I. Giriş
Edirne’nin Karaağaç Mahallesi’nin 1-1,5 km. güneybatısındaki Timurtaş Camisi, günümüze kadar ayrıntılı olarak ele alınıp, incelenmemiştir. Eserin banisi olarak bilinen Timurtaş Paşa’nın; Osmanlı tarihinde görülen hangi Timurtaş olduğu, değişik şehirlerde varlığı bilinen aynı ismi taşıyan camiler ile bağlantısının olup- olmadığı, vakfiyesinin bulunup- bulunmadığı, inşa tarihi ve geçirdiği onarımlar ile Türk Mimarisi’ndeki yeri aydınlatılması gereken konular olarak karşımızda durmaktadır. Bu çalışmamızda Timurtaş Paşa Camisi; plan, malzeme- teknik, mimari, süsleme açılarından incelenerek öncesi ve çağdaşı örneklerle karşılaştırması yapılmıştır. Ayrıca, yapının tarihçesiyle ilgili olarak yukarıda belirttiğimiz problemler de, kaynak ve yayınlardan elde edilen bilgiler yardımıyla bir ölçüde açıklığa kavuşturulmuştur. Gerek Edirne ve gerekse Türk Mimarisi ile ilgili çalışmaların bir çoğunda yer verilmeyen eserden kısaca söz eden, ancak ayrıntılı bilgi vermeyen az sayıdaki yayın ilgili yerlerde belirtilmiştir.
II. Erken Osmanlı Dönemi’nde Yaşamış Olan Timurtaş Paşalar
Yapıyı ele almadan önce, tarihlendirmeyi daha sağlıklı yapmak için bani Timurtaş’ın Osmanlı Tarihi’nde karşımıza çıkan dört[1] Timurtaş’tan hangisi olduğunu belirlemekte yarar vardır. Hepsi de XIV. yy sonları ile XV. yy. ilk yarısında yaşamış ve kaynaklarda; “kara”, “sarı”, “Subaşı-Muinüddin-Muhyiddin” ve “Baba” lakaplarıyla tanınmış olan Timurtaş Paşalar; aynı yıllarda yaşamış olmaları, tarihteki rolleri ile isim benzerlikleri nedeniyle çoğu kez birbirine karıştırılmıştır[2]. Arşiv belgelerinin yeterince ve dikkatli bir şekilde değerlendirilmemesi nedeniyle de bu karışıklık bir çok yayında devam ettirilmiştir.
XIV. yüzyılın ikinci yarısında, I. Murad zamanında, Osmanlı Devleti’nin sınırlarının genişlemesinde önemli katkılarda bulunan Timurtaş Paşalar’dan bir tanesi, Kara Timurtaş Paşa’dır. Ertuğrul ve Osman Gazilerin silah arkadaşlarından ve boy beylerinden Aykud Alp’in oğlu Ali’nin oğlu olan Kara Timurtaş Paşa (Bey), Rumeli’nin fethedilmesinde önemli yararlılıklar göstermiştir. İlk olarak H. 768/M. 1366’da, Balkan Dağı eteklerindeki Kızılağaç Yenicesi ile Yanbolu’nun ele geçirilmesindeki başarısıyla tanınan Kara Timurtaş Paşa, hizmetlerine karşılık, Lala Şahin Paşa’nın yerine Beylerbeyi olmuştur. Paşa’nın Beylerbeyi olduğu tarih olarak kaynaklarda; H. 774/M. 1372, H. 778/M. 1376, H. 790/M. 1388 tarihleri verilmekle birlikte, Lala Şahin'in M. 1388’de Ploşnik’te yenilmesiyle makamını Kara Timurtaş Paşa’ya bıraktığı genel olarak kabul edilmektedir[3]. H. 782/M. 1380’de Makedonya'nın Pirlepe (Prilep), İştip (Ştip), Manastır (Bitola) ile Vodine’yi