ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Zeki Arıkan

Anahtar Kelimeler: Anadolu, Derebeyi Ocakları, Köse Paşa Hanedanı, Osmanlı

Gelibolulu Mustafa Ali, XVI. yüzyıl sonlarında halk ile devlet örgütü arasında ortaya çıkan maslahatgüzar ya da iş eri adıyla anılan "tufeyli" zümreyi "memalik-i mahrusa ayanından" olarak göstermektedir[1]. Şer'iyye sicillerine daynılarak yapılan bir araştırmaya göre, ayan ve eşraf XVI. yüzyılda, Osmanlı şehir toplumunda devletle reaya arasındaki ilişkileri düzenleyen ve halkın temsilciliğini üstlenmiş bir grup olarak ortaya çıkmış bulunuyordu. Bu grup; zengin tüccarlardan, esnafın yaşh ve gün görmüşlerinden, ulema ve diğer din adamlarından oluşuyordu[2]. XVII. yüzyıl boyunca timar sisteminin bozulması, merkezi gücün taşradaki etkisinin azalması, devlet memurlarının (ehl-i öd) yolsuzlukları, mukataaların malikane usulü ile kayd-ı hayatla ayan ve eşrafa verilmesi, bu sınıfın gittikçe güçlenmesine yol açu[3]. Bazı idari ve kazai işler de ayanların eline geçmeye başladı [4]. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra miri arazinin hemen hemen bütününü denetimleri altına alan ayanlar, irsi egemenlik sürdüren yasal prenslikler haline dönüş- tüler[5].Yuzo Nagata, ayanların 1768-1774 Osmanlı-Rus seferi sırasında ağırlıklarını daha da arttırdıklarını ve devlet otoritesini sarsacak bir güç kazandıklarını belirtmektedir[6]. Reayanın, bunların siyasi liderliklerini merkeze karşı desteklemiş olması, kendilerini bürokrat paşalardan ayıran temel bir ayrıcalık olarak görülmektedir[7]. Ayanların kimi zaman reayanın can güvenliğini sağlama ve vergilerini hafifletme gibi kamu yararına bir işlevi de yerine getirdiklerini unutmamak gerekir.

Ayanlar, "Ahali-i vilayetin ale'l umum ittifak ve ihtiyar eyledikleri kimseler"[8] arasından seçiliyordu. Bu bakımdan ayanlık üzerine derli toplu bir inceleme yapmış olan V.P. Mutafcieva[9], bu seçimlerde üretici halkın önemli bir rol oynadığını belirtmektedir. Mayıs 1790 (evahır-ı ramazan 1205) tarihli bir hükümde de "ayanların azil ve nasbına valiler ve sair memurlar tarafından müdahale olunmayup ahalinin intihabı"[10] ilkesinin bir kez daha yinelendiği görülmektedir. Bu yüzdendir ki Ziya Gökalp, Türkiye'de derebeylik sisteminin "halk hakimiyeti" devrini hazırladığım iddia etmiştir. Bu görüşte sınırlı da olsa bir gerçek payı vardır[11]. Ancak ayanların her zaman halkın koruyucusu olmadıklarını kimi kez de celladı durumuna geldiklerini unutmamak gerekir. Il. Mahmud'un bütün çabalarına ve Tanzimat döneminde yapılan yeniliklere karşın birçok yerlerde meclislere, özellikle küçük şehir ve kasabalarda ağa ve vücuh-ı memleket adı altında eski ayanlar hakim olmuştur[12].

XVIII. yüzyılın koşulları, Anadolu ve Rumeli'nin her tarafında derebeylik yönetiminin kesin bir başarıya ulaşmasına yardımcı oldu. Ayanlar binlerle ifade edilen kapı halklarıyla büyük birer silahlı güç haline geldiler. Ölü bir belge olarak kalmakla birlikte Sened-i ittifak[13] bunların devlet katında elde ettikleri nüfuzun en önemli bir kanı tı olarak görünmektedir.

