ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

ALİ SEVİM

XIII. yüzyıl Arap tarihçileri arasında değerli bir yer işgal eden Kemalüddin İbnü’l-Adim (1192-1262), bilindiği üzere, Bugyetü’t-taleb fî Tarih-i Haleb adlı mufassal bir eser kaleme almıştır[1]. Haleble ilgili tarihî kişilerin haltercümelerini kapsıyan bu eserin, Ortaçağ Kuzey-Suriyesi'nin en merkezî bir şehri durumunda bulunan Haleb ve yörelerinde vukua gelen çeşitli olaylar hakkında verdiği bilgilerin, Suriye Selçuklu tarihinin aydınlığa kavuşmasında özel bir yeri ve değeri vardır. İbnü’l-Adim, bugün elimizde bulunmayan ve kaynak niteliğini taşıyan birçok eserleri tetkik ile onlardan, Selçuklu tarihi yönünden yenilik taşıyan pek çok kayıtlar nakletmek suretiyle, Bugyesi'ni zenginleştirmiştir. Olayların anlatımında kronolojik sıraya pek riayet etmeyen müellif, bu nakiller sırasında, eserine aldığı kısımları çoğu zaman bilimsel bir tenkid ve tahlile tâbi tutmayı ihmal etmediği gibi[2], bugün mevcut bulunan birtakım kaynaklardan yaptığı nakillerde, mufassal olduğu kadar esasa da sadık kaldığı tesbit edilebilmektedir. Bu sonuç bize, İbnü’l-Adim’in, kaybolan birçok eserlerden yaptığı nakillerin sağlam ve güvenilir olabileceğini gösterir kanısındayız.

Müellif Haleb’le ilgili idarî, askerî ve bilgin sınıflarına mensup kimselerin (Sultan, vezir, emir, kadı, şair, edip vs.) hayat hikâyelerini anlatırken ilgili devirlerde cereyan eden siyasi olaylarla birlikte sosyal, ekonomik, din ve kültür hareketlerinin anlaşılıp değerlendirilmelerine yarayan bir çok bilgiler vermiştir ki, bu keyfiyet Bugye’nin değerini daha da artırmaktadır.

İbnü’l-Adim, çeşitli kaynaklardan nakiller yapması nedeniyle, çoğu zaman bir olayın hikâyesini birkaç kez tekrarlamakta ise de bu tekrarlar değişik şekiller gösterdiğinden, araştırıcılar, bunlar arasında kolaylıkla bir “mukayese” imkânına sahip olabilmektedirler. Müellifimiz, bu değişik rivayetleri kaydeden müverrih ya da eserlerin adlarını bize vermektedir. Böylece o, telif ettiği eserinin bir nevi “Bibliyoğrafya’sını da bize sunmuş oluyor. Nitekim müverrih, bu yayınımızın konusunu teşkil eden “Melik Rıdvan”ın haltercümesini yazarken faydalandığı müellif ya da eserleri, zikrediliş sırasına göre, şöylece sıralayabiliriz :

1 — Babasının, dedesine atfen, kendisine anlattığı rivayetler.

2— eş-Şerif İdris b. el-Hasen el-İdrisî el-İskenderanî.

3 — Zeyd b, el-Hasen (Ebû Abdullah Muhammed b.Ali el-Azimî’den naklen).

4 — el-Müeyyed b. Muhammed b. Ali et-Tûsî (Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen).

5—Süleyman b. el-Fazl b. Süleyman(el-Hâfız Ebû’l- Kasım Ali b. el Hasen’den naklen).

6 — Ebû’l-Yumn (Zeyd b. el-Hasen) el-Kindî (Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen).

7— er-Reis Ebû Ali el-Hasen b. Ali b. el-Fazl ed-Dârî: Tarih.

8 — Müellifin özel olarak tuttuğu birtakım notlar.

9 — Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedanî: Unvanü's- siyer.

Fahrü’l-Mülûk Rıdvan Suriye Selçuklularının Haleb şubesinin melikidir. Bu devletin kurucusu olan babası Tacüddevle Tutuş, Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Sultan olma amaciyle, saltanat mücadelesine girmeden önce, oğlu Rıdvan’ı, birkaç emirle birlikte başkent Dımaşk'ta bırakmıştı. Tutuş, saltanatın öteki müddeisi Berkyaruk’la Rey yakınlarında savaşa (Şubat 1095) tutuşmadan önce Rıdvan’a ulaklar göndererek Suriye’de bıraktığı askerlerle birlikte kendisine yardıma gelmesini bildirdi. Bu haberi alan Rıdvan beraberinde Artukoğlu İlgazi ve diğer bazı emirler olduğuhalde, kalabalık bir orduyla babasına erişmek üzere, Dımaşk'tan ayrıldı. Fırat kıyılarına geldiği zaman babasının Rey’de yapılan savaşta yenilip öldüğünü öğrendi. Bu habere çok üzülen Rıdvan, süratle Haleb'e döndü. O, şehirde babasımn veziri Ebû’l-Kasım tarafından karşılanmış, babasının da vasiyeti üzerine, şehir ve kale kendisine teslim edilmiştir. Böylece Rıdvan hiçbir muhalefetle karşılaşmadan iç-kaledeki hükümdar sarayına yerleşmiş ve babasının yerine Suriye Selçuklu Melikliğini tek başına kendi uhdesine almayı başarmış oldu. Fakat kısa bir süre sonra kardeşi Dukak, Dımaşk’a giderek orada Suriye Selçuklularının ayrı bir kolunu kurmuş, böylece Suriye Selçuklu Devleti Haleb ve Dımaşk olmak üzere, iki kola ayrılmış oldu. Fakat Suriye Selçuklu hâkimiyetini yalnız kendi uhdesinde toplamaya çalışan Melik Rıdvan, Dukak’ın Dımaşk melikliğini tanımadığı gibi, babasının kükümdar olduğu Suriye, Filistin, Irak, Elcezire, Doğu-Anadolu, Azerbaycan ve Irak-ı Acem gibi memleketleri de hâkimiyeti altına almak istiyordu. Bu uğurda o, birçok kez teşebbüse geçmişse de babasına hizmetleri dolayısiyle maiyyetinde toplanan Cenahüddevle Hüseyin, Yağısıyan, Artuk-oğlu Sökmen ve İlgazi, Adabüddevle Abak, Abak-oğlu Yusuf gibi değerli ve işbilir emirlerden faydalanamaması ve neticede bunların kendisini zaman zaman terk etmeleri sonunda yalnız kamış ve herhangi bir başarı sağlıyamamıştır. Bu itibarla Rıdvan, babasının hâkim olduğu memleketlere sahib olamadığı gibi Filistin'in Fatımî istilâ ve işgalini de önleyememiş ve nihayet melikliğinin hâkimiyet sahasını Haleb bölgesinden ileri götürememiştir. Özellikle o, Haçlıların Urfa, Antakya, Kudüs ve Trablusçam' da birer devlet kurmalarını takip eden zamanlarda daha ciddî tehlikelerle başbaşa kalan Haleb Melikliğine bağlı şehir ve kaleleri savunma kaygısına da düşmüştür. Bu vesileyle Rıdvan, Haleb'i işgal planları hazırlamakta olan Haçlılara karşı birleşik bir İslâm cephesi teşkili için, gerek Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Mehmed Tapar, gerekse Dımaşk emîri Tuğ-Tigin ve öteki küçük mahallî emirler katında birkaç kez teşebbüste bulunmuşsa da türlü nedenlerle olumlu bir sonuca ulaşamamıştır. Bütün bunların bir sonucu olarak Rıdvan, Haleb hükümdarlığını korumak için, Haleb Bâtınîleriyle işbirliği yapmak zorunda kaldı. Kendisini tehdit eden dış düşmanlardan başka, cephe aldığı takdirde belki de hayatına son vermek suretiyle, her an hükümranlığını içerden yıkmağa hazır bu Bâtınîlere geniş bir serbestlik tanımış ve hattâ onların Haleb'de bir propaganda merkezleri açmalarına göz yummuştur. Onun, Bâtınîlere karşı Sünni âlemi zayıf düşüren bu davranışları nedeniyle, başta tâbi durumda bulunduğu Selçuklu Devleti Hükümdarı Sultan Mehmed Tapar ile öteki mahallî emirlerin hâkimleri kendisini kınamış ve Bâtınîlere karşı sert tedbirler alması hususunda emirler verip telkinlerde bulunmuşlardır. Ayrıca Melik Rıdvan devriyle ilgili birçok kaynakların da Bâtınîlerle işbirliği dolayısiyle, kendisini kusurlu saymalarına rağmen, 18 yıl gibi oldukça uzun diyebileceğimiz bir meliklik devresinde, hâkimiyeti altında bulundurduğu memleketlerin güvenlik ve sükûn içinde yaşaması uğruna hiç bir fedakârlıktan geri kalmamıştır. Bu hususa ait bir çok örnekleri Haleb tarihinin en güvenilir bir kaynağının müellifi İbnü’l-Adim’in tafsilâtlı ifadelerinde de bulabiliriz:

