Griboyedov’un melankolik karakteri, öfkeli zekâsı, iyi yürekliliği, insanlığın kaçınılmaz yoldaşları olan zayıf yanları ve kusurlarıyla, olağanüstü çekicilikte bir kişiliği vardı. Onu kalleş bir kavga ortasında yakalayan ölümün, korkunç ya da üzücü bir yanı yok bence. Ansızın ve çok güzel bir biçimde geldi çünkü…[1]
A. S. Puşkin
Giriş
XIX. yüzyılın Osmanlı mülküne olduğu gibi Kaçar Hanedanı’nın iktidarda bulunduğu İran’a da barış ve huzur getirmeyeceği aşikârdı. Avrupalı devletlerin hızlı bir sanayileşme yarışına girmesi, hammadde ve pazar bulma arayışları ve bunun yanında iki ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik konjonktür, küresel güçlerin dikkatini bu iki ülkenin sahip olduğu geniş topraklara, doğal limanlara, ticaret yollarına; kısacası tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerine yöneltmişti. Osmanlı ve İran’ın yanı başında beliren en büyük tehdit ise artık bu iki ülke topraklarını kendi sınırlarına katma konusunda hiçbir çekincesi olmadığını her fırsatta ispat eden Rusya İmparatorluğu’ydu. Aynı dinin iki zıt fraksiyonunu benimsemiş olmanın yarattığı tarihsel husumet, Osmanlı ve İran’ı uzun soluklu çatışmalara ve sınır ihlallerine sürüklerken, artık kapıya dayanan ortak bir düşmanın bulunuyor olması, daha pragmatik politikaların takip edilmesini zorunlu hâle getirmişti. Rusların iki ülke arasında kurulabilecek olası ittifaktan kaygı duydukları ve bu suretle Balkanlarda ve Karadeniz’de daha çetin mücadeleler yaşadıkları Osmanlı Devleti’ne karşı İran’ı ürkütmek istemedikleri, önceki yüzyıldan kalma bir iki antlaşma metni vasıtasıyla açıkça görülmektedir[2] . Rusya’nın sahneye koyduğu bu sinsi plan sayesinde bilhassa Kafkasya bölgesinde ortak bir kaderi paylaşan İran ve Osmanlı devletleri, kendi aralarında herhangi bir ittifak kuramadan düşmana karşı birbiri ardına yenilgiler aldılar. Bu suretle iki ülke arasında asırlardır pay edilmiş hâlde bulunan Kafkasya bölgesi, artık Rus çarının hâkimiyet alanına girer hâle geldi. Kaçar İran’ı, Ağa Muhammed Han’ın 1795 yılındaki Kafkasya seferi ardından eski ayrıcalıklarına yeniden kavuşmuş gibi görünse de Ruslar, İran’a karşı düzenledikleri iki harekât ile Kafkasya’yı tamamen kontrol altına alıp bölgenin belki de en eski aktörü konumundaki İran’ı Aras Nehri’nin güneyine atmayı başardılar. İran, önce 1813 yılında imzaladığı Gülistan Antlaşması ve en nihayetinde de Rus kumandan İvan Födoroviç Paskeviç’in işi Tebriz’i işgal etmeye kadar vardırdığı 1826-1828 Rus-İran Savaşı’nın ardından imzalanan Türkmençay Antlaşması ile birlikte, aralarında etnik ve dinî rabıta bulunan Azerbaycan hanlıklarını (Talış, Şirvan, Gence, Kuba, Bakü, Karabağ, Şeki, Nahcivan) Rusya’ya bırakmak zorunda kaldı. 10 Şubat 1828 tarihinde imzalanan Türkmençay Antlaşması, iki ülke arasındaki savaşa bir son vermesinin yanında, Rusya’ya Osmanlı ile Balkanlarda ve Kafkasya’da yürüttüğü savaşa yeniden odaklanma şansını tanıdı. Bu nedenle masa başında gönlünü aldıkları Kaçar Hanedanı’nı nötr bir hâlde tutmak adına antlaşmaya birkaç madde daha eklemekten geri durmadılar. Bunlardan ilki Kaçar tahtının resmi varisi olan ve Naibü’s-Saltana (saltanat naibi) sıfatına haiz Abbas Mirza’nın İran’ın müstakbel Şahı olarak Rus İmparatoru I. Nikolay tarafından tescil edilmesini sağlayan 7. Madde[3] ; bir diğeri ise antlaşma hükümlerinin yerine getirilmesini ve Kaçar Hanedanı ile olan ilişkilerin daha sağlıklı yürütülmesi adına karşılıklı diplomatik misyonların meydana getirilmesini öngören 9. madde idi[4] . Antlaşmanın diğer hükümlerinin yanında çok dikkat çekmeyen bu iki maddenin yansımaları Rusya-İran ilişkileri adına büyük bir krizin ortaya çıkmasına ve yine kendi içinde son bulmasına neden olacaktı.