fetheden Kara Timurtaş Paşa, Hersek ve Bosna’ya da akınlar düzenlemiştir. Karamanoğlu Alaüddin Bey’in, Osmanlılar’ın Hamitoğulları’ndan satın aldığı yer-lere yönelik hareketleri nedeniyle, bu bölgeye yapılan seferlere de katılıp büyük başarılar elde eden Kara Timurtaş Paşa’ya, beylerbeyiliğe ek olarak vezirlik de verilmiştir[4]. II. Murad (Murad Hüdavendigar)’ın yanında M. 1389’da, Kosova savaşına katılan Kara Timurtaş Paşa[5], savaştan sonra Yıldırım Bayezid’in emriyle Kıratova madenlerinin alınmasında görevlendirilmiştir. Bu yıllardaki kayıtlarda Timurtaş Paşalar birbirine karıştırılmaya başlanmıştır. Çünkü, II. Murad Kosova savaşına giderken Anadolu’nun güvenliğini Sarı Timurtaş ve Subaşı Timurtaş ile sağlamıştır. Sarı Timurtaş Kütahya, Işıklı ve Sandıklı; Subaşı Timurtaş ise Sivrihisar ve Sakarya taraflarını kontrol altında tutuyordu[6]. Kara Timurtaş Paşa, Ege bölgesindeki bazı yerler ile Karaman ve Eflak taraflarına yapılan seferlere de katılmıştır. Birinci İstanbul kuşatmasının yapılmasında da etkili olan Kara Timurtaş Paşa, bir sûre sonra emekliye ayrılarak Bursa'ya yerleşmiş ve H. 806/M. 1404’te ölmüştür. Bursa’da kendi adına yaptırdığı caminin haziresine defnedilmiş olan Kara Timurtaş Paşa’nın mezar taşında “melik’ül umera” ibaresi yer alması[7], Paşa’nın son görevinin beylerbeyilik olduğu bilgisini kuvvetlendirmektedir.
Osmanlı tarihinde görülen ikinci Timurtaş Paşa ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi “sarı” lakaplı olup, II. Murad zamanında Kütahya, Sandıklı ve Işıklı bölgesinin emirliğini yapmıştır. Yıldırım Bayezid devrinde, M. 1392 veya M. 1393’te Anadolu’da, merkezi Ankara olan bir beylerbeydik ihdas edilerek Sarı Timurtaş Paşa’ya verilmiştir. Çankırı’nın Candaroğulları’ndan alınıp Osmanlı topraklarına katılmasını sağlayan Sarı Timurtaş Paşa, Niğbolu savaşına da katılmış; Divriği, Darende, Malatya, Besni ve Kemah’ın alınmasında yararlı işler görmüştür. Anakara’da bulunduğu sırada Karamanoğlu Alaüddin Bey’in kuvvetlerince baskınla alınıp, Konya’ya götürülen Sarı Timurtaş Paşa, Yıldırım Bayezid’in Karamanoğulları’na yönelik sefer hazırlığında olduğu haberi üzerine serbest bırakılmıştır[8]. Ankara savaşında Timur’a esir düşen ve M. 1402’de serbest bırakılan Sarı Timurtaş Paşa, Osmanlı şehzadeleri arasında başlayan saltanat mücadelesinde İsa Çelebi tarafını tutmuş ve Ulubad’daki ilk savaşta Çelebi Mehmed’e karşı İsa Çelebi’nin yanında yer almıştır. İsa Çelebi’nin kuvvetlerinin yenilmesi üzerine kaçarken yakalanmış ve Çelebi Mehmed tarafından H. 805/M. 1403 tarihinde öldürülmüştür[9]. Sarı Timurtaş Paşa’nın mezarı, Kara Timurtaş Paşa gibi, Bursa’da Çakır Hamamı civarındadır[10].
