Selçuklu tarihiyle biraz meşgul olanlar, "İğdiş"ler hakkında muhakkak bir şeyler okumuştur. Bilinenlerin bir kısmı, kaynaklardaki müphem bilgilerden, önemli bir kısmı da sözlüklerden veya bazı araştırıcı ve meraklıların konu ile yazdıklarından gelir. "İğdiş"in Türkiye Türkçesi’nde halen de kullanılan bir anlamı, ayrıca bizleri etkiler.
Selçuklu şehirlerinde ve bu arada Konya şehrinde, belirli bir ticari düzenin olduğu muhakkaktır. Bu ticari düzenin bir neticesi de kendisine mahsus bir teşkilatın olmasıdır. Bu teşkilatın, günümüz Türkçesi’nde kullanma eşyası üretenlere denen "Esnaf' adıyla da ilgisi vardır. Bu esnaf içinde, üreticiler ve sancılar olarak iki zümreyi ayırt edebiliriz. Bu iki zümre arasında, var olduğu muhakkak olan belirli bir ilişkiyi yeterince bilemiyorsak da, bu ikili özelliğe öncelikle dikkat edebiliriz. Satış döneminin önce, buna karşılık imal ve üreticilerin daha geç devirde etkin olmuş olabilecekleri ilk akla gelen husustur. Bu iki dönemi, İğdişlik ve ahilik devirleri olarak da ayırma denemesi yapmış idik[1].
Selçuklu devri Anadolu-Türk şehrinde, esnafın durumunu, daha doğrusu çarşının özelliklerini meydana çıkarmak için yeterli kaynağımız bulunmaktadır. Bunun ilk basamağı, bu esnafın kimliklerinin tespiti olup, konu en iyi şekilde, ancak vakfiyelerden anlaşılabilmektedir. Bu vakfiyelerin en eskilerinden birisi ise, 1202 tarihine ait olup, rahmetli O. Turan tarafından yayınlanmış olan Altun-apa Vakfiyesi’dir[2].
Altunapa Vakfiyesi’nde, Konya şehrinde dükkan sahibi olarak adı geçenleri şöylece tespit edebiliyoruz:
- Kadı Necmeddin Abdurahman bin Mehmed
- Fahreddin Yunus bin Haşan el-Koneviyül muhtesib üs-sultani
- (Verese-i) el-hac Yusuf bin Savtegin ül-Koneviy-it-tacir
- (Verese-i) İbn Gaziy’il-Koneviy'il-Hayderi
- (Verese-i) Emir Şehabeddin Mehmed bin Mahmud
- İsmail bin Abdurahman bin....
- 2 numaralı kişi
- (Suq-ı atik'de) Arıtmış bin Toğan'il-Konevi
- (Suq-ı atik’de) 4 numaralı kişi
- 4 ve 9 numaralı kişi
- (Suq-ı atik'de) Haşan
Görülüyor ki Altun-apa Vakfiyesi’nde, bir vesile ile sözü edilen dükkanların, sahipli olanların arasında hiç gayrimüslim yoktur. Gayrimüslim hiç kimse bulunmadığı gibi, babası Abdullah, yani yeni Müslüman olan kimse de yoktur. Bu arada hemen ekliyelim ki vaakıf, Şemseddin Altun-apa da birçok dükkan yaptırmıştı. Konya'daki her iki Eski ve Yeni çarşıdaki dükkanların büyük çoğunluğu, zaten muhtelif yapılara ait vakıf dükkanlardır.