Aleksandr Sergeeviç Griboyedov
General Paskeviç’in Tahran’a yürümeye hazırlandığı bir sırada Kaçar Hanedanı’nın imdadına yetişen Türkmençay Antlaşması, her ne kadar İran adına başarısız bir diplomatik metin gibi görünse de, tahtın varisi konumundaki Abbas Mirza’nın dahi Tebriz’de Ruslara esir düşmüş olması dikkate alındığında, aslında hanedanın devamı bakımından önemli bir kazanım olarak kabul edilebilir. Kaçarlar, antlaşma sayesinde Rusların Aras’ın güneyine inmek suretiyle işgal ettikleri toprakları geri almakla birlikte, Feth Ali Şah’ın veliahtı ve ordu komutanı konumundaki Abbas Mirza’yı da esaretten kurtarmış oldular. Bunun yanında İran’ın Ruslara ödemeyi taahhüt ettiği yüklü miktardaki savaş tazminatının da (10 kurur Tuman altın ya da 20 milyon Ruble) Abbas Mirza’nın salıverilmesi için bir nevi fidye olduğu gerçeğini yadsımamak gerekir[5].
Antlaşmanın imzalanmasını takip eden günler, Rusya tarafında Osmanlı’ya karşı yürütülen savaşın da Ruslar lehine şekillendiği bir süreci beraberinde getiriyordu. Paskeviç’in, tıpkı İran’a yaptığı gibi Osmanlı Devleti’ni de Kafkaslar üzerinden tehdit ediyor olması, Rusları her geçen saniye hedefi ne daha da yaklaştırıyor, bu sebeple Türkmençay Antlaşması’nın garanti altına alınması için bir elçilik delegasyonunun oluşturulması öncelikli hâle geliyordu. Paskeviç’in bu iş için belirlediği kişi kendi kuzeni olan Aleksandr S. Griboyedov’du[6] . Griboyedov dönemin Rus entelijansiyası için seçkin bir edebî fi gürdü ve sağlam bir liberal eğitimden geçmişti. Bir defaya mahsus olmak üzere Aleksandr Petroviç Yermolov’un[7] da sekreterliğini üstlenmiş, daha sonra Türkmençay Antlaşması’nın akdi sırasında aktif olarak görev almıştı [8] . Hattı zatında İran’ın teslim olma müzakerelerindeki aşağılayıcı ifadelerin sahibi de Griboyedov’un kendisiydi. Şimdi İran tarafından ödenecek sarsıcı savaş tazminatı da dâhil olmak üzere, bütün antlaşma hükümlerini yerine getirmek onun sorumluluğunda olacaktı [9] . Griboyedov’a acil bir şekilde Tahran’a hareket etmesi emredildi[10].
Bir süre Tebriz’de Abbas Mirza’nın yanında kalan Griboyedov, antlaşmayı geçerli kılacak adımları süratle yerine getirmeye başladı. Griboyedov, Abbas Mirza ile olan irtibatını güçlendirmek ve İran’daki bazı üst düzey görevlileri kendi tarafına çekebilmek adına yüklü miktarda para ve mücevheri muhataplarına hediye etmekten geri durmuyordu. Zira Paskeviç’e yazdığı raporda onların İngiltere ve Osmanlı Devleti’nin etkisi altına girmesinden endişe ettiğini dile getiriyordu[11]. Resmî yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Ruslar, İran ve Osmanlı devletlerini olası bir savaşa sürükleyerek Türklere bir cephe daha açmanın planlarını yapmakta ve bu vazifeyi de Griboyedov’a tevdi etmekteydiler. Paskeviç, 5 Aralık 1828 tarihinde Griboyedov’un raporuna cevaben yazdığı mektubunda aynen şu ifadelere yer vermekteydi:
“Sizden duyduğuma göre İran hanedanlığının varisi (Abbas Mirza) Rus desteği ile Türklere karşı savaşmak niyetini belirtmişti. Böyle bir durum bizim lehimize olur. Ancak en büyük endişem, İran hanedanının diğer varislerinin Türklerle gizli münasebetler yürütüyor olmasıdır. Böyle bir durumda bu plan başarısız olacaktır. Oysa aksi takdirde Ruslar Anadolu’nun kalbine kadar girebilirdi. Ayrıca İran’daki iç karışıklık, askerî zafiyet ve sefalet bu savaşın mutlak surette başarısız olacağını göstermektedir”[12].