Bazı kaynak ve yayınlarda, “Baba” lakaplı bir başka Timurtaş Paşa’nın da varlığından söz edilir[11]. Baba Timurtaş Paşa, II. Murad zamanında yaşamış ve H. 845/M. 1441 tarihinde vefat ederek, Edirne’deki mescidinin haziresine gömülmüştür[12]. Edirne’de vakıflar kuran ve bu nedenle inceleme konumuzu oluşturan Edirne- Karaağaç’taki Timurtaş Camisi’nin banisi Subaşı Timurtaş ile çok karıştırılan Baba Timurtaş Paşa hakkında daha fazla bilgi vermekte yarar vardır. H. 820/M. 1417, H. 862/M.1457, H. 872/M. 1467 tarihli vakfiyeleri de bulunan Baba Timurtaş Paşa’nın bu vakfiyelerinden birincisi Edirne’deki mescit[13] ve zaviyesi için, ikincisi cüz okuması ve vakıf kulları için, üçüncüsü de evladlık vakfı olarak gösterilmiştir[14].
Osmanlı tarihinde, üç Timurtaş Paşa’dan başka, bir dördüncü Timurtaş Paşa daha vardır. Sivrihisar, Sakarya bölgesinin muhafızı olan ve Subaşı olarak tanınan Muinüddin Timurtaş Paşa, Vezir-i a’zam Çandarlızade Ali Paşa’nın kölesi olup, emir-i kebir unvanıyla görev yapmıştır. Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın tespit edilen H. 810/M. 1407 ve H. 820/M. 1417 tarihli iki vakfiyesinden[15] Tekirdağ- Hayrabolu’da kurulmuş olan vakfına[16] ait kayıtta; “min ümera-i vel ekabir Timurtaş Bey bin Abdullah atik ul merhum ül mağfur Ali Paşa” ifadesi yer almaktadır. Buradan Timurtaş Paşa’nın, Ali Paşa’nın kölesi olduğu anlaşılmaktadır. Edirne’de olan ikinci vakfına ait kayıtta ise; “emir-i kebir Muinüddin Timurtaş bin Abdullah” şeklinde bir ibare bulunmakta ve dolayısıyla, büyük emirlerden olduğu ortaya çıkmaktadır[17]. Gerek vakfiyedeki kayıtlar ve gerekse diğer belge ve bilgiler, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın, incelediğimiz caminin banisi olduğunu göstermektedir.
III. Timurtaş Paşa Camisi
Timurtaş Paşa Camisi[18], Edirne’ye bağlı Karaağaç Mahallesi’nin güney-batısında, Timurtaş (Demirtaş)[19] Çiftliği (Köyü)’nde yer almaktadır. Günümüzde terk edilmiş ve yerleşim alanı dışında, tarlalar ortasında kalmış olan eser, harap durumdadır (Res. 1).
Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa, H. 820/M. 1417 tarihli vakfiyesinden[20] anlaşıldığına göre, sonradan camisi ile birlikte Timurtaş Köyü adıyla tanınan, Edirne’nin İbn-i Gürgen mezrasını, kendisi yaşadığı sürece mütevelli olmak üzere evladlık vakfı yapmıştır. Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın vakfını daha sonra hayır vakfına dönüştürdüğü ve çevredeki başka köyleri de dahil ederek elde edilen geliri, Edirne’deki Hızır Baba Zaviyesi[21] ile Timurtaş Paşa Camisi’ne[22] tahsis ettiği anlaşılmaktadır. Vakıf kaydının şahideri arasında Mevlana Carullah bin Hoca Kemaleddin, Şeyh Mehmed bin Cemaleddin, İbrahim bin Halil[23], Ali Bey Çelebi bin merhum Timurtaş Paşa, Uydu(?) Ali Bey bin Hacı Evrenos Bey gibi önemli şahsiyetlerin bulunması, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın oldukça önemli bir kişi olduğunu göstermektedir. Vakfiye, kazasker unvanlı Cemal bin Sankorsa (Songurca) (?) tarafından tescil ve tasdik edilmiştir[24].
Eser günümüze; minaresinin, üst örtüsünün, kapı ve pencerelerinin büyük bir kısmı yıkılmış olarak, harap bir vaziyette ulaşmıştır.