METNİN ÇEVİRİSİ

RIDVAN B. TUTUŞ B. ALP-ARSLAN B. ÇAĞRI BEG B. SELÇUK B. DUKAK EBÛ’L-MUZAFFER ET-TÜRKÎ ES-SELÇUKÎ

H.475 yılında doğan Rıdvan, Dımaşk'ta babasının (Tutuş’un) himayesi altında yetişti. Annesi çocuklu dul bir kadındı. Babası bu kadını, oğlu Rıdvan’a Atabeg ve mürebbî yaptığı Cenahüddevle Hüseyin ile evlendirdi.

Tutuş, Berkyaruk ile savaşmak üzere, Hemedan'a ulaşınca Dımaşk'ta bulunan oğlu Rıdvan’a mektup yazarak ona, Şam’da bıraktığı askerlerle birlikte kendisine (yardıma) gelmesini emretti. Babasının emrine uyarak ona vasıl olmak üzere, askerlerle birlikte Dımaşk'tan ayrılan Rıdvan, Âne[3] (Enbâr da rivayet edilir)’ye geldiği zaman babasının öldürüldüğü haberini aldı. Bunun üzerine o, süratle geriye dönüp Haleb'e geldi ve şehrî H.488 yılında, babasının veziri Ebû’l-Kasım b.Bedi’den teslim aldıktan sonra övey babası Hüseyin’i memleket işlerini yürütmeye memur etti[4].

(Bu sıralarda) Haleb'e gelmiş olan kardeşi Dukak, kendisinin haberi olmaksızın gizlice Dımaşk'a giderek şehre hâkim oldu[5]. (Öte yandan) Yağısıyan ve Abak-oğlu Yusuf, askerleriyle birlikte Antakya'dan Haleb'e gelerek Rıdvan’ın hizmetine girdiler. Bunlar, Rıdvan’la birlikte Tutuş’un nâiblerinden şehri teslim almak üzere, Urfa'ya yöneldiler. Yağısıyan ve Yusuf, Rıdvan’ın Haleb işlerini birlikte yürütmek amaciyle, Hüseyin’i yakalatıp hapsetmek istedilerse de bunu vaktinde haber alan Hüseyin derhal Haleb’e kaçtı. Her iki emîrin bu hareketinden endişelenen Rıdvan da Hüseyin’in arkasından Haleb'e geldi. Bunun üzerine Yağısıyan ve Yusuf Antakya’ya, döndüler[6].

Rıdvan, kardeşi Dukak’ın hâkimiyetinde bulunan Dımaşk'ı elegeçirmek için harekete geçti[7]. Cenahüddevle Hüseyin Haleb'de kalmış, Artuk-oğlu Sökmen ise Rıdvan ile birlikte Dımaşk'a yönelmişti. Rıdvan Dımaşk’a erişince Dukak, (Sökmen’in kardeşi) Artuk-oğlu Necmüddin İlgazi’yi hapsetti[8]. Dımaşk'la durumun kendi lehine gelişmemesi üzerine Rıdvan, derhal Haleb'e döndü. Sökmen ise, Beytülmukaddes (Kudüs)’e giderek şehri kardeşi İlgazi’nin nâiblerinden teslim aldı[9].

Abak-oğlu Yusuf Haleb'e Rıdvan’ın yanına gelerek orada ikamet etmeğe başladı. Fakat ondan kuşkulanmıya başlıyan Rıdvan ve Hüseyin, el-Micenn el-Fev’î’ye talimat vererek onu, Yusuf’a saldırtıp öldürttüler. Bundan sonra Rıdvan ve Hüseyin, Yağısıyan’ın nâiblerinden Tellü Bâşir[10] ve Şeyhüddeyr’i[11] teslim alıp Antakya bölgesine akınlarda bulundular ve bunu müteakip de Dımaşk'a karşı harekete geçtiler. Fakat öte yandan Yağısıyan’ın Dımaşk'a Dukak’a yardıma gitmesi üzerine, şehri elegeçirme azmi ve ümidi zayıflıyan Rıdvan Beytülmukaddes'e yöneldi. Fakat Dukak ve Tuğ-Tigin kensisini takibe koyuldular. Rıdvan’ın askerleri telef olmak üzere idi. Hüseyin ve arkasından da Rıdvan çöl yoluyla Haleb'e kaçtılar. Daha sonra Sökmen de aynı yolla Haleb'e geldi. (Fakat takip harekâtına devam eden) Dukak ve Tuğ-Tigin’in Haleb yörelerine gelmeleri üzerine Rıdvan, Sümeysat hâkimi İlgazi-oğlu Süleyman’dan yardım istemiş, o da çok sayıda askerle Haleb'e gelmiştir. İki taraf kuvvetleri Kınnesrin’de Kuvayk nehri kıyılarında karşılaştı. Yapılan savaş sonunda Dukak ve Tuğ-Tigin Dımaşk'a, Yağısıyan da Antakya'ya, çekildiler[12].