Dükkan sahipleri, Türk ve Müslüman olmakla birlikte, belki bunların kiracıları farklı olabilir diye akla gelebilir. Bilindiği kadarı ile dükkanlardaki kiracı olanların isimleri de, dükkan sahiplerine benzer isimlerdir. Bu durumu, sadece bu vakfiyeye mahsus veya bir tesadüf de kabul edemeyiz. Çünkü aynı vakfiye, şehir dışı alanlarda mülk sahibi olarak çok sayıda gayri müslim isimleri zikretmektedir. Şu halde, XIIL yüzyıl başında Konya esnafı arasında tam olarak Türkler veya daha doğru bir deyişle Müslümanlar etkin bulunmaktadır. C. Karatay, Caca-oğlu Nureddin ve Sahip Ata vakfiyelerinden, sonraki yıllarda da durumun aynı esaslar içinde olduğunu tespit edebiliyoruz. Hemen ekleyelim ki, şehirlerde, şehrin eski sakinlerinin oturduğu kesimlerde, elbette onların kendi iktisadi düzenleri devam etmekte idi.
Konya şehrinin, XIIL yüzyıl başlarından itibaren ayrıntılı bir kaynağı olan Eflaki'deki esnaf isimleri arasında, sadece "Tanyal" adında bir Etmeninin adı geçmektedir. Bunun dışında hiçbir gayrimüslimden söz edilmemesi, esnaf arasında Türklerin ve Müslümanların hâkim olduğunun bir diğer işaretidir. Bahaeddin Veled, XIIL yüzyılın ilk çeyreği sonlarında Konya'ya geldiği zamanlarda, kendisinin sadece iki müridinden söz edilir. Bunlardan birisi kasap, diğeri ise ekmekçidir[3]. Şehrin "et ve ekmek" gibi iki en önemli ihtiyacını karşılayan esnaftan olan bu kişilerin Türk ve Müslüman olduklarına şüphe yoktur. Hem bu iş, yani mesleklerini çok daha önceden beri yapmış olmalıdırlar. Bu arada bazı sanat dallarının, ancak zamanla Türkler arasında gelişmiş olabileceği de akla gelebilir.
Bir paytaht olduğundan yabancılara ve gayrimüslimlere karşı hoşgörüde en ilerde olması gereken, Konya'da tabii olarak oluşan bu durum, diğer Selçuklu şehirlerinde de hemen aynen görülebilir. Ancak öteki Selçuklu şehirlerinde, Kırşehir, Sivas veya Kayseri dışındakilerin ticari hayatlarını kesinlikle bilemiyoruz. Bilinenlere göre hüküm vermek gerekirse, Konya başta olmak üzere Kırşehir, Sivas ve Kayseri'deki çarşılarda Müslüman-Türkler hâkim bulunuyordu. Bu etkinlik, sadece XIII. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiş olmayıp, yüzyılın başlarından itibaren görülen bir hususiyettir.
Türklerin, Anadolu'daki şehir hayatına katılmalarını yeterince incelemeyen bir kısım araştırıcılar, bazı peşin-hükümlerin de etkisiyle, dönemde farklı bir iktisadi hayatın olduğunu kabul etmişlerdir. Buna göre zenaat erbabı yerli unsur (Rum ve Ermeni) ile yaylacı Türkmenler birbirini tamamlıyordu[4]. Oysa durumun bu esasta olmadığı, zenaat erbabı olmasa da, satıcılar arasında da Müslüman ve Türklerin çoğunlukta olması ile anlaşılıyor. Çünkü Türkler tamamen yaylacı unsur olmayıp, daha XI. yüzyıl sonlarında kale-şehirlere kale erleri olarak yerleşmişlerdi. Nitekim bunların da ihtiyacını karşılayanlar, yukarıdaki dükkan sahiplerinin isimleri olarak en azından 1202'den önce, iki nesil takip edilebilmektedir. Müslüman-Türk çoğunluğu kesin olan Konya esnafının temellerini kesinlikle Türk geleneklerinde aramamız gerekmektedir.