İlk durağı olan Tebriz’de konvoyunun büyük bir kısmını bırakan Griboyedov, misyonunu yürütmeyi planladığı grupla yoluna devam etti. Heyetin içinde diplomatik sekreterler Maltzov ve Adelug, Doktor Malmberg, idare ve malzemeden sorumlu Dadaş-bek ve Rüstem-bek adında iki Gürcü bulunmaktaydı. Onları 16 Kuban Kazağı ve 30 kadar Müslüman, Rus, Ermeni ve Gürcü asıllı hizmetli takip ediyordu. Ayrıca kendisine rehberlik ya da mihmandarlık etmek üzere Abbas Mirza tarafından atanmış Nazar Ali Han adında bir İran subayı bulunmaktaydı [13]. Griboyedov’un bu iş için uygun kişi olup olmadığının tartışılması bir yana, bizatihi emri altındaki görevlilerin de böylesine önemli bir misyonu yerine getirecek donanımda ve karaktere sahip olmadıkları şüphesi, gerek olayın şahitleri gerekse de bu konu hakkında araştırma yapan bilim adamları tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Zira Rus elçilik heyetinin daha Tahran yolu üzerinde meydana getirdikleri taşkınlıklar kendilerinden önce Şah’ın sarayına kadar ulaşmıştı [14]. 11 Şubat’ta gerçekleşen elim hadisenin ardından 5 Şaban (1 Mart 1829) tarihinde oğlu Abbas Mirza’ya göndermiş olduğu mektupta Şah, Griboyedov’un heyetinde bulunan kişilerden şikâyet ediyor ve yaşanan hadisenin bu kişilerin uygunsuz davranışları ve Büyükelçi’yi yanlış yönlendirmeleri neticesinde vuku bulduğuna dikkat çekiyordu[15]. Rus elçilik delegasyonu içindeki görevlilerin büyük kısmı (ki bunlara Rüstem-bek ve Dadaş-bek de dahil) İran’a karşı yürütülen savaşta aktif olarak görev almış olan kişilerden oluşuyordu. Bu da ister istemez savaşı kazanan taraf olmanın vermiş olduğu mağruriyetle karışık bir düşmanlığın bu kişilerin ruh hâline yansımış olabileceği şüphesini uyandırmaktadır.
Bununla birlikte yaşanan talihsizliklerin de Rus elçilik heyetinin yakasını bırakmadığı bir gerçekti. Heyet Tahran’a vardığında takvimler 30 Aralık 1828 gününü gösteriyordu. Şia mezhebine mensup Tahran halkının yoğun dinî duygularla İslam Peygamberinin torunu olan Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesinin yasını tuttuğu bir sırada, tıpkı onu şehit eden Yezid gibi siyah bir aygırın üzerinde Tahran’a giriş yapan Griboyedov’un bu görüntüsü halk üzerinde nasıl bir intiba bıraktı bilinmez ama daha birkaç ay öncesine kadar savaş hâlinde oldukları “kâfir” Rusları karşılarında gören Tahranlıların çok da memnun olmadıkları barizdi[16]. Ancak Kaçar devlet adamları Griboyedov’u temsil ettiği misyonun ağırlığına yakışır biçimde resmî bir törenle karşıladılar[17] ve kendilerine Rus Büyükelçiliği için ayrılmış büyükçe bir konak tahsis ettiler[18].
Elçilik Baskını ve Aleksandr Griboyedov’un Öldürülmesi
Griboyedov’un Tahran’daki diplomatik misyonu oldukça çetrefilli ve zor başlıklar içermekteydi. Bilhassa İran ve Rusya arasında imzalanan antlaşma metninde yer alan bazı maddelerin hayata geçirilmesinin doğuracağı zorluklar ve bunun yanında Kaçar Devleti’nin içinde bulunduğu kırılgan ve istikrarsız siyasi atmosfer, Rus elçisinin kafasını meşgul eden hususlardı [19]. Paskeviç’e aralıklarla durumunu rapor eden Griboyedov’un en çok dile getirdiği hususlardan biri İran hükümetinin verdiği sözleri yerine getirmediği ve kendisini oyaladığı şeklindeydi[20]. Feth Ali Şah ile olan ilk münasebetleri de çok dostane bir minvalde gelişmedi. Griboyedov, Türkmençay Antlaşması’nın bir nüshasını Şah’a takdim ettiği sırada Abbas Mirza’nın serbest kalması karşılığında ödenmesi istenen meblağı gündeme getirmesi Şah’ın keyfini kaçırdı. Bunun yanında Griboyedov’un Kaçar devlet protokolü gereği kendisine giymesi için verilen kıyafeti giymek istememesi, Feth Ali Şah’a elkablarını zikretmeden sadece “Şah hazretleri” diye hitap etmesi ve onun karşısında oturması muhatabı tarafından bir saygısızlık olarak addedildi. Rahatsızlık öyle bir boyuta geldi ki Şah bir ara kendisine Rusya’ya geri dönmesi için izin verdiğini söyledi. Griboyedov bunun kendisi ve misyonu için bir hakaret olduğunu belirterek Dışişleri Bakanı’na sert bir nota verdi. İran Dışişleri Bakanı Mirza Ebulhasan Han Şirazi (İlçi) ise durumu yumuşatmak adına elinden geleni yaptı. Griboyedov’a kendisine yapılan uygulamanın rutin bir uygulama olduğunu anlattı. Bu nüanslar elçi ve misyonu adına Şah ile aralarında bir soğukluk meydana getirdi. Bunun yanında elçilik personelinin ve Kazakların çarşıda ve pazarda yaptıkları uygunsuz hareketler, alenen içki içmeleri ve hırsızlık olaylarına adlarının karışması her geçen gün halk nazarındaki rahatsızlığı arttırmaya başladı [21].
