Giriş
Oyuncaksız çocuk, tembelliğin adını öğrenmeden acısını tadar[1] .
Günümüzde çocukların vakit geçirdiği, eğlendiği ve aynı zamanda eğitici yönü bulunan oyun nesneleri denildiğinde ekseriyetle endüstriyel oyuncaklar akla gelmektedir. Dolayısıyla sanayileşen ülkelerdeki çocukların bir genellemeyle oyuncağa daha kolay erişebildiği ve daha fazla oyuncağa sahip olabildiği düşünülebilir. Peki, sanayileşmemiş, ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkelerde yaşayan çocukların oyuncaklardan ve çocukluktan yoksun olduğu ileri sürülebilir mi? Mevcut araştırmalara göre sanayileşen ülke çocukları sahip olma özelliği gösterirken gelişmekte olan ülke çocukları hayal dünyalarının gelişmişliği ölçüsünde yaratıcılıklarıyla öne çıkmaktadır[2] . Elbette bu ayrım, aynı ülkede yaşamasına rağmen farklı değer ve ekonomik gelişmişlik düzeylerine sahip olan çocuklar için de geçerli bir düşünce olarak kabul edilebilir. Gelişmiş bir ülkenin yoksul çocukları, bizzat kendilerinin ve ailelerinin yetenekleri ölçüsünde gerçeğine yakın oyuncaklar yapmak mecburiyetinde kalırken, geri kalmış ülkelerde üst sınıfa mensup ailelerin çocuklarıysa gerçeğine çok benzeyen ve ilgi çeken oyuncaklara sahip olabilirdi.
Sanayi öncesi toplumların gelenekselleşmiş el sanatları yoluyla ürettiği oyuncaklar gibi modern zamanların oyuncakları da ait olduğu çağın kültürel ve gelişmişlik düzeyinin tanığı, aynı zamanda birer minyatürüydü. Yapılan araştırmalara göre toplumların sosyal, siyasal, kültürel, bilimsel özellikleri; oyuncakların tasarımlarına, malzemelerine, yapım tekniklerine de benzer şekilde yansımaktaydı[3] . Çocuk eğitiminde oyun ve oyuncaklara verilen önem nispetinde artış göstermeye başlayan oyuncaklar, başlangıçta tahta ve pişmiş topraktan el ile yapılmaktaydı. Sanayileşmenin başlaması; bir yandan kullanılan malzemelerin niteliğini değiştirmiş, diğer yandan dönemin gelişmişlik seviyesini yansıtan yeni tekniklerin oyuncakçılıkta da uygulanmasını beraberinde getirmiştir. Sanayileşmenin simgesi makineleşme, 19. yüzyılın ortalarında oyuncaklarda da etkisini göstermeye başlamıştır. Örneğin oyuncak bebekler, 1890 yılında açılıp kapanan gözlere sahip olurken, 1893’te ses eklenerek konuşmaya başlamıştır. Sonneberg bebekleri olarak ünlenen bu oyuncak, başta Amerika olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde ilgi ve talep görmüştür. Aynı şekilde oyuncak trenlere (şimendifer) de hareketli birer minyatür makine görünümü kazandırılmıştır[4] . Aynı dönemde kurşun askerler, uçaklar ve gemiler de çocukların oyuncakları arasındaki yerini almıştır[5] . 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde artık bebeklikten itibaren alınan pek çok oyuncak, çocukları da modern dünyanın tüketim kültürünün önemli bir parçası haline getirmiştir[6] .
Oyuncaklar ve oyun nesnelerine ilişkin benzer gelişmeler ve varsayımlar, Osmanlı dönemi İstanbulu örneği için de geçerli kabul edilebilir. Yahya Araz; Alan Prout ve Allison James’in modelini takip ederek Osmanlı çocuklarının kendi ekonomik durumları ölçüsünde ve toplumsal mensubiyetleri çerçevesinde bir çocukluk geçirdikleri düşüncesini kabul eder[7] . Ancak çocukların bizzat kendileri veya aileleriyle birlikte basit ya da daha iyi malzemelerden yaptığı oyun araçları ticarî bir amaca sahip olmadığı için böyle bir faaliyetin izini sürmek mümkün değildir[8] . Yine de Osmanlı son dönemine ait bir değerlendirme, zengin çocukların alçıdan yaptıkları bebeklerine atlas ve kadife gibi kaliteli kumaştan elbiseler giydirdiğine, yoksul çocuklarınsa bebeklerini basit malzemeler kullanarak yaptığına dikkat çekmektedir[9] . Böyle bir anlayışa sahip olan toplumda ekonomik durumu elverişli olmayan erkek çocukların savaş oyunu için basit çubukları veya tahtaları kılıç olarak kullanabildiğini, kız çocuklarınsa basit malzemelerden yapılmış bebeklerle oynayabildiğini düşünmek mümkündür. Ekonomik açıdan iyi durumda olan aileler; gerçeğine daha çok benzeyen, nispeten sağlam veya rengi, malzemesi gibi özellikleriyle dikkat çekici oyuncakları çocuklarına satın alabilirdi. Genel olarak çocukların 17. yüzyıldan itibaren izi sürülebilen Eyüp oyuncaklarını, 19. yüzyılın ortalarından itibarense daha yüksek gelir grubunda yer alanlar başta olmak üzere artan düzeyde Avrupa menşeli oyuncakları tercih ettiği görülmektedir. Ancak özellikle alafranga oyuncakların neler olduğu ve Araz’ın dikkat çektiği gibi[10] çocukların oynadığı oyun ve oyuncakların tarihsel süreçte geçirdiği değişim henüz yeterince araştırılmamıştır. Bu çalışma; söz konusu eksikliğin giderilmesine ve aynı zamanda geleneksel ve modern dönemin oyuncaklarına yönelik dönemin kaynaklarında yürütülen tartışmaların belirlenmesine katkı sağlama iddiasındadır. Bu doğrultuda kullanılan başlıca kaynaklar; toplumun reflekslerinin izlenebildiği süreli yayınlar[11], seyahatname ve hatırat türündeki eserlerdir. Arşiv belgeleriyse; çoğunlukla oyuncakların güvenliği, sağlığı ve toplumsal hassasiyetlerle ilgili devletin yaklaşımını belirlemek amacıyla kullanılmıştır.
İstanbul’da Oyuncak İmali ve Satıcıları
Osmanlı İstanbul’unda toplum ya Eyüp semtine giderek ya da seyyar oyuncakçılar vasıtasıyla oyuncak temin edebilirdi. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere dayanarak en azından 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul’da oyuncakçılığın varlığından gayet açık bir şekilde söz etmek mümkündür. Üstelik 100 dükkân ve 105 nefer çalışanıyla azımsanamayacak bir iş kolu olduğu bile söylenebilir[12]. Hatta belli bir birikimi ve geleneği olmaksızın bir anda böyle bir dükkân sayısına ulaşılamayacağı düşünüldüğünde Eyüp’te oyuncakçılığı daha önce başlatmak gerekir[13]. Eğer 19. yüzyılın ortalarında İstanbul’da bulunan Murad Efendi’nin verdiği bilgileri doğru kabul edersek Eyüp oyuncakçılığını yüzyılın başına, Sultan I. Ahmed dönemine (1603-1617) kadar götürmek mümkündür[14]. Eyüp oyuncakçılarının IV. Murad döneminde (1623-1640) düzenlenen esnaf geçit alayında yer almaları, örgütlü bir yapıya sahip olduklarını ve İstanbul’un imalat yapısının bir parçası haline geldiklerini göstermektedir[15]. Yine Eyüp’te bulunan marangozların da tahtadan oyuncak imal edebildiği görülmektedir[16]. Anlaşılan oyuncak imalatı, birbirine yakın meslek gruplarına da açıktı ve tamamıyla özel bir ihtisas alanı değildi. Bununla birlikte mevcut literatürde Eyüp oyuncaklığının ne zaman başladığıyla ilgili birbirinden farklı, tutarsız, tarihî yanlışlar barındıran bilgiler bulunmaktadır. Üstelik verilen bilgilerin bazıları, referans kaynaklarından yoksun olup sonraki yazarlar tarafından sorgulanmaksızın kullanılmış ve literatüre yerleşmiştir. Dolayısıyla konuyla ilgili tespit edilen eksiklerin giderilmesi elzemdir. Araştırmacıların dayanağı, muhtemelen Nurettin Tilgen’in 1959 yılına ait bir makalesidir. Yazar, Eyüp’te ilk oyuncağın 18. yüzyılda ve II. Mahmud zamanında (1808-1839) Nizam-ı Cedit askeri olarak İstanbul’a gelen Dökmeci Hasan Ağa tarafından yapıldığını yazmaktadır[17]. 18. yüzyılın II. Mahmud dönemiyle ilişkilendirilmesi ve oyuncakçılığın başlangıcı olarak kabul edilmesi ilk dikkati çeken yanlışlardır. Oldukça geç bir tarihlendirme olmasına rağmen genel olarak bu ve beraberindeki diğer bilgiler, sorgulanmaksızın konuyla ilgilenen diğer araştırmacılar tarafından tekrarlanmıştır[18].
