Giriş
Çelebi Mehmed’in kızı olan İlaldı Hatun, Karamanoğlu İbrahim Bey’in eşidir. Bu anlamda hem Osmanlı hem de Karamanlı hanedanına mensup bir kadındır. Çalışmanın başlangıcında İlaldı Hatun’un hayırseverliği dikkati çekmişti. Ancak çalışma ilerleyince konu hakkında farklı görüşlerle ya da bilinmezliklerle örülü bir durumun olduğu anlaşıldı. Bu nedenle konunun öznesi aynı tutulmakla birlikte İlaldı Hatun’un etkileşim halinde olduğu kişilere de değinmek gerektiğinden Çelebi Mehmed, Karamanoğlu İbrahim Bey, İncu Hatun ve Server Ağa gibi şahsiyetlere de kısaca temas edilmiştir[1] . Bu anlamda incelemede; dönemin Osmanlı ve Karamanlı hanedanı, İlaldı Hatun’un hayatı ve eserleri ile Karamanlılarla Osmanlılar arasındaki ilişkiler İlaldı Hatun bağlamında ele alınmıştır.
Bu çalışmanın temel hareket noktası, Osmanlı sarayında yetişip Karamanoğullarına gelin giden bir sultanın hayatından yola çıkarak bazı bilinmezlikleri tartışmaktır. Bir aile kurmak anlamına gelen evlilik, hanedanlar arasında olduğunda başka amaçlar da gözetilebilmekteydi. Osmanlı’nın kuruluş dönemi evlilikleri şöyle değerlendirilebilir:
“14. ve 15. yüzyıl başlarında Osmanlı hükümdarları ve oğullarının evlilikleri, komşu hanedanların yani Rumeli’nin Hıristiyan ve Anadolu’nun Müslüman güçlerinin prensesleri ve sultanlarıyla yapılırdı. Hanedanlar arası evlilikler taktik amaçlıydı; cıva gibi kaygan saflaşmalar ortamında, devletin askeri ve diplomatik konumunu güçlendirmeye elverişli ittifakları sürdürmek. Osmanlı evliliklerinin çoğu, ya bir saldırı ittifakı görüşmelerinin bir parçası olarak ya da daha sık görüldüğü şekliyle yenilen tarafın boyun eğişi ve vasallık statüsünü kabul edişinin simgesi olarak düzenleniyordu. Osmanlılar evlilik ittifaklarını, iktidar için yarıştıkları yerel Rumeli-Anadolu devletleriyle sınırlamışlardı; bunlar, bir sonraki dönemeçte müttefik de olabilecek, potansiyel düşmanlardı.”[2]
Evlilikler, siyasete şekil vermekteydi. Nitekim I. Murad’ın kızı Nefise Hatun’un 1378’de Karamanoğlu Alaeddin ile evlenmesi iki rakip güç arasındaki mücadeleyi uzun süre durdurmuştur[3] . Sonuç olarak ilk dönemlerde siyasi beklentiler ya da kaygılar nedeniyle beylikler ve Osmanlı arasında diplomatik evlilikler olmuştur. Konunun öznesi İlaldı Hatun’un babası Çelebi Mehmed’in çocuklarına değinmek, mevcut bazı sorunları göstereceğinden aşağıda değinilmiştir.
1. Çelebi Mehmed’in Kızları
Kaynaklarda Çelebi Mehmed’in çocuklarının sayısı ve isimleri hakkında bir birliktelik yoktur. Benzer şekilde onların evlendiği kişiler de farklı ifade edilmiştir. Aşıkpaşazade’ye göre Çelebi Mehmed öldüğünde dört oğlu ve yedi kızı kalmıştır[4] . Sakaoğlu ise Çelebi Mehmed’in sayıları 18 olan oğullarından Mehmed Çelebi, Ahmed Çelebi, II. Murad, Kasım Çelebi, Mustafa Çelebi, Mahmud Çelebi, Yusuf Çelebi ve Orhan Çelebi’nin; dokuz kızından da Ayşe, Hatice, Sultan, Selçuk, İncu ve Hafsa hatunların adlarının bilindiğini söyler[5] . İki görüşün aksine Uzunçarşılı; Sultan Mehmed’in (Çelebi) en büyüğü Murad olmak üzere Mustafa, Kasım, Ahmed, Yusuf ve Mahmud adlarında altı oğlu olduğunu belirtir. Ona göre yedi kızından Selçuk, Hafsa, Sultan, Ayşe ve Hadice hatunların adları bilinmekte ise de diğer iki kızının adları şimdilik meçhuldür[6] . Çelebi Mehmed’in yedi kızı olduğu fikrini Uluçay da benimsemiştir. Bunlardan isimleri bilinenler Selçuk Hatun, Hafsa Hatun, Ayşe Hatun, Sultan Hatun ve İlaldı Hatun’dur[7] . Öztuna ise; I. Mehmed’in ismi bilinmeyen iki kızı ile birlikte Selçuk Hatun, Sultan Hatun, Hatice Hatun, Fatma Hatun, Hafsa Hatun, İlaldı Sultan, Şahzade Hatun ve Ayşe Sultan adlarında 10 kızının adını verir[8].
İsmi bilinen kızlarının evlilikleri konusunda şu bilgilere ulaşılabilmektedir. Bunlardan Selçuk Hatun (1407-1485), Candaroğullarından İsfendiyar Bey’in oğullarından İbrahim Bey’le 1425 yılında evlenmiştir ve Bursa’da vefat etmiştir[9].
Vezir-i azam Çandarlızade İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmud Paşa ile evlenen Hafsa Hatun, 1443’ten sonra hacca giderek, Mekke’de vefat etmiştir[10]. Neşri’ye göre Sultan Murad’ın kız kardeşiyle evli olan Mahmud Çelebi, Halil Paşa’nın kardeşidir [11]. Uluçay’a göre ise evlendiği kişi Çandarlızade vezir-i azam Halil Paşa’nın oğlu ümeradan Mahmud Çelebi’dir[12]. Ancak Mahmud Paşa, II. Murad’ın vezir-i azamı Büyük İbrahim Paşa bin Hayreddin Paşa’nın oğlu ve vezir-i azam Halil Paşa’nın küçük kardeşidir[13] .
Sultan Hatun (Ö. 1444), 1425 yılında, İsfendiyar Bey’in oğlu Çankırı sancakbeyi Kasım Bey’le evlenmiştir[14]. Diğer kızları ise II. Murad zamanında, Karamanoğullarından İbrahim, İsa ve Ali Beyler ile evlenmişler ve birisi de Varna Savaşı’nda şehit düşen Karaca Bey’e verilmiştir[15]. Nitekim II. Murad, 1425 yılında Candaroğlu İbrahim Bey’in kızı Hatice Halime Sultan ile evlendiği zaman üç kız kardeşinin de düğünlerini yapmıştır[16] .