Kare planlı, üzeri Türk üçgenleriyle geçilen ve sekizgen kasnağa oturan tek kubbeyle örtülü harim ile bunun kuzeybatı köşesinde yer alan minaresiyle yapı, anıtsal bir görünümdedir (Şekil 1- 2).
İnşa malzemesi olarak kaba yonu ve moloz taş ile tuğla kullanılmıştır. Beden duvarlarında, bir sıra taş ve iki sıra tuğlanın alternatif olarak örülmesiyle almaşık duvar tekniği uygulanmıştır. Kubbede, kemerlerde, mihrapta ve kubbeye geçişlerde ise tamamıyla tuğla malzeme kullanılmıştır.
Caminin doğu cephesinde, altlı ve üstlü olmak üzere ikişerden dört ve kubbe kasnağının bu cepheye rastlayan yüzünde bir olmak üzere toplam beş pencere açıklığı vardır. Aynı hizadaki pencerelerden alttakiler, üst sıradakilere göre daha büyüktür. Düşey dikdörtgen formlu pencerelerin sivri kemerleri tuğladandır. Kasnak yüzeyindeki pencere, cephedeki pencerelerin tam ortasına gelecek biçimde yerleştirilmiştir. Üst sıra pencerelerinin sivri kemerleri, tuğlayla yapılmış yüzeysel bir niş içerisine alınarak vurgulanmıştır (Res. 2).
Yapının güney cephesi, gerek malzeme- teknik ve gerekse pencere düzeni bakımından doğu cephe ile bütünüyle aynıdır (Res. 3).
Minarenin de bulunduğu batı cephenin düzeni, minareye mahfil seviyesinden girişi sağlayan düz lentolu ve düşey dikdörtgen formlu kapı dışında, diğer iki (doğu ve güney) cepheden farklı değildir. Duvar örgüsünde kullanılan malzeme, uygulanan teknik ile pencerelerin sayıları, dizilişleri ve formları hemen hemen aynıdır. Bu cephe sadece, kuzey ucundaki minaresi ve minare kaidesinin üst seviyelerindeki mahfil girişi ile diğerlerinden farklı bir görünüm sunmaktadır (Res. 4- 5).
Camiye giriş kapısının da bulunduğu kuzey cephede, girişin iki yanında birer pencere açıklığı bulunmaktadır. Diğer cephelerde olduğu gibi, bu cephenin üst seviyeleri ile kasnakta, pencere açıklığına rastlanmaz. Kuzey cephedeki iki pencere, diğer cephelerdeki alt seviye pencereleriyle form, konum ve malzeme bakımından benzerlik gösterir (Res. 6). Yapı cephesinden hafif taşıntılı olan taç kapı, sağır alınlıklı ve tuğlayla yapılmış sivri kemerlidir. Taç kapı ortasındaki dıştan sepet kulpu, içten sivri kemerli kapı açıklığından harime girildiğinde, güney duvarı ortasında mihrap yer almaktadır.
Kare planlı ve zemin döşemesi tahrip olmuş harim, oldukça yüksek ve üç pencereyle hareketlendirilmiş sekizgen kasnağa oturan bir kubbe ile örtülüdür. Türk üçgenleriyle geçilen tuğla kubbenin yarısından fazlası yıkılmış[25], mevcut kısımlarında ise yer yer çatlaklar bulunmaktadır (Res. 7- 8). Harimin iç duvar yüzeylerini kaplayan sıvanın büyük bir bölümü de dökülmüştür. Sağlam durumdaki sıvalar üzerindeki izlerden, iç duvar ve kubbe yüzeyinde, renkli boyalarla yapılmış süslemeler bulunduğu anlaşılmaktadır. Doğu ve batı cephede alt ve üst, kuzey cephede ise sadece üst seviyelerde olmak üzere dikdörtgen kesidi dolap nişleri bulunmaktadır. Ayrıca orijinalde, harimin kuzey kanadında ahşap kuruluşlu bir mahfil olduğu mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Harimin batı duvarının kuzey köşesinde, minareye girişi sağlayan basık kemerli kapı açıklığı vardır. Bu kapının üzerinde, mahfil seviyesinde, minareye girişi sağlayan ikinci bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Minber, mahfil ile kapı ve pencere söveleri belirleyemediğimiz bir tarihte yok olmuştur (Res. 9-11).
