Tarımsal üretkenlikte artış sınaî gelişme ile ilişkilendirilerek iktisadi büyüme ve refah ile bağlantılı görüldüğünden, Osmanlı ekonomisinin de içinde yer aldığı Erken Modern Çağın geleneksel tarım ekonomilerinde, tarımsal üretkenliği tahmin etmek iktisat tarihçilerinin nihai önemde gördükleri araştırma alanlarından birisidir. Tarımsal üretkenlikteki artışın iktisadi büyümede bir dönüm noktası teşkil ettiği ve endüstri devrimini mümkün kılan zemini hazırladığı görüşünden hareketle, tarımsal üretkenlik iktisadi gelişimi ve gelişmişlik farklarını açıklamakta bir anahtar unsur olarak değerlendirilmektedir. Böylece, tarımsal üretkenlik artışının zamansal ve mekânsal açıdan ortaya çıkışını tespit etmek, tarımsal devrimin ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleştiği üzerine yürütülen tartışmanın yanıtına dair bir teşebbüs olmasının ötesinde, yaşam standartlarında değişimi ve refah artışını, sektörler, bölgeler ve devletler arasında gelir farklılıklarının oluşumunu ve endüstrileşmeyi anlamaya yönelik suallere de dairdir. Tarımsal üretkenlik tahmini meselesi çerçevesinde, nüfus büyüklüğü ve yapısının, tarımsal kaynaklar, teknikler ve kurumların gelişim ve değişiminin, iklimsel koşullar ve ürün cinslerinin, üretimin organizasyonu, toprak sistemi, arazi mülkiyeti ve hukuki yapının üretkenlik üzerinde tesirini görmeye gayret eden sorular da yer almaktadır. Elbette, iktisadi büyümeyi anlamakta faydalanılan tarımsal üretkenlik artışı ve tarımsal devrim çalışmaları bazı coğrafyaların geç sanayileşmesi ve iktisadi gerikalmışlığını izah etmekte de mevzu bahis edilmektedir. Bunu R. C. Allen “Tarımsal Tutuculuk” (Agrarian Fundemantalism) ile ifade etmektedir.[1] Tarım sektöründeki gelişmeler bir devrim olarak tanımlanıp sınaî devrim, modernleşme, gelir ve sosyal eşitsizliğin artması, özel mülkiyetin ve kapitalizmin gelişmesi ile ilişkilendirilmektedir. Bu görüşler sadece İngiliz tarihini değil diğer coğrafyaların tarihini yorumlarken, tarım ve sanayileşme politikaları üretirken ve “Batı Modeli” iktisadi gelişim tavsiyelerinde de etkili olmuştur.[2]
Osmanlı tarımsal ekonomisi bilhassa pek kıymetli iktisadî malumatı hâvî ve uzun müddettir tarihçilerin esas arşiv malzemesini oluşturan tahrir defterleri tahlil edilmek suretiyle çalışılmakla beraber, Coşgel’in de haklı olarak ikaz ve ifade ettiği gibi bu malzeme tarımsal üretkenlik meselesini izah ve mukayeseli usulle tetkik gayesiyle kâfî derecede kullanılmamıştır.[3] Tahrir defterlerinin bu sahada kıymetlendirilmesi zaruretine değinen Coşgel, yakın zamanda yayınlanan bir makalesinde tarımsal üretkenlik meselesini ele alarak tahmin hesapları yürütmüş ve ulaştığı neticeleri Batı’daki üretkenlik hesapları ile mukayese ederek şaşırtıcı bazı iddialar ileri sürmüştür. Coşgel’in çalışması İmparatorluğun araştırmasına konu ettiği bölgelerinde 15. ve 16. yüzyıllarda tarımsal işgücü başına üretkenlik rakamlarının çoğu Avrupa ülkesinde 19. yüzyıl ortalarında ulaşılan rakamlarla kıyaslanabilecek kadar yüksek olduğu şeklinde umulmadık bir neticeye ulaşmakta ve ilaveten İmparatorluğun yaygın coğrafyası içinde bölgeler arasında üretkenlik farklarını ortaya koymaktadır.
Coşgel, çalışmanın dayandığı tahrir defterlerinin zengin muhteviyatı ve sunduğu imkânlar hususunda övgü dolu ifadeler sarf etmekle beraber, malzemenin yanıt veremediği pek çok sual olduğunun farkında olarak kaygılarını da dile getirmiş ve tahmin hesaplarını tamamlamak amacıyla bazı basitleştirici varsayımlara başvurmak zorunda kalmıştır. Nihayetinde, Osmanlı İmparatorluğu’nda tarımsal üretkenlik tahmini yönünde rehber addedilebilecek bir çalışmayı yayınlayan Coşgel, bu hususta emsal çalışmaların hataları düzelterek ulaşılan sonuçları tetkik suretiyle teyit ve yahut reddedebileceğini temenni etmektedir.
Buradaki yazımızın gayesi aynı tahmin hesaplarını tekrar etmekten ziyade, tarımsal üretim ve vergi kayıtlarını ihtiva eden ve yeni keşfedilen arşiv defterlerinden, ilaveten evvelce bilinen ama ihmal edilmiş bazı defter kayıtlarından hareketle tarımsal üretkenlik meselesi üzerine çalışmaların göz önüne almasını faydalı bulduğumuz bazı notlar düşmektir. Söz konusu yeni defterler vakıf müfredât defterleri arasında yer alan ve â‘şâr-ı hubûbât adı verilen defterlerdir.[4] İçerik olarak tahrir defterlerine yakın olan ve aslında hububat öşrünü kaydetmek amacıyla tertip edilen bu defterlerin bir özelliği, her ne kadar elimizde tam bir seri olmasa dahi, sene be sene tutulmuş olmalarıdır. İhmal edildiğinden bahsettiğimiz defter kayıtları ise vakıfların ana muhasebe defterlerinde yer alan emânet usulü ile toplanan kırsal gelirlere ait kayıtlardır.[5]
Tarımsal üretim ve üretkenlik üzerine tarih yazımının yeni arşiv malzemelerinden derlenen malumat ile hesaplamalarının daha sıhhatli ve katî hale geleceği tarihçiliğin doğal ilerleyişinde beklenen ve umulan bir neticedir. Maalesef, burada ele aldığımız arşiv malzemesinin tetkiki bugüne değin yapılan bazı hesaplamaları tasdik ve yahut tashih etmediği gibi, hesapları daha muğlak ve müphem kılmakta, dahası hesaplamalara temel teşkil eden tahrir defterlerinin tarımsal üretim ve üretkenliği tespit için faydası ve kullanımına da ciddi şüphe düşürmektedir.
Tarımsal Üretkenlik Meselesi
Tarımsal üretkenlik, verimlilik kavramından farklıdır ve tarımsal üretimin tarımsal girdilere oranı olarak ifade edilir. Tarımsal Devrim, birim arazide (mesela dönüm başına) üretim miktarında artış ya da tarımsal üretkenlikte ciddi bir artış olarak tanımlanabileceği gibi tarımsal girdi veya girdilerin üretkenliğinin gıda malları arzının nüfus, şehirleşme ve sanayileşmeye çizdiği sınırları silecek ölçüde artması olarak da tanımlanabilir.[6]
Bu devrimin evvela Britanya’da yaşandığı kabulü ile birlikte Britanya iktisadi tarihini çalışan tarihçiler için tarımsal üretkenliğin hesaplanması ve zaman içinde değişimini tespit ve sebepleri ile beraber izah etmek iki temel nedenden merkezi bir önem taşımıştır. Birincisi, tarım sektörünün ekonominin esaslı bir faaliyet sahası olması ve tarımsal üretkenlik artışını tarihlemenin Britanya tarımsal devrimini tarihlemek bakımından taşıdığı önemdir. İkincisi, tarımsal devrimin sanayi devrimini mümkün kılacak koşulları hazırladığı iddiasından hareketle Britanya’nın iktisadi gelişimini anlamakta arzettiği önemdir. Esasen aynı sebep yani, tarımsal ekonominin ağırlığı ve tersi sebep yani, sınaî gerikalmışlığın, dahi dışa bağımlılığın izahı gayreti Osmanlı tarımsal ekonomisinde üretkenlik meselesini ele almaya temel teşkil eder.
Lakin, Erken Modern Dönem içinde tarımsal üretimin girdilerine dair verileri elde etmenin güçlüğü karşısında “toplam faktör üretkenliği” (total factor productivity) hesabından ziyade emek üretkenliği (labour productivity) veya bir diğer temel girdi olan toprak üretkenliği (land productivity) hesabına yönelmek tabii, hatta zorunludur. Emek üretkenliği, toplam üretimin tarımsal işgücüne bölünmesi ile bulunabilir. Sadece bu iki değişkene dair dahi istatistiki usulleri tatbike müsait veri temin etmek mümkün olmadığından iktisat tarihçileri tahminlerini basitleştirici kabuller üzerinden yürütmek ve üretkenlik hesabı meselesine farklı yollar izleyerek yaklaşmak zaruretinde kalmaktadır. Bu vaziyet Osmanlı tarımsal ekonomisinde üretkenlik tahminleri için olduğu kadar üretkenlik meselesinin çok daha evvelinden tarihçinin bir meşguliyet sahası olduğu Britanya tarımsal ekonomisi için de geçerlidir. Dahası yarım yüzyılı aşkın bir uğraş neticesinde aynı azim ve heves ile süregelen çalışmaların öncü vasfındaki eserlerde dayanılan varsayımları tekrar ile üretkenlik hesap etmekte oluşu ve halen ileriye dönük aynı temenniler ile nihayete ermesi bu sahanın ne denli güçlükler arz ettiğini ispat eder.
Tarımsal Devrimi Tarihleme
Günümüzde ana-akım diyebileceğimiz tarih anlatımı tarımsal devrimi tarım sektöründe 15. yüzyıl kadar erken bir tarihten başlayan ve üretim artışını doğuran gelişmeleri içeren uzun bir süreç içinde tanımlamaktadır. Tarımsal devrimi 18. yüzyıl ve sonrasına tarihleyen ‘geleneksel yazımı’ [7] 1960’lardan itibaren eleştiren, tarımsal devrimi daha erken tarihlere çeken ve günümüzde ana-akım haline gelen bu revizyonist yaklaşıma yönelik de itirazlar bulunmaktadır. Böylece tarımsal devrimi yeniden 18.yy ortaları kadar geç bir tarihe yerleştiren veya bu süreçte 18. yüzyıl ve sonrasını daha öne çıkararak tarımsal üretimde hızlı bir büyüme dönemi olarak vurgulayan çalışmalar ile şekillenen yeni bir revizyonist yaklaşım da bulunmaktadır.[8]
İngiltere tarımsal tarihi üzerine akademik çalışmalar 19. yüzyıl sonlarından itibaren yoğunlaşarak artarken, bu tarih yazımının bir yandan arşiv malzemesinin derlendiği, çeşitlendiği, neşredildiği ve defaâtle etüt edildiği bir keşif sahası öbür yandan farklı usul ve suallerin yeşerdiği ve terk edildiği, mesai, tetkik ve tenkit ile külliyatı kıymetlendirilmiş bir meşguliyet sahası vücuda getirdiği muhakkaktır. Bu devasa külliyat örüntüsüne buradaki yazımızın mevzusu bakımından nüfuz etmek mümkün ve zaruri olmasa dahi, evvela tartışmaların alevlendiği 1960’lı yılları misal alarak farklı tarihlemeleri, sonrasında bunları izleyen farklı izahat ile şekillenen tarihsel seyri göstermek, böylece Osmanlı tarımsal tarihinin sualler ve usuller zeminini zenginleştirmek zannederiz fayda sağlayacaktır.
Deane ve Cole’ün 1962 tarihli çalışması, misalen, iktisat tarihinde ekonometrik teknikler uygulayan ‘kliometrikler’in (cliometricians) İngiliz iktisat tarihinde ilk temsili addedilir.[9] Sonraki çalışmalar üzerinde derin tesirleri olan bu eser tarımsal devrimi 18. yüzyıla yerleştirerek, 1740’lardan sonra nüfusun büyümesi ve tarımsal ürünlerin göreli fiyatlarındaki artışın sınaî ürünler için müsait bir iç-pazar yaratarak iktisadi gelişimi teşvik ettiği görüşüne sahiptir.[10]
1960’lı yıllara ait bir diğer çalışmada E. L. Jones, henüz tarımsal ürünler talebinde gelişmiş tekniklerin yayılmasını teşvik edecek ve tarımsal devrimi doğuracak şekilde ciddi bir genişlemenin olmadığı 17.yy ortası ile 18.yy ortası arasındaki dönemde İngiliz tarımının teknik yenilikler tecrübe ettiğinden bahsetmektedir.[11] Jones, bu esaslı teknik yenilikler ve üretim miktarında artışın kısıtlı bir pazarda nasıl mümkün olduğu sorusunu yanıtlamaya ve 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde tarımsal gelirlerdeki düşüşün iktisadi büyüme açısından neticelerini görmeye çalışır. Ona göre 16. ve 17. yüzyıllarda çiftçilerin ekebileceği ürün yelpazesi genişlemiştir ve çiftlik organizasyonu da bu yeni ürünleri kullanacak esnekliğe sahiptir.[12] Hayvancılık sektörüne gelince, hayvan yemi arzındaki artış daha çok sayıda sürü hayvanının daha iyi beslenmelerini sağlamıştır. Bu ise suni gübre temini imkânı olmayan bir tarımsal ekonomide daha fazla gübre üreten önemli bir gelişmedir.[13] Bunlara karşın, Jones, 1540 ile 1640 arasında tarım sektöründe başarılanların yetersiz, zayıf kaldığını ve üretim artışının muhtemelen ekilen arazinin genişlemesinden kaynaklandığı sonucuna ulaşmaktadır.[14] 18. yüzyılın ikinci çeyreğinde, tarımsal ürün fiyatlarının düşük olması ve nüfus artışı olmaması, dolayısıyla satınalım gücünün yükselmesine rağmen büyük ölçekli sınaî devrimin bariyerlerinin aşılması için koşulların oluşmadığını, böylesi bir aşamaya yüzyılın üçüncü ve son çeyreklerinde gelindiğini ifade etmektedir.[15]
Yine 60’lı yıllarda yayınlanan bir makalesinde A. H. John ise, Jones ile hemfikir olarak 1750’lerde iktisadi genişlemeyi aşikar görmekle birlikte, 18. yüzyılın ilk yarısında, nüfus artmıyorken üretkenlik artışı olması sonucu fiyatların düşük olduğunu ve tarımsal ürün fiyatlarının düşük olmasının diğer mallara talebi arttırdığını vurgulamaktadır.[16] Fiyatlardaki bu düşüş, geçim maliyetini düşürerek kişi başına reel geliri de arttırmıştır. Bu sebeple John, 18. yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyrekleri arasında keskin bir ayrımın mevcudiyetinden emin değildir.
J. D. Chambers ve G. E. Mingay, aynı tarihlerde yazarak İngiliz tarım ekonomisinde 1750-1880 arasındaki gelişmelerin, her ne kadar geçmişte kökleri bulunmakla birlikte, tarımsal devrim olarak adlandırılabileceğini ileri sürmektedir.[17] Yazarlar da dahil tarımsal devrimi uzun bir süreç içinde gören tarihçiler aslında devrimi tüm bu yüzyıllara şümul bir hadise olarak görmeyip, evvelki yüzyıllardaki gelişmeleri devrimin hazırlayıcısı olarak görmektedir. Chambers ve Mingay gibi mesela J. Addy de devrimin başlangıcını 1660 sonrasına yerleştirirken önceki yüzyıllardaki gelişmelerin vardığı bir netice olarak görmektedir.[18]
E. Kerridge ise, 1960’larda, tarımsal devrimin geç 18. yüzyıl ve sonrasına ait bir gelişme olarak kabul edilmesini ‘mit’ olarak adlandırmakta, bu mitin oluşmasından ve yerleşmesinden mesul tuttuğu Lord Ernle’e zehir zemberek, onun dayandığı ziraatçi yazarlar ve tarihçilere ise hakaretamiz ifadeler de ihtiva eden bir makale kaleme almaktadır.[19] Kerridge’e göre İngiliz tarımının devrimi, devrimsel gelişmelerin çoğu 1673’den önce gerçekleşmek üzere 1560 ile 1767 arasında gerçekleşmiştir.
Böylece 1960’larda bir tarımsal devrim yaşandığı üzerinde hemfikir olunmakla birlikte, bunun mahiyeti, devrimsel gelişmelerin tarifi ve neticeleri, nihayet tarımsal devrimin tarihlenmesi hususunda tarihçilerin ortak bir sonuca ulaşamadığı görülmektedir.[20] Tarımsal devrimi ayrı dönemlerde ispat ettiği iddiası taşıyan çalışmaların pek tabii ki izahatleri kısmen ve bazen usulleri tamamen farklıdır.
Revizyonist ve Yeni Revizyonist İddialar
Yukarıda değindiğimiz ve tarımsal devrimi geç 18. yüzyıldan itibaren başlatan geleneksel tarih yazımına eleştirel olarak gelişen, tarımsal devrimi 18. yüzyıl öncesine taşıyan çalışmalar 1960’lar sonrasında tarihyazımında daha öne çıkmışlardır. Buna karşılık yeni bir revizyonist akım tarımsal devrimi yeniden geç bir tarihe yerleştirmektedir.
Mesela, tartışmanın öne çıkan isimlerinden G. Clark, geç ortaçağ ile 1884 arasında İngiltere’de yaklaşık 4 dönüm (1 acre)[21] başına mahsulün %150 civarında arttığını, 17.yy’da mahsuldeki artışın 18.yy’daki kadar büyük olduğunu, dahası 17.yy’daki artışın 1800-1860 arasındaki artışı dahi aşabileceğini iddia etmektedir.[22] Clark’a göre, mahsulde esaslı artış 17.yy’da, henüz yeni çiftçilik tekniklerinin büyük bir etkisinin olmadığı ve henüz yeni tarımsal ürünlerin yayılmasından önceki dönemde gerçekleşti.[23] İngiltere’de buğday mahsulü 1600’e kadar Ortaçağ’daki seviyesinde kaldıktan sonra 1600-1800 arasında sürekli olarak arttı. [24] Clark, daha geç tarihli çalışmalarında Ortaçağ tarımsal işgücü üretkenliğinin 1800’e kıyaslandığında göreli olarak yüksek olduğunu da iddia etmektedir.[25] Dahası 1450’ler civarında üretkenliğin 1850’deki kadar yüksek olduğunu ve 1300-1800 arasında üretkenlik artışının diğer yazarların tahmin ettiklerinin çok altında gerçekleştiğini ifade etmektedir. Ayrıca, 1600 sonrasında ve sınaî devrim öncesinde üretkenlik artışı olduğu görüşünü tekrarlamaktadır.