İncu Hatun, Karamanoğlu Alaeddin Bey’in Nefise Hatun’la evliliğinden olan oğlu II. Mehmed’le evlidir[17]. Bu nedenle bazı araştırmacılar İbrahim Bey’in annesi olarak İncu Hatun ismini vermişlerdir. Nitekim Konyalı, Vakf-ı İncu Hatun valide-i İbrahim Bey ibni Karaman ifadesinden hareket ederek İbrahim Bey’in annesi ya da analığının İncu Hatun olduğunu söylemiştir[18]. Öztuna ise II. Mehmed Bey’in zevcesi İncu Hatun, Ermenek’teki türbesinde medfundur ki, II. İbrahim’in annesidir, demiştir[19]. Ancak Çelebi Mehmed 1402’de evlendiğine göre İncu Hatun, İbrahim Bey’in annesi olamaz ancak analığı olabilir[20] .
Ayşe Hatun’un doğum ve ölüm tarihi ile kocası ve çocukları hakkındaki bilgiler tartışmalıdır. Edirne’de Ayşe Kadın Camisi’ni yaptırmıştır. Üsküp’te de bir camisi vardır. Alderson’un adını vermediği bu hatunun 1425’te Karamanoğullarından II. Mehmed Bey’in oğlu İsa Bey’le[21] evlendiği ileri sürülmüştür[22]. Öztuna ise Ayşe Sultan’ın (1414?-1469’dan sonra) 1426 yılında Sofya sancakbeyi Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey bin Mehmed Bey II ile evlendiğini söylemiştir. Ayşe Hatun’un evli olduğu kişi konusunda farklı fikirler olmasına rağmen vakıflarından yola çıkılarak Karamanoğlu Ali Bey ile evlendiği söylenebilir. Bir diğer kızı Hadice Hatun ise Karaca Paşa ile evlidir[23] .
Yukarıdaki bilgiler özetlenirse; Selçuk Hatun’un İsfendiyar oğlu İbrahim Bey’le, Hafsa Hatun’un Mahmud Paşa’yla, Sultan Hatun’un Kasım Bey’le, İlaldı Hatun’un Karamanoğlu İbrahim Bey’le, İncu Hatun’un Karamanoğlu Mehmed Bey’le, Ayşe Hatun’un Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey’le ve Hatice Hatun’un Karaca Bey’le evli olduğu anlaşılmaktadır. Çelebi Mehmed’in bir kızının ise Karamanoğlu Mehmed Bey’in oğlu İsa Bey ile evli olduğu düşünülürse ismi bilinmeyen bir kızı kalmaktadır. Bu evliliklerden hareketle Çelebi Mehmed’in sekiz kızının varlığı söylenebilmektedir. Ancak bu konuda kesin bir neticeye varmanın zorluğu da unutulmamalıdır.
2. İlaldı Sultan’ın Hayatı ve Eserleri
İlaldı Sultan’ın 1412 yılında doğduğunu belirten Öztuna, Bursa’da hayrat ve evkafı ile Konya’da darulhuffaz vakfı olduğunu, Karamanoğlu II. İbrahim Bey ile 1426 yılında evlendiğini ve 1471 yılında vefat ettiğini ileri sürer[24]. Alderson’un adını vermeden Karamanoğlu Mehmed Bey’in İncu Hatun’dan önceki eşinden olan oğlu İbrahim Bey’le evli gösterdiği bir Osmanlı sultanı vardır. Bu, İlaldı Hatun’du ki İncu Hatun ile kardeştir. İbrahim Bey, İlaldı Hatun evliliği ise 1427’de[25] yapılmıştır.
Konyalı’ya göre, Çelebi Sultan Mehmed’in kızı İlaldı Hatun, Osmanlı prensesi Nefise Sultan’dan doğan Karamanoğullarından biriyle evlenmiş ve bu darulhuffazı yaptırmıştır[26]. Ancak Nefise Hatun, Alaeddin Bey’in eşidir. Uzluk ise, 1476 yılı vakıf kayıtlarına düştüğü açıklamada “Karamanoğlu İbrahim Bey’e verilen Osmanlı prensesi olacak.” [27] diyerek doğru bir tespitte bulunmuştur. II. Murad’ın kız kardeşi ve İbrahim Bey’in eşi olarak Sultan Hatun ismini zikredenler de vardır[28]. Osmanlı padişahlarının kızlarına ilk zamanlarda Selçuklu geleneğindeki gibi hatun denilmekteydi. Fatih’ten itibaren sultan, ismi bilinmeyenlere ise, devlet hatun ve sultan hatun gibi tabirler kullanılmaktaydı[29]. Ancak kroniklerde ya da daha sonra yapılan çalışmalarda kullanılan sultan hatun isminin bu anlamda mı yoksa Çelebi Mehmed’in kızı Sultan Hatun için mi kullanıldığı tam anlaşılmamaktadır.
Osmanlı padişahları, Bizans ve Sırp kralları ile Anadolu beylerinin kızlarıyla evlenmişlerdi. Bu hissi bir düşünceden ziyade siyasi amaçlıydı. Benzer şekilde Osmanlı hanedanına mensup kadınlar da Anadolu beyleriyle evlendirilirdi. Siyasi olan bu evlilikler müttefik olmak ya da bir anlaşmazlığı çözmek gibi nedenlerle yapılırdı[30]. Karamanoğlu İbrahim Bey’le evlenen İlaldı Sultan’ı da bu anlamda düşünmek gerekir. Zira Osmanlı-Karamanlı mücadelesinin en yüksek seviyede olduğu bir dönemde evliliğin yapılması, bu görüşü desteklemektedir. Ayrıca iki taraf arasındaki mücadelelerden sonra barış görüşmelerine İlaldı Sultan’ın aracı olarak gönderilmesi de anlamlıdır. Bunun yanında kocası ile kardeşi arasında kalan sultanın ruh halinin çok iyi olmadığı da söylenebilir.