Griboyedov’un bu tahrik edici tutumlarının misyonuna ve Tahran’da bulunuş amacına zarar verdiği aşikârdı. Dönemin Rus kaynaklarına yansıyan ve Griboyedov’un ne surette olsun İran’ın güvenini kazanarak bu devleti Osmanlı ile olası bir savaşa sokmak istediğine dair Tiflis’te bulunan Paskeviç’e yazdığı raporlarla bakılırsa, bu misyonuyla çelişir eylemler içine giren Büyükelçi’nin asıl amacından saptığı söylenebilir. Gerçekten de Griboyedov’un Şah ve çevresindekilerle olan ilişkileri bir türlü istenilen düzeye ulaşamadı. Bunda Türkmençay Antlaşması’nın ağır hükümlerinin uygulanmasında karşılaşılan sıkıntıların yanında, Griboyedov ve heyetinin Kaçar devlet erkânı ile olan restleşmeleri de etkili oluyordu. Rus elçilik heyeti Tahran’a varalı daha bir ay bile olmamışken yaşanan bir hadise sinirlerin gerilmesine ve olayların çığırından çıkmasına neden oldu. Antlaşmanın 13. maddesi gereği iki ülke sınırlarında yaşayan sığınmacılara karşılıklı olarak iltica etme hakkı getirilmiş ve Abbasabad şehrinde kurulacak komisyonlar bu iş için memur edilmişlerdi[22]. Bu maddeden faydalanarak iltica talebinde bulunan eski bir saray çalışanı ve iki kadın hizmetkâr Griboyedov ve heyetinin katledilmesine neden olan olayın fitilini ateşlemiştir[23].
Anlaşma maddelerinin uygulanması konusunda azami gayret sarf eden Griboyedov’un, kendisine müracaat eden ve Feth Ali Şah’ın harem dairesinde görevli eski bir haremağası olan Mirza Yakub adındaki Ermeni dönmesinin iltica talebini görmezden gelmesi beklenemezdi[24]. Ancak Kaçar devlet geleneğini ve halkın hassasiyetlerini göz ardı etmesi de yaptığı en büyük hata olmuştur. Feth Ali Şah’ın oğlu Abbas Mirza’ya yazdığı mektupta Mirza Yakub’u hırsızlık yapmakla itham etmesi ve Griboyedov’un onu himaye etmekle hata yaptığını belirtmesi, İran tarafının bu olayı iki ülke dostluğu adına yapılmış bir ihanet olarak algıladığını göstermektedir[25]. Bunun yanında Şah’ın ithamlarının da bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerekmekteydi. Zira İran tarafının talebi Mirza Yakub’un iltica etmeden evvel yasalar önünde hesap vermesi şeklindeydi[26]. Griboyedov öncelikle Mirza Yakub’dan iltica talebinden vazgeçmesini ve eski görevine geri dönmesini istedi. Hatta onun için Kaçar Devleti idarecilerinden af talebinde dahi bulundu. Ancak böyle bir durumda kendisinin şeriat hükümleri uyarınca idam edileceğine inanan Yakub, Griboyedov’u da etkisi altına alarak olayı daha da içinden çıkılmaz hâle getirdi. Griboyedov’un talimatıyla Baş Sekreter Maltzov onu tercüman Mirza Neriman ile birlikte harem yöneticisi Minuçehr Han’ın yanına götürerek kararını deklare etmesini istedi. Onlar Yakub’u harem başının yanında bırakarak onu ikna etmesini umar bir hâlde geri döndüler. Ancak Yakub burada sadece eski eşyalarını toplamak ve elçiliğe taşımakla yetindi. Ertesi gün işler daha da kızıştı. Yakub’un evi Şah’ın emri ile mühürlendi ve Yakub’un 30-40.000 Tuman’ı çaldığı iddia edildi. Mirza Yakub bu suçlamayı reddetti. Griboyedov, Yakub’un Maltzov ve Mirza Neriman ile birlikte Minuçehr Han’ın evine götürülmesini emretti. Dışişleri Bakanı ve hazine sorumlusu da orada hazır bulunacaktı. Harem başının evinde İranlı görevliler tarafından Yakub’a hakaret edildi ve yüzüne tükürüldü. Griboyedov, Rus koruması altındaki bir tanığa bu şekilde muamele edilmesine oldukça öfkelendi. Rus Büyükelçi: “Bu tükürük Mirza Yakub’a değildi. Ben onların önce İmparatorumuza sonra da şahsıma tükürmüş olduklarını varsayıyorum” diyerek öfkesini dile getirmiştir[27].
