. Pinturicchio’nun Leonardo, Bellini, Pollaiuolo, Signorelli, Mantegna gibi ressamların motiflerinden faydalandığı bilgisinden hareket eden sanat tarihçileri, bu desenin de Bellini’lerin olduğuna ve Pinturicchio’nun bu desen veya bunun aslından ilham almak suretiyle Vatikan ve Siena’daki resimleri yaptığını ileri sürerler. Fakat yukarıda 6 No.lu resim münasebetiyle de işaret ettiğimiz gibi, 1492-1494’10 Vatikan’da en azından bir buçuk yıl Sultan Cem ile karşı karşıya olan Pinturicchio’nun, bir Türk resmi yapmak için başkalarından kopya desenler çizmesine her halde ihtiyacı olmamalı idi. Bu durum karşısında, eski hipoteze dönerek Louvre’daki desenin Pinturicchio tarafından çizilmiş olabileceğine ve aynı taslağın Vatikan ile Siena’da kullanıldığına inanmak gerekecektir. Louvre deseninin Ricci ve Sarre’ye karşı, Sultan Cem olamayacağını savunmak isteyen Karabacek, tek dayanak olarak şahsın üzerindeki kıyafetin fakir olduğunu gösterir[90]. Halbuki bunun bir öntasarı mahiyetinde bir taslak deseni olduğunu düşünmesi gerekirdi. Ressam, modelinden böyle bir taslak çizdikten sonra, onu büyük tablolarında detaylarını da işleyerek kullanır. Böyle bir desende kıyafet detaylarının, kumaş desenlerinin bulunmayacağı gayet tabiîdir. Böylece, Louvre’daki desen de Vatikan ve Siena’daki Türk figürü serisine girmekte ve eğer bu sonuncularda tasvir olunan şahıs Sultan Cem ise, onun da bu Şehzadeyi tasvir etmiş olması gerekmektedir. Bu resmin, Callixtus-Bayezid’i tasvir ettiği yolundaki fikre katılmak kanaatimizce doğru olamaz.
III
CEM’İ TASVİR ETTİĞİ İDDİA EDİLEN YANLIŞ RESİMLER
Sultan Cem’i tasvir ettiği iddia olunarak arada ortaya çıkan, yayınlanan birtakım resimler daha vardır ki bunların Türk şehzadesi ile hiç bir ilişkileri aslında olmamakla beraber birkaçını gözden geçirmeği faydalı buluyoruz.
9. Arras kütüphanesindeki desen (Res. 26)
Kuzeybatı Fransa’da, Arras’da şehir kütüphanesi (Bibliothèque Municipale)’indeki resimler arasında (elyazma No. 266, lev. 24) bir desen bulunmuştur[91]. Altında mürekkeple şu yazı okunur:
Le frère du turc nommé Zelin estant prins a Rhode fut envoyé au pape Alexandre à Rome lequel il donna à Charles Roy de France pour en faire son plaisir quant le Roy alla à Naples /Ce mesme visaije fut envoyé au bon Roy P[hilipp]e. (= Zelin denilen Türk'ün kardeşi Rodos'ta ele geçirilerek, Roma’da Papa Alexandre'a gönderilmiş, o da Fransa Kralı Charles'ı memnun etmek için, Napoli'ye giderken ona teslim etmiştir. Bu aynı tasvir iyi Kral Philippe'e de yollandı).
Buradaki “Zelin” adını Selim olarak mı, yoksa Zizim’in yerine mi kabul etmek lâzım geleceği pek anlaşılamaz, fakat yazının devamından Cem’in kastedilmiş olduğu anlaşılıyor. Desen, “Güzel” lâkabı ile tanınan Burgonya Kralı I. Philippe’e gönderilmişti. Bu deseni ilk olarak 1888’de yayınlayan Delaborde olmuş[92], fakat Sultan Cem hakkında harikulade bir monografya yazan L. Thuasne, bu desenin Sultan Cem’i tasvir etmediğini açık olarak belirtmiştir. Thuasne, bu resmin Bizans İmparatoru VIII. İoannes Palaîologos’u tasvir ettiğini de bu arada belirtmiştir[93]. 1959’da Sultan Cem resimleri hakkında bir makale yayınlayan F. Babinger, Arras’daki deseni ısrarla ve kesin ifadesi ile Sultan Cem olarak göstermekte ve bunu Vatikan’daki süvarinin profili ile yakından benzer bulmaktadır[94]. Süvari ile Arras resmi arasında bir benzerlik olmakla beraber, bu desenin kıyafet,tip, serpuş, saç ve sakal bakımından bir Türk’e benzer tarafının bulunmadığı da açıkça bellidir[95].