Harimin güney duvarı ortasında, dikdörtgen kesitli ve yüzeyden hafif taşıntılı mihrap nişi yer almaktadır. Tuğla malzemeyle yapılmış mihrap, dört sıra mukarnaslı kavsaraya sahiptir. Bütünüyle sıvalı olduğu anlaşılan mihrabın alt seviyelerdeki sıvası dökülmüştür. Sıvalı yüzeylerde, değişik renkli boyalarla yapılmış süslemeler görülmektedir (Res. 12).
Caminin kuzeybatı köşesine dıştan bitişik olan minarenin sadece kaidesinin çok az bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir. Eserin 1962 yılındaki durumunu gösteren fotoğraflarda[26] minarenin, kaidesine kadar sağlam olduğu anlaşılmaktadır. Kare planlı kaideye sahip minarenin, büyük bir olasılıkla, tuğla malzeme ile örülmüş silindirik bir gövdeye ve tek şerefeye sahip olduğu, benzer örneklerden hareketle söylenebilir. Merdiven basamakları tuğla olan minareye içeriden, harimin kuzeybatı köşesindeki, alt (zemin) ve üst (mahfil) seviyelerdeki iki kapı ile girilmektedir (Res. 13).
Yapının kuzey cephesinde, son cemaat yeri olduğunu ispatlayacak herhangi bir iz mevcut değildir. Edirne ve çevresindeki camilerde yaygın olan, kuzey cepheye bitişik ahşap bir sundurma uygulamasını da burada göremiyoruz.
Süsleme bakımından çok zengin olmadığı anlaşılan eserin, iç duvar ve kubbe yüzeylerinin sıvaları üzerinde, yer yer renkli boyalarla yapılmış bitkisel karakterli ve yazıdan oluşan süsleme kompozisyonları görülür. Mihrapta ve kubbe eteğindeki silme ile iç duvar yüzeylerinin üst sıra pencere seviyelerinde görülen süslemelerin yapımında mavi, kırmızı ve kahverengi tonlarda boyalar kullanılmıştır. Alt seviyelerindeki sıvası dökülmüş olan mihrabın bütün yüzeyi ile alınlığında, geç dönem özellikleri gösteren bitkisel karakterli süslemeler vardır. Ancak, boyaların büyük ölçüde renk kaybına uğraması nedeniyle süsleme kompozisyonunun niteliğini belirlemek mümkün olmamaktadır. Ayrıca, mihrabın kavsarası dört sıra mukamasla dolgulanmıştır. Doğu ve batı iç cephe yüzeylerinin ikinci sıra pencerelerinin arasında, yatay dikdörtgen çerçeveler içerisinde, Arap harfleriyle yazılmış fakat, ne olduğu tam olarak anlaşılamayan dinsel içerikli olduğu muhtemel yazı levhaları vardır (Res. 14). Mevcut sıvalar ile kubbeden döküldüğü anlaşılan sıva kalıntılar, kubbe iç yüzeyinin de, bitkisel karakterli ve geç dönem özellikleri yansıtan süslemelere sahip olduğunu göstermektedir. Kuzey cephedeki giriş açıklığının harim tarafındaki sivri kemeri, iki renkli taş örgüsünü hatırlatırcasına, kırmızı renk boyalıdır.