a. İbrahim Bey ve İlaldı Sultan’ın Çocukları
I. Murad’ın kızının torunu olan ve 1406 yılında doğduğu düşünülen II. İbrahim Bey, 58 yıl yaşamış ve yaklaşık 40 yıl tahtta kalmıştır[31]. Karamanoğlu Mehmed Bey’in oğlu olan İbrahim Bey’in annesinin adı İncu Hatun’dur ve Mut’taki türbesinde gömülüdür[32] diyen Konyalı’nın tespiti doğru değildir. Zira İncu Hatun onun analığıdır. Çelebi Mehmed’in en büyük çocuğu olan II. Murad 1404’te doğduğuna göre İncu ondan sonra doğmuştur. Benzer şekilde İbrahim Bey’in doğum tarihine bakılarak İncu ile yaklaşık olarak aynı yaşlarda olduklarını söylemek mümkündür. Bu bakımdan Karamanoğlu Mehmed Bey’le evlenen İncu’nun İbrahim Bey’in analığı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine 1432 yılında Karaman ülkesine uğrayan Bertrandon’un, “Hükümdar otuz iki yaşlarında yakışıklı bir prensti ve ülkesinde çok sayılan bir insandı. Bana söylendiğine göre annesi Hristiyanmış ve doğduktan sonra kokusunu almak için Rum usullerine göre vaftiz edilmiş.” [33] demesi İbrahim Bey’in annesinin cariye olabileceğini akla getirmektedir. Yine İbrahim Bey’in 30’lu yaşlarda olduğu da anlaşılmaktadır. İncu ile ilgili bu yaklaşımların yanı sıra İbrahim Bey ile İlaldı Hatun’un çocukları hakkında da farklı görüşler mevcuttur.
Neşri, İbrahim Bey vefat edince İshak, Pir Ahmed, Karaman, Kasım, Alaeddin, Süleyman ve Nure Sofi adlarında yedi oğlunun kaldığını belirtir. Süleyman ile Nure Sofi’nin kaçıp Sultan Mehmed’e geldiklerini, diğerlerinin ise Karaman’da olduklarını söyler. Bunların yanında çocuklarının büyüğü olan İshak’ın bir cariyeden doğduğunu, diğerlerinin ise Çelebi Mehmed’in kızı Sultan Hatun’un çocukları olduğunu ekler[34]. İbn Kemal de Alaeddin yerine Ali ismini vererek yedi oğlunu saymıştır. Annelerini Yıldırım Han kızı Sultan Hatun[35] olarak ifade etmiştir. Ancak çocukların annesinin adı İlaldı Hatun olmakla birlikte Çelebi Mehmed’in kızıdır. Dolayısıyla her ikisi de Sultan Hatun ismini kullanmışlardır. Bunun yanında vakfiyede adı geçen Mehmed adlı oğlunu yazmamışlardır[36]. Şikari’ye göre ise, Osmanoğlu kızından yedi oğlu olan İbrahim Bey’in büyük oğlu Kasım Bey’dir. İshak, Alaüddin, Halil, Pir Ahmed, Yakub ve Küçük Mustafa diğer oğullarıdır. Şikari, İbrahim Bey’in hastalığı esnasında oğullarını başına toplayıp Kasım Bey’i yerine tayin ettiğini, İshak’a ve diğerlerine de yerler verdiğini belirtir[37] . Ancak Şikari; Karaman, Süleyman ve Nure Sofi’den bahsetmemiştir. Büyük oğlu İshak olmasına rağmen Kasım adını zikreden Şikari, İlaldı Hatun’un ismini ise zikretmez. Bunların dışında Bekai altı, İbn Tagri-birdi ise altı veya yedi oğlundan bahsetmektedir[38] .
İbrahim Bey’in çocuklarından ikisi hariç (Mehmed Bey ve İshak Bey) hepsinin annesi, Çelebi Mehmed’in kızıdır[39]. İbrahim Bey’in en büyüğü Mehmed, sonra İshak ve sırasıyla Pir Ahmed, Kasım, Karaman, Alaüddin, Süleyman ve Nure Sofi adlarında sekiz oğlu vardı. Babasının sağlığında vefat eden Mehmed Bey’den sonra en büyük oğul olarak kalan İshak Bey’in validesi de sultan değildi[40]. Bertrandon’un “Benim buraya gelişimden altı gün önce karılarından birini öldürtmüş, işe bakın ki bu kadın büyük oğlunun annesiymiş ve oğlun bu olaydan hiç haberi yokmuş; nitekim ben kendisini gördüğümde bu konuda henüz bir şey bilmiyordu. Ve o, Büyük Türk Beyi Murad’ın kız kardeşiyle evliydi.” [41] bilgilerini vermesi hem onun iki eşi olduğunu desteklemekte hem de büyük çocuklarının annesinin farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca 1432 yılından önce İbrahim Bey ile İlaldı Hatun’un evlendiğini de teyit etmektedir.
Karaman hükümdarı İbrahim’in en büyük oğlunun annesi cariyeydi ama diğer oğullarının birçoğu Osmanlı sultanı I. Mehmed’in kızı İlaldı Hatun’un çocuklarıydı[42]. İbrahim Bey, “İshak Beyden gayrisinde Osmanlılık alacası vardır diye sevmezdi.” diyen Neşri, gelişen olayları şöyle anlatmıştır: Hasta olunca Sultan Hatun’dan olan oğulları ittifak ederek Konya’yı muhasara ettiler. İbrahim Bey’i kaçırıp, Gevele’ye çıkarmak istediler. İçeri girmeden kapıda öldü. Bu oğlanlar anlaşıp İshak’ı sürdüler, Pir Ahmed’e büyük kardeş olduğu için biat ettiler[43]. İbn Kemal de benzer şekilde “… Bâkisinde ʽırk-ı ʽOsmanî olub, İshak cariyeden olmağın babasınun aña meyli vardı. Çün bu Sultan Hatun’dan olanlar, ataları, İshak’ı beklediğin işitdiler …” [44] demiştir.
Alderson’un oluşturduğu tabloya göre; Çelebi Mehmed’in kızı İncu ile Karamanoğlu Mehmed Bey evlenmiştir. Mehmed Bey’in oğulları İbrahim, Ali ve İsa da Çelebi Mehmed’in kızlarıyla evlenmiştir. Tabloda bu kızların isimleri belli değildir. İbrahim Bey’in 1427’de evlendiği gösterilirken diğerlerinin evlilik tarihi 1425 olarak yazılmıştır. Aynı tabloda İbrahim Bey’in bu evlilikten olan çocukları Alaeddin (Ö. 1466), Karaman, Kasım (Ö. 1483), Mehmed (Ö. 1463), Nure Sufi, Pir Ahmed (Ö. 1474), Süleyman ve bir kızı gösterilmiştir[45]. Ancak İbrahim Bey ile İlaldı Sultan’ın evliliğinden Pir Ahmed Bey, Karaman Bey, Kasım Bey, Alaeddin Bey, Süleyman Bey, Nure Sufi Bey adlı oğulları ile Fatih Sultan Mehmed’in eşi olan kızları olmuştur[46] .
b. İlaldı Sultan Darulhuffazı
İlaldı Hatun, Karamanoğlu İbrahim Bey’le evlenerek Osmanlı sarayından Karaman sarayına gelin geldikten sonra Konya’da bir darulhuffaz yaptırmıştır. Darulhuffazın ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak İlaldı Hatun’un yaşadığı dönem ile Sultan İbrahim’le evlendiği zaman göz önüne alınarak yaklaşık bir tarih verilebilir. Bu yaklaşıma göre vakfın 1427-1463 yılları arasında kurulduğu söylenebilir.
