ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Ferhat Koca

Gazi Üniversitesi, Çorum İlâhiyat Fakültesi

Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Hilâfet Tartışmaları, Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu, Kânûni Esâsî

Osmanlılar döneminde, bazı müellifler, devlet kurumlarının hızlı, verimli ve adaletli bir şekilde çalıştırılabilmesi konusundaki görüşlerini, “nasîhâtnâme” veya “siyâsetnâme” türündeki eserlerinde dile getirdikleri gibi, özellikle bürokrasi tecrübesine sahip bazı devlet adamları da nizâm-ı devletin ıslahı konusunda çeşitli lâyiha ve arızalar kaleme almış[1]; hatta bizzat yöneticiler de devlet kurumlarının İşleyişiyle ilgili birtakım şikayetlerin giderilebilmesi için zaman zaman eyaletlere çeşitli adâletnâmeler göndermişlerdir[2]. Ancak bütün bunlar, özellikle devletin alt birimlerinin işleyişine yönelik bazı önerilerden ibarettir. Bizzat padişah/halîfelerin yetkileriyle ilgili tartışmalar ise, özellikle 1839 Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu’nun ilanı ile başlamış ve bu durum 1876 Kânûni Esâsî’sinde açık bir şekilde kendisini göstermiştir.

Osmanlı sultanlarının, dolayısıyla da halîfelerin yetkilerinin daraltılmasıyla ilgili bu süreç, Osmanlı saltanat ve hilâfetinin ilga edilerek, yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tamamlanmıştır.

1876’dan 1924’e kadar yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde, Osmanlı hi-lâfetiyle ilgili Türkçe, Arapça ve çeşitli Batı dillerinde pek çok makale ve kitap yazılmıştır[3]. Uluslararası makale bibliyografyaları, kitap ve kütüphane ka-talogları taranarak bu eserlerin tespit edilmesi ve bir "Osmanlı Hilâfeti Bibliyografyası”nın meydana getirilmesi, Osmanlı tarihi ve kurumları yanında, başta fıkıh ve kelam olmak üzere, bazı temel İslam bilimleri açısından da önemli bir hizmet olacaktır. Biz burada, böyle bir bibliyografya çalışmasına mütevazı bir katkıda bulunmak için, Osmanlıların özellikle son elli yılında, hilâfet merkezli olarak kaleme alınan, ancak içerisinde meşrutiyet, Kanûn-i Esâsı ve meşveret gibi konulara da yer veren Osmanlıca/Türkçe kitapları tespit ederek, onlar hakkında tanıtıcı kısa bazı bilgiler vermek istiyoruz. Ancak, tekrar belirtelim ki, elinizdeki bu makale, konuyla ilgili yapılmış çalışmaların son ve mütekâmil bir listesini değil, yalnızca ulaşabildiğimiz kitaplardan meydana gelen bir listeyi içermektedir[4].

Öte yandan, hilâfetle ilgili bu sınırlı sayıdaki eserler okunduğu zaman bile, İslâm dini ile özdeş hâle getirilmeye çalışılan “hilâfet" veya "hilâfet-i İslâmiyye” adlı yönetim biçiminin, sadece üzerine “din şalı" örtülmüş bir saltanat ve mutlakıyet rejiminden ibaret olduğu ve İslâm dininin yüzyıllar boyu nasıl bir iktidar aracı olarak kullanıldığı (istismar edildiği) açık bir şekilde anlaşılacaktır.

1. Esad Efendi, Hükûmet-i Meşrûta, İstanbul 1293, Mihran Matbaası.

Mekteb-i İdâdî-i Şâhâne Kitâbet muallimlerinden ve Ticâret-i Bahriyye Meclisi zabıt kâtibi olan Esad Efendi’nin[5] Hükûmet-i Meşrûta adlı risalesi, Osmanlı siyasal ideolojisinde soyut ve mutlak hükümdar tipi yerine; somut ve tabanı halk olan bir kurum fikrini, yani meclisi önermesi itibariyle, Osmanlılar döneminde yazılmış ilk Anayasa Hukuku çalışmalarından biri olarak de-ğerlendirilebilir[6].

Soru ve cevap şeklinde yazılan risalede, “Hükûmet-i meşrûta ile hükûmet-i mutlaka beyninde ne fark vardır? Ve hangisi hayırlıdır?” sorusuna şöyle cevap verilmiştir:

“Hükûmet-i mutlakanın muâmelât-ı umûmiyesi kanunla mukayyed değildir. Meselâ, bir hükümdâr ne kadar fatîn ve mülk ve teb’asına ne kadar hayırhah olsa yine mesâlih-i umûmiyenin kâffesini bizzat tesviye edemez. Birtakım memurlar istihdâmına mecbur olur. Memurların harekât-ı umumiyesi ise bir nizâm tahtında olmayıp her biri alelıtlak keyfince hareket eder. O halde, yalnız hükümdârın ehliyet ve hüsnü niyeti idareyi temin edemez. Bu cihetle idarede intizâm hâsıl olamaz. Bilfarz olsa bile, o hükümdârın bekâsıyla kâim ve sonradan zâil olur. Hükümet-i meşrûta ise böyle olmayıp memûrînin kâffesi muayyen olan kanun dairesinde hareket ederler. O halde, idarenin intizâmı şahıs ile tebeddül etmez. Demek oluyor ki, hükümet-i meşrûta gerek devletin terakkî-i şükûh ve şevketi ve gerek milletin husûl-i feyz ve saadeti için elbette hükümet-i mutlakadan a’lâ ve hayırlıdır. Çünki memur bir kanun-ı mes’uliyetie mukayyet olmayıp da ef’âlinde keyfine tâbi olur ise ve her ne zaman bir fenalık etse bir tarafa intisâb sayesinde cezadan kurtulursa, bu cür’eti şâirlerine dahi sirâyet eder. Böyle adamların idaresinde bulunan memlekederde emniyet olamaz. Emniyet olmayan memlekette saadet umulmaz.”[7]

“Bizim hükümetimiz nasıl hükümettir?” sorusuna ise şöyle cevap verilir:

“Bizim hükümetimiz esasen şeriatla mukayyed olduğundan hükümet-i İslâmiyye’dir. Binaenaleyh hükümet-i meşrûtadır. Lâkin, bir vakitden beri ahkâm-ı şer’iyyeye lâyıkıyla riâyet olunmadığından hükümet-i mutlaka yolunu tutuluştur. Bizde esasen pâdişâhların vezâifi bile şeriatla mahdutdur. Yani, kavâid-i şer’iyyedendir ki, pâdişâhın tasarrufat-ı umûmiyyede ef’al ve harekâtı menfaat-i âmmeyi istilzâm ile mukayyeddir. Mesela, bir adam mûcib-i diyet olur sûretde birini katletse maktulün veresesi olmasa hakk-ı velâyet pâdişâhındır. Lâkin, pâdişâh bu maktulün diyetini kâtile bağışlayamaz. Yani kâtili diyetden affedemez. Zira, o diyet beytülmâle aitdir. Pâdişâh onu affeder ise beytülmâle zarar tereddüb eder. Pâdişâhın tasarrufat-ı umumiyyesi ise menfaatle mukayyed olduğundan affeder ise bu şartın hilâfına hareket elmiş olur."[8]

2. Ahmed Midhat, Üss-i İnkılâb,

c. I, İstanbul 1294, Takvîmhâne-i Âmire, 440 s.

c. II, İstanbul 1295, Takvim-i Vekâyi' Matbaası, 419 s.

1844-1912 yılları arasında yaşamış olan Osmanlıların üretken yazarlarından, gazeteci, romancı ve nâşir Ahmed Midhat Efendi’nin Sultan Abdulaziz devrinin bir nevi siyasi tenkidi sayılabilecek Ûss-i İnkılâb adlı kitabı, doğrudan hilâfetle olmamakla beraber, özellikle Kânûn-i Esâsî çerçevesinde yapılan tartışmaları ayrıntısıyla vermesi sebebiyle, Osmanlı padişah/halifelerinin yetkileri konusunda bazı düşünceleri içermektedir.

Eserin birinci cildinde, Devlet-i Aliyye târihine dâhilen bir nazar (s. 8) ve Avrupa'nın Osmanlıya mukâbelesi (s. 38) adında iki mukaddime yer alır ve Kırım Muharebesinden cülûs-i hümâyûna kadar geçen dönem on iki fıkra altında incelemr (s. 64). Ayrıca, bu cildin sonunda Birinci Kısma Mahsûs Olan Eczâ-yı Mütimme-i Müzîle (s. 277) adıyla bir ek bulunmaktadır.

Eserin ikinci cildinde ise, cülûs-i hümâyundan itibaren bir sene içerisinde meydana gelen olaylar anlatılmaktadır. Bu cildin kapağında yer alan şu ifadeler, o günkü yazarların padişah/halîfeler hakkında ne tür takdim ve tezkiye ifadeleri kullanmak zorunda olduklarını göstermesi bakımından ilgi çekicidir:

“Hürriyyet şiâr ebü’l-ahrâr fârûk-ı iktidar zıllullah fi’l-ard şevketlü kudretlü azametlü metbû-ı meşrû ve mukaddesimiz ‘Sultân Gâzî Abdülhamîd Hân-ı Sânî’ Efendimiz Hazretlerinin teb’a-i sâdıka-i Osmâniyyeleri haklarındaki zılliyyet-i semâviyye-i adâletperverî ve hürriyet gösterilerinin zâhirde tecessüm ve teşekkül eylediği kânûn-i hürriyeti meşhûn ve adâleti mazmun hümâyunlarını bu millet-i nccîbe-i Osmâniyyeye mahz bir yâdigâr ve lutf-ı ebedî-i şehriyârîleri olmak üzere, mücerred kendülüklerinden olarak ne sûretle ihsân buyurmuş oldukları ve binâenalâ zâlik ve tabîaten bir hükümdâr-ı âlem-i mutâ’ olduktan mâadâ, kânûnen ve siyâseten dahî şu mutâiyyet-i şer’iyye ve tabîiyelerini ile’l-ebed ne sûretle tahkim ve te’yîd buyurmuş bulundukları menâkıb-ı çelilesi bu cild-i âcizi tezyin iyleyen en mühim münderecâtdandır. Hemân Cenabı Allah ol pâdişâhı hikmet-i iktinâh-ı adâlet ve hürriyet-i umûmiyye ile berâber ebed müddet buyurarak sâye-i merhamet ve şefkat-i şehriyârlarında cümlemizi müstazal ve mesûd ve bahtiyâr eylesün.”[9]

Ahmed Midhat Efendi’nin bu eserinin özellikle ikinci cildinin 156-417. sayfaları tamamıyla Kânûn-i Esâsî’yle ilgili tartışmalara ayrılmıştır. Bu sayfalarda bulunan Kânûn-i Esâsi ve hatt-ı hümâyun-ı Abdülhamid (s. 156), İstanbul’da Kânûn-i Esâsi mebâhisi (s. 177), Kânûn-i Esâsî’nin ilânı ile teferruât-ı sâiresi (s. 203), Kânûn-i Esâsi hilâfkîrâmndan bazılarının nefyine dâir ilân (s. 291), Kânûn-i Esâsi hakkında bazı evrâk (s. 313) konularında saltanat ve hilâfetle ilgili zengin tartışmalar yer almaktadır.

Ahmed Midhat Efendi’nin bu konudaki görüşlerini yansıtması bakımından şu sözleri dikkate değer niteliktedir:

“Bir Kânûn-i Esâsî’nin hukûk-ı hazret-i pâdişâhîyi tahdîd ideceği kazıyyesine gelince; müdakkikîn-i erbâb-ı siyâset buna âdetâ istiğrâb iderler. ‘Hukûk-ı pâdişâhî’ lafzıyla ta’bîr olunan hukuk eğer devlet ve millet içün muzır şeyler ise onları makâm-ı celîl-i pâdişâhîde bulunan zât-ı şerifin kendisi dahî kabul itmemek tabiîdir. Zira, zât-ı hümâyunlarının şa’şaa-i şevketi devlet ve milletinin mes’ûdiyet ve terakkisi ile derece-i kemâle vâsıl olacağı derkâr olub bunlar içün muzır olan cebr u istibdâdkârâne ise kendi mühr-i münîr-i şevketini sehâb-ı tedenni ve teahhur ile setr ider ve maâzallahu Teâlâ ol sûret-i cebbârânenin devâmıyla bütün bütün münhasif eylemek dahî pek müsteb’ad değildir. Hukûk-i hazret-i pâdişâhî devlet ve millet içün nâfi’ iseler, çünki Kânûn-i Esâsî’den maksad-ı aslî def-i mazarrat ve celb-i menâfi’ olacağı cihetle, hukûk-ı mezkûrenin kâffesi Kânûn-i Esâsî’ye dere olundukdan sonra, hukûk-ı pâdişâhı tahdid idilmiş olmaz, te’yîd ve te’mîn idilmiş olur.”[10]

3. Muhiddin Efendi, Arîza, 27 Cemaziyelâhir 1314/4 Aralık 1896.

Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye Vekili Şeyh Ali-zâde Hoca Muhiddin Efendi’nin 27 Cemaziyelâhir 1314 (4 Aralık 1896) tarihinde yazdığı bu arıza, II. Abdülhamid’e sunulmak üzere hazırlanmıştır[11].

Osmanlı hilâfetini, meşrûtiyet ve Kânûn-ı Esâsı’yi savunan, istibdada ve Osmanlılarda yaşanan çeşitli İdarî, İlmî ve siyasî haksızlıklara karşı çıkan bu arîza, muhtemelen Genç Osmanlılar tarafından başarılıp çeşitli yerlerde dağıtılmıştır. Eser, devlet aygıtının verimli işlemesi ve mevcut bozuklukların giderilmesi için nelerin yapılması gerektiğine dair bir lâyihadır.

4. Nazif Surûrî, Hilâfet-i Muazzama-i İslâmiyye, Kostantıniyye 1315, Mâlûmât Gazeteleri ve Tâhir Bey Matbaası, 23 s.

Âmidi-i Dîvân-ı Hümâyûn Hulefasından Nazîf Surûrî’nin Hilâfet-i Muaz-zama-i İslâmiyye adlı eserinin girişinde şöyle denilmektedir:

“Emîru’l-mü’minîn ve halîfe-i Resûl-i Emîn Efendimiz Hazretlerine âmme-i ehl-i tevhîd ve îmânın inkıyâd ve mutâvaada memûr ve mükellef oldukları vâreste-i îzah ve beyândır.

Bu farîza-i celîlenin dînî ve dünyevî ve maddî ve manevî fezâil-i çelilesi ve hudânkerde aks-i hâl ve harekedn mazarrât-ı azîme ve ukûbât-ı elîmesi hakkında fem-i mübârek-i Hazreti Peygamber’den şerefsünûh ve sudûr buyrulmuş ve sıhâh-ı sitte-i mu’teberede ruvât-ı sâdıka-i kirânun künye ve esâmi-i muhteremeleriyle muharrer ve menkûş bulunmuş olan ba’z-ı ehâdîs-i şerîfe- nin bu mecelle-i mücmeleye kayd ve sebtine ibtidar kılındı. Ehâdîs-i şerîfe-i mezkûrenin zîrlerinde muharrer meal-i münîfleri efâhım-i ulemây-ı İslâmiyye’den merhûm Abdülvehhâb Efendi tarafından tahrîr kılınmış ve âcizleri canibinden dahî nef’an li’l-İslâm tab’ ve neşrine ihtimam olunmuştur. Fermân-ı celîl-i İlâhî ve emr-i şerîf-i risâletpenâhî ile hârisü' l-kıbleteyn ve Hâdimü’l-Harenıeyni’ş-Şerîfeyn Şevketlü Pâdişâhımız Halîfe-i Resûl-i Emîn Efendimiz Hazretlerine cümlemiz canibinden arzı makrón olan sadâkat ve mutâ- vaatın umûm ve husûs mülâhazasıyla âlem-i İslâmiyet’e bahş ideceği fevâid-i cezîle-i âliyye gayr-i kâbil-i vasf ve ta’dâd olmasına binâen, can ve gönülden salavât-ı seniyye-i Hazreti Seyyidi’s-sekaleyni tekrar ve da’avât-ı hayriyye-i Cenâb-ı Emîri’l-mû’minîni tilâvet ve tezkâr eylerim.”[12]

Eserde hilâfet, halîfe, sultan ve sultana itaat gibi konularla ilgili toplam 22 hadîsin metni, “Hadîs-i Şerîf-i Nebevi” başlığı altında verilmiş, daha sonra "Meal-i Münîfî" başlığı alımda ise bu hadislerin Türkçe tercümeleri yapılmıştır. Hadislerin râvîleri ve senet zincirleri verilmediği gibi, kaynakları da belirtilmemiştir.