19. yüzyılın ortalarında İstanbul’da yaşamış Hagop Baronyan (1842-1891), Eyüp semtinde tahtadan yapılmış oyuncak imalatının devam ettiğini gözlemlemiştir[19]. Benzer bir izlenimi, aynı dönemde İstanbul’da bulunan Murad Efendi de dile getirir[20]. Geç dönem arşiv kayıtlarına göre Eyüp oyuncakçıları, Cami-i Kebir Mahallesi, Oyuncakçılar Caddesi’nde veya Çıkmaz-ı Oyuncakçılar Sokağı’nda faaliyet göstermekteydi[21]. Benzer bilgileri, son döneme ait gözlemlerden de takip etmek mümkündür. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in (1842-1928) 1921 yılında verdiği bilgilere göre Vapur İskelesinden Cami-i Kebir Caddesi’ne sapılınca türbe bahçesine değin sıra dükkânların cümlesi oyuncakçı idi[22]. Eyüp’te imal edilen oyuncaklar, ya buraya yapılan ziyaretler esnasında ya da seyyar satıcılar vasıtasıyla İstanbul’un genelindeki ve Osmanlı’nın diğer semtlerindeki çocuklara ulaştırılırdı. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre 300 kişiden oluşan attar (aktar) çerçiler de seyyar, bir diğer ifadeyle gezicilik suretiyle oyuncak satan bir esnaf grubuydu[23]. Bu ifadelerden oyuncakların aynı zamanda aktarlarda da satıldığı anlaşılmaktadır. Aktarların ve çerçilerin oyuncak satışı, 1892 yılına ait bir gazete yazısında görülmektedir[24]. Yine 1906 tarihli bir arşiv belgesine göre aktarlar ve oyuncakçılar, eskiden beri zararlı ve tehlikeli olmayan oyuncak tabancaların satın alınabildiği yerlerdi[25]. Hatta son dönem oyuncak satıcılarından Affan Efendi, aslında bir aktar idi. Ruşen Eşref Ünaydın’ın Oyuncakçı Affan Efendi isimli hikâyesiyle anlattığı bu oyuncakçının dükkânı, Üsküdar Selimiye’deki evinin altında idi. Gayet dar olan dükkâna kimisi baharat kimisi de Eyüp yapımı oyuncak almak için girerdi. Hatta modern dönemin oyuncaklarından sattığı anlaşılan rakibi Ligor da aktar idi[26]. 1865 doğumlu Ahmed Rasim, 1921 yılında yazdığı bir yazıda, kendi çocukluğunda sırtında sepetiyle sokak sokak dolaşarak Eyüp oyuncakları satan oyuncakçılardan bahseder. Ayrıca çocuklar, aileleriyle birlikte çıktıkları Eyüp Sultan gezisi sırasında buradaki oyuncakçılara girip oyuncak alabilirdi. Çocuklar, Defterdar İskelesi üzerinden Eyüp Çarşısı’na ulaştıklarında kebapçı, yoğurtçu ve kaymakçı dükkânlarının karşı sırasındaki oyuncakçılardan heyecanla oyuncak alırlardı[27]. Yine 19. yüzyılın sonlarına ait bir gözleme göre cami avluları, çocukların oyun alanları arasında olduğu için oyuncak satıcılarının uğrak yerlerinden biriydi[28]. Genel olarak ifade edilirse doğrudan imal edildiği Eyüp Oyuncakçılar Çarşısı’ndan, İstanbul’un her semtinde bulunan aktar dükkânlarından ve seyyar satıcılardan oyuncak temin etmek mümkündü[29].
İstanbul’da oyuncak satılan yerlere, 19. yüzyılın ortalarında Avrupa merkezli yenileri eklenmiştir. Çocuk eğitiminde oyuncağın öneminin fark edilmeye başlandığı 16. yüzyıldan itibaren Nürnberg, 17. yüzyılda Sonneberg, oyuncakçılıkta Alman üstünlüğünü getirecek önemli başlangıçlardı. Aynı dönemlerde Fransa da oyuncakçılık alanında öne çıkmaya başladı. Ancak Avrupa’nın oyuncak sektöründe atılım göstermesi ve gelişmekte olan ülkelerin pazarına girmesi, asıl olarak sanayileşmeyle gerçekleşti. Öncesinde basit malzemelerden yapılan oyuncakların niteliği değişirken oyuncak sektörü de küresel bir boyut kazandı. 19. yüzyıla gelindiğinde Almanya, Fransa ve İngiltere, oyuncaklarıyla ün yapan ve birbirleriyle rekabet eden ülkeler olarak oyuncak pazarına hâkimdi[30]. Avrupa, oyuncakçılık sahasındaki gelişmişliğini göstermek için sergiler ve yarışmalar da düzenlerdi[31].
Avrupa’daki gelişmeler, 19. yüzyılda çok yönlü bir modernleşme hareketine yönelen Osmanlı Devleti’ni etkilemiştir. Alafranga oyuncaklar, başlangıçta Avrupa’ya giden bürokrat ve üst sınıf aileler tarafından getirilirken daha sonra İstanbul’daki mağaza vitrinlerinde de ulaşılabilir hale gelmiştir[32]. Bilhassa yüzyılın sonuna doğru albenisi yüksek Avrupaî oyuncakların ithalatı artmıştı[33]. 1894 mali yılına ait dış ticaret verilerine bakıldığında 3.166.839 kuruşluk oyuncak ithal edilirken aynı sektörde hiç ihracat yapılmadığı görülmektedir[34]. Beyoğlu, alafranga olan diğer pek çok alanda olduğu gibi oyuncakçılıkta da başı çeken bir bölgeydi[35]. 1881- 1914 arasındaki Fransızca almanak incelendiğinde, Beyoğlu’nda Bon Marché ve Bazar Allemand isimli meşhur mağazalarda oyuncak da satıldığı görülmektedir.
Yıllıkta yer alan oyuncakçıların isimleri ve sayılarında yıldan yıla değişkenlik göze çarparken Bon Marché ve Bazar Allemand ilanlarında süreklilik görülmektedir. Özellikle ilanlarda dikkati çektiği gibi bu mağazalar, sadece oyuncak değil, pek çok Avrupa menşeli ürünü bir arada sunmaktaydı. Paris merkezli olarak 1854 yılında kurulan Bon Marché, İstanbul’da bir şube açmamış, bunun yerine tek temsilci olarak Christofle Anonim Şirketi’ni belirlemiştir[36]. Yine Bazar Allemand, envai çeşit ürünün yanı sıra oyuncak satılan mağazalarından birini Grand Rue de Péra’da açmıştı. Bazar Allemand’ın sahibi, 1881’den 1900 yılına kadar Wilhelm Paluka, bu yıldan itibarense Adolf Paluka olarak görünmektedir[37]. 1891-1895 yılları arasındaki oyuncakçılar arasında ismi görünen Mehmed Usta; Sirkeci’de faaliyet göstermekteydi. Pek çok ürünün yanı sıra oyuncak da satan mağazalardan bir diğeri olan Jean Sferopoulo, 1889-1890 yılında ortak olarak karşımıza çıkmaktadır. 1895-1897 yılları arasında ve 1900 yılına ait almanakta yer almazken, 1904’te el değiştirerek C. Petralli tarafından devralınmış görünmektedir. Oyuncak satışı yapılan diğer mağazaların isimleri ve adresleri aşağıdaki tablodan incelenebilir.
Eyüp oyuncakçıları, henüz yüzyılın ortalarında geniş ölçüde yaygınlık kazanmamış olan Avrupa oyuncakları karşısında eski sanatlarını devam ettirmekte bir sakınca görmemişlerdir. 1870’lerde kendi ürettikleri oyuncakları, seçkin aileler dâhil beğenen ve satın alan bir kitle varken farklı bir arayışa yönelme ihtiyacı hissetmemişlerdir[41]. Ancak hemen aynı dönemlerde Eyüp oyuncakçılarının genel olarak sanatlarında geleneği takip edip hiçbir ilerleme gösteremediklerine dair eleştirel gözlemlere sıklıkla rastlamak mümkündür. 19. yüzyılın ortalarında İstanbul’da bulunan Murad Efendi, Eyüp oyuncakçılarının sanatlarında geleneğe bağlı kalmalarını, hiçbir ilerleme göstermemelerini, dönemin modasını takip etmemelerini ciddi şekilde eleştirenlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Kendi döneminde basit düzeyde modern eklemelerin yapıldığını kabul eden yazar, genel olarak oyuncakların Sultan Ahmed zamanından itibaren aynı kurallara ve modele göre üretildiğine dikkat çeker[42].
Aslında II. Abdülhamid döneminde geçtiği anlaşılan bir olayı doğru kabul edersek Üsküdar’da yeni ortaya çıkan asrî bir oyuncakçı vardı. Ancak gerekçesi bilinmeyen bir nedenle tutuklanıp sorgusunun ve zılgıtın ardından yine eskisi gibi Eyüp oyuncakları satmaya mecbur edilmişti[43].
Osmanlı entelektüelleri, Avrupaî oyuncakların dünyada ve İstanbul pazarında yükselişi karşısında Eyüp oyuncakçılarının ve oyuncakların kötü taraflarını eleştirmiş, üretim tekniklerinde zamanın ruhunu yakalayamadıkları ithamıyla mahkûm etmiştir. 1890 yılında Tercüman-ı Hakikat’te yer alan bir yazıda oyuncakçılıktaki yeni teknikler ve pedagoji alanındaki gelişmeler hakkında bilgi verilerek bu yönde Eyüp oyuncakçılığının geri kalması eleştirilmiştir[44]. 1894 yılında İkdam gazetesinde yayınlanan bir başka yazıya göre doğramacıların işine yaramayan tahta parçaları, terzilerden arta kalan kumaş kırıntıları, tenekeci Yahudilerin bile beğenmeyip attıkları tel, cam ve teneke parçaları oyuncakçılığın basit malzemeleri olarak kullanılabilir. Böyle bir teşebbüste bulunacak bir kişi, bir yandan kendine gelir elde ederken diğer yandan oyuncakların ithaline ayrılan servetin ülkede kalmasına katkı sağlayacaktır. Ancak Eyüp oyuncakçıları, ustalarının öğrettiklerine bağlı kalıp yeniliğe açık olmadıkları için sayıları bir iki dükkâna kadar düşüp yok olmanın eşiğine gelmiştir[45]. 1895 yılında Servet-i Fünûn’da yer alan M. Bahâeddin imzalı bir yazıda yine Avrupa, özellikle Nürnberg ve Paris oyuncakçılığının gelişmişliğinden ve her geçen gün daha da ilerlediğinden bahsedilir. Eyüp oyuncakçılığının bilim ve teknolojideki gelişmeleri takip edip değişime uyum sağlamamaları, bir yandan kendilerinin diğer yandan da oyuncakların ithali nedeniyle ülkenin zarara uğramasının sebebi olarak gösterilir. Yazara göre en azından bu muntazam oyuncaklar incelenir ve benzerleri yapılmaya çalışılırsa mesleklerinde gitgide ilerleme gösterebilirler[46]. Gazetelerde Avrupa oyuncakçılığı hakkında yazılan yazılar içerisinde oldukça derinlemesine yapılmış incelemeler de bulunmaktadır. Servet-i Fünûn’da yer alan 1904 tarihli bir yazıya göre oyuncakçılar, eskiden sardalye kutularının tenekelerini kullanırken artık özel olarak hazırlanmış mukavva, lastik ve teneke tabakaları tercih etmekteydi. Elli beygirlik makinelerde hazırladıkları çeşit çeşit oyuncakları, dünyanın her tarafına göndermekteydi[47].Artık Avrupa’da çocuklara yılbaşında hediye ve oyuncak almak moda olmuştu, çocuk cenneti denilen ve bir mahalle kadar büyük olan oyuncak mağazalarıysa Avrupalıların ihtiyaçlarına cevap vermek üzere hazırdı. Çocuklar, anne ve babasıyla mağazaları gezer ama iş oyuncak seçmeye geldiğinde bol çeşit karşısında uzun süre kararsız kalırlardı[48].