Hem Kur’an-ı Kerim’in öğretildiği ve okutulduğu hem de hafızların yetiştirildiği genelde bir türbe içerisinde faaliyet gösteren kurumlara darulhuffaz denilirdi. Bu tür vakıflarda hafızların Kur’an-ı Kerim okuması, yerine getirilmesi gereken en önemli şartlardandı. Vakfiyede belirtilen kurallar çerçevesinde idare edilen darulhuffazın geliri, verilecek ücretleri ve öğrenci sayılarını etkilemekteydi[47]. İlaldı Sultan Darulhuffazı’nda hafızlara ücret de verilmişti. Bu uygulama sayesinde hafızlar ücretsiz okudukları okulda aynı zamanda para kazanmıştı. Yine bu ücret, ailelerine yük olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine de olanak sağlamıştır.
Günümüzde toplumun her kesiminde var olan kadınlar, Osmanlı ve Karamanlı toplumunda geri planda mıydı? Yoksa bilinenin aksine sosyal hayatın içinde miydi? Tek bir örnek üzerinden bu sorulara cevap vermek yetersiz olur. Ancak İlaldı Hatun, varlıklı kadınların gelirini toplum yararına vakfedebildiğini göstermektedir. Aynı zamanda kadınların siyasi hayatta da aktif rol oynayabildiği anlaşılmaktadır. Kadın; aile içinde çocuk, eş, anne ya da hanedan üyesi gibi farklı işlevleriyle hayatın içindedir. Bu anlamda kadın; idarî, ailevî, ticarî ve hayrî işlerin merkezinde olarak toplumsal hayatın içerisindeydi, denilebilir.
Vakfın Gelir ve Giderleri
İlaldı Hatun’un kurduğu vakfın belirli gelirleri vardı. 1476 yılı verilerine göre darulhuffazın Şadi Bey Hamamı’ndan 12 sehimden yedi sehim ile bu hamamın karşısındaki dükkanlardan elde edilen gelirleri bulunmaktaydı. Dolayısıyla bu hisseden vakfa 10.000 akçe gelir gelmiştir. Bunun yanında hamamın karşısındaki dükkanlardan elde edilen gelir de vakfa yazılmıştır. Ayrıca Larende’de İbrahim Bey’in hatununun cüzleri vakfına Emekseven köyünden de yer kaydedilmiştir[48] . Vakfın en önemli geliri olan Şadi Bey Hamamı, Karamanoğlu ileri gelenlerinden Şadi Bey tarafından bir darüşşifa ile birlikte yaptırılmıştır[49]. 14 Şubat 1425 tarihli Arapça vakfiyesinde hamamın gelirini misafirhanesine vakfetmiştir[50]. Ancak bu tarihte darulhuffaz ile ilgili bir bilgi vakfiyede yoktur. Çünkü darulhuffaz bu tarihten sonra kurulmuş ve hamamın bir kısım gelirleri de buraya aktarılmıştır. Muhtemelen İbrahim Bey’in emri ile hamamın bir kısım geliri darulhuffaza verilmiştir. Bu fikirden hareketle de vakfın 1463 yılından önce kurulduğu söylenebilir. Ayrıca vakfiye tarihinin 1425, evliliğin 1427 yılında olması, darulhuffazın 1427-1463 aralığında kurulduğunu göstermektedir.
1483 yılında Şadi Bey Hamamı’ndaki hisseden vakfın geliri 7.140 akçeydi. Hamamın karşısındaki yedi dükkândan ise yıllık 120 akçe gelir gelmiştir. Dükkanlardan elde edilen gelir kandile konulan yağa yani aydınlatmaya harcanmıştır. Toplam 7.260 akçe geliri olan vakıfta; günlük 10 hafıza 10 akçe, imama bir akçe, müezzine ayda beş akçe ücret verilmiştir[51]. 1500 yılında da aynı gelir ve gidere sahip olan vakfın toplam geliri 7.260 akçeydi[52].
1530 yılında Vakf-ı darü’l-huffaz-ı İl-aldı Hatun binti Sultan Mehmed bin Bayezid Han der Konya şeklinde yazılan vakfın geliri 7.100 akçeydi. Hamamın karşısındaki iki dükkândan elde edilen 144 akçede eklenince toplam geliri 7.244 akçeye ulaşmıştır[53]. Dükkân sayısı azalmasına rağmen gelirin artması dikkati çekmektedir. Yine 16. yüzyılın ilk yarısına ait bir tahrirde İlaldı Hatun eczası ve mescidi vakfının gelirleri, hamamdaki hisseden 7.000 akçe ve iki dükkândan 44 akçe olmak üzere 7.044 akçeydi. Dükkândan elde edilen gelir revgan-ı çerağ[54] için harcanmıştır. Yine tevliyet, nezaret, imamet, müezzin ve eczahan cihetlerine toplam 6.940 akçe verilmiştir. Mum yağına 44 akçe ve hasır seccadeye 72 akçe ödenmiştir. Dolayısıyla vakfın toplam masrafı 7.056 akçeydi[55]. Gelir gider dengesine bakılırsa vakfa ait bütün gelirlerin masraflara gittiği hatta gelirin üzerine çıkıldığı anlaşılmaktadır. Bu tarihte vakfın yanında mescit olduğu da ilk defa zikredilmiştir.
1584 yılında darulhuffaz ve mescidin, suyu şehir suyundan karşılanan Şadi Bey Hamamı’ndan yedi hisseye karşılık geliri 7.100 akçeydi. Toplam geliri 13.000 akçe olan hamamın kalan 5.900 akçe hissesi ise Şadi Bey Zaviyesi’nin[56] vakfıydı. Vakfın, hamamın karşısındaki yedi dükkândan ise yıllık 100 akçe geliri vardı. Tevliyet görevini yapan kişi günlük dört akçe ücret almıştı. 10 hafız ile müezzin ve imam ücretleri, vakfın diğer masrafları arasındaydı[57] .