Necdet Sakaoğlu'nun Divriği'de bir derebeyi ocağını, Köse Paşa Hanedanı nı ele alan incelemesi, imparatorluğun çeşitli yörelerinde kök salmış ayanlar üzerine yapılan çalışmalar zincirine yeni fakat sağlam bir halka eklemiştir[14]. Bu tür ayrıntılı monografilerin, derebeylik düzenini daha yakından kavramamıza büyük yardımcı olacağına şüphe yoktur. Sakaoğlu'nun bu çalışması çok geniş ölçüde arşiv malzemesine dayanmaktadır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'ndeki belgeler tarandığı gibi Sivas ve Divriği şer'iyye sicilleri de incelenmiş, hatta Divriği nüfus memurluğunda bulunan esami defterleri dahi kullanılmıştır. Ancak bütün bu kaynaklar ve bu kaynakları destekleyen eserlerden başka asıl üzerinde durulması gereken nokta yazarın, sözlü rivayetleri de büyük bir titizlikle derlemiş olmasıdır. Bu rivayetler, türküler vb. Köse Paşa Hanedanı'nın yörenin tarihinde ve hatta folklorunda ne kadar derin izler bıraktığım açıkça ortaya koymaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşan bu rivayetlerin, yazılı belgelerin verdiği bilgilerle çoğu kez uyuşması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur[15].

İmparatorluğun birçok yöresi gibi Divriği de XVIII. yüzyıl sonlarında yerel güçlerin filizlenmesine uygun bir ortam oluşturuyordu. Güvenlik bozulmuştu. Ekonomi sarsılmıştı. Çevredeki oymaklar sürekli bir kaynaşma içinde idi. Kasaba hem başkentin hem de eyalet merkezi olan Sivas'ın denetiminden uzaktı. Bu yüzden kasabanın şiddetle muhtaç olduğu otorite kendi içinden çıkmakta gecikmedi. Vezir Köse Mustafa Paşa hanedanın kurucusu oldu. Osmanlı tarihlerinin kendisinden ancak birkaç cümle ile söz ettiği, çoğu kez de zamanında aynı adı taşıyan diğer paşalarla karıştırdığı bu Köse Mustafa Paşa, devletin gözünde kimi zaman yetenekli bir vezir, kimi zaman da zalim bir zorba idi. Halkın gözünde ise hayırsever, yoksul babası, bütün yarını yoğunu kasabanın kalkınmasına harcayan bir baba idi. Köse Paşa'nın soyu oğlu Hafız Veliyeddin Paşa, torunu İmam Hüseyin Bey, dördüncü kuşakta Osman Bey, beşinci kuşakta Esad Beyle 1919 yılına kadar devam etmiştir. iyilik sever, yoksul babası Köse Paşa'nın yerini alan oğlu Vezir Hafız Veliyeddin Paşa, III. Selim'e, IV. Mustafa'ya ve II. Mahmut'a on yıl süreyle vezirlik etmiş, eyalet yönetmiş, en sonunda devlete baş kaldırarak bir âsi damgasını yemiş ve tüyler ürpertici bir şekilde katledilmiştir.

Veli Paşa'nın uyandırdığı öfke, hanedanın gözden düşmesine neden oldu. Fakat İstanbul'da yapılan girişimler sonunda Köse Paşa Hanedanı aklandı. İmam Hüseyin Bey, "kapıcıbaşı" unvanını almakla kalmadı, dedesinin sarayında "izah edilemeyecek bir protokol taşkınlık' içinde" yaşamaya başladı. Babasının uyandırdığı kin, nefret ve soğukluğu gidermek için gerekli adımları atmaktan da geri kalmadı. "Kaymakam Rif'atlü İmam Hüseyin Bey" babasının zalim olarak anılmasına karşılık "cömert, saltanat düşkünü" olarak ün yaptı. Tanzimat reformlarının akışı içinde İmam Hüseyin Bey, Divriği kaymakamlığına getirildi ve altı yıl (1841/42 - 1847) bu görevde kaldı. Tanzimat'ın kaymakamlığa getirdiği İmam Hüseyin Bey'in aslında derebeyliği devam ediyordu. O, sürekli olarak ortaya çıkan her konuda sırtını çökmek üzere olan bu duvara dayamaktan geri kalmadı. 1871 yılında bu tipi temsil edenlerin sonuncusu olarak öldü.