Eserin sonuç (hâtime) kısmında ise şöyle denilmektedir:

“İmdi âyâtulllahdan ve ehâdîs-i Resûlillah'dan anlaşıldığı üzere emîrü’l- mü’minîn ve halîfe-i Resûl-i Emîn Efendimiz Hazretlerine mutavaat dünyada ve âhiretde mûcib-i necât ve saâdetdir.

İmâmü’l-müslimîn, Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn, hârisü emânâti seyyidi’l-kevneyn ve hâfızu bünyânı dîn-i mübîn Şevketlü Pâdişâhımız Gâzi-i âlî Büyük Abdülhamîd Hân-ı Sânî Efendimiz Hazretleri min kıbeli’r-Rahmân hâiz-i hilye-i muallâ-yı hilâfet buyrulduktan cihetle kâffe-i ehli tevhîd ve îmânın eb-i müşfık-i mededresî ve veliyyü’l-emr-i mukaddesidir.

Cümlesi bir ana ve babadan doğmuş öz karındaş gibi olan bütün müslümanlar zât-ı âli-i cenâb-ı hilâfetpenâhîlerinin yed-i hümâyunlarına vedîa-i İlâhîdir. Cem’iyyet-i celîle-i İslâmiyye’nin izdiyâd-ı kuvvet ve mikneti ancak anın zîru cenâh-ı şevket ve adaletinde bâ-kemâl-i sıdk ve mutavaat bulunmakla hâsıldır. Peygamber i zîşânımızın emr-i ceiîlî veçhile zât-ı mübârek-i pâdişâhîlerine hemîşe-i arz u ta’zîm ve mutavaatla nâil-i niam-i dû cihân olmağa İhtimâm akdes vezâif-i İslâm’dır. Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Habib-i Ekrem’i hürmetine seyyie-i adem-i mutavaatla hudûd-ı cenı’iyyet-i İslâmiyye’den mehcûriyyet beliyyesine dûçâr olmakdan cümlemizi masûn ve mahfûz ve kalblerimizi envâr-ı mütemeyyine-i tav’ ve rızâ ile dâima münevver ve mahfûz buyursun.”[13]

5. Muhammed Ubeydullah, Lâyiha: Meşrûtiyet, İdare Yâhûd Parlamento Usûlü, Meclis-i Mebûsân, Kânûn-ı Esâsı, 20 Rebîülâhir 1316-26 Ağustos 1314.

Dönemin muhafazakar ilim adamlarından Muhammed Ubeydullah Efendi’nin 1898’de padişaha sunduğu 18 sayfalık bu Lâyiha’da[14], mekteplerde yetişen öğrencilerin hiçbir geçim yoluna başvurmayarak devlet hâzinesine yük oldukları ve içlerinde devlet görevi edinemeyen bazılarının ise yabancı ülkelere kaçarak, yaptıkları neşriyatla fesada yol açtıkları, usûl-i meşrûtiyet ve Meclis-i Mebûsân gibi yaygaralara giriştikleri anlatılmaktadır. Şeriat, akıl ve tecrübenin önemli olduğunu savunan Muhammed Ubeydullah, bu lâyihada parlamento usulünün şer’e, akla ve tecrübeye uygun olmadığını çeşitli örneklerle anlatmaya çalışmaktadır. Meclis-i Mebûsân’ın açılması halinde, saltanatın İslamlıktan çıkacağını, Jön Türkler ve Avrupalıların isteklerinin de bu olduğunu, bunun ise Osmanlı devletinin sonu olacağını ileri süren Muhammed Ubeydullah, Meclis-i Mebûsân’ın kurulması halinde, çeşitli milletlere mensup kişilerin buna katılacağını ve toplum arasındaki derece farkının kaybolacağını, hatta sırf İslamlardan kurulu bir Meclis-i Mebûsân kurulsa bile, yine de parlamento usulünün geçerli olmayacağını ve ekseriyetle alınan kararlardan fayda çıkmayacağını ileri sürmektedir.

6. Ulûm-i Zâhire ve Bâtınada Yed-i Tûlâ Sahibi Bir Zat, İmâmet ve Hilâfet Risalesi, Kahire 1316, Osmanlı Îttihad ve Terakki Cem’iyeti Matbaası, s. 49.

Eserin dış kapağında, onun 1316 yılında Kahire’de, Osmanlı İttihad ve Terakki Cem’iyeti Matbaası’nda basıldığı yazılıyorsa da iç kapakta Mısır’da Kânûn-ı Esâsı Matbaası’nda 1315 yılında basıldığı belirtilmektedir. Yine eserin kapağında, onun Ulûm-i Zâhire ve Bâtınada Yed-i Tûlâ Sahibi Bir Zat tarafından Risâle-i Hilâfet ve Imâmet ve Rehber-i Necât-ı Ümmet ismi altında, Kânûn-ı Esasi gazetesinde yayımlandıktan sonra risale şeklinde neşredildiği söylenmektedir.

Eserin mukaddimesinde, İslâm tarihinin ilk dönemlerinde hükûmet-i İslâmiyyenin adâlet ve meşverete dayalı uygulamaları sebebiyle, “hükûmet-i fâzıla ve mahkeme-i âdile” unvanını aldığı belirtilerek, daha sonra bu ilkelerden vazgeçildiği anlatılmakta ve şöyle denilmektedir:

“Fakad hayfâ ki sonradan zuhûr iden mülûk-i mütegallibe bunı sû-i isti’mâl itdiler. Huzûzât-ı nefsâlarına mağlûb olub ibrâz-ı saltanat ve icrâ-yı sefâhet dâiyesine düşdiler. Şerîatımızla kâbil-i tevfîk olmayan bu ağrâz-ı hödpesendânelerini icrâya vesile içün de erbâb-ı rezâlet ve denâeti i’lâya ve ashâb-ı hamiyyet ve diyâneti dahî imhâya başladılar. Nihâyet gıbda-bahş-ı cihân olan o hükûmet-i mukaddesemiz, o usûl-i meşrûamız bi’l-külliyye esâsından çıkdı. Adetâ bir hükûmet-i vahşiyye hâline girdi. O millet-i necîbemiz bir vâdi-i cehâletde kalub hilâfet ve imâmeti mülûk-i zalemeye mahsûs bir idâre-i keyfiyyeden ve ülü’l-emre itâati de mülûk-i mezkûreye ‘ale’l-umyâ inkıyâddan ibâret zan itdiler. Bu cihetle mâlen ve bedenen taht-ı esârete ahnub her dürlü ni’metden ve âsâr-ı medeniyyetden mahrûm kaldılar.”[15]

Eser mukaddimeyle (s. 2-5) birlikte, iki babdan meydana gelmektedir. Birinci babda imâmetin tanımı (s. 6), nasb-ı imâmın vücûbı (s. 7), şurût-ı imâmet (s. 11); ikinci babda ise ülü’l-emre itâat (s. 24) ve usûl-i meşveret (s. 32) konuları işlenmektedir. Risâlede uzunca bir hâtime kısmı (s. 35-46) ve mütâlaa-i mahsûsa (s. 46-48) adlı bir açıklama yer almaktadır.

Eserin hâtime kısmında okuyucuya şöyle seslenilmektedir:

“Ey ehl-i İslâm! İşte kütüb-i diniyyemizin en muteberlerinden bi’l-iktibâs imâmet ve hilâfet ve ülü’l-emre itâat ve usûl-i meşveretin ne dimek oldığını bu risâlede size beyân itdim. Binâenaleyh aklınızı başınıza alınız! İttihâd ve ittifak idiniz! Eimme-i din tarafından beyân olman şurût-ı imâmeti câmi’ bir zat arayınız! Eğer bulabilirseniz anı halîfe nasb idiniz. Ve eğer bulamaz iseniz Hazret-i Ömer’in yapdığı gibi ‘şûrâ-yı millet’ yani ‘cumhûriyyet’ teşkil eyleyiniz.”[16]

Risâlenin mütâlaa-i mahsûsa kısmının başında ise şöyle denilmektedir:

“İki cihanda selâmet ve saâdet kavâidîn temhîd ve beyân iden dîn-i mü- bîn-i İslâm’ın teşkil itdiği hükümet hadd-i zâtında şûrâ usûl-i müstahsenesine müstenid bir nev’-i cumhûriyyet diniek oldığına şüphe yok ise de vâ-esefâ ki birtakım mülûk-i mütegallibe ve cebâbire o usûl-i müstahsene-i dîniyyeyi kendi istibdâdlarına kurbân idivirmişler ve birtakım ikbâl-perest ulemâyı âlet ittihâz iderek ezhân-ı umûmiyye-i İslâmiyyeden külliyyen silmeğe muvaffak olmuşlardır. Hatta cumhûriyyet ve bizim şûrâ dimek istediğimiz meşrûtıyyet kelimeleri elsine-i İslâm’da âdetâ birtakım elfâz-ı efrenciye makâmında telakki idilmekde bulunmuşdur.”[17]

7. Tezkire-i Ulemâ: Ulemâ-yı Arab’ın Hilâfet Hakkında Şer-i Mübîn ve Ahbâr-ı Sahîhadan İktibasları ve Dâmâd Mahmûd Paşadan Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânî’ye Mektub, Mısır 1316, Matbaa-i Osmâniye, 15 s.

Bu risâle iki müstakil bölümden meydana gelmektedir. Birincisini Ulemâ-yı Arab’ın Hilâfet Hakkında Şer-i Mübîn ve Ahbâr-ı Sahîhadan İktibasları (s. 3-9), İkincisini ise Dâmâd Mahmûd Paşadan Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânîye Mektub (s. 10-15) konusu teşkil etmektedir.

Risâlede, onun müellif veya tertip edeni hakkında herhangi bir açıklama yer almamaktadır.

Eserin birinci kısmında, İslâm toplumlarındaki şahıs merkezli ve onları övmeye dayalı tarih anlayışı eleştirilerek, hilâfet konusuyla ilgili Hâricilerin, Şiîlerin, Mutezile ve Ehl-i sünnetin görüşleri özetlenmiştir. Burada Ehl-i sünnete isnat edilen görüş şu şekilde dile getirilmektedir:

“Ehl-i sünnet ve cemâat ise, halîfenin mutlaka kabîle-i necîbe-i Kureyş’den âdil, ahkâm-ı şer’e vâkıf, Kur’ân’dan ve sünnet-i Muhammediyyeden istinbât-ı evâmire kâdir, fünûn-ı siyâsete muttali’, harbe mukaddim, şedâide mukâvim, hudûd-ı şerîati hâini bir insan olmasına ve maazâlik bu şeraitin kâffesini zâtında cem’ iden halîfenin hilâfetinin sıhhat ve meşrûiyetini ehl-i hal ve akdin yani evliyâ-yı umûr-ı cumhûruı tensîb-i âlâsına havale eylemişlerdir.

Umûr-ı müslimîni rü’yete memur olan bir halîfede bu şartlardan velev biri mevcûd olmadığı halde mütegallibdir. Elbette ana itâat câiz değildir.”[18]

Risalenin ikinci kısmında ise Dâmâd Mahmûd Paşadan Sultan Abdülhamid Hân-ı Saniye Mektub adıyla bir mektup bulunmaktadır. 27 Ağustos 1900 tarihinde yazılan ve başından sonuna kadar II. Abdülhamid’in tenkit edildiği mektuba, Dâmâd Mahmud Paşa şöyle başlar:

“Zât-ı âlî makâm-ı şâhâneleri bir hilâfetin umûm-ı ehl-i İslâm’a meşmûli i’tikâdındadırlar. Halbuki her fırka-i müslimenin başka başka i’tikadları olduğı melfûf ‘Tezkire-i ulemâ’ mealinden anlaşılacağı gibi bir sultân-ı câirin, bir melik-i zâlimin hilâfetinin ‘ınde’ş-şer’ sahih olamayacağı müteaddid ehâdîs-i nebevi delâletiyle ve akvâl-i ulemâ ile sâbitdir.

Zât-ı hümâyunları doğrı söyleyen ve dalkavukluk itmeyen ehl-i İslâm’ı habs ve nefy-i katl ve mallarını müsâdere ve hâne ve hânümânlarını târümâr ildikleri ve ahâlîye tahammüllerinin fevkinde silgiler tarh iderek diğer tarafdan isrâf-ı beyti’l-mâlin son derecesine vardıkları, donanmayı mahv, hürriyet-i ahâlîyi selb, yalanlar îcâd, müslimine hamr ikrâm, muhadderât-ı İslâmiyyeyi bilâ-setîre kabûl ildikleri ve daha buna mümâsil birçok zulüm ve isâet ve isyânı irtikâb buyurdukları meydanda duruyor.”[19]

8. Hoca Şâkir Efendi, Ulemâ-yı İslâm -enârallâhu berâhînehûm- Taraflarından Virilen Fetâvâ-yı Şerife (nşr. Doktor Abdullah Cevdet), Mısır 1325, Matbaatü İctihâd, II. Baskı, 22 s.

Hilâfet ve halîfenin tasarruflarına dair toplam 16 fetvanın bulunduğu bu risâlenin başında. Dr. Abdullah Cevdet’in “Müslümanlara” başlığı ile yazdığı bir mukaddimesi yer almaktadır.

Fetvaların soru ve cevap kısımları klasik fetva formunda olup, cevaptan sonra, verilen cevabın gerekçesi Türkçe olarak anlatılmakta ve söz konusu cevaba kaynaklık eden bazı ayet ve hadisler ile fıkıh kitaplarından deliller getirilmektedir. Eserdeki fetvaların genel karakteri ise, halîfe ve hilâfetin yetkilerinin daraltılması ve hatta görevini yerine getirmeyen ya da getiremeyen halîfenin görevden azledilmesi doğrultusundaki yönlendirici niteliğidir.

Risâlenin kapağında “Tenbih” başlığı alımda şu uyarı yer almaktadır:

“Bu fetâvâ-yı şerife bir çok ahkâm-ı nusûs-ı Kur’âniyye’yi muhtevidir. Binâenaleyh evrâk-ı muzırra dimek ve yahud bilâd-ı İslâmiyyeye dühûlüne mâni’ olmak hiçbir müslim içün câiz olmaz.”

Bu uyarıdan, söz konusu risalenin o gün için zararlı bir yayın kabul edildiği ve ülkeye sokulmasının yasaklandığı anlaşılmaktadır.