İnşa ve onarımlarına ait bir kitabesi bulunmayan caminin banisi Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın, H. 820/M. 1417 tarihli bir vakfiyesinin bu-lunduğunu yukarıda belirtmiştik[27]. Vakfiyede Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’dan, “Emir- kebir Muinüddin Timurtaş bin Abdullah” şeklinde bahsedilmesi[28], kendisinin hem bir köle ve hem de büyük emirlerden olduğuna işaret eder. Yine vakfiyeden, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın Edirne yakınlarındaki, sonradan cami ile birlikte Timurtaş Köyü adıyla bilinen İbn-i Gürgen mezrasını, evladiyelik olarak vakfettiği anlaşılmaktadır. Binanın geliri daha sonra, Edirne’deki Hızır Baba Zaviyesi[29] ile Timurtaş Bey Mescidi (Camisi)ne tahsis edilmiştir. Vakfiyenin sonlarında, şahitler arasında, Çandarlızade ailesinden İbrahim bin Halil ile bir çok önemli şahsiyet vardır. Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa bin Abdullah, aynı zamanda, şahitler arasında görülen Çandarlızade İbrahim’in kardeşi Ali Paşa'nın kölesidir[30]. Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın M. 1428’den sonra öldüğü kabul edilmektedir[31].
Vakfiyedeki bilgiler ve Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın yaşadığı dönem dikkate alındığında, caminin büyük bir olasılıkla XV. yy.ın ilk çeyreğinde inşa edilmiş olabileceğini söyleyebiliriz. Ancak, eserin inşa kitabesi ve yazılı belge bulunamaması, kesin bir tarih vermemizi zorlaştırmaktadır.
Abdurrahman Hibri tarafından M. 1636’da yazımı tamamlanan “Enisü’l- Müsamirin” adlı eserde, incelemekte olduğumuz Timurtaş Camisi’nin yapımı ve onarımıyla ilgili bazı bilgiler yer almaktadır. Burada yer alan bilgilere göre cami; Edirneli iken Kahire’de zengin malvarlığı bırakarak ölen Sefer Çelebi adlı kişi tarafından Edirne’nin yakınındaki, şehrin ünlü mesire yerlerinden ve Müslüman köylerinden Timurtaş (Demirtaş)’da, H. 1000/M. 1591 başlarında yaptırılmıştır. Hıbri ayrıca, Sefer Çelebi’nin, caminin yapılması için Edirne bostancıbaşısı Süleyman Ağa’ya birkaç bin flori gönderip, “Benim için Edirne’de bir cami yaptırın" diye ricada bulunduğunu da ifade etmektedir. Süleyman Ağa da, adı geçen yeri uygun bularak, Sefer Çelebi adına, tek kubbeli ve minareli bir cami yaptırmıştır[32]. Aynı bilgileri Hıbri’ye dayanarak tekrarlayan Ahmed Badi Efendi (1839- 1907) ise Riyaz-ı Belde-i Edirne adlı eserinde; caminin vakfı olmadığı için zamanla yıkılmaya yüz tuttuğunu, vilayetten yapılan teklif üzerine padişah emri çıkarılarak devletçe onarıldığını ve 22 Eylül 1895 Cuma günü açılış töreni yapıldığını bildirir[33]. R. M. Meriç, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü Emval-i gayr-i menkule defterindeki kayıtlara dayanarak, 1962 yılı sonlarında hazırladığı Edirne’deki eski eserleri hakkındaki çalışmasında, Karaağaç’tâki Timurtaş Camisi’nin ikinci derecede kıymete haiz eserlerden olduğunu ve H. 1000/M. 1591’de Sefer Çelebi tarafından yaptırıldığını herhangi bir kaynak göstermeden ileri sürmektedir[34]. Yukarıda belirtilen kaynaklarda verilen bilgiler, Edirne- Karaağaçtaki Timurtaş Camisi’nin banisi ve yapım tarihi konusunda, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın vakfiyesindeki kapılarla uyumsuzluk gös-termektedir. Onarımla ilgili bilgilerin ise doğru olabileceğini, eserde mevcut geç dönem duvar süslemelerine dayanarak kabul edebiliriz. Bu arada, M. T. Gökbilgin H. 890/M. 1485 tarihli tapu kaydına dayanarak, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın Sarı Yakub, Etmekçi ve Karun (Timurtaş) köylerine ait vakfının II. Mehmed zamanında bozularak umara verildiğini, II. Bayezid devrinde vakfın muteber olduğunu ve II. Selim döneminde ise üç köyden Karun (Timurtaş) hariç diğerlerinde yaşayan Hıristiyanların haraçlarını havass-ı hümayun ile Yıldırım imaretine verdiklerini ileri sürmektedir[35]. Bu bilgilere dayanarak da Hıbri’nin, Cami’nin harap duruma düşmesine, vakıfsız kalmasının neden olduğu şeklindeki ifadesinin doğru olduğu düşünülebilir. Ancak, eserin banisinin Sefer Çelebi ve inşa tarihinin de H. 1000/M. 1591 olduğu şeklindeki bilgilerin doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü, hem bani Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa’nın yaşa-dığı tarihler ve hem de mevcut vakfiye bu konuda şüphe bırakmamaktadır.
