GİRİŞ Bilindiği gibi hemen bütün Arap ülkeleri, başlangıç ve ayrılışları değişmekle birlikte, uzun periyotlar halinde Osmanlı Devleti bünyesi içerisinde yer almışlar, Türkler ve Araplar iki millet olarak aynı devletin yapı taşlarını oluşturmuşlardır. Gerek bu birliktelik ve gerekse Türklerin İslâmiyeti kabul etmiş olmalarının bir sonucu olarak da Türkçe ile Arapça arasında tabii sayılabilecek bir ilişki zinciri meydana gelmiştir. Türkler kendi dillerini Arap Alfabesiyle yazdıkları gibi, medreselerinde Arapça'yı öğretim dili olarak kabul etmişler, bu dille çok sayıda eserler vermişlerdir. Buna karşılık Türk dilinden bir kısım kelimeler de Arapça'ya geçmiş, en azından devlet kademelerinde görev alan Arap asıllı Osmanlı tebeası Türkçe'yi öğrenmiştir[1].
Arapların sistemli bir biçimde Türkçeyi öğrenmeleri veyahut da daha değişik bir ifade ile Araplara Türkçe öğretmek meselesi ise, her halde Tanzimat'ı takip eden dönemlerin konusudur. Bununla birlikte görebildiğimiz kadarıyla bu sahada pek araştırma yapılmamış bulunmaktadır[2]. Bu nedenle biz, bu alanda araştırma yapacak olanlara küçük bir katkı olması dileğiyle, Arap dünyası genelinden konuyu özele indirgeyerek, yalnızca Libya'yı ele alacak, bölgenin yerli halkına Türkçe öğretilmesi konusundaki bazı gözlemlerimizi ortaya koymaya çalışacağız.
OSMANLI SON DÖNEMINDE LIBYA'DA TÜRKÇE'NIN ÖĞRETIMI MESELESI
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti'nin resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet hizmetinde bulunacak kişilerin Türkçe bilmeleri gerekeceği hususu, ilk defa 1876 tarihli Kanun-ı Esasi'nin 18. maddesinde yer almıştır[3]. Fakat bu tarihten önce de çeşitli devlet kademelerinde bulunacak Türk asıllı olmayan kişilerin Türkçe bilmelerinin lüzûmu, fiili bir zorunluluktur. Bu amaçla Türkçe öğretiminin, Tanzimat öncesinde sistemli bir biçimde gerçekleştirildiği konusunda,şimdilik fazla bir bilgiye sahip değiliz.
Osmanlı yöneticilerinin tebealarına ulaşmada, her zaman Türkçe'de ısrarlı olmadıklarını gösteren bazı delillere sahibiz. Nitekim Fatih'in Rumca fermanlar yayınlaması yanında[4], II. Bayezid'in de aynı uygulamaya devam ettiğini; hatta daha XIV. yüzyıl sonlarında adeta bir Balkan devleti halini alarak yalnızca Rum değil, büyük miktarda Slav tebeaya sahip olan Osmanlı Devleti'nin, diğer devletlerle ilişkilerinde olduğu gibi kendi tebeasıyla olan ilişkilerinde Rumca ile birlikte Lâtince ve Islavca'yı da kullandığını biliyoruz. XVI. yüzyılda Macaristan Osmanlı hakimiyetine girdiğinde, Osmanlı valilerinin halk ile ilişkilerinde Macar halk dilini kullandıkları da bilinmektedir[5]. Aynı şekilde Araplarla ilişkilerde Arapça yazışmaktan geri durulmamıştır[6]. 1831'de Osmanlı Devleti'nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi'nin Türkçe nüshası yanında, ülkedeki veya ülke dışındaki siyasi odaklara hitap etmek üzere Fransızca, yerli tebea için de Arapça, Farsça, Rumca ve Ermenice nüshalarının çıkarıldığını, hatta bu uygulamaya Tanzimat sonrasında da devam edildiğini biliyoruz[7]. 1864'ten sonra vilayet teşkilatına paralel olarak çıkarılan vilayet gezeteleri de çoğu defa iki hatta üç dille çıkıyordu[8]. Bütün bunları devletin tebeası ile ilişkisini sağlamada akılcı birer yol olarak değerlendirmek mümkündür. Fakat bu durumların ana dili Türkçe olmayanlara bunu öğretmede bir katkısı olamayacağı da açıktır.