Olayın diğer tarafında olan iki Gürcü kadın meselesi ise belki de halkın öfkesinin Rus heyetine yöneltmesine neden olan başlıca amil olmuştur. Olayın muhataplarından biri olan sabık başvezir Allahyar Han Kaçar Asafü’d-Devle, Feth Ali Şah’ın damadı ve Kaçar hanedanının ileri gelenlerindendi. Yaklaşık bir yıl evvel Rusların Tebriz’i zapt etmesi sırasında esir alınmış ve onun esir alınmasında Griboyedov’un heyetinde bulunan Rüstem-bek’in de büyük rolü olmuştu. Bu nedenle özelde Griboyedov’un şahsına, genelde ise tüm Ruslara karşı bir nefret beslemekteydi[28]. Asafü’d-Devle’nin maiyetinde bulunan iki Gürcü kadının Griboyedov’a iltica için sığınma talebinde bulunması ardından Griboyedov, Asafü’d-Devle’ye kadınların kendilerine teslim edilmesini talep eden bir mektup yazdı. Asafü’d-Devle ise kadınların Gürcü asıllı olmadıkları ve Türkiye topraklarından getirildikleri dolayısıyla da Türkmençay Antlaşması’nın 13. maddesinde geçen vasıfları taşımadıkları iddiasındaydı. Feth Ali Şah da damadı gibi düşünüyordu. Ancak Şah’ın olayın netleşmesi adına kadınların teslim edilmesini ve Griboyedov’un gerçeği öğrendikten sonra onları tekrar iade edeceğine olan inancını oğlu Abbas Mirza’ya yazmış olduğu mektup vasıtasıyla öğrenmekteyiz[29]. Hattı zatında bu kadınların ve Mirza Yakub’un uzun zaman öncesinde Müslüman olmuş olmaları Kaçar Devleti ve halk nazarında Türkmençay Antlaşması’nın ilgili maddesini geçersiz hâle getiriyordu. Daha Ağa Muhammed Han zamanından beri bir kısım Ermeni ve Gürcü, İran tabiiyetine girmiş ve bu kişilerin çoğu da Müslüman olarak İran uyruklu kimselerle evlenmişlerdi. Dahası bir kısmı da devlet erkânında ya da sarayda makam sahibi olmuşlardı. Griboyedov’un bu kişileri İran’ı terk etmeye ikna etmeye çalıştığına kani olan İranlılar bunu İslam ve aile hukukuna aykırı bir girişim olarak kabul ediyorlardı [30]. Griboyedov nazarında ise artık ipler kopmuştu. Sığınmacıların iadesinin kendisinin ve temsil ettiği hükümetin prestijine halel getireceğini düşünüyor ve geri adım atmaya yanaşmıyordu. Bu karara tek itiraz eden Çar’ın Dışişleri Bakanı Karl Robert Vasilyeviç Nesselrode oldu. Kont Nesselrode, antlaşma şartlarında bazı istisnaların olabileceğini ve Şah’ın iade talebinin yerine getirilmesi gerektiğini belirtti. Ancak Griboyedov’u ikna etmeyi başaramadı [31].
Bununla birlikte Kaçar Hanedanı içinde Griboyedov’un misyonundan sapmasından ve Rus-İran ilişkilerinin çıkmaza sürüklenmesinden fayda sağlamayı uman bazı kişilerin varlığı da dikkat çekmektedir. Bunlardan biri sabık Başvezir Allahyar Han Kaçar Asafü’d-Devle, bir diğeri ise Feth Ali Şah’ın 7. oğlu olan ve o sırada Tahran valisi olarak görev yapan Mirza Ali Şah, namı diğer Zell-ulSultan’dır. Bu hanedan üyelerinin Ruslara karşı büyük bir düşmanlık besledikleri ve İngiltere ile dirsek temasında bulundukları görülmektedir[32]. Zira Ruslar daha önce de belirttiğimiz gibi tahtın resmî varisi ve müstakbel İran Şahı olarak Abbas Mirza’yı işaret etmekteydiler[33]. İran’ın Rusya ile olan rabıtasının daha da güçlenmesini istemeyen İngiltere’nin Kaçar Hanedanı içinde bir takım faaliyetlerde bulunması kaçınılmazdı [34]. Nitekim Asafü’d-Devle ve Zell-ul-Sultan bu iş için biçilmiş kaftandılar. İngiltere’nin İran Büyükelçisi McDonald’ın bizzat Asafü’d-Devle hakkında hükümetine vermiş olduğu rapor onun İngiltere çıkarlarına hizmet etmeye meyilli olduğunu göstermektedir. Raporda ayrıca Griboyedov’un faaliyetleri hakkında da bazı bilgiler verilmek suretiyle bu olayın üzerine gidilmesi gerektiği üstü kapalı olarak dile getirilmektedir[35]. Diğer yandan Tahran Valisi Zell-ul-Sultan’ın da olayları yatıştırmak yerine Griboyedov ve heyetini suçlayıcı bir tutum sergilemesi de Tahran havalisinde bir Rus karşıtlığının körüklenmek istendiğine dair şüphelerimizi arttırmaktadır. Zell-ul-Sultan’ın Tebriz’deki Abbas Mirza’ya yazmış olduğu mektupta Mirza Yakub’a sahip çıkılmasını sert bir dille eleştirdiğine şahit olmaktayız[36].
Artık katliam için tüm şartlar oluşmuştu. Zira halkın Ruslardan rahatsızlığı had safhaya ulaşmış, diğer yandan da Feth Ali Şah ve Griboyedov nezdinde istediğini alamayan Asafü’d-Devle işi mollalara havale etmişti. İşin bu kısmında Mirza Mesih Müctehid Esterabadi adındaki bir din âliminin ilginç bir biçimde olayları tırmandırdığı görülmektedir. Mirza Mesih halk arasında sevilen ve sözüne itimat edilen bir âlimdi. Hatta bir seferinde Mirza Yakub meselesinin çözüme kavuşturulması için Mirza Mesih Müctehid’in katılımıyla Maltzov ve Mirza Neriman eşliğinde bir toplantı planlanmış, ancak Mirza Mesih Müctehid hastalık bahanesiyle onu görmeyi reddetmişti[37]. Mirza Mesih adamlarından birini elçiliğe yollayarak kadınların teslim edilmesini talep etti. Ancak bu talep de Griboyedov’un vetosuyla sonuçsuz kaldı [38]. Kaçar devlet yetkilileri de artık olayın çığırından çıkmak üzere olduğunun farkındaydılar. Minuçehr Han, Griboyedov’a durumun kötüye gittiğini ve o gece elçilik binasında kalmamasını tavsiye etti. Ancak Griboyedov bu uyarıyı da ciddiye almadı [39].