Rıdvan’ın kendisi hakkındaki niyet ve tutumunun değişmesi üzerine Hüseyin, kansı (Rıdvan’ın annesi) ile birlikte Haleb'den Humus'a kaçtı. Bundan sonra Frenkler, Antakya'ya, yeniden saldırmaya başladılar. (Şehir hâkimi) Yağısıyan, Melik Rıdvan’ın hizmetine girmek amaciyle Haleb'e geldi. Rıdvan (bu arada) Yağısıyan’ın kızı Çiçek Hatun’la evlendi. Öte yandan Frenkler, Antakya'ya inerek Haleb beldesine yapacakları akınları plânlaştırdılar. Yağısıyan’ın oğlu, Frenklere karşı yardım almak için Haleb'e geldi. Bunun üzerine Rıdvan, Haleb ve Sökmen’in askerlerini onunla birlikte (Antakya’ya) yolladı. Hazırlıksız ve silâhsız bir halde bulunan bu kuvvetler, Frenkler tarafından bozguna uğratılınca idaresi Ermeni ahalinin eline geçmiş olan Hârim’e çekildiler[13]. (Bu arada) Artuk-oğlu Sökmen, Rıdvan’ın hizmetinden ayrılıp Dukak’la birlik oldu. Daha sonra Frenklerin Antakya'yı istilâ etmeleri üzerine durumu nazikleşen Rıdvan, Haleb-Batınîlerine yanaşmış, mezheplerini tanımış, onlardan yana olmuş ve bunun bir sonucu olarak Bâtınîler, Haleb'de bir propaganda merkezi (Dârü'd-da've) kurdular. (Bunun üzerine) İslâm hükümdarları Batınîlere karşı tutumu dolayısiyle Rıdvan’a mektuplar yazmışlarsa da Rıdvan, bunlara önem vermeyerek Batınileri desteklemeye ve onlardan yana olmaya devam etti.

Frenkler (bu sırada) Rıdvan’a karşı kuvvet kazandılar. Bu durum karşısında Rıdvan, Beytü’l-mal’e ait bazı yerleri Haleblilere satmış, böylece o, şehir kalkını kendisine bağladığı gibi, Haleb’de mülkleri bulunmaları sebebiyle de onların şehirde kalmaları (şehri terk etmemeleri) hususunda çaba göstermiştir. Öyleki bir kısım Haleb halkına, Haleb ekinliklerinden 60 parça boş araziyi bir saat içinde satmış ve her arazinin sınırını, müşterisini ve değerini gösteren bir mektup (tapu) kaleme almıştır. Bu mektup babama - Tanrı rahmet eylesin- ait diğer mektuplar gibi bende bulunmaktadır[14].

Melik Rıdvan, cimri olup paraya çok düşkün idi ve asla onu sarfetmek istemezdi. Bu yüzden kendisinin emir ve kâtipleri onu "Habbe babası” diye lakapladılar. Rıdvan’ın böyle cimri olması, kendi durumunu zayıflattığı gibi, Frenkler ve Batınîlerle de ilişkileri bozuldu. Rıdvan Haleb'de eskiden mevcut olmayan (toprak ve mal) vergileri koydu. Fakat bütün bunlara rağmen Müslümanlara karşı iyi ve lütûfkâr davranırdı. Bu hususta bana şunları anlattılar :

“Bir gün Rıdvan (herhangi bir yere gitmek için) atiyle Bâbü'l- Irak’tan geçip buraya yakın olan ve sur içinde bulunan el-Mermâ'ya geldiği zaman bir kadının ‘ey Zeliha, gel Melik’e yardım et’ diye bağırdığını duymuş, bunun üzerine atını durdurup bir saat beklemiş, sonra (etrafa) bakınmış, kimseyi göremeyince: ‘Hani Zeliha nerede? ona söyleyiniz, gelip bize yardım etsin, ya da gitsin’ demiştir.” Bu, bir melikten sâdır olan en büyük bir lütûftur.

“Babam bana şunları anlattı” diyen babam, onun kendisine şunları haber verdiğini rivayet ediyor :

“Babam Ebû’l-Ganâim’in köyü olan Akdâr? (اتدار) ile Kadı Ebû’l-Fazl b. el-Haşşâb’ın köyü Abteyn? ( عبطين) arasındaki sınırlar konusunda babamla İbnü’l-Haşşab arasında anlaşmazlık çıkmış ve mesele büyüyerek taraflar arasında kırgınlık ve düşmanlık husule getirmiştir. Çok geçmeden Rıdvan durumdan haberdar olunca onlara: ‘Ben bizzat sizinle birlikte gidip sınırlarınız üzerinde duracağım’ demiştir. Çok geçmeden Rıdvan onlarla birlikte hareketle münakaşa konusu sınır üzerinde durmuş ve onlardan birisine: ‘Nereye kadar sınır iddia ediyorsunuz?’ diye sormuş o da: ‘Şuraya kadar’ diye cevap vermiştir. Bu kez ötekine: ‘Sen nereye kadar sınır iddia ediyorsun’ diye sorunca onunda : ‘Buraya kadar’ demesi üzerine Rıdvan her ikisine: ‘Kendinizin olduğunu iddia ettiğiniz yerlerin yarılarını bana hibe etmenizi istiyorum’ demiştir. Bunun üzerine her iki müddei de Rıdvan’a olumlu cevap vermiştir. Böylece her ikisinin iddia ettikleri miktarların yarılarından - Rıdvan lehine- vazgeçmesi sonunda, anlaşma olmuş ve dolayısiyle Rıdvan, ihtilâf konusu sının, her ikisini de razı edecek şekilde tesbit ettikten sonra Haleb'e dönmüştür”. Bu hikâye de tarihlere yazılması, kayt ve nakledilmesi gerekli bulunan Melik’e ait anılardan birisidir.

eş-Şerif İdris b. el-Hasen el-İdrisî el-İskenderânî’nin kendi el yazısı ile olan eserinden şunları okudum:

“eş-Şeyh Ebû’l-Hasen el-Mevsûl diyor ki-kendisi bunları bana, eş-Şerif Eminüddin ebî Tâlib Ahmed b. Muhammed en-Nakib el-Hüseynî el-İsfehanî’nin evinde seleflerinden yaptığı nakiller cümlesinden anlatmıştı-:

Ή.505 yılı Rebiülevvel ayında Haleb'e, beraberinde beş yüz deve yükü çeşitli ticaret mallan bulunan Ebû Harb İsa b. Zeyd b. Muhammed el-Hucendî adında fakih bir tüccar olan değerli bir adam geldi. Bu zat İsmailîlere çok sert davranır, onlara karşı mücadeleye gidenlere yardım eder, İsmaîliler konusunda (onlar aleyhine) oldukça mübalağa gösterirdi. Bu yüzden o, İsmailîlere mücadele edenlere bol miktarda para sarf ederdi. el-Hucendî, etrafında köle ve hizmerkârları olduğu halde, adamlarıyle birlikte yükleri gözden geçiriyordu. Kendisi Ahmed b. Nasr er-Râzî adında bir Bâtınîyi Horasan'dan beraberinde getirmişti. Bu Bâtınînin kardeşi, el-Hucendî’nin adamları tarafından öldürülmüştü. Bâtınî Ahmed (ticaret kervanı ile) Haleb'e vasıl olunca buradaki Melâhide reisi Ebû’l-Feth es-Sâig’i arayıp buldu. Bu zat Melik Rıdvan’ı etkisi altında bulunduruyordu. Ahmed, Melik Rıdvan’ın katına çıkarak ona, Fakih Ebû Harb ile kendileri arasında geçen şeyleri anlatmış ve onu, Fakih’in mallarını elegeçirmeğe teşvik etmiş ve kendisinin, Melâhide düşmanlığı ile tanınmış bir kimse olması bakımından, bu konuda herhangi bir töhmet ve iftiradan beri olacağını bildirmiştir. Buna çok sevinen Rıdvan, Ebû Harb’in mallarına sahib olma hususundaki fırsatı kaçırmamıştı. O, bu hususta kendisine yardımcı olacak kimseleri derhal çağırtıp Ahmed b. Nasr er-Râzî’yi, saldırtmak üzere, Ebû Harb İsa el-Fakih’e gönderdi. Ebû Harb onu görünce, adamlarına ve kölelerine: ‘Bu bizim arkadaşımız değil midir? diye sorunca onlar da: ‘Odur’ cevabını verdiler ve derhal ona saldırıp öldürdüler. Bu sırada Ebû’l-Feth el-Bâtınî el-Halebînin adamlarından bir gurup Ebû Harb’e saldırdılarsa da onların da hepsi birer birer öldürüldüler. Bundan sonra Ebû Harb: ‘Bu hâin (gaddar) Bâtınî'ye karşı Tanrıdan yardım istemek, arkamızdaki (gelecek) korkulardan bizi emin kıldı. Biz emniyetli kimselerin yanma geldik, yoksa bunlar (Bâtınîler) bize, bizi öldürecek kimseler yolladılar ’dedi. Bunun üzerine Ebû Harb’in adamları Rıdvan’a gidip onun bu sözlerini kendisine anlattıkları zaman Rıdvan şaşkına döndü. (Öte yandan) Sünnîler ve Şiîler Ebû Harb’e giderek kendisine yapılan bu muamelenin doğru olmadığını beyan ettiler. Ayrıca Sünnî ve Şiî inançlı gençlerden bir gurup, Bâtınî gençlere saldırarak onları öldürdüler. Bu durum Melik Rıdvan’a bildirildi ise de o, bu olayı kınamaya cesaret edemedi. Ebû Harb Haleb'de (bir müddet) kalarak Atabeg Zahirüddin ve öteki Şam Meliklerine (başına gelenleri bildiren) mektuplar yazdı. Bu Melikler de Rıdvan’a elçilerle mektuplar gönderip Ebû Harb’e yapılan muameleden dolayı kendisini kınadılar. Bunun üzerine Rıdvan (sözkonusu) olayı kınadıktan başka and içerek bu zat hakkında kötü bir niyetinin olmadığını bildirirdi. Ebû Harb, istediği yere gitmesi hususunda serbest bırakılınca (Şam Meliklerinden Rıdvan’a gelen) elçilerle birlikte Haleb'den ayrılıp Rahbe'ye doğru yöneldi ve daha sonra da memleketine döndü. Haleb halkı, bu zatın başına gelenlerden (daima) bahsederdi. Rıdvan bu hareketiyle halkın gözünden düştü ve o günden beri halk Batınîlere (her fırsatta) saldırmaktan geri kalmadı”.

Zeyd b. el-Hasen, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen, H. 501 yılı olayları arasında bize şunları rivayet etti :

“Bu yıl, Fahrü’l-mülûk Rıdvan’ın Batınîlerin tarafını tuttuğu, onlara yakınlaştığı ve (bu sebeple de) onun, Sultan'ın meclisinde kınandığı haberi geldi. Rıdvan, bu haberi alınca Ebû’l-Feth el- Batınî’nin kardeşi-oğlu Ebû’l-Ganâim’e adamlarıyle birlikte Haleb'den çıkıp gitmesini emretti. Bâtınîler, (taraftarlarından) bir kısmının kaçırılıp bir kısmının da öldürülmesi üzerine, şehirden gizlice kaçtılar”.

Rıdvan, Haleb'e hâkim olunca kendi babasından olan iki kardeşini öldürttü. Kendisi ölüp de yerine oğlu Alp-Arslan melik olunca suret bakımından insanların en güzellerinden sayılan iki kardeşini öldürmüştü. Bak! bu ne garip bir tekerrürdür.

el-Müeyyid b. Muhammed b. Ali et-Tusî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen bize şunları haber verdi :

“Bu yıl (yani H. 490) el-Micennü’l-Muvaffak, Melik Rıdvan’a karşı ayaklandı, önceleri Halebliler onu destekledilerse de sonradan ondan ayrıldılar. el-Micenn gizlenmeye çalışmış, fakat Melik Rıdvan, kendisiyle birlikte adamlarım ve çocuklarım yakalatıp Zilkade ayında mallarını müsadere etmiş, onlara çeşitli işkenceler yaptırdıktan sonra önce el-Micenn’i ve daha sonrada onun cesedi etrafında ötekileri öldürtmüştü[15].

‘Ό yıl Melik Rıdvan’a Mısır elçisi gelip Halife el-Müst a’li’den kendisine hediyeler ve hil’atler getirdi, Rıdvan Mısırlılar adına bu ay hutbe okuttuysa da sonradan bundan vazgeçti[16].

“H. 493 yılında Frenkler Melik Rıdvan’ı Kellâ[17] denilen yerde yendiler. Müslümanlar kalabalık, Frenkler ise yüz atlı idiler. Onlar, Müslümanların birçoğunu öldürüp birçoğunu da tutsak aldılar. Bu yenilgi 5 Şaban Cuma günü vuku buldu[18].