R. C. Allen ise artan üretim ve üretkenlikle tanımlanan iki tarımsal devrim olduğunu, birincisinin çitlemeden (enclosure) evvel ortaya çıktığını ve küçük-ölçekli çiftçiler tarafından açık ortak arazide (open fi elds) gerçekleştiğini, ikincisinin ise 19.yy’ın ilk yarısında vuku bulduğunu iddia etmektedir.[26] Ona göre, üretkenlikteki büyümenin asıl kısmı 18.yy ortasından önce gerçekleşti.[27] 1300-1500 arasında İngiltere’de üretkenlik düşüktü, ancak sonrasında yükseldi.[28] Öyleki, 1300-1850 arasında üretim 4,5 kat arttı ve 1750’de tüm diğer ülkeleri geçti. Allen’ın sonuçlarına göre en önemli artış dönemleri 1500-1750 ile 1800-1850 arasıdır. Geleneksel yazımın üretim artışının gerisindeki önemli bir gelişme olarak vurguladığı ‘parlamenter çitleme’nin (parliamentary enclosure) dorukta olduğu 18.yüzyılın ikinci yarısında ise üretimde dikkat çekici derecede ağır bir artış vardır.[29]
Yeni revizyonist satıhtan önde gelen bir isim olan M. Overton ise 18. ve erken 19. yüzyılları İngiltere’de ‘tarımsal devrim’ olarak adlandırılabilecek önemde bir dönem olarak tanımlamakta ve böylece 1960’lardan beri ana akım haline gelen evvelki yüzyıllardaki gelişmelerin daha önemli olduğu görüşüne de karşı çıkmaktadır.[30] Overton, ilerlemenin iki temel göstergesinden birinin arazi üretkenliğinde bir artıştan kaynaklanan tarımsal üretimde ciddi artış ve ikincisinin işgücü üretkenliğinde ciddi artış olduğunu ifade ederek 1750 ile 1850 arasında İngiliz tarımında üretim ve üretkenlikte beklenmedik değişimler olduğunu iddia etmektedir.[31]
Tarımsal üretim ve üretkenlik artışı olarak tanımlandığında iki tarımsal devrim ayırt eden tarihçiler olduğuna az yukarıda değindik. Üçleyen de eksik değildir. F. M. L. Thompson bir değil üç tarımsal devrim olduğu görüşündedir.[32] İlki 1815’de tamamlanırken ikincisinin embriyo aşaması başlamıştır. İkincisi 1880’de büyük ölçüde tamamlanırken 1914’de başlattığı üçüncüsünün de temelleri atılmaktadır. Thompson, 1815-1880 tarihleri arasına yerleştirdiği ikinci devrim üzerine eğildiği çalışmasında, 1815-80 dönemindeki gelişmeleri gerçek manada bir tarımsal devrim olarak almaktadır.
ngiliz tarımında esaslı üretkenlik artışını 18. yüzyıl öncesine veya içine yerleştiren bu iddiaların yanında E. Karakacili’nin çalışması meseleye daha da ilginç bir yaklaşım sunuyor. Karakacili, Kara Veba öncesi tarımsal işgücü üretkenliğinin, tarihyazımının 1800’lere kadar İngiliz işçileri için önerilen en iyimser tahminleri bile aştığını iddia ediyor.[33] Onun bulgularına göre 1300’ler ile 1851 arasında işgücünün üretimi en fazla %37 daha fazla görünmektedir. Dolayısı ile bu uzun zaman aralığında emek üretkenliğindeki artışı tarımsal devrim olarak tanımlamak hayli güçtür.[34]
Tarımsal devrimi hangi döneme tarihlediğiniz, tarımsal devrimin sınaî devrim ile ilişkisi meselesi için de nihai önemdedir. Mesela, Clark, 1300-1850 arasında tarımsal üretkenlikte asıl artışın 1770’den önce olduğunu iddia ederek tarımsal devrimin endüstriyel devrimden önce geldiği sonucuna ulaşmaktadır.[35] Allen da tarımsal devrimi 18.yy öncesine tarihlemekle, sanayi devriminin erken aşamalarında yavaş gelişimin sebebinin 18.yy’ın ikinci yarısında tarımsal üretimde ve üretkenlikteki durağanlık olarak göstermektedir.[36] Tarımsal üretkenlik artışını daha geç bir döneme yerleştiren tarihçiler açısından da tarımsal devrim sınaî devrimi öncelemekte veya onunla koşut gitmektedir. Başka bir deyişle tarımsal ve sınaî devrim ve yahut iktisadi büyüme arasında basit bir öncelik-sonralık değil bir nedensellik ilişkisi alanda çalışan hemen tüm tarihçiler tarafından kurulmaktadır.[37] Mingay ise erken tarihli iki çalışmasında tarımsal devrim ile ilgili genel kanaatlerin nasıl oluştuğunu, sınaî devrim ile yakından bağlantılı görülmesini 1960’lı yıllara değin gelen külliyatın kısa bir değerlendirmesi ile birlikte aktardıktan sonra, eski tarımsal devrim fikri olarak gördüğü iddiaların yeni bulgular ışığında değişimini anlatmaktadır.[38] Ona göre, tarımsal devrim yüzyıllar içeren, hatta kökleri Geç Orta Çağa inen bir süreç dahilinde teessüs etmiştir. Tarımsal devrim “sınaî devrim madalyonunun tarımsal yüzü”, öteki yüzü değildir.[39]
Yukarıda ilk olarak 1960’lı yıllarda iktisat tarihçiliğinde birbiri ile karşıt iddialardan kısaca bahsettik. İzleyen yarım yüzyılı aşkın bir süre zarfında İngiliz tarımına yönelik iktisat tarihçiliği gittikçe daha fazla istatistiki usul ve iktisadi model kullanan bir hal almıştır. Lakin günümüzde böylesi kliometrik çalışmalar bir külliyat oluşturmuş ve iktisat tarihinin diğer tetkik, izah ve ispat usullerine galebe çalmışken tarımsal devrimi tarif ederek tarihlemek ve izah etmek hususunda hala hemfikir olunamamıştır. Neden?[40]
Tarımsal devrimi tespit etmenin güçlüğü onun tanımının bir neticesidir. Eğer günümüzde ekseriyetle kabul gördüğü şekilde tarımsal üretkenlikte bir artış olarak tanımlanırsa - bundan anlaşılan evvelce de bahsi geçtiği üzere ekseriyetle tarımsal emek üretkenliğidir - üretim miktarı ile fiilen tarımda çalışan işgücünü tespit etmek zaruridir. Lakin, elde veriler mevcut değildir. Çare bu verileri tahmine yönelik usuller geliştirmektir. Bu tahminler kabaca iki usul üzerinden yürümektedir. Overton bunlardan ilkini “tepeden aşağı” (from the ‘top down’) ötekini “tabandan yukarı” (from the ‘bottom up’) olarak tasnif etmektedir.[41]
İlk usulde, bazı temel iktisadi varsayımlar altında tarımsal üretim artışını ulusal ölçekte hesaplamak mevzu bahistir. Overton, bu varsayımlara da değinmektedir; tarımsal fiyatlar, tarımsal ürün arz ve talebince belirlenmektedir, öyle ise nüfus büyüklüğü ile temsil edilen talep ve fiyatlar yoluyla arz miktarı bulunabilir. İkinci usulde ise yerel veya bölgesel ölçekte arşiv malzemesinin sistematik incelemesi yoluyla mahsul miktarı hesaplanabilir ve ulusal ölçeğe yansıtılabilir.[42]
İkinci usulü izleyerek çalışmalarını yürüten Overton da sahada çalışan tüm tarihçiler gibi meselenin, tasnif gayesiyle indirgediği bu basitlikte olmadığının pekala farkındadır. Dahası mesele bazı iktisadi varsayımların aşabileceği bir vaziyette de değildir. Aynı meseleler Osmanlı tarımında üretkenlik tahmininde de karşımıza çıkacağından aşağıda yeniden değineceğiz. Bu noktada sadece şu suali de tartışmaya eklemek isteğindeyiz; eğer İngiliz tarımsal tarihinde ulaşılan sonuçlar farklı ise, karşılaştırmalı bir çalışma babında, Osmanlı tarım ekonomisinde üretkenlik hesaplamalarımızı hangi sonuçlar ve bu sonuçlara temel teşkil eden veriler ile karşılaştıracağız?
Kaynaklar Hakkında
Britanya tarımsal tarihini çalışan araştırmacılar arşiv kaynaklarının 1450’den 1800’e kadar olan dönem aralığında yetersiz kaldığını kabul ederler.[43] Bazılarına göre, tarımsal devrimi tarif, tespit ve tarihlemekteki güçlük de sayısal verilerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır.[44] Ancak 1800’den sonra ulusal ölçekte güvenilir veriler başlamaktadır. Dahası Overton ve Campbell, Osmanlı tarihi için de geçerli olan temel bir kaynak problemine değinmekte ve 1866 öncesi döneme ait üretim ve üretkenlikle ilgili istatistiklerin bu amaç ve kaygı ile tutulmamış kaynaklardan derlenmekte olduğunu ifade etmektedir.[45]
15. yüzyıla kadar doğrudan istatistiki bilgiyi kaydeden kaynaklar içinde 1086 tarihli Domesday tahriri, 13. yüzyıl sonlarına ait Hundred Rolls, ve manoryal muhasebe kayıtları (manorial accounts) bulunmaktadır. Ancak bu muhasebeler bireysel ‘demesne’ çiftlikleri ile alakadar olup Domesday kadar kapsamlı ve kapsayıcı değillerdir. Dahası bu muhasebe kayıtları erken 13.yy’dan geç 15.yy’a kadar bolca bulunsa da (özellikle c.1270-c.1380 aralığı için) daha sonraki döneme ait olanlar daha az teferruatlıdır ve çok daha az sayıda günümüze kalmıştır. Köyler bazında düzenlenen öşür muhasebeleri (tithe accounts) bir diğer kaynak olmakla birlikte Ortaçağ dışında İngiltere için çok ender mevcuttur.
15. yüzyıl sonrasında yukarıdaki kaynaklara benzer şekilde üretim ile alakalı doğrudan veri sağlayan malzeme bulunmadığından, tarihçiler bazı varsayımlar ile tarımsal üretkenlikle ilgili verileri dolaylı yollarla verebilecek malzemeye yönelmektedir. Örneğin, 16.yy ortasından 18.yy ortasına kadar olan dönem için terekeler (probate inventories), üretim miktarı ve üretkenliğini açıkça kaydetmemekle birlikte bazı varsayımlar altında tahmin hesaplarında kullanılmaktadır.[46]
Tüm bu kaynakların da aslında kendine özgü sorunları, sınırları ve yetersizlikleri vardır. Bu nedenle de içerdikleri veriler düzeltmelere muhtaçtır ve geniş hata payları bulunmaktadır. Mesela, manoryal muhasebeler köylü kesiminin çiftlikleri hakkında çok az bilgi içerirken terekeler büyük çiftlikler lehine taraflıdır. Kaynakların coğrafi kapsamı ve zamansal devamlılığı kısmi, eksik ve kopuktur. Tüm kaynaklar bazı bilgiler hakkında sessizdir. Örneğin, manoryal muhasebeler ve terekeler kayıtlarında nadas arazisini ihmal etmektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz kaynak türleri çoğunlukla çiftlik veya köy ölçeğinde olup evvela yerel daha sonra ulusal ölçekte tahminler yürütmeye elverişli, Overton’ın “tabandan yukarı” dediği usule müsait arşiv malzemesi kabul edilmektedir.
Varsayımlar ve Tahmin Usulleri
Overton’ın “tepeden aşağı” dediği usul ise daha önce ifade edildiği üzere iktisadi teori ve bazı varsayımlar üzerinden daha büyük ölçekte tahmin hesapları yürütmeye yöneliktir. Bu varsayımlar ve “tepeden aşağı” usulle hesaplamalar üzerine bazı örneklere değinebiliriz.
“Tepeden aşağı” usulde Overton üç şekilde üretim ve üretkenlik tahminlerinin yapıldığını ifade ediyor.[47] İlkinde, nüfus tüketilen gıda miktarının dolaylı bir göstergesi olarak alınıyor. İkincisinde tarımsal ürünler için talep eğrisini verecek denklemler kullanılıyor. Üçüncüde ise tahmin edilen dönemin çağdaşlarının fikirlerine, tespitlerine dayanarak üretim hacmi tahminleri yapılıyor. Ancak bu tahmin yöntemleri bir dizi varsayım gerektiriyor. Şimdi bazı çalışmalara değinerek bu usulleri ve dayandığı varsayımları görmek faydalı olacaktır.
Talep Eğrisi Yaklaşımı
N. F. R. Crafts, 18.yy İngiliz iktisadi gelişimi üzerine çalışmasında Deane ve Cole’ün çalışmalarını gözden geçirerek esasen az yukarıda bahsettiğimiz ilk usulü, yani nüfus hesaplarına dayanarak üretkenlik tahmini yolunu takip eden yazarların şu kabullere dayandığını ifade ediyor; hububat mahsulündeki artış tarımsal mahsuldeki artışı doğru bir şekilde ölçer ve yazarların dayandıkları nüfus tahminleri doğrudur.[48] Yazarlar bu kabullerin üzerine bazı varsayımlara giderler. Bu varsayımlardan biri, kişi başına sabit bir hububat tüketim miktarı varsayılmasıdır ki bu suretle toplam tarımsal üretim ve nüfus sıkı bir ilişki içine sokulmakta, böylece üretim artışı hesaplamalarına gidilmektedir. Dolayısıyla, tarımsal üretim miktarı aslında nüfus büyüklüğü ile neredeyse sabit bir oranda ilişkili hale gelmektedir. Nüfus büyüklüğünün tarımsal üretim seviyesi üzerinde belirleyici bir unsur şeklinde tanımlanması neticesinde nüfus tahminlerinin sıhhati ayrı bir önem taşımaktadır. Aynı mesele, sadece tarımsal üretkenlik hesaplamalarında değil, Osmanlı tarımsal iktisat tarihi çalışmalarının hemen her veçhesinde şüphesiz karşımıza çıkmaktadır. Crafts’ın da en temel karşıt görüşü buradan hareketle şekillenmektedir. Yani, Deane ve Cole’ün dayandığı nüfus tahminlerinin sıhhati. İkinci olarak kişi başına tarımsal ürün tüketimi miktarının sabit alınmasına bu rakamın gelir seviyesi ile birlikte değiştiği gerekçesi ile karşı çıkmaktadır. İleride değineceğimiz üzere, Osmanlı tarımındaki tahminlerde de kişi başına sabit bir tüketim miktarı varsayılmaktadır.
Crafts, yazarların varsayımlarını kabul ederek fiyat serilerinin yazarların usulünü teyit edip etmediği meselesine eğilir.[49] Bunun için de şu formüle dayanır;[50]
∆D/D tarımsal ürün talebindeki artış oranıdır. ∆D terimi tarımsal üretim talebindeki değişim miktarıdır, dolayısıyla ∆D/D bu değişim miktarının toplam talebe bölümüdür. Pag tarımsal ürünlerin fiyatı, ∆Pag bu fiyatlardaki değişimdir. Aynı şekilde, ∆S/S tarımsal ürün arzındaki artış oranı, Pop nüfus, Y/Pop kişi başına gelir, Qag yurtiçi tarımsal üretim, n tarımsal ürünlerin gelir esnekliği, e tarımsal ürünlerin fiyat esnekliğidir.
Formül rahatlıkla düz yazı ile ifade edilebilecek kadar ibtidaidir. İlk denklem talepteki değişimin nüfustaki değişim ve kişi başına gelirdeki değişim ile ilişkili olduğunu tanımlamaktadır. Nüfus ve milli gelir arttığında talep artacaktır.
İkinci denklem, tarımsal ürünlerin fiyatlarını arz ve talep ile ilişkilendirmektedir. Denklemde tarımsal ürünlerin fiyat esnekliğini ifade eden “e” katsayısı düşük tutulmuştur (-0,6), tarımsal ürünlere yönelik talebin fiyat esnekliğinin az olduğu kabul edilmiştir. Bu tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki değişimlerin bu ürünlere olan talebi fiyatlardaki yüzde değişimden daha az etkileyeceği manasına gelir. Bu basit denklemde tarımsal ürünlere yönelik talep bu ürünlerin arzından daha fazla arttığında fiyatlar artacaktır.
Üçüncü denklem sadece tarımsal ürünler arzının notasyonunu değiştirmektedir. Arz “S” yerine “Qag” ile ifade edilmiştir.
Son denklem ise aslında ikinci denklemin yeniden yazımıdır. Eşitliğin sol tarafı aynı kalmıştır. Sağ tarafta tarımsal ürünler arzındaki değişim üçüncü denklemdeki gibi “S” yerine “Qag” notasyonu ile ifade edilmiştir. Talepteki değişim yerine birinci denklem koyulmuştur. Son olarak tarımsal ürünlerin fiyat esnekliğini ifade eden “e” katsayısı paydada aynı yerine yazılmıştır.
Crafts, Pag değerlerini, yani tarımsal ürünlerin fiyatlarını Deane ve Cole’ün kullandığı verilerden elde etmekte, n ve e değerlerini, yani sırasıyla tarımsal ürünlerin gelir ve fiyat esnekliğini ise varsaymaktadır.[51] Nihayetinde, Crafts yazarların sonuçlarının fiyat hareketleri ile uyumlu olmadığı ve 1710-40 aralığında yazarların iddia ettiğinden daha büyük bir tarımsal büyüme olduğu sonucuna ulaşmaktadır.[52] Başka bir deyişle, tarımsal devrimi yazarlardan daha erken bir tarihe çekmektedir.
Tam bu noktada Jackson’ın çalışmasına değinmek yararlı olacaktır. Jackson, Deane ve Cole’ün çalışmasına Crafts ile aynı eleştirileri sıraladıktan sonra, Crafts’ın yazarlara yönelik eleştirilerinde fazla insaflı davrandığı görüşüyle analizi daha ileriye götürür. Jackson, daha güncel nüfus tahminlerini kullanarak 1740 sonrası nüfus artışının hızlandığını kabul etmektedir. Nüfus artışı tarımsal ürünlere talebi artırmakla birlikte 1740 sonrası reel ücretlerin durağan kaldığını, dolayısıyla kişi başına gelirin durağan olduğunu, ilaveten tarımsal fiyatların yükseldiğini dolayısıyla kişi başına tarımsal ürün tüketim miktarının düştüğünü de ifade etmektedir. Jackson, formül üzerinden hesaplamalara gittiğinde 1660-1740 arasında tarımsal üretimin tüketimden hızlı arttığı, 1740-1790 arasında ise tarımsal ürün tüketiminin üretimden hızlı arttığı sonucuna ulaşmaktadır.
Burada ilgimiz ulaşılan sonuçtan ziyade usul üzerinedir. Jackson bazı eksiklikleri kendi dile getirmektedir.[53] Reel ücretlerin kişi başına geliri ancak temsil ettiğini, üstelik reel ücretler endeksinin tüm bölgeleri kapsamadığını, dahası kapsadığı bölgelerde dahi endekslerle ilgili sorunlar olduğunu, sonuç olarak reel ücretler endeksinin zayıf olduğunu ifade etmektedir. Jackson, tarımsal ürünlerin göreli fiyatları ile ilgili verilerde bazı sorunlar olduğunu da eklemektedir. Son olarak, nüfus tahminleri ile ilgili soruna değinmektedir. Diğer taraftan, bütün bu sorunları, ikiye ayırarak analiz ettiği dönemler arasında farkı ortadan kaldıracak ve ulaştığı sonuçları çürütecek ciddiyette görmemektedir. Saydığımız bu sorunlarla birlikte, Crafts ve Jackson’ın hesaplamalarda kullandığı esneklik katsayıları ile ilgili bazı sorunlar da vardır. Ancak her iki tarihçi katsayılar üzerine rakamsal tahminlerini geniş bir aralıkta alıp farklı katsayılar için hesaplamalar yaparak bu meselenin üstesinden gelmeye çalışmışlardır.
Bütün bu meselelere Osmanlı tarımsal ekonomisinde üretkenlik hesaplamalarına geçtiğimizde yeniden değineceğiz. Ancak, geçmeden evvel şunun zihinde tutulması faydalı olacaktır. Crafts ve Jackson 1740-90 arasında toplam tarımsal üretimin arttığı görüşüne değil, artışın hızına itiraz etmekte ve Deane ve Cole’ün hesaplamalarından daha az arttığını ispata gayret etmektedir.[54]
Aynı yaklaşıma bir diğer örnek G. Federico ve P. Malanima’nın 1000-2000 tarihleri arasında İtalyan tarımında üretim ve üretkenlik tahminleri yürüttüğü çalışmalarıdır.[55] Gayrisafi tarımsal üretim “Y”, Y= c . P . R olmak üzere, denklemde c kişi başı tüketim, P nüfus ve R tarımsal üretimin tarımsal tüketime oranıdır ki eğer ithalat ve ihracat eşit ise bu rakam 1’e eşittir. Kişi başı tüketim ise c = Wa . Kb . Zc formülü ile bulunur. Burada W reel ücretler, K tarımsal ürünler fiyatı ve Z diğer malların fi yatları, a, b, ve c ise esnekliklerdir.[56] İşgücü başına üretim ise L tarımsal işgücü olmak üzere y = Y/L ile bulunur.
