Manāḳib al-'ārifīn'in, başta tasavvuf tarihi olmak üzere, tarih, sosyoloji ve psikoloji ilimleri bakımından arzettiği ehemmiyete muhtelif vesilelerle temas edildiği için, bu konuşmamda, eserin bu yönleri bir tarafa bırakılarak, sadece san’at tarihi ile ilgili tarafları ele alınacaktır.
Malazgirt savaşının, her zaman için övünmeye değer parlak neticesi, bize yeni bir vatan kazandırmış olmakla kalmamış, İslâmî akidelerle birlikte eski bozkır yaşayış ve telâkkilerinden tamamiyle farklı düşüncesi, edebiyatı ve dünya görüşü ile toprağa bağlı bir topluluk haline gelmemizi ve bu suretle yerleşik bir medeniyet unsuru olarak dünya tarihi içinde mühim bir yer işgal etmemizi sağlamıştır. Filhakika muhtelif kültürlerin birbirleriyle temas ettikleri bu ülke, Türk hâkimiyeti altına girdiği ilk devirlerde, halkı ve düşünce tarihi bakımından kozmopolit bir mahiyyet arzettiği için, taassup hislerinden uzak, geniş felsefî düşünceleri benimsemeye elverişli idi. XII. asrın ikinci yansından itibaren, burada başlayan fikrî hareketler, XIII. asırda pek çok büyük şahsiyetin yetişmesine vesile oldu. Fetih sırasında cereyan eden savaşlar esnasında yıkılmış olan yerlerin yeniden yapıldığı ve bunlara yenilerinin ilâve edildiği XIII. asırda, bilhassa gelişen bir ticarî hayatın da yardımı ile Anadolu’da gerek ilim, gerek san’at bakımından büyük bir gelişme olmuştur. I. Alâeddin Keyku bad’ın, devrin imkânları nisbetinde mükemmel sayılabilecek devlet idaresi İslâm ülkelerinde bulunan birçok bilgin ve sanatkârın Anadolu’ya akın etmesine vesile oldu. Nitekim, çağının sayalı sûfî-âlimlerinden Şihâbeddin-i Suhreverdî, yine kendisi kadar meşhur olan Necmeddîn-i Râzî’ye yazmış olduğu bir mektubunda, ilim ve san’at dostu Alâeddin Keykubad’ın yanına gitmesini tavsiye etmektedir. Gerçekten de Anadolu’ya gelmiş bulunan bu âlimler, burada büyük bir saygı ile karşılandıkları gibi, bunlar adına, muhtelif medrese ve hankahlar yaptırılmak suretiyle ülkenin mimârî bakımdan gelişmesini sağlayan eserler vücuda getirilmiştir. Manāḳib al-'ārifīn, muhtelif meslek erbabına tahsis edilen binalar ve tipleri hakkında da bilgi vermektedir. Ona göre, hükümdar ve emirler için saraylar, âlimler için medrese, tacirler için hanlar, ayak takımı için zaviyeler ve yabancılar için de mastaba (misafirhane) lar yapılmıştır. Ancak bu tip binaların bir çoğunun sadece isimleri bilinmektedir. Bunlardan Atabekiye, Muineddin Pervâne, Lala medreseleri, Ruzbih, Zincirli, Şekerciler, Sahib Îsfehânî, Ziyaeddin Vezir hanları, Postîndûzan (Kürkçüler), Hâce Ömer, Develi, Zirva, Kaliçe hamamları gibi mimarî eserlerden bu gün pek azı kalmıştır.
Manāḳib al-’ārifīn'de mimarlık tarihi ile ilgili bu kayıtların yanında, resim san’atının da oldukça gelişmiş olduğuna dair tafsilâtlı bilgi bulunmaktadır. İslâm dünyasında muhtemelen taassubun artmaya başladığı bir devirde günah sayılan tasvirin yani resmin, Konya ve havalisinde her hangi bir tepki ile karşılanmadığı, yine Manāḳib al-'ārifīn, dolayısiyle anlatılan bazı hâdiselerden istihraç olunmaktadır. Nitekim, tıpkı bu günkü ressamlar gibi atölyesi bulunan ressamların mevcut olduğu, bunlara kendi resimlerini yaptırmak isteyenlere rastlandığı, bizzat Mevlânâ’nın poz vererek kendi resmini yaptırması ile sabittir (I, 425). Aynudevle-i Rûmî’nin yapmış olduğu yirmi pozdan ibaret bulunan bu resimlerden, birinin, bir gün bulunması, Mevlânâ’nın gerçek sîması hakkında bir bilgiye sahip olmamızı mümkün kılacaktır.