Vakfın Görevlileri
İlaldı Hatun Darulhuffazı’ndaki işler, çeşitli görevliler tarafından yerine getirilmiştir. Nitekim 1476 yılında Bayezid Han oğlu Mehmed Han kızı İlaldı Hatun Darulhuffazı Vakfı olarak yazılan vakfın tevliyeti Ahi Ali oğlu tarafından yürütülmekteydi. 1476 yılında Konya’daki Şadi Bey’e ait zaviye ve mescit vakfının meşihatı ise Mevlâna Ubeyit adına yazılırken tevliyet Ahi Ali oğlu tasarrufundaydı. Vakfiyesinin görüldüğü belirtilen vakfın gelirleri sayılırken zaviye yanındaki Şadi Bey Hamamı’ndan hisse gelirleri arasında yer almıştı. Vakfiyede mütevelli olacak kişi, gelirin altıda biri karşılığında bu görevi yapacaktı[58]. Şadi Bey Vakfı ile İlaldı Hatun Darulhuffazı’ndaki görevliler aynıdır. Yine hamamın gelirleri iki vakıf arasında paylaştırılmıştır[59]. Bazı görevlileri aynı olan İlaldı Hatun ve Şadi Bey vakıflarının aynı vakfiyedeki şartları kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle iki vakıfta görevli olanların ücretlerinin de birlikte ödendiği düşünülmektedir.
1483 yılında, vakf-ı darulhuffaz-ı İlaldı Hatun binti Sultan Mehmed bin Bayezid Han der Konya olarak yazılan vakfın tevliyet görevini Mevlâna Nizami’nin oğulları Hüsrev Çelebi ile Cafer Çelebi yapmaktaydı. Tevliyet görevini yürütenlere vakfın gelirinin altıda biri ayrılmıştı. İlaldı Hatun ile Şadi Bey vakıflarının nezaretinin birlikte olması padişahın hükmüyle olmuştu, zira vakfiyede böyle bir hüküm yoktu. 1483 yılında 10 hafıza günlük 10 akçe, imama bir akçe, müezzine ise ayda beş akçe ücret hesap edilmişti[60]. 1500 yılında da bu kişiler aynı şartlarla tevliyet görevine devam etmekteydi. Vakfiyede olmamasına rağmen vakfın nezareti, Şadi Bey Vakfı’yla birlikte yürütülmüştü. Vakıfta ayrıca 10 hafız, bir imam ve bir müezzin görevliydi. Müezzin ayda 10 akçe ücret almıştı[61]. Bu bilgiler herhangi bir sıkıntı olmazsa aynı kişilerin ölene kadar vakıftaki görevlerine devam ettiğini ve vakıftaki görevli sayısının da aynı kaldığını göstermektedir. Yine vakfiyede bulunan ya da sonradan oluşturulan şartların aynen devam ettirildiği de anlaşılmaktadır.
1518 ve 1522 yıllarında yapılan tahrirlerde Konya’nın Şemseddin Mahallesi’nden Lütfi veledi Mehmed mütevelli-i türbe-i İlaldı Hatun ba-berat[62] olarak yazılmıştır. Bu kaydın en önemli yanı İlaldı Hatun’a ait Konya’da bir türbe olduğunu kanıtlamasıdır. Buradan hareketle darulhuffaz ile türbenin aynı yerde olduğu ve hafızların Kur’an-ı Kerim okumayı türbede yerine getirdikleri söylenebilir. 16. yüzyılın ilk yarısına ait başka bir tahrire göre de İlaldı Hatun Vakfı’nda cüz okunmaktaydı. İlaldı Hatun tarafından bir de mescit yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Mütevelli olanlara yıllık 1.800 akçe verilirken 13 eczahana ise günlük 13 akçeden yıllık 4.680 akçe ücret verilmişti. Nezaret görevi için ise yıllık 180 akçe ayrılmıştı. Benzer şekilde imam olanlara da yıllık 180 akçe ücret tahsis edilmişti. Müezzinin ücreti ise yıllık 100 akçeydi[63]. 1584 yılında darulhuffaz ve mescit vakıflarının Sultan Mehmed kızı İlaldı Hatun vakıfları olduğu tekrar edilmiştir. Tevliyete günlük dört akçe yazılırken vakıftaki diğer görevliler 10 hafız, bir imam ve bir müezzindi. Düşülen derkenarda rakabeden sonra artan galle kadar hisseleri taksim edilir denmiştir[64] .
Konya’da Şadi Bey ve İlaldı Hatun Vakfı’nda cüzhan olan Ahmed ölünce görevi Şubat 1697 tarihinde bir akçe ile Abdullah’a verilmiştir[65]. Burada dikkati çeken nokta iki ayrı vakıftaki görevlilerin aynı olmasıdır. Nitekim 4 Mart 1718 tarihinde de iki vakıfta cüzhan olan Mehmed’in beratı yenilenmiştir[66]. 1739 yılında hamam, tamamen haraptı[67]. Yani bahsi geçen vakfın en önemli gelir kaynağı kullanılamaz haldeydi. Buradaki verilere göre 15. yüzyılın ilk yarısında kurulan vakfın 18. yüzyılın ilk yarısına kadar faaliyetine devam ettiği anlaşılmaktadır. Ancak daha sonra vakfa dair herhangi bir verinin olmaması vakfın ortadan kalktığı izlenimini vermektedir. Muhtemelen geliri azalan vakıf bir başka vakfa katılmış olmalıdır. Yine bir ihtimal gelirinin büyük bölümünü paylaştığı Şadi Bey Vakfı’na eklenmiş olabilir. Nitekim geliri azalan vakıfların başka vakıflara katılması yönünde bir uygulamanın olduğu bilinmektedir.
3. Karamanoğlu İbrahim Bey Döneminde Osmanlı ile Mücadeleler ve Bu Mücadelelerde İlaldı Sultan’ın Rolü
Karamanoğlu Mehmed Bey bir top atışı sonucu ölünce İbrahim, Ali ve İsa adlı oğulları ile amcaları Bengi Ali Bey kaldı. Amcaları Karaman tahtına oturunca üç kardeş Osmanlı hükümdarı II. Murad’a müracaat ederek kendilerine yardım etmesini istediler. Buraya kadar anlatılan hadisede Osmanlı kaynakları genelde ittifak etmektedir[68]. II. Murad’dan aldığı destekle Karaman beyi olan İbrahim Bey, Hamidili’nden aldığı yerleri iade etti. Sultan Murad da buraları Şarabdar İlyas’a verdi. Bu arada II. Murad, üç kız kardeşini Ali, İsa ve İbrahim ile evlendirdi. Ali’ye Sofya sancakbeyliği ve İsa Bey’e Rumeli’nden bir sancak verildi[69]. Bu evlilik sayesinde alınan destekle kardeşlerden biri Karaman beyi olurken diğerleri Osmanlı yönetiminde sancakbeyi olarak görevlendirilmişti. Fakat bu iyi ilişkiler çok uzun sürmedi.