Bu denklemler ile yazarlar aslında şunu ifade etmek istiyor; Kişi başına tarımsal gıda tüketimi, gelir reel olarak arttığında ve/veya gıda dışı malların fiyatları arttığında belirli bir oranda artar. Kişi başına tüketim gıda malları fiyatı arttığında ise belirli bir oranda düşer.[57] Ülkedeki gayrisafi tarımsal üretim ise kişi başına tarımsal ürün tüketimi ve nüfus ile ilişkilidir ve bunlar, ithalat ile ihracat eşitken arttığında, yani kişi başı tüketim ve nüfus arttığında tarımsal üretim de artmıştır.
Denklemdeki değişkenlere bir daha bakarak esneklik katsayıları dahil ne tür tarihsel verilere ihtiyaç duyulduğunu görebiliriz. Yazarların reel ücretleri tespit ederek izlemesi ve ücretler ile tarımsal ürün talebi arasında ilişkiyi gösteren bir katsayı atamaları gereklidir. Ayrıca hem tarımsal ürünlerin hem de tarımsal olmayan ürünlerin fiyatlarını tespit ederek izlemesi ve bunların fiyatlarının tarımsal ürünler talebi üzerindeki etkisini veren katsayıları atamaları gerekmektedir. Nihayet nüfusu tahmin ederek gayrisafi tarımsal üretimi tahmin edebilirler. İşgücü başına üretim rakamı için ise gayrisafi tarımsal üretimi tarımsal işgücü sayısına bölmeleri yeterlidir. Ancak 1300 öncesinde fiyat ve ücret serileri olmadığından yazarlar Wrigley’in şehirleşme oranı yaklaşımını kullanmıştır.
Wrigley, kentsel büyüme ile tarımsal değişim ilişkisini ele aldığı çalışmasında,[58] şehirlerin büyümesinin daha fazla tarımsal yatırıma ve uzmanlaşmaya yardımcı olabileceğini, kendi gıda ihtiyacını temin eden bir ekonomide kentsel büyümenin tarım sektöründe çalışan başına üretkenlik seviyesinin kaba bir ölçüsü olduğunu, böyle bir ekonomide tarımsal üretkenlik yüksek ise ekonominin nüfusun üçte biri veya yarısı kadar bir şehirli nüfusu başka yerlerdeki beslenme koşullarına zarar vermeksizin destekleyebileceğini ifade etmektedir.[59] Bu nedenle de Wrigley’e göre kapalı bir ekonomide şehirli nüfusun artışı tarımda kişi başına üretimde ciddi bir artışın muhtemel bir delilidir. Wrigley, tarımsal üretkenliğin dolaylı ölçümünün bir yolunun İngiltere’de kentsel büyümenin ima ettiği tarımsal üretkenlik artışının dikkate alınması olduğu görüşündedir.[60] Wrigley, üretkenlik artışı tahmini için öncelikle kişi başına gıda tüketiminin değişmediği, İngiltere’nin ciddi miktarda net gıda ihraç veya ithali yapmadığı varsayımlarının üzerine, toplam nüfus ve nüfus değişimi, toplam nüfusun kırsal ve kentsel oranları ve bunlardaki değişim, kırsal nüfusun tarımsal üretimde fiilen çalışan oranı ve bundaki değişim ile ilgili gerçekçi rakamlara sahip olduğunu kabul etmek durumunda kalmaktadır.[61]
G. Clark, İngiliz tarımında mahsul miktarını hesaplamaya çalıştığı makalesinde çiftlikte farklı tarımsal işleri gören işçilere ödenen ücretlerin kayıtları üzerinden, yani emek girdisi üzerinden gitmektedir.[62] Bu yöntemin 1560-1800 aralığı için, yani kaynakların çok sınırlı olduğu bir dönem için ulusal bazda mahsul hakkında bilgi vereceğini iddia etmektedir. Nasıl bir hesaplama izlemektedir? Clark’ın verdiği örnek üzerinden; eğer işçilere buğday biçme işinin tamamı için 5 shilling (s.) ödenirken, günlük bazda aynı iş için 2 shilling ödeniyorsa iş için çalışma günü bazında gereken emek miktarı, ‘h’ iş birimi başına ödeme (5 s.) ve ‘w’ günlük ücret (2 s.) olmak üzere, L=h/w formülü uyarınca 2,5 olarak bulunacaktır. Clark, emek verimliliğinde artışın etkisini dışarıda bırakmak amacıyla hesaplamalarını ‘acre’ başına hasat biçmek, ot, arpa ve yulaf tırpanlamak gibi işler için yapılan ücret ödemelerini harman dövme işi için yapılan ödemeye bölerek, yani oranlayarak yapmaktadır. Bundan sonra emek girdisi üzerinden mahsul miktarını hesap etmek için şu şekilde ilerlemektedir; bir ‘acre’ araziden buğday biçmek için gereken toplam emek girdisi olan ‘Lr’, ‘Qw’ ‘acre’ başına buğday mahsülü, ‘a’ mahsülden bağımsız sabit emek girdisi, ‘b’ her ilave mahsul miktarının gerektireceği ilave işgücü maliyeti olmak üzere Lr = a + b.Qw formülü ile elde edilebilir. Buradan β=1/b ve α=a/b olmak üzere Qw = Lr/b – a/b = β.Lr – α. Bu formül uyarınca eğer standart emek girdisinde bir değişim varsa bu oransal olarak üretim miktarında değişim getirecektir. dQw = β.dLr, yani ‘acre’ başına çalışma işgününde değişim buğday mahsulünde değişim ile ilişkilidir. Denklemdeki β ve α değerleri bilinmese dahi ne zaman mahsul artışı olduğunu ve hangi dönemlerde bu artışın hızlı olduğunu söylemek mümkündür. Eğer β ve α değerleri bulunursa emek girdisinden kaynaklanan mahsulü bulmak da mümkündür. Clark, ‘acre’ başına mahsul miktarı ile ilgili mevcut literatürdeki rakamları kullanarak bu değişkenleri de tahmin etmektedir ve böylece 1250-1860 tarihleri arası için ‘acre’ başına buğday mahsulünün gelişimini sergileyen tablo ve grafikler kurmuştur.
“Tepeden aşağı” usule bir misal olarak gözden geçireceğimiz bir diğer çalışma R. C. Allen’ın 1300-1850 döneminde İngiliz tarımsal gelişimine yönelik çalışmasıdır.[63] Allen, tarihçilerin ve coğrafyacıların büyük arazi sahiplerinin kayıtları, terekeler ve benzeri kaynaklar üzerinden önce yerel sonra ulusal tarımsal üretkenlik hesaplamalarına giriştiklerini, iktisatçıların ise farklı yöntemler kullandıklarını açıkladıktan sonra, iktisatçılar tarafından önerilen yaklaşımların coğrafyacı ve tarihçiler tarafından derlenen bilgiler ile tutarlı olabildiği, 1300-1850 dönemi için bir İngiliz tarımsal tarihi anlatımı verilebileceğini göstermeye çalışmaktadır.[64]
Allen, ilk olarak temel tarımsal üretim girdilerinden biri olan toprağı tahmin etmeye çalışıyor ve bu tahminlerin birçok çekince ve düzeltmelere açık olduğunu kabul ediyor.[65] Ekilebilir arazi ile tahminlerine başlarken nüfusun ima ettiği arazi büyüklüğünü hesap ediyor ve elbette bu noktada nüfus tahminlerinin tartışmalı olduğunu da kabul ediyor; öyle ki sadece İngiltere’nin 1300 tarihi için nüfus tahminleri 3.7 ile 6.5 milyon kişi arasındadır. Allen, İngiltere için 4.5, Wales ile birlikte 5 milyonluk bir nüfus kabul ediyor. Böylece 12 milyon ‘acre’ ekilebilir arazi tahmini yapıyor. Sonra, 14. ve 15. yüzyıllarda nüfusun ne ölçüde ve tam ne zaman bilinmese de düştüğünü, ama nüfusun 1500’de 9 milyon ‘acre’ araziyi işleyebildiğini kabul ediyor. Aslında hangi ürünlerin ekildiği hususunda da açık bir bilginin olmadığını kabul ediyor. Buna rağmen ekilen ürünler ve nadasa bırakılan arazi büyüklüğü konusunda belirli istatistikleri geçerli kabul ediyor.[66]
Daha sonra ikinci girdi olan sermaye için hayvan ve alet-edevat ile ilgileniyor. Hayvan türü ve sayısını, ‘demesne’ muhasebelerine (manoryal muhasebeler) dayanarak hesap eden Campbell’den alıyor veya onun hesaplarına dayanarak farklı tarihler için tahminlerde bulunuyor.[67] Allen son olarak emek girdisi ile ilgileniyor. İnsanların birden fazla sektörde çalışması nedeniyle tarım sektöründe çalışanların hesabının zor olduğunu ve sabit bir oranın olmadığını belirtiyor. O nedenle tercihen saat başı veya gün başına işgücünün hesabının bir çözüm olacağını ifade ederek tarımsal işleri ayırarak, iş bazında çalışılan günlerin hesabı yoluna gidiyor. Arazi miktarı, hayvan sayısı ve mahsul miktarı üzerinden bir çiftlik işletmek için ihtiyaç duyulan zamanının hesap edilebileceğini iddia ediyor. Hesaplamaların yapılabilmesi için dayandığı bazı kabullerin teferruatlarına burada girmiyorum.
Nihayet Allen üretim hesaplarını yapıyor.[68] Üretim tahminlerini toprak kullanımı ile ilgili tahminler ve hayvan sayısı rakamlarına dayandırıyor. 1700-1850 için bu hesaplarda çağdaş tahminleri, 1300 ve 1500 için ise demesne kayıtları ile tereke kayıtları üzerine incelemeleri esas alıyor. Tabii demesne kayıtlarından kalkarak nasıl tüm tarım sektörü için tahminlere girişildiği ile ilgili genelleme problemini de hatırlatıyor. Köylülerin geri kalan arazilerde ne hasat ettiğinin ölçülmediğini ve bu bakımdan tartışmaya açık olduğunu da ifade ediyor. Allen, 1500’ler ve 1700 için ise tereke kayıtlarına dayanıyor ki bu kayıtlar üzerinden hesapların malum belirsizliklerine, terekelere dayalı çalışmaların tartışmalı, birbirinden farklı sonuçlar verdiğine de değiniyor.
Allen, hayvansal üretimi de hesaplıyor ki çalışmasının esaslı bir katkısı bu hesaplar üzerinedir. Hayvansal üretimi hesaplamak bazı ilave güçlükler arz ediyor. Mesela türlerine göre hayvan sayısını (koyun, domuz, at v.s.), her yıl kesilen hayvan sayısını, çıkan eti ve kırpılan hayvanlardan elde edilen yünü hesap etmek gerekiyor.
Bütün bu tahminlerden sonra Allen gayrısafi üretimden safi üretimi hesap ediyor ve böylece toplam faktör üretkenliği (total factor productivity), yani toprak, emek ve sermaye girdileri bir arada olmak üzere üretkenlik tahmini yapabileceği bir noktaya geliyor.[69]
Tarımsal Üretkenlik Farkına Dair
Farklı tarihlemeler önermekle ve farklı tahmin yöntemleri kullanmakla birlikte, iktisat tarihçileri bir üretkenlik artışı, bir tarımsal devrim yaşandığı üzerine ekseriyetle hemfikirdirler. Bu tespiti pek tabii bir izahat takip etmelidir. İngiltere ile sair ülkeler arasında tarımsal üretkenlik farkına dair aynı izahat elbette Osmanlı tarımsal ekonomisinin tecrübe edemediği tarımsal devrimi açıklamak için de kullanılabilecektir.
Tarihçiler bazen farklı gelişmeleri öne çıkarmakta, bazen aynı gelişmeleri farklı dönemlere atfederek tarımsal devrimi izah etmektedir. Tarımsal devrimi geç 18.yüzyıldan itibaren başlatan geleneksel anlatımda tarımsal üretimi artıran veya emek tasarruf ettiren makineleşme ile mucit ve ziraatçilerin evvelce vurgulanan etkisinin abartıldığı, zirai tekniklerin ve icatların yaygın bir uygulamasının olmadığı bugün daha ziyade kabul görmektedir.
Tarımsal devrimi erken 17. yüzyıl sonrasına tarihleyen tarihçiler tarımsal üretim ve üretkenlik artışının arkasında çitleme (enclosure) hareketi ve böylece ortaya çıkan büyük çiftlikleri vurgulamaktadır. Çitlemenin emeğin üretkenliğini artırdığı ve bu sayede daha az bir kırsal nüfusun şehirli nüfusu besleyecek üretime ulaştığı, tarım sektöründe ihtiyaç olmayan emeğin şehirlerde sınaî gelişimin işgücü havuzunu oluşturduğu yaygın kabul gören bir görüştü. Ancak, çevrilen arazilerle açık araziler arasında ciddi üretim farkları bulan tarihçilere karşılık bu bulgulara itiraz eden tarihçiler de olmaktadır.[70] Genel kabule göre çitleme, ürün rotasyonunun iyileştirilmesi, baklagiller ve yem bitkilerinin ekimini temin etmiş, böylece üretkenlik artarken daha fazla ve selektif yetiştirme yoluyla daha besili sürü hayvanı beslemek mümkün olmuştur. Bu ise hem et ve süt ürünlerinin de miktar ve nitelik artışı hem de daha fazla gübre istihsalini mümkün kılarak toprağın zenginliğini, verimini artırmıştır. Tarımsal devrimi tanımlayan yenilik ve gelişmeler bunlarla da sınırlı değildir. Yeni ve daha iyi zirai aletlerin kullanımı, drenaj ve sulamada gelişmeler, toprağın su ve böylece gübre tutmasını sağlayan marn (marl) serpilmesi, sürüm hayvanı olarak at kullanımı, ziraat üzerine ucuz kitapların basılması da devrimin unsurlarıdır.
Çitlemeler ve Büyük Çiftliklerin Yaygınlaşması
Günümüzde çitleme ve büyük çiftliklerin oluşumunun üretim ve üretkenlik artışı üzerinde etkisini vurgulayan tarihçilerin bir kısmı çitlemeler neticesinde emek üretkenliğinde artış olduğu savına kuşkulu yaklaşmaktadır. C. P. Timmer, İngiliz üç yıllık rotasyon (three-year rotation) sisteminin kullanıldığını ve üç yılda bir toprağın nadasa bırakıldığını ifade ediyor.[71] Ancak sürekli aynı ürünler ekildiği için toprak aşırı sürülmüş-işlenmiş (plough-sick) oluyordu. Hayvan yemi olarak kullanılacak ürünler olmadığından sürüler büyümüyor ve toprağın verimini artıracak gübre elde edilemiyordu. Timmer’a göre çitleme ilk sorunu, yonca ve şalgamın ekilmesi ise ikinci sorunu çözdü. Çitleme ile birlikte ürün rotasyonu ve nadas sistemi değişirken, hayvan yemi olarak kullanılan ürünlerin ekimi ile daha büyük sürüler daha bol ve zengin gübre üretti. Ancak Timmer, çitleme ve yeni ürünlerin işgücünü boşta bırakarak, bu işgücünün sınaî sektörün insan gücünü oluşturduğu görüşüne karşı çıkıyor. Ona göre, İngiliz tarımsal devrimi emek üretkenliğini değil toprak üretkenliğini artırdı. [72]
Allen, 1600-1800 arasında İngiltere’de hızlı işgücü üretkenliği büyümesinin mahsuldeki ve çiftlik ölçeğindeki artıştan kaynaklandığını savunmaktadır.[73] 12. ve 13. yüzyıllarda ‘demesne’ arazileri 100 ‘acre’ (c.400 daa.) veya daha büyükken, ‘villein’ yani serf arazileri nadiren 30 ‘acre’ büyüklüğün üzerindeydi, genellikle ise 15 ‘acre’ yani aşağı yukarı 60 dönüm veya daha azdı. Bu arazi bir aileyi geçindiriyor ama işgücünü tüketmiyordu. ‘Kara Veba’ sonrası çiftlikler büyüdü. Yeni çitlemelerle birkaç yüz ‘acre’ büyüklüğündeki çiftlikler yaygınlaştı. Açık arazi köylerinde ise sıradan çiftlikler 30-60 ‘acre’ büyüklüğe ulaştı ve nadiren 100 ‘acre’ büyüklüğü geçti.[74] 18.yy.’da ise çiftlik büyüklüğünde bir devrim oldu ve ortalama açık arazi çiftliği büyüklüğü 145 ‘acre’a yükseldi. Çitlemenin olduğu köylerde ise ortalama çiftlik büyüklüğü 147 ‘acre’ ile neredeyse aynıydı. [75] Allen’ın tasnifi ne göre, eğer köylü çiftliklerini aile çiftlikleri ve kapitalist çiftlikleri de ücretli işgücü ile işlenen çiftlikler olarak tanımlarsak 60 ‘acre’dan (c.240 daa.) küçük ekim arazilerini köylü çiftliği, 60-100 ‘acre’ (c.240-400 daa.) arasını geçiş (transitional) çiftlikleri, 100 ‘acre’ üstü çiftlikleri kapitalist olarak adlandırabiliriz.[76] Dolayısı ile 18.yy’da köylü çiftliklerinden kapitalist çiftliklere bir geçiş vardı. [77] Bu dönemde, büyük kapitalist çiftliklere geçiş ile ‘acre’ başına istihdam düştü ve işgücü üretkenliği arttı. [78]
Peki daha büyük çiftlikler neden ve nasıl üretkenliği artırmıştır? Bu soruya yanıt vermek üzere Allen küçük ve büyük çiftliklerin işleyişlerini karşılaştırmaktadır.[79] Bu çiftlikler birkaç yönden ciddi farklılıklar göstermektedir. Bir temel fark işgücü organizasyonundaki farktır. Küçük çiftlikler aile işgücü ile işletilirken büyük çiftlikler çoğunlukla kiralık işgücü kullanmaktadır.[80] Çiftlik büyüdükçe aile işgücü oranı düşerek kiralık işgücü oranı yükselmektedir. Nasıl? Çiftlik büyüdükçe kadın ve çocuk istihdamı yavaş artmaktadır, büyümeyle birlikte aile işgücünden ücretli işgücüne geçiş olmaktadır ancak ‘acre’ başına maliyetler düşmektedir. Neden? Allen, uzmanlaşma ve iş bölümü (division of labor) tasarruf ettiriyor demektedir.[81] Büyük çiftlikler, çiftlik işleri için uzmanlaşmış kimseler istihdam edebiliyordu. Bu iki şekilde maliyetleri düşürüyordu. Birincisi uzmanlaşma daha az vasıflı işgücünün istihdamına imkan veriyordu. İkincisi büyük çiftlikler işin tek bir hattında uzmanlaşmış ve bu işi çiftçi ailesinden daha etkin yapan kimseler istihdam edebiliyordu.[82]
İkinci olarak küçük ve büyük çiftlikler arasında iktisadi etkinlik (economic effi ciency) bakımından farklar vardı. [83] ‘Acre’ başına gelir büyüklük ile ilişkili değildi. Ama büyük çiftliklerin maliyetleri daha düşüktü, özellikle de alet-edevat, sürüm hayvanı ve işgücü maliyetleri. Ancak Allen büyük çiftliklerin asıl avantajının daha düşük işgücü maliyeti olduğunu da ileri sürmektedir.[84] Büyük çiftlikler yüksek etkinlikle işleri yapan işçi grupları istihdam edebiliyordu.[85]
Allen, çiftlik büyüklüğündeki büyümenin İngiliz işgücü üretkenliğinin artışındaki etkisinin yanında sürü ve otlak kalitesindeki ilerlemelerin de İngiliz tarımsal gelişiminde merkezi bir rol oynadıklarını ifade etmektedir.[86] Ayrıca, çitlemenin istihdamı azaltıcı etkisi görüşüne karşı çıkmaktadır. Allen’ın iddiasına göre, çitleme eğer araziyi ekim arazisinden meraya dönüştürdüyse işgücü talebini düşürmektedir. Aksi takdirde çitlemenin istihdam talebi üzerinde etkisi yoktur.[87] Allen’ın bu görüşleri 1988 tarihli çalışmasında ifade edilmektedir. Daha sonra Allen bir değil iki tarımsal devrim tespit edecek ve ilkini, 18. Yüzyıldan önce küçük ‘yeoman’ çiftliklerinde üretim artışı ile bilhassa 17. Yüzyılda gerçekleştiğini, İngiliz tarımsal tarihinde üretim artışının esas kısmının ve üretkenlik artışının da yarısının bu dönemde ortaya çıktığını ifade edecektir.[88]
Nitrojen; Şalgam ve Yonca
Çoğu tarihçi üretim artışının arkasında yeni ürünlerin ekimini görmektedir. Yeni ürünlerin üretimde doğurduğu artışı nitrojen teorisi açıklamaktadır. Şalgam, turp ve yonca gibi nitrojen tutan ve hayvan yemi olarak da kullanılabilen ürünlerin daha önce nadasa bırakılan arazilere ekimi ile birlikte nadastaki arazi oranı düşerken ekilen arazi miktarı artmış, hayvan yemi üretilmiş, sürü hayvanlarının sayısı artmış ve gübre temin edilmiş, hububat yetişmesi için toprağın ihtiyaç duyduğu nitrojen depolanmıştır.[89]
Nitrojeni artırmanın nitrojen tutan ürünler ekmekten başka yolları da vardır. Mesela toprağı ekmemek yani nadasa bırakmak ki böylece oluşan doğal otlaklar arazide nitrojen biriktirir. Diğer taraftan Clark, daimi otlaklardan ekili araziye gübre olarak nitrojen aktarmanın etkili olmadığını çünkü bu uygulamanın otlak arazisinden diğer maddeleri tükettiğini ki bu maddelerin buğday için değil ise de ot yetişmesi için gerekli olduğunu ifade etmektedir.[90]
Verimli Toprak ve At
İngiltere’de toprağın Kıta Avrupasından daha verimli olduğu kabul edilir. Ama bu tarımsal devrim olarak adlandırılabilecek bir üretim artışını açıklamaz, dahası bu görüşe de itirazlar vardır. Clark, 1850 öncesinde Amerikan ve Britanya çiftçilerinin Avrupa ile kıyaslandığında işgücü başına daha yüksek olan mahsul miktarını ve yüksek ücretleri bu çiftçilerin sıradan çiftlik işlerini daha yoğun yapmaları ile açıklamaktadır.[91] Üretkenlik farkını doğuranın toprağın bolluğu ve toprak kalitesi olmadığını, dahası aynı hasat teknikleri kullanıldığında bile Amerikan ve Britanya işgücünün Doğu Avrupa ve Orta Çağ İngilteresi ile kıyaslandığında işi kat be kat hızlı yaptıklarını iddia etmektedir.[92] Clark, Doğu Avrupa ve Orta Çağ İngilteresinde düşük emek yoğunluğunu tarım işçilerinin daha az çalışması veya işçilerin çalışma sırasında daha az gayret göstermeleri ile açıklamaktadır.[93]
Sürüm hayvanı olarak öküz yerine at kullanılmasının üretim artışı sağladığı bir diğer yaygın görüştür. A. Kander ve P. Warde, erken 19.yy’da yüksek tarımsal üretkenlik sürüm hayvanlarından elde edilen görece yüksek enerji ile sağlandı iddiasını araştırarak, 1815-1913 dönemi için bu tezi reddetmektedir.[94] Yazarlara göre 19.yy’ın sonlarına doğru her ne kadar İngiltere’de tarımsal işçi başına sürüm hayvanı bol olsa bile hektar başına işgücü ve sürüm hayvanı azdı. Wrigley’in tezinin tersine 19.yy başlarında sürüm hayvanı bolluğu yoktu, ama sonrasında arttı.[95] Atların öküzden daha üretken olduğu görüşüne karşılık İsveç ve Almanya örneğinde üretkenliğin artmakta olduğu dönemde sürüm hayvanı kompozisyonunda değişim olmadığını ifade eden yazarlar nihayetinde Wrigley’in sürüm hayvanından elde edilen enerji ile üretkenlik arttı görüşünü reddediyorlar.