Teşkilatçı özellikleriyle büyük ün sahibi olan Türklerin, iktisadi hayatta da teşkilatçı oldukları muhakkaktır. Bu konuyla ilgili kavramlardan birisi "İğdiş" olarak görünmektedir. İğdiş, sadece Konya'da değil, öteki Selçuklu çağı şehirlerinde de ekonomik hayada ilgili bir kavram olarak dikkati çekmektedir. Buna dair, Fuat Köprülü başta olmak üzere eski araştırıcıların fikirlerini kısaca özetlemek gerekir. Nitekim bugün bizim "İğdiş" diye kabul ettiğimiz kelimeye dair merhum Fuad Köprülü'nün de bir görüşü vardır[5].
İğdiş kelimesine dair yakın zamana kadar bilinenler, daha çok İ.H. Uzunçarşılı etkisinde oluşmuştur. Çünkü O, İğdişleri askeri teşkilatın içinde saymakta idi[6]. İğdiş'in bilinen “kısırlaştırılmış” anlamı yanında sözlüklerde melez insana, annesi veya babası farklı olanlara dendiği de belirtilir. Uzunçarşılı, İbn Bibi’nin kayıtlarını naklettikten sonra "bu kayıtlardan İğdiş- başının devşirme veya muhtelif(t) bir kuvvetin kumandanı olması muhtemeldir" diyor ve ilave ediyor. "Kayseri'nin sukutuna sebep olan İğdiş-başı Hajük-oğlu'nun mühtedi bir Ermeni olduğu anlaşılıyor". Oysa, aşağıdaki sözlerimizden sonra, aynı İğdiş-başının kendisini Moğollara daha yakın sayan, İç Asya’dan yeni gelmiş birisi olabileceği de akla gelebilirdi.
Selçuklu devrinin seçkin tarihçilerinden Osman Turan ve Faruk Sümer'in İğdişler hakkındaki görüşleri de önemlidir. O. Turan'ın yazdıkları da şöyle hulasa edilebilir: "Selçuk devrinde İslâmlaştırılan bir askeri sınıf... İğdiş (iktiş)ler olup ..bunların şehirlerde nizamın korunmasında kullanılan ve Hıristiyan çocuklardan teşekkül eden askeri bir sınıf olduğu anlaşılıyor"[7]. Görülüyor ki burada O. Turan da Uzunçarşılı'dan etkilenmiştir. O da İbn Bibi, Eflaki ve öteki kayıtları sıraladıktan sonra anne ve babasından birisi Türk olmayan insanlara dendiğini vurgulamaktadır. Bununla birlikte Yazıcıoğlu'nun bu kelimenin manasını anlayamadığından metinden çıkardığını söylemesi ise[8] bize kalırsa, daha değişik bir gerçeği göstermektedir. Yazıcıoğlu devrinde, arük herkesçe bilinen terim manası belirsiz kaldığından olsa gerek, kavramı aynen vermek yerine, manasını vermeyi tercih etmiştir: "şehir ayanından biri"[9].
Osman Turan'dan öğrendiğimiz en önemli gerçek, İğdiş unvanlı bir kişiye, Artuklu Devleti içinde de tesadüf etmemizdir. Bu ise, aşağıdaki sözünü edeceğimiz özelliklere daha uygun düşmektedir.
İğdiş ler hakkında en son ve mükemmel sayılabilecek bil' araştırma, rahmetli Faruk Sümer'indir[10]. Faruk Sümer, bu makalesinde, bilinenleri yeniden gözden geçirerek, askeri bir zümre olmak özelliklerinin asla söz konusu olamayacağım kesinlikle ortaya koymaktadır. Hatta vaktiyle bu düşüncede olduğu halde, şu andaki kaynaklar ışığında, böyle bir durumun gerçek olamayacağım belirtmektedir. Fakat, o da melez, yani karışık 11'ktan olma özelliklerine dalla çok önem vermektedir. Zaten c. Cahen ve s. Vryonis Jr. da bu özellikleri etkindir[11]. Mahalle ve şehir önderleri olduklarına dair rahmetli M. Akdağ'111 düşüncesine ise, biraz fazla peşin-hüküme karşı çıkmaktadır. Oysa, bilinen kaynaklar bu özelliklerinin dalla da önem kazandığını açıkça göstermektedir. Sümer kısaca, İğdişlerin "XII ve XIII. yüzyıllarda bilhassa büyük şehirlerdeki maliye memurlarına dendiğini" belirtiyor. Onların başlıca İŞİ, "şehirlerdeki mali işlerle meşgul olmak, vergi toplamak" idi. Sümer, bu gerçeği," takrir-i Emir-İ İğdişan"ı aynen verip tercüme ederek açıkça göstermiştir.