Aşıkpaşazade’ye göre; 839/1435-1436 yılında[70] Osmanlılar, düşmanlarıyla ittifak eden Karamanoğlu üzerine yürüdü[71]. Karaman’ın İçil’den gayrısı itaat ettiler. Durumu gören İbrahim Bey, hemen Mevlâna Hamza’yı gönderdi. Mevlâna Hamza, İbrahim Bey’in pişman olduğunu ve af dilediğini ifade ederek, Hamidili’ni de bıraktı. Sultan Murad, Hamidili’ni, İsa Bey’e verdiğini ifade etmişti. Sultan da Mevlâna Şükrullah’ı göndermiştir[72]. “Karamanoğlu, hanedanımızın beslemelerindendir. Ne denli yüksekliğe erişse, yine zayıf bir kulunuzdur. Az günah için, çok ceza vermek mürüvvet değildir.” diyen Mevlâna Hamza’nın talebi uygun görülmüştür[73]. Fakat kendi beyi hakkında bu sözleri söylemesi pek mümkün görünmemektedir. Beyini affettirmek isteyen bir elçi olduğu aşikâr ancak bu kadar aşağılaması da beklenir bir durum değildir.
Neşri’ye göre de görüşmelerde Karamanoğullarını Mevlâna Hamza[74], Osmanlıları ise Mevlâna Şükrullah temsil etmiştir[75]. İdris-i Bitlisî’ye göre ise durumun vahametini anlayan İbrahim Bey pişman olarak Sultan Murad’ın kız kardeşi ile Mevlâna neslinden Arif Çelebi’yi gönderdi. Sultanın Mevlevilere muhabbetini bildiğinden onun şefaatinin kabul olacağını biliyordu. Kız kardeşinin isteği üzerine onu bağışladı. İbrahim Bey hayatta olduğu müddetçe nifak çıkarmayacak, Hamidili’ni geri verecekti. Osmanlılar da aldıkları yerleri geri vermişlerdi[76]. Sultan Murad, Hamidili arazisini İsa Bey’e verdiğini bildirdi. Ancak İsa Bey, mücadelede öldü[77] .
İbrahim Bey bir daha itaatten çıkmayacağına dair yeminle Mayıs-Haziran 1437 tarihinde söz vermiştir[78]. Konuyla ilgili kısmı barış için gönderilen heyetin, Mevlâna Hamza ile İbrahim Bey’in eşi ve II. Murad’ın kız kardeşi İlaldı Sultan’dan oluşmasıdır. Ruhi olayı şöyle anlatmıştır: “Karaman-oğlı İbrahim Begün avreti ki Sultan Muradun kız karındaşı idi, Mevlâna Hüdavendigar oğlıyla gelüb şefaʽat idüb Sultan Murad dahı anun şefaʽatin kabul idüb” [79]. Burada yapılan anlaşmada Mevlâna Hamza ismi çok öne çıkmakla birlikte İlaldı Sultan’ın en az onun kadar etkili olduğu söylenebilir. Gazavat’ta isim vermeden ulemanın gönderildiği ve onların Karamanoğlu’nun pişman olduğunu ilettiği anlatılır. Padişah ise şöyle düşünüyordu: “Ya anı ele getürüb başını keserim ve yahud başın alur bir gayrı iklime gider, gayrı dürlü olmaz deyüb elçileri taşra edüb kovdular.” Ancak paşaların araya girmesiyle bundan sonra fitne yapmaması şartıyla suçu affedildi ve toprakları bağışlandı[80]. Dukas ise sulh için giden elçilerle birlikte Murad’ın kız kardeşinin kocasının ricasının yerine getirilmesini isteyen bir mektup gönderdiğini belirterek farklı bir bilgi vermiştir[81] .
1442-1444 yılları arasındaki Osmanlı-Karamanlı mücadeleleri genelde birbiriyle karıştırılmıştır. Kronikler ve mevcut araştırmalardaki bilgiler de konuyu daha girift hale getirmiştir. Ancak genel anlamda Osmanlıların Karamanoğulları üzerine 1442-1443 ve 1444 yıllarında harekât gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Aşıkpaşazade’nin bahsettiği 1443 olayıdır[82]. Ona göre; Osmanlı askerinin bozguna uğradığını işiten Karamanoğlu, Emirdağı ve Beypazarı’na[83] gelip buraları yağma etti ve andını bozdu. Bunu duyan Sultan Murad, Konya’yı yağma etti. Karamanoğlu kaçıp Taşili’ne sığındı. Karamanoğlu hatununu ve veziri Sürur’u[84] gönderdi. Bunlar; “Karamanoğlu kendisine layıkını etti. Hak Taala yanında yüzünü kara eyledi. O halde sen kerem et, lütfet. Bu sefer dahi bunun küstahlığına bakma. Buna yüz karalığı derler. Suçunu bildi. Suçunu affeyle.” deyince sultan, Sürur’a kefil misin diye sordu. Sürur cevabında evvelki hatasında ben yoktum, bu hatası da Turgutoğullarından oldu, deyince Karamanoğlu’nun suçunu affetti[85]. Neşri ise aynı olayı Karamanoğlu İbrahim Bey, kafirlerin Osmanlı’yı yendiğini işitince Beypazarı’na varıp türlü işler ettiler. Kafir dahi kafirliğince o işi etmezdi[86] demiştir. Neşri olayın devamını ise şöyle anlatmıştır:
“Karamanoğlu’nun halka ettiği hakaretleri işiten Sultan Murad, Konya’ya geldi. Karamanoğlu Taş’a kaçtı. Alaeddin Çelebi babasıyla birlikte Larende’yi harap etti. O vakte kadar Osmanlı’dan hiçbir bey bu kadar zulmetmemişti. Bunca mezalime Karamanoğlu İbrahim Bey sebep olmuştu. Karamanoğlu’nun hatunu ki, Sultan Murad’ın kız kardeşiydi. Onunla veziri Kara Server’i sultana gönderdi. Eşi ‘Çün gelip benim evimi böyle harab edecek idin, beni buna verip niderdiniz?’ deyip ağladı. Kara Server de önceki hatasında ben yoktum. Bu hatasına rızam yoktur. Bu, Turgutoğullarından dolayı oldu. Hünkara suçumu affettir diye beni gönderdi.”[87]
İdris-i Bitlisî ise Mevlâna neslinden bir kişiyi elçilik heyetine eklemiş ve olayı şöyle anlatmıştır:
“846/1442-43 yılında Karamanoğlu’ndan intikam almak için üzerine yürüyen Sultan Murad, oğlu Amasya’da bulunan Şehzade Alaeddin’i de çağırdı. Karaman toprakları yağma edildi, karşı koyamayacağını anlayan İbrahim Bey geri çekildi. Hanımı, vezir-i azamı Hoca Server’i ve Mevlâna hafidini Sultan Murad’a gönderdi. Çünkü hemşire-i sultânî biraderinin katında gayet ile aziz ve muhterem idi. Bu görüşmelerde sultana düşmanına gücün yettiğinde kudretine şükür eyle demişti. Sultan, İbrahim Bey’in ahd isteğine güvenmedi ancak kız kardeşinin hatırı için ahd yenilenmişti.”[88]
Bahsedilen tarihteki hadise diğer kaynaklarda da benzer şekilde anlatılmakla birlikte İlaldı Sultan’a ait tanımlamalar olduğu için konuyla ilgili şu bilgiler dikkati çekmiştir.