Gazete yazılarında Avrupa oyuncakçılığının istihdam ve kazanç bakımından hem bireyin hem de ülkenin ekonomisine sağladığı olumlu katkıların vurgulanması, bir anlamda Osmanlı’da benzer girişimleri teşvik etmeye yöneliktir. Örneğin 1909 yılında Cerîde gazetesindeki bir yazıda Eyüp oyuncakçılarının göreneklerine bağlı kalmaları eleştirilmiştir. Yazıyı kaleme alan Ali Nihad, suiistimal edilmemek kaydıyla aslında göreneğe uygun hareket etmenin doğal ve gerekli bir temayül olduğunu ancak iyi yönde kullanılmadığında ilerlemenin önünde bir engel teşkil ettiğini belirtir. Bolulu aşçıbaşılarla birlikte Eyüp oyuncakçılarını eleştirir: Ben ustamdan böyle gördüm” diyerek yaptıkları şeyin haricine çıkamazlar. Hele Eyüb oyuncakçıları Bon Marşe ve Pazar Alman’a götürüldükde biz bundan daha iyisini yaparız ama bizden kimse almaz gibi birtakım vâhi sözlerle geçiştirirler[49].Güzide isimli yazar ise kadın okurlarını dünyada en kazançlı iki meslekten biri olarak gördüğü oyuncakçılığa yönlendirmeye çalışır. Yazar, düşüncesini desteklemek için Avrupa kadınlarının geceleri kızlarıyla birlikte birkaç saat masa başında çalışarak oyuncakçılıkla meşgul olduklarını ve aile ekonomisine destek sağladıklarını örnek gösterir[50]. Tüm bu yazılar, oyuncakçılığın kâr sağlayan bir meslek olduğunu vurgulayarak Eyüp oyuncakçılarının ihmal ettikleri alanı doldurma düşüncesinin bir yansıması olarak görülebilir. Zira özellikle son zamanlarda artan gayet musanna ve zarif Avrupa oyuncaklarıyla rekabet edemeyen Eyüp oyuncakçıları perişan olmuştur[51].Ahmed Rasim, 1921’de O koca çarşıda bir tane oyuncakçı dükkânı kalmış! olmasından, kadim bir geleneğin yok olmak üzere bulunmasından dolayı hayıflanır. Fakat gelişmemiş bir sanatın ayakta kalmasının mümkün olmadığının farkındadır. Hatta İstanbul’un alâmet-i farikasından biri olan Eyüp oyuncakçılığının birkaç seneye kadar yok olacağı ve gelecek nesil için hatıralarda hiçbir iz kalmayacağı öngörüsüyle sözlerini tamamlar[52].
Payitaht İstanbul’da Çocukluk İzleri ve Eyüp Oyuncakları
Osmanlı Devleti; bayramlar, toplu sünnet düğünleri ve şenlikler gibi özel zamanlarda düzenlenen eğlencelerde, çocuklar ve yetişkinler için büyük oyuncaklara yer verirdi. Bunlardan asma salıncaklar küçük çocuklara, kolan ve büyük salıncaklarsa gençlere ve yetişkinlere hitap eder; sallanmanın yanı sıra birbirleriyle yarışma fırsatı sunardı. Yatay döner bir çarka asılı salıncaktaki çocuklar, sabit bir noktada bekleyen ve elindeki sopasıyla kendini savunan bir adamın külahını düşürmeye çalışırdı. Ayrıca hızlı sallanarak bir platformun yüksek noktasında asılı halde bulunan cisimleri almaya çabalardı. Dört çocuk alabilen veya daha fazla kişi kapasitesine sahip olup katır ya da eşeklerle hareket ettirilen dönme dolaplar, şenliklerin bir diğer unsuruydu. At, karaca, aslan veya sakallı, bıyıklı insan başlı olabilen atlıkarıncalar da vardı. Yerden bir arşın kadar yükseklikteki platform üzerine kurulu atlıkarıncalar, dişli bir çark vasıtasıyla döndürülmekteydi. Yine dört çocuk alabilen ve insan gücüyle çekilebilen çek çek arabası, ilgi çekici süsleri ve püsküllü tentesiyle şenliklerin en gözde çocuk oyuncaklarından biriydi. Çocuk eğlencelerine mahsus ayrılmış bölümlerin bir diğer unsuru, Eyüp oyuncakları satmak üzere hazır bulunan seyyar oyuncakçılardı[53]. Osmanlı İstanbul’unda çocuklar; böyle özel zamanların dışında, günlük hayatlarında ailelerinin yaptıklarının yanı sıra Eyüp oyuncaklarıyla oynardı. 17. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi, bin çeşit oyuncak arasında kamış boru, tırıl (fırıldak-pırlangıç/dönerken öten topaç), fırlak (bir tür fırfır), küçük def, dümbelek, kemençe, sıçan ve kuşları saymaktadır. Düzenlenen esnaf geçit alayı sırasında sundukları gösteride çocuğun  dadı ben bu oyuncağı isterim yahut istemem deyip ağlaması[54], oyuncakların dönemin çocukları için taşıdığı önemin göstergesi olarak okunabilir.
Çocuklar için tertiplenen eğlencelere 19. yüzyılda da rastlanmakta, sünnet düğünlerinde çocuklara oyuncaklar dağıtılırken[55] bayramlarda yine atlıkarınca ve salıncak gibi eğlence araçları yer almaktaydı[56]. Ancak yüzyılın ortalarından itibaren bu tür büyük oyuncaklar, “tehlikeli” ve “faydasız” görülerek eleştirilmeye başlanmıştır. İlk olarak Mümeyyiz, oynamaya ve gezmeye karşı olmadıklarını belirterek Ramazan Bayramı münasebetiyle “edebi” ile eğlenmeyen, taşkınlık yaparak insanları rahatsız eden, medrese hocalarının ağaçlara kurduğu ecel beşiğine benzer salıncaklara binip kendi canlarını tehlikeye atan bazı çocukları eleştirmiştir[57]. Arkadaş dergisinin 1876 tarihli “Memleketimizin Batası Âdetlerinden” başlıklı yazısında eskiden beri Fatih Cami Meydanı ile Üsküdar İnadiye, Bülbülderesi ve diğer bazı yerlerde bayramlarda kurulan dönme dolap, kolan ve ecel beşiği gibi salıncakların bayağı ağaçtan yapılması, eskimesi ve çürümesinden dolayı pek emniyetli olmadığından, bilakis tehlike saçtığından bahsedilmiştir. Buna rağmen çocukların ecel dolaplarına tıklım tıklım binmesi, diğerlerinin karınca gibi toplanarak sırada beklemesi, ailelerinse çocuklarını böyle yerlere göndermesi eleştirilmiştir[58].