Eserin girişinde Dr. Abdullah Cevdet, “Müslümanlara” başlığı altında şunları söylemektedir:

“Bu fetvalar, vaktiyle, İstanbul’da fahru’l-ulemâ-yı dîn Hoca Şâkir Efendi merhum tarafından, îkâz-ı müslimîn maksadıyla cem’ ve tertîb ve o zaman Avrupa’da bulunan matbaamızda tab’ olunmuşdı. Zâten nıa’dûd olan nüsah-ı mevcûdesi az bir zamanda tükenmiş oldığından, ey müslümanlar, sizler içün tekrar tab’ ve neşr idiyoruz. Sizler ki yüzbinlerce ma’sûm ‘ibâdullahın ve ezcümle kavmimizin hâdimi olmak haysiyeti ile seyyidi olan Midhat Paşa'nın kanına giren Sultan Abdülhamid-i Sânîye emîrü’l-mü’minîn nazarıyla bakmakdasınız. Sizler ki “Lâ tâate li’l-mahlûkı fî ma’sıyeti’l-hâlikı” yani “Hakdan nükül iden kimseye itaat olunmaz” hükm-i bülendini anlamıyorsunuz; anlamak ve muktezâsını icrâ itmek isteyeni iyotsunuz. Sizler ki Yezdan’ın, vicdanın, Kur’ân’ın emr ildiği bir vazifeyi ifâya teşebbüs idecek kadar olsun cesâret-i rûh göstermiyorsunuz. Sizler ki bu acîbe-i hilkati bir sülüs asırlık bir müddet esnâsında vatanı yıkmaya, mülk-i İslâm’ı yıkmaya, ırzımızı, haysiyetimizi, vicdanımızı, irfanımızı yıkmaya terk itdiniz. İyi biliniz ki sizler, ey mü’minim diye fahr iden benim miskin, benim gibi miskin, âtıl kardaşlarım, sizler, adi ve dâde değil, zulm ve istibdâde iman idiyorsunuz ve bir îınân- ı hayvânî ile îmân idiyorsunuz. Bu fetâvâ-yı şerîfeyi okuyunuz, anlayınız, ki emîrü’l-mü’minîn dediğiniz bu cebbâr-ı anîd, nazar-ı şerîatde lâ-yuad defa idâma mahkûm olmuşdur. Bu halde onı yaşamaya, tahrîb-i hukûk-ı ibâda devam itmeye bırakan mü’minler neye imân idiyorlar?

İmân-ı sahih erbâbının ne dürlü amelde bulunmaları lâzım gelir?

Bu süâlin âteşin ve kâtı’ cevâbını virsin, virsin bî-pervâ ruhlar!”[20]

Bu risâlede yer alan fetvalardan 13 numaralı fetvayı örnek olarak nakle-diyoruz:

“Emîrü’l-mü’minîn bulunan Zeyd’in makâm-ı imâmetde bekası mülk ve millete muzır olub azline teşebbüs dahî fitneyi müeddî olacak olsa fakad bekâsındaki mazarrat mülk ve milletin büsbütün mahvını mûcib olacak, azli teşebbüsünde melhûz olan fitne ana nisbetle ehven kalacak olsa mûslimînin ne veçhile hareket itmeleri lâzım gelür?

el-Cevâb: Bu halde zuhûn melhûz olan fitnenin mazarratına bakılmayub her ne esbaba mevkûf ise bir an evvel teşebbüs iderek heman azl eylemeleri lâzım olur.”[21]

9. Ömer Ziyâüddîn (Dağıstânî), Hadîs-i erbaîn fî hukûk-ı selâtîn, İstanbul 1326, 31 s.

II. Abdülhamid devlinde yazılan ve II. Meşrutiyetin ilanından sonra yeniden gözden geçirilen ve “muhtıra” ile “mukaddime”sinde, Abdülhamid ile İttihat ve Terakki’nin birlikte methedildiği bu risalede, sultana itaat etmekle ilgili 40 hadisin metin, tercüme ve kısa açıklamaları yer almakta ve bu çerçevede hilâfet kuruntunun kutsallığı İncelenmektedir.

Eserin başındaki “Muhtıra” başlıklı yazıda şöyle denilmektedir:

“Elhamdülillah, bu kerre devlet-i ebed müddet İttihad ve Terakki cem’iyet-i celîlesinin ve millet-i necîbe-i Osmânî’nin arzuları veçhile hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet ve şûrâ-yı ümmetin teşkili gibi milletin hukukum bir gûnâ itiraz ve uygunsuz hâlâta meydan virmeksizin millete bahş ve ihsan ve Kânûn-ı Esâsî’nin mevkı-i tatbike vaz’ıyla iâdeten Meclis-i Mebûsân’ın teşkiline emr ve ferman buyurdığı cümlenin malûmıdır. İmdi, devlet böylece milletin hukukına riâyet ittikçe millet de gerek şer’an ve gerek kânûnen lâzım gelen hukûk-ı mukaddes-i hazreti pâdişâhîye derece-i nihâyede riâyet ve hakk-ı mülûkânelerinde fevka’l-âde ta’zînı ve hürmet itmelidir ve dâimâ hayır dua ile yâd ve tezkâr ve hayırhâhâne ma’rûzâtta bulunmalıdır. Zira, Kâ- nûn-ı Esâsî’nin dördüncü maddesinde dahî musarrah olundığı veçhile eb-i müşfikimiz zât-ı hazreti pâdişâhî hasbe’1-hilâfe dîn-i İslâm’ın hâmisi ve bi’l-cümle teba-i Osmâniye’nin hükümdâr ve pâdişâhıdır. Beşinci maddesinde dahî musarrah olunduğu üzere zât-ı hazreti pâdişâhinin nefs-i nefis hümâyunları mukaddes ve gayr-i mes’uldür.

Ve yedinci maddesiyle mevâdd-ı sâirede mevcud bi’l-cümle hukûk-ı pâ-dişâhîye riâyete kânûnen mecbûr oldığımız gibi, şer’an dahî hukûk-ı selâtîne riâyet ve emr ü fermân-ı hümâyunlarına itâat ve inkıyâd ile me’mûr ve mükellefiz ve hâkezâ, taraf-ı pâdişâhiden bi’z-zat ve bi’l-vâsıta mansûb bi’l-cümle vükelâ ve vüzerâ ve erkân ve ümerâ-yı askeriye ve me’mûrîne dahî itâat ile şer’an ve kânûnen mükellefiz. Şer’an olan hukûk-ı selâtîn neden ibaret ise ehâdîs-i şerife ile inşallahu Teâlâ risâlemizde mufassalan beyân olunacakdır."[22]

Eserde hadislerin ilk râvîlerinin isimleri ve nakledildikleri kaynakları belirtilerek, Türkçe tercümeleri verilmiş ve kısa şerhleri yapılmıştır. Eserin sonunda (s. 30-31), içerisinde idare ve yönetimle ilgili bazı hadis ve güzel sözlerin bulunduğu bir ilave (lahika) kısım yer almaktadır. Söz konusu risaledeki hadislerin çoğununun kütüb-i sitte dışındaki kaynaklardan alındığı söylenebilir[23].

10. Fâzıl Mustafa Paşa, Bir Eser-i Siyâsî, Dersaadet 1326, Değirmenciyan Edeb Matbaası, 27 s.

Risalenin kapağında bulunan, “Paris’te ikâmet ettiği sırada merhum Fâzıl Mustafa Paşa tarafından zât-ı şâhâneye takdim olunan arızadır" ifadesi, onun içeriğini tanıtıcı niteliktedir. Arîzanın müellifi olan Fâzıl Paşa, Osmanlı devletinin çeşitli yapısal sorunları hakkındaki görüşlerini, özellikle Avrupa’da edindiği bilgi ve tecrübeler ışığında devrin padişahına sunmuştur.

Devlet düzeninin ıslahı konusunda, zamanına göre ileri görüşler savunan Fâzıl Mustafa Paşa, eserinin daha ilk paragrafında; “Pâdişâhların sarayına en güç giren şey doğrulukdur. Onların etrafında bulunan kimseler doğrılığı kendilerinden bile saklarlar. Çünkü bunlar hasran nazar eyledikleri hükümet lezzeti içinde ve merkezinde yaşadıklarından ahâlinin çekdiği zahmet yine ahâlînin tenbelliklerinden zan iderler ve devletlerin za’fa düşmesi, çâresi bulunmayan vukûât-ı kevniyyedendir zu’munda bulunurlar.”[24] diyerek, Osmanlıların yapması gereken zorunlu değişimleri yalın ifadelerle dile getirir.

Fâzıl Mustafa Paşa’nın bu eseri, doğrudan doğruya hilâfetle ilgili olmamakla beraber, özellikle padişahın yetkisiyle ilgili olarak şu görüşleri dikkat çekicidir:

“Şevketlü Pâdişâhım! Tebdîl-i usûl-i idâre ile devleti kurtarınız, nizâmât-ı serbestâne ile tezyin iderek şunı halâs idiniz, lâkin öyle nizâmât-ı serbestâne ki, sahih ve vâsi’ ve münbit ola ve gerek hîn-i icrasında ve gerek bilâ-tegayyür devamında iktizâ iden her türlü te'mînât ile ihata idile. Evet, pâdişâhım, ol nizâm-ı serbestine İslâm ve Hıristiyanların kâfle-i hukukda ve vezâîfde müsâvâtını mutazammın olacağından Avrupalıların hâkim ve mahkûm beyninde icrâsını muhâl zan itdikleri i’tidâli husüle getürecekdir.

Ah Şevketlü Efendim! Şimdiden görüyorum ki, sizin müsteşarlarınız olan hâinler ve câhiller nizâm-ı serbestâne lafzını ne türlü manalara çekeceklerdir. Onlar ‘Nizâm-ı serbestâne pâdişâhın istiklâl ve kudretini elinden alub âlet menzilesine tenzil ider’ sözüyle, 'Zât-ı şahanelerini ve müslümanlara en sevgili olan dinlerini ve elbiselerine kadar bile âdetlerini terk ve tebdile icbâr ider’ diyerek halkı aldatup kandırmağa çalışacaklardır. Bu müsteşarlar câhil ya hâin her ne ise siz onların re'ylerini tahkir idiniz ve ahâlî dahi anların ilkââtına kulak virmesünler. Nizâm-ı serbestâne denilen şey yalnız kuvvet-i istiklâliyeyi mahdûd kılar. Yani bir müstakil kuvvetin lüzumundan ziyade olan cihetlerini kalır ider ve pâdişâhdan ancak şu hâli ref ider ki, pâdişâh aldanmaz ve fenalık itmez olur ve millet hakkında nizâm-ı serbestâne milletin nâmûs ve salâhına mugâyir hiçbir şeyi cebi itmez ve belki malı ve mülki hıfz ildiği gibi, din-i mukaddesi dahi vikâye ider ve mekanda emniyet hâsıl ildirdiği gibi, hürriyet-i şahsiyyeye dahi kâfıl ve dâmin olur.”[25]

Fikir ve düşünce hürriyetinin padişahın yetkilerini sınırlandırmayacağını savunan Fâzıl Mustafa Paşa, din ve mezhep hükümlerinin uygulanması hususunda da şunları söyler:

"Ancak, Pâdişâhım Efendim! Zât-ı şâhâneniz benden daha ra’nâ bilürsünüz ki, din ve mezheb ruha hüküm ider ve bize niam-i uhreviyye va’d ider. Şu kadar ki, milletlerin hukukini tahdid ve tayin iden din ve mezheb değildir ve din hakâyık-ı ezeliyye makamında durub kalmazsa yani umûr-ı dünyeviyyeye dahi müdâhele iderse, cümleyi itlaf ider ve kendüsi dahi telef olur.

Şevketlü Efendim! Hıristiyanlığın başka ve müslümanlığın başka politikası yokdur. Zira, adalet dünyada bir nev’dir, politika dediğimiz adalet-i sahîhadır.”[26]

11. Naîm Gregor, Hilâfet, Genève ts., yayınevi yok, 12 s.

Adres olarak Paste Restante a Genève’nin verildiği eserin girişinde şöyle denilmektedir:

“Sultan Hamîd’in halîfe olduğını ve Türkler’in pâdişâhı denilmeğe sezâ olsa dahî müslimîn üzerine halîfe addedilemeyeceğini Dâmâd Mahmûd Paşa’nın mektubu tercümesini mütezammın olan ikinci risâlemizde beyan ve bu bâbda birkaç söz söylemeyi va’d itmiş bulunduğumuzdan, şu bahsin berâat-i istiklâli olması üzere, 'Hilâfet' ser levhası altında, işbu risâlemizi neşr itmek süretiyle va’dimizi infâz ediyoruz.”[27]

Eserde, “Hilâfet veyâhûd imâmet-i kübrâ” (s. 1) başlığı altında, hilâfetin tanımı yapıldıktan sonra, halîfe olabilmenin şartları sayılarak, bunların en önemlisinin Kureyşîlik olduğu ileri sürülmektedir. Daha sonra ise, diğer şartlardan, “adâlet ve şartları” (s. 2) konusu geniş bir şekilde İncelenmektedir.

Başından sonuna kadar, Sultan II. Abdülhamid’in tenkit edildiği bu küçük risale, şu ifadelerle sona ermektedir:

“Şimdilik, adâletin imâm-ı müslimînde bulunması lazım gelen şerâitden biri olduğı halde, Sultan Hamîd’de adâletin hiçbir eseri bulunmadığını isbât ittik ve şu’ubât-ı hükümete nakl-i kelâmla birinci risâlemizde mücmelen îrâd ittiğimiz edilleyi tafsil eylemek istedik ise de bum bi-mennihî Teâlâ yakîn bir vakte kadar tehir ve yalnız a’zâ-yı bedenin başı ile kıyas idilmesini ve bu münasebetle ‘Ev sahibi def çalınca bütün ev halkı raks ider!’ manasında olan Arapça bir beytin hâtime olarak dercini münâsib gördük.”[28]

12. Mehmed İzzet (Akçâbâd Müftüsü), Mir’ât-ı Meşrûtiyet, Trabzon 1826, Meşveret Matbaası, s. 29.

Meşrûtiyet idâresini savunan eserlerden biri olan Mir’ât-ı Meşrûtiyet’in mukaddimesinde, müellif Akçâbâd müftüsü Mehmed İzzet, “Hakkımda hüsn-i zan iden bir iki ihvanın emr ve ihtarları üzerine nâil oldığımız hükûmet-i meşrûtamızı ve ana müteallik mesâili mübeyyin bir risâle yazmağa ictisâr eyledim.”[29] demektedir.

İlk konu olarak hükümet meselesini inceleyen müellif, “Hükûmet-i meşrûtanın hükûmet-i İslâmiyyeye mugâyir olmaması” konusunda şunları söylemektedir:

“Bâlâda arz olındığı üzere kânûn-ı istişâre üzerine teessüs ve icrâ-yı hükm itmekle meşrût bulman hükûmet-i meşrûta hükûmet-i İslâmiyyeye mugâyir değildir.

Çünki hükûmet-i İslâmiyye dahî aynı kanun ve şerâita tâbi’dir. İslâmiyyet âhâd-ı ahâlîyi kendi umurlarında istişâre ile memûr ve mükellef kıldığı halde umûr-ı ma’dılât-ı hükümetin istişâreye halta en muhkem ve metin usûl ve kâvâid üzerine müteesses olan istişâreye tâbi’ olmamasını müsâmaha ider mi? Umûr-ı cüz’iyye-i âhâdı re’y-i hôd ve tedbîr-i zâtî ile tecviz itmeyen İslâmiyyet, umûr-ı külliyye-i hükümeti bir hâkim i mutlakın re’y ve tedbîr-i müstebidânesine vabeste kılmayacağı âşikârdır."[30]

Mir'ât-ı Meşrûtiyet’in ana başlıkları şunlardır: Hükümet (s. 3), hükûmet- i mutlaka (s. 4), hükümet-i meşrûta (s. 4), hükûmet-i meşrûtanın hükûmet-i İslâmiyyeye mugâyir olmaması (s. 4), meşveretin müteallâkı ve envâı ve keyfiyyet-i icrâsı (s. 9), hürriyyet (s. 15), latife (s. 16), müsâvât (s. 16), istidrâd (s. 19), uhuvvet (s. 23), hükümetin vazifesi (s. 26), hükümete karşı ahâlînin vazifesi (s. 27).

