ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Muammer Gül

Anahtar Kelimeler: Harezmli Türkler, Anadolu, Yakındoğu

Giriş

Tarihin en önemli hâdiselerinden biri olan Moğol istilâsı ile Yakındoğu’nun ve Anadolu’nun siyasî, sosyo-kültürel ve etnik-kabilevî yapısında önemli bir değişim meydana gelmiştir. Bu istilâ genel olarak Yakındoğu ve Anadolu açısından bir yıkım getirmesine rağmen, Anadolu’ nun güney, batı ve kuzey sınırlarındaki uç bölgelerde bir Türkleşme süreci başlatmıştır ki, bu durum Anadolu’da millî bir dönemin başlangıcı gibi müsbet bir tesir ortaya koymuştur. Bu durum Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi için de geçerli olmaktadır. Zira Moğol istilâsı ile birlikte Anadolu’ya gelen Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu gibi büyük göçebe Türkmen zümreleri XIV. yüzyıldan itibaren bu bölgelerin Türkmeniye olarak adlandırılmasına sebep olacaklardır[1].

Bu çalışmamızda Moğol istilâsının Yakındoğu ve Anadolu’ya sürdüğü Harezmli Türkleri ve onların tesirleri üzerinde duracağız. Moğol istilâsının önünden hükümdarı, devlet teşkilâtı, askeri ve halkı ile İran, Azerbaycan ve Anadolu’ya gelen Harezmşahlarla birlikte birçok yeni kavmî unsurlar da Anadolu’ya gelmiştir. Selçukluların hizmetine giren bazı Harezmli emîr ve idarecilerinin yanında, bilhassa Kıpçak ve Kanglı Türklerinin oluşturduğu önemli göçler ile birlikte birtakım derviş zümrelerinin, âlimlerin, varlıklı ve şehirli unsurların küçük gruplar hâlinde Anadolu’ya gelerek[2] Selçukluların, Eyyubîlerin ve Memlûkların hizmetine girdikleri bilinmektedir.

Harzemşah Alaaddin Muhammed’in 1220 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Celâleddin Harzemşah geçmiştir[3]. Celâleddin, Moğollar ile mücadele ederek, önce Hindistan’a oradan da İran’a geçmiştir. 1224 yılında Kirman’a gelen Celâleddin, burada hükümdar gibi karşılanmış[4] ve 1224-1225 yıllarında Abbasî Halifesi en-Nâsır li-Dinillah’ı da yenerek İran’ın batısına hâkim olmuştur[5]. 1225- 1226 yılında Dvîn’de önce Ermenileri ve arkasından da Hıristiyanlığın kuzeydoğudaki karakolu olan Gürcüleri ağır bir yenilgiye uğratarak Kafkasya’nın hâkimi olan Celâleddin[6], Moğollar karşısındaki başarıları ile birlikte haklı bir şöhrete kavuştu.

Türkiye Selçukluları ile başlangıçta iyi olan ilişkiler[7], Celâleddin’in Eyyubîlerin elindeki müstahkem ve zengin Ahlat Kalesi'ni almaya niyetlenmesi ile bozulmuştur. Celâleddin, 1226-1227 yıllarında Ahlat’ı kuşatmış, arkasından da Bingöl’e kadar olan bölgeleri yağmalayarak Güneydoğu Anadolu şehirlerine kadar uzanan bir korku ve tesir bırakmıştı [8]. Onun sekiz aylık bir kuşatmadan sonra Ahlat’ı 1230 yılında alarak yağmalaması [9], Yakındoğu’daki dengeleri değiştirdi. Abbasî halifesi el-Mustansır Billah, Celâleddin’e saltanat hil’ati gönderirken, sultan da babası zamanından beri İran coğrafyasında hutbelerde adı zikredilmeyen halifeye dua edilmesine müsaade etti[10]. Bu arada Erzurum meliki Cihanşah, Trabzon’daki Rumlar, Diyarbekir, Hısn Keyfa ve Mardin Artukluları da ona tâbiiyetini bildirdiler[11]. Nihayet Eyyubîler ile ittifak kuran I. Alaaddin Keykubad, Celâleddin’in ordusunu 1230 yılında Yassıçemen’de bozguna uğratmıştır[12].

Celâleddin, yaklaşan Moğol tehlikesinden dolayı bir ittifak teşebbüsüne giriştiyse[13] de Ahlat ve çevresinde yaptığı büyük tahribattan dolayı destek bulamadı. Mugan’da Moğolların baskınına uğradı [14] ve Aras’ı geçerek Mahan Ovası’na indi. Moğolların takibinden dolayı Eyyubîlerin yardımını alma ümidi ile Aras-Eleşgirt-Malazgirt-Hani yolu ile Diyarbakır önlerine geldi. Moğollar ise Bargiri-Ahlat yolundan inerek 1231’de Dicle Köprüsü önünde Celâleddin Harezmşah’a ani bir baskın düzenlediler. Celâleddin’in yanındaki birkaç kişi ile kaçtığı Meyyâfârıkîn(Silvan)’ın dağlık bir bölgesinde bir çoban tarafından öldürüldü[15].

1- Celâleddin’den Sonra Harezmli Türklerin Yakındoğu ve Anadolu’- daki Siyasî Rolleri (1231-1246)

Yassıçemen Savaşı'ndan sonra Doğu Anadolu’da Selçuklular, Güneydoğu Anadolu’da ise Eyyubîler daha kuvvetli bir hâle gelmişlerdi. Daha önce Celâleddin’e karşı ittifak kuran bu iki güç, şimdi bölge üzerinde mücadeleye başladılar. Bu hâkimiyet mücadelesinin araçlarından biri de Celâleddin’in ölümünden sonra başsız kalan ve çoğunluğunu Kanglı-Kıpçak kabilelerinin teşkil ettiği Harezmliler idi. 1231-1246 yılları arasında Türkiye Selçukluları ile Eyyubîler ve bilhassa Eyyubî melikleri arasındaki mücadelelerde Harezmliler en etkili unsurlardan biri olacaklardır. Onların başsız kalmaları ve bilhassa yağmacı karakterleri bölgedeki siyasî olaylarda sürekli taraf olmalarına sebep olacaktır.

Celâleddin’in 1231 baharında ölümünden sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kayır Han’ın önderliğindeki dağınık Harezmlilerin başlangıçta, hiç olmazsa bir iki yıl, Ahlat ve Meyyâfârıkîn Eyyubîlerine bağlı olduğu[16] anlaşılmaktadır. Ancak Keykubad’ın, Ahlat ve Tatvan bölgesinde başıboş dolaşıp yolları kesen Harezmlilerin itaate alınması ve Ahlat ile Bitlis’ten Tiflis’e kadar olan bölgelerin fethini istemesinin bir sonucu olarak[17] Ahlat 1233’te Eyyubîlerden alınmıştır. Böylece Harezmlilerin büyük bir kısmı başlarında Kayır Han, Bereket Han, Yılan Boğa, Can Birdi, Saru Han, Güçlü Han gibi komutanlar[18] bulunduğu hâlde Selçuklular ile anlaşarak Erzurum’u ikta olarak almışlardır[19]. Türkiye Selçukluları, muhtemel bir Moğol saldırısı karşısında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bir taraftan askerî-siyasî tedbirler alırken diğer taraftan Ahlat ve çevresinin ekonomik ve sosyal hayatının yeniden düzenlenmesi ile meşgul olmuşlardır. Bu sebeble bölgeye gönderilen bir heyet ile halk ve toprak sahipleri eski topraklarına davet edilirken onları çiftçilik ve ziraate özendirmek için vergilerde bir süre müsamaha gösterilmiştir[20]. Ancak daha sonra, Moğol baskısı ve endişesinden dolayı, Harezmli komutanlara İç Anadolu’da iktalar verilerek güçlerinden istifade yoluna gidilmiştir. Bu amaçla Kayır Han’a Erzincan, Bereket Han’a Amasya, Güçlü Sengüm’e Larende ve Yılan Boğa (Bilen Togu)’ya Niğde ikta olarak verilmiş, oğulları, adamları ve askerlerinin daha sonra kendilerine katılacağı [21] zikredilmiştir ki, bu durum onların henüz toparlanamadığını göstermektedir.

Alaaddin Keykubat döneminde Selçukluların hizmetine giren Harezmliler’in bazı kaynaklarda 10.000 kişi oldukları zikredilirken[22] bazı kaynaklarda ise çevreye dağılanların dışında ve sadece Ahlat bölgesinde 12.000 kişi oldukları zikredilmektedir[23]. Harezmlilerin, Selçukluların itaatinden çıktıktan sonra Suriye’deki büyük istila hareketi sırasında yukarıda zikredilen liderlerinin emrinde 10.000 atlı olarak zikredilmesi[24] de, Doğu ve İç Anadolu ile Güneydoğu Anadolu’da kalanlar ile kendilerine sonradan katılanlar dikkate alındığında, sayılarının bu rakamlardan az olmayacağı açıktır. Bunların Selçukluların hizmetinden çıktıktan sonra Eyyubîlerin hizmetine girdikleri zaman sayılarının 20.000 kişilik kuvvete ulaştığı görüşü de bu açıdan önemlidir[25]. Keykubad’ın hizmetine giren bu Harezmlilerin sayısı hakkında her hâlde beş-altı bin atlıdan ibaretti[26] değerlendirmesi yukarıda adı geçen beylerin doğrudan emrinde olan Harezmlilerin Anadolu’daki çekirdek kuvvetleri için doğru olmalıdır. Zira İbn Bîbî’nin Erzurum baskını sırasında “dört bin Harezmli ile yedi yüz Moğol” hikâyesi[27] de Harezmlilerin henüz toparlanmadığı gibi kendilerine daha sonraki katılımların da hesaba alınmadığını göstermektedir. Ayrıca Harezmlilerin Selçukluların itaatinden çıktıktan sonra el-Cezire ve Kuzey Suriye’deki yağmalar sırasında kendilerine gerek bu bölgede Duduoğlu’nun başında bulunduğu Türkmenler[28] ve gerekse fiiraz’dan Celâleddin’in yeğeni Yağan Tayşi önderliğindeki katılımlar[29] ile daha da güçlendikleri anlaşılmaktadır. Selçuklu hizmetinden çıkan Harezmlileri tekrar devlete bağlamak için sahip oldukları yerlerin tanınması şartı kabul edildikten sonra Selçuklulara “Suriye, fiiraz, Mısır ve Hicaz’dan katılmış olan, bazısı sultanın topraklarında bazısı başka yerlerde yaşayan askerlerimiz sizi sıkıntıya sokacak bir harekete girmeyecekler”[30] şeklinde vaatte bulunmaları da dağılan Harezmşahlar Devleti’nin bakiyelerinin yukarıda zikrettiğimiz gibi Suriye, Musul, Acem ve Hint’e kadar çok geniş bir coğrafyaya dağılmış oldukları ve bir kısmının da hâlâ Selçuklu topraklarında olduklarını göstermektedir. Dağınık ama birbirlerine bağlı, kolayca toparlandıkları gibi kolayca dağılabilen Harezmli Türklerin bu hareketlilikleri, onların hem gücünü hem zaafını teşkil ediyordu. Zaten Suriye istilâsı sırasında o kadar çok bâdire atlatmalarına rağmen sayılarının 10.000 atlı çıkaracak kadar artması da bunu göstermektedir. Ayrıca Baba İshak isyanı sırasında, isyan ile ilişkileri ne olursa olsun, bölgenin önemli bir gücü olarak kendilerine başvurulması da bu durumlarını açıklamaktadır.

