ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

U. BAHADIR ALKIM, HANDAN ALKIM

İslâhiye bölgesinde Türk Tarih Kurumu, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi adına araştırmalar yapmakta olan[1] heyetimiz, İslâhiye’ye bağlı Gedikli (Karahüyük)’de (bk. Harita 1) 1958 ve 1963 yazında topraküstü incelemelerinde bulunduğu sırada kırmızımsı portakal renginde ağır dönen bir çarkta yapılmış, yol yol perdah izli özel bir keramik türüne ait bir kaç parça toplamıştı. Ayni keramik çeşidini hem Tilmen Hüyüğündeki “M-3 mezarında” ve IIIg-IIIc katlarında bulmuş olmamız[2] ve hem Gaziantep Müzesinde yine Gedikli’den gelme söz konusu türden müteaddit tam kap örneklerini görmüş olmamız, 1964 yaz ve güz aylarında Tilmen Hüyük’de çalışırken Gedikli’de de bir kazıya başlamamızı zorunlu kıldı. Aşağıdaki satırlar Gedikli (Karahüyük)’de giriştiğimiz kazıların birinci ön-raporunu teşkil etmektedir.[3]

A

GEDİKLİ (KARAHÜYÜK)’ÜN COĞRAFÎ KONUMUNA VE İSTİKŞAF TARİHİNE TOPLU BİR BAKIŞ

Çok bereketli ve yer yer sulak Sakçagözü Ovasının batı kesiminde bulunan Gedikli, diğer adı ile Karahüyük, Gaziantep ilinin İslâhiye ilçesine bağlı olup İslâhiye’nin kuş uçumu 23 km., Zincirli (Sam’al)nin 19 km. kuzey-doğusunda, Tilmen Hüyüğün 35 km. kadar kuzeyinde, Coba Hüyüğün de 6 km. batısındadır (bk. Harita 2, No. 12).

Karahüyük’ün arkeoloji literatüründeki adına ilk defa Zincirli hâfirlerinden R. Koldewey’in haritasında rastlamaktayız[4].

“Karahüyük” adı, Sakçagözü Ovasında 1907’de araştırmalar, 1908 de de Coba ve Songurus Hüyüklerinde kazılar yapan John Garstang’ın haritasında da görülür[5]. J. Garstang, ilk kazı raporunda “Karahüyük”ün Sakçagözü Ovasındaki diğer hüyükler arasında yer aldığını ancak kendisinin bu Hüyüğü etraflı bir incelemeye tâbi tutmadığını kaydetmiştir[6].

1949’da Coba Hüyük’de bir kontrol sondajı yapmış olan Dr. M. V. Seton-Williams, Dr. J. Waechter ve J. du Plat Taylor yayınladıkları haritada söz konusu bölgedeki bazı büyükleri ve bu arada “Karahüyük”ü de göstermişler ancak Karahüyük hakkında her hangi bir özel açıklamada bulunmamışlardır[7].

Anadolu’da “Karahüyük” ismi ile tanınan pek çok yer adı mevcut olduğundan, herhangi bir karışıklığı önlemek için, bundan böyle gerek buradaki ön-raporumuzda ve gerek gelecekteki yayınlarımızda Höyüğümüzün diğer adı olan “Gedikli”yi kullanmayı daha uygun bulmaktayız.

Gedikli’nin ilk esaslı istikşafı 1958 yazında tarafımızca yapılmıştır[8]. Bu topraküstü araştırmamızda Gedikli Hüyüğünden muhtelif çağlara ait (Eski Bronz, M.ö. II. bin, M.ö. I. bin ve Roma) keramik parçalarını toplama imkânını elde ettik. Bu ziyaretimiz sırasında, tahminen 1951 yılında yapılan bir İhbar üzerine Gaziantep Müzesi Müdürü Bayan Sabahat Göğüş’ün Gedikli’ye geldiğini ve hüyüğün doğu eteğine rastlayan bir kesiminde bir mezar olduğu anlaşılan yerden sayılan 10’u geçen ve hemen hepsi sağlam olan kapları çıkararak Gaziantep Müzesine götürdüğünü köylülerden öğrendik.

1963’de Gaziantep Müzesine gittiğimizde Gedikli menşeli tüm kapları inceliyerek bunların büyük bir kısmının, Tilmen Hüyük’ün Eski Bronz II ve III’e ait katlarından meydana çıkarılmış olan keramiğe büyük bir benzerlik gösterdiğini müşahede edince, Tilmen Hüyük kazısının 1963 dönemi çalışmalarına başlamadan önce Gedikli’ye bir defa daha gitmeyi uygun bulduk; bu gidişte bir mezar olduğunu tahmin ettiğimiz kesimde ufak çapta bir araştırma yapıldı ve ayni türden iki tüm kap daha bulundu ancak derine inilmediği için her hangi bir mezara rastlanmadı.

İşte bu buluntuların ışığı altında hem Tilmen’in stratigrafik verilerini kontrol etmek ve hem İslâhiye bölgesinin iskân tarihinin aydınlanmasında tamamlayıcı malzeme sağlamak amaciyle Gedikli Hüyüğünde 1964’de bir kazıya başlamağa karar verdik.

B

GEDİKLİ HÜYÜGÜNDEKİ 1964 DÖNEMİ ÇALIŞMALARI

Sakçagözü Ovasının bu günkü düzeyinden 24 m. ve denizden de 569 m. yükseklikte olan Gedikli Hüyüğü (Res. 1) Gedikli köyünün kuzey bitişiğinde bulunmaktadır. Hüyük ovalimsi biçimde olup uzun ekzeni 240 m., kısa ekzeni ise 190 m. kadardır (Plan 1); doğu ve batı eteklerinden ve kuzey yamacından kerpiç dökmek için köylüler geniş çapta toprak çıkarttıkları için bu kesimlerde, bulunduklarını pek muhtemel addettiğimiz mimarlık katlarının ve diğer kültür kalıntılarının büyük zararlara uğradığı kendiliğinden anlaşılır. Hüyüğün güney-doğu eteğinde bulunup araştırmalarımız ile bir nekropol olduğu kesinleşen bu yerde bulunan bir oda mezar içinden çıkarıldığı muhakkak olan ve hâlen Gaziantep müzesinde bulunan keramikler de böyle bir toprak alma ameliyesi esnasında tesadüfen bulunmuştur. Bu mezarın kesin yeri hakkında tam bir bilgi edinemediğimiz için keramiklerin tarafımızca açılan 3 oda mezarlardan birinden mi yoksa başka ve tamamen tahrip edilmiş bir oda mezarından mı çıkarıldığı kesinlikle söylenemez.

Gedikli Hüyüğü’nün üç yerinde sondaja girişildi: Hüyüğün tepesinde ( = B—Bı Sondajı), kuzey-doğusunda (=A—A1 Sondajı) ve güney-doğu eteğinde (=C Sondajı).

I. Tepede (=B—B1 Sondajları)

Bu deneme kazıları Hüyük tepesinde 20 X 30 m. boyutundaki bir alanda yapıldı (bk. Plan 1 : III, 7 - III, 10 / D, 5 - D, 8). Gedikli köylüleri tarafından zaman zaman çocuk mezarlığı olarak kullanılan kesimin üst düzeyinde 50-60 yıl öncesine ait bir kaç mezar kaldırılıp bu günkü köy kabristanına nakledildikten sonra derinleşme ameliyesi geliştirildi (Res. 2). Yeni devirlere ait çeşitli keramik ve ufak buluntular veren 2 m, kalınlığındaki bir toprak düzeyi bütün alanda kaldırıldıktan sonra kesin plan vermiyen taş temel kalıntılarına rastlandı (Plan 2). Tranşenin orta kesiminde meydana çıkarılan irili ufaklı taşlarla yapılmış ve yer yer harap olmuş bir döşemeyi, bu döşemenin doğusunda birbirini kesen iki temel duvarı kalıntısını ve ayni tranşenin güneyindeki iki duvar parçasını mimarlık bakiyesi olarak görmekteyiz (res, 3-4). Buluntular arasında Osmanlı - Türk Hükümdarı II. Mahmud’un (1808-1839) otuzuncu saltanat yılında basılmış olan bir sikke sini, kaliteli terra sigillata parçalarını, Doğu Roma İmparatoru II. Constantins (M. s. 337-361 )’un ve Honorius (393-423)’un birer sikkesini[9] özellikle zikretmek isteriz. B-Sondajının plan vermiyen bu mimarlık kalıntılarını keramik ve meskûkât buluntularına dayanarak Geç-Roma veya Bizans çağına ait olduğunu muhtemel saymaktayız.

Klâsik çağ kültürünün Hüyük tepesinde kalın bir tabakayı kaplaması dolayısiyle, bu “Tepe-Sondajında” daha çabuk bir stratigrafik sonuca ulaşabilmek için tranşenin doğu yönünde yalnız 5 X 20 m.’lik bir alanda derinleşmeye devam edildi, bu çukura da “B1- Sondajı” adı verildi (Plan 3) ; Hüyük tepesine nazaran 4 m.’lik bir derinlikte ayni teknikte taş temel kalıntılarına tesadüf edildi ve bu seviyenin de ayni surette karışık olduğu görüldü. Düzensiz kalker taşları ile yapılmış yer yer döşeme parçaları, plan vermiyen temel duvarı kalıntıları ve tranşenin güney-batısının orta kesimindeki bir kapı mihverinin yatak taşı, bu tranşenin mimarlık belgelerini teşkil etmektedir (res. 5).

Meydana çıkmış olan bu kalıntıların da ayni surette Roma devrine ait olduğu, keramik türünden anlaşılmaktadır. Böylece, Tepe-Sondajı’nın kalınlığı 4 m.’yi geçtiği halde, Osmanlı - Türk, Bizans ve Roma çağı çanak - çömleğinin henüz kesilmemesi ve mimarinin de plan vermeyen kesik duvarlardan ibaret oluşu ve ayni zamanda Hüyüğün kültür katlarını tesbit amacı ile açılan Basamaklı Sondajda ( A - Sondajı ) da bu devirlerin 2 basamak gösterdiği halde gene çok karışık bir durum göstermesi bu kesimdeki derinleşmeyi durdurmamıza sebep olmuştur.

