Bu çalışmanın ilk taslaklarını okuyup teşvik eden rahmetli Prof. Dr. Cengiz ORHONLU'nun azız hatırasına.
Çeşme, Anadolu’nun batısında, Adalar Denizi içine girmiş bir yarımadanın da ucunda yer alan bir liman ve kasabadır[1]. Urla veya Çeşme Yarımadası diye anılan bu yarımada, asıl kütlesi kuzey-güney istikametinde uzanmakta olup, kuzey kısmına Karaburun denmektedir. Bu kütle ile hemen aynı istikamette yarımadanın batısında Sakız adası uzanmaktadır.
Çeşme 1985 sayımında 10.124 nüfuslu olup, bu sayı yaz aylarında on katından fazla artar. Çünkü deniz kıyıları sebebiyle bütün Türkiye, hatta dünyada ünlü bir yerdir.
Çeşme, kelime olarak farsçadır; fakat farsçadaki “su kaynağı, pınarı" anlamı[2] Türkçe'de biraz mânâ değiştirmiştir. Çünkü Türkçcmizde “çeşme", ‘pınar, kaynak’dan farklı olarak, bir musluk = lüle (oluk) geçirilmiş, tekne- ahar yerleştirilmiş bir tesis, bir yapıdır. Böylece hem insanlar kaplarına rahatlıkla su doldurabilir, hem de hayvanlar orada su içebilirler. Çeşme’nin türkçede ki anlamı, uzak veya yakın pınarlardan borularla su getirilip, uygun yerlerdeki tesisler, yâni çeşmeler yapılmasıyla ilgilidir. Onun içindir ki, Çeşme kasabasındaki “çeşme”, su kaynağı değil, istifâde edilecek su tesisleri anlamındadırlar. Dolayısıyla “çeşme” artık burada Türkçeleşmiştir.
1. Eski Tarihi; İzmir’in batısındaki yarımada, tabiî şartlan gereği, her yerde büyük şehir oluşmasına imkân vermemiştir. Çok eski, MÖ 10.000—5.000 yıllarındaki durumu kesinlikle bilemiyorsak da, Roma çağı üç önemli şehir ile takib edilebiliyor. Daha önceki dönemin parlak şehiri Klazomenai ile Eritrai ve Tens, üç coğrafi yörenin iskân yeridir[3]. Nitekim Klazomenai, yakın yüzyıllarda yeri değişmişse de, Kilizman adıyla yaşa- mışdır. Bugün Urla ona halef olmuş sayılabilirse de aslî yeri, Urla İskelesidir; Seferihisar 4-5 km. yakınında olan Teos’un yerini almış kabul edilebilir.
Bunlar içinde, yer bakımından değişik bir özellik gösteren yer, Erit- rai’dir. Eritrai adı Türkler devrinde Ildırı şekli ile yaşamağa devam etmiştir; fakat geç Selçuklu ve Beylikler devrinde yer olarak, bir başkası Çeşme, gelişmeye başlamıştır. Gerek Seferihisar, gerekse Urlada, nihayet 4-5 km.lik bir yakınlık yeni Türk iskânı için yeterli olurken, Eritrai da durum farklı ve Türk devrinin şehri, 20 km.kadar uzaktadır.
Çeşme’yi yakından ilgilendiren Eritrai ile Çeşme’nin şartlarıdır. Roma çağının parlak şehri, Bizans devrinde gerilemiş ise de, yine de etkinliğini sürdürmüştü. Zira Türk yerleşmesinin “Ildırı’’ adını taşıması, açıkça Eritrai'nin Bizans devrindeki şeklinin bir devamı kabul edilmelidir[4]. Ama burada Eritrai — Ildırı yerine neden Çeşme’nin önem kazandığının tarihî ve coğrafî şartları ile birlikte belirlenmesi gerekir.