Bununla birlikte eski bilginlerin yazdıklarım unutup kaynaklan yeniden dikkatlice gözden geçirirsek, bazı tespitler yapabiliyoruz. Çünkü bir kısım kaynaklarımız, Selçuklu devrinde şehirlerin onde gelen kişilerine İğdiş dendiğini, liatta şehirlerde ticari lıayat! İğdiş-başı'nin murakabe ettiğini belirtir[12]. Bu sonuncu terim, mesela ibn Bibide[13] aynen Türkçe'siyle geçtiğinden, Türkçe asıllı olması gerektiği de söylenebilir. Kaynaklar bu kavramı başka şekle sokarken bile, bu görevin bir "emaret” yani "beylik" olduğunu belirtilerek zikrediyorlar: "Emir iil-egadişe"gibi[14].
Kaynaklar gerek Konya şehrinde gerekse diğer Selçuklu şehirlerinde birçok İğdişbaşınin ismini vermektedir. Bunları şöyle Sıralayabiliriz:
- "Emir-i İğdişan Hacı İbrahim bin Ebu Bekir": Konya'nın kuzeyindeki, 607 m./temmuz 1210 tarihli Dokuzun Hanı’nı yaptırmıştır: Konyalì, 1228; RCEA, da "emir-i İğdişan" kısmı tam okunamamış: IX, s. 49-50, nu: 8668.
- Hurrem-şah, "İğdiş-başı-ı Sivas": Babalılar isyanı sırasında Sivas’ı savundu, fakat öldürüldü.: İbn Bibi, 501.
- Hüsam, "Hajuk-oğlu lakaplı", "İğdiş-başı-ı şehr" (-i Kayseri); Moğollara Kayseri'yi teslim etti: İbn Bibi, 529.
- Muin, Malatya'nın "İğdiş-başı"sı: Abu'l-Farac Tarihi, (Tl'K, Ankara, 1950,11,565).
- Fahredin, "Emir ül-Egadişe": 1277 yıllarında Konya(yı Karamanlılara karşı savunan ve bu makamın son kişisi, 2 temmuz 1279 tarihinde öldü; Anonim, s. 61-62; İbn Bibi, adını vermiyor: s. 696;
- Şemseddin...., (Hoyi'de adı belirtilmeyen, takrir sahibi Emir-i İğdişan).
- Hass Beğ, Said oğlu; mart 1343 tarihinde 'maktulen ölmüştür' (Konyalì, Aksaray, II, 1549.)
Bunlara XV. yüzyıla ait Darende'den bir ismi de ekleyebiliriz: Ancak bunun değişik bir dönemde ve şartlarda zikredildiğine dikkat edilmelidir: (İ.H. Uzunçarşılı, Belleten, I, 1937).
Bütün bu isimlerin neticesinde şu gerçekleri tesbit edebiliriz:
- "İğdiş-başı"lardan isimleri bilinenler arasında, Kayserili Hajuk oğlu Hüsam’dan başka gayrimüslim kökenli olabilecek kimse yoktur. Hele 1210 yılında Emir-i İğdişan olduğu kitabesi ile kesinlikle bilinen kişinin babasının ismini açıkça biliyoruz. Bu kitabe, İğdiş-başıların, veya İğdişlerin melez kökenli olduklarına dair düşünceyi yeniden gözden geçirmemizi gerekli kılmaktadır. Gerçi bu durumda annelerinin yerli olduğu söylenebilir ki bu da oldukça tartışmalı bir durumdur.