II. Kuzey-Doğu Yamaç (=A-Sondajı)

Bu kesimde ( bk. Plân 4: III, 6 - II, 9 / D, 10-E, 4) Hüyüğün kültürel sıralanışını tanımlamak amaciyle ve — her mimarlık düzeyinde bir basamak bırakıp derinleşme suretiyle — basamaklı bir sondaja girişildi. Yukarıdan aşağıya doğru elde edilen stratigrafik sonuç şöyledir: Geç devirler (Osmanlı - Türk, Bizans, Roma ve Hellenistik)’in altında iki evrelî Demir-Çağı ( = Kat I), M. ö. II. binyılı yerleşmesi ( = Kat II ), altı evresi tesbit edilen Eski Bronz - Çağı ( — Kat III ), Geç Kalkolitik Çağ? (= Kat IV ?). Ana toprağa henüz ulaşılamadı. “Basamaklı tranşe”nin kat durumunu ve kesitini Plan 4’de görüyoruz. Ufak buluntu ve bilhassa keramik nevine göre basamakların temsil ettikleri kültür evrelerinin şöyle olduğu anlaşılmaktadır :

Birinci basamak : Geç-Roma, Bizans
İkinci basamak : Roma, Hellenistik
Üçüncü basamak : Demir-Çağı (Kat Ia)
Dördüncü basamak : Demir-Çağı (Kat Ib)
Beşinci basamak : Demir-Çağı (Kat Ib)
Altıncı basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIIa)
Yedinci basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIIb)
Sekizinci basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIIc)
Dokuzuncu basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIId)
Onuncu basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIIe)
Onbirinci basamak : Eski Bronz-Çağı (Kat IIIf)

Basamaklı sondajda ışığa çıkarılan mimarlık belgeleri ile küçük buluntuları kısaca betimliyelim :

Yeni devirler olarak tanımladığımız üst yüzeyde (birinci ve ikinci basamak) karışık bir moloz kitlesine rastlandı. Osmanlı - Türk, Bizans, Roma ve Hellenistik çağlarına ait keramik parçaları ve Roma İmparatoru Heliogabalus (M. s. 218-222)’un bir sikkesi bulundu.

Kat I (= Üçüncü ve dördüncü basamak) : Bu kültüre ait kalıntılara iki basamakta da rastlanması, iki evreli olduğunu göstermektedir; evreleri Ia ve Ib olarak numaraladık.

Ia’da güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda kalker taşından yapılmış bir temel duvarı açığa çıkarıldı.

Ib’de de ayni yönde olan duvar kalıntıları bulundu. Keramik, gerek Ia’da ve gerek Ib’de, genel olarak “Demir Çağı” deyimi ile tanınan çanak-çömlek türündendir. Bunlardan üç örnek verelim : Res. 6’da, açık zemin üzerinde kirli kahve rengi, parallel şerit bezekleri bulunan bir parçayı, res. 7 ve 8’de de yine ayni renkteki zemin üzerinde koyu kahve rengi boya ile yapılmış band süslü iki kap kırığını görüyoruz.

Monokrom mutfak keramiği türünden tabak, çömlek ve pitos parçalarını zikretmek isteriz.

Ia’da bulunan bronz bir bilezik ve Ib’de meydana çıkarılan kemik bir biz parçası diğer küçük buluntular arasındadır.

Gedikli Hüyüğünde Demir-Çağının iki evre ile temsil edilmiş olması, Sakçagözü Ovasının söz konusu devirde sürekli ve yoğun bir yerleşmeye sahne olduğunu bir kanıt teşkil etmektedir. Ia ve Ib’nin, M.ö. I. binyılının ilk çeyreğine, (özellikle IX. - VIII. yüzyıla) aidiyetini olanaklı görmekteyiz.

Kat II (= Beşinci basamak): Ib’den bir yangın izi ile ayrılmaktadır. Yanmış kerpiç parçaları ile yanık toprak tabakası bu hususu doğrulamaktadır. Kat II'nin üzerinde Kat I’e ait yoğun yangın kalıntısının görülmesi keyfiyetini, bir istilâ hareketi ile, belki de bir kavmin (Ahlamû Aramî’lerinin?) göçü ile ve yahut Assur Kralı Tukulti-Ninurta I’in (M.ö. 1244-1208) fütuhatı ile ilgili saymaktayız. Gerek Tilmen’in ve gerek Amuk Ovasında kazılmış olan büyüklerin mümasil katlarında da ayni yangının mevcudiyeti bu fikrimizi doğrulamaktadır.

Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda seyreden kalker taşından bir temel kalıntısı Kat II’nin mimarlık belgesidir. Kat II’nin kalınlığı 1,5 metredir, oldukça kalın bir seviyesi olan bu kültür katında M.ö. II. binyılına ait keramik türlerinden örnekler bulundu; bu durum ise, Kat II’nin birden fazla evreli olması gerektiğini muhtemel kılmakta ise de, kazılan kesimde ayni kültürün başka mimarlık evresine rastlanmadı.

Keramik nevinden biri, Hitit çanak-çömleğini andırmaktadır, bu türden iki parça bulundu; bunlardan biri parlak ve itinalı işçilikte olan bir kırmızı kupa kırığı, diğeri ise yine bir kırmızı kupaya ait ağız parçasıdır.

İkinci keramik türü, “Habur tipi” adı ile tanınan boyalı çanak- çömlck çeşidindendir; bu türden 10 kadar parça bulundu. Res. 9-11, sarımtrak kahve rengi bir zemin üzerine yapılmış kırmızımtrak kahve renkli şerit bezekli olan bu neviden üç örneği görmekteyiz. Res. 12’de ise bu nevin daha itinalı bir parçasını buluyoruz; zemini sarımtrak bej ve üzerindeki band süsleri ise siyaha yakın kahve rengindedir; bezeğin boyasının parlakça olması ayrıca dikkat çekicidir. Zira Habur kaplarının üzerine fırça ile çekilen boyanın parlaklık göstermesi olayına sık sık rastlanmaz[10].

Kat II’de bundan başka kaba hamurlu monokrom günlük mutfak keramiği (pitos, testi, tabak, çömlek parçaları v.s.), çakıl taşından bir havan eli veya ezgi taşı, silindir biçiminde pişmiş topraktan bir ağırlık da meydana çıkarıldı.

Kat II’nin alt seviyesinde, üzeri çapraz parallel mahkûk çizik bezekli kırmızımtrak portakal renginde bir kap parçası (res. 13) bulundu; ayni türden tam çanak-çömlek örnekleri Gedikli’nin oda mezarlarında (aş. bk. s. 18-21) ve Tilmen’in IIIg-IIIc evrelerinde de meydana çıkarılmıştı. Yine bu Kat II’nin alt düzeyinde, “C —Sondajında” meydana çıkarılan (aş. bk. s. 14-15) siyahımtrak gri renkteki kremasyon çömlekleri tipinden olan ve fakat günlük ihtiyaç için kullanıldığı anlaşılan bir kap kırığına rastlandı. Gedikli’nin daha eski bir katına (Eski Bronz-Çağı) ait olan bu türlerden keramiğin zuhurunu ârizî addetmekteyiz; Kat II temelleri kazılırken III. kat molozunun da karışmış olduğu çok muhtemeldir.

Basamaklı sondajın bu II. katının M.ö. II. binyılının hemen hemen hepsini kapsadığını (yak. ol. 2000-1200) anlaşılmaktadır.

Kat III (= altıncı-onuncu basamaklar): Bu katın üzerinde de yangın tabakası mevcuttur. Bu keyfiyet ise, M.ö. III. binyılı sonunda bölgeye bir istilânın vuku bulduğunu muhtemel kılmaktadır. Ayni yangın tabakasını ve dolayısiyle istilâyı, gerek Tilmen’in ve gerek Amuk büyüklerinin mümasil katlarında da bulmaktayız. Basamaklı sondajın III. katında altı evre tesbit etme imkânı hasıl oldu (= IIIa, IIIb, IIIc, IIId, IIIe ve IIIf). Bu seviyeler Eski Bronz - Çağının muhtelif evrelerini temsil etmekte ve M.ö. III. binyılının muhtemelen tekmilini kapsamaktadır. Evreleri kısaca betimliyelim :

IIIa : Mimarlık belgesi olarak Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda olan ve her iki yanı yıkık olduğu için kalınlığı tesbit edilemiyen ve fakat kalınca olduğu anlaşılan bir duvar kalıntısı ve döşeme kesimi meydana çıkarıldı.

Keramik çeşidi bu evrede değişmekte olup Tilmen IIIg-IIIc seviyelerinde, Tarsus’un Eski Bronz II, 3 saikasında bir kaç örnek hâlinde bulunmuş kırmızımtrak portakal renginde üzeri mahkûk çizik bezekli kap parçalarına bol miktarda, yine Tilmen’in adı geçen evrelerinde görülen ayaklı meyveliklere ve çan ayaklı tabak kırıklarına rastlandı. Ayni tip keramik, aşağıda değinileceği üzere (bk. s. 19-21) Gedikli’nin oda mezarlarında ve hattâ kremasyon mezarlığında da bulunmuştur ki, bu olay söz konusu mezarların tarihlendirilmeleri için bir dayanak teşkil etmiştir. IIIa’nın verdiği bu ilginç buluntular bir kültür değişikliğini açıkça gösterdiği için, basamaklı sondajımızın bu IIIa evresi hizasının kuzey bitişiğinde seçilen bir alanda (bk. Plan 1 : III, 7-8/D, 10-E, 1) —daha ayrıntılı bir bilgi edinebilmek amaciyle derinliğine geliştirilen ikinci bir kazıya (= A1 -Sondajı) başlandı. A1 -Sondajı 1964 döneminde iki seviye indirilebildi (A1: IIIa ve A1:IIIb).