Küspe
Thompson’ın üç tarımsal devrim ayırt ettiğinden ve bunlardan 1815-1880 arasında olan ikincisini esas tarımsal devrim olarak önemsediğine yukarıda değinilmişti. İkinci devrim, ürün rotasyonu ve hayvan sürülerinde iyileşmeleri, drenaj kanalları ve belirli amaçlar için inşa edilmiş çiftlik binaları ile birlikte çiftliklerle fiziksel görünümde bir değişimi, daha piyasaya dönük (market-oriented) çiftçiler ile tarımın gerçekten ticarileşmesini içermektedir.[96]
Bu devrim aslında zenginleştirilmiş gübre ve hayvan yeminde çeşitlenme ve artış ile başlamıştır.[97] Ketenyağı küspesi (linseed cake), pamuk tohumu küspesi (cotton seed) kolza küspesi (rape cake) benzeri yağ tohumu küspelerinin (oilseed cake) üretim ve ithalinin artması ve küspenin gübre ve hayvan yemi olarak kullanımının ticarileşmesi ve yaygınlaşması, bunlara daha sonra hayvan yemi olarak mısırın eklenmesi tarımsal devrimin arkasındaki gelişmelerdir. Nitrojen, fosfat ve potasyum içeren süperfosfat (superphosphate), nitratin (nitratine veya cubic niter), amonyum sülfat (ammonium sulfate) ve potasyum karbonat (potash) üretim ve ithalinin artması, bunların sınaî üretim metası olması ve gübre olarak yaygınlaşan kullanımı devrimi mümkün kılan diğer gelişmelerdir.[98]
Allen da İngiltere ile Çin’in Yangzte Deltası arasında tarımsal gelişimi karşılaştırdığı çalışmasında deltada 17. Yüzyılda hektar başına mahsulün İngiltere’den 9 kat fazla ama çalışılan gün başına mahsulün İngiltere’nin %90’ı kadar olduğunu tespit ediyor. 19. Yüzyıla gelindiğinde İngiltere’nin tarımsal devrimi yaşadığını, Çin’de ise muadil bir tarımsal gelişme olmamakla birlikte Yangzte Delta’sında nüfus artıyorken ve çiftlikler bölünüyorken kişi başına üretim miktarının korunduğunu iddia ediyor. Allen bunu soya posasının gübre olarak kullanılmasına bağlıyor.[99]
Norfolk Sistemi; Rotasyon ve Marnlama
Norfolk sistemi ve bu sistemin yaygınlaşması tarımsal devrimi tarifleyen önemli bir gelişme olarak addedilmektedir. Sistem, araziyi nadasa bırakma lüzumunu ortadan kaldıracak şekilde yem bitkileri ve hububatın dönüşümlü ekimine yani ürün rotasyonuna dayanır. Böylece hem toprağın verimini idame ettiren hem de çiftlik hayvanlarına yem sağlayan bir yapıdadır.[100]
Norfolk tarımının bir temel unsuru turp ve yoncanın ürün rotasyonunda yer alması ve dörtlü rotasyon sistemi ise bir diğer önemli unsuru toprağın verimini artıran marnlamadır (marling).
Norfolk sistemi uzun bir tecrübenin sonucuydu. Çitleme hareketi, bilhassa tarla sisteminin çitlemeye daha erken tarihlerde de müsait olması ve büyük çiftliklerin oluşması, kıta Avrupası etkisine coğrafi yakınlığı ile rotasyon ürünleri ve tarım tekniklerinin rahatlıkla ithali ve bunları bilen yerleşimcilerin iskânı, nüfus yoğunluğu olan ve zanaat üretimine dayalı, binaenaleyh tarımsal ürünler arzına bağımlı ve hammadde talep eden ‘metropolitan ekonomilere’ yakın olması ve pazarlara kara ve suyolu ulaşımının rahat olması Norfolk’u tarımsal üretkenlik artışında öne çıkarttı. [101]
Norfolk bölgesi için tarımsal üretim ve üretkenlik hesabında kullanılabilecek arşiv malzemesinin görece daha fazla bulunması ve bu suretle tarımsal devrim olarak adlandırılabilecek bir üretkenlik artışı tespit edilmesinin ardından bir tarımsal üretkenlik artışını mümkün kılacak koşullar, etkenler ve gelişmeler az yukarıda bahsedildiği üzere sıralandı. Norfolk sistemini tarımsal devrimin görünümü olarak tanımladıktan sonra sistemin Britanya ve Avrupa’ya yayılışını takip etmek üretkenlik artışı ve nihayet devrimin izini sürmek anlamına gelecekti.[102]
Diğer taraftan, Britanya bir yana, Norfolk bölgesinde dahi böylesi özgün bir sistem tanımlanmasının hatalı olacağı dile getirildi. Bahsi geçen idealize edilmiş ürün rotasyonunun fiilen uygulanıp uygulanmadığı meselesi tartışmalı görüldü. Nitrojen tutan ürünler ve yem bitkilerinin ekiminin gerçekte çok sınırlı kaldığı, bölgede tarımın esasen daima arpa üretimine dayalı olduğu ve daha sıralaması uzun sürecek pek çok itiraz da dile getirildi. Nihayet, bizzat bölge dahilinde de devrimi tarihlemekte uzlaşma sağlanamadı. [103]
Kıta Avrupası’na geçtiğimizde de farklı tartışmalarla karşılaşmıyoruz.[104] Fransa’da tarımsal devrim olarak adlandırılabilecek ciddi üretkenlik artışı (bu kez işgücü değil toprak üretkenliği) bazı yazarlarca 18. Yüzyıla bazılarınca 19. Yüzyıla yerleştirilmektedir. Herman van der Wee, Çukureller’de (Low Countries) zirai devrimin toprak üretkenliği üzerinden 16. Yüzyılda doğduğunu ve bu tarihten itibaren toprak üretkenliğinin sürdürüldüğünü, tarımsal devrimin bazı aşama ve emarelerinin 18. Yüzyılda güney Çukureller’de ve 19. Yüzyılda kuzey Çukureller’de görünür olduğunu ifade etmektedir. Uzun dönemli bu tarımsal üretkenlik çalışmalarında Batı Avrupa’nın farklı bölgeleri için farklı seyirler tasvir edilebilmektedir. Mesela Fransa’da toprak üretkenliği 11. ve 14. Yüzyıllar arasında artıp sonrasında felaket nispetinde bir düşüş takip ederken toparlanış ancak kısmen 15. Yüzyıl ortasında gelmiştir. Çukureller’de ise Fransa’nın aksine 14. Yüzyıl ortasından itibaren üretkenlikte artış gözlenmektedir.[105] Van der Wee, bu artışın arkasında şehir nüfusundaki artışın nihai önemde bir rol üstlendiğini ifade etmektedir. Sınai gelişim ve dünya ticaretinde artış ile birlikte şehirlerde nüfus yoğunluğunun arttığı, çiftçilerin şehir pazarlarının sağladığı imkanlardan faydalanmak gayesiyle üretim araçlarını daha etkin bir araya getirdikleri ve entansif tarıma yöneldikleri, şehirlilerin de bu yönde tarıma yatırım yaptıkları, hatta hasat zamanı şehirlilerin işgücü temin ettikleri ve dahası marjinal ürünlerin ekildiği görüşleri üretkenlik artışını izah amacıyla sıralanmaktadır. Van der Wee, entansif tarımın toprak üretkenliğini artırdığı ve bunun daha yüksek zirai gelirler sebebiyle çiftliklerin bölünmesine ve daha da entansif tarıma yol açtığını ama bir noktada azalan verim kanunu sebebiyle üretkenlik artışının durarak istikrar kazandığını ifade etmektedir.[106] Bu durumda, çiftliklerin daha da bölünmesi üretkenliği düşürecekti. 15. Yüzyıl başlarında, 1420 ve 30’lardan itibaren olan buydu. Geleneksel tekstil sanayindeki gerileme ile işsiz kalanlar şehirlerden kırsala yerleşerek çiftliklerin daha da bölünmesine neden oldular ve üretkenlik düştü.[107] Van der Wee, iktisadi etkenlerin dışında aynı dönemde iç savaşlar ve isyanların getirdiği yıkımın da bu kez çiftliklerin birleştirilmesi ve kırsalda nüfus boşalması yoluyla üretkenlik düşüşüne neden olduğu fikrindedir. Ancak bu düşüş Batı Avrupa’da aynı dönmede gözlendiği üzere felaket raddesinde değildir.[108]
Çukureller’de yeniden bir üretkenlik artışı dönemi, van der Wee’ye göre 16. ve 17. Yüzyıllarda görülmektedir.[109] Bu sefer 16. Yüzyılda ciddi nüfus artışı ve bununla birlikte daha da entansif tarım tekniklerinin yaygınlaşması ve nadas arazisinin tedricen kaybolması, yüksek şehirleşme oranı üretkenlik artışına neden olmaktadır. Bu dönemde Baltık’tan hububat ithali ve sınai gelişim geleneksel tarım ekonomisinin tamamen dönüşümüne sebep olmasa da kısmen ve yer yer hububat dışında sınai kullanımı olan ürünlerin ekimine, büyük baş besiciliğine ve mandıra ürünlerinde artışa neden olmuştur. Savaşlarla kesintiye uğrayan yüksek üretkenlik seviyeleri 1650-1750 arasında düşüş göstermiş ve bu dönemi yüksek bir üretkenlik artışı izlemiştir.[110] Bazı bölgeler geleneksel hububat üretiminde kalıp tarımsal devrimi ancak makineleşme ve kimyasal gübre ile yakalarken diğer bölgelerde yoğun nüfus, ticari ürünlerin ve patates gibi yeni ürünlerin ekimi ile toprak üretkenliği artmış ve 18. Yüzyılın ikinci yarısında tarımsal devrim görülebilir hale gelmiştir.
İklimsel Değişim
Tarımsal değişim ve üretkenlik artışının arkasında olduğu zikredilen unsurlardan son olarak iklimsel değişime değineceğiz. İklimsel değişim, yağış rejimi ve ürün yelpazesini değiştirerek üretkenlik üzerine tesir edebilecek bir faktör olarak ele alınabilir. Overton, İngiltere tarımı için hava koşulları ve iklimin çiftlik faaliyetlerinde değişim üzerinde tesirini görmeye çalıştığı makalesinde, 1670’lerden 1690’lara kadar hava koşullarının saman üretimi için elverişsiz olduğunu, bu nedenle çiftçilerin hayvan yemi olarak kullanılacak diğer bitkileri ekmek isteyeceğini, 1670’lerde şalgam ekimindeki hızlı artışın bu suretle açıklanabileceğini iddia etmektedir.[111] Overton, tarımsal değişim ile iklim ve hava koşulları arasında daha öte bir ilişki kurmanın verilerin yetersizliği sebebiyle ispatsız kalacağını ifade etmektedir.
İngiliz tarımı için olmasa da L. H. Bean’ın çalışması 1935-65 arasında Amerika’da üretim artışında teknoloji ile hava koşullarının etkisini araştırmaktadır.[112] Çalışma, 1935 sonrasında Amerikan tarımsal devrimi olarak adlandırılabilecek muazzam üretim artışının sebebinin iklim olmadığı sonucuna ulaşmaktadır. Hava koşullarının yıllık üretim dalgalanmaları üzerinde etkisini vurgulamakla birlikte bunun üretim artışı trendi üzerinde bir etkisi olmadığını iddia etmektedir.
Okurun da dikkatini celbedeceği üzere yukarıda çalışmalarını aktardığımız iktisat tarihçilerinin pek çoğunda araştırma dönemleri “küçük buzul çağı” olarak adlandırılan iklimsel soğuma dönemine denk geldiği halde tarihçiler iklimsel değişime açıklayıcı bir faktör olarak izahlarında küçük bir pay izafe etmişler ve yahut dahil etmemişlerdir. Muhakkak bu günlerde daha sık telaffuz edilen iklimsel etki daha fazla tetkik edilecektir.
Osmanlı Tarımsal Üretimi Üzerine Evvelki Çalışmalar
Tarımsal değişim, üretim ve üretkenlik üzerine zengin bir külliyatı elverdiğince ve imkan dahilinde gözden geçirerek alanın mesele ve sualleri, çalışmaların kaynakları, yöntemleri ve bulgularına mümkün mertebe değindikten sonra Osmanlı tarım ekonomisine eğilebiliriz.
Yeni Çağda Osmanlı tarımsal üretimi üzerinde duran ve rakamsal hesaplamalar yapan çalışmalar sayıca fazla olmamakla birlikte tahrir defterleri üzerinden yürütülen çalışmaların bir nevî yan ürünü olarak mevcuttur. Meseleye monografi k katkılar ise nadirdir.
Tahrir defterleri üzerinden sancak bazında Erken Modern Çağda tarımsal üretim hesaplamaları yapan tarihçiler olmakla birlikte Coşgel’in çalışması çok daha yaygın bir coğrafya ve zaman aralığında hesaplamalar yapması ve karşılaştırılabilir sonuçlar üretmesi açısından fevkalade değerlidir.[113]
Ancak evvela Bruce McGowan’ın erken tarihli ve birden fazla sancak üzerinden hesaplamalar yaparak neşrettiği ve bu sahada daima atıf yapılan öncü niteliğindeki makalesinin usul ve sonuçlarına değinmek zaruridir.[114]
McGowan, her bir sancağa ait tek bir mufassal tahrir defteri üzerinden Sirem, Semendire, Segedin ve Gyula (D’ula) sancaklarını incelediği çalışmasında hane başına üretim miktarı ve vergi yüklerini hesap etmektedir. Tüm bu hesaplamalarda ortaya çıkabilecek sapmalar ve hatalar hususunda McGowan okuyucuyu aydınlatarak ilerlemektedir. McGowan, tahrir defterlerinde, köyler bazında, miktarları kayıtlı olduğu sürece buğday ve diğer tarımsal ürünleri ‘iktisadi buğday muadili’ne (economic wheat equivalent) çevirmektedir. Buğday birebir, diğer ürünler ise FAO’nun[115] modern Orta Doğu için önerdiği 0.7 katsayısı ile çarpılarak buğday muadiline dönüştürülmektedir.[116] Miktarlar kayıtlı olmadığında ise ürünlerden alınan nakdî vergi buğdayın kile fi yatına bölünerek buğday muadili olan miktar elde edilmektedir. Bulunan miktarlar toprağın bire üç verim verdiği yani 1/3’ü tohumluk ayrıldığı kabulü ile üçte bir oranında azaltılmaktadır. Daha sonra kalan miktar öşür oranı ile çarpılarak vergi öncesi toplam mahsul elde edilmektedir. Bunun içinden de %10 oranında değirmen kaybı düşülmektedir. Nihayet elde kalan kile cinsinden miktar kilograma çevrilip köydeki hane miktarına bölünmektedir. Bu aşamadan sonra, öşür vergisi ortaya çıkan rakamdan düşülerek köylünün elinde kalan buğday miktarı bulunmaktadır. Sayıları alınan sabit vergi sayesinde hesap edilebilen ve vergilendirilen hayvanlar –koyun ve domuz- benzer şekilde FAO’nun önerdiği oran ve katsayılar ile çarpılarak et ve süt ürünleri iktisadi buğday muadillerine çevrilerek hesap edilmektedir. McGowan, nakdî ödenen vergileri de –olağanüstü vergiler, yani avarız vergileri hariç- iktisadi buğday muadiline çevirmekte ve üretimden düşmektedir. Bütün bu hesaplamalarda ön kabuller, hata payları ve hesaplar dışında bırakılan ürünler hususunda uyarılar daima hatırlatılmaktadır.[117]
Velhasıl, bu hesaplamalar sonrasında McGowan araştırdığı sancaklarda hane başına yıllık üretim rakamını Sirem Sancağı için hane başına ortalama 9,084 kg iktisadi buğday muadili (ibm), Segedin için 6,484 kg ibm, D’ula için 5,314 kg ibm, Semendire için 4,004 kg ibm olarak bulmaktadır. McGowan, bu sancaklar için farklı hanehalkı sayıları kabul etmektedir.[118] Mesela Sirem’de aynî ve nakdî vergiler ödendikten sonra hane başına 8,459.5 kg ibm elde edilirken kişi başına 1,410 kg, Semendire’de 1,121.6 kg, Segedin’de 1,412.6 kg, Gyula’da 1,010.3 kg ibm gelir elde edilmektedir. 1568-1579 aralığına ait bu rakamları karşılaştırma amacıyla az ileride tablolara aktararak değerlendireceğiz. Ancak, farklı tarihçilerin sancak bazında çalışmalarında tarımsal üretim miktarı hesaplamalarına geçerek bu karşılaştırmalara değinmeden önce Coşgel’in birçok sancağı içererek geniş bir coğrafyayı kapsayan tarımsal emek üretkenliği hesaplarını da gözden geçirmek ve tartışmaya eklemek faydalı olacaktır.