Türkçe öğretiminin okullarla beraber düşünülmesinin gereği açıktır. Bununla birlikte Osmanlı eğitim-öğretim sistemi içerisinde önemli yer tutan Medreselerin böyle bir kaygı taşımadıklarını bilmekteyiz. Buna karşılık kökleri I. Murad (1359-1389) dönemine kadar giden, İstanbul Fatihi (1451- 1481)'nin geliştirdiği Enderun Mektebi'nde dersler Türkçe idi[9]. Aynı şekilde Enderun'a hazırlık okulu durumundaki Acemi Oglanlar Okulu, Mehterhane, Tophane ve Tersane 'de de Türkçe ders veriliyordu[10].
Türkçenin öğretim dili olarak kullanılmasında, özellikle askeri okulların önemli bir yeri vardır. 1773'te kurulan Mühendishâne-i lifunayan ile 1793'te kurulan Milhendishâne-i Berri-i Hümayiln'un öğretim dili Türkçe idi. Bu gelişmenin II. Mahmud (1808-1839) döneminde açılan okullar vasıtasıyla devam ettiğini kabul etmek gerekir[11]. Tabiatıyla Tanzimat döneminde açılan okullarda Türkçe öğretimi önemli bir yer tutmuştur. Nitekim Sadrazam Kıbrıslı M. Emin Paşa'nın 1270/1854 tarihli bir lâyıhasında bütün Osmanlı tebeasına, ayırım yapılmaksızın Türkçe öğretilmesinin lüzümu, çok açık bir biçimde şu ifadelerle dile getirilmiştir: "Tebea-i Devlet-i Aliyye'den her hangi âyin ve mezhepte olur ise olsun bir râddeye kadar hizmet-i askeriye ve mülkiyede istihdam olunması ve kendilerinin istihkâklarına göre nâili rütbe olacaklarına nazaran behemahal lisân-ı Türkiyea'',Şina ve okur-yazar olmaları" gerekir[12]. Konunun bu sırada basında da tartışıldığını düşünmek gerekir. Nitekim meseleye biraz da ticari işlemlerdeki dil problemi açısından yaklaşan ve yarı resmi bir gazete olarak nitelenebilecek olan Takvim-i Ticaret (Le Moniteur du Commerce)'de (6 Ekim 1866) yer alan bir makalede, ülke ahalisinin tamamının Türkçe'yi bilmelerinin gereği etraflıca işlenmiş bulunmaktadır. Bu makalede ileri sürülen görüşleri şöylece özetleyebiliriz: Hiç bir delile ve ıspata gerek olmayan bir gerçek varsa o da, bir ülkede ve bir idare altında bulunacak muhtelif toplulukların lisan birliğinin temininin lüzümudur. Bu sayede başka bir kısım faydalar yanında, resmi işlerde tercüman kullanmak gibi hoş olmayan bir durumdan kurtulunacağı gibi, aynı zamanda da ülkedeki topluluklar arasında gerekli olan sevgi ve itimat ortamı temin edilmiş olur. Halbuki bu sahada Osmanlı tebeası arasında yeterli başarı sağlanamamış bulunmaktadır. Türkçe Osmanlı Devleti'nin "lisân-ı millisi" dir. Buna rağmen gerek gayr-ı müslim ve gerekse müslüman ahali içerisinde yeterince Türkçe bilinememektedir. "Bir adam lisân-ı millisini bilmesi farz-ı ayrı olduğu gibi hükümet-i matbilasmın lisânını tahsil eylemesi dahi mahz-ı deyn olub âhar lisânlan öğrenmek fazâil-i insaniyesini teksir demek ise de burası derece-i sâniye ve sâlisede idiği zâhir ve mesela Dersaâdet'de doğmuş büyümüş olan kimsenin güyâ Avrupa'dan henüz gelmiş bir adam gibi Türkçe iki lâlordı bir yere getirip söylemeye muktedir olamaması sahihan müstelzim-i velh ve geduret olduğu emr-i bâhirdir[13]. Sonuçta 1876 tarihli Kanun-ı Esasi'de bu husus (md. 18): "Tebea-i Osmaııiyenin hidemât-ı devlette istihdâm olunmak için devletin lisân-ı resmi:5i olan Türkçeyi bilmeleri şarttır" şeklinde ifadesini bulacaktır.