A1 : IIIa’daki (bk. Plan 5) mimarlık kalıntısı olarak meydana çıkarılan temel duvarlarının basamaklı sondajın IIIa seviyesindekilerin bir devamı olduğu görüldü. A1-IIIa’da ufak taşlarla yapılmış yer yer bir döşeme ve iki duvar kalıntısına rastlandı (krş. Plan 5 ve res. 14). Alanın güney-doğu kesimindeki duvarın bir yönü yıkık durumda bulunmasına rağmen 3 m.’ye yakın bir kalınlıkta olduğu anlaşıldı; duvarın üzerinin ufacık taşlarla düzleştirilmiş olması, sağında ve solunda yanık kerpiç parçacıklarına da rastlanması temelüstü yapısının kerpiçle inşa edilmiş olduğuna işaret teşkil etmektedir. Kalınlığı normalden fazla olan bu duvar bakiyesinin bir sûr kesimine ait olduğunu ve binaenaleyh Gedikli’nin bu IIIa evresinin bir sûrla çevrilmiş bulunduğunu muhtemel saymaktayız.

IIIb (A1 : IIIb) : IIIa’nın hemen altında olup bir yıkıntı ile ayrılmaktadır. IIIb’nin gerek mimarlık ve gerek keramik kalıntıları IIIa’ninkilerin hemen hemen aynidir. Bilhassa sûr olarak tanımladığımız kalın duvar A1-IIIb’de kendisini daha iyi bir surette korumuştur (Plân 6 ve res. 15-16). Bundan da, IIIa sûrunun, IIIb sûrunun hemen üzerine ayni altyapıdan faydalanılarak ve zaman zaman eski sûr kullanılarak inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerek IIIa ve gerek IIIb evrelerinde Gedikli Hüyüğü’nün tahkim edilme zorunluğu, bölgenin güvenini tehdit eden düşman bir komşu ülke halkının o devirlerde mevcut olması gerektiği fikrini telkin etmektedir.

IIIc : Basit bir temel kalıntısı veren bu evrenin keramiği, bir önceki iki seviyenin (IIIa ve IIIb) aynıdır. Çeşitli sileks âletler buluntular arasındadır, bunlardan bir orak-bıçağın kırık parçası ilginçtir. Aslında oldukça uzun olan bu tip çakmaktaşı orak-bıçaklardan bir kaç örnek Tilmen’in ille katında meydana çıkarılmıştı[11].

IIId ve IIIe : Bu evrelerin basit duvar kalıntıları ve keramik türü IIIc’ninkinin hemen hemen aynidir. Çakmaktaşı âletlerin sayıları bu seviyelerde artmaya başlar. Pişmiş topraktan yapılmış ufak bir araba tekerleğinin (çapı 4 cm.) ille evresinde bulunuşu üzerinde durulmaya değer. Bilindiği üzere, ayni tipte ve hattâ yaklaşık olarak ayni büyüklükte iki tekerlekli bir araba —sürücüsü ile birlikte— Hama’nın “H-katında” meydana çıkarılmıştır[12]. En eski örneklerine Mezopotamya’da rastlanan tekerleği ve dolayısiyle arabayı[13] M.ö. III binyılının ortasında Gedikli Hüyüğündeki ve dolayısiyle Sakçagözü bölgesindeki halkın tanıması ve bu aracı dinî veya dünyevî amaçlar için kullanması ilgi çeken bir olaydır.

IIIf (= On birinci basamak): Mimarlık belgesi olarak basit bir taş temel kalıntısına rastlandı. Kırmızımtrak portakal çengindeki mahkûk çizik bezekli keramiğin devam ettiği ve fakat sileks âletlerin miktarının arttığı ve aralarında bir kaç obsidian gereçlerin de bulunduğu görüldü. Bu evrede Eski Bronz-Çağı’nın ilk evresini teşhis etmek yerinde olur. Bu evrede kırmızı renkte bir “Khirbet-kerak” tipi kap parçasına rastlandı. Gedikli’nin doğu eteğinde de topraküstü buluntusu olarak yine bir tek “Khirbet-kerak” cinsi keramik kırığı yine bu dönemde toplanmıştı.

Doğu ve Orta Anadolu’nun Kalkolitik Çağı ve sonra da “Bakır- Çağı”, daha geniş deyimi ile Eski Bronz-Çağı kültürlerinde görülen, Amuk Ovasında ise “G—evresinde” başlayıp “I-evresine” kadar devam eden (yakl. ol. M.ö. XXVIII.-XXV. yüzyıl) Konya Ovası ve Kilikya’da örneğine hemen hemen hiç tesadüf edilmiyen, Filistin’de ise ancak Eski Bronz’un ikinci evresinde görülen (M.ö. XXVII.- XXV. yüzyıl) ve oradaki buluntu yerine izafeten “Khirbet-kerak” adı altında tanınan bu keramik nevinin Gedikli Hüyüğü’nün basamaklı tranşesinin IIIf safhasında olması dikkat çekici bir husustur. Gerek Gedikli’deki ve gerek Tilmen ve İslâhiye bölgesi büyüklerindeki ancak arızî buluntular, Eski Bronz I’de kuzey-doğu Anadolu’dan Suriye’ye ve Amuk bölgesine hicret eden ve bu “Khirbet-kerak” keramiğinin sahibi olan halkın Sakçagözü, İslâhiye ve Hassa bölgelerini etkileri altında bulundurmadıklarına işaret teşkil etmektedir. Bahis konusu olan çağda bölgemizin de, tıpkı Kilikya’daki gibi, parlak ve müreffeh devrini idrak etmekte olduğu anlaşılmaktadır; bu parlak devir, yüzlerce yıl kullanıldığı anlaşılan çarkta yapılmış kırmızımtrak portakal rengindeki mahkûk çizik bezekli keramiğîn sahibi olan bir halkın bölgemizde hâkim olduğu çağda idrak edilmiş olsa gerektir.

Kat IV (?): IIIf’in altında her hangi bir mimarlık kalıntısına rastlanmadı. Keramik seyrekleşti. Az da olsa kırmızımsı portakal renkli çanak çömleğin devam ettiği, buna mukabil sileks âletlerin bollaştığı müşahede edildi. Acaba IIIf’in altı geç bîr Kalkolitik midir? Yoksa Eski Bronz devrinin ilk evresinin önceki devamı mıdır? Bu hususta kesin bir fikir ileri sürmek mümkün olamadı. Ancak Dr. M. V. Seton-Williams’in deyimi ile kalın dipli ve kenarlı “Coba tipi kâse” kırıkları[14], enkrüstasyonlu bir keramik parçası ve mahallî imâl olan bir kaç Obeid tipi çanak-çömlek kırığı, Eski Bronz-Çağı’nın pek erken bir evresini veya geç bir kalkolitik devrini IIIf’in altında aramamızı muhtemel kılmaktadır.

Res. 17, içi krem renginde bir macunla doldurulmuş mahkûk çizik bezekli kırmızımtrak bir keramik parçasını göstermektedir; daha sonraki çağda enkrüstasyonsuz olarak bol örnekler veren bu enkrüstasyonlu keramik türü acaba sonrakinin evveliyatını mı temsil etmektedir? Yeter derecede buluntulara hâlen sahip bulunmadığımız için, bu hususta şimdilik bir şey söyliyemiycceğiz.

Res. 18 ve 19’da mahallî Obeid türünden iki çanak-çömlek kırığını ve res. 20’de de Coba Hüyük’ün IV C katında meydanan çıkmış olan bir parçaya[15] benzerlik gösteren parallel band bezekli bir örneği bulmaktayız.

Basamaklı tranşenin bu IIIf-altı evresinde Hüyüğün eteğine pek yaklaşıldığı için ve hattâ hâliyle etekten de dışarı taşılma ihtimali vârid olduğu için ve ayni zamanda ana toprağa da ulaşılmadığından Gedikli’nin en eski kültürünü kesin bir şekilde aydınlatma olanağı sağlanamadı. Gelecek dönem kazısında bu konunun açıklanabileceğini ummaktayız.

III. Güneydoğu etekte ( = C-Sondajı)

Bu kesimde (bk. Plan 1: IV, 2-IV, 5/E, 5-E, 6) bir kazıya girişmemizin sebebini yukarıda Gedikli’nin istikşaf tarihçesi vesilesiyle açıklamıştık (bk. s. 1-4). 30x8 m. boyutundaki bir alanda geliştirdiğimiz çalışmalarda bir nekropol (Plân 7 ve res. 21) kesimi bulduk. En az bir kaç yüzyıl kullanıldığı anlaşılan bu nekropol’de üç gömme tipine rastlandı: basit toprağa gömme, çömlek içinde kremasyon ve dikdörtgen planlı oda mezarları.

a) Basit toprağa gömme : Tranşenin güney kesiminde köylülerin evvelce toprak çıkardıkları eteğin bu günkü toprak düzeyinden 0.50- 1.50 m. derinlikte ve 7x6.5 m.’lik bir alanda doğrudan doğruya toprağa gömülmüş dört iskelet bulundu (res. 22 ve plân 7).

İlk gömüye, alanın güney-doğu kısmında tesadüf edildi; kuzey- güney doğrultusunda sırt üstü yatırılmış ve başucunda in situ bir amfora duran basit bir gömme idi. Çalışmalar geliştirilince hepsi ayrı ayrı istikametlerde olan üç gömü daha bulundu (bk. Plan 7). Açığa çıkarılan iskeletler “İ-1, İ-2, İ-3, ve İ-4 olarak numaralandı.

İ-1 : Tam kuzey-güney doğrultusunda ve sırtüstü yatmaktadır; sol ayak, sağ ayağın üstüne doğru gelmekte, sol el sağ dirseğin altına doğru bir dikaçı ile kıvrılmakta, sağ el yukarı göğüs üzerine kaldırılmış bir durumdadır, baş ise hafif sağa dönüktür (res. 23). Bütün kemikleri hemen hemen tam olup kendisini iyi bir surette korumuştur. Kafa tasının hemen tepe bitişiğinde bir amfora yerli yerinde ve dik durur vaziyette bulundu (res. 24). Amfora (yük. 21.6 cm.), bej renkte olup iki kulpunun alt hizasından ağzının üst Hizasına kadar kırmızımsı kahve renginde bir boya süsünü ihtiva etmektedir.

İ-2 : İ-1’in 2.60 m. güney-batısında olup Hüyüğün etek düzeyinden 0.50 m. derinlikte bulundu. Kuzeydoğu—güneybatı istikametindedir. Sırtüstü yatmakta olup ayak bileklerinden aşağı kısmı kazı sırasında bulunamadı, iki el göğüs üzerinde kavuşturulmuştur. Baş hafif öne eğik olup aşağı sarkan alt çene iskelete âdeta güler bir ifade vermektedir. Ölü hediyesi olarak başucunda halka dipli ve tek kulplu (maalesef bu kulp kırıktır), yuvarlak şişkin karınlı bir çömlek in situ durumda bulundu (res. 25).