13. Konyalı Mehmed Zeynelâbidîn Efendi, Meşrutiyet ve İslâmiyet, İstanbul 1327, Arşak Garoyan Matbaası, 70 s.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası yöneticilerinden Konyalı Mehmet Zeynelâbidîn Efendi (1886-1939) tarafından yazılan Meşrutiyet ve İslâmiyet[31], meşrûtî idarenin İslâm’a uygun bir yönetim tarzı olduğunu ispat amacıyla kaleme alınmıştır.

Eserin mukaddimesinde müellif şöyle demektedir:

“Henüz meşrûtiyetin ne oldığını anlayamayan ahâlîmiz ortada bir çok kötü haller ve yakışıksız şeyler görüyor. Bunların çoğunu da meşrûtiyetperver kimselerde buluyor. Kendi kendine düşünüb taşınıyor.

Bütün bu kötülükleri meşrûtiyetin doğurdığına kanıyor. Sonra, meşrûtiyet iyi bir şey değildir, hükmüni virüb işin içinden çıkıyor. Ve birbirine de yana yakıla anlatub inandırmağa çalışıyor. Ve ne kadar da söz söylesek hiç de kulağına girmiyor.

Buna merak idüb tasalanmamak mümkin değildir. Fakad bunı doğrulatmak içün ne yapmalı? O ahâlîye meşrûtiyetin ne oldığını anlatmalı. Din-i İslâm’a muvâfık oldığını bildirmeli. Bu kötülüklerin nereden geldiğini ve kimlerin sebeb oldığını göstermeli.

İşte ben de bu hayırlı işe delâlet itmek istedim ve düşündüm. Ahâlîmizin anlayabileceği dil ve söz ile şu kitabcağızı yazub kardeşlerime hediye itmeği kurdum.”[32]

Eserin ilk konusu olarak hükümet meselesini ele alan müellif, hükümeti mutlak ve meşrûtî olmak üzere iki kısma ayırarak, hükümet-i mutlaka hakkında şöyle demektedir:

“Hükümet-i mutlaka, başıboş, şartsız, bağsız bir hükümet dimektir.

Bu hükümet, millet hakkında icrâ ideceği kanunları, nizamları kendi kendine yapar. Kimseye danışmaz, millet ile müşâvere itmez, milletten istediği kadar virgü alır. İstediği kadar memur kullanır. Milletin paralarını boş yerlere harcar, israf ider. İki âdemin bir araya toplanmasına râzı olmaz. Bir cem’iyyet ve bir dernek gördi mi derhal dağıtır. Milleti kasub kavurub köle gibi kullanır bir hükümetdir. Çokdan beri bizim hükümetimiz de bu rengi almış ve bu kılığa girmişdi.”[33]

Meşrutiyet ve İslâmiyet’in ana başlıkları şunlardır: Hükümet (s. 2), hükûmet-i meşrûta şer’-i şerife muvâfık mıdır, değil midir? (s. 6), Virilen söz giru alınabilir mi? (s. 10), Hakk-ı siyâsî (s. 17), mebûsân meclisi ve ne yapacağı (s. 19), Mebûs nasıl olmalı ve nasıl seçmeli? (s. 24), İyi mebûs intihâb yapmağa mâni’ olanlar nedir? (s. 33), Mebûsları göndermekle işi bitirmiş olur mıyız? (s. 38), Toplanmak kaç türlü Olur? (s. 42), Odalarda ne yapılacak? (s. 55), Nelerden sakınacağız? (s. 63).

14. Mustafa Zihni, İslam’da Hilâfet, Kostantıniyye 1327, Matbaa-i Ebûz- ziyâ, 133 s.

Eski Adana valisi Mustafa Zihni’nin (ö. 1348/1929), sünnî hilâfet teorisini ele aldığı İslam’da Hilâfet[34] adlı kitabının başında bulunan “İfâde-i Mahsûsa”da;

“Cennetmekân Sultân Abdülazîz Hân’ın inhılâî ve Murâd-ı Hâmis’in hükümetten husûl-i ferâgî ve şu ferâga istinâ idilen hâkân-ı mahlû Abdülhamîd Hân’ın cûlûsını teâkub iden Kânûn-ı Esâsî’nin i’lânı zamânına bir nazar-ı ric’î atf itmenin bu eserimizi mutâlaa içün lâzımdır”[35] denilerek, dönemin iç ve dış siyasetiyle ilgili bazı olaylar anlatılmakta ve daha sonra şunlar söylenmektedir:

“Doksan üç tarihinde neşr olunan Kânûn-ı Esâsı aleyhinde bulunan fikirler bugün ya külliyyen nâbûd ve mefkûd veyâhûd pek mahdûd bir derecede ise de her halde Kânûn-ı Esâsî’nin ve usûl-i meşveret ve meşrûuyetin ahkâm-ı celîle-i İslâmiyye’ye muvâfık ve mutâbık oldığını şer’an ve naklen isbat itmek bekây-ı hürriyyet-i Osmâniyye içün ehem ve elzem oldığından ve hükûmet-i Osmâniyye hilâfet-i İslâmiyye makâmına kâim bulundığından bu kazıyye-i mühimmenin vâzıh ve gayr-i kâbili’l-i’tirâz bir sûretle isbât idilmesi vücûdıyla müftahir oldığım diyânet-i celîle-i İslâmiyye ve efradından bulunmakla mübâhât ettiğim tâbi’iyyet-i Osmâniyye sevkıyla tensîb olunarak ‘İslâm’da Hilâfet’ nâmıyla şu risâleyi tahrîr ittim.”[36]

“İçindekiler” bölümü bulunmayan İslam'da Hilâfet adlı kitap, sekiz ana bölümden meydana gelmekte olup, konu başlıkları şunlardır: İfâde-i mahsûsa (s. 3).

Mebhas 1 (s. 8), Bu nutkun meal-i âlîsi (s. 13).

Mebhas 2: Hükümetlerin suret-i teşekküli, Hilâfet-i İslâmiyye’nin sûret-i teessüsi (s. 16).

Mebhas 3: Hilâfet ve imâmet-i İslâmiyye bidâyeten ne sûretle teessüs itmiş ve ne sebebe mebnî diyânet-i celîle-i İslâmiyye’nin erkân-ı mühimmesi cümlesinden bulunmuşdur? (s. 21), Hazreti Sa’din Nutkı (s. 22), Hazreti Sıddîk’ın nutukları tercümesi (s. 24), Hazreti Fârûk’ın cevâbı (s. 26), müşârun ileyhimânm beyânâtı (s. 27), hilâfeti Hazreti Sıddîk’ın sıhhat ve hakkıyyetini isbat iden delâyil-i nakliyye ve akliyye (s. 31), Hazreti Fârûk’ın nutkı meali (s. 31), Hazreti Fârûk’ın beyânâtı (s. 36), bu hutbenin meali (s, 37), bu ifadenin meali (s. 40), hutbenin meali (s. 42), Hazreti İbn Mesûd'un rivâyeti aynen budur (s. 44), meali (s. 44), iki şahsın suâli (s. 46), İmam Ali Efendimiz Hazretlerinin bu suâle virdikleri cevab (s. 47), Hazreti Şâh-ı Velâyetin şu hutbe-i cevâbiyyeleri meali (s. 48), Nutk-ı Ali-i Haydan (s. 53), meal-i âlîsi (s. 54), İmâm Şafiî Hazretlerinin beyanları (s. 51), meali (s. 51), Hazreti Sıddîk’ın ma’zeretî (s. 60), Hazreti Süfyân’ın ifadesi (s. 67), istidrâd (s. 67), Eimme-i Ehl-i Beyt’in akvâlî (s. 70).

Mebhas 4: Hilâfet-i Hazreti Sıddîk’a delâlet iden âyât-ı Kur’âniyye (s. 80).

Mebhas 5: Hazreti Sıddîk’ın hilâfetini müsbit olan ehâdîs-i celîle-i Nebeviyye kesîr ise de bir kısmı burada beyan ve tavdîh olunur (s. 91 ).

Mebhas 6 (s. 103).

Mebhas 7: Meşveretin meşruiyeti (s. 111), mezkûr hadîs-i şerifin meal-i münîfî (s. 114), meşvereti âmir olan ikinci âyet-i kerîme (s. 119).

Mebhas 8 (s. 123), Bu hadîs-i şerifin meal-i âlîsi (s. 125).

15. Ömer Lütfi, Nazar-ı İslâm’da Makâm-ı Hilâfet, Selanik 1330, Asr Matbaası, 88 s.

Selanik Adliye Müdürü Ömer Lütfı’nin hilâfetin tanımı, tarihçesi, halifenin şartları ve görevlerinden bahsettiği Nazar-ı İslâm’da Makâm-ı Hilâfet’in girişinde; “Meâşir-i müslimîne göre mes’ele-i hilâfet, sair mesâi-i hayâtiyye ve ictimâiyyenin şânen ehemini, makamen a’zamıdır. Cidden dakîk ve amîk ve o nisbetde sezâvâr-ı ihtimâm ve itinâ olan bu mes’ele-i mühimmeye dâir îrâd-ı kelâm olunurken telmih ve imalara, îhâm ve ibhamlara kesret üzere müracaat, mes’elenin iktizâ eylediği ciddiyet-i lisân ve vuzûh-ı beyâna gayr-i muvafık olmakla beraber son derece de muzırdır, hatarnâkdır.”[37] denilerek, Tokâd Sancağı sâbık mebusu (Şeyhülislam) Mustafa Sabri Efendi nin, Meclis-i Mebûsân’ın dördüncü senesi, otuz altı ve otuz yedinci celselerine ait zabıtlarına geçen, hilâfete dair konuşması ele alınarak, çeşitli açılardan değerlendirilip tenkit edilmiştir.

Eserin hâtime (sonuç) kısmında ise şöyle denilmektedir:

“Hukûk ve evsâf-ı hilâfet hakkında kütüb-i şer’iyyede münderic bulunan ahkâm -istikrâen- ancak bu dâire dâhilinde dâirdir. Bizim, Mustafa Sabrî Efendi Hazretlerine karşı ta’rizkârâne bir sûretde idâre-i lisân edişimiz, bir fırka gayretine tâbi olarak ibtâl-i hak ve bâtıla nusret içün değildir; nusret-i hak ve daht-ı bâtıl içündür. Kendilerinin hukûk-ı ümmeti muhâfazatan sarf buyurdukları sözleri tebcil ideriz. Ancak, ba’zı sakadât-ı irâeyi de farz bildik. Fırkalar fanidir. Hak arayanlar, bâtıl takîb edenler de fânidir. Vakt-i mukaddere kadar bâkî kalacak, ancak hey’et-i mükerreme-i İslâmiyyedir. Hilâfetden istifade hakkı bizler ile beraber fenâ bulacak değil, evlâd ve ensâl-i mûslimîne intikâl idecektir.”[38]

Eserin ana konuları arasında imâmet-i kübrâ-yı İslâmiyye hakkında mebâhis-i umûmiyye (s. 47), şerait ve evsâf-ı imâmet (s. 64), biat (s. 70), imâmü’l-müslimînin mes’ûliyeti (s. 71), inhilâl-i akd-i imâmet (s. 76) ve hâtimé (s. 84) başlıkları yer almaktadır.

16. Abdulaziz Çâvîş, Hilâfet-i İslâmiye, İstanbul 1334, el-Adl Matbaası, 20 s.

XX. asrın meşhur ilim ve hareket adamlarından biri olan Mısırlı Abdülaziz Çâvîş’in[39] el-Hilâfetü’l-İslâmiyye adlı Arapça eseri, Hilâfet-i İslâmiye adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiş ve Arapça’sıyla birlikte basılmış, ancak eserin üzerinde mütercimin adı belirtilmemiştir[40]. Abdülaziz Çâvîş’in bu eseri, ayrıca Mehmed Akif tarafından da tercüme edilerek Sebîlürreşâd mecmuasında neşredilmiştir[41].

Eserin Osmanlıca'sının ilk sayfasında, “Hilâfet-i İslâmiyye meselesine dair bugünlerde Fransa ve İngiltere ceridelerinin yazdığı şeylere redden Şeyh Abdülaziz Çâvîş Efendi Hazretleri tarafından Arapça tahrir olunup Türkçe tercüme olunmuştur"[42] denilmektedir. Bu tanıtım yazısından da anlaşılacağı üzere eser, halifeliğin ve Osmanlı hilâfetinin savunması niteliğindedir.

Eserin girişinde; “Bilâd-ı İslâmiyye ahâlisi, eğer Al-i Osmân olmasa idi vücûd-i siyâsîleri safahatının kapanacağını, geçen ümem-i hâliye gibi zevale İnkılâb edeceklerini dehrin gözleri önüne koyduğu cihetle müstağrak bulundukları derin hâb-ı gafletden uyanıp hazm ve hikmeti iltizâm ve hilâfet-i Osmânîyye habl-i metinine temessük emrinde ittihad eyledikleri takdirde oralarda Fransa ve İngiltere hükümetlerinin istikbâli ne olacağından bahs eden makâlâı ile gazeteler imlâ-yı sütün idiyorlar”[43] denilerek, Fransız ve İngilizlerin, özellikle “halîfenin Kureyşîliliği” konusundan hareketle, Osmanlı hilâfetinin meşrû olmadığına dair iddiaları çürütülmeye çalışılır.

Bu konu çerçevesinde öncelikle hulefa-yı râşidînin seçim şekillerini inceleyen Abdülaziz Çâvîş, “Mâdeni ki hilâfetden maksad, bâlâda zikr eylediğimiz gibi, müslümanlar arasında ikâme-i adi, onlar da hudud ve hukukun himâyesi, İslam’dan ezânın defi, ümem-i sâireden erbâb-ı tama’ın sedd-i gârâtı ve tard-ı hücûmâtıdır. O halde asırlardan beri emr-i hilâfete, Kostantiniyye tahtında câlis bulunan Benî Osman’dan daha müstehak kim vardır?”[44] sorusunu sorar.

“Osmanlı pâdişâhının hilâfet-i İslâmiyye’de istihkakı her müslimin kalbinde bir akîde-i râsiha”[45] olduğunu belirten Abdülaziz Çâvîş, bu eserde “Hilâfe-i İslâmiye meselesindeki hakâyık-ı ilmiyye ve eseriyyeyi bast ve temhîd ile müslümanları hilâfet-i Osmâniyye’ye temessükden çevirmeye çalışanların bâuh tervice ve müstahîli icrâya sarf-ı mesâi ettiklerini izah ve beyân eyledik”[46] demektedir.

17. Muhmûd Ma’n, Hicaz’da Saltanat Te’sîsini Din-i İslâm Men’ Eder, İstanbul 1337, Ali Şûkrî Matbaası, Selâmet-i Beşer Külliyâtı, no. 1, s. 7.

İbn Ma’n el-Hâc Mahmûd Nedim’in Berlin’de 2 Cemâziyelevvel 1337 (3 Şubat 1919) tarihinde yazdığı Hicaz’da Saltanat Te’sîsini Din-i İslâm Men’ Eder adlı risale aslında kısa bir makaledir.

Eserin başında; “Ahîran Paris’de mün’akid konferansa Şerif Hüseyin Paşa’nın üçüncü mahdümı Şerif Faysal Bey’in murahhas sıfatıyla dâhil oldığını ve Hüseyin Paşa’ya Hicaz Kralı denildiğini gazetelerde okudum. Birçok müslümana hâkim bulunan İngiltere hükümetinin Kur’ân-ı Kerim’de emr-i İlâhî ile memnû' bir teşkilâta muvâfakat eylemesine hayret itdim. Çünki, bu teşkilâta teşebbüsle Ingiltere hükümeti bütün müslüman teb’ası nazarında Kur’an’ın ahkâmını tağyire kâsıd tanınarak infiâli celb idecek ve Hüseyin Paşa ise Allah’ın emrini değiştirmeğe kalkışan bir müslim sıfatıyla ehl-i İslâm tarafından hürmetsizlikle yâd olunacakdır. Bu meseleyi tenvir itmek ve her iki tarafı yanlış yoldan çevirmek içün bu makâleyi yazıyorum”[47] denilmiştir.