Urla yarımadasının, Bizans devrindeki durumu, biraz değişiktir. Gerçi XI. yüzyıldan sonraki dönem hakkında iyi bir çalışma vardır[5]. Ancak, Anadolu için, devlet merkezinin İstanbul olması, bazı yörelerde olumsuz etki yapmıştır. Bunlar umumiyetle Batı Anadolu şehirler olup[6], Urla yarımadası da bu arada sayılabilir. Nitekim Teos, Bizans devrinde tamamen harab olmuş, ahalisi orayı terketmiştir. Eritrai de halk tepeye inşa ettiği daha küçük kaleyi esas edinmiştir. Nihayet Klazomenai kara ile ilişkisini kesip, adada savunmaya daha elverişli bir küçük iskana dönüşmüştür. Bu durum, Türkler geldiğinde, adı geçen yerlere verilen isimlerin devamlılığından da anlaşılabilir. Teos, artık harabe olup, buraya “Bodrum” denmiştir[7], Entrai, kısmen nüfus ihtiva ettiğinden Ildırı olmuş, Klazomenai de Kilizman olarak devam etmiştir.
2. Türk Fethi:
a. 1071’i takip eden yıllarda, İzmir ve yöresinin fethi açık olarak bilin-memektedir. Gerçi 1085’lerde İzmir’e Çaka Beğ’in hâkim olduğu bilinmektedir[8]. Çaka Beğ'den önce de bazı Türklerin geldiği, müstahkem şehirlere hâkim olmamakla birlikte, öteki sahalara yayıldıkları söylenebilir. Muhtemelen 1080’li yıllarda Urla yarımadası da Türklerin elindedir.
Çaka Beğ’in on yıldan fazla süren ilk Türk hâkimiyeti, İzmir için olduğu gibi, Çeşme için de ilk ve çarpıcı neticelerini vermiş olmalıdır. Çaka Beğ’in İzmir tersânesinde yaptırdığı gemilerle Adalar Denizine açıldığını, Sakız adasına sefer ederek hâkim olduğunu biliyoruz. Bizans karşı saldırısını önlemek için, donanması yanında askerlerini karadan, Sakız’ın karşısındaki bir yere kadar götürmüştü[9]. Çaka Beğ’in karadan getirdiği askerlerini Sakız’a geçirdiği liman, şimdiki Çeşme olmalıdır. Çünkü Sakız’ın karşısında olmak özelliği, sonraki yüzyıllarda Çeşme’nin ortaya çıkmasında en etkili unsur olacaktır. Ancak bu kısa dönemin, XI. yüzyılın sonlarında Çeşme’nin belirlenmesine ve seçilmesine imkân verse bile, bir varlık göstermesi için yeterli olmadığı muhakkaktır. Kısacası Çeşme’nin varlığı XI. yüzyıl sonlarına kadar gidebilir; lâkin bu önemli biryerleşmeye imkân vermemiştir.
Çaka Beğ’in hakimiyetinin kısa sürmesi, Türklerin İzmir ve çevresinde kendi şartlarıyla ortaya koyabilecekleri gelişmelere imkân vermemiştir. Çünkü Bizans, yeniden yöreye hâkim olarak, kendi oluşumunu devam ettirecektir[10].
XIII. yüzyıl başlarında, 1204’ten sonra Bizans’ın merkezinin Anadolu’ya taşınması şüphesiz yarımadayı da etkilemiştir. Bizans imparatorlarının zaman zaman yarımadaya yakın yerlerde kalmaları da buna eklenmelidir[11]. Ancak bu dönemin, doğrudan Çeşme’yi ilgilendiren bir yönüne tesadüf edemedik.
b. Çeşme'de Nihâî Türk Dönemi:
XIII. yüzyıl sonlarında, Germiyanlıların Batı Anadolu’ya yönelik hareketinde, Sasa Beğ yöreye ileri harekâtı başlatmış, ilk başarılan da kazanmıştı. Ancak daha sonra Aydınoğullarından Mehmed Beğ, XIV. yüzyıl başlarından sonra, bu harekette daha büyük bir önem kazandı. Hatta bir süre sonra Sasa Beğ’i bertaraf ederek İzmir ve dolaylarının fethinde yegâne şahsiyet oldu[12].
Mehmed Beğ’in 1317 sonlarında Kadife-Kale’yi aldığı bilinmektedir[13]. Çünkü İzmir o devirde iki kale olup, birisi de Liman kalesi idi. Mehmed Beğ, topraklarının idaresini oğullarına verdi; En büyük oğlu Hızır’a Ayasuluğ, ikinci oğlu Umur’a İzmir, üçüncüsü İbrahim’e Bodemya (Bâdemi- ye), Süleyman-Şah’a da Tire’yi vermişti[14]. Ancak olaylar, Çeşme dolaylarının fethinde, Umur Beğ’in küçük kardeşi İbrahim’in etkin olduğunu gösteriyor.
Halk an’anesi Urla’nın ünlü câmiinİn[15] Fatih İbrahim Beğ’e ait olduğu belirtir. Fatih İbrahim Beğ bu camii, Ildın’yı kâfirden aldıktan sonra, oradan getirttiği sütunlarla yaptırmıştır[16]. Böylece Fatih İbrahim Beğ, Çeşme yöresinin de fatihi olarak kabul edilebilecektir. Fatih İbrahim Beğ’in çocuklarının bu yöre ile yakın ilgisi vardır[17]. Özellikle Cüneyt Beğ’in Yarımada ile münasebetleri, babasının hatıralarının canlı oluşundan dolayı dikkate değerdir[18]. Umur Beğ’den önce, 1344’de öldüğü anlaşılan İbrahim beğ Seferihisar, Urla istikametiyle Çeşme havalisine ulaşmış olmalıdır. Ildırı’ya yönelirken bir önemli merhâle de Birgicek’tir. Buradaki câmi, erken devirde yapıldığından (Sultan) Alâeddın adını taşıyordu.
3. Batı Anadolu’da şartların değişmesi:
a. Aydın-oğullarının Batı Anadolu’ya hâkim olmaları, Anadolu'daki birliğe Batı Anadolu’yu da katmaları, etkisini hemen göstermiştir. Aydın- oğlu Umur Beğ’in, İlhanlı valisi Timur-Taş’la Eğridir’de görüşmesi, “bedraka” vergisini kaldırtması[19], Aydın-oğulları memleketinin Anadolu içleri ile olan yakın münâsebetinin göstergesidir. Ayrıca, Aydın-Oğulları, Adalar denizi kıyısındaki liman şehirlerindeki dış ticâretin önemini de kavramışlardır. Bu dış ticaretin Anadolu içlerinden de beslenmesi için, geniş çaplı teşebbüsler de olmuştur.
Antik dönemin ünlü liman şehri Efesos’un Bizans döneminde eski ehemmiyetini kaybettiği, hatta şehrin daha içeriye çekildiği bilinmektedir. Aynı şekilde Miletos’da da doğrudan liman oluşu engelleyen, bir başka deyişle geçmiş dönemdeki şartların değişmesi olayı vardır. Buna karşılık İzmir, küçülmüş ve şehir adeta iki kısma bölünmüş olmakla birlikte, liman oluşu özelliklerini devam ettirmektedir[20]. Cenevizlilerin, 1261'de elde ettikleri imtiyazlarla kıyıda apayrı birkale-şehir “Gâvur İzmir” tesis ettikleri de bilinmektedir.
İki kale olan İzmir’in kara kalesi, Kadife-Kale, daha erken tarihlerde 1317’de Aydmoğlu Mehmed Beğ tarafından alınmıştı[21]. Umur Beğ buradaki İzmir’e “beg" olmuş, kıyıda hâlâ “gâvur”lann etinde olan Liman-kalesi — Gâvur İzmir ile iki yıldan fazla mücadele etmiştir. Bu mücâdeleli dönemde, varlıklarını ticârete bağlıyan Cenevizliler de güç durumda kaldıklarından, sonunda Umur Beğle anlaşarak, İzmir’i terketmişlerdir (1327). Cenevizliler Umur Beğ’in bilgisi ve yapılan anlaşma dâhilinde, ticâri ilişkilerini Sakızdan sürdüreceklerdi. Umur Beğle anlaşmış olmalarını, kaynağımız “illik" olmak deyimi ile ifâde etmektedir[22].
İzmir şehrinde, Umur Beğ’in kendi şartlarında geliştireceği hayatın yanında Ceneviz dış ticâreti için Sakız adası, yeni bir üs durumundadır. Lâkin, BizanslIlar, Sakız’daki bu yeni gelişmeyi durdurmak için harekete geçerek, Sakız’ı idârelerine almışlardır. Umur Beğ’in garantisi altındaki Cenevizlilerin ki önderleri, Meşe Marti—Martino Zaccaria idi, Bizans idaresine girmeleri üzerine Umur Beğ Sakız üzerine bir sefer yapmıştır.
Umur Beğ’in hayatını anlatan kaynağımız, Düstûmâme'nin tafsilatlı olarak anlattığı bu sefer, 1329-30 kışında, muhtemelen 1330’un ilk aylarında gerçekleştirilmiştir. Hedef Sakız adası olduğundan, İzmir’de inşa edilen donanma yanında, karadan birlikler ve Umur Beğ’in kardeşleri de Sakız’ın karşısına gelmişlerdi. İşte bu vesile iledir ki, ilk defa olarak Çeşme adı geçmektedir[23].
Çeşme, bu sefer için gerçekten bir üs olmuştur. Sakız adasındaki mücadele sonunda Bizans yenilmiş, Sakız yeniden Ceneviz idâresine verilmiştir ki, bu Ceneviz idaresi, Türk yönetimi ile anlaşmış ve ona “il" olmuş bir idâredir. Nitekim Cenevizlilerin idâresi altında Sakız, 1566 ya kadar, özel durumunu devam ettirecektir[24].
Sakız adasında, Türk idâresi ile anlaşma bir ticâret topluluğunun varlığı, Batı Anadolu ve bu arada Urla yarımadasının sonraki yıllardaki gelişmesinde çok etkili olmuştur.
b. Türk İskânının Umumî Görünüşü:
Anadolu’daki Türk iskânının kendisine mahsus şartlan, elbette Urla yarımadası için de geçerlidir. Lâkin iskânın, deniz kenarlarında, daha değişik bir boyut ve özellik kazanacağı da şüphesizdir. Bataklık ve çok sıcak kıyılann hiçbir zaman iskân edilmediği bilinmektedir. Buna karşılık yaylak-kışlak hayatına imkânı verebilecek, verimli ova veya yaylalarda yerleşme daha çoktur.
Batı Anadolu’da deniz kıyıları, iskândan başka bir sebeple boş kalmıştır. Denizlerin tam Türk hâkimiyetinde olmadığı dönemler de, ki bu dönem XI-XVI yüzyıllara kadar çıkar, kıyılar hiç de güvenlikli değildir. Düşmanlar, küçük veya büyük gemilerle korsanlar âniden saldırıp evleri barklan yakıp, insanları esir alır veyâ öldürebilirlerdi[25]. Bu sebepledir ki, eğer bir kale yoksa, iskân hiçbir zaman kıyıda olmamıştır.
Urla yarımadasında, Osmanlı tahrir kayıtları XV. yüzyılın ikinci yansında başlamaktadır. Bu zamanın bilgilerini XIV. yüzyıl başlarına, yâni yüzelli yıl geriye götürmek mahzurlu görünürse de, bir fikir vermek açısından yararlıdır. Çünkü yarımadada eski hristiyan nüfus pek kalmamıştır. Sadece bazı yerlerde, Urla gibi, eski Klazomenai’nin yerli hristiyan halkı varlığını sürdürmektedir. Eritrai’nin veya başka yerlerin eski halkı, muhtemelen Türklerin gelişi öncesinde, korkudan hemen yakınlardaki adalara geçmiş olacaklardır. Bu açıdan, Urla Yarımadasındaki iskânda Türkler yer bakımından hayli serbest kalmışlardır.
Bilinen şehir ve kasabalar, kıyıdan belirli bir mesâfe içerdedirler. Urla, kıyıdan, Urla İskelesi’nden 4-5 km içerdedir. Seferihisar, Sığacık veya Teos’dan yine aynı mesâfede içerdedir. Tıpkı bunun gibi, Çeşme adım taşıyan ilk yerleşme de kıyıdan 3 km kadar içerde bulunuyordu[26].
Anlaşılıyor ki, kıyılardaki Türk yerleşmeleri, belirli bir güvenlik sahası gözönüne alınarak oluşuyordu. Bu mesâfe, bir yürüyüş saati olarak kabul edilebilir. Kıyıya düşman çıktığında karşı koyabilmek, eğer imkân yoksa geriye, müsâit yerlere çekilebilmek için zaman kazanmak amaç idi. Kıyılardaki hemen bütün iskân böyle oluşmuştur. Yine bu esasa bağlı olarak, Eritrai’nin yerine kurulan Türk yerleşmesi Ildırı da, kıyıdan 3 km daha içerde bulunuyordu[27].
Görülüyor ki, güvenlik mesâfesi nazarı itibâre alınarak Urla yarımadasında yeni Türk iskânı başlamıştır. Bu iskân, XIV yüzyılda görülmeye başlamıştır. Halk rivâyeti, Fatih İbrahim Beğ’in o vakit ormanlık olan Urla’da kendi adını taşıyan bir Cami yaptırdığını belirtir. Aynı şekilde, daha eski bir câmi, Birgicek köyünde yaptırılmıştır[28]. XIV. yüzyılda ait iskânda, halkın bir kısmının henüz daha yerleşmemiş veyâ yaylak-kışlak arasında tam karar verememiş olması da söz konusudur.
c. Ildırı’nın gerilemesi, Çeşme’nin gelişmesi:
XIV. yüzyılda görülen Türk iskânı, umumî esasları yanında bir başka gelişmesiyle de dikkati çeker. Bu gelişmede en önemli olay, Roma çağının ünlü şehri, canlı ve parlak bir geçmişi olduğu kalıntılarıyla da anlaşılan Eritrai’nin mirasçısı Ildırının gelişmesinin durmasıdır, Ildırı, kazılarda çıkan sikkelerin de gösterdiği gibi[29], Türk fethinin ilk döneminden beri meskûn bulunmaktadır. Limanı güvenilir olduktan başka, kaynak sulan da çok bol ve güdür.
Entrai, Roma devrinin, yâni ülkenin bütün ilişkilerinin Roma ile yapıldığı devrin önemli bir limanı ve şehri idi. Bu kıyılardaki deniz ve rüzgâr şartlarının incelenmesi, muhtemelen Eritrai’nin kuruluşunda, Roma ile ilişkilerin gözetildiğini ortaya çıkarabilir. Ancak, Bizans döneminde merkezin İstanbul oluşu, Urla yarımadasındaki canlı hayatı geriletmiş, Bizans döneminde Eritrai küçülmüş idi. Türkler geldiğinde, zaten Eritrai eski canlılığından pekçok şey kaybetmiş idi. İlk Türk döneminde zaten yarımada ortasında, merkezi yerde bulunan Birgicek dikkati çekebilecektir [30].
XIV. yüzyılda, Sakız adasındaki Cenevizli tüccarlar, Anadolu ile ilişkilerini sağlamak zorunda idiler. Sakız şehri ile Anadolu arasındaki ilişkilerde, şüphesiz İzmir, Foça veya Ayasuluğ limanlan da söz konusu olabilirdi. Fakat deniz ve rüzgar şartları, bu ulaşımın daha başka bir biçimde gerçekleşmesine imkân verdirmiştir. P.P. Argenti, Sakız’a, Foça şapının dahi Urla İskelesi yoluyla geldiğini işaret etmektedir (I, 488). Şüphesiz bu ve daha başkaları, Sakız ile karşı Anadolu kıyısı arasındaki ulaşımın kolaylığı ile ilgilidir. Anadolu kıyılarında ise en elverişli durumda olan yer Çeşme limanıdır[31].
Aydınoğlu Umur Beğ’in, 1328 ile 1344 arasında, ticâretin İzmir’e yönelmesi için çaba göstermiş olması olağandır. Fakat !344’de Liman kalesi’nin yeniden Haçlılar eline geçmesi, Umur Beğ’in dört sene uğraşmasına rağmen kaleyi geri alamaması, üstelik bunun için şehid düşmesi, İzmir’in ticâretinde olumsuz etki yapmıştır. Her iki İzmir, Müslüman ve Gavur İzmir arasında XIV. yüzyılın ikinci yarısında devam eden mücâdele, Sakız adasındaki ticâret evlerinin faaliyetinin iyice artmasına sebep olmuştur. Zaten Aydınoğulları ile anlaşmaları da olduğundan, Sakız ite Anadolu kıyıları arasındaki deniz ulaşımı, Urla yarımadasının batı kıyılarında uygun liman arayışını kısa sürede sonuçlandırmıştı. Daha uzak, daha karmaşık giriş-çıkış imkânı olan Eritrai’nin yerine, Çeşme tercih edildi. Çünkü Çeşme, Sakız’ın hemen tam karşısında olup aralarında 18 mil mesâfe vardır[32].
1330 tarihinde ilk defa adına rastladığımız Çeşme antik önemli bir yerleşmeye sahip değildir. Bazı eserlerde antik Cysus un yerinde olduğu söylenirse de[33], ne Çeşme-köyü ne de şimdiki yerinde hiç bir eski kalıntı yoktur. Daha güneydeki Ovacık da, muhtemelen Bizans devrinde dağınık bir köy yerleşmesi görülmüş olabilir. Fakat, bu yerleşmenin Türk dönemi Çeşme’si ile bağı düşünülemez. Herhalde, Çeşme-köyü diye bilinen, kıyıdan 3 km kadar gerideki Türk yerleşmesi de, geleceğin Çeşme’si ile değil, doğrudan XIV. yüzyıl şartlarının eseridir. Ancak yüzyılın ikinci yarısındadır ki, kıyıdaki çeşmelerden dolayı bu adı alacak[34] yerleşme, bir önemli iskele ve liman olacaktır.
Çeşme, Eritrai kadar olmasa da çevre şartlan ile uygun bir liman idi. Hemen bütün rüzgârlara kapalı olan limanı, çevresindeki ziraat sahalan ve çeşmeleri, denizcilerin bütün ihtiyacını karşılayabilecek niteliktedir[35]. Denizciler için su ihtiyacının çok daha önemli oluşu, Çeşme adının ortaya çıkışından da belli olmaktadır.
Aydınoğullarının Urla yarımadasındaki hâkimiyetleri, Çeşme’nin ortaya çıkışı yanında, bir büyük netice daha vermiştir. Yöredeki Türkler, Aydınoğiu Gazi Umur Beğ’le birlikte deniz seferlerine katıldılar. Türkler daha 1340 larda Adalar denizi ile ilgili bilgileri az-çok edinmiş olmalıdırlar. 1344’de İzmir’in Liman-kalesi'nin Haçlılar eline geçmesi, bilgili ve tecrübe sahibi Türklerin denizlerdeki faaliyetine engel olmamıştı. 1348’de Umur Begin şehid düşmesi Türklerin Adalar denizindeki uzun mesafeli faaliyetini durdurdu. Ancak yöre Türkleri denizle ilgili bilgi ve tecrübelerini denizlerde kullanmağa devam ettiler[36]. Muhtemelen bir kısım Türk reisleri, artık Adalar denizine açılmak imkânı bulamayınca, Sakız adası ile Çeşme arasındaki ulaşımda etkili şekilde görev almışlardır. Nitekim Çeşme ile Sakız arasındaki ulaşımda Türk gemicilerin etkinliği XIX. yüzyıla orta-larına kadar devam edecektir[37]. İlk Osmanlı denizcilerinin bu yöreden çıkması da bir tesâdüf olmasa gerektir[38].
Netice olarak, Çeşme, XIV. yüzyılın ikinci yansından itibâren, Sakız adası ile Anadolu arasındaki ticarette en önemli bir giriş limanıdır. Nitekim Çeşme’nin bir adı, “Passagio” yâni geçitdir ki, Anadolu ile Sakız adasındaki geçit durumunu göstermektedir.
ç. Çeşme’den Anadolu içlerine giden yol:
Çeşme, Sakız’daki Ceneviz tacirlerinin[39] Anadolu ile ilişkilerinde bir dış ticaret kapısı olarak ortaya çıkınca, buradan Anadolu içlerine giden bir yol söz konusu olmalıdır. Gerçekten de Çeşme’den başlıyarak Yarımadayı boydan boya geçen bir yolun izlerine bugün dahi yer yer rastlanmaktadır. Kıyıdan mümkün olduğunca uzak giden bu yol, şimdiki Nohut-alan köyü civarından Birgicek köyüne ulaşıyordu. Buradan ovayı geçip tepeyi tırmanıyor, şimdiki yolu takiben Urla İçmeleri civarında deniz kıyısına iniyordu. Hâlen de görülen köprülerin işâret ettiği gibi, burada yol, deniz kıyısını mecburen takib ediyordu. Güvenlik, biraz içerdeki adacığa yerleştirilen bir kuvvet ile sağlanmış olmalıdır.