- İğdiş 1er, şehrin genelde eşraf ve ayanı sayılmakta idiler[15] ve dolayısıyla oturdukları mahallenin de eşrafıdırlar. Bu özellikleri sebebiyle, şehirlerde halk temsilcileri olarak düşünülmeleri olağandır[16]. Gerektiğinde şehzadeler veya eski Sultanlar onların evinde misafir edilebilmektedir[17]. Zaten İğdiş, Mevlana’nın şiirlerinde de köylünün zıddı olarak dükkan sahibi şehirli ve zengin kişi anlamında geçmektedir[18].
- İğdişler, hemen her Selçuklu şehrinde mevcut idiler. Konya, Sivas, Kayseri, Aksaray, Larende, Ereğli ve İskilip, kendilerinde İğdiş ve İğdiş-başı olduğunu kesinlikle bildiğimiz şehirlerdir.
Şehirlerde, İğdişlerin başı demek olan İğdiş-başı, devlet görevlilerinin dışında, o şehir halkını temsil eden en yüksek görevli, yani bir tür Belediye Başkanı olarak düşünülebilir. İğdiş-başı'nın özellikle ticaretle çok yakın ilgisi olup, şehre gelip giden tüccarlarla da yakından ilgilenmektedir[19]. Ayrıca o bir nevi de Belediye Başkanı olarak şehri en iyi bilen olduğundan, Merkezi idarenin o şehirden istediği verginin halktan adilane bir şekilde toplanmasını da sağlamaktadır[20]. Hatta bir tehlike vukuunda, şehir halkının silahlanarak düşmana karşı direnmesinde etkili olmaktadır. Sivas'ta Babailer isyanında direnmeye çalışan İğdiş-başı, şehrin diğer ileri gelenleriyle birlikte öldürülmüş idi[21]. Konya İğdiş-başısı da 1277’de Cimri'ye karşı direnmeyi tanzim etmeye çalışmış idi[22]. Bu veya bir başka İğdişbaşı’nın (Emir-i İğdişan) türbesiyle ilgili vakıflar Fatih devrinde zikredilmektedir[23].
İğdiş-başılardan bildiğimize göre, İğdişler de kesinlikle Müslüman, hatta Türktürler. Hatta bazı şehirlerde (Kayseri gibi) yeni Müslüman olanlar da bu teşkilatın İçine girmiş olmakla birlikte aslında sadece Müslümanlara mahsus olmalıdır, İğdişlerin, ticaretle uğraşan, İslami bilgileri sınırlar kişiler olduğu da anlaşılıyor[24].
İğdişlik Teşkilâtı: Konya ve ona bağlı olarak Türk şehir hayatında önemli bir yer tutmuş olması gereken İğdişliğin bir teşkilâtı da olmalıdır. Ancak bundan önce; bu kelime ile ilgili olarak biraz bilgi vermek gerekiyor. Kelimenin edmolojisi ile ilgili tetkikler, "İğdiş"in genellikle melez insanlara dendiğini İşaret ediyor[25]. Bu arada, eskiden de, "İğdiş"in bilinen anlamının, kaynaklardaki durumla uyuşmadığını gören bazı araştırıcılar başka tekliflerde de bulunmuşlardır. Mesela اكدشİmlasının, "İğdiş" diye değil, "öğ- deş", veya "öndeş" okunmasını F. Köprülü teklif ediyor[26]. Ona gore malıalle- başı manasına gelen اكدشkelimesi, kısır veya melez nesil demek olan "İğ- diş" değil, ancak Türkçe rehber manasına gelen "öndeş" veya "öğdeş" olması lazım gelir.