19. yüzyılda seyahatname, hatırat ve süreli yayınlarla artan kaynak çeşitliliğiyle Eyüp oyuncaklarına dair daha fazla bilgi edinilebilmektedir. Yazdığı masallarıyla ünü Danimarka dışına yayılan Hans Christian Andersen’in 1841 yılı başlarında geldiği İstanbul’da Züleyha adında bir çocuğun elinde gördüğü at şeklindeki bir su testisi muhtemelen Eyüp oyuncağıydı[59]. Yüzyılın ikinci yarısında Ahmed Rasim, kendi çocukluğunda oynanan Eyüp oyuncaklarının geniş bir listesini vermiştir. Yazar, bir çocuğun kırmızı ve mavi boyalı tahta kılıçlar kuşandığını, hacıyatmazlarla günlerce düşüp kalktığını, aynalı beşiklerde bebek uyuttuğunu, kamış tüfeklerle nişan aldığını, ipli oklarla turnayı gözünden vurduğunu, şişirme gaydalarla horalar teptiğini, cambazlarla akrobatlık yaptığını, davullarla oda ve sokaklarda dolaştığını, fırıldak, dönme dolap, fırdöndü, şişirtme (balon), leylek ve çekirge gibi oyuncaklarla oynadığını işlevlerini de belirterek anlatmıştır. Ayrıca Ahmed Rasim, kendi çocukluk günlerindeki Eyüp oyuncaklarına yönelik beğenisini açıkça ifade etmiştir: O zaman hayat ne kadar sade imiş, şimdi anlıyorum. On paraya, bir kuruşa bir çocuk gönlü alınırdı! En yaramaz oğlanı bir trampete bahçede saatlerce uğraştırır, en huysuz bir kızı attarın taş bebeği sustururdu![60]. Aileleriyle çıktıkları Eyüp gezilerinde oyuncak imalatçılarının dükkânlarına girerken ve aldıkları fırıldak, gülkurusu şişirtmeler, kılıç ve çekirgelerle geri dönerken nasıl bir çocukluk heyecanı duyduklarını anlamak güç değildir[61]. Kızak ve uçurtma da çocukların eğlence araçlarındandır[62]. Refik Halid Karay (1888-1965), Ahmed Rasim’in çocukluğunun geçtiği Sultan Abdülaziz dönemi çocuk oyuncakları arasında kaynana zırıltısı ve hacıyatmazın yanı sıra tekerlekleri dönünce elleriyle bir zili çalan arabalı tavşanı, gaydanın küçüğü kamış düdüğü, mukavva Karagöz’ü ve meşin topu sayar. Ayrıca kaydırak ve evin yapımı esnasında hem ailenin kendi çocuklarının hem de misafir çocukların oynaması, bilhassa bebeklerin uyuması için salıncakların bulunduğunu belirtir[63]. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, kırmızı tüylü koyun ve kuzuları, ağaçların oyulmasıyla yapılmış allı sandalları, hünkâr kayıklarını, boyalı aynaları, ikişer üçer şerefeli camisiz minareleri, aynalı toprak testiler ile bardakları da listeye ilave eder[64]. Sermet Muhtar Alus (1887-1952) ise darbuka, araba, havan, tereyağı yayığı, şakşak, kaval, kursak düdük, kâğıt ve deve derisinden Karagöz’ü ekler ve genel olarak Eyüp oyuncaklarını tanıtır. Örneğin yazara göre seyyar oyuncakçılar, mahalle aralarında dolaşırken rastladıkları çocuklara hacıyatmazı satmak için Hacı babam yatar mı be? Komşunun kaynanasına sevda çekiyor, moruğu sabaha kadar uyku tutmuyor! gibi sözler söylerdi. Ancak onun anlatımında Eyüp oyuncaklarının şekli ve malzemesine yönelik bir eleştiri açıkça hissedilir. Özellikle seyyar oyuncakçıların sokaklarda dolaşırken çaldığı kursak düdüğün tükürükle vıcık vıcık olup burun direğini kırarcasına kötü koktuğunu belirtir. Üstelik çocuklar, aynı şekilde çalabilmek için bilhassa oyuncakçının çaldığı düdüğü satın almak isterlerdi[65]. Bu yönde Murad Efendi’nin genel olarak getirdiği eleştiri, çağın gelişmişlik düzeyinin oyuncaklara yansıtılmaması, çocukların yine dedelerinin oynadığı oyuncaklarla oynamaya devam etmesi, ailelerin de çocuklarının eğitimleri konusundaki bilinçsizliğidir. Saman kullanılarak yapılmış tahta atlar, balıklar, çarpıcı renkli kumaş artıklarından epey bir çaba gösterilerek yapılmış tek hörgüçlü deveyi andıran şekilsiz yaratık, iki kuşak öncesindeki çocukların oynadığı hayvanlara benzetilmektedir. Renkli cam boncukların ve midye kabuklarından süslerin eski örneklerine yakın olduğunu tahmin eden yazar, deve gözü için iki gömlek düğmesi kullanılmasını mahcup modern ekler olarak görmüştür. Yine eskiden beri baş tacı olan kayıklar ve arabalar, uzun bir süredir bol miktardaki kırık ayna parçaları ve tüylerle süslenmektedir. Murad Efendi, mevcut oyuncaklar üzerindeki gelişmeleri görmezlikten gelmez ama bunları epey basit düzeyde bulur: Eğer kararmış bir odun parçasını mavi ve kırmızı lekelerle bezeyip üzerine silindir levhalardan bacalar kondurup buharlı gemi olarak modernleştirilenleri yenilik olarak saymazsak, imalatları Sultan Ahmed zamanından beri aynı model ve kurallara göre yapılır[66].Ancak henüz 1870’li yıllarda üst sınıf aileler bile hâlâ geleneksel oyuncakları tercih eder, çocuklar da mutlu olurdu[67]. Burada hemen aynı dönemlerde İstanbul’da çocukluğunu geçiren Ahmed Rasim’in Eyüp oyuncaklarına yönelik beğenisini dikkate aldığımızda, Murad Efendi’nin verdiği bilgilerin dönemin anlayışıyla örtüştüğü fark edilecektir.
Alafranga oyuncaklar, Murad Efendi’nin dikkati çektiği gibi 19. yüzyılın ortalarında henüz İstanbul piyasasının geneline yayılmamıştı. Dolayısıyla herkes, bu tür oyuncaklara kolay bir şekilde ulaşamıyordu. Belli bir süreye, özellikle yüzyılın sonuna kadar Eyüp oyuncaklarının hitap ettiği bir kesim var olmaya devam etti. Ancak dönemin süreli yayınlarında Avrupa oyuncakçılığı ve oyuncakları üzerine yazılar da artış göstermeye başlamıştı. Oyuncak sergileri ve yeni oyuncaklar hakkında bilgiler verilirken Eyüp oyuncakları da sanat ve maharetten yoksun oldukları, çocukların zekâ gelişimine katkı sağlamadıkları gerekçeleriyle eleştirildi. Örneğin bu tür yazılardan birinde leylek şeklindeki oyuncak, aslında birbirine bağlanmış birer karış uzunluğundaki tahta parçalarına benzetilmiştir. Bu ve diğer oyuncakların çocukların zekâsını geliştirmek yerine daha da gerilettiği ileri sürülmüştür[68]. Yüzyılın sonlarındaki çocukların artık bir Eyüp oyuncağını Bon Marché’de satılan bebekler kadar beğenmediği, seçme şansı verildiğinde cicisi çok olan ikincisini tercih edeceklerinin kesin olduğu yönünde yazılar görmek mümkündür[69]. Ancak 1913 yılında hâlâ Eyüp oyuncaklarıyla oynayan çocuklar vardır. Nitekim Talebe Defteri adlı dergi, sözü edilen yılda dönemin çocuklarına oynadıkları millî oyun ve oyuncaklarımızı sorup gelen cevapları yayınlayarak bugüne çok değerli bilgiler bırakmıştır. Çocukların oynadığı oyunlar listesinden oyun nesnesi ve oyuncaklar ayrımını yapmak, her bir oyunun nasıl oynandığını bilmek pek kolay değildir. Ayrıca millî oyuncaklarımız başlığı altında verilen bazı oyuncaklar, oyunlar listesinde de görülmektedir. Bir fikir olması açısından uzun oyun listesi içerisinden oyuncak veya oyun nesnesi olarak değerlendirilebilecek olanlar şunlardır: ip atlama, uçurtma, aşık, beş taş, bebek, tahterevalli, ceviz, çelik çomak, çember çevirme, topaç, top, fincan, yüzük, kaydırak, kukla, kızak. Gelen cevaplara göre çocukların oynadığı millî oyuncaklar şunlardır: ok- aşık kemiği, uçurtma, bal mumu ördek, cirit, çelik çomak, çember, dürlüce (ağaç dalından düdük), davul, def, zurna, sapan, topaç, tabanca, zıpzıp, kalkan, kaniç?, kırbaç, kızak, kargı, kaval, kement, gürz, mızrak. Eyüp oyuncaklarından da beşik, kursaklı düdük, hacıyatmaz, kocakarı zırıltısı, aynalı testi ve çocuk arabasıyla oynadıkları görülmektedir[70].
Eyüp oyuncakçıları, 20. yüzyılın başında birer birer kapanıp sayıları bir-ikiye kadar düşünce, oyuncaklar da yok olmaya başladı. Örneğin Ünaydın’ın hikâyesini anlattığı Affan Efendi, sattığı Eyüp oyuncaklarıyla çağa uyum sağlayamayarak zor zamanlar geçiren, nihayetinde kapanan bir aktardı. Affan Efendi’nin oyuncağa dair bütün sermayesi, yirmi-otuz tane çıngıraklı teneke düdük, sekiz-on toprak kumbara, tavana asılı halde dört-beş salıncak, beş-altı kaynana zırıltısı, yine aynı sayıda kursak düdük, uçurtma kâğıdı ve dinen mahzursuz gördüğü Karagöz’dü. Çeşit bakımından oldukça sınırlı, biçimce eski olan bu oyuncaklar, evvelki nesilleri avutabilirken, zamane çocukları için yetersiz ve basitti. Üstelik Affan Efendi’nin hiçbir şekilde veresiye oyuncak vermemesi, çocukların hoşuna gitmezdi. Hatta bu durum karşısında çocuklardan biri, hem oyuncakları iyi olan hem de ucuz ve veresiye veren Ligor’dan oyuncak alacağını belirtince Affan Efendi öfkelenerek Git yumurcak, sen de ondan al, başımı ağrıtma! diyip çocuğu dükkândan çıkartmıştı. Buradaki vurgudan da anlaşılacağı üzere çocuklar, bir süredir Ligor’dan oyuncak almaktaydı. Zaten Affan Efendi de bir sünnet düğünü esnasında tüm oyuncak sermayesini çocuklara dağıtarak sektörden çekildi. Ancak atlı tramvay ve piyanolarla oynayan çocuklar, bu oyuncaklarla oynamak yerine onları bir kenara koymayı tercih ettiler[71]. Günümüzde İstanbul Şehir Müzesi’nde değişik biçimde yaklaşık 28 Eyüp oyuncağı sergilenmektedir: 4 araba, 1 canbaz, 1 beşik, 1 beşik salıncak, 2 çıncın, 1 dönme dolap, 1 tel dolap, 1 iskemle, 2 testi, 2 topaç, 1 kaynana zırıltısı, 1 şeytan minaresi, 1 el arabası, 4 davul, 1 trampet, 3 tef, 1 top bulunmaktadır[72].
Değişen Çağı Simgeleyen Modern Zamanların Oyuncakları
Bahçesiz, güneşsiz, oyunsuz geçen çocuk hayatına pek acımalıdır[73].
Osmanlı Devleti’nin siyasal ve kültürel alanda yaşadığı yenileşme, 18. yüzyılın başlarına kadar götürülebilen uzun bir süreci ifade etmektedir[74].Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839) ise Avrupa merkezli bir değişim hareketini sistemli hale getirmesi bakımından önem taşımaktadır. Ancak sosyal ve kültürel alanda yaşanan değişimin toplumsal alana yansımaları çok daha uzun sürede gözlemlenebilmektedir. Üstelik modern olan her bir unsur, farklı zamanlarda toplum tarafından benimsenmekte, geleneksel olanlarsa yeniliklerin karşısında belli bir süre daha varlığını devam ettirmektedir. Örneğin simgesel açıdan Batı kültürünü temsil eden sandalye, masa ve konsol daha fazla olmak üzere koltuk, kanepe gibi alafranga eşyalar, 18. yüzyılın son çeyreğinde az sayıda gayrimüslim evinde görülürken yaklaşık seksen yıl kadar sonra ciddi oranda artarak en azından seçkin Müslüman evlerinde de yer almaya başlamıştır. 19. yüzyılın ortalarında bir yanda “alafranga” diğer yanda “alaturka” eşyalar, “iki farklı dünyanın ifadesi” olarak hemen her alanda etkisini göstermiştir[75]. 19. yüzyılda gündelik hayatta ve maddi kültür unsurlarında gözlemlenen değişim, çocukların oynadığı oyunlara ve oyuncaklara da yansımıştır. Her ne kadar 19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupaî eğitim anlayışı ve sanayi çağının oyuncakları benimsenmeye başlanmış olsa da etkilerinin tam manasıyla görülmesi yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. Modern çağın oyuncakları, asıl yükselişini II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) eğitim alanında yaşanan dönüşüm sayesinde yakalamıştır.