İslâm’da hilâfetin yeri ve öneminin ele alındığı eserde, insanlığın demokrasilere yöneldiği bir dönemde, İngilizler’in siyasi amaçlarla, Hicaz bölgesinde yeni bir krallık kurmaya çalışmaları, “insanlığın umumi hislerini hafife almak” şeklinde nitelenmiştir. Müellif, eserin sonunda şöyle demiştir:

“Binâenaleyh, Arabistan’da bir hânedân hükümeti teşkil etmemek, Allah’ın emrini muhafaza içün pek lâzım ve akâid-i İslâmiyye’ye pek muvâfıkdır ki, İngiltere hükümetinin dîn-i İslâm'a açıkdan açığa taarruzda bulunmayacağı me’mûldür. Şâyed ehl-i İslâm’ın pek merbûd bulundığı bu emr-i İlâhîye karşı hükûmet-i müşârun ileyhâ muârız bir hareketde bulunmak arzûy-ı şedidini hâsıl iderse, ekseriyyeti teşkil iden teb’asının hissiyâtını okşamak içün bu hânedânın ‘Evlâd-ı Hüseyin’den olmasını tercih itmelidir. Yoksa, ileride yine başı ağrıyacak İngiltere hükümeti ve kanı dökülecek İslâm milletidir. İ’tilâf hükûmederinin -âtide tekevvün idecek fecâati nazar-ı itibâra alarak- bu mühim mes’ele-i dîniyyeye hırs-ı intikam saikasıyla keyfe mâ yeşâ müdâhele itmemeleri selâmet-i beşeriyye nâmına me’ûl ve müntazardıı. Zâten, bütün âlemin demokrasi idâre tarafdârı oldukları bir asırda yeniden hânedân-ı hükümet teşkiline kalkışmak hissiyât-ı umûmiyye-i beşeriyyeyi istihfaf itmekden başka bir şey olmayacakdır.”[48]

18. Said Halim Paşa, İslâm’da Teşkilât-ı Siyâsiyye

Said Halim Paşa’nın[49] (ö. 5 Aralık 1921) İslâm’da Teşkilât-ı Siyâsiyye adlı eseri, Mehmed Akif tarafından tercüme edilerek Sebilürreşâd dergisinde yayımlanmıştır[50]. Bu eser ayrıca Fransızca ve İngilizce olarak da neşredilmiştir[51]. Said Halim Paşa’nın bu kitabını M. Ertuğrul Düzdağ, İslam Devletinin Siyasi Yapısı adıyla sadeleştirerek yeniden yayımlamıştır[52].

Said Halim Paşa, bu eserinde İslâm’ın içtimâi yapısı, sosyal hayatın ka-nunları, millî iradenin hâkimiyet ilkesi, dinin hâkimiyet ilkesi ve sonuçlan, mutlu fert ve toplumlar, müslümanların gerileme sebepleri, gerilikten kurtulmanın çareleri, toplumsal sınıflar, yürütme ve yasama yetkisi, İslâm’ın siyaset metodu ve İslam’da yürütme ve yasama hakkı ve çeşitli meclisler gibi konulan incelemiştir.

“İslam dini, sahip olduğu en yüksek anlayış ve hakikatlerle, insanlığın en yüce dinidir. En doğru ve en mükemmel olarak tasavvur edilebilecek olan bir medeniyetin sadece yardımcısı değil, o medeniyeün bizzat da kendisidir. Onun dışında bir kurtuluş yolu ve selâmet bulmak da mümkün değildir.”[53] diyen Said Halim Paşa, “İslâmiyet’in birtakım zümrelerin kendi heves ve çıkarları için uydurdukları ve içlerinden bazılarına insan-üstü kudretler yakıştırmak suretiyle, insanları sindirip, onların üzerinde siyasî, sosyal ve ahlâkî baskılar kurdukları yalancı hâkimiyetlerin saltanatına ebediyyen son verdiğini’’[54] ileri sürmekte ve müslüman aydınların “şeriatın hâkimiyeti ilkesi” yerine “millî irâdenin hâkimiyeti ilkesini” tercih etmelerini yanlış bularak, “Millî irâdenin hâkimiyeti ilkesi daha dün doğmuştur, fakat yanılmaz ve sorumsuz sayılmaktadır. Henüz hiçbir yerde kesin sonuç alamamıştır, fakat tam bir kudretin sahibi sanılmaktadır. Ban toplumunun refâhı ve maddî gücü müslüman aydınların gözlerini kamaştırmakta ve gözleri kamaşanların sayısı gitgide artmaktadır. Aydınlanınız, kendilerini sonsuz bir hayranlığa düşüren bu üstünlüğü, 'millî irâdenin hâkimiyeti’ prensibinin ‘mucizevî’ sonucu olarak göstermekten zevk alıyorlar.”[55] demektedir.

Millî irâdenin hâkimiyeti ilkesine sert eleştirilerini sürdüren Said Halim Paşa, “Millî irâdenin hâkimiyeti ilkesi, yanlış bir düşüncenin geliştirilmesinden doğmuştur. Bu gelişmenin devamı ile de kendinden önceki hâkimiyet görüşleri gibi yok olmaya mahkûmdur. Zaten 'millî irâde’ denen şey, aslında milletin çoğunluğunu temsil ettiği çok şüpheli olan bir topluluğun irâdesidir. Bu topluluğun hatta milletin yarısını temsil ettiği bile şüphelidir.”[56] diyerek sözlerine devam eder.

Müslüman milletlerin idarelerindeki zaaflar konusunda; ortaya çıkan kötü istibdâd idareleri ve yapılan adaletsizliklerin dinden doğmadığını, bunlardan ne devlet, ne kanunlar ve ne de müesseselerin sorumlu olmadığını, bu kötülüklerin idare kuvvetini eline geçiren ve kanun adına hareket ettiklerini iddia eden şahısların kötülüğünden doğduğunu ileri süren[57] Said Halim Paşa’nın bu görüşlerinin tartışılması, makalemizin sınırlarını ve amacını aşmaktadır.

Millî irâdenin hâkimiyeti prensibine en yüksek değerin verilmesine karşı çıkmakla beraber, Said Halim Paşa, yine de “Müslüman memleketinde, devlet reisinin millet tarafından seçilmesi ve hâkimiyetini tesirli şekilde yürütebilmek için de bütün hak ve imtiyazlara sahip olması icab etmektedir.”[58] diyerek, “verâset usûlüyle elde edilen bir saltanat” yerine, seçimle gelen bir devlet başkanı fikrini ileri sürmüştür ki, bizim bu makalede incelediğimiz, hilâfet ve özellikle de Osmanlı hilâfetiyle ilgili en önemli değişiklik önerisi de burasıdır.

19. Lütfî Fikri, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet, İstanbul 1339, Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaası, 41 s.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde, hilâfet ve saltanatla ilgili konularda hararetli tartışmalar yapan kişilerden biri olan, II. Meşrutiyet dönemi Dersim mebusu Ömer Lütfî Fikrî[59] (ö. 1934), bu kitabının, “Cumhuriyet Fırkasının Mücâdelât-ı Müstakbelesi” başlıklı bölümünde, Millî Mücadelenin ilk yıllarında Mustafa Kemal’in hilâfet ve saltanatın korunacağı yönünde yaptığı konuşmaları hatırlatarak, hilâfetin saltanattan ayrılıp ayrılamayacağı ve hilâfetin bir şahıs yerine, bir meclise verilip verilemeyeceği hususlarında, aslen din bilgini olan bazı mebusların yazdığı eserlerden nakiller yapar ve daha sonra konuyla ilgili kendi görüşlerini şöyle dile getirir:

“Biz burada meseleyi münhasıran millet ve memleketimizin teâlisi nokta-i nazarından tedkikle diyoruz ki: Şimdiye kadar a’sâr-ı sâbıkadaki muvaffakiyetlerimizin, zaferlerimizin bir mirası hükmünde olarak Türkiye padi-şahlarına bütün âlem-i İslâm, aynı zamanda kendi halîfesi nazarıyla bakıyordu ve bu sûreti telakkiden dolayı biz Türkiye ahâlîsi umum dünyadaki mevkiimiz itibâriyle pek çok istifâde ediyorduk. Nüfusça maalesef on milyonu geçmediğimiz halde, pâdişâhlarımıza umum âlemin “Halîfe-i İslâm” adıyla alâkadâr olması, bize kırk, elli milyonluk memlekederin bile nazar-ı istirkâkla bakabilecekleri bir mevki-i bülend veriyorlardı. Binâenaleyh, bizim menfaatimiz, bu mîrâs-ı mühimmin hiçbir noktasına ilişmemek ve hatta karşımıza, hilâfetin bizim elimizden çıkmasını arzu edecek müslim ve gayr-i müslim milel-i şâire çıkarsa, bunların elini bu emânete zinhar dokundur- mamakdır. Halbuki biz şimdi kendi elimizle bu sûret-i telakkiyi, bu manevî ınüesseseyi yıkıyoruz ve padişahlığı kaldırarak hükümeti ve onunla beraber olan ve ondan ayrılamayan hilâfeti Millet Meclisi’ne veriyoruz.’’[60]

20. Hoca İsmail Şükrü, Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi, Ankara 1339, Ali Şükrü Matbaası, s. 28.

Kara Hisâr-ı sâhib mebûsu Hoca İsmail Şükrü (Çelikalay) Efendi, hilâfetin ilga edilmesinden bir hafta kadar önce neşrettiği Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi[61] adlı eserinin mukaddimesinde şöyle demektedir:

“Görülüyor ki, Büyük Millet Meclisi’nin hilâfet ve saltanat hakkında iki maddeyi ihtivâ iden 1 Teşrîn-i sânî 338 (1922) tarihli kararı gerek dâhilde ve gerek bütün âlem-i İslâmda azîm tesirler husûle getirmiş, bu sebeple efkâr-ı umûmiyye-i İslâmiyye tereddüt ve ızdırâbâta düşmüşdür. Bu hususta aktâr-ı muhtelifedeki neşriyyât ve bazı zevâtın beyanâtından anlaşıldığına göre, meselede büyük bir sû-i tefâhüm hâsıl olmuş. Bazı taraflarda öyle zan idilmiş ki: Büyük Millet Meclisi, şerîat-i İslâmiyyenin ahkâm-ı celîlesini bir tarafa bırakarak makâm-ı celîl-i hilâfeti vaz’-ı aslîsinden çıkarmış, Katolik âlemindeki Papanın mevkii gibi yeni bir vaz’iyyet husule getirmiş!

Bütün İslâm efkâr-ı umûmiyyesini temin ideriz ki o kararı ısdâr iden Büyük Millet Meclisi a’zâ-yı muhteremesi kat’iyyen böyle bir tasavvurda bulunmamış, böyle gayr-i şer’î bir vaz’iyyet husûle getirmeyi hâtırına bile getirmemişdi. İlga olunan şey -âtiyen tafsil olınacağı veçhile- tahakküm ve tasallut-ı şahsîdir ki, zaten İslâmiyet bum kabul itmemekdedir. İbkâ olman şey de aynı hükümet olan hilâfet-i celîle-i İslâmiyyedir ki, bunun manâ-yı aslîsini, hukuk ve vezâif-i şer’iyyesini iptal itmek hiç bir kimsenin, hiç bir meclisin elinde olmadığı, bütün müslümanlarca malumdur. Böyle iken, o kararı yanlış tefsir itmeye mahal var mıdır?

... Hiç şüphe yok ki bu vaz’iyyet muvakkatdır ve inşallah çok gecikmeksizin hâl-i aslî ve tabiî avdet idecekdir. İslâm efkâr-ı umûmiyyesi yakînen bilmelidir ki, Büyük Millet Meclisi ile Meclisin intihâb ve biat itdiği halîfe-i müslimîn arasında hiçbir ayrılık gayrılık yokdur. Halîfe Meclisin, Meclis Halîfenindir.

Lâkin ınâdânı ki, her ne sebebe mebnî olursa olsun, efkâr-ı İslâmiyyede böyle bir tereddüt ve ızdırab hâsıl olmuşdur. O halde, bu husustaki bazı ulemâ-yı kiram arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi, kütüb-i şer’iyyede mevcud, muayyen ve müstekar ahkâm-ı İslâmiyyeyi neşr ideiek, yanlış neşriyât ile tağlît idildiği maalesef görülen efkâr-ı İslâmiyyeyi tenvir itmeği en mütehattem bir vecîbe telâkki itdik. Ümîd ideriz ki, bu izâhatımızla meclis ile meclisin mukarrerâü hakkında hâsıl olan her dürlü sû-i tefâhümler zâil olacak ve Büyük Millet Meclisi’nin şerîat-i celîle-i İslâmiyyeyi te’yid ve tarsînden başka bir şey düşünmediği bütün müslümanların nazarında tahakkuk idecekdir."[62]

Eserine öncelikle Hz. Peygamber’in tasarruflarını çeşitli açılardan de-ğerlendirerek başlayan Hoca Şükrü Efendi, daha sonra hilâfetin tanımı ve şardarıyla ilgili bazı tartışmaları ve hilâfetin kısa bir tarihçesini anlatarak, Hilâfet-ile saltanatın birbirinden ayrılmasının geçici olduğunu, içinde bulunulan şartlar değiştikten sonra, hilâfetle saltanatın tekrar birleştirilmesi gerektiğini, halîfeye meclisten çıkan kanunları -geri çevirme yetkisi olmaksızın- imzalaması imkanının verilmesini, bağımsızlığına kavuşan İslam devletlerinin elçilerinin halîfeye bağlı olmasını, halîfenin yeni kurulan veya bağımsızlığına kavuşan İslam devletlerine, mürâcaadarı halinde, birer “emirlik fermanı (menşür-i emaret) " vererek bu devletlerle ilişkilerin kuvvetlendirilebileceğini ve halîfenin, hac ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini savunmuştur.

Hoca Şükrü Efendi’nin bu eserdeki görüşleri, yayımlandığı sırada büyük tartışmalara sebep olmuş ve ona reddiye olarak pek çok yazı kaleme alınmıştır[63]. Siirt Mebusu Hoca Halil Hulkî, Muş Mebusu Hoca el-Hâc İlyas Sami ve Antalya Mebusu Hoca Râsih’in yazdıkları ve aşağıda anlatılacak olan Hâkimiyyet-i Milliyye ve Hilâfet-i İslâmiyye adlı eser de Hoca Şükrü’nün bu risalesine reddiye olarak yazılmıştır.

Hoca Şükrü Efendi’nin söz konusu eseri hakkındaki en sert tepkiyi ise, Mustafa Kemal Atatürk göstermiştir, Atatürk’ün Nutuk'unda Hoca Şükrü ve görüşleri hakkında geniş bir bölüm bulunmaktadır[64]. Bu konuda, Atatürk şöyle demektedir:

“Hoca Şükrü Hoca ve rüfekâsı ‘halife Meclisin, Meclis halifenindir’ saf-satasıyla Millet Meclisini halifenin heyet-i meşvereti ve halifeyi Meclisin ve dolayısıyla devletin reisi gibi göstermek ve kabul ettirmek istemişlerdir.”[65] “Arz etmeliyim ki, Şükrü Efendi Hoca ve onu ve imzasını ileri süren politikacılar, sultan veya padişah unvanını taşıyan bir hükümdar yerine, unvanı halife olan bir hükümdar koyarak beyanat ve müddeayâtta bulunmuşlardır.’’[66] “Şükrü Hoca ların ne kadar manasız, mantıksız ve kaabiliyet-i icrâiyeden mahrum efkâr ve ahkâm savunduklarını anlamamak için cidden, Hoca Efendi gibi Aliahlık denilen mahlükâttan olmak lâzımdır.”[67] "Muhterem Efendiler, Şükrü Hoca Efendi’nin ve siyasetçi arkadaşlarının, maksad-ı siyasîlerini açıktan açığa izhar etmeyip, bunu, bütün âlem-i İslâm’a teşmil etmek istedikleri dinî bir mesele halinde mevzu-ı bahs eylemeleri, hilâfet oyuncağının, ortadan kaldırılmasını tesrîden başka bir netice vermemiştir.”[68]

21. Hilâfet ve Millî Hâkimiyet, Ankara 1839, Matbûât ve İstihbârât Matbaası, 240 s.

Eserin kapağında, “Hilâfet ve millî hâkimiyet mesâili hakkında muhtelif zevâtın makâlât ve mütâlaâundan mürekkeb bir risâledir” denilmektedir.