Kelimenin kavram olarak, kelime anlamından farklı bir özelliği yansıta- bileceği düşünülmelidir. Buna göre, "İğdiş"i bir kelime olarak değil, fakat bir teşkilat olarak ele alabiliriz. Konya gibi belli başlı şehirlerde ortaya çıkan bu kavram ile şehirlerin durumu arasında bir bağ söz konusu olmalıdır. Gerçekten de şehirlerde hem geniş bir idareci zümre, hem de birçok ihtiyacının karşılanmasını bekleyen halk da bulunmaktadır. İşte şehirlerdeki bütün bu zümrelerin yiyecek ve benzeri irer türlü ihtiyaçlarının giderilmesi gerekmektedir. Şüphesiz bu durum, sadece Anadolu için değil, Türkistan Türk şehirleri için de söz konusudur. Nitekim orada bu işlemlerin belirli bir teşkilat tarafından görüldüğü dikkati çekiyor.
Kutadgu-Bilig'e gore, şehir halkım bir takım unsurlar ("tangcılar/çiftçiler, satigcilar/satıcılar" gibi) teşkil eder. Bunlar arasında İğdişçi 'ler de bulunmaktadır. Şehirdeki bu zümre, her türlü "yiyeceği, giyeceği ve ordunun binek at, aygırı ile yük hayvanlarını yetiştirirlerdi". Keza "kımız, süt, yün, yağ, yoğurt, peynir ile evlerin rahatım temin eden yaygı ve keçe hep bunlardan gelirdi"[27]. Bu ifade şehirlerde halkın en önemli ihtiyacı olan yiyecek ve giyeceğin bu unsur, yani İğdişçi 'ler tarafından karşılandığını göstermektedir[28]. Kutadgu Bilig'de ordu ihtiyacının da İğdişçiler tara- fından karşılanması, bu teşkilatın Türkistan'daki Türk sosyal hayatındaki yerini çok daha da geniş boyutta iletmektedir.
Karahanlılar Devletindeki bu teşkilat, sonraki tarih illerde, özellikle XIII. yüzyılda Türkistan'da varlığını devam ettirmiştir, İğdiş, devletin en önemli görevlilerine verilen unvan (veya lakaplardan) birisi idi. Nitekim 602/1205-6 tarihinde Benaket'te basılmış bir sikkede, "Ulug İğdiş /الغ اكدشÇağrı Han'ın ismini görüyoruz[29].
XII. yüzyıl sonlarında Türkiye Selçukluları'nda görülen bu teşkilat, Karahanlılar'da mevcut teşkilatın hemen ayni esaslarda devam eden bir benzeri olmalıdır. Bu hususta dikkatimizi çeken bil' gerçek de, Türkistan'da doğup çocukluğu orada geçen Mevlana'nın eserlerinde bu isim çokça geçerken, Anadolu şartlarının insani olarak yetişen oğlu Sultan Velette hemen hiç rastlanmamasıdır. Türklerin, XI. yüzyıldaki ilk askeri harekatının ardından, bu teşkilat da yeni geldikleri ülkeye gelmiştir. Hatta dönemin askeri harekâtının bir gereği olarak da birlikte gelmiş de olabilirler. Böylece bu şekilde Anadolu'ya gelip Bizans kale-şehirleri, kastra larına yerleşen Türkler, ihtiyaçlarının temini için hiç de Bizans esnaf, tacir ve diğer unsurlara gereklilik duymamışlardır. Zaten, Anadolu'ya gelen Türk unsuru İçinde yerleşiklerin hayli çok bulunduğu, başka vesilelerle gösterilmiş bulunmaktadır[30].