Gerek Tanzimat ve gerekse 1876'dan sonraki dönemde ülke genelinde Türkçenin öğretilmesi konusunun, özellikle okullaşma ile paralel bir çizgi takip ettiğine şüphe yoktur. Bununla birlikte bizim özel olarak ele almak istediğimiz Libya'da durum nasıl bir gelişme göstermiştir, şimdi eldeki belgeler ışığında oraya bakalım.
Libya'da yerli halka okullarda Türkçe öğretilmesi konusudaki ilk belgemiz Meclis-i Maarif-i Umümiye'nin 14 Şaban 1263/28 Temmuz 1847 tarihli mazbatasıdır. Bu mazbatadan öğrendiğimize göre Trablusgarb valisi (muhtemelen M. Emin Paşa) gönderdiği bir tahriratla; Trablusgarb ve Bingazi'de ellişer çocuğun okuyabileceği birer okulun devlet tarafından inşasmı istemektedir. Valiye göre bu okullarda "bulunacak etfâl-i müslimine Türkçe ve sir lüzûmu derkâr olan fünün-ı mütenevvia talim" olunacaktır. Vali daha sonra konuyla ilgili şu görüşleri ileri sürmektedir: Ahali bu okulların faydasını gördükten sonra, masraflarını kendi istekleriyle karşılayacaktır. Ayrıca benzerlerinin kurulmasına bizzat talip olacaklardır. Bu nedenle Trablusgarb ve Bingazi'de iki okulun kurulmasına müsaade edilmelidir. Öğretim ve yönetici kadro olarak ise; "Usûl-i mekâdbe vâlcı f ve talim olunacak fünûn-ı müten evviayı arif bir zatın müdir-i mekâtib ünvamyla ikdza edecek hocaları ile maan Dersaâdet'den irsali" gerekmektedir.
Valinin bu girişimi Meclis-i Maarif-i Umûmiye'de olumlu karşılanmış ve; "ahali ve tebeanın matbûu oldukları devletin lisanını öğrendikleri halde emir ve tenbihe dair kendülere taraf-ı devletten gönderilecek evrak-ı razımeyi bila-vasıta tefhim eylemek misillû ve sair güne gerek matbû ve gerek tabice fevâid-i külliye hasıl olacağına binden hazır kendi taraflarından istid'â vuku bulmuş iken evvel emirde ahali-i merkûme etfâline lisan-ı Türki talim olunmak" üzere okulların açılması kararı alınmıştır[14].