İ-3 : Bu iskelet, İ-2’ye dikey vaziyette gömülmüştür (krş. Plân 7 ve res. 25a). İ-3, kuzeybatı—güneydoğu doğrultusundadır. İ-2’den 0.40 m.’lik yüksek bir düzeyde bulunmakta, ancak hüyük eteğinin yamaç kesimine rastladığı için yamaçtan 0.70 m. derindedir. Sırtüstü yatmaktadır, ayaklar ve eller kazı sırasında meydana çıkmadı. Başına gelince, kafatasının arka kısmı kalmış, ön kısmı ise harap olmuştur. Ölü hediyesine rastlanmadı.

İ-4 : Batı-doğu doğrultusunda olup yine sırtüstü yatmaktadır. Kollar, vücudün iki yanına uzatılmıştır. Elleri bileklerden, ayakları da ayakbileklerinden itibaren yoktur. Ölü hediyesi de mevcut değildir (res. 26).

Açılmış olan basit toprağa gömü alanında meydana çıkan keramik genel olarak bej renkte olup M. ö. II. binyılı karakteristiğini taşımaktadır, ancak zamanla ve muhtemelen rutubetin etkisi ile kirli bir renk almıştır. Monokrom keramik arasında, yuvarlak dipli, şişkin karınlı ve çift dudaklı iki Suriye tipi şişe (birinin ağzı kırık) ve yonca ağızlı bir ufak testi parçası özellikle zikre değer. Keramik buluntularından, bu basit gömmelerin M.ö. II. binyılının ilk yarısına veya ortalarına ait oldukları anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, bu tip değişik oriyantasyonlu basit toprağa gömme Gedikli’nin 120 km. kadar güneyinde bulunan Tel Açana (= Alalah)’nın VIII.-I. katlarında (yakl. ol. M.ö. XIX.-XIII yüzyıl) Sir Leonard Woolley tarafından meydana çıkarılmıştı[16]. Gelecek dönemdeki çalışmalarımızda, basit toprağa gömülü mezarlar ve onlarla birlikte karakteristik keramik ve başka eserler de bulunduğu takdirde, Gedikli’nin bu gömü türünün daha kesin bir tarihlendirilmesinin yapılabileceğini ümid etmekteyiz.

b) Kremasyon mezarları: C-Tranşesinin kuzey kesiminde 6.5x10 m.’lik bir alanda Hüyük yamacının bu günkü düzeyinden 0.80 m. derinlikten itibaren kremasyon mezarları bulundu. Pek çok ve üst üste yapılan gömüler alttaki kemik muhafaza kaplarının kırılmasına sebep olduğu için burada kül, kemik ve keramik parçalarından âdeta bir tabaka teşekkül etmişti; bu tabakanın kalınlığı 1-1.75 m. arasında değişmektedir (Plan 8 res. 27). Sayıları herhalde bir kaç yüze yaklaşması gereken bu yakma mezarlardan ancak 43’ü tam mezar olarak sayılabildi.

Muhtelif tip ve büyüklükteki kapların içine yapılan kremasyon gömmelerinin genellikle bâzı müşterek özellikleri vardır, şöyle ki :

1 — Ölü kemikleri daima kabın dip kısmında bulunmaktadır; çömleğin karınaltı kısmında umumiyetle ufak bir delik vardır.

2 — Kemiklerin üzerinde ekserisi başlı olan birer bronz iğne vardır.

3 — Kemik parçalarının üst kısmında genellikle ölü hediyesi olarak bej hamurlu bir fincan, ufak bir şişe veya ufak bir çömlekçik yer almakta, bunların üzeri de siyah, yanık kemik ve ağaç külü ile doldurulmaktadır.

4 — Kremasyon çömleğinin ağzını örtmek için, kırılmış keramik (ekseriya çan ayaklı derin tabak) parçası kapak olarak kullanılmaktadır.

Bu müşahedelerimiz bize, ölülerin bir yerde (muhtemelen bu alanın hemen doğusunda) yakıldıktan ve ceset henüz tamamen yanmadığı bir anda bir nevi akıtla söndürüldükten sonra geriye kalan kemik parçalarının bir beze sarıldığı, husule gelen ufak bohçanın bir bronz iğne ile tutturularak kremasyon çömleği içine konulduğu, bunun üzerine ölü hediyesi yerleştirildiği, geriye kalan küllerin de kabın en üst kısmına doldurulduğu ve kabın ağzının ise yakılan kemiklerin söndürülmesi için kullanılan ve muhtemelen kasden kırılan testi, tabak, v.s. gibi kap parçaları ile kapatıldığı fikrini telkin etmektedir.

Yakılmış kemiklerin içine konduğu siyah çömlekler, çapları genellikle 30 - 40 cm. arasında değişen, küre biçimli, dışarı dönük dudaklı, siyah hamurlu ve gevrek pişirilmiş kaplardır (res. 28,29 ve 30 sol). Umumiyetle başka yerlerde mutfak kabı olarak isimlendirilen ve Basamaklı —Sondajımızın II. kültür katının en alt kesiminde başlıyan bu keramiğin hem günlük ihtiyaç hem de gömü için imâl edildiği anlaşılmaktadır.

Bu siyah çömleklerden başka aşağıda inceliyeceğimiz (bk. s. 18-21) oda mezarlarında bulunan keramiğe nazaran daha kaba olan kap örnekleri, (kırmızımtrak portakal renkli derin kâseler, bodur meyvelikler, muhtelif şekilli çömlekler) kremasyon mezarları için istimal edilmişlerdir.

Ölü hediyesi olarak kremasyon çömleği içine konulan kaplara gelince : nisbeten ufak boyutlu bej fincanlar, şişeler iki kulplu olup Homeros’da geçen kayda göre yanlışlıkla depas amphikypellon suretinde deyimlendirilen narin kupalar “Suriye şişesi” adı altında tanınan şişeler, ve tek kulplu gaga ağızlı olup boynunda parallel oluklar bulunan testiler mevcuttur. Bunlardan bazılarını res. 30 (sağ), 31, 32, 33’de görmekteyiz.

C—Sondajının orta kesiminde meydana çıkan ve hemen aşağıda tarafımızca açıklanacak olan (bk. s. 18-21) “oda mezarlar”, kremasyon mezarlığı ile hemen yanyana sınırlanmakta ve kremasyon keramiği arasında oda mezarlarında bulunan mükemmel perdahlı kırmızımtrak portakal renkli keramiğinin nisbeten kabalaşmış örneklerine tesadüf edilmektedir. Bu husus ise, bize, bu iki gömü tarzı arasında bir zaman farkı olmakla beraber bu farkın pek de çok olmadığı fikrini vermektedir.

Kremasyon mezarlarının tarihlenmesi, gerek kremasyon kapları, ve gerek ölü hediyesi olan kapların yardımı ile mümkün olabilmektedir.

Yaygın mezar kabı tipi olan küre biçimli siyah çömlekler Amuk Ovasından da malûmumuz olup orada Braidwood’lar tarafından “Amuk F, H, I ve J” evrelerinde bulunmuştur.[17]

Kremasyon mezarlarına nazaran bir önceki devre tarihlenmeleri muhtemel olan “oda mezarları keramiği”, hem Tilmen’de hem de Tarsus’da Eski Bronz II’ye atfedilmiş bulunmaktadır (aş. bk. s. 19 ve altnot 28). Bu itibarla kremasyon mezarlarında çıkan keramiğin kabalaşmış örnekleri açık olarak biraz daha geç bir çağa, muhtemelen Eski Bronz III’e tarihlenebilir.

Ölü hediyesi olarak mezar çömleklerine konan keramik ve bronz iğne tipleri bu tarihlenmemizi kuvvetlendirmektedir. Bunları kısaca ele alalım:
1 — “Depas amphikypellon"lar ( = iki kulplu narin kupalar) : Troya II-IV arasında rastlanan ve karakteristik bir kupa tipi olan Depas amphikypellon’ların mezar hediyesi olarak bulunması, önemli bir tarihlendirme tutanağıdır. Bu tip kupalardan kazı sırasında üç tane meydana çıkarılmıştır (kırık vaziyette) ; bir tane de tam olarak, yukarıda değindiğimiz üzere (yk. bk. s. 3), Gaziantep Müzesinde Gedikli’den gelme kaplar arasında tesbit edilmiştir. Gedikli depas’ları, (res. 34) daha ziyade Troya III ve IV’de bulunan depas’lara benzerlik göstermektedirler[18]. Bilindiği üzere, Zincirli’nin eski kazılarında da bir depas parçası meydana çıkarılmıştı[19]. “Amuk-J” evresinde Tell Tainat menşeli bir depas kırığını ve Tarsus’un Eski Bronz III depas'larını[20] Gedikli’ninkilerle karşılaştırabiliriz.

2 — Suriye tipi şişe : Kremasyon külleri arasında bulunan ve tarihlemeye yardım eden diğer bir kap tipi de bir “Suriye şişesidir”. Tilmen’in IIId evresinde açığa çıkarılan ayni tipteki bir şişe[21], Zincirli menşeli şişeler[22] bölgemize en yakın mukayese örnekleri veren yerlerdendir. Bu şişe profilinin Kilikya’da ve Suriye’nin muhtelif mahallerinde meydana çıktığı ayrıca malûmdur[23]. Örneğin, Tarsus menşeli olanları Eski Bronz III’ün son safhasına[24] ve Tell Tainat’daki de “Amuk I ve J” evresine maledilmişlerdir[25]. Bu misaller gözönüne alınarak bizim Gedikli şişemiz de Eski Bronz III’e tarihlenebilir.




























































Kremasyon mezarlarının ölü hediyeleri arasında bu şişelerin yuvarlak dipli ve düz dipli olan tipleri de mevcuttur. Bölgemizde çok yaygın ve devamlı bir surette kullanılmış olan şişe profilli ufak kap tipinin C—Tranşesinin kremasyon alanı üstünde, basit toprağa gömülerle ayni seviyede olan kesiminde, düz dipli diğer iki örneği daha bulunmuştur.

3 — Bronz iğnelere gelince: Yukarıda da işaret edildiği gibi hemen hemen her mezar çömleğinde birer tane bulunan bu iğneler, delikli ve deliksiz olarak iki grupta incelenebilirler; her grup içinde de muhtelif tipler ayırdedilebilmcktedir (bk. res. 35-37). Gedikli’nin bu tip iğneleri (toggle-pins) iri başlı olup kumaşı delip geçecek nitelikte değildirler, bu sebepten de dikiş iğnesi olarak kullanılmadıkları anlaşılmaktadır; gövde kesimlerindeki “göz” ise, her halde içinden bir ip geçirilmeye ve böylece belki kalın kumaşı veya deriyi saraç dikişi denilen tarzda dikmeğe yaramaktadır. Mezar çömleğine konan kemiklerin sarıldığı bohçayı tutturmakta kullanılmış olmalıdır. Gedikli’nin bu çeşit başlı iğnelerine gerek kuzey Suriye’nin muhtelif şehirlerinde[26] ve gerek Tarsus’ta[27] Eski Bronz III’de rastlanmaktadır. Dr. Ufuk Esin’in henüz yayınlanmamış olan doktora tezinden (Milâttan önce III. ve II. binyılda Anadolu iğneleri : Tipolojik ve kronolojik bir inceleme) anlaşıldığına göre, Güney Mezopotamya’daki Ur Kral mezarları ve Anadolu M.ö. III. binyılında iğne tipleri bakımından iki büyük merkezdir; kuzey Suriye’nin, bu arada bölgemizin de, bu iki merkez arasında olduğundan her ikisinden de etkiler almış olduğu görülmektedir.

Netice olarak, C - Tranşesinin bu dönemde açılmış olan kremasyon mezarlarının yukarıda gösterilen kanıtların yardımı ile en geç Eski Bronz III’ün son evresine (yakl. ol. M.ö. XXIII.-XXI. yüzyıl) ait olduğu anlaşılmaktadır. Gelecek yıl çalışmalarımızdan kremasyon mezarlığının daha eski devirde de kullanılıp kullanılmadığını —daha derine inerek— araştırmak niyetindeyiz.

c) Oda mezarları (=Taş mezarlar): C-Sondajı’nın orta kesiminin hafif doğusuna rastlıyan bir kesiminde 9.5 X 7.5 m. boyutundaki bir alanda dikdörtgen prizması şeklinde üç “oda mezarı” meydana çıkarıldı (M-l, M-2 ve M-3). Burası yukarıda da belirttiğimiz gibi (yk. bk. s. 3) daha önce köylüler veya define arayıcıları tarafından kazılmış ve Gaziantep Müzesi Müdürü Bayan Sabahat Göğüş tarafından da kısmen incelenmişti. Mezarların (bk. Plân 7) üzerindeki toprağı kaldırdığımız zaman tavanlarını teşkil eden kalker taşından yapılmış büyük örtme levhalarının —M-1’de ve M-3’de birer tane olmak üzere— ancak ikisinin yerli yerinde durduğu diğerlerinin ise ya kenara düşük ya da hiç mevcut olmadığı, dolayısiyle yokedilmiş oldukları, görüldü (res. 38). Bu zarara, mezarları (eski veya yeni devirlerde) ilk defa açmağa teşebbüs edenlerin sebep oldukları âşikârdır. Buna rağmen çalışmalarımızda, mezarların inşa tekniği ve bilhassa içlerine ölü hediyesi olarak bırakılan ilginç kapların tarihlendirilmeleri hakkında malzeme sağlamamız mümkün olmuştur.

Oda mezarları, minik çapta dikdörtgen plânlı oda biçiminde olup irili ufaklı taşlarla moloz tekniği ile çamur harcı kullanılarak yapılmıştır. Çatıları ise yassı ve kalınca ve büyük boyutlu kalker taşı levhaları ile kapatılmıştır. Üç mezarın da özelliklerini belirliyelim :

M-1 : En güneyde bulunan bu mezarın içten içe dar kenarları 1.75 - 1.20 m., uzun kenarları, 3.9 - 3.6 m., zeminden kapak levhasına kadar yüksekliği 1.60 m. (res. 39), ön kısmındaki dar duvarının mevcut yüksekliği ise 0.57 m.’dir. Doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır; doğu duvarı ortasında dikey olarak konulmuş ince bir taş levha duvarın mezar içine bakan yönündeki iki basamağın önünü kapamakta ve âdeta bir kapı vazifesini görmektedir; bu taş basamaklar in situ olarak bulundu ( Plân 9 ). Mezar odacığının zemini, çapları 10-15 cm. arasında değişen çakıl taşları ile döşenmiştir; döşemenin üzerinde az miktarda insan vücudüne ait kol ve bacak kemiği parçaları bulundu (res. 40).

M-1’de, sayıları on sekiz olan çeşitli profilde kaplar meydana çıkardık; bu keramiğin büyük bir kısmı kırılmış vaziyette olup usulü uyarınca yapıştırılıp tamamlandı, bir kısmı ise sağlam durumda bulundu. Bu keramik, Basamaklı sondajın ( = A -Sondajı) III. kültür katının hemen hemen her seviyesinde rastladığımız kırmızımsı portakal renginde ve bej renkte çanak-çömleğin hamurundan yapılmış olup çok güzel ve itinalı işçilik ve ilginç profiller göstermektedir (res. 41). Bu kapları şekilleri bakımından altı ayrımda sınıflandırmak mümkündür: çan ayaklı çömlekler, çan ayaklı bodur “meyvelikler”, ayaklı “meyvelik”, kâseler, sepet kulplu “ufak meyvelikler” ve fincanlar. Bu altı formun özellikleri üzerinde kısaca duralım :

1 — Çan ayaklı çömlekler (res. 42), Gedikli Hüyüğünden başka Tarsus Eski Bronz II’de tam kap vaziyetinde, “Amuk-I” evresinde de parçalar hâlinde[28] örnekler vermiştir. M-1’de dört tane çan ayaklı çömlek bulunmuştur; bunlardan yalnız birinin üzerinde mahkûk bezek yoktur, diğer üçünde ise söz konusu süsler vardır. Dışa dönük yuvarlak bir dudak üzerinde çan ayak yükselmekte, beden altı ile ayak arasında bir yastık husule getirerek profile bir canlılık vermektedir. Yukarı doğru açılan karın hattı ortada keskin bir kırılma yaparak bedeni teşkil etmekte ve boyun ile birleşmektedir; boyun, yukarı yükselerek dışa doğru genişlemekte ve ufak bir dış kıvrım ile bitmektedir.

Oyuk hatlarla süslü olanlara gelince: bunlar, genel olarak karında beden üstünde ve boyunda yer almaktadırlar. Karında olanlar birbirini çapraz kesen kısa hatlar kabın etrafını bir friz hâlinde çevrelemektedir. Beden üstü veya omuzdakiler ayni teknikte olmakla beraber bazı değişik formlar gösterirler; örneğin eşit aralıklarla kap üzerinde ayni istikamette dört defa tekrar edilen zikzak merdiven motifi, içi karelere bölünmüş “V” ler ve bu “V” lerin yanyana ve altalta konması ile oluşturulmuş baklava şeklinde motif gibi. Boyunda olan mahkûk süsler ise, boyun etrafında hattî istikamette seyreden ve birbirine paralel vaziyette olan iki müteselsil zikzaktan müteşekkildir[29].

2 — Çan ayaklı bodur “meyvelikler”: M-1’de bu türden iki tane bulundu (birinin ağız kısmı kırık) ; çan ayak üzerine oturtulmuş yayvan bir beden ve bu bedenin keskin bir şekilde kırılması ile meydana gelmiş bir Ağızdan ibarettir. Ağız çakları oldukça geniştir.

3 — Ayaklı “meyvelik” : Sağlam vaziyette bir tane meydana çıkarıldı (res. 43). Tıpkı hemen yukarıda açıkladığımız çan ayaklı çömleklerde olduğu gibi çan ayak üzerinde yukarı doğru genişliyen yüksekçe ayağı olup bu ayak çembervarî düz ve dikey bir kesim teşkil ettikten sonra daralır ve üstteki tabak kısmı ile birleşir; tabağın bedeni keskin bir kırılma yapar ve dışa doğru açılarak ağızda nihayet bulur. Bu tabağın tam bir benzeri Gedikli’nin 68 km. kadar kuş uçumu güney-doğusundaki Tel Habeş’de kısa bir süre önce bulunarak Gaziantep Müzesine getirilmiştir.

4 — Kâseler: M-1’de, ikisi kırmızımsı hamurlu, biri de bej olmak üzere üç tüm kâse ve bir de bej kâse kırığı bulundu. Kırmızımsı portakal hamurlu olanlarının ağız kısımlarının dışında 2-3 parallel oluk vardır. Bunlardan birinin dış yüzeyinde sadece perdah izleri mevcut olup herhangi bir süs yoktur. Diğerinde ise ağız dışı oluklarının altında birbirini çaprazlama kesen hattî friz vardır (res. 44) ; frizin altında da mahkûk işaretler yer almaktadır, şöyle ki : Bu şekiller üç defa alt alta ve ayni hizada yapılmış ve bu bezek grupları kap üzerinde eşit aralıklar ile dört defa tekrar edilmiştir[29a].

Bej hamurlu kâse perdahsız olmakla beraber pek itinalı bir işçiliktedir; dış yüzeyinde, birbirine parallel ince olukçuklar vardır.

5 — Sepet kulplu kaplar : Yine kırmızımsı portakal rengindedirler ve bodur “meyvelikler”in âdeta minik bir örneği gibidirler, ancak üzerlerinde yuvarlak sepet kulpları vardır. Bu tipte iki kap bulundu.[30]

6 — Fincanlar: M-1’de fincan profilli ufak kaplardan 6 adet bulundu. Yukarıda da açıklandığı üzere, bu tip bej renkli ve dış yüzeyinde parallel olukçuklar bulunan fincanlara hem Basamaklı- Sondajın M.ö. III. binyılına ait evrelerinde ve hem Kremasyon mezarlığında bol miktarda kırık veya tüm kap hâlinde rastlandı.

M-1’in diğer ufak buluntularına gelince: Önceden açılmış olduğu için, ancak bir kemik iğne parçasından başka bir şey meydana çıkmadı.

M-2 : Ayni surette dikdörtgen plânlı (3.25X1.25 m) olan bu mezar, “M-1”in hemen 1.5 m. kadar kuzey yanındadır; girişi muhtemelen doğuya bakmaktadır. Defineciler tarafından fazlasiyle tahrip edildiği için etrafındaki duvar kısmının ancak en alt sırası kazı sırasında bulunabilmiştir. Zemini bastırılmış topraktandır.

Ele geçen keramik pek az olmakla beraber zarif ve ince cidarlıdır; sanki bir kadın için bırakılmış olan ölü hediyesi intibaını vermektedir. Bu mezarın içinden çıkardığımız çanak-çömlek şunlardan ibarettir : yüksekçe ayaklı, yuvarlak karınlı ve dışa doğru genişliyen ağızlı iki tane ayaklı çömlek (res. 45); yine ayni zariflikte yuvarlak dipli ve yonca ağızlı bir kap (res. 46) ve müteaddit fincan kırıkları.

M-3: Dikdörtgen plânlı oda mezarlarının en kuzeyde bulunanıdır (plân 7). Tıpkı “M-1”de olduğu gibi, Hüyük yamacına doğru gelen bir tek tavan kapak taş levhası in situ olarak kalmıştır. Uzunluğu 2.75, genişliği 1.30, yüksekliği de 1.40 m.’dir. Doğu yönünde bir basamağı vardır, bu itibarla giriş kısmının doğuda olduğu anlaşılmaktadır. Mezarın zemini irice çakıl taşları ile döşenmiştir. Evvelce açılmış olduğu için içinden hemen bütün buluntuları alınmıştır. Ancak pek az kemik parçalan, bej renkte üç bütün fincan (res. 47) ve bazı çanak-çömlek kırıkları meydana çıktı; bunlar arasında üç kâse parçasını (res. 48), dış yüzeyinde parallel olukçuklar olan bir kâse parçasını (res. 49) ve bej üzeri kırmızı boyalı bir şişenin ağız parçasını zikretmek isteriz.

d) Kutsal hayvan mezarı: C-Sondajının orta kesiminin en doğu sınırında, M-1’in girişinin 5 m. kadar güney-doğusunda ve oda mezarlarının zemini ile yaklaşık olarak ayni seviyede ilginç bir hayvanın iskeletini bulduk. Kemiklerinden koyun veya keçi olabileceğini anladığımız ve kutsal olabileceğini de hemen aşağıda açıklayacağımız hayvanın başının kesildiği, henüz bedeni sıcak iken hayvanın vücudüne dört bacağı aynı yöne alınarak mukavves bir şekil verildiği, teşekkül eden yuvarlağın ortasına da başının yerleştirildiği ve hayvanın boyun nahiyesine iki adet bej fincanın adak olarak yerleştirilmiş olduğu görüldü (res. 50). Kutsal hayvanın üzerinde bir kaç taşın mevcut oluşu ve taşların arasında da ayrıca yine bir bej fincanın bulunuşu keza dikkat çekicidir. Acaba bu bir kurban hayvanı mıdır? Yoksa kutsal bir hayvanın mezarı mıdır? İskelet hemen hemen eksiksiz olarak meydana çıktığı için biz sonuncu şıkkı daha muhtemel addetmekteyiz.

C

1964 GEDİKLİ HÜYÜK ÇALIŞMALARININ SONUÇLARINA TOPLU BÎR BAKIŞ

Gedikli’de girişmiş olduğumuz ilk kazı dönemi neticelerinin bizleri kesin tarihî ve arkeolojik sonuçlara ulaştırmasını düşünmek hiç şüphesiz henüz pek erkendir. Bununla beraber bâzı hususlara işaret etmenin de yerinde olacağını zannetmekteyiz :

1 — Gedikli Hüyüğü Eski Bronz-çağının en eski evresinden bu güne kadar bir kültür teselsülü göstermektedir.

2 — Amuk Ovasına, Eski Bronz devri başlarında ( =Amuk-G) kuzey-doğu Anadolu’dan geldiği anlaşılan elle yapılmış “Khirbet Kerak keramiğinin” sahibi[31] olan halkın (muhtemelen Hur’ların [?]) istilâsının Sakçagözü ve İslâhiye —Gedikli de dahil olmak üzere— bölgelerinden geçmediğini anlamaktayız. Bu tür çanak-çömleğe ait buluntular bölgemizde elle sayılacak kadar azdır, binaenaleyh arızidir.

3 — Gaziantep ve İslâhiye bölgelerinin M.ö. III. binyılında sürekli bir iskâna sahne olduğunu ve önemli bir bölgesel kültürü temsil ettiğini görmekteyiz. Bu bölgesel kültürün, maden kullanmada usta olan ve güney Mezopotamya ile sıkı münasebette bulunan bir ülke (Ebla- Ursum? Hassum?) halkına aidiyetini ihtimâl dahilinde saymaktayız. Gedikli’deki ve Tilmen’deki dikdörtgen plânlı oda mezarlarının bu kavimin eserleri olmaları mümkündür. Gedikli’de ve Tilmen’de ve ayni zamanda Gaziantep ve Kilis dolaylarında bol örnekler vermiş olan kırmızımsı portakal rengindeki mahkûk bezekli, çarkta yapılmış ilginç keramik türünün, bu bölgesel kültürün yaratıcısı olan halka maledilmesi çok muhtemeldir.

4 — Gedikli Hüyüğün “Basamaklı tranşesinin” M.ö. III. binyılının dördüncü çeyreğine ait iki evresinde (IIIa, IIIb) kalıntılarını bulduğumuz sûrun, Akkad devri sonunda ve III. Ur çağında Fırat nehri ile Amanus Dağları arasında kâin bir kavşak bölge (Ebla-Ursum?,) halkı tarafından inşa edilmiş olması ve bu tahkimatın başka kültürlere sahip komşu ülkelerin herhangi birinden (Amuk Ovasın-dan, Kilikya’dan veya Elbistan Ovasından) gelebilecek taarruza karşı vücude getirilmiş bulunması ihtimali tarihî değer taşıyan mevcut kayıtlara da uymaktadır.

Nitekim bir yandan Fırat Nehri bir yandan da —zengin sedir v.s. ormanları ile ve Kilikya ve Kataonia’ya yol veren geçitleri ile önem kazanan— Amanus Dağları arasında yer alan ve bu bakımdan karşılıklı irtibatın temininde büyük payı olan Ebla-Ursum Agade’li Sargon ve torunu Naram-Sin tarafından arka arkaya zaptedilmiş olup sonraları Lagaş Hükümdarı Gudea’nın binalarına mimarî malzeme sağlıyan bir bölge olmuş ve daha sonraki devirde ise III. Ur Hanedanının egemenliği altında vassal bir prenslik hâline gelmiştir[32].

Bahis konusu devre ait olup “Sargonid tipi” adı altında tanınan çanak-çömleğin müteaddit örneklerinin gerek Tilmen’de ve gerek Coba Hüyk’de[33] meydana çıkmış olması bu Mezopotamya - Amanus ilişkilerini teyid edici diğer pek ilginç bir kanıt teşkil etmektedir.

5 — Ölü yakma âdetine gelince : Gedikli’de M.ö. XXII.-XXI. yüzyılda bu gömü tarzının görülmesi ayrıca çok dikkat çekicidir. Bilindiği üzere, M.ö. II. binyılında Anadolu ve Suriye’de aşağıdaki yerlerde gerçek anlamda kremasyon mezarlarına rastlanmıştır : Boğazköy’de Osmankayası mezarlığında (Hitit, en eskileri M.ö. XVIII.-XVII. yüzyıl)[34], Konya - Karahöyüğünde (yakl. ol. XVIII.- XVII. yüzyıl),[35] Ilıca’da (Ankara’nın 65 km. kadar batısında, Hitit, yakl. ol. M.ö. 1700)[36], Troya Vl’da (yakl. ol. M.ö. XIV. yüzyıl)[37], Müsgebi- Bodrum’da (Miken, yakl. ol. M.ö. II. binyılının sonları)[38], Tel Açana’da (M.ö. XVI. -XII. yüzyıl)[39], Hama’da (M.ö. XIV. -XIII. yüzyıl)[40] ve Karkamış’ta (M. ö. XV. -XIII. yüzyıl [krş. Sir Leonard Woolley-R. D. Barnett: Carchemish III,s. 250 v.d.] ).

Nuzi’de bulunan bir metnin tarihlendirme formülünde, Hur Konfederasyonu hükümdarı Parattarna’nın (M.ö. XV. yüzyıl) yakılması ile ilgili kaydı da[41] ayrıca zikretmek isteriz. Bundan başka, Boğazköy menşeli Hitit çivi yazısı tabletlerinde (M.ö. XIV.- XIII. yüzyıl) kralî bir cesedin yakılma merasiminin[42], Homeros’un İlyada’sında Patroklos ve Hektor’un ölülerinin yakılışına pek benzer şekilde tasvir edilmiş olması[43] keza malûmumuzdur.

Nihayet, Eski Ahit’de, İsrail Kıralı Saul ve oğullarının, Philist’ler tarafından Gilboa Dağında yenilgeye uğratıldıkları zaman öldüklerine, Beth Shan sûruna asılmış başları kesik cesetlerinin kurtarıldıktan sonra yakıldıklarına ve kemiklerinin de Jabesh-Gilead’da gömülmüş olduklarına (yakl. ol. M.ö. 1010) dair kaydı da (I. Kırallar 31: 1-13) ayrıca hatırlatmak isteriz[44].

Gediklide Eski Bronz III’ün son evresinde, Anadolu’nun, Suriyenin ve Kuzey Mezopotamyanın yaygın bir ölü yakma âdetini gösteren en eski kremasyon mezarlığının meydana çıkarılmış olması, bu makalenin yazarlarından biri tarafından Doğu Akdeniz ve önasya’da kremasyon ve ölü gömme âdetleri hakkında hazırlanmakta olan ayrıntılı bir araştırma için önemli bir malzeme sağlamış bulunmaktadır.