Osmanlı İstanbul’unda çıkan süreli yayınlarda Avrupa’daki gelişime benzer şekilde çocukların eğitimine katkı sağlayacak oyun ve oyuncakların önemine işaret edilmesi dikkate değerdir. 1870’li yılların süreli yayınları, çocukların oyun oynama hakkını vurgulamakta ancak onlara mahalle aralarında ve sokaklarda oynanan ceviz ve kaydırak gibi oyunlar yerine tatilleri bile değerlendirip ilimle meşgul olarak derslerine çalışmalarını ve kendilerine katkı sağlayacak türden oyun ve oyuncaklarla oynamalarını tavsiye etmektedir. Özellikle Arkadaş, çocukluk çağında zihnin tazeliği ile bilginin daha kolay öğrenebileceği düşüncesindedir. Çocuklar için gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte zararından başka hiçbir faydası olmayan sözleriyle nitelediği oyunların oynanmaması gerektiğine dikkat çekmiştir. Ailelerin çocuğuna bir pergel ile yuvarlak/daire çizdirebileceğini, meşhur olan oyunlardan da zararsız olanlara izin verebileceğini belirtmiştir. Hem anne hem de babalara seslenerek çocuklarını bu yönde eğitmek için çaba göstermeye davet etmiştir[76].Emin Osman, 1881’deki yazısında yanlış anlaşılma çekincesiyle özel bir açıklama yaparak ve Avrupa’da bu şekilde uygulanan usulü örnek göstererek oldukça temkinli ifadelerle çocukların oyun oynama hakkının bulunduğunu belirtmiştir. Önerdiği oyun, ancak çocukların ödevlerini yaptıktan, giyinip ebeveyninin elini öpüp hayır duasını aldıktan, uslu bir şekilde okuluna gittikten, hocasının takdirini kazandıktan sonra arta kalan zamanlarda oynanabilir[77]. Süreli yayınlardaki bu yazılar, eğitime verilen önemin artmasıyla birlikte çocuklarını bütünüyle oyun ve oyuncaklardan uzak tutma eğiliminde olan aileleri uyarmanın yanı sıra zamanı daha verimli kullanmaya yönelik oluşan anlayışın yansımaları olarak kabul edilebilir.
Çeşitli özel günlerde çocuklarına oyuncaklar alan ailelerle ilgili bilgilere de rastlanmaktadır. Örneğin 1876’da İstanbul’da doğan Behiç Erkin, babasının kendisine hediye ettiği oyuncakları çok iyi korumaya çalışmasına rağmen bir kısmının kaybolduğunu, kalanların da hâlâ kendisinde bulunduğunu belirtir[78]. 1880 yılı Arkadaş dergisinde yer alan bir hikâyede de bir baba, akşamları eve gelirken İzzet adındaki çocuğuna oyuncak getirirdi[79]. 1906’da bir çocuğun babasından oyuncak davul istemesi mizah konusu yapılmıştır. Babası, oyuncakçı dükkânı önünde çocuğunun davul isteğini, kulaklarının zarını patlatacağı gerekçesiyle geri çevirir. Ancak çocuk, bu sözlere itiraz ederek yalnızca babası uyuduğu zamanlarda davul çalacağını vaat eder[80]. 1908 yılı Ramazan ayında bir çocuk, kırmızı renkli balonunu ipinden bileğine bağlamış şekilde babasıyla birlikte alışveriş yapmaktadır. Ancak balon, kalabalık içerisinden iri yarı birinin ilerlediği sırada sıkışarak patlar. Çocuk, her zaman sahip olamadığı sevgili oyuncağıyla oynayamadığı için ağlamaya başlar. Babasıysa bir tane daha balon alma sözü verip ardından yerine getirerek ağlayan çocuğunu teskin eder[81]. Selim Sırrı da derslerine çalışmalarının mükâfatı olarak kızlarına bebek alan bir baba profili çizmektedir. Büyük lastik topunu, beyaz tüylü ayını, güzel lepiska saçlı bebeğini kırmadan oynayıp özenle dolabında saklayan kızlarını överken ailesinin aldığı oyuncaklara değer vermeyip kıran başka çocukları eleştirir[82]. Süreli yayınlarda yer alan bu tür hikâyeler bütünüyle gerçek, yaşanmış anılar olabileceği gibi okuyucularına bazı temel değerleri kazandırmayı hedefleyen kurmaca yazılar da olabilir.
Peki, çocukların zamanlarının çoğunu oyun ve oyuncaklarla geçirmesinin normal karşılandığı veya aksi yönde daha çok dersleriyle meşgul olmasını gerektiren bir yaş aralığı var mıydı? Bu konuda kesin bilgilerden yoksunuz. Ancak dönemin süreli yayınları incelediğinde doğrudan çocuk okurlarını yönlendirmek amacıyla bilinçli şekilde hazırlandığı düşünülen hikâyelerden bazı çıkarımlar yapmak mümkün görünmektedir. 1870’lerin başında Hazine-i Etfal’in konuşturduğu üç çocuktan biri, dokuz yaşına girdiği halde oyuncaklarla oynamayı çok seven arkadaşına zamanını “faydasız” oyunlarla boşa geçirmemesini tavsiye eder. Arkadaşı, zamanında kendisinin de aynı şekilde oyuncaklarla oynadığını söyleyerek itiraz edince, aslında bunun normal olduğunu ama yaklaşık on ay önce oyuncaklarını yaktığını, artık parasını kitaplara harcayacağını ve babasını memnun etmeye çalışacağını belirtir. Ancak “cicili bicili oyuncaklarını” bırakıp ders çalışmaya başlaması için arkadaşını ikna etmeyi başaramaz[83]. 1890’ların sonlarındaysa doğrudan on üç yaşındaki bir çocuğun anlatımıyla oyun ve eğitim çağı ayrımına dair bazı bilgiler edinmek mümkündür. Mekteb-i Mülkiye’nin idadîsinde talebe olan çocuk, ailesi veya öğretmenlerinin bir baskısı bulunmamakla birlikte mahcup düşmemek, öğrenmek ve çalışkan bir “efendi” olmak için derslerine çalıştığını belirtir. Ancak okula gitmesine ve kendine göre zor olan derslerine çalışmasına rağmen oyunlar ve oyuncaklarla da eğlenebildiği sekiz yaşındaki zamanlarını özlemle hatırlamaktadır. Hatta küçüklüğünden kalma oyun araçlarını ve bahçelerindeki küçük arabasını gördükçe hüzünlendiğini dile getirir[84]. Biri 1873-74’te, diğeri de 1898’de yayınlanan her iki hikâyeye göre sekiz ila dokuz yaşlarında çocukların vakitlerini daha çok oyun ve oyuncaklarla geçirdiği, daha sonra eğitime ayrılan zamanda aşamalı bir artış yaşandığı söylenebilir.
Osmanlı aydınları, yaşadıkları çağın oyuncaklar üzerindeki değişimlerini de gözlemlemişlerdir. Bilimsel gelişmelerin oyuncakçılığa yansımalarının farkında olan yazarlar, çocuklara uygun oyuncakların seçilmesi gerektiği konusunda uyarılarda bulunmuştur[85]. Bunlardan M. Bahâeddin, dünyada her şey gibi oyuncakların da zamana, bilimsel ilerlemelere, ihtiyaçlara, genel olarak medeniyetin gelişmişlik düzeyine uygun bir gelişme gösterdiğini belirtmiştir[86]. Servet-i Fünûn’da yayınlanan bir yazıda da ilim ve fen asrının gereği olarak fennî oyuncaklar icat edilmekte olduğu vurgulanmıştır[87]. 1890’larda Avrupa’da yeni tekniklerle imal edilen, dönemin ifadesiyle fennî oyuncakları Osmanlı’daki okuyucularına tanıtan yazılarla karşılaşmak da olasıdır. Örneğin Tercüman-ı Hakikat’te Edison’un uslu ve arsız çocuklar için iki ayrı oyuncak bebek icat etme fikrinde olduğu duyurulur. Her ikisinde de karın tarafına bir fotoğraf yerleştirilecek olan bu bebek, yan tarafında bulunan manivela çevrildikçe uslu çocuklar için çocuk şarkıları ve hikâyeleri söylerken arsız çocuklaraysa nasihatler anlatacaktır[88]. Oyuncak bebek, bir yandan Avrupa oyuncakçılığının ulaştığı seviyeyi gösteren diğer yandan da çocukların zekâsını geliştiren, çağın bilimsel birikimini öğrenmesini sağlayan bir örnek olarak kullanılmıştır. Artık bu dönemlerde çocukların yaradılışları gereği oyuncaklarla oynamaya mecbur oldukları açıkça ifade edilir. Yeni doğmuş bir bebekte çıngırağın, daha büyük bir çocukta düdüğün, genç delikanlıda ney enstrümanının, daha da yaş almış birinde satrancın can sıkıntısını giderme, zihni rahatlatma ve güzel hisler uyandırma bakımından aynı etkiyi oluşturduğuna dikkat çekilerek oyuncağın artık bir ihtiyaç olduğu vurgulanır[89]. Çocuklar, bir ailenin ömrünün faydalı bir meyvesi, gurur ve övünç kaynağı olarak görülür. Hayatlarının ilk evresinde gülme, oynama ve koşma gibi isteklere sahip olduğu belirtilerek ev içerisinde oynanabilecek zararsız oyuncaklardan biri olarak lastik balon tanıtılır[90]. 1894 yılında İkdam’da yayınlanan bir yazıya göre her çocuğun tutkulu bir şekilde bağlı olduğu oyun ve oyuncak, öncelikle çocukluk çağını akla getirir. Ancak çocuklar, kendi gelişimlerine katkı sağlayacak faydalı oyunlara yönlendirilmelidir. Özellikle erken çocukluk evresi hakkında bilgi veren gazete, hedef kitle olarak kadınları, daha özeldeyse anneleri tercih eder. Çocukların hangi mesleği seçeceği bu erken dönemde belli olmadığı için ilgi gösterdikleri alanın belirlenebilmesi adına onlara her konuda eğitim verilmesi gerektiği dile getirilir. Ancak dikkati bir süre sonra dağılan çocuklar, ya parmağıyla oynamaya ya da başka şeyler düşünmeye başlar. Bu yüzden İstirahat yeni işlere hazır nakittir sözüyle yetişkin insanların bile dinlenmeye ihtiyaç duyduğunun altı çizilerek okullarda çocuklar için teneffüsler veya oyun zamanları belirlendiğine dikkat çekilir. Oyuncaklarınsa bütünüyle çocuklar için yapılmış olduğu, oyun çocukların hakkıdır kaidesine işlerlik kazandırdığı vurgulanır. Ancak özellikle amaca uygun oyuncaklar seçilmesi, zehirli olma ihtimali bulunan yeşil ve kırmızı renklilerden uzak durulması uyarısı yapılarak ailelerin bu konuda dikkatli olması istenir[91].