“H. 489 yılında Frenkler Melik Rıdvan’ı Artah[19] arazisinde bulunan ض -يلوا da [20] yendiler. Bu çarpışmaya Artah kalesi sebep oldu. Frenkler burasını almak amaciyle harekete geçince, Melik Rıdvan da (atlılardan başka) topladığı çok sayıdaki yaya kuvvetlerle birlikte derhal Artah'a yardıma gitti. Perşembe günü yapılan bu çarpışma sırasında Rıdvan’ın atlıları bozuldu, yayaları teslim oldu ve onlardan çok sayıda asker öldürüldü. Haleblilerden büyük bir gazi topluluğu —Tanrı onlara rahmet eylesin- bu savaşta yok olup gitti. Velhasıl bu savaşta bulunan İslâm kuvvetlerini çoğu bozulup kaçtı”.

Haber aldığıma göre (İbnü’l-Adim) bu savaşta Müslümanlardan atlı ve yaya olmak üzere, üç bin iki yüz kişi öldürüldü. (Bu yenilgiden sonra) Artah'ta oturan Müslümanlar buradan kaçmak zorunda kaldılar.

Bu başarı üzerine Frenkler Haleb beldesine yürüterek yağma ve talan hareketlerinde bulunup birçok tutsak aldılar. Bu yüzden bölge halkı korku ve endişe içinde kaldı. Netice itibariyle Cebelü Leylûn'dan Şeyzar'a değin olan memleketlerde huzur bozuldu, emniyet ve sükunun yerini korku aldı. el-Cezr ve Leylûn halkı Haleb'e kaçarken arkalarından yetişen Frenk atlıları bunların çoğunu tutsak alıp bir kısmını da öldürdüler. Haleb topraklarında vuku bulan bu facia, daha önceki Kella felâketinden daha acıklı idi[20].

Frenk Tancréd, Leylûn'a bağlı Tellü Ağdı[22] üzerine yürüyerek işgal etmiş, Haleb mülhakatından olan öteki kaleleri de elegeçirmişti. Böylece Melik Rıdvan’ın elinde güneyde yalnız Hama, batıda ise hiç bir yer kalmadı; kenüz idaresi altmda bulunan doğu ve kuzey bölgeleri emniyetli yerler olmadığı gibi Haleb halkı da iyi bir durumda değildi : Şehir halkından bazı kimseler, Bagdad’a giderek (özellikle) Cuma günleri feryad ve figan ettiler; Müslüman ordusunun, Frenklere karşı kendilerine yardıma gelmesini isteyerek camilerde hatiplerin hutbe okumalanna engel oldukları gibi, bazı minberleri de kırıp parçaladılar[23]. Bunun üzerine Sultan Mehmed b. Melikşah, Musul hâkimi Mevdud, Ahmedil el-Kürdî ve Sökmen el- Kutbî’nin kuvvetlerinden büyük bir ordu hazırlatıp harekete geçirdi. Fakat Sökmen Haleb'e gelmeden yolda vefat etti. Ordu Haleb'e eriştiği zaman Rıdvan şehir kapılarını onların yüzlerine kapadı ve şehri teslim etmemeleri için, halktan rehineler alıp kaleye çekildi. Rıdvan ayrıca emri altındaki bir kısım askerlerle Bâtınîlerden bazı kimseleri, şehir surlarının korunması için görevlendirdi ve halkın surlara çıkmasını yasakladı. (Bu yasaktan sonra) surlardan aşağıya ıslık çalan bir adamın -emirle- boynu vuruldu ve yine sur üzerinde giysisini çıkarıp başkasına atan başka bir adamın da surlardan aşağıya atılması emredildi. Böylece Haleb kapılan on yedi gece kapalı kaldı. (Bu süre içinde) şehir halkı üç gece yiyecek bir şey bulamayıp aç kaldı. Bunun sonucu olarak şehirde hırsız çoğaldı ve dolayısiyle şehir ilerigelenleri hayatlanndan endişe etmeğe başladılar. Melik Rıdvan’ın idaresinin böylece kötüleşmesi nedeniyle, halk arasında onun aleyhine konuşmalar oluyor, kendisine dil uzatılıyor ve ayıplanıyordu. Bu durum karşısında Rıdvan’ın, tebeasımn şehri teslim etmesi ihtimalinden dolayı, korkusu arttı. Bunun sonucu olarak Rıdvan halk arasına atlı kolcular gönderdi. Bundan başka o, şehir dışında bulunan askerler arasında çapulcular yolladı; bunlar, ordudan ayrılıp yalnız başına kalan askerleri kapıp kaçırıyorlardı. Netice itibariyle Haleb'e yardıma gelen bu ordu, Frenklerin yağmalarından arta kalan şeyleri yağma ve talan ettikten sonra Frenk işgaline uğrayan Maarretünnuman'a, H. 505 yılının Safer ayı sonunda hareket etti[24]. Burada birkaç gün kalındığı sıralarda Atabeg Tuğ-Tigin gelip onlara katıldı. Bunun üzerine Rıdvan’ın (ordu mensuplarından) bazı (emirlere) mektuplar göndermiş ve Tuğ-Tigin’le onların arasını açmıştı. Durumu ciddileşen Tuğ-Tigin, Mevdud’un maiyyetine girdi ve o da ona, muhaliflerine karşı ısrarla savunmak suretiyle, dostluk ve vefa gösterdi. Daha sonra Tuğ-Tigin onlara hediyeler gönderip Trablus'a. yürümeleri halinde kendilerine para yardımında bulunacağını telif ettiyse de onlar, bunu kabul etmediler. Ordu mensuplarından Ahmedîl, Porsuk-oğlu Porsuk ve Sökmen’in askerleri Fırat yününe hareket ettiler. Öte yandan Atabeg'le kalan Mevdud onunla birlikte Maarretünnuman'dan Asi ırmağı yönüne giderek Celâlî'ye kondular. Bu sırada Frenkler de Efâmiye'ye konarak Baudouin, Taneréd ve Saint-Gilles’in oğlu hep birlikte îslâmlara karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine Ebû’l-Asâkir Sultan b. Munkiz, yakınları ve askerleriyle Şeyzar'dan çıkıp Mevdud ve Tuğ-Tigin’le birleşerek Frenklere karşı yürüdüler. İslâm atlıları, Frenkleri kuşatıp su yollarını da çevirerek onların suya ulaşmalarına mâni oldular. Bu yüzden Frenkler birbirlerini savunlak suretiyle yaya olarak kaçmak zorunda kaldılar.