Kitapta, hilâfetin saltanattan ayrılışını olumlu bulan ve destekleyen, çeşitli yazar ve düşünce adamlarının yazıları yer almaktadır.

Beş kısımdan meydana gelen eserin birinci kısmında; hilâfetin mahiyeti, vazifeleri, tarihçesi ve geçirdiği devrelere ait yazılar yer almaktadır (s. 5-62). Bu kısımda Ziya Gökalp, Ağaoğkı Ahmed Bey, Hoca Râsih Efendi ve Hoca Ubeydullah Efendi’nin makaleleri bulunmaktadır.

İkinci kısımda; hilâfetin saltanattan tefriki, hilâfetle saltanatın ictimâındaki (aynı şahısta birleşmesi) mahzurlar anlatılmaktadır (s. 63-126). Burada Ağaoğlu Ahmed Bey, Yunus Nadi Bey, Ahmed Emin Bey, Falih Rıfkı Bey, Necmeddin Sâdık Bey, M. K. Bey ve Celal Nuri Beyin makaleleri yer almaktadır.

Üçüncü kısımda; hilâfet ve âlem-i İslâm, hilâfetin son şeklinin âlem-i İslâm üzerindeki tesirleri İncelenmektedir (s. 127-164). Burada Ağaoğlu Ahmed Bey ve A. Sünnî’nin makaleleri ile Hind Hilâfet Komitesi’nin mukarrerim (kararları) bulunmaktadır.

Dördüncü kısımda; hilâfet mesâili (konuları) hakkında münakaşalar anlatılmaktadır (s. 165-207). Bu bölümde Ahmed Emin Bey, Necmeddin Sâdık Bey, F. C., Hoca İlyas Sâmî Efendi, Ağaoğlu Ahmed Bey’in makaleleri ile Kangırı mebûsu Tevfik Efendi’nin Büyük Millet Meclisindeki açıklamaları yer almaktadır.

Beşinci kısımda ise (s. 208-240, hilâfetin son şekli hakkında selâhiyattâr (yetkili) zevâtın (kişiler) beyânâtları bulunmaktadır (s. 208-240). Bunlar arasında özellikle Refet Paşa ile Şeyh Senûsî’nin açıklamaları önemlidir.

22. Seyyid Bey, Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye, yy, 1339, 78 s.

Eserin üzerinde müellifi, basını yeri, tarihi ve basıldığı matbaanın adı belirtilmemiştir. Ancak, eserin içeriğinden, onun müellifinin, hilâfetin ilga edildiği sırada Adliye Vekili olan, usûl-i fikıhçı Seyyid Bey olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Seyyid Bey, Hilâfetin Mâhiyet-i Şer’iyyesi adlı aşağıda tanıtılacak olan konuşmasının başında, bu kitabın kendisine ait olduğunu açıkça söy-lemektedir[69].

Eserin mukaddimesinde müellif şöyle der;

“Hilâfet mefhûmını tarif ve tavzihe girişmezden evvel şu mühim ciheti arz ideyim ki, 'hilâfet’ mes’elesi hadd-i zâünda mesâil-i fer’iyye ve fıkhiyyedendir, millete âid hukûk ve mesâlih-i âmme cümlesindendir. İ’tikâda taallûkı yokdur, binâenaleyh ınesâil-i i’tikâdiyyeden değildir. Vakıan i’tikâdiyyâta dâir olan âsâr-ı İslâmiyyede dahî bu mes’eleden uzun uzadıya bahs olunuyor. Fakad bu, hilâfet mes’elesinin akâid-i İslâmiyyeden ma’dûd oldığı içün değil, belki bu mes’ele etrafında bilâhere toplanmış olan birtakım hurâfât ve efkâr- ı bâtılayı cerh ve ibtâl içündür.

... Hatta ‘hilâfet’ mes’elesi, dinî bir mes’ele olmadıkdan ziyâde dünyevî ve siyâsî bir mes’eledir ve doğrudan doğruya milletin kendi işidir. Bunun içündür ki, nusûs-ı şer’iyyede bu mes’ele hakkında tafsilât yokdur.

... Zamanımızda diğer birçok hakâyık-ı şer’iyyede oldığı gibi, bu hilâfet mes’elesi hakkında da pek yanlış fikirler ve lüzumsuz taassuba tesâdüf idilmekde oldığından, hem bu babda ezhân ve efkârı tashih ve tenvir itmek, hem de bu mes’elenin mâhiyyet-i şer’iyyesini ve üzerine terettüb iden ahkâmı bildirmek maksadıyla işbu risâle kaleme alınmışdır.”[70]

Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye’nin başlıkları şunlardır; Hilâfetin tarif ve izahı (s. 6), hilâfetin taksimi (s. 13), hilâfetin şeraiti (s. 18), hilâfetin sûret-i iktisâbı (s. 25), hilâfetin gayesi ve halîfenin vazife ve mes’ûliyyeti (s. 32), velâyet-i âmme, hâkimiyyet-i milliyye (s. 36), hukûk-ı hilâfetin takyidi yâhûd saltanatın hilâfetden tefriki (s. 41), netice (s. 55), hâtime (s. 67-78).

23. Seyyid Bey, Hilâfetin Mâhiyet i Şer’iyyesi, Ankara 1340, Büyük Millet Meclisi Matbaası, 63 s.

Eser, hilâfetin ilga ve iptal edilmesi konusunun tartışıldığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 3 Mart 1340/1924 tarihli toplantısında, Adliye Vekili Seyyid Bey’in yapüğı konuşmayı içermektedir[71]. Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye adlı kitabındaki görüşleri açık ve net bir şekilde tekrarlayan Seyyid Bey, konuşmasının başında şöyle der:

“Muhterem efendiler! Müsâade buyunrsanız bendeniz de bu hilâfet meselesi hakkında biraz îzâhât vireyim. Mesele pek mühim oldığından ve hatta târihimizde ve belki de bilumum hâdisât-ı ictimâiyye arasında en büyük bir İnkılâb dimek oldığından bu babda ne kadar söz söylense yine azdır. Anın içün sabrınızı sû-i istimal idersem beni mazûr görünüz. Benden evvelki hatibler, husûsiyle Eskişehir mebûsı Abdullah Azmi Efendi Hazretleri bu babdaki kanâatini beyân itdiler. Pek güzel ve pek samimî söylediler. Bendeniz de bu meseleye dâir uzun senelerden beri icrâ itdiğim tetebbuât neticesinde hâsıl olan kanâatimi beyân itmek isterim. Nitekim geçen sene hilâfet hakkında Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye unvanıyla bir de ki tab neşr itmiş idim. Didiğim gibi, târîh-i İslâm’da azîm bir İnkılâb yapıyoruz. Diyebilirim ki bundan daha büyük İnkılâb olamaz. Bu İnkılâbın azametindendir ki zihinler bununla pek meşguldür. Kalbler endîşe ve tereddüd içindedir. Onun içün cümlemizin vicdân ve iz’âm arzu idiyor ki mesele tamamıyla tavazzuh itsün. Yâr ve ağyâr ne yapdığımızı ve ne yapmak istediğimizi bilsün. Şuurlı bir sûretde mi, yoksa şuursuz bir halde mi yapıyoruz, anlasun. Meclis-i âlî, hilâfet meselesinin mâhiyyet-i şer’iyye ve siyâsiyyesini bilerek mi ittihâz-ı karar idiyor, yoksa bilmeyerek mi? Bu cihetler tamamıyla tavazzuh itsün. Çünki tekrar idiyorum mesele hakîkaten gâyet mühimdir. Alem-i İslâm’da, belki kürre-i arzda vâki' olan İnkılâbâun en büyüğü, en mühimmidir. Bunun içün ezhânda, efkârda şübheler, tereddüdler bulunmak lâzım gelir. Meseleyi bilerek hal itmek îcâb ider. Gerek dînî ciheti ve gerek siyâsî ciheti etrâfıyla bizim bilmemiz lâzım gelir."[72]

24. Siirt Mebusu Hoca Halil Hulkî, Muş Mebusu Hoca el-Hâc İlyas Sâmi ve Antalya Mebusu Hoca Râsih, Hâkimiyyet-i Milliyye ve Hilâfet-i İslâmiyye, Ankara 1341, Yenigûn Matbaası, 37 s.

Hoca Şükrü’nün yukarıda adı geçen, Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi adlı eserine reddiye olarak yazılan Hâkimiyyet-i Milliyye ve Hilâfet-i İslâmiyye’nin[73] müellifleri, bu reddiyelerine uzunca bir mukaddime ile başlamış ve burada hilâfet konusuna yaklaşım biçimlerini ve metotlarını ortaya koymuşlardır (s. 1-10).

Eserin mukaddimesinde şöyle denilmektedir;

“Bundan takriben bir ay evvel, hilâfet meselesine dair bizce malûm biri tarafından yazılmış bir muhtırayı görmüşdük. Bu muhtıra mealinde, Afyonkarahisârî mebuslarından Hoca Ismâil Şükrü Efendi’nin nâmı ile dûn bir ri-sale intişâr itdi. Bu risaledeki fikr-i irticâa biz, Kur’ân-ı azamet-i beyân ile müsellah olarak cevap vireceğiz.

Bu risale doğrudan doğruya Teşkilât-ı Esâsiye kânunumuzla ve buna binâen hâkimiyyet-i milliyyemizle müteârızdır. Ve Şükrü Efendi Hoca bu eserinde fikirlerine bir din süsü virmişdir. Sâfderûn ve câhil olanları bu üslub belki iğfâl ider. Neticede, az düşünenler ‘hâkimiyyet-i milliyyemiz ile şeriat arasında bir uçurum var’ zehâbında bulunurlar. İşte, mahzâ iğfâlâtın önüne geçmek maksadıyla, kendisine cevap virmeye lüzûm görüyoruz.

Hâkimiyyet-i milliyyemiz, şer’-i enverden, hakk-ı İnkılâbdan, hukûk-ı tabîiyye ve sarfeden, maslahatdan doğmuş, kan dökülerek alınmış ve fi sebîlillah Türk ve Kürt millet-i muvahhidesinin mücâhedesiyle iktisâb-ı zafer ve gâlibiyet itmişdir. Hâzâ min fazl-ı Rabbi.

Sâhib-i risâle ile bu fikri taşıyanlar iyice bilmelidirler ki, bir zâde-i İnkılâb olan saltanat-ı milliyye, ondan kuvvetli bir mukabil kıyâm ile alınır. Yoksa, muğfil risalelerle kolay kolay feda idilemez:

Mâdem ki, şer’i irticâa âlet idiyorlar, biz de bu efendilere münhasıran o lisanla cevap vireceğiz. Mesâil-i dîniyye ile müteveggıl olmayanların zihinlerini hazırlamak içün bu makamda bir tavtıeye lüzum görüyoruz."[74]

Mukadddimeden sonra, İslam’da hükümetin ne olduğu ve nasıl kurulacağını anlatan ve yeni hükümet şeklinin İslâm’a uygun olduğunu savunan müellifler, Hoca Şükrü Efendi’nin hilâfete bakış tarzı ile Papalık arasında mukayese yapmışlardır. Hoca Şükrü Efendi’nin arkasında kimlerin olabileceği konusunda da çeşitli spekülasyonlara girişen yazarlar, onun bazı çelişkilerine işaret ederek, padişahlık kuruntunun doğuş ve gelişme süreci hakkında kısa bir özet vermişlerdir.

Eserin ana başlıkları şunlardır: Mukaddime (s. 1-10), İslam’da hükümet nedir ve nasıl teşekkül eder? (s. 11), hilâfet, hükümet demektir (s. 13), şekl-i hükümetimizin İslamiyet’e tetâbukı (s. 15), bugünkü hilâfetin vaziyet-i umûm iyesi (s. 18), Papalık ve Hoca Şükrü Efendi (s. 24), perdenin arkasında neler var? (s. 25), bu iki iddia arasında tenâkuz-ı azîm mevcuddur (s. 28), padişahlık hakkında bir istidrâd (s. 31), birbirine uygun zihniyetler (s. 32).

25. Müşîr Hüseyin Kıdavay, Türkiye İslam İmparatorluğunun İstikbâli, Lonra ts., Londra Cem’iyyet-i Merkeziyye-i İslâmiyyesi, 68 s.

Türkiye İslam İmparatorluğunun İstikbâli adlı kitap, Hindistan’da bulunan Huddâmü’l-Ka’be Cem’iyyet-i Merkeziyyesi kurucularından Müşîr Hüse-yin Kıdavay’ın İngiltere’deki Cem’iyyet-i Merkeziyye-i İslâmiyye (The Central Islamic Society) tarafından neşredilen The Future of The Muslim Empire Turkey adlı eserinin, yine aynı kurum tarafından yaptırılan Türkçe tercüme-sidir.

Eserin başında, “Vatandaşlar, Müslüman Kardaşlar” başlığı altında kitabın mahiyeti, yazılış ve Türkçe’ye tercüme ediliş sebepleri anlatılarak; “Hindistan Cem’iyyet-i Merkeziyye-i İslâmiyye’si kâtib-i umûmi-i fahrîsi muhterem Şeyh Müşîr Hüseyin Kıdavay kardaşımız tarafından İngilizce olarak yazılub Londra’da tab’ ve neşr idİlen bu mühim kitabı müstaînen bi-tevfîkıhî Teâlâ tercüme ve tab’ idiyoruz. Bu kitabı neşirden maksadımız, senelerden beri devam idegelen dâhili ve hârici bir çok musibetlerin tesiri altında ezilen, bunalan vatandaşlarımızın büyük bir kısmında maalesef müşâhede ittiğimiz âsâr-ı ta’ab ve ye’se karşı bir reşha-i teselliyet hâsıl itmek ve onlara istikbâl içün bir nefha-i azm ve îmân virmekdir”[75] denilmektedir.

Müterciminin adının belirtilmediği ve beş bin adet basılıp, ücretsiz olarak dağıtılan eserin yazarı Hüseyin Kıdavay, bu kitabı kaleme almadaki amacını şöyle açıklar:

“Devlet-i Osmâniyye’nin âtideki şekl-i siyâsîsi, pâyitahtı İstanbul olmak ve halîfe-i İslâm’ın, meşrûtiyetperver hükümdâr-ı Osmânî’nin hâkimiyeti altında bulunmak üzere bir müttahid veyâhûd müttefik hükûmeder hey’eti olmalıdır. Bu hey’ete, kıymetsiz bir kağıt parçası addedilmekle barb tohumlarının ekilmesine sebebiyet verilen beyne’l-milel Berlin Muâhedesi’nden mukaddem Türkiye’nin emlâki adâdında olan bütün memleketler muhtâriyet sâhibi birer cüz-i mürekkeb olarak dâhil olacağı gibi, Çar ve asker-i istibdâdındaki Rusya hükümetinin anavatandan cebren koparub aldığı Türkçe konuşan ehl-i İslâm dahî hâriç kalmayacakdır.