Coşgel, Orta Doğu’dan, Anadolu’dan, Balkanlar’dan Macaristan’a kadar uzanan bir coğrafyadan seçtiği sancakların farklı tarihçiler tarafından neşredilmiş 16. yüzyıl tahrir defterlerini kullanarak tarımsal üretkenlik tahmini yapmaktadır. Tarımsal üretim ve nüfus hususunda yeterli ayrıntıları içermeyen köy ve mezraların kayıtları ile birlikte şehir, kasaba ve göçebelere dair kayıtları da hesaplamaların dışında bırakmıştır. Böylece geriye kalan yerleşimleri temsil kabiliyetinde bir örneklem kabul ederek hesaplamaları sürdürmüştür. Rakamsal bir örnek vermek gerekirse Bursa kazasından 1521 tarihi için 47, 1573 tarihi için 60 köy hesaplamalara veri sağlamaktadır.[119]
Tarımsal üretim hesabında hayvansal ürünler dışarıda bırakılmıştır. Tüm tarımsal ürünler ise buğday fiyatları üzerinden buğday cinsine çevrilmiştir. Daha sonra buğday cinsinden üretim miktarı uluslararası karlılaştırmalara kolaylık sağlamak amacıyla ‘Winchester bushel’a tedavül edilmiştir. Coşgel, buğday için kullanılan yerel ölçü birimini tespit etmek mümkün olmadığında miktarı tahmin için fiyatlara başvurmuştur.
Coşgel, tarımsal emek üretkenliği hesabı yapacağından tarımsal üretime fiilen katılan işgücü sayısını tahmin etmek nihai önemdedir. Bu tahmin için hane sayısının kullanıldığını, hane sayısı üzerinden nüfusu tahmin etmek için bir katsayı ile çarpıldığını biliyoruz. Bu nüfusun içinden de fiilen tarımsal üretime katılan işgücünü tahmin etmek gerekmektedir. Ancak, tarihçilerin nüfus hesaplamaları için hane başına 3 ila 7 arasında farklı katsayılar önerdikleri ve demografik tarihçilerin sabit bir katsayı üzerinde hemfikir olmadıkları da bir vakıa.[120] Bir katsayı tespiti veya sadece hane sayımının toplam nüfus tahmini bakımından getireceği sorunlar bir yana, aile yapısında ve yaş kompozisyonundaki muhtemel bölgesel farklılıklar ve zaman boyunca değişkenlik meselesi nüfus devinimlerinin tespitini dahi güçleştirebilecektir. Aynı durum elbette nüfusa dayalı olarak tahmin edilmeye çalışılan tarımsal işgücü için de geçerlidir. Bu sebeple Coşgel hesaplamalarını en yaygın kabul gören alt ve üst katsayı tahminlerine dayanarak tekrar etmekte, böylece emeğin tarımsal üretkenliği için en düşük ve en yüksek olmak üzere iki tahmin rakamı ortaya koymaktadır.
Üst baremden tahmin hane başına 5 kişidir. Coşgel, bu hanede bir kişinin yaş veya rahatsızlık benzeri bir sebepten işgücüne katılamayacağını varsayarak geriye kalan 4 kişiyi ebeveyn (M ile temil edilen bir adam ve W ile temsil edilen bir kadın) ve birer kız ve oğlan çocuk (sırasıyla G ve B ile temsil edilen) olarak kabul etmektedir. Standart yetişkin erkek işgücü birimi olarak tanımlanan “H”, H=M olmak üzere, hesaplarda şu kabul ile hareket etmektedir; H=M=W=2B=2G. Yani, adam ve kadının işgücü eşit ve bunların her biri iki kız veya oğlan çocuğunun emeğine eşittir. Bu durumda Coşgel’in hane başına 5 kişilik nüfusu, bir hane üyesi üretim dışı kalmakla M, W, B ve G’den müteşekkildir ki bunların hepsinin standart yetişkin erkek emeği olan H cinsinden eşdeğeri 3H’dir, yani 3 yetişkin erkek emeğine eşittir.
Düşük tahmin için Coşgel hane başına 3 değil 4 kişi kabul etmektedir. Yine bunlardan birisi üretim faaliyeti dışı olmak üzere bu sefer iki kadın işgücü bir yetişkin erkek işgücüne eşit (M=2W) kabulüyle hane başına işgücüne katılım 2H yani iki yetişkin erkek işgücü olmaktadır.[121]
İlaveten, Coşgel ev işlerini (domestic task) ve ekip biçme (farming) işlerini ayırmakta ve işgücünün ekip biçme işlerine en yüksek katılımı için 0,5 en düşük katılımı için 0,33 oranını kabul etmektedir. Coşgel bu işgücünün hububat üretimine katılımı için bir ‘a’ katsayısı tahmin etmektedir ve denklemin ‘a’ katsayısı ile de çarpılması gerekmektedir.[122] Böylece Coşgel’in önerdiği en yüksek tahmin formülü (3x0,5)aH, en düşük tahmin ise (2x0,33)aH olmaktadır. Formüllerde ‘H’ bir köydeki hane sayısına denk gelmektedir.
Coşgel’in ulaştığı sonuçlar içinde şu hususlar öne çıkmaktadır; bölgeler arasında ve bir bölge içinde üretkenlik farkları vardır. Çoğu bölgede emeğin tarımsal üretkenliği 16. yüzyıl sonunda 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başına kıyasla düşmüştür. Bazı bölgelerde üretkenlik rakamları Avrupa ülkelerinin bir kısmında 19. Yüzyıl ortasında ulaşılan üretkenlik rakamlarının üzerindedir.
Evvelce de ifade ettiğimiz üzere tahrirler üzerinden sancak çalışmaları yürüten tarihçiler sıklıkla tarımsal ekonomi ve üretim ile ilgili verileri de derleyerek değerlendirmektedir. Üretkenlik kavramı üzerinden hareket etmemekle birlikte bu çalışmalar tarımsal üretim hususunda kıymetli malumat vermektedir. Dahası bu çalışmalarda işgücü üretkenliği kavramına ulaşmak için üretim miktarının hane veya kişi sayısına değil de işgücü sayısına bölünmesi kafidir.
İleride karşılaştırmalara imkan vermesi vesilesiyle Volkan Ertürk’ün 16. yüzyılda Akşehir Sancağı üzerine çalışmasına burada değiniyoruz.[123] Ertürk sancak dahilinde dönüm başına tarımsal üretim hesapları yapmaktadır. Sancak kanunnamesindeki tasnif edici hükümlere itibar ederek sancakta ortalama çiftlik büyüklüğünü 80 dönüm kabul edip tahrir kayıtlarındaki çift ve nim-çift kayıtlarından toplam tarım arazisini tahmin etmektedir.[124] Ertürk daha sonra arazinin yarısının nadasa bırakıldığını farzetmektedir. Toplam hububat üretimini fiilen ekilen araziye böldüğünde, Ertürk dönüm başına mahsulü tespit edebilmektedir.[125]
Ertürk, Akşehir Sancağı’nın kazaları bazında tüm üretimi iktisadi buğday muadiline çevirerek daha teferruatlı hesaplamalar yapmıştır. Arpayı buğdaya çevirirken iki ürünün fiyatlarını oranlayarak 0,714 katsayısını kullanmıştır. Hububat için tohumluk 1’e 3 oranını ve %10 değirmen kaybı kabul etmiştir. Ertürk, hayvansal ürünleri hesaba katıp katmadığını hususunda ayrıca bir ifade kullanmamakla birlikte, McGowan ve Öz’ün izlediği usulü izlediğini yazmaktadır.[126] Diğer taraftan net üretim rakamını elde ederken nakdî vergileri de ibm’ye çevirerek gayrısafi üretimden çıkarıp çıkarmadığı muğlaktır. Ertürk, McGowan ve Öz tarafından hesap edilen hane başına kilogram cinsinden ibm miktarlarını aşağıdaki tablolara aktarıyorum.[127]
Tablolarda Akşehir ve Canik Sancaklarının verileri ciddi bir üretim düşüşü gösteriyor. Aynı zamanda McGowan’ın çalıştığı Balkan Sancakları ile Anadolu Sancakları arasında muazzam farklar ortaya çıkıyor. McGowan çalışmasını yayınladığında Balkanlar veya Anadolu’dan karşılaştırma yapacağı veriler henüz üretilmemişti. Bu nedenle ulaştığı rakamları ‘muazzam farklı’ bulmuyordu. Ancak Anadolu’dan sağlanan veriler McGowan’ın bazı hesaplamaları abartmış olabileceği kuşkusunu doğurdu.[130] Anadolu’da 16. Yüzyıl içinde tespit edilen muazzam üretim düşüşü de aynı şekilde kuşkulu bulunmaktadır. Bunun sonucu yeterli besin maddesini temin edemeyen, hatta zirai üretimi idame ettiremeyen köylülerdir.
Tablolar aslında 15.yy ve 16.yy başında da geçim ekonomisinin altında üretimleri olan kaza ve nahiyeler olduğunu gösteriyor. Bu durum ortaya çıkabilir. Ama beklenmedik ve şaşırtıcı olan, 16.yy sonuna kadar olan dönemde aynı yerleşimlerin nüfusunun artması ve zaten kendini besleyemez hanelerde hane başına üretim rakamlarının daha da düşmesidir. Bu sonuçlar, tarihçilere manalı ve makul görünmediğinden tahrir defterlerinin sağladığı verilerin zayıflığından bahsedilmiştir.[131]
Cook ve İslamoğlu-İnan da nüfus artışı gerisinde kalan bir hububat üretimi artışından bahsetmekle birlikte, tüm gelirleri hesaba katan iktisadi buğday muadili yolunu izlemeyip, meyve ve sebze üreticiliği, bağcılık ve hayvancılıktaki artışın üretimdeki açığı kapayabileceğini dile getirmektedirler.[132] Ancak yukarıdaki tablolarda aktarılan rakamlar bu tür üretimleri de içermektedir.
Bir diğer sonuç sadece sancaklar arasında değil, bir sancak içinde de muazzam üretim farkları olduğudur. Araştırmacılar köyler bazında farklar veya köy içinde ki farklar üzerinde yeterince durmamıştır. Mesela McGowan ‘inanılmaz’ farklar bulmuş ama sancak içi analizin çalışmasının amacı olmadığını ifade ederek muhtemel bazı sebepleri sıralamakla yetinmiştir.[133] Sancak içinde toprak cinsi, nehirlere, pazarlara yakınlık, bazılarında hububat ekimi bazılarında hayvancılık veya meyve-sebzeciliğin öne çıktığı üretim hatları olmasının, bazılarının terk edilmek üzere olmasının bu farkları doğurabileceğini tasavvur etmiştir. Bu fikirlere iştirak etmemek mümkün değildir.
Sancak içi incelemeler ile bazı yanıtların alınması muhtemeldir. Ama bir iki hususa da dikkat çekmek isteriz. Eğer farklar sancak veya kaza genelinde toprağın verim farkından kaynaklanıyor ise önce ekilen dönüm miktarı hesaplarını daha sonra dönüm başına mahsul hesaplarını yenilemek icap eder. Mesela Canik’in Satılmış ve Ünye kazalarında toprağın verimsiz olduğunu kabul ediyorsak bir çiftlik yer için kanunamedeki ‘evsât’ arazi miktarını değil ‘ednâ’ arazi miktarını, Kavak ve Bafra’da tam tersi toprağın verimli olduğunu kabul ediyorsak ‘alâ’ arazi miktarını esas alarak dönüm başına mahsul hesaplarını yenilemek yoluna gidilebilir. Daha da dar coğrafyalarda toprağın verim farkından bahsediyorsak durum daha çetrefilli bir hal alacaktır.
Bu farklar hususunda yukarıda sayılanlar haricinde köylerin farklı işletme usulleri olduğunu mesela çiftlik ölçeklerinde farklar bulunduğunu ve uzmanlaşmış işgücü istihdam edildiğini, köylülerin farklı diyetleri ve çalışma disiplinleri olduğunu, bazı kazalarda verim artırma yollarının bilindiğini mesela nitrojen tutan ürünlerin ekildiğini, farklı ürün rotasyonu ve nadas teknikleri kullanıldığını, sermaye yapıları ve üretim teknolojileri farkı olduğunu ya da benzer faktörlerin bu farkta etkili olduğunu iddia edebilir miyiz? Aslında tahrir defterleri ile tereke kayıtlarından zeamet sahipleri ile vakıfların ortakçı kullara işlettikleri araziler, timarlı sipahilerin hassa çiftlikleri, padişah hasları ve mülk arazilerin miktarı, sermaye yapıları ve üretimin organizasyonu ile ilgili malumat elde etmek mümkündür. Bu iki kaynak türü birlikte incelendiğinde Osmanlı tarımsal tarihine dair bilgimizin derinleşeceği açıktır.
Burada sadece şu birkaç sınırlı tespiti ifade etmekle yetineceğiz. Hüdavendigar Livası tahrir defterlerinde mülk arazilere dair kayıtlar geniş tarımsal arazilerin mülk olduklarına işaret etmiyor.[134] Tahrir kayıtları mülk arazilerde yine hububat ağırlıklı ekim yapıldığını gösteriyor. Uzmanlaşmış işgücü, farklı bir nadas veya ürün rotasyonu hususunda ise kayıtlar sessiz. Barkan tarafından seçilerek neşredildiği kadarıyla Edirne askeri kassamına ait tereke defterleri de terekelerde geniş mülk araziler kaydetmiyor.[135] Ancak bu terekeler, mülk tarımsal arazi sahipleri ile dirlik sahiplerinin bir kısmının kırsalda küçük ve büyük baş hayvan sürüleri ve kümes hayvanları olduğunu, çok sayıda sürüm hayvanları ve sürüm takımlarına sahip olduklarını, bunları köylüye sattıklarını veya kiraladıklarını, nakliye için arabaları olduğunu, ambar, ağıl ve ahırlarının bulunduğunu kaydetmektedir.
Sualler ve Yanıtlar
Osmanlı tarımsal tarihinin 15. ve 16. yüzyıllarına yoğunlaşmış ve tarımsal üretim hesaplamaları sunan çalışmalardan bazı misaller üzerinde durduk ve gözden geçirdik. Bu çalışmaların arşiv malzemesini esas itibariyle tahrir defterleri ve sancak kanunnamelerinin oluşturduğu, bazen şeriye sicili kayıtları, terekeler, avarız ve cizye defterlerinden çıkarılan malumat ile desteklendiği biliniyor. Benzer diğer bazı çalışmaları da işin içine katarak tarımsal üretim üzerine bazı notlar düşmezden evvel kısa bir şekilde bu çalışmaların tarımsal üretime dair sundukları rakamların nasıl manalandırıldığına, tarımsal tarihin sorduğu hangi suallere yanıt verdiğine değinelim.
Tarımsal üretim ile ilgili bulguların sancak bazında iktisadi, sosyal, demografi k ve idari sahalarda birçok suali içeren çalışmaların içinde yer aldığını, tarımsal üretime dair monografi k çalışmaların pek sınırlı olduğunu hatırlatarak ilerleyelim. Elde edilen rakamsal veriler, tarımsal üretimde artış veya azalış yönünde değişim, geçimlik üretimin mevcudiyeti ve ‘artık ürün’ üretilip üretilemediği ve tarımsal üretkenlik hakkında doğrudan malumat verir kabul edilmektedir. Zirai ve hayvansal üretim ve üretkenliğin zaman içinde seyri, bölgeler arasında kıyaslanması, dahası benzer verilere sahip uzak coğrafyalar ile kıyaslanması amaçlanmaktadır.
Verilerin, bir ölçüde nüfus değişimlerinin tarımsal üretim üzerinde etkisi, köylü kesim üzerinde vergi yükü, büyük çiftliklerin oluşumu veya çiftliklerin parçalanması meselelerine ışık tutacağı, Celali isyanlarının, yerel idarecilerin suiistimal ve baskılarının, göçlerin neticelerini göstereceği düşünülmektedir.
Elbette, veriler üzerinden burada saydığımızın ötesinde suallerin yanıtları da aranabilmektedir. Mesela, iklim tarihi çalışan ve iklimsel değişimin iktisadi etkilerine eğilmesi imkan dahilinde olan araştırmacılar her ne kadar bahsi geçen çalışmaların malzemesini ve yahut çalışmaları tetkik etmek zahmetini henüz ihtiyar etmeyip bu hususlarda yazılara pek tesadüf olunamasa da, çalışmaların bu sahadaki araştırmacılar için de kıymetli olması herhalde lazım gelirdi.
Genel olarak tarımsal ekonomi tarihine ilgileri açısından bakıldığında defteroloji sahasındaki çalışmalar nüfus ve üretim ilişkisi üzerinde durmaktadır. İlgilendikleri dönemler için demografik değişim ve nüfus hareketlerinin etkileri yoğun olarak tartışılmaktadır. 16. yüzyıl hızlı nüfus artışı, yüzyıl sonu Celali isyanları ve Safavi mücadelesi sonucu toplu içgöçler, izleyen yüzyılın başı ise bazılarınca ‘felaket’ derecesinde nüfus düşüşünün görüldüğü dönemler olarak kabul edilmektedir.[136]
Tarımsal üretimin hızlı nüfus artışına nasıl tepki verdiği temel sorulardan birisidir. Birçok tarihçi üretimin nüfus artışının gerisinde kaldığı, hane ve kişi başı üretimin düştüğü, çiftliklerin nüfus artışı sonucu parçalandığı, küçüldüğü ve nihayet topraksız köylü kesiminin büyüdüğü görüşündedir.
16. yüzyıl sonlarına doğru Celali isyanları, eşkiyalık hareketleri ve yerel idarecilerin zulümleri ile birlikte Osmanlı Safavi mücadelesinin içgöçlere neden olduğu, köylülerin topraklarını terk ettiği ve güvenli bölgelere, geçimlerini sağlayacakları şehirlere göç ettiği, böylece ekili arazi miktarının ve tarımsal üretimin düştüğü iddia edilmektedir. 16. ve 17. yüzyıllar boyunca üretim veya üretkenlik artışı, üretim teknolojisi ve organizasyonunda ve yahut ürün yelpazesinde esaslı bir değişim ortaya koyulamamaktadır. 17. yüzyılda göç eden köylü nüfusun geride boş kalan topraklarının yerel eşraf, idari ve askeri varlıklı kesim tarafından ele geçirilerek büyük çiftlikler halinde üretimin yeniden organize edildiği, arazinin hayvancılık veya zamanla ticari tarıma açıldığı dile getirilmekle beraber, 17. ve 18. yüzyıllarda büyük çiftliklerin istisnai kaldığı, mülkiyet ilişkileri, üretimin organizasyonu ve üreticinin statüsünün pek değişmediği, ekilen ürünlerin farklılaşmadığı yaygınca kabul gören görüşlerdir.[137] Ancak üretim miktarı ve üretkenlik hesaplamaları tahrir defterleri mevcut olmadığından bu yüzyıla kadar uzanmamaktadır.
Tarihyazımı, bu soruların 17.yy ve sonrasında yanıtlarını aramak için terekeler, vakıf defterleri benzeri farklı arşiv kaynaklarına yönelmediği gibi 16.yy ve öncesi için de tahmin ve tespitlerini farklı kaynaklar ile teyit etmeyi lüzumlu görmemektedir, bu lüzumu hissetmemektedir. Fiyat ve ücret verileri, nüfus tahminleri veya şehirleşmeye dayalı olarak bir üretim ve üretkenlik tahmini yürütecek şekilde iktisadi yaklaşımlara da henüz uzaktır. Aynı tarihçilik fiyat ile tarımsal üretim ilişkisini ve bu ilişkiyi belirleyen faktörleri ihmal etmiş, yahut iklim ve hava koşulları ile tarımsal üretim arasındaki ilişkiyi tetkik ederek kurmamış ama her nasılsa iklim ile isyanlar ve siyasi değişimler arasında kesin bir bağ kurabilmiştir.[138]
Ticaretin, büyük çiftliklerin organizasyonel yapısının ve sermayesinin üretim ve üretkenlik üzerindeki tesiri ile toprak verimliliğini artıran ürünlerin yaygınlık derecesini, nüfus baskısı altında toprağın verimini artırmaya dönük tedbirleri, mesela rotasyon sistemi, sulama, nitrojen tutucu yem bitkisi ekimi, küspe ve gübre kullanımı gibi meseleler henüz tartışmaya yeterince girmemiştir.