Taneréd’in Azaz kalesi önünde karargâh kurması üzerine Rıdvan, ona (sulh için) Haleb bölgesi gelirlerinden 20 bin dinar para, at vesair şeyler vermeyi teklif etti ise de Tancréd bunu kabule yanaşmadı. Buna müteakip Rıdvan, Atabeg Tuğ-Tigin’e yanaşmayı uygun bularak onu Haleb'e davet etti. Bu daveti kabul ile Haleb'e gelen Tuğ-Tigin’le Rıdvan asker ve para bakımından birbirlerine yardımda bulunma hususunda anlaşma yaptıktan başka, Dımaşk'ta Rıdvan adma hutbe okutulup para bastırılması da karar altına alındı. Fakat Rıdvan yapılan bu anlaşmalara sadakat göstermedi. Şam'a gelen Mevdud Frenklere karşı cihat hususunda Tuğ-Tigin’le anlaşıp Melik Rıdvan’dan yardım isteğinde bulundu ise de Rıdvan yardımı geciktirdi. Ancak bu sıralarda vuku bulan İslâm kuvvetlerinin Frenkleri yenme olayından[25] sonradır ki Rıdvan, Tuğ-Tigin’le yaptığı andlaşma ve vaade aykırı olarak onlara 100 atlıdan daha az yardımcı bir kuvvet gönderdi. Rıdvan’ın bu hareketine kızan Atabeg, onu kınadı ve H. 507 Rebiülevvel ayında onun adının Dımaşk'tâki okunan hutbeden ve sikkelerden kaldırılmasını emretti.

Süleyman b. el-Fazl b. Süleyman bize, el-Hâfız Ebû’l- Kasım Ali b. el-Hasen’in kendisine şunları haber verdiğini söyledi :

"Rıdvan b. Tutuş b. Alp-Arslan b. Çağrı Beg b. Selçuk b. Tutak et-Türkî, babası Rey'e yöneldiği zaman Dımaşk’ta bulunuyordu. Babası bir mektup gönderip kendisini çağırması üzerine, Rıdvan yola çıktı ve Enbâr'a erişince babasının öldürüldüğü haberini aldı. Bunun üzerine o, derhal Haleb'e dönüp şehri vezir Ebû’l-Kasım’dan teslim aldı. H. 468 yılında Cenahüddevle Hüseyin Haleb idaresine el koydu. Daha sonra Rıvvan, kardeşi Dukak’ın ölümü üzerine Dımaşk'a yürüyerek kuşattı ve neticede şehirde kendi adına hutbe okutulup para basılması hususu kararlaştırıldı. Fakat kendisinin Haleb’deki işleri henüz yoluna girmediği için geri dönüp orada oturmağa başladı[26]. Frenklere karşı savaş hususunda kendisinden hiç de iyi olmayan işler sudur etti. Haleb'de Bâtınîlere yanaşıp onlardan yardım isteğinde bulundu. Daha sonra o, Atabeg Tuğ-Tigin’i Haleb'e davetle ona iyi muamelelerde bulunarak onunla dostluk kurdu. Dımaşk'ta. Rıdvan adına hutbe okutulup para basılması hususunda her ikisi, aralarında bir karara vardılarsa da Rıdvan’ın ahdinde vefa göstermemesi üzerine adı hutbeden kaldırıldı.

“Rıdvan Haleb'e hâkim olunca babası Tutuş’un çocukları olan Ebû Tâlib ve Behram adlı iki kardeşini öldürttü. Kendisi de H. 507 yılının 28 Cemaziyelâhırında vefat etti”.

Ebû’l-Yumn el-Kİndî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den bize şunları rivayet etti. Ben bunları. Ebû’l- Yumn’un kendi elyazısiyle yazdığı eserinden naklediyorum:

Haleb hâkimi Melik Rıdvan b. Tâcüddevle Tutuş, H. 507 yılında vefat etti. Yerine oğlu Tâcüddevle Alp-Arslan geçti ve aynı yılda o, suret bakımından insanların en güzellerinden olan çocuk yaştaki Melikşah ve İbrahim adlı iki kardeşini öldürttü. Fakat İbrahim’in bir müddet yaşadığını tesbit ettim. Hattâ onun oğlunu- zannedersem adı Mübarek olacak-Haleb’de görmüştüm. Gerçeği Tanrı daha iyi bilir”.

Mardin’de müellifin elyazısıyle olan nüshası elime geçen ve er-Reis Ebû Ali el-Hasen b. Ali b. el-Fazl ed-Dârî tarafından tertib edilen bir tarih kitabında müellif, Melik Rıdvan b. Tutuş’un Haleb'de vefat ettiğini ve yerine oğlu el-Ahras’ın geçtiğini söylüyor.

Faydalı olur mülâhazasiyle kaydetmiş olduğum (bazı) notlarda şunlar yazılıydı :

Rıdvan Haleb'de ağır bir surette hastalanıp 28 Cemaziyelâhır 507 tarihinde vefat ettikten sonra Meşhedü'l-Melik'e gömüldü. Ölümü nedeniyle Haleb idaresi bozuldu, dost ve arkadaşları onun ölümüne üzüldüler. Rivayet edildiğine göre, Rıdvan, hazînesinde ayniyyât, alet, mal ve kap-kacak olmak üzere, 600 bin dinar değerinde eşya bırakmıştır.

Muhammed b. Abdülmelik el-Hemedanî, telif ettiği Unvanü's-siyer adlı kitabında şunları söylüyor:

“Ebû’l-Muzaffer Rıdvan b. Tutuş, babası Tutuş’un H. 488 yılındaki ölümünden sonra 19 yıl ve birkaç ay Haleb'e hâkim olmuş ve H. 507 yılı Cemaziyelâhır ayının son Çarşamba günü sahur vakti 32 yaşında olduğu halde, vefat etmiştir. Rıdvan, ayniyat ve mal olarak takriben bir milyon dinar değerinde eşya bırakmıştır”.

METİN








* Bu seriye ait Sultan Alp-Arslan ve Emîr Ak-Sungur maddeleri Belleten (XXX, sayı : 118) ve Tarih Araştırmaları Dergisi’nde (IV, sayı : 6/7) tarafımızdan yayınlanmıştır.