Cem’iyet-i akvam bu hükûmât-ı Müttahide-i İslâmiyye’ye muvakkaten eh-liyetli müşâvirler ve müdirler virmek süreliyle bidâyet-i emirde muânet itmelidir. Hatta cemiyet, bu babda bir devlet-i muazzamaya vekâlet de virebilir ve bu devlet de hükûmât-ı müttahideye te’mîn-i salâh ve hâkimiyet ve vahdet yolunda bir vasî yâhûd bir hâmî gibi değil, bir dost, müttefik, müşâvir sıfatıyla yardım ider.”[76]

Hüseyin Kıdavay, İslâmiyet ile Türkler arasındaki tarihsel ilişkiyi anlatırken hilâfetin tarihçesini ve Türkler’e geçişini anlatır ve şöyle der: “Halîfe-i İslâm, ahkâm-ı ilâhiyye dâhilinde yalnız müslümanlara karşı mes’ûl bir hükümdâr-ı müstakil olmak lazımdır. Bütün cihân müslümanları -bu mevki-i istiklâli muhâfaza emrinde kendisine muâvenet- hatta bunun içün cihâd ile mükellefdir. İslâm halîfe, hiçbir zaman gayr-i müslim bir devletin mahmîsi olamaz.”[77]

Müslümanlar arasındaki Arapçılık ve Türkçülük gibi milliyetçilik hareketleri hakkında ise, Kıdavay şu değerlendirmede bulunmaktadır:

“Eğer Türkler, Tûrâncılığı İslamcılığa tercih idecek kadar hamâkat gösterecek olurlarsa buna göre, Türk hükümdârın âlem-i İslâm nazarındaki mevkiini tebdil ve ta’dîl itmek hususunda müslümanlara emniyet ve itimad gösterilmelidir. Lâkin Tûrancılık, herhalde İslâmcılığa muhâlif değildir. Tûrancılık, belki İslâmcılığı te’yîd içün ihtiyâr idilmişdir. Fakat, Arabalık yani Arab ittihâdı menâfi-i İslâmiyyeye külliyyen mugâyirdir. Türkler, Türkçe konuşan bütün nüfusı Türk bir idâre-i hüküm ve hükümet tahtında cem’ ve tevhîd itmek arzu ediyorlarsa bu sûretle İslâmiyeti te’yîd ve tahkim itmeyi istihdaf idiyorlar dimekdir. Türkçe konuşan bütün Tûrânîler müslümandır. Hâl-i hâzırda bunlar, ecnebi ve gayr-i müslim idâre alandadırlar. Bunlar eğer Osmanlı halîfenin taht-ı idâresine girecek olurlarsa cihân-ı İslâmın halîfesine tâbi’ bulunmuş olacaklardır dimekdir. Halbuki Arabalık, cihân-ı İslâm’a tefrika sokar ve İslâmiyet’in ilgâ itmiş oldıığı millî fırkaları yeniden ortaya çıka-rır.”[78]

Hüseyin Kıdavay eserinin sonunda şöyle demektedir:

“Bilâ istisnâ. Hind müslümanlarının müttahidâne sedâsı, müslim Osmanlı Devleti’nin tamâmiyet ve istiklâli mazhar-i hürmet olmak merkezindedir. Yalnız İstanbul değil, bütün bilâd-ı mübâreke-i İslâmiyye dahî Osmanlı halîfesi idâresinde bırakılmak lâzımdır.”[79]

Türkiye İslam İmparatorluğunun istikbâli adlı kitabın ana başlıkları ise şunlardır: Medhal (s. 5), Türkiye ne içün düvel-i merkeziyye ile birleşdi? (s. 11), Türkler nasıl harb ittiler (s. 19), Türklerin kabahati (s. 21), Türklere meydan verilmelidir (s. 26), İslâmiyet ve Türkler (s. 30), Devlet-i Osmâniyye hakkında serd edilen adalet ve nasafet mutâlebâtı nelerden ibâretdir? (s. 35), İngiltere ve Devlet-i Osmâniyye (s. 39), Müslümanların hilâfete irtibâtı (s. 41), Türkiye’nin istikbâli, Müslümanların muhtırası (s. 44), başvekilin beyânâtı (s. 45), kendi kendine tayin mukadderâtı (s. 46).

Hüseyin Kıdavay kitabına ek olarak, Feliks Wali’nin ‘Türklerin Son Mukâvemeti” (s. 49), “Umûm Hindistan Cemiyet-i İslâmiyyesi Kabûl Hey’etinin Reisi Doktor Ensârî’nin hilâfetle ilgili geniş konuşması (s. 53), Hind Millî Kongresi’nde özellikle Türkiye ve hilâfetle ilgili yapılan bazı konuşma ve mektupları (s. 62-68) koymuştur.

Öte yandan, Hüseyin Kıdavay’ın yine İngiltere’de bulunan Cem’iyyet-i Merkeziyye-i İslâmiyye tarafından neşredilen The Swuord Against Islam or Defence of Standart Bearers of Islam (London 1919) adlı eseri de, aynı ku-rum tarafından Isâm’a Çekilen Kılıç Yahud Alemdarân-ı İslâm’ı Müdâfaa (London 1919, 108 s.) adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Hindistan müslümanlarının, Hindistan ve İngiltere’de Osmanlı hilâfeti lehinde yapakları çeşitli toplantı ve konferanslarla ilgili bilgilerin yer aldığı ve Osmanlıların kültür ve tarihlerinin savunmasının yapıldığı bu eser, Paris Sulh Konferansı ve Osmanlının Çöküşü[80] adıyla yeniden neşredilmiştir.

26. Ali Abdurrâzık, İslâmiyyet ve Hükümet (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1346/1927, Kitabhâne-i Sevda, 110 s.

İslam anayasa ve idare hukukuyla ilgili olarak, İslam dünyasında en çok tartışılan ve büyük yankılar uyandıran Ali Abdurrâzık’ın (ö. 1966) el-İslâm ve usûlü’l-hükm[81] adlı eseri, Ömer Rıza (Doğrul) tarafından, cumhuriyetin kurulmasından ve Osınanh saltanat ve hilâfetinin ilga edilmesinden sonra, 1927 yılında, İslâmiyyet ve Hükümet adıyla Türkçe’ye (Osmanlıca) çevrilmiştir[82].

Mütercim Ömer Rıza, kitabın başında, “Mütercimin Mukaddimesi” başlığı altında şunları söylemektedir:

“Son seneler zarfında Şark’da intişar iden eserler arasında en çok mevzu-i bahs olan, etrafında müdhiş velveleler kopan ve leh ve aleyhinde en çok yazı yazılan eser, kârilerimize tercümesini takdim ittiğimiz ‘el-İslâm ve Usûlü’l-hükm’ yani ‘İslâmiyyet ve Esâsât-ı hükümet’ unvanlı bu eserdir. Bir seneden fazla bir zaman-ı mukaddem Mısır’ın en kıymetli âlimlerinden Üstad Ali Abdurrâzık Bey tarafından Arapça ile yazılmış ve intişârının ferdâ- sında mürtecilerin hasmâne hamleleriyle, aynı zamanda teceddüdperverlerin en takdirkâr tezahüratıyla karşılanan bu eserin mevzuı hilâfet, saltanat, din ve devlet gibi Türk İnkılâbının istihdâf itdiği büyük mes’elelerdi. Mısır’da ve şâir İslâm memleketlerindeki din âlimlerinin telâkkiyâtına mübâyin yeni fikirler müdâfaa iden ve Türk İnkılâbına İlmî bir ifâde virmeğe teşebbüs iden bu eser mürtecilerle teceddüdperverler arasında çok şiddetli bir mücâdeleye sebebiyet virmişdir. Eserin intişârını müteâkıb bütün din âlimlerinin hücûmuna marûz olan muhterem müellif, dinsizlikle itham olunarak her türlü hakârete, her türlü husûmete mukâvemet mecburiyetinde kalmış, gün geçdikce bu husûmet yumuşayacağına ve bu adâvet harâretini zâyi ideceğine, bilakis şiddetini andırmış, müellifi İslâm câmiasından tard itmek, medenî, İnsanî, tabiî bütün hukukdan ıskat itmek için yeni bir hareket başlamış ve bu hareket üstadı muhakeme idecek dinî bir mahkemenin teşekkülüne müncer olmuşdı. Bu mahkemenin huzurunda eserini müdâfaa iden muhterem mü-ellifin aldığı karar, kâdîlıkdan azil olunmakdi.”[83]

“Eser-i hâzırı şimdiye kadar hilâfete dâir yazdan eserlerden tefrik iden diğer mühim bir nokta hilâfetin İslâmî bir müessese olmadığı nazariyesinin îrâd ve isbâtıdır. Mısırlı müellife tekaddüm iden mütefekkirlerin bazısı müslümanlığın bir makâm-ı hilâfet vücûda getirdiğini, yalnız sahih ve kâmil hilâfetin otuz sene devam iderek sonra saltanata terk-i mevki itdiğini iddia idi- yorlardı. Üstad Ali Bey bu nokta-i nazara da muhalefet iderek müslümanlığın peygambere vekâlet itibâriyle bir hilâfet, dinî veya dünyevî bir riyaset vücuda getirmediğini, esasen dinin böyle şeylerden müstağni olduğını ve peygamberin sûret-i kat’iyyede mevzû-i bahs itmediği bu ınüessesenin ancak irtihâl-i nebeviyi müteâkib vücûda geldiğini, hilâfetin Kur’an ve Sünnet’de îzâh idilmedikden başka, icmâ-ı ümmete de istinâd itmediğini, şeâir-i diniyyeyi îfâ nâmına onun bir lüzûın veya fâidesi olmadığını beyan idiyor.

Elhâsıl bu eser, Türk İnkılâb-ı muazzamının ilim ve fikir âleminde açdığı yeni ufukda ışıklar serpen bir meş’aledir.”[84]

İslâmiyyet ve Hükümet adlı kitabın konu başlıkları şunlardır:

Birinci Mebhas: Hilâfet ve Müslümanlık, hilâfetin mâhiyyeti (s. 6), hilâfetin hükmü (s. 19), içtimâi nokta-i nazardan hilâfet (s. 27).

İkinci Mebhas: Asr-ı Saâdetde hükümet (s. 42), risâlet ve hükümet (s. 49), hükümdarlık değil risâlet, devlet değil din (s. 64).

Üçüncü Mebhas: Târih nazarında hilâfet ve hükümet, din birliği ve Araplar (s. 84), Arap devleti (s. 93), hilâfet-i İslâmiyye (s. 99).

Öte yandan, Osmanlıların son döneminde hilâfet konusunda yazılan eserlerden biri olan, Sayyâdî-zâde Mehmed Ebü’l-Hedy er-Râfiî’nin en-Nef- hatü’n-nebeviyye fi hidmeti’l-hilâfeti’l-Hamîdiyyeti'l-Osmâniyye (İstanbul Ünv., Kıp., TY, nr. 4704) adlı kitabına, söz konusu eserin bulunduğu İstanbul Üniversitesi kütüphanesi deprem sebebiyle kapalı olduğu için ulaşılamamıştır.

* Bu makalenin hazırlanması sırasında, Osmanlıların son döneminde yapılan hilafet tartışmalarıyla ilgili çeşitli kaynaklardan beni haberdar eden ve kendilerindeki eserleri benimle paylaşan Doç. Dr. Azmi Özcan, Doç. Dr. Şit Tufan Buzpınar ve Doç. Dr. İsmail Kara Beylere en derin şükranlarımı sunarım.