Ertesi gün mollalar Tahran halkına çarşı ve pazar yerlerinin kapatılması ve halkın camilerde toplanması talimatını verdiler. Halk arasında zaten kökleşmiş haldeki Rus düşmanlığı, mollaların elçilikte alıkonulan kadınlar üzerinden yaptığı kara propaganda ile birleşince infialin boyutları her geçen saniye artmaya başladı. Halk (biri henüz on dört yaşında olan) kadınların elçilikte zorla tutulduğuna ve kendilerine uygunsuz muamele yapıldığına inandırılmıştı [40]. Feth Ali Şah, Abbas Mirza’ya yazdığı mektubunda bu durumun İran’ın gelenekleri bakımından kabul edilemez olduğunu dile getirmektedir[41]. Zaten Şah’ın anlattıklarına bakılacak olursa iki taraf arasındaki ilk tartışmalar İranlı elçilik personeliyle Griboyedov’un adamları arasında baş göstermişti. Halkın elçilik binası etrafında toplanmaya başlaması felaketin habercisi gibiydi. Bu sırada en olmaması gereken durum gerçekleşti. Kalabalık arasında bulunan bir İranlı genç Elçilik muhafızı Kazakların birinin tüfeğinden çıkan kurşunla hayatını kaybetti[42]. Protestocular ölen gencin cesedini alarak camiye götürdüler. Burada mollalar tarafından halka “cihat” çağrısında bulunuldu. Gözü dönmüş kalabalık artık iyice kontrolden çıkmış bir biçimde elçilik binasına akın etti. Her geçen dakika büyüyen bu kalabalığı Griboyedov’un küçük Kazak muhafız birliğinin durdurması imkânsızdı. Bunun ölümcül bir durum olduğunu fark ederek sığınmacıları onlara teslim etmeye karar verdiler. Ama artık çok geçti. Dakikalar sonra mollalar tarafından kışkırtılan kalabalık binaya saldırdı. Kazak muhafızlar bir saatten fazla kalabalığı dışarıda tutmak için gayret ettiler ancak iki avluyu da işgal eden saldırganlar onları oda oda geri çekilmeye zorladılar. Kalabalığın arasında kalan ilk kurbanlardan biri Mirza Yakub oldu ve köşeye sıkıştırılarak paramparça edildi. İki kadına ne olduğu konusunda ise herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ruslar son olarak Griboyedov’un çalışma ofisinde bir süre daha direndiler. Birkaç Kazak bu süreyi uzatmak için var gücüyle mücadele etti. Ancak kalabalık kiremitleri kırarak tavandan içeri girmeyi başardı. Griboyedov son ana kadar elinde kılıcıyla mücadele etti ancak sonunda vahşice boğazlandı ve cesedi pencereden sokağa atıldı. Burada kafası bir kebap satıcısı tarafından kesildi ve tezgâhta halka teşhir edildi. Olayın ardından baş sekreter Maltzov ve üç Kazak muhafız dışında kalan 37 elçilik çalışanı hayatını kaybetti. Elçiliği basan öfkeli kalabalıktan da yaklaşık 80 kişinin bu olayda hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır[43].
Olayın ardından İranlı yetkililerin bir zaafı olup olmadığı konusu oldukça tartışılmıştır. Feth Ali Şah olayı duyar duymaz yardım için harekete geçtiğini ve telaş içinde iki ya da üç bin kişilik hassa kuvvetleriyle olay yerine geldiğini, ancak geç kaldığını ifade etmektedir[44]. Ancak bazı kaynaklarda Zell-ul-Sultan’ın komutasında olay yerine intikal eden güvenlik güçlerinin öfkeli kalabalıkla karşı karşıya gelmemek adına olaya müdahale etmekten imtina ettiklerine dair bilgiler bulunmaktadır[45].