IV. Değerlendirme:
Kare planlı ve üzeri tek kubbeyle örtülü cami şeması, Edirne ve çenesinde oldukça yaygındır[36]. Mevcut haliyle Timurtaş Paşa Camisi, Türk Mimarisi’nde çok fazla tercih edilen bir plan tipine sahiptir. Ayrıca, yapımında kullanılan malzeme ve teknik bakımından da, hem Edirne’deki ve hem de diğer kenderdeki Erken Osmanlı camileriyle benzerlik göstermektedir. İncelediğimiz Timurtaş Paşa Camisi’ne plan bakımından Edirne’deki eserlerden; Arif Ağa Camisi (XV. yy. ilk yarısı)[37], Uzunköprü- Kırkkavak Köyü Turhan Bey Camisi (M. 1454)[38], Sanca Paşa Camisi (M. 1458- 59)[39], Kuşçu Doğan Camisi (M. 1462)[40] ve Gazi Hoca Camisi (XV. yy. ikinci yarısı- M. 1520)[41] benzerlik göstermektedir. Ayrıca; Kırklareli Hızır Bey Camisi (M. 1383- 84)[42] Ûsküp Hüseyin Şah Camisi (M. 1553- 54)[43], Kütahya Pekmezpazarı (Hacı Ahmet, Analcı) Mescidi (M. 1369)[44], Kütahya Süleyman Bey (Servi, Çatal- çeşme) Mescidi (M. 1381- 82)[45] ve Kütahya Şengül (Celal Efendi) Camisi (XVI. yy. ilk çeyreği)[46] plan bakımından, incelediğim eserle benzerlik arzetmektedir.
Erken Osmanlı Mimarisi ’nde yapım malzemesi olarak genellikle taş ve tuğlanın almaşık teknikte tercih edildiği bilinmektedir. Ele aldığımız Timurtaş Paşa Camisi'nde de, kaba yonu taş ve tuğla bir arada, almaşık teknikte (bir sıra taş- iki sıra tuğla şeklinde) uygulanmıştır. Bu tarzda duvar örgüsüne, Edirne, Bursa, İznik ve Amasya gibi kentlerdeki değişik fonksiyonlu (cami, mescit, medrese, hamam, han gibi) yapılarda yoğun bir şekilde rastlamaktayız. Bir dönem özelliği olarak karşımıza çıkan bu uygulama, Bizans Mimarisi’nde de tercih edilen başlıca duvar örgü tekniği olmuştur. İnşa mazlemesi ve duvar örgü tekniği bakımından benzer örnekler arasında; İznik Yakup Çelebi Camisi (M. 1362- 89)[47], Bursa İbrahim Paşa Camisi (M. 1420- 21 )[48], Bursa İbn-i Bezzaz Camisi (M. 1423)[49], Edirne Şahmelek Paşa Camisi (M. 1428)[50], Edirne Mezit Bey Camisi (M. 1441)[51], Bursa Kanberler (Sitti Hatun) Camisi (M. 1459)[52], Bursa- Karacabey, Karacabey Camisi (M. 1456)[53], İstanbul Rum Mehmed Paşa Camisi (M. 1471)[54], Bursa Ahmed Dai Camisi (M. 1471)[55], Bursa Tuzpazarı Camisi (XV. yy.)[56], Bursa- İnegöl, İshak Paşa Camisi (M. 1482)[57], Edirne Kadı Bedreddin Camisi (M. 1530)[58] ve İstanbul Hadım İbrahim Paşa Camisi (M. 1551)[59] belirtilebilir. Ayrıca, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Anadolu ve Balkanlar’da özellikle erken Osmanlı döneminde inşa edilmiş değişik fonksiyonlu pek çok yapıda almaşık duvar tekniğini görebiliyoruz[60].