Dipnotlar

  1. Türkçe nasihâtnâme, siyâsetnâme ve lâyihalar hk.bk. Agâh Sırrı Levend, “Siyaset-nameler", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı belleten 1962 (Ankara 1963), s. 167-194. Ayrıca, genel anlamda siyasetle ilgili eserlerin bir listesi için bk. Bursalı Mehmed Tâhir Efendi, Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye. İstanbul 1332. Kader Matbaası, 24 s.; Halil Uysal - Mehmet Harmancı, “Osmanlı Çağı Türkçe Siyâset Kitâbiyâtı", Makâlât. II (Konya 1999). s. 109-130.
  2. Adâletnâmeler hk.bk. Halil İnalcık, “Adâletnâmeler". Belgeler (Türk Tarih Kurumu). II- 3-4 (.Ankara 1967), s. 49-145; Yücel Özkaya, “XVIII’inci Yüzyılda Çıkarılan Adalet-nâmelere Göre Türkiye’nin İç Durumu”, Türk Tarih Kurumu Belleten (TTK Belleten), XXXVIII/151 (Ankara 1974), s. 445-491.
  3. Osmanlı hilâfetiyle ilgili tartışmaları içeren ilk eserlerden biri Sadrâzam Lütfi Paşa’nın (1488-1563) Risâletü Halâsı '1-ümme fi ma'rifeti’l-eimme adlı eseridir. Bu eserin bazı yazma nüshaları için bk. İstanbul Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2876 (Farsça), 2877 (Arapça). Ayrıca bu ikî nüshanın satır aralarında kısa Türkçe tercümeleri de bulunmaktadır. Adı geçen eserin özeti için bk. Hulûsi Yavuz. Siyaset ve Kültür Tarihi Açısından Osmanlı Devleti ve Islâm, İstanbul 1991. İz Yayıncılık, s. 97-108. Öte yandan, Osmanlılar devrinde yazılan hilâfet veya saltanatla ilgili eserlerde genellikle saltanat ve hilâfetin fazileti ile sultana itaatin önemi vurgulanmıştır. Örnek olarak bk. Şeyhülislam Yâsincizâde es-Seyyid Ahmed Abdülvehhâb Efendi (ö. 1249/1834). Hülâsâtü'l-bürhân (Tergibü'n-nâs) fi itâati’s-sultân, İstanbul 1247. Matbaa-i Amire, 31 s., eserin s. 2-15 arası Arapça, s. 16-31 arası ise Türkçe’dir, Berzencizâde Hafız Ahmed Faiz b. Mahmud. Evdahu’l-beyân fi vücübi itâati’s-sultân (trc. Abdülhamid Hamdi Balaban), İstanbul Ünv. Merkez Ktp.. Türkçe, nr. 9913. 10 vr.; Osmanlıların son elli yılma tesadüf eden hilâfet tartışmalarıyla ilgili çeşitli dillerde yazılan eserlerden bazıları için bk. Muhammed Reşid Rıza. el-Hilâfe, Kahire 1341 (1922); yeni baskı, Kahire 1408/1988; T. W. Arnold, The Caliphate. Oxford 1924; Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi. İstanbul 1977, Eser Matbaası, V, 1628-1629; Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Paıti Yönetimi'nin Kurulması (1923-1931), Ankara 1981, Yurt Yayınlan, s. 64-67; Hulusi Yavuz. Siyaset ve Kültür Tarihi Açısından Osmanlı Devleti ve İslâm, s. 76-78; İsmail Kara, İslamcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul 1994. İz Yayıncılık, s. 189; İhsan Süreyya Sırma, “II. Abdülhamid'in Hilâfeti Hakkında Yazılmış Arapça Bir Risale ve Bununla İlgili Kırk Hadis". İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi (Fâtih Sultan Mehmed'e Hatıra Sayısı), XXXIII (1980-1981), İstanbul 1982, s. 375-400; ayrıca bk. A.mlf., Birkaç Sahife Tarih, Konya 1991. Esra Yayınları, II. Baskı, s. 81-96.
  4. Osmanlılar’ın son döneminde yapılan hilafet tartışmalarıyla ilgili eserleri inceleyen elinizdeki makalenin hazırlanmasından sonra, bu konudaki eserleri bir araya getiren yeni bir çalışma yapılmıştır. Bk. İsmail Kara, Hilâfet Risaleleri I-II, İstanbul 2003.
  5. Esad Efendi’nin hayatı hk. bk. Tarık Zafer Tunaya, “Osmanlı Anayasacılık Hareketi ve 'Hükûmet-i Meşrûta’". Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, Beşeri Bilimler, VI (İstanbul 1978), s. 229
  6. Adı geçen risale, Tarık Zafer Tunaya'nın değerlendirmesi ve Zafer Toprak’ın transkripsiyonu ile neşredilmiştir Bk. Tarık Zafer Tunaya. “Osmanlı Anayasacılık Hareketi ve 'Hükûmet-i Meşrûta’ ", Boğaziçi Üniversitesi Dergisi. Beşeri Bilimler, VI (İstanbul 1978). s. 227-237.
  7. Tarık Zafer Tunaya. a.g.m., s. 230.
  8. Tarık Zafer Tunaya. a.g.m., s. 231.
  9. Ahmed Midhat. Üss-i İnkılâb, İstanbul 1295, Takvîm-i Vekâyi’ Matbaası, İkinci cildin kapak sayfası
  10. Ahmed Midhat, a.g.e., II, 187.
  11. Muhiddin Efendi’nin bu layihası. Hayri Mutluçağ tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır. Bk. Hayri Mutluçağ "Abdülhamit’e Unutamayacağı Dersi Veren Bir Yiğit Hoca", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1 (İstanbul 1967), s. 8-19; ayrıca bk. R. Yücel Özkaya, "Tanzimat’ın Siyasi Yönden Meşrutiyete Etkileri ve Cemiyet-i İslamiye Başkan Vekili Muhiddin Efendi’nin Meşrutiyet Hakkındaki Düşünceleri", Tanzimat'ın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, Anakara: 31 Ekim-3 Kasım 1989, Ankara 1994 (Türk Tarih Kurumu Basımevi), s. 301-321 (Arîza metni, s. 310-321).
  12. Nazif Surûrî. Hilâfet-i Muazzama-i İslâmiyye, Kostantıniyye 1315, Malûmat Gazeteleri ve Tâhir Bey Matbaası, s. 3-5.
  13. Nazif Surûrî, a.g.e., s. 21-23.
  14. Bu lâyiha için bk. Yücel Özkaya, “Birinci Kanuni Esasi ve Meşrutiyet Hakkında Ortaya Konulan Görüşler ve Parlamento Usulü Hakkında Bir Layiha", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarilı- Coğraiya Fakültesi Dergisi (Cumhuriyetin 60. Yıldönümü Armağanı), XXXI/1-2 (Ankara 1987). s. 397-415 (Lâyihanın metni, s. 400-415).
  15. Ulûm-i Zahire ve Batınada Yed-i Tûlâ Sahibi Bir Zat. İmâmet ve Hilâfet Risâlesi, Kahire 1316, Osmanlı İttihad ve Terakki Cem'iyeti Matbaası, s. 2-3.
  16. Ulûm-i Zahire ve Bâtınada Yed-i Tûlâ Sahibi Bir Zat, a.g.e., s. 35-36.
  17. Ulûm-i Zâhire ve Bâtınada Yed-i Tûlâ Sahibi Bir Zat. a.g.e.. s. 46-47.
  18. Tezkire-i Ulemâ: Ulemâ-yı Arab'ın Hilâfet Hakkında Şer-i Mübîn ve Ahbâr-ı Sahîhadan İktibasları ve Dâmâd Mahmûd Paşadan Sultan Abdülhamid Hân-ı Sânîye Mektub. Mısır 1316, Matbaa-i Osmâniye, s. 8-9.
  19. Tezkire-i Ulemâ, s. 10-11.
  20. Doktor Abdullah Cevdet, Ulemâ-yı İslâm -enârallâhu berâhinehüın- Taraflarından Virilen Fetârâ-yı Şerife. Mısır 1325. Matbaatü İctihâd. II. Baskı, s. 3-4 (mukaddime).
  21. Ulemâ-yı İslâm -enârallâhu berâhinehûm- Taraflarından Virilen Fetâvâ-yı Şerife, s. 18.
  22. Ömer Ziyâüddin (Dağıstâni). Hadîsi erbain fî hukûk-ı selâtîn. İstanbul 1326, s. 2-3.
  23. Ömer Ziyâüddînin bu eserinin değerlendirilmesi hk.bk. İsmail Kara. İslamcıların Siyasi Görüşleri, s. 157-158.
  24. Fâzıl Mustafa Baja, Bir Eseri Siyâsi, Dersaadet 1326, Değirmenciyan Edeb Matbaası, s. 3.
  25. Fâzıl Mustafa Paşa, a.g.e., s. 15-17.
  26. Fâzıl Mustafa Paşa, a.g.e., s. 23-24.
  27. Naîm Gregor. Hilâfet. Genève ts., yayınevi yok, s. 1.
  28. Naîm Gregor, a.g.e., s. 12.
  29. Mehmed İzzet (Akçaâbâd Müftüsü), Mir‘ât-ı Meşrûtiyet, Trabzon 1326, Meşveret Matbaası, s. 2.
  30. Mehmed İzzet, a.g.e.. s. 5-6.
  31. Bu eser, Ahmet Atalay tarafından Latinize edilerek, Osmanlıca orijinal metniyle birlikte yeniden neşredilmiştir. Bk. Mehmed Zeynelâbidîn Efendi, İslamiyet ve Meşrutiyet (nşr. Ahmet Atalay), Konya 1999, Damla Ofset Matbaacılık.
  32. Konyalı Mehmed Zeynelâbidîn Efendi. Meşrutiyet ve İslâmiyet, İstanbul 1327, Arşak Garoyan Matbaası, s. 1.
  33. Konyalı Mehmed Zeynelâbidîn Efendi, a.g.e., s. 2.
  34. Bu eser, Sadık Albayrak tarafından Hilâfet ve Halifesiz Müslümanlar (İstanbul 1980, Medrese Yayınları, 136 s.) adıyla sadeleştirilerek yayımlanmıştır.
  35. Mustafa Zihni, İslam'da Hilâfet, Kostantıniyye 1327, Matbaa-i Ebüzziyâ, s. 3.
  36. Mustafa Zihni, a.g.e., s. 3.
  37. Ömer Lütfi, Nazar-ı İslâm'da Makâm-ı Hilâfet, Selanik 1330, Asr Matbaası, s. 4.
  38. Ömer Lütfi. a.g.e., s. 84-85.
  39. Abdülaziz Çâvîş’in hayatı ve eserleri hk. bk. Ömer Rıza Doğrul. “Abdülaziz Çâvîş". İslâm - Türk Ansiklopedisi, II, 365-371; Muhammed Eroğlu, “Abdülaziz Çâvîş”, Diyanet Vakfı İslâm .Ansiklopedisi (DİA), I,187-188.
  40. Bu eserin Arapça ve Osmanlıca'sı ile bugünkü Türkçe'ye sadeleştirilmiş hali bir arada neşredilmiştir. Bk. Şeyh Abdülaziz Çâvîş, Hilâfet-i İslâmiyye ve Âl-i Osman (nşr. Muhammed Safı), İstanbul 1993, Bedir Yayınevi.
  41. Bk. Abdülaziz Çâvîş, "Hilâfet-i İslâmiyye". Sebilûrreşâd, XV/353 (İstanbul 1332), s. 113- 120.
  42. Abdülaziz Çâvîş, Hilâfet-i İslâmiye, İstanbul 1334, el-Adl Matbaası, s. 1
  43. Abdülaziz Çâvîş, a.g.e., s. 2-3.
  44. Abdülaziz Çâvîş, a.g.e.. s. 12.
  45. Abdülaziz Çâvîş, a.g.e., s. 16.
  46. Abdülaziz Çâvîş, a.g.e., s. 18.
  47. Mahrnûd Ma’n, Hicaz'da Saltanat Te‘sisini Din-i İslâm Men' Eder. İstanbul 1337, Ali Şükri Matbaası, Selâmet-i Beşer Mûlliyâtı, no. 1. s. 2.
  48. Mahmûd Ma’n. a.g.e., s. 7.
  49. Said Halim Paşa’nın hayatı ve eserleri hk.bk. Eşref Edib, “İslam Âlemi İçin Pek Büyük Bir Kayıb: Prens Said Halim Paşa Hazretlerinin Şehâdeti", Sebilürreşâd, XIX/492 (Ankara 1922), s. 256-259; İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul 1986, Risâle Basın Yayın Ltd., I, 73-174; Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri (nşr. M. Ertuğrul Düzdağ). İstanbul 1998, İz Yayıncılık, III. Baskı,s. XIII-XXXVII (nâşirin girişi).
  50. Sebilürreşâd, sy. 439 (İstanbul 1338), s. 264-265; sy. 495, s. 2-5; sy. 496, s. 16-17; sy. 498, s. 38-39; sy. 499, s. 50-51; sy. 500, s. 62-63; sy. 501, s. 74-75.
  51. Said Halim Paşa. Buhranlarımız ve Son Eserleri (nşr. M. Ertuğrul Düzdağ), s. XXX (nâşirin girişi).
  52. Said Halim Paşa, a.g.e., s. 223-289.
  53. Said Halim Paşa, a.g.e.. s. 227.
  54. Said Halim Paşa, a.g.e.. s.231.
  55. Said Halirn Paşa, a.g.e.. s. 237.
  56. Said Halim Paşa, a.g.e., s. 239.
  57. Said Halim Paşa, a.g.e., s. 243.
  58. Said Halim Paşa, a.g.e.. s. 278.
  59. Ömer Lûtfî’nin hayan ve eserleri hk.bk. Mücellidoğlu Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler, Ankara 1968-1969, Mars Matbaası, III, 450-454; Tarık Zafer Tunaya. İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa, İstanbul 1988, Arba Yayınları, s. 187-194; Murat Çulcu, Hilafetin Kaldırılması Sürecinde Cumhuriyetin İlanı ve Lütfî Fikri Davası, İstanbul 1992, Kastaş Yayınları, I, 283289; II, 16-21. 65-79, 101-107, 165-271; Dersim Mebusu Lütfî Fikri Bey'in Günlüğü “Daima Muhalefet" (nşr. Yücel Demirel), İstanbul 1991, Arma Yayınları, s. 192-200. Ayrıca, Lütfî Fikri Bey’in hilâfet konusunda halifeye yazdığı bir açık mektup için bk. Dersim Mebusu Lütfî Fikri Bey’in Günlüğü “Daima Muhalefet’, s. 161-166.
  60. Lûtfı Fikri. Meşrutiyet ve Cumhuriyet, İstanbul 1339, Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaası, s. 38-39 (Murat Çulcu, Hilafetin Kaldırılması Sürecinde Cumhuriyetin İlanı ve Lûtfı Fikri Davası. İstanbul 1992, II. 19-20'den naklen).
  61. Bu eserin Osmanlıca orijinali ve yeni harflerle neşri için bk. Şükrü Hoca. Hilâfet-i İslamiye ve Türkiye Büyük Millet Meclisi. İstanbul 1993, Bedir Yayınevi; ayrıca sadeleştirilerek neşri için bk. Ferhat Koca. "Son Dönem Osmanlı Aydınlarının Hilâfet Tartışmaları", Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Siyaset ve Değer Tartışmaları (ed. Ferhat Koca). İstanbul 2000, Rağbet Yayınları, s. 293-308.
  62. Hoca Şükrü, Hilâfet-i İslâmiyye ve Büyük Millet Meclisi. Ankara 1339, .Ali Şükrü Matbaası, s. 3-4.
  63. Temel olarak Hoca Şükrü Efendi’nin görüşlerini tenkit amacıyla yazılan çeşitli makaleler, Hilâfet ve Milli Hâkimiyet (Ankara 1339, Matbûât ve İstihbarat Matbaası. 240 s.) adlı kitapta toplanmıştır.
  64. Kemal Atatürk, Nutuk. İstanbul 1973. Millî Eğitim Basımevi (Türk Devrim Tarihi Enstitüsü), II, 705-717.
  65. Kemal Atatürk a g e., II. 705.
  66. Kemal Atatürk a.g.e. II. 707.
  67. Kemal Atatürk a.g.e., II. 709.
  68. Kemal Atatürk a.g.e.. II. 710.
  69. Seyyid Bey, Hilâfetin Mâhiyet-i Şer’iyyesi. Ankara 1340, Büyük Millet Meclisi Matbaası, s. 3.
  70. Seyyid Bey, Hilâfet ve Hâkimiyyet-i Milliyye, yy, 1339, s. 1-5.
  71. Bu eser, Suphi Menteş tarafından Latinize edilmiştir Bk. Seyyid Bey. Hilâfetin Mâhiyet-i Şer’iyyesi (nşr. Suphi Menteş), İstanbul 1969. Menteş Matbaası, 62 s.
  72. Seyyid Bey. Hilâfetin Mâhiyet-i Şer’iyyesi. Ankara 1340, Büyük Millet Meclisi Matbaası, s.3-4.
  73. Bu eser sadeleştirilerek neşredilmiştir. Bk. Ferhat Koca, “Son Dönem Osmanlı Aydınlarının Hilâfet Tartışmaları", Osmanlı'dan Cumhuriyete Siyaset ve Değer Tartışmaları (ed. Ferhat Koca), İstanbul 2000, Rağbet Yayınları, s. 309-335.
  74. Siirt Mebusu Hoca Halil Hulkî, Muş Mebusu Hoca el-Hâc İlyas Sâmi ve Antalya Mebusu Hoca Râsih, Hâkimiyet-i Milliyye ve Hilâfet-i İslâmiyye, Ankara 1341, Yenigün Matbaası, s. 3-4.
  75. Müşîr Hüseyin Kıdavay. Türkiye İslam İmparatorluğunun İstikbâli, Lonra ıs., The Central Islamic Society, s. 2.
  76. Müşir Hüseyin Kıdavay. a.g.e., s. 5-6.
  77. Müşir Hüseyin Kıdavay. a.g.e.. s. 32.
  78. Müşir Hüseyin Kıdavay. a.g.e., s. 32-33
  79. Müşir Hüseyin Kıdavay, a.g.e., s. 48.
  80. nşr. Ahmet Zeki İzgöer, İstanbul 1991. Nehir Yayınlan, 158 s.
  81. Kahire 1324/1925, II. Baskı. Matbaatü Mısr. Ali Abdurrâzık’ın el-İslâm ve usûlü’l-hükm adlı eseri üzerinde yapılan çeşitli tartışmalar için bk. Muhammed Amınâre. el-Islâm ve usûlü'l- hükm li-Ali Abdirrâzık (Dirâse ve vesaik), Beyrut 1972, el-Müessesetû'l-Arabiyyetü li’d-Dirâsât ve'n-Neşr, s. 55-110. Ayrıca Ali Abdurrâzık’ın eserine reddiye olarak çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Muhammed Bahît el-Mutî’î, Hakikatû'l-İslâm ve usûlü'l-hükm, Kahire 1344, el-Matbaatü’s-Selefıyye; Muhammed el-Hıdır Hüseyin. Nakzu Kitabi'l-İslâm ve usû- li'l-hukm, Kahire 1344, el-Matbaatü’s-Selefıyye; Muhammed Ziyâüddin er-Reyis, el-Islâm ve'l-hi- lâfetü fí’l-asri'l-hadis: Nakdu Kitâbi'l-lslâm ve usüli'l-hükm. Kahire 1976.
  82. Ali Abdurrâzık, İslâmiyyet ve Hükümet (trc. Ómer Rıza Doğrul), İstanbul 1346/1927, Kitabhâne-i Sevdâ, 110 s. Ömer Rıza Doğrul’un bu tercümesinin yeni neşri için bk. İslam'da iktidarın Temelleri -Bir İdeolojik Devlet Eleştirisi-, İstanbul 1995, Birleşik Yayıncılık.
  83. Ali Abdurrâzık. İslâmiyyet ve Hükümet (trc. Ömer Rıza Doğrul), s. 3.
  84. Ali Abdurrâzık, a.g.e., s. 5.