933 numara ve 28 Şevval 1284/22 Şubat 1868 tarihli Takvim-i Vekayi'- den öğrendiğimize göre ise; Fizan sancağının merkezi Mûrzuk kasabasındaki mahalle mekteplerinde; "bilâ-tecvid laraat ve okunmaz derecede kitâbetten ibaret" olan öğretimin, Mutasarnf Ali Rıza Efendi'nin de gayrederiyle, düzeltilmesine teşebbüs edilmiştir. Bunun için bir Rüştiye'nin inşasına ve burada, diğer dersler yanında; "hiç olmaz ise biraz Sarf ve Nahiv görmek ve Farisi ve Türki okumak ile beraber elsine-i sâire ve fünûn-ı lazımeyi dahi..." öğretmeye karar verilmiştir. Bu münasebetle memurlar ve halkın ileri gelenleri aralarında 3.000 kuruş toplamışlardır. Ayrıca hocaları maaşı, satın alınacak kitaplar ve diğer giderler için gelir temini amacıyla şehirde bir iki kahvehane ve bir aşçı dükkanının inşası kararlaştırılmıştır. Vilayet Matbaası'ndan 4000 kuruş da, başka bazı masraflarla birlikte Rüştiye inşası için ayrılmıştır. Bu girişimin sonucunu bilememekle birlikte, benzer teşebbüslerin ülkenin diğer yerlerinde de olmuş olmasını uzak bir ihtimal şeklinde değerlendirmemekteyiz.
Libya'da yerli halka Türkçe'nin öğretilmesi konusu, 1876 Kanun-ı Esasrsinden sonra daha da önem kazanmış olmalıdır. Nitekim bölgede 1881'den itibaren başlayan yeniden kallundırma, geliştirme çabaları içerisinde bu yönde elle tutulur teklif, tenkit ve uygulamalarla karşılaşmaktayız[15]. Bu cümleden olmak üzere Trablusgarb Valisi M. Nazif Paşa 13 Haziran 1881 tarihli 15 maddelik lâphasimn 13. maddesinde aynen şu teklifi ortaya koymuştur: "Ta 'mim ve tevsi-i maarifle beraber ahaliye devletin lisanı dahi öğretilmek için Dersaddeeden gayet müstaid ve muktedir bir muallim talebiyle şimdilik merkez-i vilayette bir İbdclaiye mektebi tesis ve kuşak' olunması ". Valinin bu teklifi Vilayetin Meclis-i Umûmrsinde çok olumlu karşılanıyor. Mektebin ha- zırlanmasıyla Belediye görevlendiriliyor, öğretmenin de İstanbul'dan getirtilmesi uygun bulunuyor[16].
Fakat anlaşılan o ki, gerek M. Emin Paşa ve M. Nazif Paşa'nın girişimi ve gerekse Ali Rıza Efendi'nin teşebbüsü bu sırada yeterli olumlu sonuçların ortaya çı kabilmesi için kâfı gelmemiştir. Bu neticeye Kâmil Paşa'nın Eylül 1892 tarihli lârhasındaki şu ifadelerden ulaşmaktayız: "Vilâyet-i celilede maârif pek noksan olduğu şöyle dursun devlet-i ebed—müddet-i Osmaniyenin lisani-ı resmiSi olan lisân-ı azbü7-beyân-ı Türldde okuyup-yazmak ve tekellüm etmek umum için farz mertebesinde iken umûm vilâyette ellibin nüfusta bir nisbette bu sıfat-ı lâzımede bir kimse olmadığı maatteessüf müşâhede olunmuş" tur. Ona göre bu sonucun müsebbibleri bu alanda kasten veya ihmalleri dolayısıyla gerekli özeni göstermeyen valiler ve memurlardır[17].