“Karaman ülkesine giren ordu, buraları yağmaladı. Bu tarihe kadar hiçbir İslam beldesi yağmalatılmamıştı. Karamanoğlu, Taşili’ne kaçtı. Hediyelerle birlikte veziri Server Bey’i sultana gönderdi. Padişahın kız kardeşi olan üstün değerli eşini de suçunu bağışlatmak için sultanın yanına yollamış bulunuyordu. Bazı tarihçilere göre Sarı Yakub, Molla İdris’e göre ise Ulu Arif Çelebi şefaatçi olarak gönderilmişti. Sultanın temiz bir inciyi andıran kız kardeşi, eşinin suçlarının bağışlanmasını diledi. Döktüğü gözyaşları, hıçkırıklar ince kalpli sultanı yumuşattı. Af ve kerem yüzüne dönerek onun şefaat perdesini eşinin edepsizliklerine örtü eyledi. İffet köşkünün perdeleri ardında oturan bu hatunun gözyaşları iyi ahlak sahibi padişahın şefkat damarlarını kabartmakla, Hoca Server’e tarizlerle dolu güzel bir konuşma yaptı.”[89]
Görüşmeler için veziri Server Bey’i hediyelerle Sultan Murad’a gönderdi. Özellikle padişahın kız kardeşini de göndererek, şefaat ricasını iltimas eylemişti. Suçlarının bağışlanmasını isteyince, kız kardeşlerinin hatırına riayet için olacak, bağışlandı[90]. Yaptıklarından pişmanlık duyarak veziri Server Bey’i, müftüsü Sarı Yakub’u –bir rivayete göre Mevlâna’nın torunlarından Arif Çelebi’yi- ve sultanın kız kardeşi olan zevcesini af dilemeleri için sultana gönderdi[91]. Nitekim bu seferde dikkati çeken nokta Osmanlı kuvvetlerinin çok sert davranması ve bir İslam beldesinin yağmalanmasına müsaade edilmesiydi. Zira yapacağı seferde arkasında güçlü ve kendisine baş kaldırabilecek bir beylik istemiyordu. Yine Rumeli’ndeki durum üzerine sulh yapıldığı da gözden kaçmamalıdır. Zira aciliyet ya da öncelik oradaydı. Yapılan barış görüşmelerine İbrahim Bey’in eşi İlaldı Hatun ile veziri Server Ağa’nın katıldığı konusunda bütün yazarlar hemfikirdir. Ancak Osmanlı affedici gösterilmiş ise de Osmanlı’yı böyle davranmaya iten zorunluluklar unutulmamalıdır.
1444 baharında Karamanlılar; Sivrihisar, Beypazarı, Ankara ve Karahisar’a kadar ilerlemiş, Akşehir ve Beyşehir bölgesini işgal etmişti. Edirne Segedin Antlaşması yeminle tasdik edilip barış imzalanınca Sultan Murad, dört mezhepten fetvalar alarak Karamanoğullarına karşı harekete geçti. Karamanoğlu, II. Murad’ın tekrar üzerine geldiğini görüp durumun vahametini anlayınca tekrar adamlar gönderip pişman olduğunu bildirdi. Padişah, onu bağışlayıp topraklarını geri verdi. Bu hadise, Karamanoğlu ile Temmuz 1444 tarihinde yapılan Yenişehir Barış Antlaşması ile sonuçlanmıştır[92] . Ahidnâme, Sevgendnâme veya musâlaha olarak adlandırılan Sultan II. Murad’a İbrahim Bey’in verdiği belgede; İbrahim Bey’in her yıl bir oğlunu askeri ile birlikte Osmanlı padişahının hizmetine vermeyi taahhüt etmiştir. Bir diğer husus ise İbrahim Bey’in ahdini bozmayacağına dair defalarca yemin etmesiydi[93]. Bazı çalışmalarda İbrahim Bey’in eşi ile veziri Server Ağa’yı sulh için gönderdiği Aşıkpaşazade’nin 1443 yılı ile ilgili yukarıda verilen bilgilerden hareketle söylenmiştir. Diğer kaynakların teyit etmediği bu bilgi, yıl karışıklığı olarak değerlendirilmelidir. Zira barış için giden heyet, Karaman’ın uluları olarak adlandırılmıştır[94]. Bu ifadeden onların gitmesinin de bir ihtimal olduğu anlaşılmaktadır. Ancak isim zikredilmediği için ihtiyatlı yaklaşmak gerekir[95] .
Fatih döneminde meydana gelen anlaşmazlıklar nedeniyle ise Karamanoğlu İbrahim Bey, Mevlâna Veli’yi barış için göndermiştir. Kassaboğlu Mahmud Bey’in önünde sultana isyan etmemeye yemin etti. Ilgın sınır oldu. Beyşehir, Kırşehir ve Seydişehir gibi şehirler Osmanlılara kaldı[96]. Ayrıca sefer esnasında kuvvet göndermek ve kızını Fatih’e vermek şartlarıyla anlaşıldı[97] .
Sonuç
Evlilikler, düşmanlara karşı bir tedbir veya ittifak olarak değerlendirilebilir. Zira ilgili tarafı Osmanlı tarafına çekmek amaçlanmış olmalıdır. Batı’ya doğru yapılacak seferlerde tarafsız kalmasını temin için de olabilir. Bu evliliklere rağmen kısa bir süre içerisinde düşman olabilecek potansiyele sahip oldukları da bilinmekteydi. Karamanoğlu açısından bakıldığında ise beyliğin başına geçmek için güçlü bir destekçi temin edilmiş oluyordu. Dolayısıyla her iki taraf açısından da evlilik siyasi amaçlar için araç olarak kullanılmıştır. İbrahim Bey yaptığı bu evlilik sayesinde Sultan Murad’ın desteğini almıştır. Kardeşlerinin de kendisini desteklemesi üzerine amcasıyla mücadele ederek Karaman tahtına oturabilmiştir.