Bu desende çok kemerli ve sivri burunlu (Michelet’nin ifadesi ile doğan burunlu), kuru yüzlü, sivri sakallı bir insan tasvir olunmuştur. Başında ortaçağ sonlarında ve Rönesans devrinde Batılıların giydikleri biçimde çok süslü bir şapka vardır. Uzun saçları lüleler halinde sırtına iner. Yakası gösterilen elbisesi de tamamen Hıristiyan ve Avrupa modasına göredir. Altındaki zaten adı da yanlış veren yazı ne olursa olsun burada bir Türk’ün değil bir Hıristiyanın tasvir edilmiş olduğu açıkça bellidir. Avrupa’da uzun süre usulden olduğu gibi, herhangi bir önemli olay cereyan ettiğinde, eldeki eski desen ve gravürlerden faydalanmak ve bunların ne olursa olsun, eğer varsa eski yazılarını yok ederek, taze olayın ve olaya karışan şahsın adını yazarak ortaya çıkarıldıkları bilinen bir gerçektir. Nitekim, 1553- 1555’te İstanbul’da bulunan Alman ressamı Flensburg’lu Melchior Lorichs (1527’ye doğru-öl. 1583’ten az sonra)’ın Kanunî Sultan Süleyman ile aslında Süleymaniye camiinin açılış törenine katılmak ve tebriklerde bulunmak üzere hediyelerle gelen Safevî elçisini gösteren gravürleri, Osmanlı tarihinin yeni olayları içinde başka adlar sivrilince, altındaki yazı kazınarak, bir kenarına I. İbrahim, Nasuh Paşa, Rüstem Paşa, hatta IV. Murad adları yazılarak piyasaya çıkarılmıştır[96]. Burada da durum aynıdır. Arras resmi Sultan Cem’in Avrupa’da popüler olması üzerine güya onu tasvir etmek iddiası ile ortaya çıkarılmakla beraber, Sultan Cem değil çok daha eskiden yapılmış bir resimdir ve çok büyük ihtimalle Bizans imparatoru VIII. İoannes Palaiologos’tur.
10. Berlin ve İstanbul'daki “El gran tureo” gravürü (Res. 27, 28).
Berlin’de Kupferstichkabinett’te[97] ve İstanbul’da Topkapı Sarayı kütüphanesindeki, yanlış olarak Fatih Albümleri olarak adlandırılan değişik menşelerden çeşitli resimleri derlemek suretiyle toplanmış külliyatta (Albüm 2153, var. 145) bir Batı gravürü bulunmaktadır ki[98], F. Babinger bunun da Sultan Cem olabileceğini biraz tereddütlü bir ifade kullanarak muhtemel görmüştür[99]. Bu biribirinin eşi olan iki gravürün sağ alt köşesinde:
EL GRAN TURCO (= BÜYÜK TÜRK)
yazısı okunur ki, bunun sonradan eklendiğine ihtimal verilir. Yani bu yazı, desenin aslında olmayıp, desen hak edilirken konulmuştur. Böylece her iki nüshada da vardır. Bu fantastik serpuşlu, kıyafetli, kemerli burunlu, uzun saçlı ve sakallı figürün, Arras’daki resmin başka bir elde değiştirilmiş bir varyasyonu olduğu bellidir. Arras’daki gravürün daha usta bir ressam tarafından çizilmesine karşılık, Berlin ve İstanbul’daki resim daha tezyinat meraklısı olan bir ressam tarafından meydana getirilmiş veya hak eden usta tarafından işlenmiştir. Yanındaki "El Gran Turco" (Büyük Türk) [100] adı da bunun, Cem’i değil, fakat Osmanlı Sultanını tasvir etmek iddiasında olduğunu göstermektedir ki, bu durumda ancak Fatih Sultan Mehmed akla gelir[101].