Nüfus baskısı karşısında köylülerin daha verimsiz marjinal toprakları, köyün uzağındaki veya dağ, tepe eteklerindeki arazileri ektiği, mezraların sürekli yerleşimlere döndüğü ve mevcut arazilerin daha yoğun kullanımı, entansif tarım yoluyla üretimin arttığı yönünde görüşler dile getirilmekte ve tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda marjinal kabul edilen toprakların zorunlu olarak daha verimsiz topraklar değil tersine mahsulün ihtiyaç duyduğu maddeleri depolamış, işlenmemiş, verimi yüksek araziler olabileceği, ilaveten entansif tarımın çiftliklerin bölünmesine varmadan üretimi artırabileceği dile getirilmektedir.[139]
İslamoğlu-İnan’ın çalışması nüfus artışı ile birlikte tarımsal üretim artışı tespit ve izah ettiği için önemlidir.[140] İslamoğlu-İnan ulaştığı sonuçları E. Boserup’ın yaklaşımına uygun görmektedir. ‘Boserupian’ yaklaşımda ‘Malthusian’ yaklaşımdan farklı olarak nüfus artışı bağımsız değişkendir ve tarımsal gelişmeyi belirleyen ana faktördür.[141] Toprak verimliliği de sabit, değişmez değildir. Nüfus yoğunluğundaki ve üretim metotlarındaki değişim ile değişir.[142] Nüfus baskısı sonucu toprak kullanım biçimi (type of land use) ile toprağın ekilme frekansı, sıklığı (frequency of cropping) ve böylece toprak kullanım yoğunluğu (intensity of land utilization) artar. Tarımda yoğunlaşma Boserup’ta belirli bir araziyi evvelkinden daha sık ekmeyi mümkün kılan şekilde toprak kullanımı tarzında tedrici bir değişim olarak tanımlanmaktadır.[143] Tarımın daha entansif hale gelirken, daha emek-yoğun (labor-intensive) ekim usulüne geçilirken emekle birlikte üretim araçları değişmektedir. Yani üretimde sermaye ve emek artmaktadır. Bunun sonucu saat başına işgücü üretiminin (output per man-hour) bu değişimden nasıl etkileneceği ‘a priori’ söylenemez, ama Boserup’a göre pek muhtemelen azalacaktır.[144] O nedenle de ancak nüfus baskısı olursa yoğun tarıma geçilmektedir ve ancak belli bir nüfus baskısı veya yoğunluğu sonrasında yeni teknik ve araçlar gelişmektedir.[145] Burada bahsedilen tarımda yoğunlaşma yoluyla toplam üretimde bir artış, ama işgücü üretkenliğinde bir düşüştür.[146]
İslamoğlu-İnan, 1520-1575 tarihleri arasında orta kuzey Anadolu’da %100 üzerinde nüfus artışı tespit ettiği çalışmasında kırsal üretimin bu artışa aynı oranda olmasa dahi buğday ve arpa üretimini artırarak tepki verdiğini göstermektedir. M. Cook’un Osmanlı tarımsal tarihi açısından öncü niteliğindeki çalışması da ciddi bir nüfus artışına karşılık aynı oranı bulmayan üretim artışı tespit etmektedir.[147] Meyvecilik ve hayvancılıktaki artışa rağmen Cook bunun yeterli olmadığını düşünmektedir.[148] Cook, nüfus artışı sonrası üretimin aynı ölçüde artmadığı, çiftliklerin bölünerek küçüldüğü ve bir geçim sıkıntısı yarattığı, nüfus artışının ‘nüfus baskısı’ seviyesine ulaştığını ima etmektedir.
İslamoğlu-İnan ise sürekli yerleşim yerleri olmayan mezraların köylere dönüşmesini üretim artışı sağlayan önemli bir değişim olarak almaktadır.[149] Ayrıca, ‘balta yeri’ kayıtları ile gösterilen ormanlardan tarıma açılan arazilerin verimli, saban ve sürüm hayvanı gerektirmeyen, iki üç yıl kadar yüksek verim sağlayarak sonrasında çayır olmaya bırakılabilecek araziler olduğunu, 16. yy sonunda sürü hayvanlarında artışı da görmekte olduğumuzu ifade etmektedir.[150] Dahası, yüzyıl sonundaki tahrirlerin toprak verimini artırabilecek ve nadas ve rotasyon sistemini değiştirebilecek, hayvan yemi olarak da kullanılan baklagillerin, yem bitkilerinin ekildiğini gösterdiğini ifade etmektedir. İslamoğlu-İnan, artan hayvancılık ile gübre temini imkanının artması ve sulamanın artması ihtimalini de dile getirmektedir.[151]
Sonuçta, İslamoğlu-İnan toprak kıtlığı tezine karşı çıkarak, çiftçilerin yeni ve verimli toprakları tarıma açarak, mevcut arazilerini daha yoğun işleyerek üretimi artırdığını, nüfus artışı sebebiyle kişi başı buğday ve arpa üretimi düşmekte olsa bile diğer ürünler, meyve, sebze, baklagiller ve koyun sayısının arttığını, nihayetinde gıda kıtlığı ve geçim krizi ortaya çıkmadığını iddia etmektedir.[152]
İslamoğlu-İnan’ın 16. Yüzyıl sonunda genişleyen ürün yelpazesine dair iddiasına diğer bölgelerin tahrir defterleri üzerinden de bakılabilir. Tahrir çalışmalarının evvelce olduğu üzere hala yoğun bir şekilde sürdüğü, son yıllarda pek çok defterin neşredildiği, yeni suallerin sorulduğu ve yanıtlandığı defteroloji alanında çalışmalarını sürdüren tarihçilerin ürün yelpazesinde değişim ve bunun üretim üzerindeki etkisi meselesine de eğilmesi tabii bir gelişme olacaktır. Bu bahsi kapamadan önce Gelibolu tahrir defterlerinin vergi kalemi olarak 1519 tarihinde, yani yüzyıl başında açıkca kaydettiği bazı ürünlere dikkat çekmek istiyorum. Gelibolu Livası’ndaki köylerde elbette ağırlıklı olarak buğday (hınta), arpa (şa‘ir), yulaf (alef) hasat edilmektedir. Çiftçiler, bunların yanında kaplıca buğdayı (kapluca), darı (erzen), burçak, mercimek, mürdümük[153], susam (güncid), bakla, nohut, semizotu (giyah), soğan ve sarımsak ekmektedir. Birçok köyde hububat ekimi yanında bağcılık, sebze ve meyvecilik (bostan) yapılmakta, armut ve ceviz yetiştirilmekte, koyun sürüleri beslenmekte, arıcılık yapılmakta, keten ve pamuk üretilmektedir. Bu tarımsal ürünler bilinen yemeklik tüketim bitkileridir ve bir kısmı mevsimlik yetiştirilen, toprağın verimini koruyan, yeşil gübre ve hayvan yemi olarak kullanılabilen bitkilerdir. Dahası hepsi sadece bölgede bilinen veya keşfedilen ve yahut bilhassa bölgenin arazi ve iklim koşullarına özgü değil medeniyetin eski kültür bitkileridir.
Buradan hareketle, yani tarımsal devrimin merkezi unsurlarından biri olan ürün yelpazesinde genişleme ve yem bitkileri ekiminin yaygın olmasını nüfus artışının zorladığı bir tarımsal devrimin nüvesi olarak iddia etmeyeceğim. Zira, nadas usulü ve ürünlerin ekim rotasyonuna dair bildiklerimiz böyle bir iddiayı ilerletecek veya neticelendirecek seviyede değildir. Bu sebeple sadece birkaç noktaya daha değinerek bahsi bitireceğim. Ekilen ürünler, en başta buğday yani tarımsal üretimin en eski ve daimi ticarileşmiş en temel ürünü olmak üzere, Gelibolu Livasının ‘metropolitan ekonomilere’ kara ve suyolları ile bağlantılarını da dikkate alırsak ticari ürünlerdir. Bu ürünlerin bir kısmı yemeklik, gübre veya hayvan yemi kullanımlarının yanı sıra işlenerek ilaç, boya, parfüm ve tekstil üretiminde faydalanılan ürünlerdir. Bölgede kasabalarda yaşayan nüfus da tarımsal araziler tasarruf etmektedir. Yani tarımdan kopuk, ekim, hasat, tarım alet edevatı kullanmayı bilmeyen bir nüfus değildir. Tabiatıyla kasabalı nüfusa da ihtiyaç halinde ziraatte hatta civar köylerdeki ziraatte istihdam imkanı vardır.
İlave Malzeme
Yazımızın başında, İngiliz tarımsal tarihi ve üretkenlik hesapları üzerine çalışmaların kaynakların yetersizliği, verilerin sıhhati ve hesaplamaları tamamına erdirmek için mecburen kabul gören varsayımlar için mazeret ve ileriye dönük temenniler ile nihayete erdiğini yazmıştık. Coşgel’in Osmanlı tarımında üretkenlik üzerine olan makalesinin de aynı kaygıları dile getirdiği ve mazareti sunduğunu, ilave çalışmalar ile üretkenlik tahminlerinin iyileştirilebileceği temennisinde olduğunu da ifade etmiştik.[154]
Oysa, burada yararlandığımız arşiv malzemesi hesaplamaları iyileştirmemekte, tersine zeminini sarsmaktadır. Nelerdir bu malzemeler?
Vakıf muhasebe defterleri bu kurumların gelir ve gider kalemlerini mali dönem sonunda döneminin muhasebe tekniğine uygun olarak özetleyen defterlerdir.[155] Hanedan mensupları ile denetimleri Dârü’s-sa‘âde Ağalığı, Şeyhü’l-İslâmlık benzeri merkezi dairelerde olan sair vakıflar ölçek olarak sıradan halk kesiminin kurduğu vakıflardan hayli büyüktür ve bu nevi vakıfların muhasebe defterleri daha düzenli olarak tutulup günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Bu vakıflar tarımsal gelirlerini, gelirlerin işletiş usulüne göre ikiye ayırarak kaydederler. Gelirler mukâta‘a usulü ile işletilmekte ise bu tür gelir kayıtlarının dökümü ‘ani’l-mukâta‘ât ana kalemi altında verilir. Eğer vakıf mukâta‘a usulünün yanı sıra veya tek başına emânet usulünü kullanarak tarımsal gelirlerini tahsil ediyorsa bu tür gelirler ber vech-i emânet ana girişi altında kaydedilir. Bu usulde vakfın daimi olarak istihdam ettiği câbî ve kâtipler köylere giderek vergi gelirlerini tespit ve tahsil etmektedir.
Emânet gelirleri ana girişi altında vergi gelirleri ‘ani’n-nukud, yani nakdî gelirler ve ‘ani’l-gallât, yani aynî gelirler olarak ikiye ayrılır. Çoğunlukla bu gelirlerin toplandığı köyler, her bir köy kaydı altında yine nakdî ve aynî gelirler ayrımı ile teker teker kaydedilmektedir.[156] Defterler mevcut olduğu müddetçe, ilke olarak mali yıl bazında tutulup bir senelik bir vadeyi kapsadığından tarımsal nakdî ve aynî gelir kalemlerini köyler bazında ve seneden seneye takip etmek mümkün olmaktadır.[157]
Bahsettiğimiz ana muhasebe defteri daha detaylı kayıtları içeren müfredât defterlerinden derlenmektedir. Ana muhasebe defterinde emanet usulü ile toplanan gelirlere dair kayıtlara esas teşkil eden defterler â‘şâr-ı hubûbât ve rüsum defterleridir.[158] Bu defterler vakıf câbî ve kâtibinin vergi toplayacakları yerleşime giderek vergi gelirlerini tespit ettikleri, vergi miktarlarını hesap ettikleri ‘müsvedde’ defterlerdir. Maalesef şu ana kadar bu defterlerin örneğine sadece Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa Vakfı’nın defterleri arasında tesadüf edilmiştir. Öyleyse bir istisna mıdır?
Müfredât defterleri arşivlerde ana muhasebe defterleri kadar sıklıkla çıkmamaktadır. Vakıf idaresi ve kâtipler mali işlemlerin teftişi ve lüzumu halinde müfredât defterlerini de ibraz etmek zaruretinde olmakla beraber bu tür defterlerin arşivlenmesi veya uzun müddet arşivlerde tutulmasının defterin muhteviyatına ve kayıt usulüne tabi olacağını usa vurabiliriz. Misalen, bir müfredat defteri türü olan ve imaret mutfağından yemek istihkakları olanları kaydeden ta‘âmhârân defterinin kayıtları 30 yıllık bir süreyi kapsayabildiğinden ve sonrasında geriye dönük olarak başvurulabileceğinden arşivlenmesi doğalken senelik kayıtları içeren ve özeti ana muhasebe defterine alınmış rüsum defterinin ‘müsvedde’ tabir olunarak saklanması zaruri görülmeyebilir.[159] Ancak emanet usulü ile gelirlerini toplayan vakıfların câbî ve kâtiplerinin bu tür müfredât defterlerini veya en azından hesaplamaları içeren bir takım kayıtları tutmuş olmaları zaruridir. Bunların tutulmuş olduğunu ana muhasebe defterinde yıldan yıla gelir kalemlerindeki değişiklikler ile izah ve ispat etmek de mümkündür.
Bu yazıda yararlanacağımız bir diğer arşiv malzemesi ise Sofya’da Sts. Cyrill ve Methodius Ulusal Kütüphanesi Oryantal Bölümünde yer alan ve 1669-70 yıllarına tarihlenen bazı defterlerdir. İçerik bakımından istisnai ve sınıflandırılamayan bu defterler daha önce Stefka Parveva tarafından tanıtılarak incelenmiştir.[160]
Üretim ve Üretkenlik Hesaplamalarının Zaafları
Vasati Çiftlik
Tahrir defterlerini kullanarak Osmanlı tarımsal üretimini çalışan defterologlar sancak genelinde ve sancağı oluşturan kaza ve nahiyeler özelinde tarımsal arazilerin büyüklüğünü ve üretimin toplam miktarını hesap etmeye gayret etmektedir. Böylesi bir sualin yanıtı için evvela çift ve nim-çift kayıtlarını saymak, sonrasında kanunnamelerdeki ‘âlâ’, ‘evsât’, ‘ednâ’ tasnifini esas alarak ‘evsât’ arazi için tespit edilen miktarı ortalama çiftlik büyüklüğü kabul ederek çiftlik sayısı ile çarpmak usulü izlenmektedir. Ancak bu hesaplamalarda kanunnamenin ‘evsât’ arazi için verdiği büyüklüğü almanın hiçbir makuliyeti yoktur. Kanunnamedeki düzenleme sancaktaki çiftliklerin ortalama arazi büyüklüğü ile ilgili değildir. Rakamların yine de ortalama olarak kabul edilip kullanılmasındaki ısrar tarımsal arazi büyüklüğü, fi ilen ekilen arazi büyüklüğü ve dönüm başına mahsul hesaplarını doğrudan etkileyecektir. Çiftlik büyüklüğü meselesini halledebilecek bir kayıt da yoktur. Keza, tasnifi n sancak içinde ne kadar dar bir kapsama kadar uygulandığı malum değildir. Öyle ki tek bir köy içinde dahi toprağın verim farkları dolayısıyla farklı büyüklükte arazilerin bir çiftlik olarak kaydedilmiş olması pek muhtemel ve beklenen işlemdir.
Resm-i Zemin ve Resm-i Dönüm
Nim-çiftten daha az araziler tapu ile değil dönümüne resm-i zemin veya resm-i dönüm adı altında belirli bir nakdî ödeme karşılığında tasarruf edilmektedir.[161] Hane, kişi veya işgücü başına üretim hesaplamalarını çarpıtan bu tür toprakların mevcudiyeti ve miktarıdır. Bu tür arazilerin miktarı zaman zaman sancak genelinde önemli oranlara ulaşabilmektedir.[162]
Nakdî olarak kaydedilen bu vergi esas alınarak ve kanunnamelerden dönüm başına alınan vergi rayicine bölünerek arazi miktarını hesaplamak mümkündür.[163] Vergi rakamını buğday fiyatına bölerek iktisadi buğday muadilini bulmaya çalışmak izlenen usül olmakla birlikte bu usulün hesapları çarpıttığı bilinmekte ama ihmal edilebilir kabul edilmektedir.[164] Hesaplar doğru olsa bile arazinin kim tarafından ekildiği ilave bir meseledir ki bunu tahrir kayıtlarından öğrenemiyoruz. Bu topraklar köyde veya komşu köyde arazi sahibi olan ve zaten çift resmi mükellefi olarak kayıtlı veya bennâk, mücerred olarak kayıtlı kimselerin ve hariçten dahi sancağa gelenlerin ektiği arazidir.
Mezra‘alar
Tahrir defterlerindeki mezra‘a kayıtları daha da ciddi güçlükler arz etmektedir. Defterlerde mezra‘a kayıtlarının bazen üretim ve vergilere dair teferruat içermemesi ilk sorundur. Hangi kalemlerden müteşekkil olduğu bilinmeyen vergi hâsılı rakamının üretim hesaplamalarına katılması için buğday fi yatına bölünmesi izlenen bir usuldür. Tahrir defterleri mezra‘aları bir köy ile açıkça ilişkilendirmekte veya bir köyden sonra gelen mezra‘a kaydı zımnen kendinden önceki köy ile ilişkilendirilmektedir. Mezra‘a arazileri de ilişkili olduğu köy ahalisi tarafından işlenmektedir ya da böyle olduğu kabul edilmektedir. Tüm bir sancak genelinde üretim hesaplamaları yaparak mezra‘aların da hesaplara alınmasıyla, bilhassa mezra kayıtları vergi dökümünü verdiğinde bahsettiğimiz sorun aşılabilecektir. Ancak, Coşgel’in mezra kayıtlarını dışarıda bırakarak köylerden örneklem yoluyla yaptığı hesaplamalarda sapmalar ortaya çıkacaktır. Mezra‘alar dışarıda bırakıldığında üretim miktarı ile üretkenlik rakamının düşeceği aşikardır. Dahası mezra‘aların zamanla köyle birleşmeleri veya terk edilmeleri evvelce mezra‘aların hesaba katılmadığı hedef köydeki üretim hesaplarını bir hayli değiştirecektir.
Zaman içinde değişimi tespit amacıyla farklı tarihlerde üretkenliğin karşılaştırması yapıldığında ise; nüfus baskısı ile mezra‘aların üretiminin arttığı ve/veya yeni mezra‘aların oluştuğu kabul edilirse nüfus artışı ile üretim artışı arasındaki makasın daralacağı aşikar ve üretkenlikte gözlenen gerilemenin ortadan dahi kalkması muhtemeldir.[165] Çünkü mezra‘a arazileri ilişkili oldukları köylerin ahalisi hatta bazen birden fazla köyün ahalisi tarafından ekilip biçilmektedir.[166]
Gözden kaçabilen bir husus da aynı mezra‘aların yakın köy veya köyler ahalisi tarafından ekilip biçilmesi gibi bir köy ahalisinin başka köylerde de arazileri olabildiğidir. Hatta Parveva bir köydeki köylülerin bazen başka köylerde daha da fazla arazisi olduğunu tespit etmektedir.[167]
Fiyatlar ve Buğday Fiyatı Üzerinden Dönüştürme
Köylülerin üretimleri ile geçim ve beslenme koşulları ilişkisi, üretim fazlası elde ederek pazarlara gıda maddesi çıkarıp çıkaramadıkları meselelerini tespit için tarımsal üretim çoğunlukla buğday cinsinden ifade edilmekte ve kişi başı toplam net üretim tahmin edilmeye çalışılmaktadır. Net üretim, gayrisafi üretimden tohumluk ayrılması, her türlü kayıplar ve vergiler sonrasında köylünün elinde kalan üretimdir. Köylülerin kişi başı yıllık 250kg ile 300kg arasında hububat tüketimi zarureti olduğu kabul edilmektedir.[168] Öyleyse, köylü kesimin geçimlerini sağlaması ve yeterli beslenmeleri için kişi başına bu miktarları, pazarlara ürün çıkarabilmeleri için ise fazlasını üretmesi gerekmektedir.