Griboyedov’un Ölümünün Ardından Rusya-İran Diplomatik İlişkileri
11 Şubat günü yaşanan hadisenin iki taraf nezdinde de büyük bir şaşkınlık ve endişe yarattığı konusunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Bir düello sırasında elinden aldığı yara sayesinde teşhis edilen Griboyedov’un cansız bedeni Tiflis’e doğru yola çıkarken, Tiflis’te bulunan General Paskeviç, kuzeninin ve tüm Rus elçilik heyetinin katledildiği haberini Rusya’nın Tebriz Büyükelçisi Mr. Amburger’in kendisine göndermiş olduğu 21 Şubat 1829 (Jülyen takvimine göre 8 Şubat) tarihli raporla öğrendi[46]. Ruslara yakınlığı ile bilinen ve iki taraf arasında yapılan antlaşma gereği müstakbel İran Şahı ilan edilen Abbas Mirza’nın bu olaydan duyduğu endişe ise kat ve kat fazla idi. Hemen General Paskeviç’e bir mektup yazarak, olaydan duyduğu şaşkınlık ve üzüntüyü iletti. Abbas Mirza mektubunda böyle bir hadisenin vuku bulmasındansa kendisinin ve ailesinin yok edilmesini yeğleyeceğini belirttikten sonra, olayın tamamen Tahran’da yaşayan cahil kimselerce tertip edildiğini, Şah’ın isteği doğrultusunda Maksud Mirza’yı kendisine İran hükumeti adına taziyelerini iletmek için göndereceklerini, eğer uygun görülürse Maksud Mirza’nın yanında baş sekreter Maltzov[47] da olduğu halde St. Petersburg’a vasıl olarak Rus İmparatoru’na durumdan duydukları derin üzüntüyü iletmek istediğini söylemekteydi[48]. Diğer yandan Tebriz’de bulunan İran’ın İngiltere başkonsolosu Mc. Dolnald da İran Dışişleri Bakanı Mirza Ebulhasan Han İlci’ye 21 Şubat 1829 tarihli bir mektup göndererek Rus diplomatik misyonuna karşı yapılan saldırıyı kınamış ve durumun Britanya hükümetine rapor edilmesini istemiştir[49].
Rus Hükümeti tarafında ise olay büyük bir dikkatle takip ediliyordu. Ruslar nazarında olayın yarattığı ilk intiba bunun bir İngiliz ya da Osmanlı komplosu olabileceği yönündeydi[50]. Ancak baş sekreter Maltzov’un Griboyedov ve bazı elçilik çalışanlarının yapmış olduğu tahrik edici davranışlar konusunda ifadeler vermesi, İran tarafının olayı büyük bir üzüntüyle karşılayarak suçluların derhal cezalandırılacağı konusunda teminat vermesi ve belki de daha mühimi Rusya’nın o sırada Osmanlı Devleti’ne karşı yürütmekte olduğu savaş[51], Griboyedov’un katledilmesini Ruslar nazarında bir savaş nedeni olmaktan çıkarıyordu. Rusya’nın yeniden güvenini kazanma konusunda işi şansa bırakmayan Feth Ali Şah ise torunu Hüsrev Mirza başkanlığındaki bir heyeti St. Petersburg’a göndererek en üst düzeyde affını talep etti. Hüsrev Mirza, İmparator Nikolay’ın affına mazhar olabilmek adına Nadir Şah döneminden bu yana İran hazinesinin en gözde parçası olan “Şah Elması”nı taktim etmesi ve dahası kılıcını İmparatora uzatarak Griboyedov’un canına karşılık kendi hayatını ortaya koyması Kaçar Hanedanı’nın bu işten sıyrılmak için her türlü yolu denediğini göstermektedir[52].
İmparator Nikolay ve Rus hükümetinin Feth Ali Şah ve Abbas Mirza’nın girişimlerinden tatmin olduğu görülmekle birlikte General Paskeviç’in bu konuyla ilgili şüpheleri bulunmaktaydı. Paskeviç’in 23 Şubat 1829 tarihli Rus Dışişleri Bakanı Kont Nesselrode’a yazmış olduğu “gizli” ibareli mektupta İran hükümetinin Griboyedov’un katledilmesi ile halkına Ruslardan çekinmedikleri ve Rusya’nın zannedildiği kadar güçlü bir devlet olmadığı mesajını vermek istediğini dile getirmekteydi[53]. Ancak İran ile ilişkilerin bozulmasına tahammülü olmayan Rus İmparatoru Nikolay, güvendiği asilzadelerden Knyaz Nikolay Andreeviç Dolgorukov başkanlığında bir heyeti Tahran’a göndererek diplomatik ilişkilerin kaldığı yerden devam ettirilmesi talimatını verdi. 1829 yılının Temmuz ayında (Muharrem 1245) Tahran’a varan Rus elçilik heyeti Şah’ın iyi niyetine karşılık olarak Türkmençay Antlaşması’nın 6. maddesi gereğince İran’ın ödemesi gereken savaş tazminatında (10 kurur Tuman) yarı yarıya indirim yapıyor, kalan kısmını da 5 yıl sonrasına erteliyordu[54]. Şah’ın fermanı ile olayın önde gelen faillerden Rıza Kulu Beğ adındaki zat ölüm cezasına çarptırıldı. Ancak halkın itibarına sahip Mirza Mesih Müctehid Estarabadi’nin cezalandırılması çok da kolay değildi. Ruslara onun sürgüne gönderileceği belirtildikten sonra Şah kendisini yanına çağırarak onun bir süreliğine Atabat-ı Aliyyat’a[55] gönderileceğini söyledi. İlk etapta bu teklifi kabul eden Mirza Mesih, daha sonra kendisinin Ruslara teslim edileceği endişesiyle müritlerini imdada çağırması da fayda etmedi ve Tahran’dan sürgün edildi[56].
Sonuç
11 Şubat 1829 tarihinde Tahran’da gerçekleşen Rus Elçiliği baskını, öncesi ve sonrası ile çok iyi değerlendirilmesi icap eden bir hadisedir. Öncelikle Rus heyetinin başında bulunan Aleksandr Griboyedov’un edebiyatçı kimliğinin yanında Rus-İran savaşlarında aktif olarak rol almış olması, onun tecrübelerinden faydalanma hususunda Kafkasya askerî valisi ve aynı zamanda Griboyedov’un kuzeni olan General İvan Födoroviç Paskeviç’i oldukça umutlandırmıştı. Ancak bu tercihin çok da isabetli olmadığı daha heyetin Tahran yolunda karışmış olduğu hadiseler vasıtasıyla açıkça anlaşılmaktadır. Griboyedov’un başlıca misyonu, İranlı muhataplarını kendi tarafına çekerek onları Osmanlı Devleti’ne karşı bir savaş açmaya ikna etmekti. Bu konuda en büyük destekçileri de Türkmençay Antlaşması hükümlerince Feth Ali Şah’ın resmî varisi olarak tescillenen Abbas Mirza idi. Ancak Rusların bu şekilde bir tercih yaparak Kaçar Hanedanı içinde Abbas Mirza’yı muhatap kabul etmeleri de Griboyedov’un diplomatik misyonu bakımından bir risk anlamına geliyordu. Zira hanedan içinde sabık baş vezir Asafü’d-Devle ve Feth Ali Şah’ın oğullarından Tahran Valisi Zell-ul-Sultan gibi kimseler İngiliz Büyükelçisi McDonald ile irtibat hâlindeydiler ve Ruslara karşı büyük bir düşmanlık beslemekteydiler. Griboyedov’un kendisi de böyle bir durumdan endişe ettiğini defalarca Paskiyeviç’e rapor ettiğini görüyoruz. Rusların bu şekilde tarafgirane bir biçimde başlayan diplomatik misyonuna bir de Griboyedov’un neden olduğu tahrik edici tutumlar eklenince Tahran’da Rus aleyhtarı bir havanın esmesi kaçınılmaz hâle geliyordu. Griboyedov’un, Kaçar devlet protokolünü görmezden gelerek Feth Ali Şah’ın kendisine karşı saygısızlık olarak addedeceği davranışlar içine girmesinin yanında, bir de Türkmençay Antlaşması’nın 13. maddesi uyarınca bir kısım İran vatandaşını iltica etmek üzere himaye altına alması, ilişkileri daha da gerdi. Özellikle üç kişi, hırsızlıktan hüküm giymiş eski bir saray görevlisi ve Asafü’d-Devle’nin maiyetindeki iki kadın Rus aleyhtarı İran ricaline istediği fırsatı fazlasıyla veriyordu. Sonradan Müslüman olduğu bilinen bu kadınların Ruslar tarafından zorla alıkonduğu haberi mollalar vasıtasıyla halka empoze edilerek Tahran halkının sokaklara dökülmesi temin edildi. Griboyedov’un bir diğer önemli hatası da şeriat kurallarını ve içinde bulunduğu toplumun değer yargılarını çok iyi kavrayamaması idi. Sonuçta Rus aleyhtarı kamuoyu ve olayın diğer aktörleri istediğini aldı. Griboyedov’un heyetindekilerden baş sekreter Maltzov (ki kendisi daha sonra Feth Ali Şah’ın isteği doğrultusunda İran lehine şahitlik yapmıştır) ve üç Kazak muhafız dışında tüm çalışanlar halk tarafından vahşi bir şekilde katledildiler. Olayın ardından Feth Ali Şah’ın Tebriz’de bulunan veliahdı Abbas Mirza vasıtasıyla Ruslarla temasa geçmek istediğine ve iki taraf arasında yoğun bir mektup trafiğinin yaşandığına şahit olmaktayız. Feth Ali Şah’ın torunu ve Abbas Mirza’nın oğlu olan Hüsrev Mirza’nın İran’a yapmış olduğu taziye ziyareti ve Rus İmparatoru I. Nikolay’ın talimatıyla Knyaz Dolgorukov başkanlığında Tahran’a gönderilen Rus diplomatik heyetinin temasları neticesinde iki ülke arasındaki kriz bir nebze olsun yatıştırılmıştır. Krizin sonlandırılmasında en büyük amil ise hiç şüphesiz Rusya’nın Osmanlı Devleti ile savaş hâlinde bulunmasıydı. Bunun yanında Griboyedov’un hatalı davranışları, İngiltere’nin olayların başlamasındaki rolü konusundaki şüpheler ve İran Hükümeti’nin olayın yaralarını sarma ve suçluları cezalandırma konusunda vermiş olduğu teminat Rusya cephesinde hafifl etici sebepler olarak algılanarak savaşa lüzum görülmediği anlaşılıyor. Ancak İran’ı Osmanlı ile savaşa sokmak için yola çıkan Griboyedov ve heyetinin Rusya ve İran arasında bir savaşa neden olacak şekilde böylesine elim bir olayın ortasında kalması da tahmini mümkün olmayan oldukça sıra dışı bir olay olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.