Türkistan'daki duruma benzer olarak, kaynaklarda rastlanan kayıtları yeniden tahlil edersek, Anadolu sahasında da İğdiş lerin, ayni İşleri gördüklerini söyleyebiliriz.Şu halde İğdiş ler, Konya şehri başta olmak üzere, özellikle Selçuklu sarayının, şehirli halkın ve ordunun iler türlü yiyecek ve öteki eşya İhtiyacını temin eden kişilerdir. Ancak bunlar, küçük İş veya doğrudan üretimle meşgul olmayıp daha büyük miktarlarda iş yapar veya gerektiğinde dışarıdan getirirlerdi. Yiyecek için koyun, askeri ihtiyaç için at beslemek bunların işi olup, gerektiğinde ticaret yapıp dışarıdan her türlü mal ve eşya getirtebiliyorlardı. Bu sebeple olsa gerek, İskilip'te, çarşıda 1272 tarihinde "Han-ı İğdişbaşı" bulunmakta idi[31]. Yine bu amaçla, ticari ulaşımın kolaylıkla yapılması için kervan yolları üzerinde hanlar yaptırmışlardır (Konya'dan Akşehir yönüne giden yol üzerindeki Dokuzun Hanı gibi).
İğdişler, şehirlerarası, hatta milletlerarası ticaret yaptıklarından, şehirlerin en etkili zümresi olmuşlardır. Onların isimleri, aynı anlamdaki "hvâce- gan" ile birlikte geçmektedir[32]. Bunun içindir ki şehir ayanı ve eşrafı sayılmışlardır. Bu özellikleriyle, Selçuklu şehzade veya eski sultanlarını, öteki Türklerinkine göre, daha mükellif olması gereken evlerinde misafir edebilmişlerdir.
Selçuklu taşra teşkilatındaki "Şehir divanı"nda, yer alan görevlilerinden birisi de "Emir-i İğdişan" idi[33]. Vazifesine bir takrir ile başlayan emir-i İğdişan, "server-i hvacegan ve muteberân" olarak tanımlanmıştır. Büyük tüccar anlamındaki "hoca"lar ile muteber-ayanın önderi olan "İğdişler Reği"=İğdiş-başı ndan, o şehirdeki zenaat ehli ve güçsüz kişilerin korkusuz olarak yaşamasını sağlaması istenir. Bu konudaki başlıca kaynağımız olan Hoyi, eserlerini Konya’daki son İğdişbaşının ölümünden sonra kaleme almışsa da, öteki Anadolu şehirlerinde (Larende, Aksaray ve belki İskilip) bu kurum ve kişiler, işlevlerine muhakkak devam etmiş olmalıdırlar.
XIII. yüzyılda şehirlerde ortaya çıkan yeni durum, İğdişleri de etkiledi. İğdişler doğrudan üretim yapmazken, şimdi şehir çarşılarında eşya üretimi yapan, esnaf da ortaya çıktı. Bu arada, Abbasi Halifesi, siyasi bakımdan gittikçe parçalanan İslam dünyasını, hiç olmazsa, bir fikir etrafında birleştirmek istedi. İşte bu yeni bir fikir akımı, "Fütüwet"in etkisinde kalan şehirler halkı, bir dönemde kararsız kaldı. Şehirlerin, Türkistan gelenekleriyle, yeni Önasya İslam gelenekleri arasındaki bu kararsızlık dönemi, XIII. yüzyılın ortalarına tesadüf etse gerektir.
ibn Bibiden kesinlikle anlıyoruz ki, XIII. yüzyılın ortalarından itibaren, İğdişlerin yanında, şehirlerde şimdi "ihvan/kardeşler" de görünmeye başlamıştır. Karamanlıların I277'de Konya üzerine askeri baskılarında bir kısım İğdişin Karamanlılar'la birlikte hareket etmiş olduğunu görüyoruz[34]. Fakat "ahilerin" etkisiyle daha sonra onlara karşı dilenilmiş, çok geçmeden ölen İğdiş-başı da, bu kurumun Konya'daki son temsilcisi olmuştur[35].
Bir ticaret adamı olarak İğdiş lerin, ayni zamanda "melez" sayılmalarının tarihi bakımdan bazı temelleri de olabilir. Göktürk çağından itibaren, devle- tin ticaretinde etkili olan Soğd unsurun zamanla Türk toplumu İçinde eriyip kaybolmaları, böylesine bir görünümü de etkilemiş olabilir. Herhalde,hem içinde bulundukları toplumu, hem de öteki milletleri iyi tanıyanlar, ticarette daha başarılı olacaklardır. Bu düşünce ile İğdişlerin iki yönlülükleri olağan karşılanabilir, İğdiş'in sözlüklerdeki açık, karışık insan anlamına rağmen, kavram olarak değişik bir manası olması yadırganmamalıdır. Bu türden, sözlük anlamı başka, terim anlamı çok daha başka kelimeler, ortaçağlarda çoktur[36].