Vergiye tabi olup tahrir kayıtlarına girmiş olan tarımsal ürünleri buğday cinsinden ifade etmek için FAO’nun önerdiği oranlar veya ürünlerin fiyatının buğday fiyatına oranları esas alınmaktadır. Örneğin McGowan arpayı buğdaya çevirmek için FAO’nun önerdiği 0.7 çarpanını kullanırken, Mehmet Öz fiyatların birbirine oranını esas alarak farklı tarihler için 0.8 ve 0.833 çarpanını kullanmaktadır.[169]
Karışık hububatı ifade eden mahlût ile fiyatı tespit edilemeyen ürünlerin buğdaya çevrimi sorunu bir yana, tahrirlerde kayıtlı fiyatların kullanımı ne derece sağlıklıdır sorusu ilk akla gelecek sorudur. Tahrirlerde kayıtlı fiyatlar ile şeriye sicilleri veya terekelerden çıkarılan fiyatlar arasında bazen muazzam farklar olduğu, vakıf muhasebelerinden elde edilen ve piyasa fiyatlarını yansıttığı kabul edilen fiyatlarla da farklılıklar olduğu görülmektedir.[170] Bu fiyatların piyasa fiyatlarından farklı olmasının ima edeceği hataları bir yana bırakalım, tespit edilen herhangi bir fiyatın piyasa fiyatı ortalamasına yaklaştığını iddia ve ispat ederek kullanmak dahi bu yazıda mevzu bahis edeceğimiz ve biraz ileride değineceğimiz fiyat dalgalanmaları ve bunların ima ettiği meseleyi çözmeyecektir. Öyle ki tahrir fiyatı mükemmelen piyasa fiyatını veriyor olsa dahi fiyatlarda yıldan yıla dalgalanmalar ve daha uzun müddetler içinde fiyatların seyri karşılaştırmalı üretim ve üretkenlik hesaplamalarını manasızlaştıracak seviyededir.
Ekili Arazi ve Nadas Arazisi Oranları
Fiilen ekilen arazi ile nadas arazisi oranı bir diğer müşkül konudur. Üretkenlik veya hane başına üretim rakamlarını hesap için değilse de dönüm başına üretim hesapları, ayrıca nüfus artışı ile ekim arazisi miktarını ilişkilendirmek ve farklı tarihler arasında karşılaştırma yapmak açısından nadasa bırakılan arazinin oranı önemlidir. Asıl mesele genellikle %50 olarak varsayılan nadas oranıdır, yani her sene arazinin yarısının nadasa bırakıldığı kabulüdür. Nüfus baskısı ve toplam üretimi artırma gayreti içinde nadas oranlarının düşeceğini düşünebiliriz. Eğer bazı çalışmaların işaret ettiği gibi 16.yy sonunda baklagillerin daha yoğun ekildiğini kabul edersek, nadas arazisi miktarında bir düşüş de varsaymak mümkündür, ancak elimizde bu düşüşü ispat eder hiçbir kayıt yoktur.[171] Parveva’nın 1669-70 tarihli defterlerde tespit ettiği nadas oranlarının gösterdiği değişkenlik, köylü hanelerinin, çiftçinin kendi koşullarına göre arazinin nadas oranını tespit ettiğini ima etmektedir.[172] Bu takdirde %50 nadas kabulü sadece farazidir.
Tohumluk
Hesaplamaların sıhhatini çok daha fazla etkileyecek bir diğer muğlaklık tohumluk oranlarında ortaya çıkmaktadır. İslamoğlu, 1’e 3 verim ile tohumluk ayrıldığını kabul ederken, R. Murphey 1’e 4 oranını kabul etmektedir.[173] M. Öz ise tohumluk ve değirmen kaybını birlikte alarak mahsulün üçte biri olarak kabul etmektedir.[174]
Tohumluk oranı, hangi oran tercih edilirse edilsin gayrısafi toplam mahsulün önemli bir kısmını hesaplamaların dışına çıkartmaktadır ve bu şekilde hane/kişi başı ürün miktarı üzerinden köylünün geçim durumu ve beslenme şartları değerlendirilmektedir. Bu oran çiftçinin tüketimi için elinde kalan miktarı ve pazarlara sunabileceği ürün miktarını doğrudan etkilemektedir. İlaveten, köylüyü tohumluğu yiyerek tüketecek kadar zor duruma düşüren üretim krizlerini tespiti ve bu krizden çıkış, üretimin toparlanış süresini de etkilemektedir.
Aslında buğday için teklif edilen bu oranların bazen verim oranları çok çok daha yüksek ürünlere de uygulanıyor olması hesaplamalardaki hata paylarını hayli artırmaktadır. Mesela Parveva güneybatı Mora’da, 1715 tairihinde, buğday için ortalama 1’e 5 verim tespit ederken, arpa için 1’e 6, yulaf için 1’e 6,25, darı için 1’e 11, çavdar için 1’e 3 ortalama oranlarını tespit etmektedir.[175] Ama bunlar ortalama değerlerdir. Mesela buğday için Parveva 1’e 3’den 7’ye kadar oran veren kayıtlar zikretmektedir.
Bu farkların nasıl bir sapma oluşturacağını basitleştirilmiş bir örnek üzerinden işleyelim. Öşür oranı 1/10 olan ve tohumluk oranını 1’e 3 kabul ettiğimiz bir sancaktaki köyde, arpanın öşür kaydında 100 kile yazıyor olsun. Bunu 0.7 ile çarparak buğday muadiline çevireceğiz ve 70 kile elde edeceğiz. Daha sonra 10 ile çarparak mahsul miktarını bulacağız ki 700 kile eder. Bundan önce 1/10 öşür vergisi sonra 1/3 tohumluk düşüldüğünde 420 kile bulacağız. Arpa mahsulünden vergi ve tohumluk sonrası köylülerin elinde kalan arpanın buğday muadili 420 kiledir.
Aynı hesabı arpanın tohumluk veriminin 1’e 6 olduğu kabulü ile şöyle yaparsak; öşür miktarı 100 kile ise mahsul miktarı 1.000 kiledir. Öşür vergisi sonrası kalan miktar 900 kile, tohumluk sonrası kalan miktar 750 kile arpadır. Bu miktar arpanın buğday muadili 750x0,7=525 kile buğdaydır. Bu bir önceki hesaptan azımsanamayacak kadar yüksek bir rakamdır, %25 daha fazlasıdır.
Tarihçiler hanehalkı nüfusu tahmininin sonuçları saptırabileceği kaygısını vurgulamakla birlikte tohumluk oranı sonuçlar üzerinde çok daha fazla etkilidir ve ciddi sapmalara neden olur.
Herhangi bir yıla ait verim oranlarını tespit edebilirsek nihayet hesaplamalarda kullanabileceğimiz bir takribi rakamı elde etmiş mi olacağız? Alakası yok. Tespit edilen rakamlardan, Parveva’nın 1715 tarihinde Mora’da yaptığı gibi istatistiki ortalamayı almak bize aradığımız ortalama verim oranını vermeyecektir. Ortalama verdiği doğrudur. Ama ihtiyacımız olan normal yılların ortalama verim oranıdır. Bunun için ise hava koşullarının o bölge için normal ortalama değerlerde olduğu, verim oranını değiştirecek arızi bir etkenin olmadığı – mesela bitki hastalıkları, kuraklık, aşırı yağış, don – yıllarda mahsulün ortalama verim oranını tespit etmek gereklidir. Verim oranı hava koşulları başta olmak üzere birçok faktör tarafından etkilenebilmektedir. Mahsul, fiyat, yağış ve sıcaklık veri serileri olmaksızın normal yıllardaki ortalama verim oranını tespit etmek zaten mümkün veya kolay değildir.
Değirmen Kaybı
Hane/kişi başına kalan net mahsul hesaplamaları için %10 değirmen kaybı yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Bu oranın geçerliliği meselesi bir yana hesapları yanlışa götüren bir usul izlenmektedir.[176] Buğday dışındaki hububat ve hatta sair ürünler için de değirmen kaybı varsayılmakta ve net mahsul hesabı gayesiyle %10 düşülmektedir. Oysa, tarımsal ürünlerin tamamı çevrilmek üzere değirmene gitmemektedir.
Nüfus ve Hanehalkı Katsayısı
Hane başına üretim hesabı aslında eğer hanenin kaç kişiden müteşekkil olduğu meçhul ise mana ifade etmeyen bir hesaplamadır. Eğer kişi başı üretim veya işgücü üretkenliği hesap edilecekse, bu takdirde hanehalkı mevcudunu tespit etmek lazım gelmektedir. Hanehalkı sayısı ile ilgili kabul kişi başına net mahsul hesabını, dolayısıyla artık ürün elde edilip edilemediğini, köylünün beslenme koşullarını belirlemektedir. Hane nüfusu meselesi Osmanlı demografi tarihi çalışmalarını zaten uzun müddettir meşgul etmektedir.[177] Tarımsal üretim çalışmalarında da aynı mesele ile birlikte hane başına teklif edilen farklı katsayıların kullanımını görüyoruz.[178]
Meseleyi aşmak için Coşgel’in takip ettiği usulü hatırlayalım. Coşgel, üretkenlik hesabı yapacağından işgücü tahmin etmeye çalışmaktadır ve hanehalkı sayısını 4 ve 5 kişi kabul ederek iki ayrı hesap yaparak bir aralık vermektedir. Coşgel’in üretkenlik hesapladığı sancaklardan ikisi Sirem ve Gyula’dır. McGowan bu sancaklarda tarımsal üretim hesaplamalarında ortalama hane nüfusunu sırasıyla 6 ve 5.26 olarak kabul etmektedir.[179]
Diğer çalışmalar çoğunlukla tekbir katsayı üzerinden ilerlemektedir ve bu katsayılar da birbirinden farklı olabilmektedir. L. Erder, endüstri öncesi Osmanlı nüfusu için hane başına 2,72 ile 4,31 arasında katsayılar önerirken, Ö. L. Barkan, S. Faroqhi gibi pek çok tarihçi hane nüfusunu 5 kişi kabul etmektedir.[180]
Mesele sadece ortalama hanehalkı nüfusunun tahmini ile sınırlı değildir. Irgad kullanımının da hesapları etkilemesi mümkündür. Çiftliklerde mevsimlik ırgadlık eden ve sancak nüfusuna girmeyen tarım işçileri bulunmaktadır. İlave bir sorun da hane nüfusunu tespit için önerilen katsayının aşırı nüfus artışının yaşandığı kabulüne rağmen sabit tutulmasıdır.
Ölçek Problemi
Mahsulü İstanbul kilesi, kilogram veya Winchester küfesi cinsinden ifade edebilmek için yerel ağırlık ve hacim ölçülerini tespit ederek çevirmek gereklidir. Ölçü birimleri aynı isme sahip olsalar dahi sancaktan sancağa ifade ettikleri ağırlık veya hacim değişebilmektedir; İstanbul ve Bursa kilesinin farklı hacim ölçüleri olması gibi. Ama dahası var. Yerel kileler İstanbul kilesi karşısında ayarlanabilir. Yani İstanbul kilesi ile yerel kilenin birbirine dönüşüm oranları zaman içinde değişebilir. Hesaplamalarda dikkate pek alınmayan bir husus daha vardır; kile ağırlık değil hacim ölçüsüdür. Farklı ürünler için kilenin ima ettiği ağırlık farklı olabilmektedir.
Ölçü biriminin tespit edilemediği durumlarda ölçü birimi malum olan bir sancaktaki buğday fiyatı ile hedef sancaktaki buğday fiyatı oranlanarak bir çözüme gidilmeye çalışılmaktadır. Bu usulde kullanılan tahrirlerde kayıtlı fiyatların ölçü birimini tespite yaracağı bir temennidir ve hata payı nâ-mâlumdur.
Hesaplama Usul ve Muhteviyat Farkları
Tarihçilerin üretim hesaplarında izledikleri farklı usuller neticelerin karşılaştırılmasında ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Bazıları sadece hububat üretimini esas alırken, bazıları tüm tarımsal üretim üzerinden hesaplamalar yapmaktadır. Bazıları vergiye tabi küçükbaş hayvanların etlerini ve bazen arıcılığı üretim hesaplamalarına alırken süt, peynir, deri, yün benzeri hayvansal ürünleri kısmen hesaplara katan çalışmalar vardır ki bunların da buğday muadillerine çevrilmesinde farklı katsayılar kullanılabilmektedir.[181] Vergiye konu olmayan tarımsal ve hayvansal ürünlerin tespiti - mesela kümes hayvanları, az sayıda koyun, keçi, av hayvanları, bahçe meyve ve sebzeleri, yabani çiçek ve bitkiler - apayrı bir müşkülattır.[182]
Net üretim hesaplamalarında nakdî vergiler üretimden düşülmektedir. Buna karşılık avarız vergileri hesaba hiç katılmamaktadır. Hesaplamalara katılan verilerdeki bu derece farklılıklar üretim ve hane/kişi başına gelir rakamlarını epeyce farklılaştırmakta ve karşılaştırmaları da zorlaştırmaktadır.
Vergi Oranları
Aynî vergi oranlarının öşürün üstüne ırgadiyye ve salariyye gibi oranların eklenmesi ile sancaktan sancağa değiştiği biliniyor. Vergi miktarının tespit edilen oranı –ister 1/10, 1/8 veya 1/5 olsun- tümleyerek toplam mahsulün bulunacağı itirazsız kabul edilmektedir.[183] Nitekim elimizde hem ürünlerin fiili toplam mahsul miktarını hem de bu miktar üzerinden hesaplanan öşür vergilerini kaydeden defterler öşür hesaplamalarında oranlara sadık kalındığını göstermektedir.[184] Böylece ilave arşiv malzemesinin tarihçiliğin bazı kabullerini teyit ettiği sonucuna varılabilir. Tam olarak değil. Defterler oranlara sadık kalındığını ama bırakınız sancaktan sancağa oranların farklı olmasını bir köy içinde dahi oranların farklı olabildiğini gösteriyor. Mesela, Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa Vakfına ait bazı köylerin mahsul ve vergi kayıtlarını ihtiva eden defterlere göre sıradan köylünün aynî vergi oranı 1/8, köylerde yeniçeri olarak kayıtlı olanların vergi oranı ise 1/10’dur.[185]
Bu ne kadar ciddi bir sapmaya sebep olabilir. Muhtemelen tüm bir sancağa yönelik hesaplamalarda ihmal edilebilir bir sapmadır. Ama eğer kısıtlı bir örneklem içerisinde bu tür farklılıklar içeren köyler bulunuyorsa ihmalin vebali daha büyük olacaktır.
Tahrirlerin Sıhhati; Farazi, Tahmini ve Takribi Rakamlar
Defterologların işaret ettiği ve tahrir defterlerinden kaynaklanan sorunlar hesaplamaların güvenilirliğini zedelemektedir.[186] Nüfus ve üretim hesaplarını güvensiz kılan ve sıkça rastlanılan bir sorun kayıtların ardışık defterlerde aynen tekrarıdır.[187] Tahrir defterlerinde üretim hesaplamalarına temel olan belirli vergi rakamlarının yuvarlatılmış olmaları veya toplam vergi gelirleri rakamının yuvarlatılması, buğday ve arpa öşrünün birbiriyle aynı miktarlar ile kayda girmesi kayıtların titizliğini şüpheye düşürmektedir.[188] Diğer sorunları burada tartışmayacağız. Üretim hesaplamaları yapan tüm tarihçiler bu sorunlara kısmen değinmişlerdir. Bilhassa McGowan ve Venzke’nin makaleleri, tarımsal üretim hesaplamaları açısından tahrir defterlerini ve defterlerin muhtevasıyla alakalı pek çok meseleyi uzun uzadıya tartışmaktadır.[189]
Tarımsal üretim, üretkenlik, gelir ve vergi yükü ile ilgili hesaplamalara temel teşkil eden rakamların pek çoğunun takribi değil farazi ve tahmini rakamlar olduğunu, elde edilen sonuçların da aynı şekilde takribi değil tahmini olduğunu akıldan çıkarmamak gerek. Defterologlar, kaynakların ve kayıtların doğasından ve yetersizliğinden kaynaklanan bu durumu ifade ederek uyarıda bulunmaktadır. Zaman zaman açıklanması güç sonuçlara ulaştıklarında, tahminleri isabetsiz bulduklarında, kaynak problemine değinerek tahrir kayıtlarının eksik, tutarsız, özensiz olabildiğine değinmektedirler.[190]
Fiyat Dalgalanmaları
Başta buğday fiyatı olmak üzere ürün fiyatları, buğday dışındaki ürünleri buğday muadiline çevirmek ve nakdî vergileri buğday cinsinden ifade etmekte kullanılıyor. Fiyatlarda yıl içinde arz ve talep koşullarından ve ürünün kalitesinden kaynaklanan çok yüksek dalgalanmalar ve farklılıklar olduğu biliniyor. Maalesef elimizde ortalama piyasa fiyatını tespit edebileceğimiz hiçbir kaynak yok. Sadece ihtimal ki vakıf muhasebelerinde kayıtlı fiyatlar ortalama piyasa fiyatını temsil ediyor olabilir. Aslında vakıflar imaret mutfağında kullanılan gıda mallarının alımlarını farklı zamanlarda ve farklı fiyat seviyelerinden yapmakta ancak bu işlemleri muhasebeleştirirken ortalama fiyat hesap ederek ‘mufassal’ veya ‘ana muhasebe’ diyebileceğimiz deftere kaydetmektedirler.
Birkaç örnek üzerinden daha sarih bir izah verebiliriz. II. Selim’in Konya’daki vakfından elde edilen fiyatlara göre 1594 senesinde buğdayın kile başına fiyatı 38,97 akça, arpanın ise 29,19 akçadır. Öyleyse bu fiyatlar üzerinden oranlayarak 1 kile arpayı 0,75 kile buğday muadili kabul etmeliyiz. Bulduğumuz bu 0,75 katsayısı FAO’nun önerdiği ve Osmanlı tarihçilerinin kullandığı katsayıya oldukça yakındır.
1599 senesinde bu iki ürünün fiyatları sırasıyla 47,14 ve 24,75 akçadır. Bu durumda 1599 senesi için 1 kile arpa 0,53 kile buğdaya muadil kabul edilecektir. Aradaki fark nazar-ı dikkatten kaçmayacak ciddiyettedir.
Verdiğimiz örneğe yakın yıllar için Konya, Tokat, Amasya ve Edirne’de kurulu vakıflardan elde edilen kile başına fiyatlar –kile ölçüleri farklı olabilir- ve buna uygun olarak hesaplanan çevrim oranları aşağıdaki tablolardadır.
Bu tabloların hem ürün fiyatlarında hem de fiyatların birbirine oranında gösterdiği değişkenlik sanırım tahrir defterlerine dayalı çalışmalara ciddi bir ikaz içeriyor. FAO’nun önerdiği çevrim oranlarının geçerli olmadığı görünen ilk bariz sonuç.[191] Ancak FAO oranlarını doğru kabul ederek kullansak dahi fiyatlardaki değişkenlik tahrir defterlerinin bir yüzyıllık bir zaman aralığında sağladığı sadece 2-3 seneye ait veri ile tarımsal üretim ve üretkenliğin seyrinin tespit edilemeyeceğine kati bir delildir.
Fiyatlardaki bu farklılık, hasılları toplu bir meblağ olarak kaydedilmiş olan mezra vergileri ile köylerdeki resm-i dönüm vergileri buğday fiyatına bölünerek buğday cinsinden ifade edildiğine göre, köylerde resm-i dönüm ile tasarruf edilen arazilerin ve mezraların üretim rakamlarını tespitte ciddi sapma ve yanılgılara neden olabilecektir.