Kâmil Paşa lâphasının 13, 14 ve 15. maddelerinde genelde eğitim-öğretim ve bölgede Türkçe'nin öğretilmesi konusu üzerinde uzun uzun durmaktadır. Ona göre bölgede eğitim-öğretimin yoluna konulması, Türkçe öğretiminin uygun bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için şu tedbirlerin alınması gerekir: Öncelikle Vilâyete Arapça bilir, dirayetli bir Maarif Müdürü tayin edilmelidir. Bunu müteâkip mevcut ibtidâilerde Kur'an okutulması yanında zorunlu olarak Türkçe dersleri verilmelidir. Vilâyet merkezinde Daru'l-Mualimin benzeri bir okul açılmalıdır. Buradan Türkçe bilir öğretmenler yetiştirilmeli ve bunlar kazalarla diğer merkezlerdeki okullara tayin edilmelidirler. Kâmil Paşa'ya göre bu yolla 4-5 senede maksat büyük nisbette hasıl olabilecektir. [18]
Kamil Paşa'ya göre bölge halkının Türkçe bilmemeleri, devlet kapısında haklarını müdafaa edememelerine, özellikle mahkemelerde güçlüklerle karşılaşmalarına, sıkıntıya düşmelerine neden olmaktadır. Bu durumun çok sayıdaki olumsuz sonuçlarından örnekler veren Kamil Paşa, mahkeme heyetlerinin de çok defa Türkçe bilmemelerinden yakınmaktadır. Bunun için bölgede adalet teşkilâtında görev yapacakların, ahlak ve iktidarca emsallerinin en güzidelerinden oldukları gibi, "güzeke Türkçe ve Kanun ve Arapça bilenlerden" olmaları gerekir. Mesleki bilgileri yanında, Türkçe bilir olma özelliği mülki idarenin muhtelif şubelerinde görev yapacak memurlar için de aynen geçerlidir. Bunlar ya merkezden Arapça'ya vakıf, ahlakça ve iktidarca en güzide memurlar arasından seçilmelidir, ya da bölge halkından seçileceklerse her halde İstanbul'a gelerek görevlerinin gerektirdiği diğer özelliklere sahip olmaları yanında Türkçe bildiklerini ispat etmelidirler.
Trablusgarb Vilayeti ile Bingazi Müstakil Mutasarrıflığı'ndan oluşan günümüz Libya'sında yerli halkın Türkçe öğrenmeleri, bölgede açılan okullar ve bölgeden İstanbul'a öğrenim için gönderilen öğrenciler vasıtasıyla, bir ölçüde mümkün olabilmiştir. Libya'da klasik medrese eğitiminin dışında, modern okulların açılmaya başlaması ise Ahmed Rasim Paşa (1881- 1896)'nın valiliği döneminde mümkün olabilmiştir. Ahmed Rasim Paşa'nın 26 İbtidii açtığını biliyoruz[19]'. Ayrıca onun zamanında bir de Askeri Rüştiye kurulmuştur. Kendisini takip eden Trablusgarb Valisi Namık Paşa (1896- 1898) da yeni okullar açmaya devam etti. Hafız Mehmed Paşa (1900-1902) bölge okulları için İstanbul'dan öğretmenler getirtti. Bu sırada (1901) bir de Darul-Muallimin açıldı. Buradan sonraki yıllarda çok sayıda öğretmen mezun oldu. Recep Paşa (1904-1908) dönemi ise bilhassa kızlar için açılan okullar dolayısıyla dikkati çeker. Bu arada yeni bazı Rüştiye ve ibtidaller, ayrıca Medresetil'z-Ziradiyye (1909) ve Medresetül-Funün ve's-Sınâa (1899) gibi okullar açılmıştır. Bingazi Mutasarrıflığı bölgesinde de benzer gelişmeler olmaktaydı.
1900'den itibaren Trablus, Humus, Bingazi, Deme, Murzuk'ta açılan Rüştiyelerde, bölgede görev yapacak Türkçe ve Arapça bilir memurların yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Bu dönemde bazı öğrenciler bölgedeki öğrenimlerini tamamlamalarından sonra, İstanbul'a gönderilerek üst düzeyde eğitim yapmışlardır. Nitekim bir örnek vermek gerekirse 1903 senesinde 38'i askerlik, 6'sı tıp ve biri de idare ile ilgili yüksek okullarda okumak üzere 45 öğrenci Istanbul'a gönderilmiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda da devam etmiştir[20].