Dipnotlar

  1. 0 veya 40 cilt olduğu ileri sürülen Bugye’nin dünyada yalnız 8 cildi Topkapı Sarayı III. Ahmet Ktp. Nr. 2925 de bulunmaktadır (Tavsifi için bk. Karatay, Fehmi Edhem : Topkapı Sarayı Müzesi Arapça Yazmalar Katalogu, Istanbul, 1966, s. 522-524). Bu eserin, Bibliotheque National (Manus. Arab. 2138; bu cild, Topkapı Sarayı nüshasının III. cildini teşkil etmektedir) ile British Museum (Nr. A/8974; Selçuklu tarihi bakımından önemsiz)’da birer nüshaları mevcuttur.
  2. Bu hususta bk. A. Sevim, Yuk. Göst. Emir Ak-Sungur madd., s. 111-112.
  3. Âne, Rakka ve Hît arasında, Elcezire’ye bağlı, Fırat Nehrine nazır ve bir sağlam kalesi olan bir kasaba (Yakutü’l-Hamevî : Mu’cemü’l-Büldan, Wüstenfeld yayını, III, 594-95).
  4. Tacüddevle Tutuş, saltanat mücadelesinin ikinci safhasına başlamak için (Bu hususta tafsilât için bk. A. Sevim, Tutuş’un Büyük Selçuklu Saltanatını elegeçirme teşebbüsü, Belleten, XXVII, sayı : 107, s. 422 vd.) başkent Dımaşk'tan ayrılırken askerî ve mülkî erkâna, oğulları Rıdvan ve Dukak’a itaat etmeleri hususunda vasiyette bulunmuştu. Rıdvan, Sultan Berkyaruk tarafından herhangi bir takibata uğramak korkusuyla, orduyu bile beklemeden süratli koşan atlarla Haleb’e gelmiş ve babasının vasiyeti gereğince buradaki hükümdarlık sarayına yerleşmiştir [İbnü’l-Kalânisî: Tarih-i Dımaşk (yayınlayan : H. F. Amedroz, Beyrut, 1908), s. 130; Îbnü’l-Esir: el-Kâmil fi’t-tarih (Beyrut, 1966), X, 246; Bedrüddin Aynî: Ikdü’l-Cuman fî Tarih-i ehl-i zeman (Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp., Nr. 2911 ), III, 20t b]. Tutuş’un Haleb'deki veziri Ebû’l-Kasım, şehir ve kalenin yönetimini tahakküm derecesindeki yetkilerle sürdürüyor ve Haleb'e gelen Rıdvan’a iyi davranışlarda bulunmadıktan başka onun adını hutbelerde bile okutmuyordu. Durumu gayet iyi izliyen Cenahüddevle Hüseyin, kale koruyucularını elde ederek Ebû’l-Kasım’ı evinde kuşattıktan sonra bütün yetkileri elinden alınmış ve Ibnü’l-Adim’in de kaydettiği gibi, Cenahüddevle onun yerine vezirlik makamına getirilmiştir (Ibnü’l-Esir, X, 246; Aynî, III, 201 b).
  5. Şemsü’l-Müluk Ebû Nasr Dukak Rey savaşında babası Tutuş’un maiyyetinde idi. Yenilgiden sonra o, Cenahüddevle ve birkaç emîrle birlikte Haleb’e gelmiştir. Dukak metinde de işaret edildiği gibi, Haleb'de kısa bir müddet kaldıktan sonra babasının Dımaşk’taki naibi emir Sav-Tigin’in daveti üzerine, kardeşinden gizli olarak bir gece Haleb’den ayrılıp Dımaşk’a giderek orada Suriye Selçuklularının "Dımaşk Kolu" nu tesis etmiştir [İbnü’l-Kalânisî, s. 132; İbnü’l- Esir, X, 269; Azimî (Cl. Cahen yayını, JA., 1958), s. 370].
  6. Melik Rıdvan, babasının hâkim olduğu memleketleri elegeçirmek maksadiyle, Artuk-oğlu Sökmen’in elinde bulunan Suruç ile Kürpolat Ermeni Toros’un idaresindeki Urfa’ya bir sefer tertip etmiş ve hattâ Urfa'yı işgal etmesine rağmen (1096 ortaları) tam manasiyle başarılı bir sonuç alamamıştır, özellikle Urfa'nın işgalinden sonra Yağısıyan ve Yusuf’un, Vezir Cenahüddevle’yi bertaraf etmek için tertiplere girişmeleri, Rıdvan’ın da adıgeçen iki emirden çekinmesi nedenleriyle, harekâta devam edememiş ve neticede kuvvetleri dağılmıştır (İbnü’l- Esir, X, 246-47; Aynî, III, 201 b).
  7. Kardeşinin Dımaşk meliklisini tanımak istemiyen Rıdvan, bu melikliği kendi hâkimiyeti altına almak için birkaç kez (1096 da iki ve 1097 de olmak üzere) teşebbüste bulunmuşsa da kesin bir başarı sağlıyamamıştır. Bu hususta öteki kaynaklarda daha tafsilâtlı bilgiler vardır. Bk. İbnü’l-Kalânisî, s. 132; İbnü’l-Esir, X, 269; Sıbt ibnü’l-Cevzî: Mir’atü’z-zeman fi Tarihi'l-âyan (Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp., Nr. 2907/BJ, XIII, 112 b, 113 a; Azimî, s. 370; Aynî, III, 211 a.
  8. Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak’ın maiyyetinde bulunan İlgazi’yi hapsetmesinin nedenini, şehri kuşatmaya gelen Rıdvan’ın beraberindeki Sökmen’le kardeşi İlgazi’nin muhtemel bir işbirliğine girişmesi ve dolayısiyle Dımaşk'ın düşmesi endişesinde aramak yerinde olur.
  9. Bu hususta tafsilât için bk. A. Sevim: Artuk-oğlu Sökmen’in siyasi faaliyetleri, Belleten (XXVI, sayı : 103), s. 503.
  10. Haleb'in kuzeyindeki, iki günlük uzaklıkta kalesi bulunan bir kasaba (Yakut, I, 864).
  11. Bugünkü Şâdır (İbnü’l-Adim, II, 125, not : 2).
  12. 22 Mart 1097 tarihinde vuku bulan Kınnesrin'de Kuvayk çayı savaşı hakkında bk. Ibnü’l-Adim, II, 126-127: İbnü’l-Esir, X, 260; Aynî, III, 211 a: Sıbt, XIII, 113 a.
  13. Haçlılar tarafından Asi ırmağı yörelerinde bozguna uğratılan bu kuvvetler, daha sonra Haçlı askerlerinin takibi üzerine, Mart 1098 de Haleb'e dönmek zorunda kalmışlardır (İbnü’l-Adim, II, 132).
  14. İbnü’l-Adim’den başka hiç bir kaynakta bulunmayan bu kayıtlar, gerçekten ilgi çekicidir. Sözkonusu arazinin, halka dağıtım şekliyle ilgili kayıtların, İbnü’l-Adim’in yaşadığı devirdeki Haleb arazi defterlerinde hâlâ kayıtlı bulunduğunu müellif bizzat ifade etmektedir (Bk. II, 157).