Timurtaş Paşa Camisi, harimin batı duvarının kuzey köşesinde yer alan minaresiyle de, başta Edirne olmak üzere bir çok Osmanlı kentindeki cami ile benzerlik gösterir. Örneğin Edirne’deki; Uzunköprü- Kırkkavak Köyü Turhan Bey (M. 1454)[61], Selçuk Hatun (M. 1455- 1456)[62], Sarıca Paşa (M. 1458- 59)[63], Kuşçu Doğan (M. 1462)[64], Ayşe Kadın (M. 1468)[65], Taşlık (M. 1473)[66], Sitti Sultan (M. 1484)[67], Kadı Bedreddin (M. 1529- 30)[68], Süle Çelebi (M. 1559)[69], Şeyh Çelebi (XVI. yy. ortaları)[70] ve Defterdar Mustafa Paşa (M. 1534- 35, M. 1590)[71] camilerinin minareleri, harimin batı cephesinin kuzey ucunda yer almaktadır.
Timurtaş Paşa Camisi, plan, mimari, malzeme- teknik bakımlarından benzerlik gösterdiği bir çok örnekte olduğu gibi, kuzey cephesi ortasında yer alan tek bir girişe sahiptir.
Timurtaş Paşa Camisi’nin harimini örten kubbeye geçişleri sağlayan Türk üçgenleri, Türk Mimarisi’nde değişik biçimlerde yaygın olarak uygulanmıştır. Kütahya Hıdırlık Mescidi (M. 1243- 44)[72], Bursa Alaeddin Camisi (M. 1331)[73], Kütahya Pekmezpazarı (Hacı Ahmet, Analcı) Mescidi (M.1369)[74], Kütahya Süleyman Bey (Servi, Çatalçeşme) Mescidi (M. 1381-82)[75], Kırklareli Hızır Bey Camisi (M. 1383- 84)[76], Edirne Selçuk Hatun Camisi (M. 1455- 1456)[77], İstanbul Firuz ağa camisi (M. 1491) ve Kütahya Kurşunlu Cami (XVI. yy.)[78]’nin harimlerini örten kubbelere geçişi sağlayan Türk üçgenleri, ele aldığımız Timurtaş Paşa Camisi’nin geçiş elemanlarıyla benzerlik gösteren çok sayıdaki örnekten birkaçıdır.
Eserin iç duvar ve kubbe yüzeylerinde bulunan, sıva üzerine değişik renkli boyalarla yapılmış bitki ve yazıdan oluşan süsleme kompozisyonları, XIX. yy. sonlarındaki onarımlar sırasında yapılmış olmalıdır. Çünkü süslemeler, gerek renk ve gerekse kompozisyon ve motif repertuarı bakımından, tamir edildiği dönemin özelliklerini yansıtmaktadır.
V. Sonuç
Günümüzde Edirne’nin Karaağaç Mahallesi’ne yaklaşık 1-1,5 km. uzaklıkta, tarla içinde, terk edilmiş durumdaki cami; plan, mimari, malzeme ve teknik bakımlardan inşa edildiği dönemin özelliklerini yansıtmaktadır. Ancak, banisi, inşa tarihi ve geçirdiği onarımlar ile ilgili çelişkili bilgiler, eseri ilgi çekici kılmaktadır. Arşivlerde yapılacak çalışmalarla bu ve benzer nitelikteki eserlerde karşımıza çıkan sorunların giderileceği kanısındayız.