Gerek Arras deseni, gerek bu gravür Thuasne’m da işaret ettiği gibi Bizans İmparatoru VII. değil, fakat VIII. İoannes Palaiologos (1425-1448)’un madalya, büst ve desenlerine uymakta, onlardan ilham alınmak suretiyle az veya çok değiştirilerek işlenmiş bulunmaktadır. Türk ilerleyişi karşısında günden güne küçülmüş olan devletini kurtarmak için Batı’dan yardım dilenmek üzere İtalya’ya gelen ve 1438-39 yıllarında Ferrara ve Floransa’da bulunan İmparator İoannes Palailogos’un bugün İtalyan sanatkârı Pisanello olarak tanınan Antonio Pisano (1395’e doğru-1455’e doğru)’nun güzel bir madalyası vardır[102]. Bu madalyadaki kabartma resmin etrafında şu yazı dolaşır (Res. 30) :
+’IΩÁNNHC · BACIΛЄVC . KAÌ · ’AVTOKPÁTΩP ‘ΡΩΜΑÌΩΝ ·
Ό · ΠAΛAIOΛÓΓOC
(= ROMALILARIN HÜKÜMDAR VE İMPARATORU
1OANNES PALAİOLOGOS)
aynı madalyanın arka yüzünde İmparatorun at üstündeki resminin etrafında da sanatkârın Lâtince ve Grekçe olarak adı bulunmaktadır :
. OPVS. PISANI. PICTORIS.
"ΈΡΓΟΝ . TOV. ΠICÁNOV · ΖΩΓΡÁΦΟΥ
(= RESSAM PİSANİ’NIN ESERİ)
Madalyanın arka yüzündeki atlı İoannes kompozisyonunu ise, Pisanello’nun Louvre’da bulunan bir taslak deseninde de görmek kabildir (Res. 31). Bu tek tabaka üzerinde bir at başı, biri bir Ortodoks papazı olmak üzere üç küçük figürden başka, aynen madalyadaki gibi bir duruşta ve başında önü uzun şapkası ile İmparator çizilmiştir[103]. Bu tabakada renkler hakkındaki dokuz maddelik notlardan başka, bir Doğu halısı şeması ve yukarıda da bir friz halinde uzun bir İslâmî yazı da bulunur. Bu yazıda şu okunur :
‘Izzun li-mavlānā al-sultān al-malik al-Mu’ayyad
Abu al-Nasr Şayh[‘azza] nasruhu
Burada adı geçen hükümdar, Çerkez Memlûklerinden Sultan Al- Malik al-Muayyad Abu al-Nasr’dır ki, 1412-1421 yılları arasında hüküm sürmüştür. Karabacek, bu yazının, İmparatorun elbisesindeki bir tiraz'ın detayı olduğu kanaatindedir ki yanlış sayılamaz. Memlûk Sultanının bunu, Bizans İmparatoruna hediye olarak göndermiş olması muhtemeldir. Bu önü uzun şapkalı atlı figür daha başka İtalyan ustalarına da ilham vermiş ve onların eserlerinde tekrarlanmıştır. Roma’da San Pietro kilisesinde Filarete’nin bronz kapılarından birindeki Floransa konsilini tasvir eden kabartmada, Arezzo’da San Francesco kilisesinde Piero della Franccsca’nın “Milvius Köprüsü Savaşı” duvar resminde ve atsız olarak da Pietro Perugino’ nun Perugia’daki Aziz Bernardus’un ölmüş bir çocuğu diriltmesi tablosunda aynı figür, biraz değişmiş şekli ile tekrarlanır[104].