Karamanoğlu İbrahim Bey’in eşi İlaldı Hatun, Çelebi Mehmed’in kızıdır. Evlendikten sonra Konya’ya gelen İlaldı Hatun, burada bir darulhuffaz yaptırmıştır. Kur’an-ı Kerim okunan ve öğretilen kurumda, hafızlar yetiştirilmiştir. Vakfın Şadi Bey Hamamı’ndaki hissesinden ve hamamın karşısındaki dükkanlardan gelirleri vardı. Bu gelirler, aydınlatmaya ve vakıftaki görevlilere harcanıyordu. Darulhuffazda mütevelli, nazır, imam, müezzin ve cüzhan ile eğitim alan hafızlar görev almıştır.
Karamanlıların saldırısına rağmen her seferinde anlaşma yapılmasını sadece İlaldı Sultan’ın II. Murad’ın kardeşi olmasına bağlamak yanlış olur. İlaldı Hatun, Osmanlı-Karamanlı mücadelesinde eşinin yani Karamanoğullarının tarafını tutmuştur. Ama daha önemli olan konu, İbrahim Bey her zor durumda kaldığında bölgenin en seçkin ulemasıyla birlikte eşini de göndermiştir. Bu anlamda İlaldı Hatun, bir arabulucu olarak görev almıştır. Ancak Sultan Murad’ın sadece onun hatırı için İbrahim Bey’i bağışladığını söylemek abartı olur. Zira Şahruh’un Anadolu’ya bakışı, Balkanlardaki nazik durum yani konjektürel siyasi yapı düşünüldüğünde, aksi bir tavır takınmış olsaydı, cepheyi genişletmekten başka bir şey yapmamış olacaktı. Ama hem İbrahim Bey’e gereken dersi verip hem de onun bütün yaptıklarına rağmen alicenaplık gösterip affetmek, düşmanın gücünü azaltmanın yanı sıra İslam dünyasında sempati ile bakılan bir Osmanlı ortaya çıkarıyordu. Zira Osmanlı hep mecbur kaldığı için Müslüman Karamanoğulları üzerine gitmişti. Ama Karamanoğulları hep arkadan vuran ve düşmanla iş birliği yapan bir beylik imajına kendiliğinden bürünüyordu.
Tahrir defterlerinde İlaldı Hatun yazılırken İbrahim Bey’in eşi olarak değil de Çelebi Mehmed’in kızı olarak yazılmıştır. Vakfın Karamanoğulları döneminde kurulduğu bilinmesine rağmen bunun bilinçli olarak yazıldığı izlenimi vardır. Nitekim Osmanlı kroniklerinde İbrahim Bey’in Osmanlı neslinden gelen çocukları yerine cariyeden doğma İshak’ı tercih etmesi anlatılır. Ancak Osmanlı sultanlarının annelerinin de farklı beyliklerden ya da milletlerden olmasını aynı mantıkla açıklamak güçtür. O halde bu tür ifadeleri belirleyen devletin maddi ve manevi gücüdür. Günümüzde de güçlü olan devletlerin zayıf olanlara istediğini söylediği görülmektedir. Ancak ifade ettiği şeyin kendisinde olması durumunda siyasi gücünden dolayı işin içinden kolayca çıkabilmektedir.
İlaldı Hatun, mücadele halindeki iki taraf arasında kalan her iki hanedana da hısım olan bir kadındı. Ancak 1476 yılından itibaren eldeki mevcut Osmanlı kaynakları İlaldı Hatun’u özellikle Mehmed’in kızı olarak yani bir sultan olarak yazmışlardır. Dolayısıyla Osmanlı tarafına geçen oğullarına gelebileceği en yüksek makamın verilmesi de bu bakış açısının bir göstergesidir. Zira onlar Osmanlıdır.
1437 yılındaki görüşmelere Mevlâna Hamza ile İlaldı Hatun katılırken 1443’te Server Ağa ile İlaldı Hatun barış görüşmelerinde bulunmuştur. 1444 yılında ise Karaman’ın önde gelenleri görüşmelere katılmıştır. 1451 yılında ise barışı tesis etmek için Mevlâna Veli görevlendirilmiştir. İbrahim Bey döneminde Osmanlı-Karamanlı mücadelelerinin ardından sulh tesisi için giden heyetler ya devletin önemli kademelerindeki görevliler ya da devrin önemli alimleriydi. Ancak her iki gruba da eşlik eden İbrahim Bey’in eşi ve II. Murad’ın kız kardeşi olan İlaldı Hatun’du. Kocasıyla kardeşi arasında bir kadının arabuluculuğu, insani olarak düşünüldüğünde gerçekten zor bir durum. Çünkü kişinin birini tercih etmesi gerekecekti. Dolayısıyla savaş ile barışın, kardeş ile kocanın ve Osmanlı ile Karamanlı’nın tam ortasında bir figürdü İlaldı Hatun. Ancak genel anlamda değerlendirildiğinde ikinci ifadeleri tercih ettiği söylenebilir. İlaldı Hatun’un görevi, mesajı iletmek ve onun kardeşliğinden istifade ederek durumun nezaketini anlatmaktı. Zira burada İbrahim’e zarar verirken bana ve çocuklarıma da zararın olacak mesajı verilmiş olmalıdır.
İncelenen konu yanında İncu Hatun’un Çelebi Mehmed’in kızı olduğu, Karamanoğlu Mehmed Bey’le evlendiği ve İbrahim Bey’in analığı olduğu da ortaya çıkmıştır. Osmanlı ailesinden olan Nefise Hatun’un torunu olan İbrahim Bey, Çelebi Mehmed’in kızı İlaldı Hatun ile evlenmiştir. Bu evlilikten altı erkek ve bir kız çocukları olmuştur. Kızları, Fatih Sultan Mehmed’le evlenmiştir. Birbirine aile bağlarıyla bağlı olan kişilerin mevzubahis devletleri olunca tamamen yönetici vasıflarıyla hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Bu çalışmada Çelebi Mehmed’in sekiz kızı olduğu anlaşılmıştır. Bunların kimlerle evli olduğu tespit edilmiştir. Ancak kızlardan birisinin ismi bilinmemektedir. Ayrıca Karamanoğlu İbrahim Bey, İlaldı Hatun’dan önce bir cariye ile evliydi. Ancak cariye olan eşi 1432’de öldürülmüştür. Bu eşinden Mehmed ve İshak adlı oğulları olmuştur. 1471 yılında, oğullarına yardım etmesi için Uzun Hasan’a giden İlaldı Hatun, yolda ölmüştür. Babaları için yaptığı arabuluculuğu oğulları için de yapmaya çalışmıştır.