Libya'mn yerli ahalisinin, Türkçe öğrenmelerine katkısı olan uygulamalardan biri de Aşiret Mekteb-i Hümayünu 'nun açılmasıdır. Aşiret Mekteb-i Hümayünu'nu çeşitli diğer hedefleri yanında, Arap dünyasının muhtelif yörelerinden gelmiş olan, ileri gelen aşiretlere mensup öğrencilere Türkçe'nin öğretilmesine katkısı dolayısıyla da burada hatırlamak gerekir. Aşiret Mektebi, Maarif Nezareti'ne bağlı, halka açık bir öğretim kurumu değildi. Bu okul, Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Arap aşiretleri reislerinin çocuklarını, Istanbul'da Saray'ın nezareti ve himayesi altında toplayarak eğitim ve öğretimlerini amaçlıyordu. Buradaki öğretim programı içinde çeşidi dersler yanında Türkçe, Osmanlı Tarih ve Coğrafyası önemli yer tutuyordu. Böylece bu bölgeler halkının devlete bağlılığının arttırılması hedeflenmişti. 4 Ekim 1892'de faaliyete geçen okula Halep, Suriye, Bağdad, Basra, Musul, Diyarbakır, Trablusgarb vilâyetleriyle Bingazi, Kudüs ve Zor sancaklarından dörder; Yemen ve Hicaz vilâyetlerinden beşer olmak üzere toplam elli öğrenci kaydedilmişti[21]. Daha sonra Doğu Anadolu ve Arnavutluk bölgelerindeki aşiretlerden, hatta Osmanlı sınırları dışından da öğrenci kabul edecek olan okul, Şubat 1907'ye kadar varlığını koruyabilmiştir. Aşiret Mektebi ile ulaşılmak istenen bütün hedeflere ne ölçüde varıldığı ayrı bir inceleme konusu olmakla birlikte, Türkçe ve Türk kültürünün Arap dünyasına tanıtılmasına, bu arada Libya'da Türkçe bilenlerin sayısının artmasına katkıda bulunduğuna şüphe yoktur[22].
Makalemize son vermeden önce, Osmanlı son döneminde Libya'da Türkçe öğretimi istek ve çabalarının neticeleri üzerinde de görüşlerimizi kısaca ortaya koymak her halde gerekecektir. Bununla birlikte bu görüşlerin, büyük oranda tahminlerle desteklendiğini de ifade etmek yerinde olacaktır. Çünkü elimizde bu yolda istatistiki bilgiler veren bir kaynak bulunmamaktadır.
Ali Mustafa el-Mısrati, dilimize Libya ve Türkiye Arasındaki Tarihi Bağlar adıyla çevrilmiş olan küçük eserinde[23], Türk ve Libya halkları arasında XVI. yüzyılın ilk yarısında başlayan ilişkilerin bir panoramasını çizer. Yazar bu arada, özellikle son dönemde, gerek Libya için mücadele eden, savaşan Türklerden ve gerekse Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde ülkemizde çeşitli faaliyetleri görünen Libyalılardan bahseder. Bunlar arasında çok sayıda asker, bilgin ve gazeteci bulunmaktadır. Şüphesiz bu durum büyük oranda bu Libyalıların Türkçe'yi öğrenmeleri, Türk kültürü ile hiç değilse belirli bir oranda, haşır-neşir olmalarıyla alakalıdır.