Arras’daki desen ve Berlin ile İstanbul’daki gravürlerin VIII. İoannes olduğunu ispat eden diğer bir eser de Vatikan’da bulunan bir büsttür (Res. 29). Bu bronz eser, Pisanello’nun yukarıda bahsi geçen madalyasındaki tipe aynen uymakta, onun daha canlı, daha plastik bir tekrarı olarak görünmektedir[105]. Fakat bu hususta hiç şüphe yok ki en ilgi çekici örnek, Venedik ekolu ressamlarından Vittore Carpaccio (1455’e doğru- 1525)’nun “Diakr’ların Nasbedilmesi” adı verilen tablosunda görülür. 1511’de yapılan bu tabloda solda yer alan kalabalık grup ortasında bir Bizanslı Rum figürü bulunmaktadır[106]. Bunun lüleler halinde omuzlarına dökülen uzun saçları, sivri bir sakalı ve Pisanello’un kabartma ve büstündekine tamamen uyan bir şapkası vardır. Halbuki grubu teşkil eden diğer figürlerin Müslüman oldukları düşünülmüş ve bunlar o sıralarda Venedik’in diplomatik ilişkileri olan Memlûkler veya Türkler biçiminde tasvir edilmişlerdir. Üzerlerinde geniş kaftanları ve başlarında beyaz dolamalı sarıklı kavukları vardır. Yani kısacası bu çağın Avrupalı ressamı Bizanslı tipini Türk ve Müslümandan açık surette ayırt ediyordu. Batılılarca, Bizans da Doğu sayıldığından, İoannes’in bu pek yaygın ve tanınmış portreleri uzun süre, Osmanlı hükümdarları yerine de kullanılmıştır. Nitekim Hartmann Schedel’in 1493’te basılan Dünya Tarihi'nde aynı figür Fatih II. Mehmed olarak da, tahta gravür olarak işlenmek suretiyle bir daha yayınlanmıştır (Res. 32)[107]. Fakat şu iyice bilinmelidir ki, bu ve bunun gibi eski resimler, hiçbir vakit, sonradan yakıştırıldıktan tarihî şahısların gerçek portreleri olarak kabul edilemez. Diğer taraftan şu noktaya da işaret etmek yerinde olur ki, Bizans’lıların son yüzyıllarda, böyle önü uzun bir şapka giydikleri de 14. yüzyıla ait bir Bizans elyazmasındaki minyatürlerden anlaşılmaktadır. Bahis konusu elyazma bir Eyüp kitabı açıklamaları olup 1362 de resimlendirilerek hazırlanmıştır (Paris - Bibliothèque Nationale, Gr. 135).
IV
FANTEZİ MAHSULÜ RESİMLER
11. On yedinci yüzyıla ait bir Fransız gravürü (Res. 33)
Bu gravür bugün bazı grafik koleksiyonlarında tek yaprak halinde bulunmakla beraber, aslında bir kitapdan çıkarılmıştır. Ait olduğu kitap, Père Bouhours (1628-1702) tarafından yazılan Pierre d’Aubusson’un hayatı hakkında bir monografyadır ve Paris’de 1676 da yayınlanmıştır. Histoire de Pierre d’Aubusson, grand maître de Rhodes başlığı ile tanınan bu kitapta s. 203 te bahis konusu gravür yer almaktadır. Aslında bir Cezvit (= Jésuite) papazı olan Bouhours, dil ve din üzerine yazdığı kitapları ile tanınmıştır. D’Aubusson hakkındaki eserin yüz sahifelik kadar bir kısmı Sultan Cem’e ayrılmıştır. Karabacak bu gravürü tek yaprak halinde bulduğundan hangi kitapdan çıkarıldığını tesbit edememiştir. Bu yüzden ikinci el yayınlarda da bu gravürün menşei gizli kalmıştır.
Bakır kazıma tekniğinde basılmış olan bu gravür ilk defa olarak J. von Karabacek tarafından tanıtılmıştır[108]. Daha sonraları S. Ünver’in[109] ve İ. Hikmet Ertaylan’ın[110] kitaplarında da çok ufak reprodüksiyonları basılan bu resmin gerçeği aksettiren bir tarafı bulunmamakla beraber burada kısaca da olsa yer almasını faydalı bulduk. Gravür, alt kenarındaki imzalardan öğrenildiğine göre Lyon’lu ressam Pierre Paul Sevin (1650-1710) tarafından çizilmiş[111] ve Paris’te Etienne Gantrel (1646-1706) eliyle de 1670’lerde bakıra hak edilmiştir[112]. Bu çeşit gravürlerin hepsinde de görüldüğü gibi, esas figürün etrafında 19. yüzyılın Osmanlı armasını andıran, çeşitli silâh ve eşyadan meydana gelmiş bir çerçeve vardır. Resmin alt kenarında şu yazı okunur:
ZIZIME. Fils de Mahomet II
(= II. Mehmed'in oğlu Cem)
Ortadaki esas resmin altında tek hilâlden ibaret bir arma, yukarısında ise Avrupa krallık taçlarının bir eşi vardır. Yalnız bu taçta, Avrupa’da taçlarda saliplerden olan çıkıntılar burada hilâllerden meydana getirilmiştir. Türk modasına hiç uymayan süslü bir kavuk ve incili bir pelerinle giyimli olarak tasvir edilen Cem, genç bir şahıs olarak tasavvur edilmiştir. Karabacek’in kanaatinin aksine olarak biz bu resmin tamamen fantezi mahsulü olduğuna ve Cem’in gerçek yüz çizgilerinden hiç bir şeyi aksettirmediğine inanıyoruz[113].