Keykubad, Harezmlilere büyük bir itibar gösterdiği gibi onlara ülkenin en fazla gelir getiren vilâyetlerinden bazılarını ikta olarak vermişti. Kayır Han başta olmak üzere diğer Harezmli emîrler, Eyyubîler’in Anadolu harekâtı karşısında, Keykubat’ın emrinde harekete geçtikleri gibi Selçuklu ordusunun 1236’daki Diyarbakır muhasarasına da katılmışlar ve o bölgede büyük tahribat yapmışlardır[31]. Ancak bu seferin sonuçsuz kalması üzerine sultanın yeni bir sefer için ordusunu Kayseri’de topladığında, Harezmlilerin en önemli komutanı Kayır Han’a Sivas işlerinin çekilip çevrilmesi ve oranın korunması görevini vermesi[32], Keykubad’ın hem onlara olan güvenini hem de Harezmlilerin devlet içindeki konumlarını ortaya koyuyordu. Harezmlilere iktalarında ne oranda yetki tanındığı bilinmemektedir, ama onlara tam yetki verilmediği söylenilse de[33] önemli şehirlerin ikta olarak verilmesi, askerî seferlerdeki rolleri ve en son Sivas gibi bir şehrin valiliğinin Kayır Han’a verilmesi, merkeziyetçi bir idareye eğilimli Türkiye Selçukluları için özel bir durumun oluştuğu anlaşılmaktadır.

Gerçekten Keykubad’ın Harezmlilere devlet içinde önemli bir yer vermiş olması, onların çeşitli rakipleriyle işbirliği yapmalarını önlemek ve onların savaşçı özelliklerinden yaklaşmakta olan Moğol tehlikesi karşısında yararlanmayı düşünmesiyle alakalı olduğu gibi[34], Keykubad’ın bu taze Harezm unsurlarını tercih ederek, bir ıslah hareketine başladığı da sezilmekte ve hatta ölümünün bile bu teşebbüsü ile alâkalı olduğuna dair bazı alâmetler olduğu zikredilmektedir[35]. Onun ölümünden hemen sonra ona yakın devlet adamları ile Harezmlilerin en güçlü komutanı Kayır Han’ın tasfiye edilmesi bu açıdan dikkat çekicidir. Bazı kaynaklarda Deylemli olduğu zikredilen[36] Anadolu Selçuklu Devleti’nin veziri Saadeddin Köpek’in iftirası ile ilk önce Harezmlilerin en büyük emîri olan Kayır Han tutuklanmış ve arkasından da hapsedildiği Zamantı Kalesi'nde 1237 yılında ölmüştü. Durumu öğrenen diğer Harezm emîrleri ve askerleri Selçuklu topraklarından çıkmak için süratle hareket ettiler ve geçtikleri yerleri tahrip ettiler. Sultan, onların geri döndürülmeleri için harekete geçmesine rağmen onlar, Malatya bölgesinde Fırat’ı geçtiler ve burada Selçuklu kuvvetlerini yenerek elde ettikleri önemli ganimet ile Harran, Urfa, Rakka, Suruç ve çevredeki beldeleri ele geçirerek oralara malikhane hükmüne göre sahip oldular[37].

Burada dikkate alınması gereken birinci husus, Selçuklu idaresinin bu tutumunun sadece Kayır Han’ın şahsına değil, Harezmlilere karşı genel bir bakışı yansıttığı ve Harezmlilerin de bunu kendilerine karşı bir tavır olarak anlamış olmalarıdır. Harezmlilerin bir kısmı Selçuklu topraklarında kalmış ise de toplu olarak harekete geçmeleri de bunu işaret etmektedir. İkinci husus ise, Harezmlilerin toplu bir şekilde İç Anadolu’dan Selçuklu sınırları dışındaki Güneydoğu Anadolu’ya yönelmeleri sadece Selçuklu idaresinden kaynaklanmıyordu. Harezmliler büyük çoğunlukla ‘göçebelik’ karakteri ağır basan Kanglı-Kıpçak boylarına dayanıyordu. Cüveynî, onların tabiatı hakkında şu bilgileri vermektedir:”Bunlar nereye gitseler orayı harap ederler, halk onları gördüğü zaman kaçacak delik aradı. Onların halka reva gördüğü eziyet ve zulüm sultanın devletinin temellerini sarsan en önemli etkenlerden biridir”[38]. Gerçekten de Harezmlilerin bu tabiatını bütün tarihleri boyunca gözlemlemek mümkündür. Onların Yakındoğu’da Moğolların habercisi olması, sadece Moğolların sürekli takibine uğradıklarından dolayı Moğol istilâsının olduğu bölgelerde ilk olarak onların görünmeleri ile değil, fakat aynı zamanda İslâm âlemindeki Moğol tahribatının adeta provasını yapmaları ile alâkalıdır. İbn Bîbî, onlar için “O Yabguluların halefleri, tüccarları ve ziraat yapanları yağmalıyorlardı”[39] demektedir ki, burada XI. yüzyıldaki Yabgulu Türkmenlerinin de bölgede benzer bir tesir bıraktıkları anlaşılmaktadır. Aynı şekilde İbn Vâsıl, Harezmliler Müslümanların canlarına ve haremlerine Karamatî* hariç kafirlerin yapamayacağı kötülükleri yaptılar[40] diyerek Harezmlilerin Anadolu, Suriye ve Filistin bölgelerinde meydana getirdikleri büyük yağma ve tahribatın boyutlarını bize göstermektedir. Harezmliler Suriye ve Filistin bölgesinde sultanları ve emîrleri haraca bağlayan İsmailîlerin merkezlerini bile yağmaladıkları anlaşılmaktadır[41].

Kendilerine İç Anadolu’da ikta olarak verilen topraklarda serbest hareket edemeyen Harezmliler (İç Anadolu, yerleşik şehirli yapısı ve devletin merkez alanını oluşturması açısından onlara pek uygun değildi.), belki de Kayır Han olayını bahane ederek buradan Güneydoğu Anadolu bölgesine gelmişlerdir. Burada adı geçen şehirlerde “malikhane hükmüne uydular”[42] şeklindeki kayıt, arazinin hiçbir devlete tâbi olmaması mânasına gelmektedir[43]. Bu durum onların İç Anadolu’daki iktalarında böyle geniş yetkilere sahip olmadıklarını gösterdiği gibi bu hareketlerinin anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır. Üçüncü husus ise, Selçuklular için ilk sarsıntı ve devlet bünyesinde açılan ilk yara olması ile hareketin Türkiye Selçukluları'nın iç dengelerini etkilemesidir. Harran, Urfa, Musul, Re’sülayn beldeleri ile bağlı yerleri ele geçiren Harezmliler, buraları kendi aralarında paylaşmışlar, baskın ve yağmalar ile bölgedeki Eyyubî meliklerini haraca bağlamışlar ve giderek güçlenmişlerdir[44].

Kayır Han’dan sonra başlarına Bereket Han’ın geçtiğini tahmin ettiğimiz Harezmlilerin[45] buradaki konumları da dikkate şayandır. el-Cezîre hâkimi elMelik es-Salih Necmettin şehirlerinin Harezmliler tarafından istilâsı karşısında bir şey yapamamış ve onlardan faydalanmayı akıllıca bir yol olarak görmüştür[46]. Böylece yerleştikleri bu beldelerde, 1237 yılından 1246 yılında askerî ve siyasî olarak varlıklarına son verilinceye kadar, el-Cezîre-Suriye-Filistin hâdiselerinde önemli rol oynamışlardır. Bu süre içerisinde Harezmlilerin lideri konumunda olan emîr ise bölgenin en güçlü kalesi Harran’da oturan Muhammed Berke Han b. Devletşah idi. Berke Han, el-Melik es-Salih’in kız kardeşini alarak Eyyubîler ile akrabalık kurmuş ve Celâlettin’ in münşisi Muhammed Nesevî’yi kendisine vezir yapmıştır[47]. Ancak onların bu bölgedeki kervanları soyma ve yağma hareketleri ile artan şikâyetler Selçukluları harekete geçirdi. Selçuklu sultanının davet girişimi kısa bir süre için de olsa anlaşma ile sonuçlanmıştır. Buna göre Harezmliler, sahip oldukları beldelere saltanat menşûru ve ikta yolu ile sahip olmuşlardır. Bunun karşılığında kendilerine Suriye, fiiraz, Mısır ve Hicaz’dan katılmış olan ve bazısı sultanın topraklarında, bazısı başka yerlerde yaşayan askerlerinin sultanı sıkıntıya sokmayacakları şeklinde söz vermişlerdir. Buna rağmen Harezmliler ancak kısa bir süre sözlerinde durup tekrar yağma yapmışlardır[48].

Harezmlilerin Güneydoğu Anadolu ve Suriye olaylarında etkili olmalarının bir göstergesi de Babaî İsyanı ile olan ilişkileridir. Baba İshak’ın Harran ve Urfa bölgelerine hâkim olan Harezmlilere davetçiler göndermesi ve onlara II. Keyhusrev’i kötülemesi, isyanda Harezm Türklerinin kışkırtma-larını [49] akla getirmektedir. Harezmlilerin bu isyana iştirak ettiklerini gösteren bunun dışında henüz bir delil olmamakla beraber, onların sultanla yeni anlaşmaya vardıkları göz önüne alınırsa, buradaki karşılıklı durumları daha iyi anlaşılır. İsyanda Harezmlilerin yanında Eyyubî melikleri ile Moğolların kışkırtmasının olabileceği [50] zikrediliyorsa da Eyyubî meliklerinin bu sırada göçebe karakterli Harezmlilerle başı yeterince dertte olduğu ve Selçuklu sultanının yardımına muhtaç oldukları için bu mümkün görünmemektedir. Ayrıca hem bu hâdisenin, hem de Harezmlilerin konumunun anlaşılması açısından dikkat edilmesi gereken bir husus da, XIII. yüzyıl başından itibaren Moğol istilâsının bir sonucu olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de göçebe kitlelerinin yoğunlaşması ve siyasal ağırlık merkezinin onların lehine değişmesidir. Bu durum XV. yüzyıl başlarına kadar sürecektir ki bölgede Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu göçebe Türkmen devletleri böyle bir zemin üzerinde kurulmuştur. Baba İshak İsyanı'nı da Harezmlilerin rollerini de ancak bu göçebe ve göçebelik sosyal tabanı üzerinde izah edebiliriz. Göçebe karakterindeki aşiretlerin yağma ve baskınla ganimet elde etmeleri Babaî gücünün kaynağı olduğu gibi Harezmlilerin Selçukluların hizmetinden çıktıktan sonraki güçlenmesi ve sürekli uzak bölgelerden katılım olması temelde bu yapı ile ilgilidir. İbn Bîbî, onların bu dönemde giderek güçlendikleri, fiiraz’dan, Kirman’dan, Suriye’den, Hicaz’dan, Mısır’dan, Anadolu’dan katılım olduğunu zikretmektedir[51]. Yine 1241-1242 yılında 70.000’i piyade ve bir kısmı süvari olmak üzere Duduoğlu kumandasında büyük bir Türkmen kuvvetinin Harezmliler’e iltihak etmesi[52] de başka türlü izah edilemez.

Harezmlilerin el-Cezîre ve Kuzey Suriye’de soygun ve yağmada bulunmaları ve 1240 yılında Halep kuvvetlerini mağlup etmeleri[53] üzerine Suriye Eyyubî melikleri Selçuklu sultanından aldıkları kuvvetle 1240’da Re’sülayn’da onları bozguna uğrattılar. Bu durum onların Urfa ve çevresinden çekilmesine ve bir kısmının Berke ve Güçlü Han liderliğinde Bağdat’a sığınmasına sebep olmuştur ki Halife el-Mustansır Billah onları himayesine almıştır[54]. Bereket Han’ın vezirliğini yapan ve Harran Kalesi'ne hâkim olan Muhammed Nesevî ise Selçuklu sultanına bağlanmak istemiş, ancak Humus Eyyubî meliki Melik Mansur’un vaatleriyle Halep meliki en-Nâsır’a itaat etmişti[55]. Harezmliler Re’sülayn’da ağır bir yenilgi almalarına rağmen bölgedeki güçlerini korumuşlardır. Bunun en açık göstergesi Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Meyyâfârıkîn’ı Eyyubîlerden almak istemesi karşısında Melik Gazi’nin, Re’sülayn savaşından sonra Bağdat tarafına gitmiş, halifenin ilgisini ve himayesini görerek güçlenmiş, topluluklarının sayısı, fiiraz tarafından gelip teçhizatlı askerleriyle kendilerine katılmış olan Celâleddin’in kız kardeşinin oğlu Yağan Tayşi ile çoğalmış olan Harezmlileri yardıma çağırmasıdır. Böylece Berke Han ile Güçlü Han yeniden el-Cezire ve Suriye’ye gelerek hâdiselere katılacaklardır. Merkezde Melik Gazi ve Bereket Han, sağ ve solda Harezmli ve Germiyan kuvvetlerinin bulunduğu Meyyâfârıkîn ordusu Türkiye Selçukluları karşısında dağılmasına rağmen halifenin araya girmesi ile Selçuklu ordusu geri çekilmiştir[56]. Yine Selçukluların Moğol tehlikesi karşısında Kösedağ savaşı öncesinde ”sayıları hesaba gelmeyen Harezmliler” den büyük bir ordu kurarak onlara Harput’u ikta etmeleri[57] gibi olaylar onların güçlerini hâlâ koruduklarını göster-mektedir.

Burada dikkatimizi çeken bir husus da, Halife ile Harezmliler arasındaki ilişkinin seyri ve bunun Moğollar üzerindeki tesiridir. Ahlat muhasarasına kadar Halife ile Celâleddin arasındaki ilişkiler iyi değildi. Bu ilişkinin Harezmşahlar Devleti’nin kuruluşundan beri İran coğrafyası üzerinde Halifeler ile olan siyasî rekabetin getirdiği bir arka planı vardı. Ancak yukarıda zikrettiğimiz gibi Ahlat’ın alınması ile ilişkilerin seyri değişmiştir. Halife sultana saltanat hil’atı gönderirken sultan da hâkim olduğu bölgelerde halifeye dua edilmesine müsaade etmiştir. İlişkilerin bu şekilde düzelmesi Moğolların halifeye olan bakışlarını değiştiren ilk olay olmuştur. Daha sonra Harezmli komutanlardan Berke ve Güçlü Hanların halifeye sığınması ile halifenin onları koruma altına alması ve SelçukluHarezmli mücadelelerinde halifenin Harezmliler lehine aracılık yapması Moğolların Abbasî Halifeliği hakkındaki düşüncelerinin netleşmesine katkıda bulunacaktır. Zira 1248 yılında Kıbrıs’a St. Louis’in nezdine giden Moğol elçileri Hıristiyanlığın kendi aralarında yayıldığından bahsettikten sonra, “şimdi ise Bağdad’a Harezmlilerin Hz. İsa’ya hakaret ettiklerinin intikamını almak için gittiklerini”[58] bildirmeleri, Halife ile Harezmlilerin ilişkilerinin bu seyri ile alâkalı olmalıdır. Moğolların bu tavrı Selçuklular için de geçerlidir. Çünkü Yassıçemen Savaşı'ndan sonra Selçukluların Harezmlileri hizmetlerine alarak himaye etmeleri ve Erzurum’u onlara ikta etmeleri Moğolların ani tepkisi ve Erzurum baskını ile neticelenmiştir. Selçukluların baskını yapan Moğolları takip etmeleri, Harezmlileri himayede ısrarlı olarak onlara İç Anadolu’da iktalar vermeleri ve devlet hizmetinde onlara daha önemli yer vererek Moğollara karşı onlardan istifade etmek istemeleri, Moğolların Selçuklular hakkındaki kanaatlerinin pekişmesinde dikkate alınmalıdır. Zira Moğollar, Yakındoğu’da adeta millî hasmı durumuna gelen Harezmlileri koruyanlar için sürekli bir cezalandırma politikası uygulamışlardır.

1242 yılında Türkmenler ile birlikte Halep’e saldıran Harezmliler, Suriye Eyyubî meliklerinin ittifakı karşısında tekrar hezimete uğradılar. Bir taraftan gittikleri yerleri yağmalayan veya ilgilenen birine kendilerini para ile kiralayan Harezmliler, diğer taraftan da yaklaşmakta olan Moğol tehlikesi karşısında dayanacakları bir müttefik arıyorlardı [59]. el-Kâmil’in 1238’de ölümünden sonra veraset hakkı elinden alınan el-Cezîre Meliki es-Salih Eyyub 1240’ta kardeşi elÂdil Ebû Bekir’i devirerek Mısır sultanı oldu. Suriye’yi öteki Eyyubî prenslerinin elinden almak isteyen el-Melik es-Salih, fiam ve Kerek meliklerinin Franklarla işbirliği karşısında[60] eski müttefikleri Harezmlileri yardıma çağırdı [61]. “Harezmliler, Salih Necmeddin Eyyub’a yardım kastı ile şarktan ayrıldılar ve bu yılın başlarında (1244) Fırat’ı kayık ile geçerek emîr Hüsameddin Berke Han ve Hanberdi (Canberdi) ve Saru Han ve Güçlü Han önderliğinde toplamı 10.000 atlının üzerinde olarak Fırat’ı geçtikten sonra iki kısma bölündüler. Bir kısmı Baalbek üzerine, bir kısmı Dımaşk üzerine yöneldiler ve yolları üzerindeki Harim ve Dımaşk bölgesinde bir çok tahribat yaptılar”[62]. Suriye ve Mısır kaynaklarının geniş yer verdikleri bu istilâ, Harezmlilerin Yakındoğu siyasî sahnesindeki son oyunlarının başlangıcı idi.

Harezmliler bu istilâ hareketinden sonra Kudüs’e hücum ederek burayı Frankların elinden aldılar[63]. Davud Burcu’na sığınan Frankları ortadan kaldırarak Kudüs’e hâkim oldular ve onun beldelerini aralarında paylaştılar[64]. fiehirde Frankları katleden Harezmliler, Kumame Kilisesi (The Holy Sepulchre)’ni tahrip ettiler ve Harem-i fierîf’i Hıristiyan sembollerinden temizlediler[65]. Bu arada Dımaşk, Kerek ve Hımıs Eyyubîleri ile Frank ittifak ordusuna karşı Mısır sultanı el-Melik el-Salih Necmeddin, Emîr Rükneddin Baybars el-Kencî adlı Memlûk komutasında bir ordu gönderdi. Hıristiyanların Hıttîn’den sonra çıkardıkları en büyük ordu[66] ile katıldıkları savaşı Baybars ve Harezmliler kazandı [67]. Ancak Harezmliler yağmacı tabiatlarını burada da sergilemişler ve kendilerine ikta edilen beldelerle yetinmeyip hem onları soymuşlar hem de çevredeki beldelere saldırmışlardır. Onların bu tutumu Kayır Han olayının tamamen bir bahane teşkil ettiğini ve Selçukluların hizmetinden çıkmalarının asıl sebebinin yağmacı yapılarından kaynaklandığını göstermektedir.

Mısır kuvvetlerinin Kudüs’te hâkim olmasından sonra Harezmliler, önce Gazze, arkasından Nablus bölgesine yağma yapmışlardır[68]. Yağmalarını Kudüs çevresine kadar genişleten Harezmlilere karşı Mısır’dan ordu gönderilmiştir[69]. Dımaşk hâkimi el-Melik Salih, Harezmlilerin bu yağmalama hareketlerinden kurtulmak için Hıms ve Halep melikleri ile birlikte hareket ederek onları Hıms âmilliklerinden tamamen atmışlardır[70]. Onlardan geriye kalan küçük Harezm grupları Kudüs’e dönüp o bölgeleri istilâya başlayınca Mısır’dan bu defa Fahreddin b. fieyhî komutasında ordu çıkarılarak onların bu hareketlerine de son verilmiş ve esir düşenler orduya katılmak üzere Mısır’a gönderilmiştir[71]. Böylece Harezmliler, Mısır ve Suriye Eyyubîlerinin karşısında 1246’da büyük bir hezimete uğrayarak askerî bir güç olmaktan tamamen çıkmışlardır. Bu savaşta en ünlü liderleri Berke Han öldürülüp başı Halep’e gönderilerek oradaki kalede teşhir edilmiştir[72].

2- Harezmlilerin Yakındoğu Türk-İslâm Devletlerinin Hizmetine Girmeleri

1246 yılında askerî bir güç olmaktan tamamen çıkan Harezmliler için yeni bir dönem başlıyordu. Bunların bir kısmı doğuya yönelerek Abbasîlerin ve Moğolların hizmetine girmişlerdir. Hülagu’nun Bağdad seferi esnasında Moğol hizmetinde bulunan Harezmli unsurların beylerinden Sultancuk, halife ordusunun öncü kuvvetleri komutanı Kara Sungur ile olan kavmiyet birliğini ileri sürerek onu İlhan’ın hizmetine girmeye davet etmiştir[73]. Kara Sungur’un dışında yukarıda da zikrettiğimiz gibi Halife’ye sığınan başka Harezmli unsurlar da bulunmakta idi. Bu dönemde Moğolların hizmetine giren bir diğer Harezmli komutan, onların Selçukluların hizmetine girmesinden itibaren Yakındoğu hâdiselerinde ismi sık sık geçen ve daha önce halifeye sığınan Güçlü Han’dır. Harezmli komutanlardan olarak bahsedilen Güçlü Han, Ayn Calut öncesinde Eyyubî Meliki Nâsır’ın, Mucîreddin İbn Ebî Zıkrî kumandasındaki ordusunu ve başta Ebî Zıkrî olmak üzere Nureddin el-Akta ve İbn Durbas gibi ileri gelen komutanlarını yenmesi ile zikredilmektedir[74]. Güçlü Han, Moğolların hizmetinde Güneydoğu Anadolu bölgesindeki istilâlar esnasında öldürülmüştür[75]. İlhanlı hükümdarı Hülagu 1258 yılında Bağdad’ı kuşattığı zaman bile şehri halifenin hassa ordusunu meydana getiren Kıpçak ve Harezmliler ile Yıva Türkmenleri savunmuştu[76]. Buradaki Harezmlilerin başında yukarıda zikrettiğimiz Kara Sungur bulunuyordu. Suriye ve Filistin’deki Harezmlilerin bir kısmı ise Eyyubî ve Mısır Memlûklularının hizmetine girerek, bu devletlerin düzenli orduları içerisindeki yerlerini almışlar ve onlardan ayrı bir Memlûk sınıfı teşkil edilmiştir[77]. İslâm âleminde adeta son sığınak noktasını teşkil eden Mısır’a sığınan önemli Harezmli komutanlar arasında, Hüsameddin Berke Han, Melik İhtiyar, Melik Seyfeddin Sâdık Han, Nâsıreddin Güçlü Han, Atlas Han ve Nâsıreddin Kaymerî gibi daha önceleri Harezmşahlar Devletinde ve ordusunda önemli görevler almış olan komutanlar bulunmakta idi[78]. Ancak Eyyubîler, Harezmliler gibi göçebe karakteri ağır basan yağmacı toplulukları Mısır ve eyalet merkezleri ile önemli şehirlerin dışında ıssız bölgelere yerleştirmişlerdir ki onların takipçisi olan Mısır Memlûkları da Harezmli ve Moğol boylarına mensup toplulukları sahil bölgelerindeki ıssız alanlara yerleştirmişlerdir[79]. Eyyubî sultanı el-Melik es-Salih (1205-1249), Mısır’da çoğalan ve çoğunluğunu Kıpçak ve Harezmlilerin teşkil ettiği bu Memlûk unsurları [80] arasından, el-Mamâlik al-Bahriyye olarak adlandırılan ayrı bir Memlûk grubu kurmuştur ki bunlar 1260 Ayn Calut savaşında önemli rol oynamışlardır[81].

Diğer taraftan Memlûk sultanı Kutuz (1259-1260), kendisini Harezmşahlar hanedanından saymaktadır. Annesinin Celâleddin Harzemşah’ın kız kardeşi, babasının ise aynı zatın amcasının oğlu olduğu kabul edilmektedir[82]. Yine Kudüs’de Harem-i fierîf (Kudüs ve el-Halil) nâzırlarından el-Harezmî nisbesini taşıyan kimselere de rastlanmaktadır[83]. Ancak Harezmlilerin Memlûk devleti içindeki en önemli rolleri ünlü Harezmli liderlerden Hüsameddin Berke Han b. Devlet Han el-Harezmî el-Yemkî’nin* sultan Baybars ile kurduğu akrabalıktır. Baybars, Berke Han’ın kızı ile evlenmiş ve ondan olan oğlu Melik Saîd Muhammed Baraka ( Berke ) Han’ı da ölmeden önce sultan ilân etmiştir[84]. Harezmli komutan Hüsameddin Berke Han’ın Baybars ile evlenen bu kızının yanında Bedreddin Muhammed Bey ve Hüsameddin Kara Bey adlı iki oğlu da bulunuyordu. Bu hanedan denemesi verasete karşı olan Memlûk mantığı [85] karşısında başarılı olamamış 1279’da Suriye’deki bir isyan sonrasında tahtan indirilerek Memlûk hükümdar ve yakınlarının sürgün edildiği Kerek’e gönderilmiştir[86].

Kudüs’teki Berke Han Türbesi 1246 yılındaki savaşta hayatını kaybeden ünlü Harezmli komutan Hüsameddin Berke Han’a aittir. Muhtemelen biri inşa, diğeri restorasyonuna ait olan ve 1246 tarihli iki kitabesi bulunan türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı tam olarak bilinemiyor. Tarik Bab es-Silsile’de bulunan türbenin Berke Han tarafından ölmeden önce inşa edildiği veya inşasına başlandığı düşünülebilir. Zira Osmanlı defterlerinde ”Barka Hatun Vakfı “ adlı bir vakfın varlığı türbeye gelir sağlamak amacıyla kurulmuş olduğunu düşündürmektedir[87]. Bunun yanında türbenin, kızı tarafından babasının hatırasına inşa edilmiş olabileceğini Van Berchem iddia etmekle[88] birlikte oğlu Bedreddin Muhammed Bey tarafından da inşa edilmiş olabilir. Barka Han Türbesi’nin daha sonra bu vasfı ile kaybolduğu ve XX. asrın başında Kudüs’teki fieyh Ragıb elHalidî tarafından büyük bir kütüphaneye dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır[89].

Hüsameddin Berke Han’ın oğulları ve Baybars’ın oğlu Melik Said Muhammed Berke Han’ın dayıları olan Bedreddin Muhammed ve Hüsameddin Kara Beylerin Memlûk devleti içerisinde iyi bir konumda oldukları anlaşılmaktadır. 663/1264-5 yılında sultan Baybars, Haçlılardan yeni alınan sahil bölgelerini emîrlerine dağıtırken Dayr al-Gülsüm Köyü’nü Bedreddin Muhammed Bey’e mülk olarak vermiştir. Kudüs’te, mescidi ve türbesi ile “Bedreddin b. Barka Han Vakfı”nın bulunması onların durumlarını izah etmektedir. Bedreddin Muhammed, yaklaşık 50 yaşında 1279 yılında fiam’da öldükten sonra Kudüs’e getirilerek babasının yanında defnedilmiştir[90]. İbn fieddad’ın “Emîr” olarak bahsettiği Bedreddin Muhammed Bey’in, Baybars devrinde bir hamam yaptırdığı da kaydedilmektedir[91] ki, bütün bunlar Harezmlilerin Mısır Memlûk Devleti içerisinde sosyal ve ekonomik yönden iyi bir durumda olduklarını göstermektedir. Bedreddin Muhammed Bey’in ayrıca iki ciltlik Arapça şiir, kelâma dair eserler ve bir de Kur’an-ı Kerîm tefsiri kaleme aldığı rivayet edilmektedir[92]. Hüsameddin Kara Bey ise, 1263 yılında ölmüş ve Kahire’de gömülmüştür[93]. Harezmliler bu dönemde Memlûkların dışında Musul emîri ile de bir akrabalık kurmuşlardır. Zira Celâleddin Harezmşah’ın iki yaşındaki kızı Türkan (Terken) Hatun, Moğollara esir düştükten sonra sarayda yetiştirilmiş ve kendisine lâyık biri ile evlendirilmesi için Hülagu’ya verilmiştir. Hülagu ise onu 1257-8’de Musul emîri Bedreddin Lülü’nün oğlu Melik Salih İsmail ile evlendirmiştir[94]. Terken Hatun daha sonra Musul emîri Salih’e karşı Moğollardan yana tavır alarak dönemin siyasî olaylarına karışacaktır[95].

Ancak gerek Harezmli emîr ve ileri gelenlerin ve gerekse Harezmli Türk topluluklarının Yakındoğu’da en fazla rol oynadıkları ve iz bıraktıkları coğrafya Anadolu olmuştur. Kayır Han olayından sonra Harezmlilerin önemli bir kısmı elCezîre ve Suriye bölgesine gitmesine rağmen bir kısmı Anadolu’da kalmıştır[96]. Suriye ve Filistin bölgesine giden Harezmlilerin bir kısmının ise gerek oradaki maceralarının sonuçsuz kalması ve gerekse Selçuklu sultanları arasındaki mücadele ve Moğollara karşı onlardan istifade etme istekleri sonucunda Anadolu’ya geri geldikleri anlaşılmaktadır[97]. Harezmlilerin daha Anadolu’ya ilk geldikleri tarihten itibaren Kayır Han gibi emîrlerin yanında önemli Harezmli bürokratlar da Selçukluların hizmetine girmişlerdir. Bunların başında, daha önce Celâleddin’in Keykubad’a elçi olarak gönderdiği ve ülkesinin baş kadılığını yapmış ve vezir sıfatı bulunan Taceddin Mu’tez İbn Muhyiddin Tahir gelmektedir[98]. İbn Bîbî’nin Mucîreddin Tahir b. Ömer el-Harezmî olarak tanıttığı bu kişi [99], Moğollar adına borçların tahsil amacı ile ve kararlaştırılan miktarın ödeneceğine bir güvence olarak, Kastamonu, Develihisar ve Aksaray’ı ikta olarak almıştır. 1277 yılında ölen Taceddin’in yerine oğlu Mucîreddin Muhammed b. elMu’ tez, 679 (1280-1281) yılında Abaka’nın huzurunda aldığı hilat, payza ve yarlığ hükmü ile babasının makamına oturmuştur[100]. Daha sonra saltanat naipliğini ve Rum emîrliğini alması ve arkasından ülkenin sahip Kazvinî ile Emîr Mucîreddin arasında bölünmesi[101](1289-91) bu baba-oğulun Anadolu siyasetindeki rolünü göstermesi açısından önemlidir.

Bu dönemde Anadolu’da etkili bir role sahip olduğunu gördüğümüz Harezmli emîrlerden biri de Emîr Hüsameddin Bicar[102] ve oğullarıdır. Anadolu’daki kıdemli emîrlerden olarak bahsedilen Hüsameddin Bicar[103], Celâleddin Harezmşah ile birlikte I. Alaaddin Keykubad’a karşı savaşmak üzere Anadolu’ya gelmiş ancak Harezmî ordusunun yenilgisinden sonra Rum’da kalmış, devletin büyüğü ve Diyarbakır çevresinin komutanı olan Bicar Bahadır’ın babasıdır[104]. Hüsameddin Bicar, Harput bölgesine sahip iken oğlu Diyarbakır bölgesine sahip bulunuyordu. Husameddin Bicar ve oğlu Bicar Bahadır’ın yanında Sadraddin Kutluşir, Zeyneddin Ali Bahadır, Cemaleddin Horasanî gibi emîrler Türkiye Selçuklularının iç mücadelelerinde ve bilhassa II. İzzeddin Keykâvus ve IV. Rükneddin Kılıç Arslan arasındaki mücadelelerde önemli rol oynadılar[105]. Ancak Anadolu’da artık tutunamayan Hüsameddin Bicar, Muîneddin Pervane’nin de teşviki ile oğlu Bicar Bahadır ve torunları Muîneddin ve Muzafereddin ile birlikte Mısır sultanına sığındılar[106]. Aynî ise, Memlûklere sığınan bu mültecileri, Bencar (Bicar) el-Rumî, onun oğlu Bahadır, Ahmed b. Bahadır, on iki Rum emîri ve onların evlatları ve bağlıları ile Kurmışı ve fiektay ve onların kabilesinin neferleri olarak zikretmektedir[107]. Bunlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Celâleddin Harzemşah zamanından beri bulundukları için bu bölgedeki topluluklarla kaynaşmışlardır. Bu iç mücadeleler sırasında bunların maiyyetinde Kıpçak, Harezmli, Kürt ve Arap unsurların bulunması ve Bicar Bahadır’ın Diyarbakır’da Kürt beyi olarak anılması [108] bu durum ile alâkalı olmalıdır. Ayrıca bu Harezmli emîrlerden hemen önce fiektay ve kardeşi Çaverçi de fiam’da Memlûklara iltica etmişlerdir ki Bicar Bahadır bu iki Moğol komutanının eniştesi idi[109]. Bicar ailesi ve yanındakiler muhtemelen fiektay ve Çaverçi adlı bu iki Moğol komutanı tarafından Baybars’a takdim edildiler ve Baybars’ın Anadolu’ya gelmesini teşvik etmek için Muîneddin Süleyman Pervane tarafından teşvik edildiler[110]. H. 710 (1310-1311) yılı olayları arasında Mısır Memlûk Devleti’ndeki saltanat mücadelelerinde Bicar adlı bir beyden bahsedilmektedir[111] ki bu dönemdeki Memlûk saltanat mücadelelerinde Moğol ve Harezmli unsurların faaliyetlerinin bir yansıması olarak görülmelidir. Bu Moğol ve Harezmli unsurların Memlûklara iltica etmesinde, Altınordu hükümdarı Berke Han’ın kendi kabilesinden Moğolların Memlûklara katılmasını istemesi ve Harezmlileri Kahire’de karşılayan Baybars’ın oğlu el-Melik es-Saîd’in anne tarafından Harezmli olması, yani Harezmli ünlü emîr Husameddin Berke Han’ın torunu olması kanaatimizce önemli bir sebep teşkil edecektir.

Celâleddin Harzemşah ile birlikte Hindistan’dan Anadolu’ya kadar gelen emîrlerden biri de Orhan’dır. Celâleddin’in Hindistan’daki mücadelede adı geçen ve dayısının oğlu olan Orhan[112], Celâleddin’in kardeşi Gıyaseddin’den ayrılarak kendisine katılmıştır. Orhan, ilk olarak Sultan Celâleddin’in Gürcistan seferinde zikredilmektedir. Gürcü seferinden hemen sonra sultan onu Gence bölgesine göndermiş ve Gence ile beraber Arran da Celâleddin’e tâbi olmuştur[113]. Genceli Kiragos, Kafkasya’da Harezmlilerin istilâlarını anlatırken, Orhan hakkında onların ileri gelenlerinden ve aynı zamanda Sultanın annesi ile evli olarak bahseder. O, Orhan’ın Gencak denilen şehirde zulüm yaptığını zikrettikten sonra onun aynı şehirde İsmailîler tarafından 1227 yılında öldürüldüğünü söylemektedir[114]. Bunun üzerine Celâleddin, İsmailîlerin bu tecavüzünü cezalandırmak ve yakın akrabası Orhan’ın öldürülmesinin intikamını almak üzere Alamut ve çevresini istilâ ederek yağmalamıştır[115]. Ancak İbnü’l-Esîr 1227 yılı olaylarında Orhan’ın ismini zikretmeksizin Celâleddin’in Gence’yi emirlerinin en ilerisi ve en iyisine ikta olarak verdiğini kısaca nakletmektedir[116]. Oysa Celâleddin, Harezmşah dönemini en geniş şekilde anlatan ve sonraki yazarların başlıca kaynağı olan Cüveynî, Orhan’ı Celâleddin’in ordusunun öncü birlikleri komutanı olarak tanıtmakta ve 1231 yılında Diyarbakır önündeki ani Moğol baskınında, Moğolları oyalayarak Celâleddin’in kaçmasına yardım etmiş ve daha sonra kendisi de kaçarak kurtulmuş olarak tanıtmaktadır[117]. Dönemin en önemli kaynağı ve olayın tanığı olan Nesevî de Orhan’ın Gence’de İsmailîler tarafından öldürüldüğünü[118] zikretmektedir. Ancak o, daha sonra Diyarbekir önlerindeki son Moğol baskınında Orhan’ın Moğollara saldırdığını ve Sultanı kurtarmak için Moğol askerini üzerine çektiğini, arkasından önce Erbil’- e gittiğini oradan Isfahan’a giderek orayı işgal ettiğini, Moğollar oraya geldikten sonra Fars’ çekilerek 1241 yılına kadar orada kaldığını söylemektedir[119]. Bundan dolayı İbnü’l-Esîr’in ismini zikretmediği ve İsmailîler tarafından öldürülen bu Gence emîrinin gerçekten Orhan olup olmadığını tam olarak bilemiyoruz.

Celâleddin ile Anadolu’ya gelen diğer bir emîr Buku Han’dır. Celâleddin, Yassıçemen savaşından sonra, önce Kafkasya’daki konumunu güçlendirmek ve daha sonra da Diyarbakır’a hareketi sırasında, Buku Han’ı Moğolların hareketini takip için Azerbaycan’a göndermiştir[120]. Celâleddin’in ölümünden sonra kaynaklarda bu emîrden de bahsedilmiyor. Ancak Celâleddin’in dedesi Harzemşah Muhammed Tekiş’in 1195 yılında Kayır Buku Han adlı bir emîr ile savaştığı [121], daha sonra da Kadir Buku Han adlı emîr üzerine saldırarak onu önce esir aldığı, sonra da ona emîrlik vererek hizmetine aldığı kaydedilmektedir[122]. Bizce bu iki şahsın aynı kişi olması muhtemeldir ki, Cüveynî’nin aynı şahısları farklı isimlerle anması da bunu kuvvetlendirmektedir. Burada asıl önemli olan husus ise, Celâleddin’in Azerbaycan ve Anadolu’daki faaliyetlerinde yanında bulunan ve onun ölümünden sonra da 1237’deki ölümüne kadar Harezmlilerin lideri olan Kayır Han’ın da bizce yukarıda zikrettiğimiz Kayır Buku Han ile aynı kişi olma ihtimalidir. Celâleddin’in ölümünden sonra Kayır Buku Han ismine artık rastlanmıyor. Ama Kayır Han ismi Anadolu’daki Harezmlilerin en önde gelen bir komutanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaynakların onu Harezmli emîrler içinde ön plana çıkarmaları Harezmşah Muhammed Tekiş döneminden beri Harzemşahlar Devleti içindeki konumundan ve geçmişinden kaynaklanmaktadır. Bu da Kayır Buku Han ile Kayır Han’ın aynı kişi olduğunu kuvvetlendirmektedir.

3- Anadolu ve Çevresinde Harezmli İzleri

Moğol istilâsının Türkiye’nin siyasî, etnik-kabilevî ve kültür tarihine bir katkısı da hanedan soyundan olanlar ile beraber bütün bu Harezmli emîr ve idareciler ile onların emrindeki Harezmli Türkleri’nin Türkiye tarihinde yer almalarıdır. Gerek başlangıçta Celâleddin ile gelenler ve gerekse daha sonra İran, Kafkasya ve Suriye’den gelenler artık Anadolu’da yerleşmişlerdir ki bunlara ait hatıralar ve izler bugüne kadar gelmiştir.

Bu hatıralardan ilki, Celâleddin’in Anadolu’daki akıbeti hakkındaki farklı haberlerdir. Her ne kadar çağdaş kaynaklar onun Diyarbakır bölgesinde öldüğünü ve Meyyâfârıkîn’de defnedildiğini yazarlarsa da Tunceli’nin Hozat ilçesinde “Docik Baba” olarak bilinen Tacik Baba ziyaretgâhının Celâleddin Harzemşah’a ait olabileceği şeklindeki kanaat dikkate şayandır. Buna göre Celâleddin’in, Meyyâfârıkîn-Hazro-Palu istikametinde Murat Suyu'nu geçtikten sonra Dersim dağlık bölgesine sığınması uzak bir ihtimal değildir. Moğolların onu takip edememeleri de onun Dersim bölgesine gelmiş olabileceğini göstermektedir[123]. Onun Meyyâfârıkîn’de öldürüldüğüne dair genel görüşe rağmen Harput’ta öldürüldüğü şeklinde kayıtlar da vardır[124]. Ayrıca Anadolu’da muhtelif aşiret, boy ve oymaklar, bilhassa fiiîler ve Dersim bölgesindeki aşiretlerin Celâleddin’e mensubiyet iddiaları [125] ile Tunceli bölgesindeki aşiret isimlerinde Kafkasya’dan gelen Harezmli toplulukların izlerinin varlığı [126] da dikkate şayandır.

Bunlara ek olarak Erzincan-Dersim ve Bingöl-Kığı-Muş-Varto hattı boyunca yaşayan Hormek kabilesi mensupları, atalarından gelen rivayetlere dayanarak, kendilerini Harezmli Türkleri olarak kabul etmektedirler[127]. Gerçekten de yukarıda zikrettiğimiz gibi Celâleddin Harezmşah ile birlikte Ahlat kuşatmaları öncesinde ve sonrasında buralarda yağma ve istilâlarda bulunan ancak önce Yassıçemen ve nihayet Diyarbakır yakınlarında uğradığı son yenilgiden sonra Celâleddin’in hayatını kaybetmesi ile Harezmlilerin adı geçen yerlerdeki dağlık bölgelere çekilmeleri dikkate alınırsa Hormek kabilesinin Harezmliler ile ilişkisi daha iyi anlaşılabilir. Her ne olursa olsun bölgenin etnik- kabilevî yapısında ve kültüründe Harezmli izleri kendisini açıkça göstermektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi Batı Anadolu’da da Harezmli Türklerinin izlerini aşiret, boy ve oymak isimleri ile yer adlarında görmek mümkündür. Batı Anadolu’da bir beylik tesis eden Saruhan’ın kaynaklarda zikredilen Harezmli kumandanın bir halefi olması mümkündür ki, Alaşehir yer adları, böyle bir münasebeti kuvvetlendirmektedir. Muğla’daki Horzum adlı yerleşim ismi buna delalet ettiği gibi[128] Kütahya, İçel, Teke ve Alâiye’de Harzem adlı cemaat-ı Yörükandan aşiret ve cemaatlar[129], Kütahya-Aydın-SaruhanYalvaçta Horzum adlı Yörükan taifesi[130] yine Kütahya’da Horzum-ı Kebîr, Horzum-ı Atîk, Horzum-ı Cedîd[131], adlı toplulukların varlığı XIII. yüzyılın sonunda uç bölgelere sığınan Türkmen boyları içerisinde Harezmlilerin etkisini göstermesi açısından önemlidir. Ali Bahadır’ın da Ankara ve Batı Anadolu’daki isyan ve faaliyetlerinde[132] buradaki Harezmli Türklere dayanması onun Harezmli Türklerden olabileceğini akla getirdiği gibi Afyon bölgesindeki Yörükler arasında da Harezmliler bulunmaktadır[133]. Ayrıca Çukurova bölgesinde Torosların Aladağ kısmında atalarının Aydın’ın Alaşehir kasabasından geldiğini söyleyen ve Maraş, Kozan, Kayseri ve Sivas taraflarındaki obalar ile birlikte sayıları iki bin çadırı bulan Horzum aşireti yanında yine Torosların Binboğa kısmında yaşayan ve atalarının Horzum’dan Bingöl’e, daha sonra da Binboğa dağlarına geldiğini söyleyen Horzum obası mensupları [134] da Harezmli Türklerinin Anadolu’daki uzantılarını teşkil etmektedirler.

Diğer taraftan Mardin’nin güney-batısında VI. yüzyıldan beri Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırlarını koruyan bir kale olan ve Bizans döneminden beri varlığı bilinen Harzem adlı önemli bir yerleşim bulunmaktaydı ki[135], burayı Mardin Artuklu emîri Kutbeddin’nin imar edip bağ ve bostan yaptığı kaydedilmektedir[136]. Bitlis’te H. 800, 1014 ve 1092 tarihli tescil kayıtlarında bulunan bir vakfiyenin şahitleri arasında Mevlâna fierefeddin el-Hılatî elHarezmî[137] adı dikkati çekmekte ve onun Ahlat’a yerleşmiş Harizmli unsurlardan geldiği anlaşılmaktadır. Urfa merkez köylerinden Horzum ve Küçük Horzum adlı köyler[138] ile Urfa-Siverek’te Harzunî[139] adlı köy de onların Urfa bölgesindeki hâkimiyetlerinin birer hatırası olarak kalmıştır. Diğer taraftan Osmanlı belgelerinde Diyarbakır’da Garb-i Amid ve fiark-ı Amid kazalarında Harzemi[140], Kars-Ardahan’da Küçük Harziyan[141] adları ile birer köy bulunurken, Anadolu’ya Celâleddin Harzemşah ile gelip onun ölümünden sonra Diyarbakır-Harput bölgesinde hâkimiyetlerini 1277 yılına kadar sürdüren ve yukarıda siyasî rollerinden bahsettiğimiz Bicar ailesinin de yer adlarında izleri günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı belgelerinde önceleri Bacer Kazası [142] adıyla bir kaza hüviyetinde olan bir yerleşim birimi daha sonra köy ismi olarak Bacervan, Bacirvan, Becir Ömer, Bicar Ömer, Bacuvan, Becivan, Bicar[143] gibi farklı şekillerde yazılan bir merkez köy olarak karşımıza çıkmaktadır ki bu Bicarların bu bölgedeki hatırası ile alâkalı olmalıdır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Moğol istilâsının Yakındoğu ve bilhassa Anadolu üzerindeki en önemli tesirlerinden biri, Celâleddin’den sonra ona tâbi olan Harezmlilerin Anadolu, Suriye, Irak ve Mısır siyasî olaylarında belirgin bir rol oynamış olmalarıdır. İkincisi ise, Harezmli yönetici ve emîrlerin Eyyubî, Memlûk ve Türkiye Selçukluları devletlerindeki konumları ile bilhassa Anadolu’ya dağılmış olan Harezmli toplulukların burada kalıcı bir statü ile yerleşik hayata geçmeleridir. Anadolu’nun etnik-kabilevî ve sosyo-kültürel yapısında gözle görülür tesirler meydana getiren bu Harezmli Türklerin istilâsını Harzem, Horzum, Harzunî gibi boy ve aşiret isimleri ile bu topluluk ve onların temsilcilerine ait yer adlarında gözlemlemek mümkündür. Üçüncü olarak da bütün Yakın doğu ve bilhassa Türkiye üzerinde derin tesirler bırakmış olan Moğol istilâ ve hâkimiyetinin habercisi ve âdeta bir provasını teşkil etmesidir. Ayrıca bütün bunlar XI. yüzyılın başlarından itibaren başlayan Anadolu’nun Türkleşmesi hâdisesinin sadece siyasî ve askerî bir çerçeve içerisinde anlaşılmasının mümkün olamayacağını, bunun etnik, kabilevî, sosyal ve kültürel açıdan da ele alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

İslâm dünyasının doğu bölgesinde ortaya çıkan Moğol istilâsı Yakındoğu ve Anadolu’daki siyasî yapı ve dengeleri değiştirdi. Bu değişikliğin önemli unsurlarından biri Moğol istilâsının Anadolu’ya sürdüğü Harezmli Türklerdir.

Harzemşahlar devletinin yıkılmasından sonra geniş bir coğrafyaya yayılan Harezm Türkleri (Kanglı-Kıpçak) bilhassa Anadolu-Suriye-Filistin bölgesinde önemli rol oynadılar. Yassıçemen savaşından sonra, önce Anadolu Selçuklularının hizmetine giren Harezmliler Güneydoğu Anadolu’ya giderek Urfa, Harran, Suruç ve Rakka’ya sahip oldular. Daha sonra Mısır Eyyubîleri ile birleşen Harezmliler 1244 yılında Kudüs’ü Haçlılardan aldılar. Onlar Anadolu ve Suriye’deki yağmacı tavırlarını Filistin’de de sürdürdüler. 1246 yılında Eyyubî prensleri arasındaki ittifak kuvvetlerine yenilerek askeri bir kuvvet olmaktan çıktılar.

Sonuç olarak Harezmliler Eyyubî, Abbasî, Memlûk, Moğol ve Anadolu Selçuklularının hizmetine girdiler. Memlûklar ve bilhassa Anadolu Selçukluları için önemli rol oynadılar. Gerek Batı Anadolu’da ve gerekse Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Harezm, Horzum gibi aşiret ve topluluklar ile yer adlarındaki izler onların rollerini yansıtması açısından önemlidir.

Anahtar Kelimeler: Harzem, Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır

(1) * Karmatîlik, 890 yılında Vasıt bölgesinde Hamdan Karmat’ın isyanı ile başlayan ve IX.-XII. Yüzyıllar arasında İslâm âlemini sarsan dinî, siyasî, sosyal, iktisadî yönleriyle bilhassa Ahsa, Horasan, Suriye ve Yemen’de etkili olmuş bir harekettir. Bu hareket İslâm âleminde Abbasi dönemi ile başlayan hızlı nüfus artışı ve ona paralel hızlı şehirleşmenin getirdiği toplumsal hareketlilik ve ortaya çıkan yeni sosyal tabakalaşma tablosu içinde daha çok toplumsal alt tabakalar ile köy ve kasabalardaki kırsal kesim ve bedevîlere dayanan bir hareket olmuştur. Genel bir tablo için bakz. L.Massignon, “Karmatîler”, İA, C.6, s. 352-359. (2) * A. N. Poliak ve onun takipçilerinden Lane-Poole ve Bartold gibi oryantalistler Harezmli Berke Han’ı Altınordu hükümdarı Berke Han ile karıştırmışlardır. Zira Barthold bundan dolayı Mısır kaynaklarının Memlûk-Altınordu ilişkilerini 1262’de başlatmasını şüpheli bulmaktadır. Oysa el-Melik es-Said Berke Han babasının saltanatından on ay önce 1260 Ocak’ında doğmuştur ve bu Memlûk Devleti ile Altınordu ilişkilerinin başlamasından iki yıl öncedir. Bkz. V.V. Bartold, Orat Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yay.Haz. K.Y.Kopraman-A.İsmail Aka, Kültür Bakanlığı, Ankara 1975, s. 239-240; Ayalon, s. Ivc/ 144-145. Ayrıca Bartold, Altınordu hükümdarı Berke’nin ordasında bulunan Mısır elçilerinin hanın oğlu olmayıp kızlarının bulunduğunu açıkça bildirmelerini aktarmasına rağmen 1279 yılında ölen Harezmli Hüsameddin Berke Han’ın oğlu Bedreddin Muhammed Bey’i Altınordu hükümdarı Berke Han’ın oğlu zannetmiştir. Bakz. Bartold, Dersler, s. 240. Bunun yanında İbn Tagribirdi, Berke Han’ı Berke Han b. Devlet Han el-Havarazmî adıyla anarak onun Harezmli olduğunu açıkça zikretmektedir. İbn Tagribirdi, C. V.7, s. 259.

Dipnotlar

  1. Bu konuda doğu ve batı kaynaklarına dayalı geniş bir değerlendirme için bkz. Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I Anadolu’nun İdari Taksimatı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1988, s. 145-164; Muammer Gül, “Tarihi ve Coğrafi Bakış Açısından Kürdistan Kavramının Ortadoğu’daki Yeri (Ortaçağlardan Osmanlı Hâkimiyetine Kadar)”, Birinci Ortadoğu Semineri (Kavramlar Kaynaklar ve Metodoloji), Bildiriler, Elazığ 2004, s. 87-97.
  2. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1981, s. 241.
  3. fiehabeddin Ahmed en-Nesevî, Siret-i Sultan Celâleddin Mengübertî, Çev. Necip Asım, İstanbul 1934, s. 40.
  4. Nesevî, s. 40-60.
  5. Müverrih Vardan, “Türk Fütuhat Tarihi”, Çev. H. Andreasyan, Tarih Semineri Dergisi, İÜEFY, İstanbul 1937, s. 224; Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa, Çev. Mürsel Öztürk, TCKBY, Ankara 1999, s. 350-351; H.H. Howorth, Moğol Tarihi, C. 3, Türkçe tercüme: Saffet KorkutS.Hikmet Baban, TTK Ktp. Daktilolu tercüme yazmalar. Sayı: 40/62d, s. 3-5; J.A.Boyle, “Djalal-al-Din Kharzemşah”, EI, C. 4, London 1980, s. 393; Aydın Taneri, “Celâleddin Harzemşah”, DİA, C.7, İstanbul 1993, s. 250.
  6. Genceli Kiragos, Moğol İstilası Tarihi (1220-1265), Türkçe tercüme: Hrand D. Andreasyan, TTK Ktp. Daktilolu tercüme yazmalar. Sayı: 27, s. 1-5; Nesevî, s. 69 vd.; Cüveynî, s. 354 vd; İbnü’lEsîr, el-Kamil, C.12, Çev. A.Ağırakça-A.Özaydın, Bahar Yay., Istanbul 1987, s. 394-396, 412 vd.; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yay., İstanbul 1998, s 363; Howorth, s. 8, 17- 18; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi 3, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara 1992, s. 214.
  7. İbn Bîbî, el-Evâmirü’l Ala’iye fi’l Umûru’l Ala’iye, I, Haz. M. Öztürk, TCKBY, Ankara 1996, C.I, s. 374 vd.; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, TTK Ankara 1988, s. 82- 101.
  8. İbnü’l-Esîr, C.12, s. 422-423, 443-444; Kiragos, s. 8; Howorth, s. 17-19.
  9. İbn Tagribirdi, Cemaleddin Ebi’l-Mehâsin Yusuf, en-Nücûmu’z-Zâhire fi Mülûk Mısır ve’l Kahire, Tahkik: İ.Ali Tarhan-M.Mustafa Ziyade, Mısır 1392-1972, C. 6, s. 270, 271; Nesevî, s. 107, 124-130; Gregoryus Abu’l-Farac, Tarih-i Muhtasaru’l Düvel, Dar el-Lübnan, Beyrut H. 1403- M. 1983, s. 429; İbnü’l-Esîr, C.12, s. 450-451.
  10. M. Halil Yinanç, “Celâleddin Harzemşah”, İA, C.3, MEB, İstanbul 1988, s. 51.
  11. Cuveynî, , s. 368; Howorth, s. 17-19.
  12. Cemaleddin Muhammed b. Salim İbn Vâsıl, Müferric el-Kurûb fî Ahbâr-ı Benî Eyyûb, Cüz 4, Matbaat-ı Daru’l Kütub 1976, s. 302; en-Nesevî, s. 131-132; İbn Bîbî, I, s. 406 vd; İbnü’l-Esîr, C.12, s. 453-454; Abu’l-Farac, Muhtasar, s. 430; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 369-374.
  13. Cuveynî, s. 371.
  14. Kiragos, s. 9-10.
  15. Nesevî, s. 155-158; Gregory Abu’l-Farac, Abu’l Farac Tarihi, 2, Çev. Ö.Rıza Doğrul, TTK Ankara 1987, s. 529-530; Cüveynî, s. 372-377; İbn Bîbî, I, 394; İbnü’l-Esîr, C.12, s. 461 vd.; Vardan, s. 224; Abu’l-Farac, Muhtasar, s.431; İbn Vasıl, s. 321-322; Kiragos, s. 9-10; İbn Tagribirdi, C. 6, s. 275- 276.
  16. Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler Çev. Yıldız Moran, E Yayınları, İstanbul 1994, s. 139.
  17. İbn Bîbî, I, s. 426, 429.
  18. Türkiye Selçuklularının hizmetine giren bu Harezmli komutanların isimleri kaynak-larda farklı şekillerde geçmektedir. Bunlar Kayır Han=Gayır Han, Berke Han=Bereket Han=Barka Han, Can Birdi=Han Birdi, Güçlü Han=Küçlü Han=Küşlü Han=Güçlü Sengüm, Yılan Boğa=Bilen Toga gibi genellikle Arap harflerinin farklı okunuşlarından kaynaklanmaktadır.
  19. İbn Bîbî, I, 430-432; O.Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 377-378.
  20. İbn Bîbî, I, 426-427; Erdoğan Merçil, Türkiye Selçuklularında Meslekler, TTK, Ankara 2000, s. 47; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 337.
  21. İbn Bîbî, I, 431-434.
  22. Abu’l-Farac, Ebu’l Farac Tarihi, 2, 530.
  23. İbn Vâsıl, s. 325; O.Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 378; Osman Turan, “Keykubad I”, İA, C.6, MEB, İstanbul 1988, s. 656.
  24. İbn el-Furat, Tarikh al-Duwal wa’l Mülûk, Volum 1; The Text, M.C. Lyons, Cambridge 1971, s. 386.
  25. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Turan Neşriyat Yurdu Yay., İstanbul 1973, s. 182.
  26. Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar, “Selçuklu Araştırmaları Dergisi” I, Ankara 1970, s. 5.
  27. İbn Bîbî, I, 432.
  28. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Ana Yayınları, İstanbul 1980, s. 598-599.
  29. İbn Bîbî, 2, 55.
  30. İbn Bîbî, 2, 40.
  31. İbn Bîbî, I, s. 435-447; Fuat Köprülü, “Harezmşahlar”, İA, C.4, MEB, İstanbul 1988, s. 290.
  32. İbn Bîbî, I, s. 454-455.
  33. C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 242-243.
  34. C.Cahen, “The Turks ın Iran and Anatolia Before The Mongol Invasion”, A History of The Crusades, University of Pennsylvanıa Press, Philadelphia, s. 673.
  35. Alaaddin Keykubad’ın Selçuklu yüksek idare mevki ve muhitindeki acemleşme ve manevi sükutu görerek bu taze Harezmli unsurların bir ıslah için onun tarafından ön plana çıkarıldığı söylenmektedir. Bkz. O. Turan, “Keyhüsrev II,” İA, C.6, MEB, İstanbul 1988, s. 626.
  36. el-Aynî, Ikd al-Cuman fî Tarih ehl iz-Zaman, C. 2, Nşr. M. Muhammed Emin, Kahire 1987, s. 165.
  37. İbn Bîbî, 2, 23-24; Abu’l-Farac, Ebu’l Farac Tarihi, 2, 537; Abu’l-Farac, Muhtasar, s. 437- 438; İbn Tagribirdi, C. 6, s. 297-323.
  38. Cüveynî, s. 381.
  39. İbn Bîbî, 2, 39.
  40. İbn Vâsıl, s.285.
  41. İbn Vâsıl, s. 290.
  42. İbn Bîbî, 2, 24.
  43. O.Turan, Resmî Vesikalar, 33.
  44. İbn Bî¬bî, 2, 39; Kazım Paydaş, “Moğol İstilasından Sonra Urfa ve Harran’a Yerleşen Harezmliler”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 150, Haziran 2004, s. 158-160.
  45. İbn Vâsıl, s.135.
  46. İbn Tagribirdi, C. 6, s. 297; M.C.fiehabeddinTekindağ, ”Al-Malik As-Salih”, İA, C.7, MEB, İstanbul 1989, s. 674; M.C.fiehabeddin Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S.25, Mart 1971, s.5.
  47. İbn Bîbî, 2, 42-43; M.F. Köprülü, “Harizmşahlar”, s. 291; Ramazan fieşen, Harran Tarihi, Ankara 1996, s. 25-26. İbn Bibi, Muhammed Nesevi’den fiihabeddin Zenderî olarak bahseder.
  48. İbn Bîbî, I, s. 39-40.
  49. İbn Bîbî, 2, s. 60; Ahmet Y. Ocak, Babaîler İsyanı, Dergah Yay., İstanbul 1980, s. 76-77; M.F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken, İstanbul 1981, s. 98; F. Babinger-Fuat Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, Çev. R.Hulusi-Yayına Haz. M.Kanar, İnsan Yay., İsatnbul 1996, s. 51- 52; F. Sümer, “Anadolu’da Moğollar,” s. 8; Abdulbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1985, s. 6.
  50. M.F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s. 98; A.Y. Ocak, s. 76.
  51. İbn Bîbî, 2, s. 39-40.
  52. M.F. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s. 98; F. Sümer,Oğuzlar, s. 598-599.
  53. İbn fieddad, Baypars Tarihi, Türkçeye çev. fierefüddin Yaltkaya,TTK, Ankara 2000, s. 25. İbn fieddad, bu sırada Halep’teki esir Templier şövalyelerinin de bundan istifade ile kaçtıklarını zikrtetmektedir.
  54. İbn Bîbî, 2, s. 41-42.
  55. İbn Bîbî, 2, s. 42-43; C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 142.
  56. İbn Bîbî, 2, s. 55-57.
  57. İbn Bîbî, 2, s. 79-141.
  58. V.V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz.H.Dursun Yıldız, Kervan Yay, İstanbul 1981, s. 615; Elçigiday’ın 1248 yılında Lâtinlerle mektuplaşmaları hakkında bakz. Grosset, s. 333. Batı Hıristiyanlarının Moğollar ile olan ilişkilerinin geniş bir değerlendirmesi için bkz. Runciman, 3, s. 218- 249.
  59. M.G.S. Hodgson, İslamın Serüveni, C.2, Çev. Heyet, İz Yay., İstanbul 1993, s. 312.
  60. İbn al-Furat, Tarikh al-Duwal wa’l Mülûk, Volum 1; The Text, M.C. Lyons, Cambridge 1971, s. 1/34b.
  61. İbn al-Furat, s. 3/38b.
  62. İbn al-Furat, s. 3/38b, 39a.
  63. İbn fieddad, el-A’lak’ül-Hatîre fi Zikri Ümerai’ş-fiam ve’l-Cezîre, Tarih-i Lübnan ve’l Ürdün ve Filistin, C. 1, Tahkik: Sami Dehhan, Dımaşk M. 1962/ H. 1382, s. 234; İbn al-Furat, s. 3-4/39a; İbn Tagribirdi, C. VI, s. 325; Solomon D. Goitein , ”Al Kudüs”, EI, C.5, Leiden, E.J. Brill, 1978, s. 331; F. Bulh, ”Kudüs”, İA, C. 6, MEB, İstanbul 1988, s. 961; Claude Cahen, “The Turks in Iran and Anatolia ”, s. 674.
  64. İbn fieddad, el-A’lak, s. 235.
  65. İbn al-Furat, s. 4/39a.
  66. Rumcıman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev.Fikret Işıltan, C.3, TTK, Ankara 1992, s. 197.
  67. İbn fieddad, el-A'lak, C.1, s. 235.
  68. İbn al-Furat, s. 3-4/384,40a.
  69. İbn fieddad, el-A’lak, C.1, s. 247; Bertold Spuler, İran Moğolları: Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri, 1220-1350 Çev. Cemal Köprülü, TTK, Ankara 1957, s. 441.
  70. İbn al-Furat, s. 5/396-40a; İbn fieddad, el-A’lak, s. 235.
  71. İbn fieddad, el-A’lak, C.I, s. 235; Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, s.5.
  72. İbn Tagribirdi, C. 6, s. 325; M.H. Burgoyne, Mamluk Jerusalem, London 1967, s.110; Runcıman, 3, s. 264; M.C.fiehabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İUEF Yay.No:887, İstanbul 1961, s. 5.
  73. Cüveynî, s. 586-587; F. Sümer, ” Anadolu’da Moğollar”, s. 27; B. Spuler, , İran Moğolları, s. 495.
  74. İbn fieddad, el-A’lak, C.1, s. 249.
  75. İbn Tagribirdi, C. 7, s. 25.
  76. Ekrem Pamukçu, “Moğol İstilâsına Karşı Irak Türkmenlerinin Bağdad Savunması”, Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C. I, yıl: 1996, s. 232.
  77. fi. Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, s.5-6.
  78. Abdulkadir Yuvalı, İlhanlılar Tarihi I Kuruluş Devri, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1994, s. 342-343; fi.Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İUEF Yay.No:887, İstanbul 1961s. 34. 70nd.; fi. Tekindağ, “Memlûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış”, s.5.
  79. Aynî, C. III, s. 305; David Ayalon, Outsiders in The Lands of Islam: Mamluks, Mongols and Eunuchs, Variorum Reprints, London 1988, s. IVc/ 134-135.
  80. KâzımYaşar Kopraman, Mısır Memlûkleri Tarihi, KBY, Ankara 1989, 3-4; Z.Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, Enderun Kitabevi, İstanbul 1981, s.179.
  81. Runcıman, III, s. 264.
  82. M.C.fiehabeddin Tekindağ, ”Kutuz”, İA, C.6, s.1057; Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, 2, Çev. S. Tuğ, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Yay., İstanbul 1995, s.1091; Z.V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 179.
  83. D.P.Little, “Relation Between Jerusalem and Egypt”,History and Historiography of the Mamlûk, Variorum Reprints, London 1986, s. 86.
  84. İbn fieddad, Baypars Tarihi, s. 116; Fuad Köprülü, ”Baybars I”, İA, C. II, MEB, İstanbul 1999, s. 362; K. Y. Kopraman, “Baybars I”, DİA, C. 5, İstanbul 1992, s. 222; P.M. Holt, Haçlılar Çağı 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, Çev. Ö. Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1999, s. 101.
  85. K. Yaşar Kopraman, “Memlûkler”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. 6, Çağ Yayınları, İstanbul 1992, s. 468.
  86. Bartold, Dersler, 240; Hort, s. 102. Mısır Memlûklularında Kudüs ve Kerek’in bir sürgün yeri olarak kullanılması hakkında bkz. Muammer Gül, “Mısır Memlüklarında Bir Sürgün Sistemi Olan Battallık ve Kudüs”, Belleten, C. LXVI, S. 246, s. 366.
  87. Burgoyne, s. 109-110.
  88. Max Van Berchem, Corpus Inscriptionum Arabicorum, Kahire 1922, s.185 vd..
  89. G.Walls, ”The Turbat Barakat Khan or Halidi Library”, Levant, Vİ, 1974, s. 25. vd.
  90. Burgoyne, s. 110. Bartold ise, Bedreddin Muhammed’in 1280 yılında Kahire’de yüksek bir yerden aniden düşerek öldüğünü zikretmektedir. Bakz. Barthold, Dersler, s. 240.
  91. İbn fieddad, Baybars Tarihi, 174.
  92. Barthold, Dersler, s. 240.
  93. Burgoyne, s. 110.
  94. Cüveynî, s. 382-3; Abu’l Farac, Ebu’l Farac Tarihi, 2, 564.
  95. Abu’l Farac, Ebu’l Farac Tarihi, 2, 580.
  96. Faruk Sümer, “Azerbaycan’ın Türkleşmesi Tarihine Umumî Bir Bakış”, Belleten, C.XXI, S. 83,TTK, Ankara 1957, s. 435.
  97. İbn Bîbî, 2, s. 79,141.
  98. Kerimüddin Mahmud Aksarayî, Müsameretü’l Ahbar, Çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara 2000, s. 49-50, 78- 81; Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 363.
  99. İbn Bîbî, I, 374-379.
  100. Aksarayî, s. 105; İbn Bîbî, 2, s. 156-157.
  101. Aksarayî, s. 108, 117-118, 122, 144, 195.
  102. Bu ismin kaynaklarda Bicar, Baycar, Bencar, Beycar gibi farklı yazılışları vardır.
  103. İbn Bîbî, 2, 120.
  104. İbn fieddad, Baybars Tarihi, 61; Aksarayî, s. 77.
  105. İbn Bîbî, 2, s. 120,139-140-141; İbn fieddad, Baybars Tarihi, 61,72-76.
  106. İbn fieddad, Baybars Tarihi, 76,156.
  107. Aynî, C. 2, s. 152.
  108. Aksarayî, s. 77; İbn Bîbî, 2, 139-140-141.
  109. İbn fieddad, Baybars Tarihi, 72-75; Aynî, 2, s. 152.
  110. R. Amitai-Preiss, Mongols and Mamlûks The Mamlûk-Ilkhanid War, 1260-1281, Cambridge 1996, s. 165.
  111. Takyu’d-Din Ahmed b. Ali el-Makrizi, Kitabu’s-Süluk li-Ma’rifet-i Düveli’l-Müluk, Tashih ve Haşiye: M. Mustafa Ziyade, Kahire 1941, Türkçe tercüme: Zakir K. Ugan, TTK Ktp. Daktilolu tercüme yazmalar, s. 75.
  112. Nesevî, s. 82.
  113. Nesevî, s. 71, 73, 78; A. Taneri, s. 29-30.
  114. Kiragos, s. 6-7.
  115. İbnü’l-Esîr, C. 12, s. 432; A. Taneri, s. 59.
  116. İbnü’l-Esîr, C. 12, s. 432.
  117. Cüveynî, s. 347, 374-375.
  118. Nesevî, s. 82-83.
  119. Nesevî, s. 156.
  120. Cüveynî, s. 372-373.
  121. Cüveynî, s. 270.
  122. Cüveynî, s. 273-274.
  123. Nazmi Sevgen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Yay. Hazırlayan: fi. Kaya Seferoğlu-H.Kemal Türközü, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1982, s. 3.
  124. Ahmed Eflakî, Menâkıbu’l-Ârifîn, C.I, Çev.T. Yazıcı , MEB, İstanbul 1964, s. 22.
  125. Bilal Aksoy, Tunceli, C.I, Ankara 1985, s.135-136; M.H. Yınanç,” Celâleddin Harzemşah”, s. 53. Dersim bölgesi halkının bu kanaatını dile getiren isimlerden biri de Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’in 3 Ekim 1921 tarihli BMM gizli oturumundaki konuşmasıdır. Bakz. Enver Konukçu, “Kara ve Akkoyunluların Yurdunda”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 86, Ekim 1993, s. 180-181.
  126. İbrahim Yılmazçelik, Dersim Sancağı, Elazığ 1999, s. 125-127.
  127. Mehmet fi. Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983, s. 72-87.
  128. P. Wittek, Menteşe Beyliği 13-15 Asırda Garbi Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik, Çev. O.fiaik Gökyay, TTK, Ankara 1986, s.19,162; F. Sümer, Oğuzlar, 181, 228, 318, 357.
  129. Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul 1979, s. 88-408; İ.H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Ak-Koyunlu Kara Koyunlu Devletleri, TTK, Ankara 1998, s.39.
  130. Türkay, s. 422.
  131. Türkay, s. 90.
  132. İbn Bîbî, 2, s. 151,160-161,164.
  133. Yusuf Z. Yörükan, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar, Haz.Turhan Yörükan,TTK. Yay., Ankara 1988, s. 411.
  134. Ali Rıza Yalman, Cenupta Türkmen Oymakları, II, Haz. Sabahat Emir, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1993, s. 36-37, 360-362.
  135. Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1966, s. 18, 62-63.
  136. Ebû Bakr-i Tıhranî, Kitabı Diyarbakriyya Ak-Koyunlular Tarihi, C. I, Yay. N. Lugal-F. Sümer, TTK. Yay., Ankara 1993, s. 61; Ramazan fieşen, “İmad al-Din Al-Kâtib Al-İsfahanî’nin Eserle eki Anadolu Tarihiyle rind İlgili Bahisler”, SAD, 3, Ankara 1971, s. 297.
  137. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Nakışlar Yay., İstanbul 1980, s. 115.77 nd.
  138. 974 Yılı İtibariyle Yerleşim Üniteleri Kılavuzu URFA, Köy İşleri ve Kooparatifleri Başkanlığı YSE Genel Müdürlüğü, Ankara 1974, s. 7.
  139. Mehmet Salih Erpolat,”XVI. Yüzyılda Siverek Sancağında İskan ve Nüfus”, Tarihte Siverek Sempozyumu Bildirileri, 13-14Ekim 2001, fianlıurfa 2002, s. 80.
  140. İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır(1790-1840), TTK. Yay., Ankara 1995, s. 159-160.
  141. Köylerimiz, T.C. İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü, Ankara 1968, s. 399.
  142. İ. Yılmazçelik, Diyarbakır, s. 139.
  143. İ. Yılmazçelik, Diyarbakır, s. 144, 148, 151, 154, 158, 159, 163.