Gazete yazılarında tanıtılan Avrupaî oyuncaklar, Osmanlı topraklarına da ithal edilmekteydi. 1890 yılında Edison’un icat etmeyi tasarladığı oyuncak bebek tanıtılırken, Avrupa menşeli oyuncakların cüzi bir miktarının İstanbul’a ithal edildiği belirtilir[92]. 1894 malî yılına ait dış ticaret verilere göre Osmanlı Devleti’ne 3.166.839 kuruşluk oyuncak ithal edilmişti[93]. Bu noktada 1895’te oyuncakçılıkta fevkalade ilerleme kaydedildiğine dikkat çekilen bir yazıda, Avrupa’nın muntazam surette ürettiği oyuncakların ithal edilmesi dolayısıyla Osmanlı hazinesinin ciddî paralar kaybettiğinin vurgulanması önemlidir[94]. Özellikle sanayileşen Avrupa’nın İstanbul’daki pazarları konumunda olan mağazalar, alafranga oyuncaklara ulaşmanın aracıydı. Bon Marché, Bazar Allemand ve Jean Sferopoulo gibi mağazalar, verdikleri ilanlarda pek çok alafranga ürünün yanı sıra türlerini belirtmeksizin oyuncak da sattıklarını duyurmaktaydı[95]. Bazar Allemand, özel ürünleri arasında çocuk arabaları ve bisikletlerin de bulunduğunu nadiren belirtmekteydi[96]. Cenab Şahabeddin, oğlunun oynadığı oyuncaklardan kurşun askerleri Bon Marché’den aldıklarını anlatır[97]. Bon Marché ve Bazar Allemand’ın devrin oyuncak satılan mağazaları olduğu, süreli yayınlar üzerinden de izlenebilmektedir[98]. Dönemin canlı tanıklarından Karay, II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) çocuk giyecekleri ve yiyecekleri gibi oyuncakların da Avrupa’dan ithal edildiğini ifade eder. Bunlar arasında Kurşun askerler, tüfek ve kılıç, gözlerini açıp kapayan ve “mama!” diyen taş bebekler, vagonlar ve lokomotifler, dört köşeli ve resimli tahta parçaları ve nihayet bisikletler vardır. Ayrıca çember çevirmek, sihirli laterna göstermek ve bazı softaların dinî gerekçelerle karşı çıktığı ama pek ciddiye alınmayarak oynanmaya devam eden futbol da yeni oyun ve oyuncaklar arasındaki yerini almıştır[99].
19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren artış göstermeye başlayan süreli yayınlar, bir yandan bilhassa okul çağındaki çocukların eğitimine katkı sağlamayı diğer yandan da hikâyeler, ödüllü bilmeceler, bulmacalar, sorular, şiirler, resimler, eğlenceli oyun ve bizzat kendilerinin yapabileceği oyuncak önerileriyle onları eğlendirmeyi hedefleyen eğlence araçları olarak görülebilir. Özellikle resimlerle nasıl oyun araçları ve oyuncaklar yapabilecekleri anlatılarak çocukların yaratıcılıklarını geliştirmelerine katkı sağlamaya çalışmışlar, basit araç-gereçlerle eğlenebileceklerini göstermişler, eğlendirirken öğretmişler ve aynı zamanda okuldaki el işleriyle ilgili eğitime de destek olmuşlardır. Örneğin Mehmed Süleyman, su dolu kapta aşağı ve yukarı hareket edebilen bir dalgıç oyuncağın nasıl yapılacağını resimli bir şekilde anlatmıştır[100]. Yine aynı yazar, kamıştan üfleyerek çengelli bir küreyi halka şeklindeki ipe geçirmeyi amaçlayan yeni icat edilmiş küçük ve eğlenceli bir oyuncağın da yapımını resimle tarif etmiştir. Bu fennî oyuncağın aktarlarda ve seyyar satıcılarda satılan, zararlı boyalarla renklendirilmiş oyuncaklardan daha üstün ve güzel, yapımının da gayet basit olduğunu ileri sürmüştür[101]. Hüseyin Muhiddin, fennî bir eğlence olarak fırtınalı bir havada kıvılcım çıkaran bir uçurtma tarifi vermiştir[102]. Üsküdar’da Bağdatlı İzzet Efendi adında birininse gökyüzünde başını sallayıp kuyruğunu kıvırarak düdük çalan uçurtmalar yaptığı duyurulmuştur[103].
Oyuncaklar, teknik gelişmelerle gerçeklerinin birer kopyası haline geldikçe Osmanlı Devleti ve haliyle ürünü ithal eden tüccar nezdinde sorun oluşturmaya başlar[104]. Genel olarak bakıldığında Başkanlık Osmanlı Arşivi’ndeki oyuncaklara ilişkin belgelerin neredeyse tamamı, devlet ve toplum güvenliği açısından çeşitli sakıncalara ve tehlikelere yol açma potansiyeli bulunup bulunmadığının belirlenmesiyle ilgilidir. Örneğin Avrupa’da oyuncakçılığın hayli gelişme gösterdiği 1890’ların başında Müslüman Anadolu kadını kıyafetleriyle hazırlanmış üç yüz on adet oyuncak bebek, ecnebi ülkelere gönderilmek üzere gümrüğe getirilmiştir. Oyuncakların geçişine izin verilme aşamasında yaşanan bir tereddüt, bebeklerden birinin numune olarak gönderilip on günü aşacak bir inceleme başlatılmasına, akabinde ilgili teşebbüsün reddedilmesine neden olmuştur[105]. İthal edilen ateşli silahlarla ilgili oyuncakların tehlikeli olup olmadığı, devletin hassasiyet gösterdiği konulardan bir diğeriydi. Kireçkapı Gümrüğüne gelen oyuncak sandığının içinden çıkan altı adet revolverden biri incelenmek üzere gönderilmiştir. Revolverlerin oyuncak olduğunun anlaşılmasının ardından gümrükten geçişine izin verilmiş, numune iade edilmiştir[106]. Yine Varna’dan İstanbul’a gelen Avusturya’ya ait vapurda nişan talimine mahsus olan oyuncak nevinden altı tüfeğe gümrükçe el konulmuştur. Tüfeklerin neden alıkonduğu ve akıbetinin ne olduğu bilinmese de devletin gerçeğine çok benzeyen, sakıncalı ve tehlikeli olabilecek türdeki oyuncaklara yönelik hassasiyet gösterdiği anlaşılmaktadır[107]. Aynı şekilde Orozdi Bak (Orosdi Back) firmasının İstanbul şubesi direktörlüğünün yüzde sekiz gümrük vergisi ödeyerek Avrupa’dan Beyrut gümrüğüne getirttiği oyuncak tabancaların gümrükten geçişi sorun oluşturmuştur. Çünkü bunlar basit birer tabanca olmaktan öte kâğıt kapsüller de atabilen türdendi. Dolayısıyla hem çocukları silah kullanmaya alıştırabilir hem de kapsüller ithali yasak olan tüfeklere de uyum sağlayabilir ve tehlikeye yol açabilirdi. Bu yüzden oyuncakların ve kapsüllerin geçişi Beyrut vilayet gümrüğünce uygun görülmemiştir. Ecnebi tebaanın serbest ticaret anlaşmasına aykırı olduğu gerekçesiyle verilen karara itiraz edeceğinin aşikâr olduğu öngörülmüşse de henüz bu yönde bir şikâyette bulunulmadığı bildirilmiştir. Ancak direktörlük, gümrük vergisi bile ödenmiş oyuncakların geçişine izin verilmesi yönünde bir talepte bulunmuştur[108].
Direktörlüğün arzuhali üzerine konu bir süre sonra tekrar gündeme gelmiş ve çoğunluk kararıyla çocuk oyuncağı tabancaların tehlikeli ve zararlı olmadığına, üstelik her tarafa geçişi serbestken sadece Beyrut’a girişinin engellemesinin uygun olmayacağına karar verilmiştir. Oyuncakların kapsüllerininse yasak silahlara uyumlu olduğu ama bunların zaten insanlarda bulunmadığı, sürekli teftiş edilmesi gerektiği uyarısında bulunulmuş, eskiden olduğu gibi gümrükten geçişine izin verilmesi gerektiği bildirilmiştir[109]. Çok geçmeden gerçeğine çok benzeyen oyuncak silahların ithaliyle ilgili daha açık bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre kapsül kullanılan ve aktarlarla oyuncakçılarda satılan ufak, basit, harp ve darba yaramayan tabancaların ithali eskiden beri serbesttir. Ancak uzunluğu on beş, çapı bir buçuk santimetreden az olan ve Tophane-i Âmire tarafından işaret edilen mahzurdan dolayı iki gram barut ile altı gram kurşun atmaya elverişli olmayan tabancaların ithaline izin verilecek diğerleriyse iade edilecektir[110]. İki gün kadar sonra Galata Gümrüğü’ne gelen tabancaların bu tanıma uygun şekilde namluları bulunduğu, uzaktan kullanıldığında zarar vermeyeceği ama yakın mesafeden tehlikeli olabileceği belirtilerek ithaline izin verilmeyip iade edilmesine karar verilmiştir[111]. Benzer şekilde kâğıttan imal edilmiş çocuk oyuncağı türünden kapsül fişeklerle maytapların da ithali tehlikeli görülerek engellenmeye çalışılmıştır[112]. Barut ve güherçile (potasyum nitrat) gibi patlayıcı, dolayısıyla da tehlikeli bileşikler içeren havai fişek ve maytap benzeri oyun araçları, bilhassa Trablusgarp ve Balkan Savaşları esnasında devletin gündeminde olmuş, bizzat Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın imzasıyla yasaklanmıştır[113].