Bu vesileyle üzerinde durulması gereken bir saha da basındır. Bilindiği gibi Libya'da Fransız konsolosluğu tarafından ve Fransızca olarak 1827'de çıkarılan el-Münelddbiden sonraki ilk gazete, vilayetin resmi gazetesi Trablusgarb 'tır. İlk sayısı 20 Eylül 1866'da çıkan bu gazete Türkçe-Arapça iki dilde idi[24]. Şüphesiz buradaki Türkçe metinlerin Türkçe'nin öğretimine fazla bir katkısı söz konusu değildir. Zaten idare için önemli olan da, okuyucuya ulaşmakur. Fakat daha sonra bir kısım Libyalı gazetecinin doğrudan İstanbul'da gazete ve dergiler neşrettiklerini görmekteyiz ki bu durum, Türkçenin Libyalı lar tarafından öğrenildiğini göstermesi yönünden anlamlıdır. Bu arada Trablusgarb'da da Türkçe özel gazete çıkarılmış olması okuyucunun varlığına işaret etmesi dolayısıyla dikkat çekicidir. Şimdi bu sahadaki girişimlerden bir kaçını gösterelim. Libyalı gazeteci Abdülvahhab Abdüssamed İstanbul'da üç gazete çıkarmıştır. Bunlar Arapça olan Daru'l-Hilâfe (1910) ve el-Firdevs (1911) ile Türkçe Fatih (1911)'tir. Tahsilini de Istanbul'da Tıp Fakültesi'nde tamamlayan Abdüssamed, kendininkileri haricinde diğer bir kısım İstanbul gazete ve dergilerinde de çalıştı. Onun yardımcıları arasındaki Abdülaziz Çasiv, Ali el-Gayati, Süleyman Baruni, Ferhat ez-Zavi ve Ali Abhad gibi ünlü yazarları da bu vesileyle anmak gerekir. Aslen Endülüs'ten gelmiş Libyalı geniş bir aileye mensup olan Muhammed en-Nâib ilk sayısı 4 Eylül 1908'de çıkan ve Arapça-Fransızca-Türkçe kısımlar ihtiva eden el-Keşşaf ı yayınladı. Avukat Mehmed Kadri de 1908'de Trablusgarb'da Türkçe Tamim-i Hürriyet adlı bir gazete çıkardı. 1911'deki İtalyan istilasına kadar gazetesini Halil Kemal'in de yardımlarıyla çıkarmaya devam eden M. Kadri Trablusgarb'da doğmuş; ilk, orta ve lise öğrenimini burada yaptıktan sonra, İstanbul'da hukuk tahsil etmiştir. Libya'da gazete çıkarması ve avukatlık yanında, bir çok resmi görevde de bulunmuştur[25].
Mahmud Nedim b. Musa Trablusgarb'da er-Ralcib adlı bir gazete çıkarmıştır. İlk sayısı 30 Safer 1329/2 Şubat 1911'de çıkan bu gazete Türkçe- Arapça idi. M. Nedim Italyan saldırısı üzerine İstanbul'a gelmiş ve gazetesini burada çıkarmaya devam etmiştir. Yusuf b. Şetvan da İstanbul'da basın alanın- da çalışan bir diğer Libyalı'dı r. O ilk sayısı 13 C.evvel 1332/9 Nisan 1914'de çıkmış olan Alemirl-İslam dergisinin yazı işleri müdürüydü. Bu dergi 15 günde bir Türkçe-Arapça-Urduca olarak yayınlanıyordu. Yusuf b. Şetvan bunun haricinde diğer bazı Türk gazetelerinde de çalışmıştı[26]. El-Liviü't- Trablusi (1919) gazetesini çıkaran Osman el-Kizani de Misillâta asıllı olup Libya'dan İstanbul'a gemiş ve orada kalarak gazetecilik yapmıştır. Trablusgarb'da Mecelletü'l-Fünûn (Ramazan 1316/Ocak 1898)dergisini çıkaran Davud Efendi, Şeyh Ali İyad, Muhammed et-Türki, Ömer Kayha ve buraya isimlerini alamadığımız diğer bir kısım Libyalı gazeteciyi de bu vesileyle hatırlamak yerinde olacaktır[27]. Sonuçta uzun süren birliktelik yanında, belki de bir oranda, son dönemdeki Türkçe öğretim çabalarının bir sonucu olarak bugün bile Libya'da konuşulan Arapça'da çok sayıda Türkçe kelime yaşamaya devam etmektedir. Hatta bir kısım Farsça kelime de Osmanlıcadaki şekilleriyle Libya günlük diline geçmiş bulunmaktadır". Bu sonuçta basının katkısının ne oranda olduğunu ise bilemiyoruz.
Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Arap dünyası genelinden günümüz Libya'sım oluşturan bölgeler halkına Türkçe'nin öğretilmesi çabaları ve sonuçlarıyla ilgili olarak bizim vurgulamak istediğimiz hususlar bunlardan ibarettir. Kanaatimizce bu konu hem özelde Libya ve Araplar, hem de geçmişte aynı sınırları paylaştığımız bütün ülkeler halklarını da içine alacak şekilde genişletilerek incelenmesi gerekecek önemli bir araştırma alanı olmaya adaydır. Bu alanda yapılacak çalışma ve araştırmaların verimli neticeler sağlayacağına da şüphe yoktur.
EK-I
BOA, A. MKT., 91, 52.
*Trablusgarb valisi atilfetlet paşa hazrederi tarafından bi'l-vürüd meclis-i acizanemize ita buyurulan tahrirât meelinde nefs-i Trablus ile Bingazi'de ellişer çocuk istiab eder taraf-ı eşref-i hazret-i mülükaneden birer mekteb inşa olunup derünlarında bulunacak etfal-i müslimine Türkçe ve sair Iüzumu derkar olan fünün-ı mıltenevvia talim olunduğu ve ileride muhassenatını ahali-i merküme müşahede ettikleri halde salifü'z-zikr mekteplerin senevi vuku bulacak masarifarının kendi hüsn-i rizalarıyla ahâlinden tesviyesi mümkün olacağından başka daha ziyade mektep inşasına kendileri talip olacakları ve ol-vechile mezkür mekteplerin inşasına müsa'ade-i merahim-ade-i cenab-ı tacdari bi-diriğ ve erzani buyurulduğu halde usül-i mekâtibe vakıf ve talim olunacak fünün-ı müteneviar arif bir zatın müdir-i mekâtib ünvamyla iktiza edecek hocalar ile maan Dersaadet'den irsali hususları beyan ve iş'ar kılınmış olup ahali-i merkümenin lisanları Arabi olduğundan bunlara Arabi okudulması lazım gelmeyeceği misillü lisan-ı Türkiye dahi aşin a olmadıklarından bunlara şimdilik Farisi talimi dahi iktiza etmeyüb ancak tariften müstağni olduğu üzere her bir ahali ve tebeanın matbüu oldukları devletin lisanını öğrendikleri halde emir ve tenbihe dair kendillere taraf-ı devletten gönderilecek evrak-ı lazımeyi bila-vasıta tefhim eylemek misillû ve sair güne gerek matbü ve gerek tabice fevaid-i külliye hasıl olacağına binen hazır kendi taraflarından istid'â vuku bulmuş iken evvel emirdeahali-i merküme etfaline lisan-ı Türki talim olunup badehü iktizâ ettiği halde Arabi ve Farisi ile beraber fünün-ı mütenevvia okutturulması eğerçi muhassenatı mucip olup husüsan ileride vukü bulacak masarifatının cânib-i ahaliden tesviyesi mümkün olacağı inhâ kılınmış ise de şimdiki halde mezkur mekteplerin inşasına hocaların üçer dörder bin guruşdan lazım gelen mahiyeleriyle sair masarfat-ı müteferrikasma lüzumu görünen mebâliğin tesviyesine mahallince bir güne karşılik olup-olmadığının evvel emirde vali-i muşarun-ileyh hazrederi tarafından istilâmıyla badehıl icra-yı icabına bakılması tezekkür olunmuş ve tahrirat-ı mezküre leffen takdim kılınmış olmağla.
8 $ 1263 Meclis-i Maârf-i Umumiye Mazbatası
EK- II
Daru'l-Mahfu• zâtiet-Tarihiyye, nr. 18.36 (Trablus)
1910 senesinde Meciresetill-Filnem ve's-Sanayi öğrencilerinin gelis bölgelerine göre dağılımını gösteren çizelge: