İnceleyeceğimiz eserlerin çoğu Van Gölü çevresinde bulunmaktadır. Fakat Orta Anadolu’dan bu yöreye doğru giderken şimdi Elazığ’a bağlı olan Harput’taki Saray Hatun Camii ile Pertek’teki Çelebi Bey Camiini zi-yaret edeceğiz.
1. Saray Hatun Câmii. Bilindiği üzere Harput’ta pek çok cami vardır. Evliya Çelebi bu câmileri sayarken Sâre Hâtûn Câmiini de zikreder ve onun minaresiz bir cami olduğunu söyler[1]. Ma’mûretül-Aziz (şimdi Elazığ) salnamesi ile A. Gabriel’in kitabında da camiin adı aynı şekilde yazılmıştır[2]. Zamanımızda kaleme alınmış diğer bazı eserlerde ise Sara Hatun[3], Sârâ Hatun şekilleri görülür[4].
Halka gelince, onlar câmii (her iki kelimeyi de kısa hece ile telaffuz ederek) “Sara Hatun ” şeklinde söylüyorlar, camiin Uzun Hasan oğulları camisi adını taşıdığı da bildiriliyor ve: "bu cami Uzun Hasan adlı padişahın oğulları tarafından yaptırılmıştır” deniliyor[5].
Bütün bunları kaydettikten sonra gerçeğin ne olduğunu ifade edelim. Türlü şekillerde telafuz edilen bu isim, Ak Koyunlu hükümdarı Hasan Han’ın yahut Uzun Hasan Bey’in annesinden gelmektedir. Fakat, Uzun Hasan Bey’in annesinin adı bunlardan hiç biri olmayıp Saray’dır[6]. Sâre, bilindiği üzere, Hz. İbrahim’in zevcesinin adıdır. Fakat Sâre, okumuşlarca da, herhalde, nadiren konulan bir isimdir. Türkmenler’e gelince bu kelime onlarca hiç kullanılmamıştır. Buna karşılık Saray’ın kadınlara konulduğu biliniyor. Mesela Timur’un zevcelerinden biri Saray-Melik Hânım (melikin sarayı) adını taşıdığı gibi,[7] Kara Koyunlu İskender Bey’in kızla-rından birinin de Şah Sarây Begüm adiyle tanındığını biliyoruz[8].
Saray Hatun da Ak Koyunlu Kutlu Bey’in oğullarından Pir Ali Bey’in kızı ve Ak Koyunlu devletinin kurucusu Kara Yülük Osman Bey’in yeğeni idi. Saray Hatun Osman Bey’in en büyük oğlu Ali Bey ile evlendirilmiştir. Bu îzdivaçdan da Hasan Bey, ağabeyi Cihangir ve diğer kardeşleri doğmuşlardır.
Saray Hatun siyasî zekâ sahibi ve iradesi kuvvetli bir hanım idi. Bununla ilgili olarak onun bir ara Harput’u idare ettiğini biliyoruz. Sonra oğlu Uzun Hasan Bey’in elçisi sıfatı ile Kara Koyunlu hükümdarı Cihanşah Mirza, Osmanlı hükümdan II. Mehmed yani Fâtih ve Memlûk sultanı Kayıt Bay ile görüşmüştür.
Harput’taki câmiin Saray Hatun’a ait olduğu muhakkaktır. Camiin, ikinci isim olarak “Uzun Hasan oğulları camisi” adını da taşıması ve padişah Uzun Hasan’ın oğulları tarafından yaptırıldığının rivayet edilmesi, Saray Hatun’un bir ara Harput’u yönetmesi, Sâre, Sara, Saray adlı başka bir hanımın bilinmemesi bu hüküm için yeterli delillerdir[9].
Câmiin, türlü zamanlarda birçok esaslı tamirat ve tadilât geçirdiği açıkça görülüyor. A. Gabriel Saray Hatun Camii hakkında yukarıda adı geçen eserinde yeterli bilgi vermiştir[10].
2. Pertek’te Çelebi Bey Camii. Pertek şimdi Tunceli’ne bağlı bir ilçe merkezidir; Elazığ’ın kuzey doğusunda bulunur. Pertek’te eskiden kalma iki cami vardır. Bunlardan biri Çelebi Bey Camii adiyle anılır. Çelebi Bey camii 976 (1569) veya 996 (1588) yılında yapılmıştır[11]. Çelebi Bey ve babası Ali Bey hakkında bilgi yoktur. Fakat bu beylerin mensup oldukları Koca Hacılu oymağının hüviyeti tesbit edilebiliyor. Koca Hacılu, Ak Koyunlu boylarından biridir. Bu boyun hepsi veya önemli bir kısmı, İran’a göçmeyen ve Bozuluş adını taşıyan Ak Koyunlu oymakları arasında kalmıştır[12]. Fakat, Koca Hacılu beylerinin neden dolayı Pertek’te oturdukları bilinemiyor. Çünkü, Pertek, XVI. yüzyılın ikinci yansında, yurtluk ve ocaklık şeklinde, Çemişkezek hânedanından bir kolun idaresinde idi[13].
3. Ahlat ve Kara Koyunlular. Görenlerin tasdik edecekleri gibi, Ahlat, Van Gölü'nün en güzel gülüdür. O, tarihte kendisini mutlaka elde etmek ihtirasını uyandıran eşsiz bir güzelliğe sahipti. Bundan dolayı hanedanlar birbirinin kollarından çekerek Ahlat’a sahip olmuşlardır. Ancak tek bir hanedan bu müstesna geline sahip olamamıştır. Bu hanedan da Kara Koyunlulardır. Böylece Kara Koyunlu Kara Yusuf Bey’in türbe ve zâviyesinin Ahlat’da bulunduğuna dâir bir âlimimizin sözlerinin artık hiçbir de-ğeri kalmamış bulunuyor[14]. Esasen Kara Yusuf Bey’in zâviye ve mezarının Erciş’de olduğunu biliyoruz[15]. Hatta Kara Yusuf’un 1420 yılındaki vefatından birkaç ay sonra Timur’un oğlu Şahruh’un askerleri merak sâiki ile onun Erciş’teki mezarını açmışlar ve Kara Yusuf’un, söylenildiği gibi, Uzun boylu, geniş gövdeli bir insan olduğunu görmüşlerdir[16]. Kara Yusuf’un Erciş’teki zâviyesinden, 1471 yılında Tebriz’e giden Memlûk elçisi İbn Acâ kısaca söz eder. O, misafir kaldığı Yusuf Bey’in zaviyesinin (hânikâh) pek sağlam yapılmış bir bina olduğunu söyler[17] .
Bilindiği üzere Ahlat’taki türbelerden biri de Erzen Hatun türbesi idi. Bu türbenin de Kara Koyunlular’a ait olduğu ifade edilmiştir[18].
Merhum Abdurrahim Şerif, Erzen Hatun’un türbesindeki tarihi 707 (— 1307-1308)[19], Albert Gabriel (daha doğrusu J. Sauvaget) 799 ( — 1396- 1397) olarak göstermişlerdir[20]. Bunlardan hangisi doğru dur? Bana göre bir tahminde bile bulunulamaz. Şayet bunlardan 799 (—1396-1397) tarihi doğru ise şehir, ya bu esnada Âdilcevaz hakimi olan Hakan’ın elindedir[21], yahut Bitlis hakiminin valisi tarafından idare edilmektedir. Mamafih bu husus ne olursa olsun Erzen Hatun’un bir Türk kadını olması muhtemeldir. Çünkü, coğrafi isimler şahıs adı olarak daha çok veya münhasıran Türkler tarafından taşınmıştır.Erzen, bilindiği üzere, evvelce Siirt-Silvan arasında bulunan önemli bir şehirdi[22]. Öte yandan kadınlarca İçtimaî eserler meydana getirilmesi ve yine onlarca ve onlar için türbeler yapılmasının Türkler arasında çok daha yaygın bir gelenek olduğunu biliyoruz.
4. Usla Şakirt Kümbeti. Ahlat’ı terk etmek, tasdik edileceği üzere, pek kolay değildir. İşte Usta Şakirt Kümbeti, bir mücevher kutusundan belki daha güzel... Usta Şakirt’e Ulu Kümbet denildiğini de biliyoruz; kitabesi yoktur. A. Gabriel bu türbenin XIII. yüzyılın ikinci yansının ortalannda inşa edilmiş olduğunu tahmin ediyor[23]. 1340 yılında İlhanlı devletinin idaresini tamamiyle eline geçiren Çoban Bey’in torunu Küçük Şeyh Hasan, 1342 yılında Tebriz’de bir mescid yaptırmış ve bu mescid "Ustâd u Şâgird’’ adiyle anılmıştır[24]. Bu tarihte Ahlat’ın da Küçük Şeyh Hasan’ın hakimiyeti altında bulunduğunu biliyoruz. Buna göre, Ahlat’taki türbe ile Tebriz’deki camiin aynı şahıs veya şahıslar tarafından yapıldığı kesin olarak söylenebilir. “Ustâd u Şâgird” Usta ve Talebesi (çırağı) demektir. Tasdik edileceği üzere bu, şahıslan ayn ayn ifade edebilecek isimlerden ve lakablardan değildir.Yani Ustad u Şâgird, yahut Usta Şâkirt aynı veya farklı zamanlarda, farklı şahıslara konulabilecek isim ve lakablardan sayılmaz. Bu sebeble Ahlat’daki Usta Şakirt kümbetinin 1342 yılına çok yakın bir tarihte yapılmış olduğundan asla şüphe edilmez.
5. Bayındır Bey. Ahlat’ı arkada bırakmadan Bayındır Bey’in muhteşem türbesini de görmeden edemeyiz. Ona bakarken Bayındır Bey’in Ahlat’ı 1472 de altı aylık bir kuşatmadan sonra Bitlis hâkimlerinin vâlisinden aldığını hatırlamamak mümkün değildir. Bayındır Bey’in türbesinin Ahlat’ta görülmesinin sebebi budur. O, muktedir bir kumandan olduğu için kendisine koç unvanı verilmiştir. Bayındır Bey’in babası Rüstem Bey’dir. Fakat bu Rüstem Bey, sanılmış olduğu gibi[25], 1492-1497 yıllan arasında Ak Koyunlu devletinin hükümdarlık makamında bulunmuş olan Maksud Bey oğlu Rüstem Bey değildir. Koç Bayındır Bey’in babası Rüstem Bey, Murad Bey’in, Murad Bey de Ak Koyunlu devletinin kurucusu Kara Yülük Osman Bey’in oğludur[26].
6. Koç Heykelleri Moğol Devrinde, XIV. Yüzyılda Ortaya Çıkmıştır.
Ahlat’tan istemeye istemeye ayrılıp Âdilcevaz’a geliyor ve Celayirler’in Ahlat valisi Emir Celâleddin Hızır Şah’ın kabrini ziyaret ediyoruz. Hızır Şah 1360 yılında Ahlat vâlisi idi[27]. Mezarındaki kitabe Hızır Şah’ın 1384 yılında vefat ettiğini gösteriyor. Mezarı da Ahlat’ta değil. Adilcevaz da bu-lunuyor. Bunlar Hızır Şah’ın Ahlat’ı Bitlis hâkimlerine kaptırıp Âdilcevaz’a çekildiği ihtimaline yer verdiriyor. Hatta mezar kitâbesindeki “eş- şehîd, el-mazlûm" sözleri, onun Bitlis hâkimleri ile yaptığı bir karşılaşmada yenilip şehid düştüğünü de akla getiriyor[28]. Bu husus ne olursa olsun Hızır Şah’ın koç unvan veya lakabını taşıması, ilgi çekicidir. Gerçekten Celayir hükümdarı Sultan Üveys (ölümü: 1374), Celayir hânedanının can düşmanı Çobanlılar’dan Melik Eşrefin oğlu Timurtaş’ı kendisine teslim etmesinden pek memnun kalarak Hızır Şah’a koç unvan veya lakabını vermişti[29]. Nitekim bu unvan mezartaşında da yazılmıştır[30]. Yine bu devrin emirlerinden ve Çobanlı hânedanına mensup Koç Hüseyin'i de tanıyoruz. Ahlat’ı fetheden Ak Koyunlu hânedanından Bayındır Bey’e de “Koç Ba- yundur Beg” denildiği yukarıda görülmüştü. Bu misaller “koç” sözünün bir kahramanlık unvanı olduğunu açıkça gösteriyor. Yani kahramanlık gösterenlere “koç” denilmiştir. Dilimizde “koç yiğit” sözünün genç kahraman manasında kullanılması ve hatta koç’un tek başına yiğit, kahraman manasına gelmesi bu hususla ilgilidir. XI. yüzyılda koç’un mecazî bir mana taşımadığı anlaşılıyor. Bu unvanı taşıyanlardan, hiç olmazsa bir çoğunun mezartaşlarının koç şeklinde yapılması pek tabiîdir. Hızır Şah'a koç unvanını veren Celayir hükümdarı Üveys’in de mezar taşının arslan şeklinde olduğunu biliryoruz[31].
7. Erciş Kara Koyunlular'ın Yurdu. Erciş, Osmanlı devrinden önce Van Gölü çevresinde Ahlat’dan sonra gelen ikinci büyük şehir idi. Bundan dolayı Van Gölü’ne çok defa Erciş Gölü de denilmiştir. Kara Koyunlu oymağının Doğu Anadolu’daki asıl yurdu işte bu Erciş şehri ve yöresidir. Fakat şehirde pek sağlam yapıldığı bildirilen Kara Yusuf Bey’in zaviyesi bize kadar gelmemiştir. Van gölü çevresinde vakit vakit vukubulan şiddetli yersarsıntdarı ile başta Safevî hükümdarı Şah Tahmasb'ın yaptığı korkunç tahribler bunun başlıca sebebleri arasında yer alırlar. Erciş’ten Van’a gitmeden önce kasaba yakınındaki bir kümbete dair görüşümüzü ifade edelim.
Van yolu üzerinde bulunan bu kümbetin 863 (= 1458-1459) tarihli olan kitabesi evvelce eksik ve yanlış okunduğu gibi, oradaki Yar Ali ismine bakılarak kümbetin Kara Koyunlu İskender Bey’in oğlu Yar Ali ile kardeşlerine ait olduğu ileri sürülmüştü[32]. Fakat İskender Bey’in oğlu Yar Ali, uzaklarda, Horasan’da yani Çağatay ülkesinde, 1449 da, bu kitabenin yazılmasından 9 yıl önce öldürülmüştü[33]. Adı geçen kümbetin kitâbesi sonra daha doğru bir şekilde okunmuştur. Bu kitabede Kara Koyunlu hükümdarı Cihanşah devrinde rahmetli Emîr Devletyâr’ın oğlu büyük Emir Rüstem’in, kardeşleri ve akrabası Emîr Yar Ali, Şah..., Şah... ve Şah Ali ile valide Kadem Paşa Hâtun’un mezarları üzerine kubbe yani kümbet yaptırdığı anlatılmaktadır[34].
Bu kitabedeki Devietyâr oğlu Emîr Rüstem muhtemel olarak, 1458-59 tarihinde Erciş hakimi ve valisi idi. Kendisi Kara Koyunlu hanedanına mensup değildir. Fakat Kara Koyunlu devleti beyi erinden d ir. Anne Kadem Paşa Hatun’a gelince, bu adda Kara Koyunlu Kara Yusuf Bey’in bir hanımı vardı. Kadem Paşa Hatun, en gözde zevce olarak, Yusuf Bey, 1420 de Çağatay hükümdarı Şahruh’la karşılaşmak üzere, Tebriz’den hareket ettiğinde ona refakat etmişti[35]. Ancak kitâbede adı geçen Kadem Paşa Hatun, pek muhtemel olarak, başka bir kadındır. İkinci, fakat çok zayıf ihtimal ise şudur: Kadem Paşa, Yusuf Bey’in ölümünden sonra Devietyâr ile evlenmiş ve ondan Rüstem ve diğer oğulları doğmuştur. Gerçekten bu adda (yani Devietyâr) Kara Yusuf ile çağdaş bir Gelayir emîri vardı[36]. Fakat bu, bana göre, kabul edilemiyecek derecede zayıf bir ihtimaldir.
8. Van Ulu Camii. Van Ulu Camii üzerinde yapılan bir araştırmada bu câmie bir Kara Koyunlu eseri olarak bakılmış ve bu câmiin Kara Yusuf zamanında, 1389-1400 yıllan arasında yapıldığı ifade edilmiştir[37]. Fakat vekayinâmelerdeki haberler bu görüşü, maalesef, doğrulamıyor. Başta Timur adına yazılmış Zafemâmeler olmak üzere bütün kaynaklarda şehrin 787 (— >385) yılında Hakkâri hâkimi İzzeddîn Şîr’in elinde bulunduğu açıkça ifade edilmektetir[38]. Hatta adı geçen izzeddîn Şîr aynı yılda Van kalesini Timur’a karşı müdafaaya girişmiş ise de dayanamıyacağını anlayıp onun katına giderek “kusurunu bağışlattığı” gibi, ülkesinin kendisine tevcih edildiğini gösteren al damgalı bir yarlığ da almıştı[39]. Esasen bu hâ- nedana Îlhanlılar’dan da Uygur yazısı ile “mülknâmeler” verildiği biliniyor[40]. İzzeddin Şîr, Timur’un ölümünden sonra ülkesine dönen Kara Koyunlu beyi Kara Yusuf’a karşı gelmiş ise de yenilip onun tâbileri arasında yer almıştır. Fakat ölümünden sonra yerine geçen oğlu Melik Muhammed, Bitlis hakimi Emîr Şemseddin ile birlikte Timur’un oğlu Şahruh’u metbu tanıdıklarından Kara Koyunlu hükümdarı Kara Yusuf oğlu İskender Bey tarafından hayatlarına son verilmiş ve Van şehri ile bölgesi 1425 yılında Kara Koyunlular’ın idaresine geçmiştir[41]. Bu tarihten önce herhangi bir zamanda Van’ın Kara Koyunlular ve hatta muhtemelen Moğollar tarafından doğrudan doğruya idaresi söz konusu değildir. Esasen Van XIV. yüzyılda sadece bir kale olarak tanınmaktadır[42].