Ahilik, Konya ve umumiyetle Ortaçağ Türk şehirlerinin en önemli esnaf teşkilatı olarak bilinir. Bu kurum, XIII. yüzyılın kalan yıllan boyunca, gelişmiş, bir yandan Kuvvetten nazari olarak etkilenirken, asil eski teşkilat olan İğdiş likten de önemli unsurlar almış olmalıdır[37]. Yukarda da dediğimiz gibi, İğdişlerde daha çok mevcut mal ve eşyayı satış, yani ticaret hakim iken, ahi lerde ayni zamanda üretim de söz konusu olmaktadır.
İğdişliğin yerini ahilerin aldığı XIII. yüzyılın sonlarında Konya ve öteki Selçuk şehirlerindeki esnaf arasında üretim yapanların da artmış olduğu muhakkaktır, üretim, ustanın yanında yardımcılar ve bilhassa birçok "çırak"gerektirmektedir[38]. Bu durum, yüzyılın ikinci yansından itibaren şehirlerde "rünud/rindler", veya "civanan/gençler" denilen ve hayli etkili olan yeni bir zümrenin oluşmasına da yol açacaktır.
Ahi liderleri, emirlerin altında bulunan binlerce rind sayesinde[39] zaten mirasçısı oldukları şehir yönetimde etkili olacaklardır. Ancak, XIII. yüzyıl sonlarında yazılanlarda dahi[40] devlet teşkilatına da giren bir Ahi-başılık[41] söz konusu olmadığı gibi, Ahi önderler arasında zaman çekişmeler de eksik olmamıştır[42]. Ahi önderleri özellikle merkezi gücün azaldığı dönemlerde, Anadolu yüzeyindeki birçok şehrin gerçek hakimi olacak ve şehirleri idare edeceklerdir.
Demek ki, Konya veya ülkenin öteki şehirlerinin esnaf teşkilâtı, ayrıntılarını bilmemekle birlikte, bir yandan Türkistan Türk esnaf teşkilatına bağımlı, diğer yandan da İslam-İran etkisini taşımaktadır. Bizans'ın döneminde, Anadolu'nun orta kısımları ve bu arada Konya önemli bir merkez olmadığından burada köklü ve sonrasına etki yapabilecek derece Rum esnafı olduğu söylenemez. Zaten Rumlara sempati ile bakan Mevlevi kaynaklarında bile, sadece Hıristiyan mimar ve ressamlardan söz edilmektedir.
Ahilik teşkilâtı, nedense Karaman-oğullan döneminde bir hayli zarar gördü.Bu sırada birçok Ahi önderi öldürüldü[43]. Konya'da etkisini XIII. yüzyılın ortalarında kaybetmeye başlayan İğdişliğin, Karaman-oğulları döneminde yeniden görülmesi[44] bu kurumun kesinlikle Türk olmasına bir başka delil olabilir.
Netice olarak, İğdişler ve İğdişlik, bir iktisadi kurum ve o kurumun mensuplarına verilen bir ad olarak Anadolu'da XII.-XV. yüzyıllar arasında etkili olmuştur. "Ticaretle de uğraşan bu zümre, hayvan besleyip şehir halkını doyurduğu için bu adı almışa benziyor[45]. İğdişler, şehirlerdeki büyük tüketici kitlelerin yiyecek ve öteki ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü idiler. Kelimenin anlamının olumsuz yönleri, öteki kavram=terim manasının da kaybolmasında ve unutulmasında etkili olmuşa benziyor.