12. Tamamen fantezi mahsulü resimler
Sultan Cem’in gerçekle hiç ilgisi olmayan birtakım resimleri de yapılmıştır[114]. Burada bu çeşit resimler üzerinde durmuyoruz. Cem’i 15-16 yaşlarında kız yüzlü bir oğlan olarak tasavvur eden resimler gibi[115], minyatür tekniğinde yapılan bazı denemeler de[116] fantezi olmaktan ileri gitmemektedir.
Yukarıda bahsi geçmiş olan, Rodos şövalyeleri tarikatının sekreter ve kronikçisi Douai’li Guillaume Caoursin (1430-1501)’in çeşitli baskıları olan kitabında, Cem’in Rodos’daki yaşantısı ile ilgili ağaç gravürü olarak bir takım resimler bulunmaktadır. Bunlarda Sultan Cem’in belirli bir portresi aksettirilmiş olmadığından üzerlerinde durmağa lüzum görmedik. Fakat G. Caoursin’in Paris’de Bibliothèque Nationale'de Fonds latin, 6067 sayısı ile saklanan başka bir yazması, renkli minyatürler ile süslüdür[117]. Bu makalemizde sadece bir tanesinin reprodüksiyonunu verebildiğimiz (bkz. Res. 1) bu minyatürlerden onbiri Sultan Cem ile ilgilidir. Ancak bu elyazmanın aslını göremediğimiz gibi, Cem’i tasvir eden minyatürlerin hiçbirinden de bir reprodüksiyon elde edemediğimizden, bunlarda Cem’in nasıl tasvir olunduğu hakkında bir şey söyleyemeyeceğiz. Sayın Prof. C. Dana Rouillard, 30 Ocak 1973 tarihli mektubunda, bu minyatürlerin resimlerine sahip olduğunu bildirmekte, ayrıca, Bibliothèque Nationale'da Res. K89 sayıda Caoursin’in daha basit resimli bir nüshasının da bulunduğuna işaret etmektedir. Paris’deki Caoursin elyazmasınm minyatürlerinin yayınlanmasını temenni ederken, Sultan Cem’in resimleri konusunun pek kolay sona crcmiyeceğini de işaret etmek isteriz.
***
Hükümdarlık hırsının ve kaderlerini onun yükselişine bağlayan birkaç kişinin teşviklerinin dönüşü olmayan bir yola sürüklediği, böylece de yıllarca süren çok ıstıraplı bir maceraya atılmak zorunda kalan Sultan Cem, tarihin daima merak uyandİran bir şahsiyeti olarak kalacaktır. Saint Jean tarikatının başı, Grand maître Pierre d’Aubusson’un açık ve belirli bir ihanetine uğrayan[118] ve sonra da bir istismar vasıtası olduğu için Papalık elinde siyasî oyunlara alet edilen, üstelik büyük maddî kazançlar da sağlanan Sultan Cem, Batı’daki uzun hayatı boyunca muhakkak ki ressamlara konu olmuştur. Biz bu yazımızda onunla uzaktan yakından ilgili görülen bütün şimdiye kadar bilinen resimleri bir gözden geçirdik. Aldatıcı olabilecek bazı fikir ve hipotezleri tahlil ettik. Kanaatimizce bu resimlerden bazılarında Sultan Cem’in gerçek yüzünü bulmak kabildir. Minyatür tekniğindeki ilk iki resmin (No. 1 ve 2) onunla bir ilgisi olabileceğine inanmak kanaatimizce zor görünmektedir. Buna karşılık, Viyana (No. 3) ve eğer sahte değilse Basel (No. 4) resimleri onun gençliğini aksettiren portreler olarak kabul edilebilir. Fakat hiç şüphesiz Cem’in gerçek portreleri, Vatikan ve Siena’daki duvar resimleri (No. 6, 7) ile Louvre’daki desende (No. 8) görülenlerdir. Millî gelenek ve kıyafetine bağlı Cem’in başka bir şekilde tasvir edileceğini sanmıyoruz. Bunun dışında kalan (No. 5) ve ona yakıştırılan resimlerin (No. 9, 10, 11 ) Cem ile ilgisi olabileceğine inanmak imkânsızdır. Bizans İmparatorunun portresinden ilham alınarak yapılan çeşitli resimlerin ise onunla en ufak bir bağlantısı olamaz[119]. Pek çok yerde Sultan Cem olarak gösterilen Vatikan’daki Türk kıyafetli süvari portresi (No. 6) ise Papa’nın oğullarından biri ve kanaatimizce Cesare Borgia’dır[120].