1965 döneminde Gedikli’de geliştireceğimiz ikinci dönem kazılarımızda bu Hüyüğün daha eski tabakalarında da kremasyon mezarlarının bulunup bulunmadığını tesbite çalışmak ve Gedikli’nin Eski Bronz - Çağı’ndan önceki kültürünü tâyine uğraşmak amacımızı teşkil etmektedir.

Ön-raporumuza son verirken Prof. Dr. U. Bahadır Alkım, Handan Alkım, Ferit Koper, Dr. Refik Duru, Aziz Albek, Akif Dâi, Halûk Abbasoğlu, Ali Dinçol ve Rasim Özgürel’den kurulu Heyetimizin şükranlarını, çalışmalarımızı dcstckliyen Türk Tarih Kurumu’na, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine sunmayı zevkli bir ödev saymaktayız.

* Buradaki ön-raporumuzu İngilizceye çevirme zahmetine katlandığından dolayı Dr. Edmund I. Gordon’s içten teşekkürlerimizi sunarız. İslâhiye bölgesi çalışmalarımızda Heyetimize her türlü kolaylığı sağlıyan ve yardımlarda bulunan Gaziantep Valiliğine, İslâhiye Kaymakamlığına, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü sayın Mehmet Önder’e, Genel Müdür Yardımcısı sayın Hikmet Gürçay’a ve Şube Müdürlerine, Gaziantep Müzesi Müdürü Sabahat Göğüş’e ve bulunutularımızın muhafaza ve temizlenmesi için teknik imkânlar sağlıyan Ankara Arkeoloji Müzesi Müdürü sayın Raci Temizer’e, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü sayın Necati Dohmay’a, Dr. Nezih Fıratlı’ya, Burhan Tezcan’a, Bayan A. Rollas’a ayrıca pek müteşekkir olduğumuzu bu vesile ile belirtmeyi üstün bir ödev bilmekteyiz.