  15. el-Micenn lâkaplı Berekât b. Far is, Haleb valisi Ak-Sungur tarafından şaki ve müfsitlerle iyi mücadele edebilir düşüncesiyle, Haleb Reisliğine atanmıştı. el-Micenn, bu görevi Ak-Sungur ve Tutuş zamanlarında başarı ile yürütmüşse de Melik Rıdvan zamanında idare adamlarına tahakküme ve daha sonra da İsyana başlaması üzerine, Rıdvan tarafından mallarına e! konulduktan sonra öldürülmüştür (1098 ortaları). Yerine Sâid b. Bedi atanmıştır [İbnü’l-Adİm: Zübdetü’l-Haleb fi Tarihi Haleb (yayınlıyan : Sami Dehhan, Dımaşk, 1954), II, 138 vd.; İbnü’l-Kalânisî, s. 135].
  16. Suriye Selçuklu Devletinin, birbirleriyle anlaşmazlık halinde bulunan iki Şubeye ayrıldığı sıralarda M ısır-Fatımi Halifesi el-Müsta’lî, Haleb'e Melik Rıdvan’ın katına değerli hediye ve hil’atlerle bir elçi heyeti göndermişti. Fatımi Halifesi, Rıdvan’a : Kendisini metbû tanımasını, Haleb ve yörelerinde Sünni hutbesini kaldırıp şii hutbesini koymasını, bu hutbelerde önce kendisi ile vezirinin, daha sonra da Rıdvan adının okunması ve nihayet bunlara karşılık ona geniş çapta malî ve askerî yardım yapılarak Dımaşk’ı elegeçirmesinin sağianması’nı teklif etmiştir. Hüküm sürmekte olduğu Haleb’de devamlı olarak Bâtıni telkinleri altında kalan, vaktiyle babasına hizmet edip de şimdi maiyyetinde bulunan işbilir emirlerin kendisini terketmeleri sonunda, kendini zayıf hissetmeğe başlıyan Melik Rıdvan, Haleb hâkimiyetini devam ettirmeği daima ön planda tuttuğundan, sözkonusu Fatımi tekliflerini kabul ve uygulamada hiç bir sakınca görmedi. Bu itibarla 28 Ağustos 1097 tarihinde yapılan bir törenle camilerde Şii hutbesi okutmaya başladı. Hattâ Rıdvan buna muvazi olarak Sünni mezhepli Haleb kadı ve hatibini azledip yerine Şiîlerini atamıştır. Fakat bu hareketinin İslâm alemince büyük tepkilere yol açması nedeniyle Rıdvan, ancak dört hafta okutabildiği Şii hutbesini kaldırmak zorunda kaldı. Metinde çok kısa olarak verilen bu önemli olayın tafsilâtı için bk. İbnü’l-Adim, II, 127-128; Îbnü’l-Esir, X, 269-70: İbnü’l-Kalânisî, s. 133; Azimî, s. 372; Aynî, III, 211 a; Sıbt, XIII, 118 a-b.
  17. Haleb’e bağlı olduğu anlaşılan Kellâ’mn kesin yerini tesbit edemedik.
  18. Haçlılar Haleb bölgesinde bulunan birçok kaleleri almak suretiyle Haleb’i kuşatmış bir duruma geldiler. Rıdvan, Kellâ'yı da işgal eden Haçlılara karşı harekete geçmiş, Temmuz 1100 tarihinde Antakya hâkimi Bohemond'la bu yörede yapılan savaşta yenilerek Haleb'e çekilmek zorunda kalmıştır.
  19. Artah, Haleb'e bağlı, içinde kalesi olan bir kasaba (Yakut, I, 190). Bu yenilgi üzerine Haçlılar Kefertâb ve yörelerini de almaya muvaffak olmuşlardır [Îbnü-l-Adim, II, 143-144; Azimî, s. 376; Claude Cahen: La Syrie du Nord a l'époque des Croisades et la prineipoté Franque d'Antiche (Paris, 1940), s. 227-28].
  20. Adı ve yeri tesbit edilemedi.
  21. Antakya hâkimiyetini eline geçiren Tancréd’in diğer Haçlı kuvvetlerinden de takviye alarak Artah’a yürüyüp kuşatması üzerine, bu sırada Trablusşam’ı kuşatmakta olan Haçlılara karşı, şehir hâkimi İbn Ammar’ın davetine icabetle yardıma gitmek için hazırlık yapmakta olan Rıdvan, Trablusşam’a gitmekten vazgeçip Artah’a Tancréd’i karşılamağa gitti. Rıdvan, burada Haçlılarla başarılı bir savaş yapmasına rağmen, askerlerinin yağmaya dalmaları sonunda feci şekilde bozguna uğramış (Nisan 1105) ve pek çok kayıp vererek Haleb’e çekilmek zorunda kalmıştır (Tafsilât için bk. Îbnü’l-Kalânisî, s. 148; Îbnü’l-Adim, II, 150, 51; İbnü’l- Esir, X, 393; Aynî, III, 226 a; Azimî, s. 377).
  22. Haleb-Antakya arasındaki Leylûn mülhakatından bir yer (Yakut, I, 778).
  23. Hâşimi ailesinden birisinin başkanlığında sofî, tacir ve fakihlerden kurulu bir heyet, yardım amaciyle, Bagdad’s gitmiştir (1110 sonları). Bu heyet burada kendilerine katılan birçok kimselerle birlikte Mart 1111 tarihinde, bir cuma Sultan Mehmed Tapar’ın, öteki Cuma da Halife el-Mustazhir Billah’ın özel Camiilerine giderek gösterilerde bulundular. Bunun üzerine metinde de görüldüğü üzere, Sultan'ın emriyle hazırlanan Selçuklu ordusu Haleb'e hareket etmiştir. Tafsilât için bk. İbnü’l-Kalânisî, s. 173; İbnü’l-Esir, X, 482 vd.; Aynî, III, 236b; İbnü’l- Adim, II, 157 vd.; Ebû'l-Fereç Tarihi (Türkçe çevirisi : O. R. Doğrul, Ankara, 1945), s. 350.
  24. Melik Rıdvan’ın Haçlılara karşı kendisine yardıma gelen Selçuklu ordusuyla işbirliği yapmaması, gerçekten anlaşılması güç bir olaydır. Bununla birlikte onun, Haleb hâkimiyetinin elinden gideceği korkusuyla işbirliğinden çekindiği ileri sürülebilir. Haleb bölgesinde büyük tahribat yapan Selçuklu ordusunun geri çekilmesi hususunda, Rıdvan —İbnü’l-Adim’in de işaret ettiği gibi— sürekli bir çaba göstermiştir.
  25. Emir Mevdûd ve Tuğ-Tigin’in, Kral Baudouin I. ve Joscelin’e karşı kazandıkları Taberiyye savaşı (Haziran 1113).
  26. İbnü’l-Adim’in, Süleyman b. el-Fazl’dan naklen zikrettiği bu kayıt, elimizde bulunan kaynaklarda görülmemektedir. Yalnız İbnü’l-Esir (X, 269), Rıdvan ve Dukak arasında Mart 1097 tarihinde vuku bulan Kınnesrin savaşından bir süre sonra Dımaşk'la Rıdvan’ın adının Dukak’tan önce hutbelerde okutulduğunu kaydetmektedir.

Şekil ve Tablolar