9. Halîme Hatun Kümbeti. Gevaş, bilindiği gibi, Van’ın güney batısına düşen ve gölün kıyısında bulunan bir kasabadır. Burada, yine bilindiği üzere, Halime Hatun kümbeti vardır. Bu kümbetin kitâbesi yayınlanmıştır[43]. Fakat bunda eksiklik ve okuma hataları görülmektedir.
Bu kitâbeye göre Seyyıd Abdulmelik İzzeddin 760 Muharreminde (Ocak 1358) bu türbeyi Halîme Hatun için yaptırmıştır. XIV. yüzyılın ortalarına doğru Hakkâri hakimi Esededdin oğlu îmâdeddin Mücellâ idi. Onun amcalarından birinin de İzzeddin Şîr adını taşıdığı bilinmektedir[44].
Halîme Hatun kümbetinin de Kara Koyunlular’a ait olabileceği bildiriliyor[45]. Fakat Gevaş yöresinde XIV. yüzyılda söylendiği gibi, ne bir Celayir hakimiyetinden ve ne de Kara Koyunlu yerleşmesinden söz etmek mümkündür. Bu sebeble Halîme Hatun kümbetinin Celayirler ve Kara Koyunlular ile hiç bir ilgisi yoktur.
10. Hasan Keyf'dekı Zeynel Bey Türbesi. Şimdi küçük bir yerleşim merkezi olan Diyarbakır Cizre arasındaki Hasan Keyfin Ortaçağlarda Hısn Keyfa adiyle anılan büyük bir şehir olduğunu biliyoruz[46]. İşte bu şehirde bulunan bir kümbetin, üzerindeki kitâbeye dayanılarak, Ak Koyunlu devletinin büyük hükümdarı Uzun Hasan Bey’in oğullarından Zeynel Bey’e ait olduğu ifade edilmiştir[47].
Fakat bu iddia kesin olarak doğru değildir. Çünkü vekâyinamelere göre, Hısn Keyfa’yı 866 (1461-62) yılında Eyyubiler’den alan Uzun Hasan Bey, şehrin idaresini en büyük oğlu Halil’e vermişti[48]. Hasan Bey’in küçük oğullarından sayılan Zeynel Bey’e gelince, O 1466 yılında İran’daki Kirman eyaleti valiliğine tayin edilmiştir.[49] Zeynel Mirza sonra 1473 yılındaki Otluk Beli (Başkend) savaşına Kirman valisi olarak katılmış ve savaşta öldürülüp başı Fatih’e götürülmüştür[50]. Zeynel Bey’in cesedinin geri alındığına dair bir haber de yoktur[51]. Geri alınmış olduğunu bir an için farzetsek bile, Hasan Keyf de değil, Tebriz, Diyarbakır gibi başka bir şehirde defnedilmesi beklenirdi. Çünkü, Zeynel Bey’in Hasan Keyf ile hiç bir ilgisi yoktur; ölümü esnasında oranın vâlisi yine ağabeyi Halil Mirza idi[52].
Diğer taraftan Türbedeki kitâbe de aynen şöyledir:
1) Hâẕihi ravżatus-sulṭani’s-sa id ve’l ḫaḳanı ’ş-şehîd
2) Zeynel Beg İbnu’s-Sulṭân Ḥasan Bahadur Ḥân eṭaba 'llahu s̱erâhu
TERCÜMESİ
“Bu, Sultan Hasan Bahadır’ın oğlu uğurlu sultan ve şehid hakan Zeynel Beg’in türbesidir. Tanrı onun toprağım hoş kılsın”[53].
Anlaşılacağı üzere muhtevası, kitabenin çok sonra yazıldığını açıkça gösteriyor. Bu sıfatla yazılış tarihi de yoktur. Esasen olamazdı. Çünkü, aynı şehirde bulunan Şeyh Abdullah’ın zaviyesindeki bir tamir kitâbesi Hasan Keyfin 878 (1474) tarihinde de Uzun Hasan Bey’in en büyük oğlu Halil Mirza’mn tasarrufunda olduğunu açıkça gösteriyor[54].