Dipnotlar

  1. O zamanki Heyetimiz, bu satırların yazarlarından başka, Mühendis-Topograf Ferit Koper, Asistan Dr. Refik Duru, Aziz Albek ve Hulûsi Atahan’dan kurulu idi.
  2. Tilmen Hüyük’de yapılmakta olan kazılar hakkında genel olarak bk. U. Bahadır Alkım: “Tilmen Höyük Çalışmaları (1958-1960)”, Belleten XXVI (1962), s. 447-466; a y n. mll.: “İslâhiye bölgesinde 1955-1962 yılları arasında yapılan tarihî ve arkeolojik araştırmalar”, Atatürk Konferansları, Ankara 1964, s. 169-178.
  3. Gedikli (Karahüyük)’ye dair önbilgi için bk. U. Bahadır Alkım: “İslâhiye bölgesi araştırmaları, Filmen ve Gedikli Hüyük Kazıları”, Belleten XXIX ( 1965) s. 556-560; Machteid J. Mellink : “Archaeology in Asia Minor”, AJA LXIX (1965), s. 139-140.
  4. R. Koldewey: “Routen im nordwestlichen Syrien aufgenommen im Jahre 1890 und 1891”, Ausgrabungen tn Sendschirli I, Berlin 1893’deki harita. Ancak Kolde¬wey’in bu haritasında görülen “Karahüyük” adının “Gedikli (Karahüyük)” olması biraz şüphelidir: çünkü söz konusu bu yer adı hem Sakçagözü'nün kuzeykuzey-batısında gösterilmiştir hem de uzaklık bakımından gerçek mesafeye uymamaktadır. Bu itibarla Koldewey’in haritasındaki “Karahüyük”ün ayni adı taşıyan başka bir Karahüyük olması da muhtemeldir, bk. altnot 7.
  5. J. Garstang: “Excavations at Sakje-Geuzi, in North Syria: Preliminary Report for 1908”, Annals of Archaeology and Anthropology, University of Liverpool I (1908), s. 40 yanındaki ΧΧΧΙΠ. levha üzerinde bulunan haritada “E” ile gösteril¬miştir; ayni harita için krş. R. Naumann: Architektur Kleinasiens, Tübingen 1955, s. 203, res. 244.
  6. J. Garstang: ayn.yr.,s. 100.
  7. J. du Plat Taylor —M. V. Seton Williams—J. Waechter: “Exca¬vations at Sakce Gözü”, Iraq XII, a (1950), s. 58, res. 1’deki haritada. Bu haritaya iki “Karahüyük” işlenmiştir. Bunlardan biri Sakçagözü’nün kuzeykuzey-batısında (Koldewey’in haritasında olduğu gibi yk. bk. alt not 4), diğeri ise yine Sakçagözü’nün 11 “mil,” yani 17.5 km, kuzey-batısında gösterilmiştir; kanaatimizce bu sonun¬cusu bizim Gedikli (Karahüyük) olması gerekmektedir: maamafih gerçek Sakçagözü-Karahüyük uzaklığı takriben 10 km. dir.
  8. Sakçagözü, Zincirli, İslâhiye ve Altıntop ovalarında yapmış olduğumuz bu istikşaf gezisine Topograf-Mimar Ferit Koper, Prehistorya-Arkeoloji öğrencisi Refik Duru (şimdi: Asistan Dr. Refik Duru) ve İslâhiye’nin o zamanki ilköğretim Müdürü Halûk Atalar da katılmışlardır. Araştırmalarımıza büyük yardımları dokunduğundan dolayı kendilerine bu vesile ile teşekkürlerimizi tekrarlamayı zevkli bir borç sayıyoruz.
  9. Gedikli’nin bu dönem çalışmalarında bulunan meskukâtın ön-incelemesini yapmış olduklarından dolayı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Tarihi Asistanı Dr. Nezahat Baydur’a ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Nümizmatı Bayan Nekriman Olcay’a içten teşekkürlerimizi sunmak isteriz.
  10. Krş. B. Hrouda: Die bemalte Keramik des zweiten Jahrtausends in Nordmeso¬potamien und Syrien, Berlin 1957, s. 24.
  11. Tilmen örnekleri için krş. U. Bahadır Alkım: Atatürk Konferansları’nda, s. 174 ve res. 27.
  12. H. Ingholt : Rapport préliminaire sur sept campagnes de fouilles à Hama en Syrie (1932-1938) Köbenhavn 1940, s. 57-58 ve lev. XVII, No. 1.
  13. Örneğin krş. J. Wiesner: Fahrten und Reiten in Alteuropa, ( =AO. 38/2-4) Leipzig 1939 s. 24-29; Armas Salonen : Die Landfahrzeuge des Alten Mesopotamien, Helsinki 1951, s. 160 v. d.d.; daha genel olarak bk. E.L'nger: s.v. “Wagen”, “Reallexikon der Vorgeschichte XIV (1929), s. 231-242.
  14. Örneğin bk. J. du Plat Taylor—M. V. Seton-Williams—J. Waechter: “The Excavations at Sakce Gözü”, Iraq XII, 2 (1950), s. 95 ve d., s. 99 v.d.d. ve res. 16, No. 1-3, res. 18, No. 8-10, 12.
  15. Ayn.yr., s. 101, res. 18, No. 5.
  16. Sir Leonard Woolley: Alalakh. An Account of the Excavations at Tell Atchana, Oxford 1955, s. 205-222, tür. yr.
  17. Krş. R. J. Braidwood— Linda Braidwood: Excavations in the Plain of Antioch I, Chicago 1960 ( = OIP LXI), s. 235, res. 175 (=F-Evresi), s. 360, res, 280 (=H-Evresi), s. 405, res. 309 ( = I-Evresi) ve s. 432, res. 333 (J-Evresi).
  18. Krş. C. W. Biegen v. bşk.: Troy II, Part 2 Plates, Princeton 1951, lev. 67 ve lev. 160 (36. 177).
  19. F. von Luschan (neşr. VV. Andrae): Ausgrabungen in Sendschirli V- Die Kleinfunde, Berlin 1943 (=AIS V), s. 55. res. 60.
  20. R. J. B raidwood— Linda Braidwood: Excavations in the Plain of Antioch I, Chicago 1960 (-OIP LXI), s. 451. res. 349; Tarsus menşeli Eski Bronz III depas’ları için bk. H. Goldman: Excavations at Gözlükule - Tarsus II, Princeton, 1956, Text, s. 131 ve 142 ve Plates, lev. 265, No. 483, 484.
  21. U. B. Alkım: Atatürk Konferansları'nda, Ankara 1964, s. 174 ve res. 26; ayn. mll: Orientalia N. S.’de XXXIII (1964), s. 505 ve lev. LVI, res. 9.
  22. AIS V’de, s. 45 ve lev. 26, f, g, h.
  23. Μ. J. Mellink: Bibliotheca Orienlalis’de, XIX (1962), s. 225-226; M. E. L. Mallowan: Iran’da, IV (1937), s. 105-106.
  24. H. Goldman: Excavations at Gözlükule-Tarsus II, Text, Princeton 1956, s. 154 ve Plates, lev. 268, res. 616, 617.
  25. OIP LXI (1960), s. 450 ve s. 451, res. 348.
  26. Örneğin krş. Amuk Ovası için: OIP LXI (1960), s. 421, res. 324, No. 5 (I- Evresi); s. 454, res. 451, No. 1-5 (J-Evresi); Lübnan için: Maurice Dunand: Fouilles de Byblos I, Atlas, Paris 1937, lev. CII, No. 4065, 5372; lev. CIII, No. 4536; lev. CIV, No. 3055, 3320, 3866; lev. CV, No. 1922, 1709 v.s.; Zincirli için: AIS V, s· 93, res. 109-110.
  27. H. Goldman: Excavations at Gözlükule II, Text, s. 285-286 ve Plates cildi, lev. 431, No. 192, 198, 199, 210, 217, 222-225, 236.
  28. Tarsus için bk. H. Goldman: ayn. esr., Text, s. 109-110 ve 123, Plates, lev. 255, No. 280; Amuk Ovası, (Evre-I) için kış. OIP LXI, s. 281, res. 222 ( = lev. 32, No. 1).
  29. Benzer oyuk hatlı süsleri için bk., Amuk Ovasında: OIP LXI (1960), s. 406 ve s. 407’deki res. 310, No. 17-18. Zincirli için AIS V, lev. 15 ve lev. 16 b,c,d. / 29a= Zincirli’de bulunmuş olan ve bizim Gedikli oda-mezarından meydana çıkan kâse üzerindeki şekillere benzer işaretler için bk. AIS V, lev. 15a-f ve lev. 16 a. Bunlar arasında “15 d” bir kap ağzının dış yüzeyinde birbiriyle kesişen eğik çizgiciklerin hemen altında üç defa tekrarlanması bakımından Gedikli kâsesi üzerin-deki işaretlerle aynı tanzimi göstermektedir; “15 f”’e gelince, bu işaret Gedikli köşesindekine benzemektedir.
  30. Gedikli’nin sepet kulplu bu ufak “meyveliklerine” şekil ve profil bakımın¬dan benzer bir kabın Troya I’de bulunmuş olması ilginçtir, örneğin krş. Cl. F. A. Schaeffer: Stratigraphie comparée et chronologie de l’Asie Occidentale, London 1948, lev. 161, No. 2.
  31. C. A. Burney söz konusu “ Khirbet-kerak” keramiğini zannımızca haklı olarak “Doğu Anadolu Eski Bronz - Çağı Keramiği” adı ile deyimlendirmektedir, Anatolian Studies VIII (1958), s. 165. Bu tür çanak-çömleğin yakın doğudaki buluntu yerlerinin toplu bibliyografyası için krş. CI. F. Schaeffer : Ugaritica IV, Paris 1962, s. 206, altnot 3.
  32. Agade’li Sargon ve Naram-Sin’in Ebla, Amanus (Sedir Ormanı) ve Yukarı Denize yapmış oldukları fütuhatla ilgili metinlerin en son neşri için bk. H. Hirsch: AfO’da. XX (1963), s. 38 (Sargon, tekst bi), s- 49 (Sargon, tekst b 13), s. 72-73 (Naram-Sin, tekst b 4) ve s. 73-75 (Naram-Sin tekst b 5) ; Ur kralı Amar-Sin devrine tarihlenen Drehern menşeli bir grup “haberci-metinlerinin” —eski literatüründe tartışarak yapılan yeni edisyonu için bk. Edmond Sollberger: “Byblos sous les rois d’Ur”, AfO XIX(1959-1960), s. 120-122; adı geçen bu metin¬lerde Mari, Tut (t)ula, Ebla (bir metinde Ebla yerine Ursu) ve GublajKubla/Byblos “ensij’ terinin habercileri birlikte zikredilmektedir (ensi2, III. Ur Hanedanı metinlerinde daima “vassal prens” ve hattâ “tâyin edilen Vali” anlamına gelir). Ursum /Ursu ve Ebla ilk bakışta bir birinin mukabili gibi görünmektedirler: Mari, Kültepe ve Boğazköy menşeli metinler sanki yalnız Ursum’u veya bir varyantım kaydetmekte ve fakat Ebla’yı zikretmemektedirler, oysa Alalah’ın gerek VII. ve gerek IV. kat tabletlerinde Ebla görülmekte Ursum geçmemektedir. Maamafih Ebla ve Ursum adlarının yan yana zikredilişleri hem Gudea’nın “Statue-B”sinde (B-Heykelinde) geçmektedir ki burada Ursum şehirinin Ebla dağlarında olduğu mukayettir (krş. F. Thureau-Dangin : SAK, s. 70-71, V. 53 v. d. d.) hem de A. Goetze, JCS VII (1953). s. 103 (tekst 1) tarafından neşredilen Drehern menşeli bir metinde yan yana zikredilmektedir. Ursum Şehrinin lokalizasyonunun tartış¬ması için bk. Küpper : “Ursum”, Reime d'Assyriologie XLIII (1949) s. 79-87; A. Goetze : JCS'àe VII (1953), s. 69-70; Sidney Smith : “Ursu and Haââum”, Anatolian Studies VI (1956), s. 35-43; ayn. m. 11. : Rivista di Studi Orientait XXXII (1957), s. 167 (ve altnot 2-3); M. Falkner : AEO XVIII (1957-58), s. 31 ve 34; Edmund I. Gordon: “The Upper Land: Citieş and Trade-routes in the Upper Euphrates and Tigris Regions” (hazırlanmaktadır) ve ayn. m 11.: “Historical Geography of Hittite Anatolia : An Archaeological Journey”, Anatolica I’de (Istanbul - Hollanda Tarih-Arkeoloji Enstitüsünün dergisinde), 1966, yayınlanacaktır. Ha&um adına Mari mektuplarından daha önceki devre ait metinlerde henüz rastlanılmadığına işaret etmek isteriz; Mari tabletlerinde Ursum'dan ayrı olarak bir Hassum ve Zarwar/Arwar krallığının adı görülür. VII. kat tabletlerindeki Zalwar ve IV. kat tabletlerindeki Aiawari şehrinin Zarwar/Arwar şehri ile aynı oluşu kabul edilmediği müddetçe Hassum ismi Alalah metinlerinde de geçmektedir. Hassum bölgesinin daha eski devirlerde Ebla-Ursum ülkesi içine idhal edilmiş olduğunu tasavvur etmek mümkündür; böylece Ebla-Ursum Naram-Sin tarafından Armanum ile birlikte Fırat nehrin¬den Ulisium şehrine ve Yukarı Deniz’e (İskenderun Körfezine) kadar uzanan bir bölge olarak tasvir edilmektedir.
  33. Tilmen örneği için bk. U.B. Alkım: Atatürk Konferansları’nda, Ankara 1964, s. 176 ve res. 39; Coba Hüyük örneği için krş. Iraq II (1950), s. 61, 65 ve 107-109 ve res. 21, No. 6.
  34. K. Bittel ve bşk. : Die hethitisehen Grabfunde von Osman-kayası (WVDOG 71), Berlin 1958, s. 4-34 tür. yr.
  35. S. Alp: "Konya-Karahöyük Hafriyatı-1953 Kazısı”, Türk Arkeoloji Dergisi VI, 1 (1956), s. 35; U. B. Alkım: Orientalia N. S.’de XXV (1956), s. 35.
  36. Winfried Orthmann: “Ein Brandgräberfeld hethitischer Zeit bei Ilıca”, Archäologische Anzeiger, Heft 3 (1964), s. 322-331.
  37. Örneğin krş. C. W. Biegen: Troy and Trojans, London 1963, s. 143 ve lev. 58.
  38. Krş. G. E. Bass : AJA’de LXVII (1963), s. 353-361 ; M. Mellin k: AJA’de LXVIII (1964), s. a157; Handan Alkım: “Explorations and Excavations in Turkey (1963)" JEOL 18 (1964), Leiden 1965 s. 356, No. 16
  39. Sir Leonard Woolley: Alalakh, Oxford 1955, s. 204-217, tür. yr.
  40. P. J. Riis: Hama Fouilles et recherches 1931-1938 II, 3. Les Cimetières à crémation Copenhague 1948, s. 1-45
  41. Adı geçen kralın yakılışını kaydeden Nuzi menşeli bu metnin ilgili paragra¬fına (HSS XIII 165, ö.y., satır 3) ilk önce A. Leo Oppenheim (BASOR 93 [Şubat 1944], s. 16) tarafından değinilmiş, daha sonraları bu konu, bu arada, W. F. Albright (BASOR 118 [Nisan 1950], s. 17, altnot 27), B. Landsberger (JCSVIII [1954], s. 50 altnot 78, 79 ve s. 55 ve ayni sayfadaki altnot 101) ve A. Goetz e (JCS XI [1957], s. 67-68 ve altnot 149, 150) tarafından tartışılmıştır. Ayni Par(r)at(t)arna’ya diğer iki kayıtta daha rastlanmaktadır; bunlardan biri Albright tarafından farkedildiği üzere (ayn. yr.) Alalah’da Idrimi-Heykeli yazıtında (satır 43 ve 45 ) görülmekte ve Idrimi’nin çağdaşı ve metbuu olarak zikredilmektedir; diğer kayıt ise Kizzuvvatna kralı Pilliya ile Idrimi arasındaki andlaşmanm 40. satırında (AT”, 3; D. J. Wiseman: The Alalakh Tablets, Lon¬don 1953, s. 31-32 ve s. 5-8) geçmektedir; Kizzuvvatna kralı Pilliya (II) hakkındaki düşünceler ve Par (r)at(t)arna’nm, Mitanni kıralı Saussatattar’ın muhtemel selefi olabileceği hakkındaki tartışma için bk. Albright, Wiseman, Landsberger ve Goetze: adg. yerlerde.
  42. H. Otten : “Ein Totcnritual hethitischer Könige”, MDOG 78 (1940), s. 3-11 ; K. Bittel: “Hcthitische Bestattungsgebräuche”, ayn.yr. s. 12-18; H. Otten : Hethitische Totenrituale, Berlin 1958.
  43. Patroklos’un cesedinin yakılması: İlyada XXIII, 112-257; Hektor’un cesedinin yakılması: İlyada, XXIV 777-803.
  44. Eski Ahit yorumcularının, bilâhara gömüldüklerinin de zikredildiği hakkındaki kayda dayanarak—, I. kırallar 31’de Saul ile oğullarının gerçek bir kremasyona tâbi tutulmuş olmadıklarına dair ileri sürdükleri itirazı kanaat artık açıkça cerhedilebilir düşüncesindeyiz, zira kısmî bir yakıhşı yalnız İlyada’daki Patroklos ve Hek¬tor’un kremasyonlan ilgili pasajlar ve söndürülen odun yığınlarından kısmî bir surette yakılmış kemiklerin toplandığını tasvir eden Hitit ölü yakma merasimi ilgili metinler değil, ayni zamanda Gedikli’de rastlanan bu konu ile alâkalı arkeolojik belgeler de âşikâr olarak göstermektedir, bu itibarla Yakın Doğu’da kremasyon yapılırken M. ö. III. binyılı sonlarında ve II binyılında cesetlerin tamamen yanılmadığı sonucu kesin bir şekilde teyid edilmektedir, oysa bilindiği üzere, M.ö. I. binyılının sonundan bu güne kadar tanınan kremasyon âdetlerinde cesetler tamamen yakı¬larak kül haline getirilmektedir.

Şekil ve Tablolar