Manāḳib al-'ārifīn de o devirdeki halıların değerleri hakkında da bilgi vardır. Filhakika, bu bilgilere göre, Anadolu halıları İran halıları ile rekabet edebilecek bir değerde idi. Mevlânâ’nın yakın halifelerinden Salâheddin-i Zerkûb’un kızını evlendirmek bahis konusu olduğu zaman, Mevlânâ, Muîneddin Pervâne’nin hanımı Gürci Hatun’a bir kadın gönderip, bu kızın cehazının temini hususunda kendisinin de yardımda bulunmasını reca etti. Bu münasebetle Gürci Hatun’un gönderdiği hediyeler arasında yer alan eşyanın adları, muhtelif san’at kolları ile halıcılık hakkında yeter derecede bir fikir vermektedir. Nitekim gelen hediyeler arasında, çeşitli kumaşlar, kıymetli küpeler, yüzükler, altın tac, ibrikler Gürci ve Şîraz halıları ile aynı değerde bulunan Aksaray halıları ve mutfak takımı olarak ta sini, tepsi, kazan, bakır ve porselen kaplar, havan ve şamdanlar yer almakta idi.
Manāḳib al-'ārifīn, o devirdeki müzik ve raks san’atlerine dâir de oldukça ilgi çekici kayıtlara rastlanmaktadır. Filhakika, bazı muhitlerce âdeta haram sayılmış bulunan müzik ve raksın, o devirde dikkate değer bir şekilde rağbet gördüğüne şâhit olmaktayız. Daha ziyade dinî bir vecdin ifadesi olan semâ’, yâni güzel ses dinleme sûretiyle raks etme, bu devirde, âdeta eğlenceli bir ziyafet mahiyetinde idi. Ziyafetle birlikte bir nevi konser mahiyetinde olan bu eğlenceler, sâdece erkeklere has bir şey de değildi. Nitekim bu gibi toplantıların kadınlar tarafından da tertip edildiği görülmektedir. Manāḳib al-'ārifīn'de, devlet ricalinin hanımları tarafından tertip edilip, Mevlânâ’nın da davet edildiği böyle bir konser oldukça teferruatlı bir şekilde anlatılmıştır: çalgıcı ve şarkıcı kadınlar çalıp söylemekte Mevlânâ da, oradaki kadınlar tarafından çiçek yağmuruna tutulmak sûretiyle sabahlara kadar raks etmektedir.
Toplu halde icra edilen konserlerdeki erkek san’atkârlardan Zeki isminde meşhur bir neyzen ile kadın müzisyenlerden Tâvus-i Çengi’nin adı bilinmekte ve bu hanımın harp çalmaktaki maharetinden sitayişle bahsedilmektedir. Esasen Mevlânâ’nın kadın ve erkek münasebetleri hakkındaki düşünceleri, bu devir Anadolu’sunda böyle müsaid bir ortamın mevcut olabileceğini açık bir şekilde göstermektedir. Nitekim, kadınların örtünüp örtünmemesine dair sorulan bir suale, o, kadınları örtülü tutmanın, kadın ve erkeğin birbirlerine karşı besledikleri duyguları kesk inlemekten başka bir işe yaramadığım ifade etmek suretiyle, âdeta bu günkü bazı gerici çevrelere de gereken cevabı vermiştir.
Yine bu devirde kullanılan müzik âletlerinden beşâret adı verilen bir âletten de bahsedilmektedir ki, bunun mahiyeti ve adı hakkında mevcut kaynaklarda her hangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu arada rebabta da bir yenilik yapıldığına, mevcut tellerine bir ilâvede bulunulduğuna dair bir kayıt da vardır.
Manāḳib al-'ārifīn, esasen bu devir edebiyatını temsil eden Mevlânâ ve etrafındakilerin hal tercümeleri için kaleme alındığından, bu hususta fazla bir şey söylemeyeceğim.
İktisadî refahın ve düşünce özgürlüğünün ve düzenli bir devlet idaresinin hâkim olduğu bir sahada gelişme imkânı bulan güzel san’atların, bu şartların gittikçe yok olmasıyla inhitata uğradığı malûmdur. Nitekim Eflâkî, Alâeddin Keykubâd’ın vefatından sonraki devirlerin hususiyetini, Alâeddin Keykubâd’a atfedilen şu rüya ile ifade etmektedir: Alâcddin Kcykubad, bir gece, rüyasında, başının altından, göğsünün gümüşten, göbeğinden aşağısının tunçtan, kalçasının kurşundan, iki ayağının ise, kalaydan olduğunu görür ve rüyasını Sultanülulemâ Bahâeddin Veled’e yorumlatır. Şeyh te “Sen dünyada olduğun müddetçe, insanlar rahat ve altın değerinde olacaklar, oğlunun zamanı senin zamanına nisbetle gümüş, torunun zamanı tunç ve ondan sonrakiler zamanında ise, daha aşağı derecede bulunacaklardır” der. Sonraları, gelişen hâdiselerden mülhem olarak uydurulmuş olan bu rüya, maalesef tarihî hakikatlere tıpatıp uygun düşmektedir? Filhakika, Alâeddin Keykubad’dan sonra, yerine geçenler kendisi ayarında olmadıkları gibi, Moğol istilâsı da bu çöküntünün hızlanmasına sebep olmuştur.
Sözlerime son verirken, bize bu cennet misali yurdu ilk defa kazandıran Alp Aslan’ın ve ikinci defa kurtarıp, çizdiği misak-i millî hudutları ile, burasını anavatanımız hâline getiren ve tek gayesi içinde yaşayanları çağdaş medeniyet seviyesine yükseltmek olan ölmez Atatürk’ün aziz hatıralarını minnet ve şükranla anmayı bir vazife bilirim.