Mahsul Dalgalanmaları
Tahrir defterlerinde kayıtlı vergi miktarları ve bunlara dayanarak hesapladığımız üretim miktarları ne derece isabetlidir ve isabetli olsa dahi bu tahminlere dayanarak değişime dair bir analiz yürütebilir miyiz? Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa Vakfının muhasebelerinden çıkarılan bazı rakamları aşağıdaki tabloda vererek bu konuya eğilelim. Ama önce muhasebelerdeki bu kayıtlara dair bazı açıklamalarda bulunmak gereklidir. Söz konusu vergi kayıtları vakfın gelirlerini emânet usulü ile topladığı yerleşimlere aittir ve yıllık değişimlerin ima ettiği üzere her yıl güncellenmektedir.
Bu rakamlardaki değişkenliği, diğer vakıfların defterlerine bakarak çift vergisi üzerinden ekim arazisi miktarında, arıcılıkta ve bağcılık ile diğer tarımsal ürünlerde, mesela mercimek, nohut, darı, pirinç, kiraz, keten ve daha birçok tarımsal ürün için de görmek mümkündür. Defterlerde kayıtlar köyler bazında da verildiğinden bu değişimler köy ölçeğinde de görülebilir. Bursa’da II. Murad, Orhan Gazi ve Emir Sultan Vakıfları, Edirne’de II. Murad’ın Darülhadis Vakfı, Filibe’de Şehabeddin Paşa Vakfı defterleri de benzer vergi ve üretim dalgalanmaları sergilemektedir.[192]
Yukarıdaki tabloya aktarılan vergi rakamları tarımsal ve hayvansal ürünlerin üretim miktarlarındaki dalgalanmaları veriyor ise hangi yıl veya hangi üç yılın ortalaması bize 17.yy başını temsil eden üretim, üretkenlik, gelir rakamlarını verecektir? Bir yüzyıllık bir süre zarfında iki yahut üç tahrir defterine dayanarak tespit ettiğimizi sandığımız üretim ve gelir rakamlarını karşılaştırarak tarımsal ekonominin gelişimi değerlendirmek hala anlamlı mıdır?
Başbakanlık Osmanlı Arşivinde, Bolayır’da Gazi Süleyman Paşa Vakfına ait 1613 tarihli bir defter-i rüsum ve aynı tarihli bir â‘şâr-ı hubûbât defteri bulunuyor.[193] İlk defterden köylünün tasarrufundaki toprak miktarını, ikinci defterden elde ettiği mahsul miktarını görebiliyoruz. Yine Hicri 1613 tarihli bir diğer defter-i rüsum ve â‘şâr-ı hubûbât defteri de birbiri ile ilişkilidir.[194] Aşağıdaki tabloda arazi büyüklüğü çiftlik cinsinden ve mahsul miktarı kile cinsinden olmak üzere bu defterlerde üç-dört farklı köyden derlenen arazi miktarı ile mahsul miktarı ilişkisini gösterir rakamlar verilmektedir.
Aynı vakfa ait ve 1613 tarihli iki defterde sadece Gelibolu’da Doğan Arslan Köyü köylülerinden bazılarının arazi ve mahsul miktarı aşağıdaki tablodadır.[195]
Oldukça kısıtlı sayıda örnek sağlamakla birlikte Bolayır merkezinde arazi tasarruf eden kimselerden ikisinin 1613 ve 1623 tarihlerinde kendi arazilerinden elde ettiği mahsul miktarları kile cinsinden ifade edilmek üzere aşağıdadır.[196] Çok daha fazla mahsul farkı veren örnekler de olmakla birlikte gözden kaçırdığımız noktalar olabilir kaygısıyla aşırı fark olan örnekleri almadık.
Bu tablolar çiftlik büyüklüğü ile mahsul miktarı arasında tabii olarak varolduğunu sandığımız ve her daim kurduğumuz bağlantının zayıf olduğunu gösteriyor. Çiftçinin mahsul miktarını arazi miktarının değil bambaşka faktörlerin belirlediğini ima ediyor.
Yukarıdaki tablolar köyler arasında ve köy içinde toprağın verim farklarına mı işaret ediyor? Buradaki farkın arkasında büyük veya küçük çiftliklerin organizasyonu, işbölümü ve uzmanlık, ekilen ürün farkları, ticari ürünlerin ekimi ve pazarlara ulaşılabilirlik, tarımsal sermaye, üretim araç ve tekniklerinde farklılık ile açıklanamayacak bir tablo var. Tüm araziler aynı köydedir. Öyleyse yeniden; toprağın verim farkı mı?
Karakacili, sadece köyler arasında değil, tek bir köyde de ortalama işgücü üretkenliği oranları arasında büyük farklar bulunabileceğini yazıyor.[197] Hunt’ın çalışması İngiltere’nin kendi içinde tarımsal ürün fiyatları ve üretkenlik farklarını izaha yönelmesi sebebiyle burada bahsine değer.[198] Hunt evvela tarımsal fiyatlar ve ücretlerin bölgeler arasında farklılığına değiniyor. Dahası bu farkların ulaşımda kanallar ve demiryolları ile hareketliliğin kolaylaştığı 18. yüzyıl ortası ile geç 19. yüzyıl arasında daha da arttığını ifade ediyor. Hunt, bu bölgesel farklara dair sert, çalışması ve sürülmesi güç toprak ile yumuşak toprak farkına dayanan izahı her bölgede bu tür toprakların birlikte bulunduğunu ifade ederek reddediyor. Bölgeler arasında çiftlik idaresi, ileri tarım teknikleri ve eğitimden dolayı farkların doğduğu görüşlerini de bu faktörlerin etkilerinin sınırlı olduğu, genelleştirilemeyeceği ve mevcut farkları izah edemediği gerekçesiyle kabul etmemektedir. Hunt, düşük ücret ile düşük verimliliğin birlikte ortaya çıktığı bulgusundan hareketle şöyle bir iddiada bulunmaktadır; aynı azgelişmiş ekonomilerde olduğu gibi İngiltere’nin düşük ücret ve üretkenlik gösteren kısımlarında nüfus baskısı, gizli işsizlik ve yetersiz beslenme görülmektedir.
İngiliz tarımsal ekonomisinin geri kalmış bölgeleri azgelişmiş ekonomilerle aynı koşulların cenderesine sıkışmıştır.[199] Fazla nüfus tarımda gizli işsizlik yaratmakta, ücretleri düşük tutmakta, yetersiz beslenmeye neden olarak verimli çalışmayı engellemektedir. İşgücü fazlası işgücü verimliliğini artırmak yerine sadece işgücü sağlayarak istihdamını sağlamaya yönelmektedir. Hunt, bu durumun sadece İngiltere’nin az üretken bölgeleri için değil tüm az gelişmiş ekonomiler için geçerli olduğunu ileri sürmektedir.
Sancaklar, köyler veya çiftlik mahsulleri arasındaki farkın arkasında yetersiz beslenme ve böylece işgücü verimliliğinin düşmesi gibi bir izah olabilir mi? Bölgeler arasındaki üretim ve üretkenlik farklarına getirilen izah sancaklar arası farklar için muhtemeldir. Ama aynı sancaktaki köyler, dahası aynı köydeki köylüler arasında farklar hala izah edilmelidir.
Overton, bir hasat döneminde belirli büyüklükte bir arazi başına ürün miktarını hesaplamak için hacim veya ağırlık ölçüsüyle hasat edilen hububat miktarını veren kaynakların gerekeceğini yazmaktadır. Birçok hasat yılından elde edilen bir seri hasat rakamının aynı parsele ait olmasının, ilaveten ortalama hasat miktarı serilerinin belirli bir bölgedeki değişik ekim koşullarını içermesinin önemli olduğunu, çünkü hasatın sadece mevsimsel olarak farklılıklar göstermediğini, küçük bir alanda dahi hava koşulları, toprağın karakteri, ekim teknikleri ve hastalıklara bağlı olarak araziden araziye ciddi dalgalanmalar görülebileceğini vurgulamaktadır.[200]
Tablolardaki farkları köy dahilinde bazı arazilerin daha çok yağmur suyu tutması ve bazı köylülerin daha fazla gübre temin etmesi, böylece onların topraklarının daha verimli olması veya bazı köylülerin mahsullerine hastalık sirayet etmesi ihtimalleri ile açıklama iddiasında bulunabiliriz. Bunları yahut aksini ispata henüz imkan yoktur.
Aslında bir izah daha ileri sürülebilir. Mahsul miktarı çiftçilerin temin edebildikleri işgücüne ki her şeyden önce aile ve akrabalık yapısına, ailenin cinsiyet ve yaş kompozisyonuna ve aile içinde sağlıklı, çalışabilir birey sayısına bağlıdır. Ayrıca yine bunlarla bağlantılı olarak ailenin gereksinim duyacağı mahsul ve zahmetine katlanacağı işyüküne göre nadasa bırakacağı arazi miktarını tespit ettiği, ekeceği ürünleri ve bunların miktarlarını seçtiği de muhtemel ve makul bir izahtır. Bu izaha toprağın elde edilebilirliği ve arazi büyüklüğünü de ilave etmek gerekir. Hem yukarıdaki tablolarda aksettirilen arazi ve mahsul miktarları verileri, hem de Parveva’nın bir köy dahilinde ekili arazi ve nadas oranlarında tespit ettiği muazzam farklar bu izahı desteklemektedir.
Bu izahat Chayanov’un Rus tarımsal ekonomisini analiz etmeye yönelik geliştirdiği ve neşrettiği yaklaşıma yakındır.[201] Chayanov’a göre Rus tarımsal ekonomisinin esas üretim birimi olan ücretsiz emek kullanan ‘köylü ailesi iktisadi birimi’ iktisadi faaliyetlerinde farklı motiflere sahiptir. Bu yaklaşımda aile çiftliği Osmanlı kırsal düzeninde tartışılan ‘çift-hane birimi’ne benzer şekilde bir iktisadi ünite oluşturur ve aile fertlerinin işgücüne dayanır.[202] Aile çiftliği veya çift-hane birimi yegane değil, başat üretim formudur, diğer formlarla mesela köle emeği, ortakçılar veya ırgatların ücretli emeğini kullanan büyük çiftlikler ve onların ticari tarımsal ürünler yetiştiren yapıları ile birlikte, kapitalist tarımsal yapılar ile birlikte bulunabilir.
Aile çiftliğinin iktisadi faaliyetleri, aynı zamanda bir tüketim birimi de olan her bir üretim biriminin ihtiyaçları tarafından belirlenir. Böyle bir ekonomide ihtiyaçları karşılayacak olan miktar da yeterli veya yetersiz kriteri ile tespit olunur. Ancak, bireysel ihtiyaçların elastikliği ve değişkenliği sebebiyle yeterli ve yetersiz miktarların tam bir hesabı mümkün değildir. İhtiyaçlar ve miktar aileden aileye de değişecektir. Tüketim ihtiyaç ve miktarlarını aile büyüklüğü, yaş ve cinsiyet kompozisyonu, toprak miktarı ve kalitesi, hangi ürünlerin ekimine müsait olduğu, pazarlara yakınlık ve talep koşulları, üretim araçlarının elde edilebilirliği birlikte belirleyecektir. Aile, ihtiyaçlarını tatmin etmenin gerektireceği zahmeti gözeterek, ihtiyaçları ve tüketimi ile üretimi arasında kaba bir denge tutmaya çalışır. Öyleyse bu parametreler değiştikçe, ailenin ihtiyaçları, işgücü ve üretim miktarı da değişecektir. Aile işgücünün ne kadarının ekim işlerine ne kadarının hayvancılık, diğer çiftlik işleri veya zanaatlere yöneleceği de değişkendir. Daha fazla üretim ve tüketim daha fazla zahmet gerektirir. Böyle bir aile, ihtiyaçları için gerekli üretim miktarını ve tüketimi sağlamak için ihtiyaçların tatmini ile üstlendiği zahmet arasında kaba dengeyi sürdürerek ücretli işgücü istihdam edebilir.
Chayanov’un yaklaşımı köy içinde farklı çiftliklerden elde edilen mahsul farklarını izahta toprağın verim farkı, üretim araçlarının elde edilebilirliği, tarımsal teknikler, gübre kullanımı veya farklı ürünler ekimi benzeri açıklamalardan daha anlamlıdır. Aynı yaklaşım nadas oranlarındaki farkı da izah edebililir.
Diğer taraftan, saydığımız tüm diğer unsurların da üretim farklarına neden olacağı aşikardır. Maalesef, bir köy ölçeğinde ve köyler arasındaki üretim miktarı farkları hususunda çalışmaları muhtemel sebepleri sıralamaktan öteye taşıyacak arşiv malzemesi eğer var ise henüz tetkik edilmemiştir.
Sancaklar arasındaki üretim farkları hususunda ise tahrir defterlerinden elde edilen verilerden kalkarak bir izaha girişilmemelidir. Tahrir defterlerinin tarımsal üretim ve üretkenlik hesaplamalarındaki faydası izaha muhtaçtır.
Değerlendirme ve Sonuç
İngiltere’de fiyat ve mahsul dalgalanmaları ile ilgili çalışmalar yapılmakla birlikte, tarihçiler bu çalışmaların bulgularının tarımsal üretim ve üretkenlik hesaplamaları açısından ne gibi sonuçlar ima ettiği üzerinde durmamışlardır.[203] Bu yazıda tahrir defterlerinin verilerine ve hesaplamalara getirdiğimiz eleştiriler, mahsul ve fiyat dalgalanmalarının etkisi hususu dışında, büyük ölçüde tarihçiler tarafından da dile getirilmiştir. Zaten evvelce de değindiğimiz üzere, mahsul ve fiyat dalgalanmalarını bir yana bıraksak dahi, bazı tarihçilerin kaynak ve hesap usullerindeki diğer zaaflar sebebiyle, nihayetinde ulaşılan sonuçları ihtiyatla karşıladıkları, anlamlı bulmadıkları da görülmektedir.
Eğer tahrir defterleri yetersiz kalıyorsa elimizde başka kaynaklar yok mudur? Mesela bu yazıda değindiğimiz vakıf müfredât defterleri veya muhasebe defterlerindeki emânet kayıtları tarımsal üretim ve üretkenlik hesaplamalarına zemin teşkil edebilir mi? Burada Batı’da tarımsal üretim ve üretkenlik üzerine yapılan çalışmaların arşiv malzemesine bir kere daha değinmek ve hatırlamak faydalı olabilir. Tarımsal ekonomi tarihinin en iyi ve ayrıntılı arşiv malzemesi arasında öşür hesapları, hayır kurumları ve hastanelerin muhasebeleri yer almaktadır. Bu hayır kurumları da aynı vakıflar gibi hesaplarını yıllık tutuyorlardı. Tarımsal gelirlerini aynı vakıflarda emânet usulünde olduğu gibi doğrudan topluyorlar veya iltizâm usulünde gördüğümüz şekilde açık artırma ve sözleşme ile şahıslara devrediyorlardı. Bu kayıtların içerdiği ayrıntılar sayesinde de tarımsal üretimde uzun dönemli seyri daha sağlıklı izlemek, kısa vadeli gelişmelerin neticelerini tespit etmek, geçici ve yahut kalıcı etkileri ayrıştırarak görebilmek mümkün olabiliyor.[204]
Vakıf müfredât defterleri fevkalade nadir olup şu ana değin sadece tek bir vakfa ve çok az sayıda yıla ait defterler açığa çıktığından, üstelik bunlar da sadece bir kısım köye ait kayıtları ihtiva ettiğinden hesaplamalara müsait değillerdir.
İstanbul, Bursa ve Edirne benzeri büyük şehirlerde kurulu olup gelirlerini emânet usulü ile tahsil eden vakıfların kayıtları aradığımız malzemeyi verebilir mi? Yanıtı; muhtemelen ve kısmen. Kısmen, çünkü sınırlı sayıda köyden gelirler emânet usulü ile toplanmıştır, dolayısıyla kayıtlar üzerinden varılan neticeleri temkinli okumak ve genellemek lazımdır. Diğer taraftan muhasebelerini bir seri halinde bulduğumuz ve takip edebildiğimiz vakıflar genellikle büyük Osmanlı şehirlerinde toplanan vakıflar olup köyleri belirli bölgelerde yoğunlaştığından çalışmalar bu tür vakıfları kapsadığı nispetle Güney Marmara, Rumeli, Orta ve Orta-Kuzey Anadolu coğrafyasında temsil kabiliyeti yüksek sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır. Ama maalesef vakıflar zamanla emânet usulünü terk edip gelirlerini iltizâm ederek tahsil etmişler ve eğer emânet usulünü devam ettirdiler ise sadece vakfın kurulu olduğu şehrin civarındaki yakın köylerde tatbik etmişlerdir.
Muhtemelen, çünkü tahrirlerdeki içsel sorunlarla bahsi geçen kayıtlarda da karşılaşmaktayız. Mesela dönüm resmi alınan arazilerin miktarı ve ekilen ürünler, ortalama çiftlik büyüklüğü gibi meseleler bu kayıtlarda da tekrar etmektedir. Maalesef nüfus tahmini ve dolayısıyla işgücü hesabına dair ilave bir sorun daha vardır. Bu defterlerin sıklıkla hane/nefer sayısını dahi kaydetmediği görülmektedir. Dolayısıyla hane/kişi başı üretim miktarları ile işgücü üretkenliği hesabına gidilmesi mümkün değildir. Ama üretim hacmi ve kısıtlar ve çekinceler altında toprak üretkenliği hesaplamalarını vermek mümkün olacaktır.
Eğer ki kaynaklar yetersiz ve güvenilir değil ise başka usuller mesela iktisadi formüller uygulayarak, ‘tepeden aşağı’ usulle tarımsal üretim ve üretkenlik hesaplamalarını sürdürmek mümkün olabilir mi? Nüfus tahminlerini kullanan iktisadi denklem ve modeller, bu tahminlerin elde edildiği tahrir, avarız ve cizye defterlerinin zaafları nedeniyle meseleyi çözemeyecektir.
Clark’ın tarımsal işlere ödenen ücretlere dayanan tartışmalı yaklaşımı dışında iktisadi denklemler nüfus ve nüfusta değişime dair veriler ile reel ücretler seviyesinin tespit edilmesini şart koşmaktadır.[205] Nüfus, ücretler ve fiyatlara dair elimizdeki verilerin bu denklemlerin makul sonuçlar üretmesine yetecek serileri oluşturamadığını ve güvenilir olmadığını itiraf etmeliyiz. Nüfus verilerini bir yana bırakırsak, bölgesel fiyat ve ücret serileri de kurulamamıştır. Eğer tarihçiler bu serileri kabul edilebilir hata payları içinde kurabilir ve nüfus ve işgücü istatistiklerine makul bir alt ve üst sınır çekebilirse denklemler üzerinden ilerlemek bir ihtimaldir. Bütün bu değişkenlere dair verilerin ihmal edilebilir kabul ettiğimiz hatalarının üzerine, esneklik katsayılarını – tarımsal ürünler talebinin gelir esnekliği, fiyat esnekliği ve çapraz fiyat esnekliğini - varsaymamız gerekecektir.
Netice olarak, Osmanlı Klasik Dönemi ve izleyen yüzyıllardaki tarımsal üretim ve üretkenliği takribi veya sağlam tahmini rakamlarla ifade etmek ve artış veya azalış oranlarını sıhhatle göstermek mümkün değildir. Ancak vakıf defterleri, bu defterlerdeki emânet ve iltizâm kayıtları, ve mukâta‘a defterleri üzerinden üretimde yerel ve bazen bölgesel kısa dönemli dalgalanmalar ve uzun dönemli kaba bir üretim miktarı seyri çizmek imkânı vardır. Bu ise Osmanlı tarımsal tarihinde yine de göçler ve nüfus artışı, toprak verimliliğini artırıcı sulama ve gübreleme, ticaretin tarımsal üretim üzerinde etkisi ve ürün çeşitlenmesi, isyanlar ve savaşların tarımsal üretime etkileri benzeri meseleleri tespit ve tartışma için yeterli zemini sağlayacaktır.