Necdet Sakaoğlu, yerel bir hanedanın oldukça ayrıntılı bir incelemesini yapmış, Divriği tarihini de Köse Paşa ailesinin tarihi bağlamında ele alıp işlemiştir. imparatorluğun diğer yörelerinde sivrilen hanedanlara yönelik bu tür araştırmalar -bugüne kadar yapılanlara ek olarak Osmanlı Tarihinin bir bütün olarak kavranmasına katkıda bulunacaktır. Bu değerli çalışmanın bir dizinle de tamamlanması şüphesiz çok yerinde olacaktı.

ZEKI ARIKAN

Dipnotlar

  1. Köpriıliı, "Ayan", İslam Ansiklopedisi, II, 41; Uzunçarşılı, "Ayan", göst. yer.
  2. Özer Ergenç, "Osmanlı klasik dönemindeki 'eşraf ve a'yan" üzerine bazı bilgiler", Osmanlı Araşurmalan, III (1982), 105-118.
  3. Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğn'oda ı.iyanhk, Ankara, 1977.
  4. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973, 97.
  5. Yaşar Yücel, "Osmanlı imparatorlıığu'nda desantralizasyona (adem-i merkeziyet) dair genel gözlemler", Belleten, 152 (1974), 696.
  6. Yuzo Nagata, Muhsinzade Mehmet Paşa ve iiyaıllık Müessesesi, Tokyo, 1976, 2.
  7. Yaşar Yücel, göst. yer.
  8. Bekir Sıtkı Baykal, "Ayanlık Müessesesinin düzeni hakkında belgeler", Belgeler, 2 (1964), 221-225.
  9. "XVIII. yüzyılın son on yılında Ay-anlık Müessesesi", çev. Bayram Kodaman, Tarih Dergisi, 31 (1977), 163-182.
  10. Mücteba ilgurel, "Bahkesir'de Ayanlık mücadelesi", Tarih Enstitüsü Dergisi, 3 (1972), 63-67.
  11. Halil inalak, "Sened-i ittifak ve Gülhane 1-latt4 Humayuntı", Belleten, 112 (1964), 608.
  12. inalak, göst. yer.
  13. İnalcı k, göst. yer.
  14. Bu konuda yapılan çalışmaları n toplu bir listesi Yücel eızkaya'nın anılan eserinde (Not: 3) bulunmaktadı r. Ayrıca bk. Çetin Börekçi, Kara Osman-zâde Hacı Hüseyin Ağa ve Yılanlı-oğulları (Aydın muhassılı ve Saruhan mütesellimi), İ.Ü. Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi (1963), Mahmut Hasan Şakir, Küçük-Ali oğulları (Payas Ayanı ), İ.Ü. Edebiyat Fakültesi mezuniyet tezi (1963), G. Veinstein, "kya'ns de la r6gion et le commerce du Levant", Etudes Balkaniques, 3 (1976), Özcan Mert, XVIII. re XIX. yüzyıllarda Çapanoğulları. Ankara, 1980.
  15. Sözlü rivayetlerin tarih araşurmaları ndaki yeri için bk. Freddy Raphael, "Le travail de la memoire et les limites de l'histoire orale", Annales (ESC), 35/1 (1980), 127-145; D. AronSchhapper ve D. Hanet, "D' H6rodote au magn6tophone: sources orales et archives orales", aynı yerde, 183-199.