Bon Marché’nin Trieste’den getirttiği sigara ağızlıkları gibi hayvan ve fesli insan resimli oyuncakların da gümrükten geçişine izin verilmeyerek iade edilmesine karar verilmiştir[114]. Bazar Allemand’ın sahibi Mösyö Paluka adına getirtilen yirmi bir adet kurşun harfli ağaç matbaa makinesi ise gerçeği gibi evrak basmaya yarayan türden bir oyuncak olmasından dolayı gümrüğe takılmıştır. Ancak Alman tebaasından olan Paluka, daha önce aynı tür makinelerin geçişine izin verildiğini belirterek bağlı bulunduğu sefareti aracılığıyla karara itiraz etmiştir[115]. Konu devletin gündemini epey meşgul etmiş, matbaa makinelerinin oyuncak nevinden gibi göründüğü ama ufak tefek şeyler basmakta kullanılabileceği, dolayısıyla böyle bir aletin yalnızca matbaacılarda bulunabileceği belirtilmiştir[116]. Sefaretin talebi ile konu bir kez daha gündeme gelmiş, nihayetinde gerçekten oyuncak nevinden bir yazı makinesi olduğu anlaşılan makinelerin Paluka’ya teslim edilmesine karar verilmiştir[117]. Devlet, kalabalık sayılabilecek grupları bir araya getirdiği ve mektep yararına kullanılacak belli bir meblağa karşılık oynandığı gerekçesiyle Kadıköy Kuşdili Çayırı’nda İngiliz gençler tarafından Cumartesi günleri tertip edilen futbol oyunu hakkında da tahkikat yürütmüştür[118]. Yine verilen bir jurnalde, Kadıköy Göksu’da bulunan çayırda kadın-erkek yüz kişinin top oynadığı, her Cumartesi aynı organizasyonun tekrarlanacağı bildirilmiştir[119]. Osmanlı Devleti, çocukların sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle yiyecek şeklindeki oyuncakları da yakın takibe almıştır. Örneğin külah veya uzunca bir beyaz parça halinde tuhafiyeci dükkânlarında kutular içinde satılan firavun yılanı veya anşante isimleriyle bilinen oyuncak nevinden şeylerin tamamı zehirli olarak tanımlanmıştır. Avrupa’dan getirtilen bu tür oyuncaklar, güvenli olmadığı için toplatılmalı, tekrar ithal edilmemelidir[120]. Yine Avrupa’dan getirilen rengârenk düdük şekerlerin satın alınmadan önce başkaları tarafından da öttürülebilmesi, ardından yenmesi nedeniyle hastalıkların yayılmasını kolaylaştıracağı, üstelik renklendirilmesinde kullanılan boyaların sağlığı tehdit edeceği gerekçeleriyle toplatılmasına ve ithalinin yasaklanmasına karar verilmiştir[121].
II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde çocukların oynadığı oyun ve oyuncaklarda bazı değişimler gözlemlenmektedir. Bu konuda Cenab Şahabeddin’in Ekim 1908’deki dikkat çekici değerlendirmesinde, bir yandan içinde bulunulan devrin gelişmişlik düzeyinin oyuncaklara yansımaları diğer yandan da çağa ait özelliklerin çocuğun tutum ve davranışlarına etkisi bir arada görülebilir. Yazara göre herkes gibi çocuklar da fikirleri, sözleri, oyunları, oyuncakları itibariyle az veya çok doğduğu ve yaşadığı asrın etkisinde kalıp devrin özelliklerini yansıtır. Bunun için çocukların söz, davranış ve oyunlarını yakından gözlemlemek yeterlidir. Çocukların etraflarında gelişen gerçek olayları küçültüp kendi hayatlarına indirgeyerek oyuna dönüştürdükleri hemen fark edilecektir. Kendi çocuklarının oyuncaklarıyla kurduğu oyun dünyasından örnekler veren yazar, oğlunun Bon Marché’den aldıkları kurşun askerleri ile Uzak Doğu’da cereyan eden Rus-Japon savaşını canlandırdığını[122], kâh Rus komutan Kuropatkin kâh Japon komutan Togo olduğunu ama hangi tarafta yer alırsa alsın hep galip geldiğini anlatır. Oğlu, bazen Waterloo darbesi almamış, mağlubiyet yaşamamış Napolyon da olurdu. Yazar, Hürriyetin İlanı’ndan (23 Temmuz 1908) sonra çocuklarının oyunlarının değiştiğini, en küçüğünün saatlerce gazeteci olup Yazıyor, yazıyor diye bağırıp dönemin gazetelerinin isimlerini sayarak odadan odaya gezdiğini belirtir. Ortancası, Yaşasın vatan. Yaşasın Millet. Yaşasın hürriyet naraları atarken, en büyüklerinin de nutuk meraklısı olduğunu, bunların her birine meşrutiyet oyunu denilebileceğini dile getirir. Yorgunluk saatlerinde kızının koltuk, kanepe, markiz (salon iskemlesi), berjer, komodin ve konsol gibi oyuncaklarıyla mini mini salonu düzenlediğini belirtir. Ayrıca kızının uzun etekli, pembe ponje fistanı, dantelli, kurdeleli, çoraplı, iskarpinli, dalgalı saçlı, hatta iç çamaşırlı, sevimli, süslü, modaya riayetkâr ve bir çocuk gibi kırk beş cm. boyunda kocaman bebeği vardır. Kendisinin gözlemine göre kızı, annesiyle yaşadıklarını bebeğine yansıtarak onunla konuşur, kavga eder, barışır, okşar, alkışlar, öper, azarlar, kovar ve tokatlar. Kızı, yatak odası veya yemek odasında bulunan mobilyaların yapım üslubu üzerine büyüklerin konuşmalarını taklit ederek benzer bir tavır sergiler. Ardından kendi çocukluğunda tramvay ve şimendiferin kıymetli ve ender oyuncaklarken artık bisiklet ve otomobilin bile sıradan birer oyuncak haline geldiğine, çocukların da anne ve babalarının anca yirmi beş-otuz yaşında tanıştığı kelimeleri dört-beş yaşlarındayken öğrendiğine dikkat çeker. Oyuncakların bilimin ilerlemesi nispetinde gelişme gösterdiğini belirten yazar, artık oyuncak şeklinde telgraf, telefon, sinematograf makineleri, yürüyen, selam veren, bonjur diyen bebeklerin var olduğunu belirtip gelecekte hakikaten konuşan bebeklerin yapılmasının imkânsız olup olmadığı sorusuyla yazısını tamamlar[123]. Benzer şekilde Güzide isimli yazar, I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında bir geminin torpillenmesinden hareketle savaş zamanının moda bir oyuncağını tasarlayıp nasıl yapılacağını kadınlara ayrıntılarıyla açıklar. Doğrudan kadınlara anlatmasının sebebi, onları oyuncakçılığa teşvik etmektir[124].
II. Meşrutiyet döneminde doğrudan çocuklara hitap eden çocuk gazete ve dergilerinin belirgin bir şekilde artış gösterdiği görülür. Dönemin en önemli dergilerinden biri olan Çocuk Duygusu, ilk sayısında ağır kitapları, felsefî ahlak makalelerini ve dayağı eleştirirken kendisini çocukların eğitimine katkı sağlayan birer oyun ve eğlence aracı olarak gördüklerini duyurur: Biz çocuklarımızı daha fennî bir sûrette terbiye etmek ve ellerine Eyüp oyuncağı yerine sevimli ve süslü resimlerle müzeyyen gazetemizi vermek istiyoruz[125]. Yine 1870’lerde Arkadaş dergisinde olduğu gibi okulların birkaç aylık tatile girdiği dönemde özel bahçe, kulüp ve fennî eğlence mahallerine sahip olmayan çocukların kaydırak, topaç, uçurtma ve birdirbir gibi havâî eğlencelerle vakitlerini boş yere harcamamaları tavsiyesiyle karşılaşılmaktadır[126]. Dergi, aynı sayısında nefes kuvvetiyle büyük kitapları devirmeyi amaçlayan güzel bir oyuncak önerisinde bulunur[127]. Ayrıca çocukların bedenen ve ruhen gelişme göstermesinde oyun ve oyuncağın önemine işaret eden özlü sözlere rastlanmaya başlar: Bahçesiz, güneşsiz, oyunsuz geçen çocuk hayatına pek acımalıdır./Oyuncaksız çocuk, tembelliğin adını öğrenmeden acısını tadar[128]. Dönemin önemli dergilerinden bir diğeri olan Çocuk Dünyası yazısız olarak resimlerle yumurtadan kuş yapımını vermiş[129], çocuk ruhuna iyi geldiğini belirterek sabun köpüğüyle saman çöpü veya huni kullanarak neler yapılabileceğini anlatmıştır[130]. Bir başka dergi Mektepli, büyük bir şişe mantarı, kibrit çöpü, ince teneke gibi malzemelerle yel değirmeninin nasıl yapılacağını resimle açıklamıştır[131]. Aynı dergi, okuyucularının vakitlerini boşa geçirmeyip el işlerini geliştirebilmelerine katkı sağlamak için ucuz malzemelerden ve kolayca yapılabilen çıkrığa benzeyen bir topaç tarifi vermiştir[132]. Talebe Defteri ise gençlerin uçağa yönelik büyük bir ilgi gösterdiğini gözlemleyerek okuyucularına dört-beş metre kadar yükselebilen, iki yüz elli ila üç yüz metre kadar uçabilen mükemmel bir oyuncak uçağın nasıl yapılacağını krokilerle anlatmıştır[133]. Derginin iki sayı sonrasında siyah kâğıt, mukavva, toplu iğne, çakı, makas gibi evlerde bulunabilecek basit malzemelerle oyuncak sinematograf yapımı şekillerle açıklanmıştır[134].
Çocuklara yönelik çıkan süreli yayınların neredeyse tamamında yer alan bilmece, bulmaca vb. soruları doğru cevaplayanlara, kura usulüyle belirlenip kademeli bir şekilde daha basite doğru indirgenmiş, çeşitli mükâfatlar vaat edilmiştir. Bunlar, dönemin çocuklarının ilgi duyduğu oyuncakların ve nesnelerin neler olduğunu öğrenmemize imkân sağlaması bakımından büyük öneme sahiptir. Ancak dergilerin bazıları kitap, altı aylık veya yıllık abonelik, kartpostal, takdir varakası, Çocuk Duygusu ve Çocuk Dünyası gibi daha az sayıdaki dergiyse ilgi çekecek düzeyde oyuncaklar vermiştir. Dolayısıyla burada incelenen tüm süreli yayınların tamamı değil doğrudan oyuncak veya oyun nesnesi vaat eden dergiler örnek seçilmiştir136. Hemen hemen aynı dönemlerde faaliyet gösteren bu dergiler, kimi zaman kız ve erkek çocuklar için farklı ödüller belirlemiştir. Hatta muhtemelen kendi dergilerinin isimlerinin yazılı olduğu oyuncaklar ve hediyeler dağıtmıştır. Tek seferde yüz elli kurşun atabilen Çocuk Duygusu mavzer tüfeği, Çocuk Duygusu otomobili, Çocuk Dünyası mitralyözü, Çocuk Dünyası salıncağı, Çocuk Dünyası dikiş makinesi bu tür oyuncaklar içerisinde en dikkat çekenleridir. Çocuk Duygusu ve Çocuk Dünyası, belli bir sayı sonrasında İstanbul dışındaki okuyucularına da hitap etmeye, onlar için ayrı oyuncaklar ve hediyeler vaat etmeye başlamıştır. Böylece dergiler, hem çocuklara eğlenceli bilgiler, hediyeler ve çeşitli oyuncaklar vermiş hem de doğru cevapları ilerleyen sayılarda yayınlayarak tirajlarını arttırmayı hedeflemiştir.
Sonuç
Eyüp’te oyuncak imalatı, 17. yüzyılın başlarına kadar geri götürülebilse de 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşmiş ülkelerin fabrikasyon oyuncakları karşısında önemini kaybetmeye başlamıştır. Ancak bir anda yok olmamış, endüstriyel oyuncak satışı yapan mağazaların yanında bir süre daha varlık göstermeye devam etmiştir. Bunun sebebiyse bir var olma mücadelesi vermeleri değildir. Avrupaî oyuncakların İstanbul’da görünmeye başladıkları ilk zamanlarda geniş ölçüde yaygınlık kazanmamış olmasıdır. Dolayısıyla Eyüp oyuncakçıları da eski sanatlarını devam ettirmekte bir sakınca görmemişlerdir. Üstelik ürettikleri oyuncaklar, yüzyılın ortalarında üst sınıf ailelerin çocukları dâhil geniş bir kitle tarafından da talep edilmiştir. Bu doğrultuda 1865 doğumlu Ahmed Rasim’in çocukluğunda oynadığı Eyüp oyuncaklarına dair verdiği liste, 1870’ler İstanbul’unda, geç sayılabilecek bir dönemde, hala Eyüp oyuncaklarının çocuklar için önemini devam ettirdiğini göstermesi bakımından dikkate değerdir. Yazar, seyyar oyuncakçının sırtındaki sepete koyduğu oyuncaklardan kaynana zırıltısı ve trampetin sesiyle mahallelerine geldiğinde, ailelerinin uyarılarına rağmen kendisi gibi diğer çocukların heyecan ve sevinçle camlardan sarktığını ve ardından hemen dışarı fırlayarak oyuncakçının etrafını sarıp öteki mahalleye gidene kadar peşinden tin tin yürüdüklerini anlatır. Ayrıca bu liste, günümüze kadar varlığını sürdüren oyuncakların o dönemdeki karşılıklarının ne olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Daha sonra Talebe Defteri adlı derginin 1913 yılında yayınladığı millî oyun ve oyuncaklarımızı sorduğu listeye bakıldığında 20. yüzyıl başlarında hâlâ Eyüp oyuncaklarıyla oynayan çocukların varlığı görülmektedir. Ancak 19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’nın oyuncakçılıkta büyük bir ivme yakalaması, toplumun da modernleşme pratiklerine yönelik ilgisindeki artışa paralel bir biçimde Eyüp oyuncaklarını gözden düşürmüştür.
Eyüp oyuncakçılarının genel olarak sanatlarında geleneği takip edip hiçbir ilerleme gösteremediklerine dair eleştirel gözlemlere de rastlamak mümkündür. Elbette bu tür yazılar, çoğu alanda gözlemlendiği üzere Avrupa merkezli bir modernleşme düşüncesinin hâkim olduğu bir dönemin genel ruhunu yansıtmaktadır. Ancak her ne olursa olsun Eyüp oyuncakçıları, değişim çağına uyum sağlayamamıştır. Eleştiriler, Avrupa oyuncakçılığının gelişme göstermesi nispetinde 1870’lerde biraz cılız ama yüzyılın sonlarına doğru artan şekilde dönemin gazete, dergi, mecmua ve hatıralarına yansımıştır. Eleştiriler, genel olarak Eyüp oyuncakçılarının ustalarının öğrettiklerine bağlı kalıp yeniliğe açık olmadıkları ve ürettikleri oyuncakların çocukların gelişimine katkı sağlamadığı yönündedir. Aynı zamanda çeşitli gazetelerde Almanya ve Fransa oyuncakçılığının yükselişini takip edip çocukların eğitimine ve ülke ekonomisine olumlu katkılarından bahsederek bir anlamda Osmanlı’da da benzer bir gelişmenin gerçekleşmesi için tavsiyelerde bulunmuşlardır. Eyüp oyuncakçılığının eleştirisi ürettikleri oyuncakları da kapsamına almıştır.
Artık 20. yüzyıla girerken seçme şansı verildiğinde çocukların Eyüp oyuncağı yerine Bon Marché’de satılan albenisi yüksek oyuncakları tercih edeceklerine ilişkin yazılar görmek mümkündü. Alafranga oyuncakların önerilmesinin bir diğer yönü, çocukların eğitimine katkı sağladıklarının düşünülmesiydi. Eğitim anlayışındaki gelişmelerin de etkisiyle artık oyun ve oyuncaklar, çocuklar için yaradılışlarının bir gereği şeklinde değerlendirilmiş, temel bir ihtiyaç olarak görülmüştür. Avrupa menşeli endüstriyel oyuncaklar, bir yandan oyuncak mağazalarıyla diğer yandan dönemin modern gelişmelerini benimseyen Osmanlı aydınlarının süreli yayınlardaki ayrıntılı tanıtım yazıları vasıtasıyla ailelere ve çocuklarına ulaşmaktaydı. Fransızca almanaktan, dönemin hatıralarından, gazete yazılarından ve arşiv belgelerinden görüldüğü üzere Bon Marché ve Bazar Allemand, Avrupa menşeli oyuncak satan mağazalar arasında en meşhur örnekler olarak öne çıkmaktadır. Bu dönemde çocuklarına çeşitli alafranga oyuncaklar alan ailelerden örneklere rastlanmaktadır. Genel anlamda Osmanlı Devleti’nin alafranga oyuncaklara yönelik ilgisi ise güvenlik, sağlık ve toplumsal hassasiyetler ekseninde denetleyici ve sorunlarla karşılaşılması halinde yasaklayıcı bir yaklaşımla şekillenmiştir.
19. yüzyılın ortalarından itibaren eğitime verilen önem nispetinde artış gösteren gazete, dergi ve mecmualar da yayınladıkları bilmece, bulmaca, soru, oyun ve oyuncak yapım önerileri vb. etkinliklerin yanı sıra mükâfat olarak vaat ettikleri hediyeler, bilhassa ilgi çekici oyuncaklarla çocukların eğlence araçlarından biri haline gelmiştir. Bu süreli yayınlar, çocukların oynadığı oyuncaklardaki değişimin izlenebilmesine imkân sağlaması açısından son derece önemlidir. Özellikle çocukların yaşadıkları çağın sosyal, kültürel ve siyasi gelişmelerinden etkilendikleri, bunları oyunlarında ve oyuncaklarında simgeleştirdiği şeklindeki örnekler dikkat çekicidir. Örneğin erkek çocuklar, Uzak Doğu’daki Rus-Japon savaşını, Napoleon Bonaparte’ın galibiyetlerini canlandırır, basındaki niceliksel artışın yaşandığı II. Meşrutiyet yıllarında gazeteci olur, oyunlarında vatan, millet ve hürriyet kavramlarını kullanırdı. Kız çocuklarsa büyüklük olarak gerçeğine yakın oyuncak bebeklerini dönemin kıyafet modasına uygun şekilde giydirirdi. Bebeklerle ve diğer oyuncaklarla oynarken annelerinin davranışlarını ve konuşmalarını taklit ederdi. Son olarak benzer bir sürecin İstanbul dışında da yaşanıp yaşanmadığı sorusuyla yapılacak yeni çalışmalar, oyuncağın dönüşüm serüveninin imparatorluk genelinde anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Bu noktada toplumun üst sınıfında yer alan ailelerin çeşitli temaslar ve ilişkiler neticesinde kendi çocukları için alafranga oyuncaklar getirtmesi/getirmesi ve Çocuk Duygusu, Çocuk Dünyası gibi dergilerin sorduğu soru-bilmece-bulmaca türünden sorularla çeşitli oyuncaklar ve hediyeler vaat ederek zamanla İstanbul dışındaki okuyucularına da hitap etmeye başlamasının söz konusu sürece katkıda bulunduğu söylenebilir.