Buradaki Malkoç Köyü[40] civarında yol ikiye ayrılıyordu: birisi önce Urla’ya, oradan da Urla İskelesi’ne iniyordu, öteki ise Hereke ve Seferihisar’a yöneliyordu. Urla İskelesi, İzmir Körfezi’ndeki Menemen-İskelesi ile yakından ilgilidir; Menemen’in ise Manisa ile bağlantısı vardır. Seferihisar’a ulaşan yol, yine kıyıdan içerileri takib ederek, Cuvaovası’na varmaktadır. Cuma-ovası, XV. yüzyılda gelişmesi devam etmiş, fakat aslî özelliği, farklı iskân birimlerinden oluştuğu için, tahrirlerde yeterince önemli görülmemiştir. Cuma-ovası, bir yandan Tire, Ayasuluğ, Öteki tarafdan Manisa yönüne giden yolların da bir kavşak noktası sayılabilir.
Çeşme’den başlıyarak, Anadolu içlerine yönelen yolun izlerine bugün dahi rastlanıldığını söylemiştik. Kaldırım, köprü ve öteki kalıntılar yanında, XVI. yüzyıl arşiv belgelerinde de yolun varlığına işâret edilmektedir. Dr. Himmet Akın’ın da işâret ettiği gibi[41], bu yol üzerindeki bazı tesisler, Aydınoğulları zamanına kadar geri gitmektedir. Nitekim, Şeyh Evren[42] adlı azizin, Birgicek ile Çeşme arasında43 bir musluk, yâni çeşme yaptırdığı, evlâdının Aydınoğlu İsa Beğ zamanından beri o musluğa hizmet ettikleri,[43] 1560 yılları kayıtlarında dahi zikredilmektedir[44]. Açıkça anlaşılıyor ki bu yolun canlanmaya başlanması, XIV. yüzyıl sonlarına kadar gitmektedir.
4. Çeşme’nin XV. yüzyılda Büyümesi:
Çeşme’de, Sakız ile başlıyan ticâret, XIV. yüzyılın ikinci yansında güçlenmiş bulunuyordu. Bu sebepledir ki, Temür, 1402 yılı sonlarında “Gâvur İzmir”i de almasına rağmen[45] eski ticâret yolu işlemeye devam etmiştir. Çünkü İzmir’deki yeni durum, Sakız ile Çeşme arasında oluşan ahenkli ticârî ilişkileri etkileycek derecede değildir.
Sakız’daki idare, Aydın-oğulları ile anlaşmaları olmakla birlikte Osmanoğullarının bu yöreye gelmeleri üzerine, durumu yeniden düşünmüş olacakdır. Çünkü Osmanlılar her geçen gün daha da güçlenmekte idiler. Bunun üzerine Sakızlılar da, Aydınoğlu Cüneyd Beğ’le çekişmekte olan Osmanlıların yanında yer alarak, Aydınoğulları ile bağlarını koparmış oldular[46]. Ekonomik çıkarlarını korumak için Osmanlılarla anlaşma yoluna gittiler. Nitekim Osmanlı bütçelerinde, “Sakız cizyesi", 550.000 akçe olarak, 1566 öncesi bütçelerinde yer almaktadır[47].
Çeşme’nin bulunduğu Urla Yarımadasının, XV. yüzyıldaki durumun belirten bazı tahrirler vardır. Çeşme için en eski tahrir bilgileri, XV. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Bu bilgilerden mevcud olanlar, Çeşme için dikkate değer mâlumât vermektedir.
a. 1466 “871 tahriri[48]:
“Karye-i Çeşme Hass-ı hüdâvendigâr hulidet-hilâfetihi
Muaf -ı Şeyh Ali ve Şeyh adlu kişilere merhâmet-i Padişâhî olub ellerine Hükm-i Sultanî verilüb buyrulmuş ki ulakdan ve sahreden ve cerehordan ve toğancıdan ve sekbandan ve hisar yapmakdan ve salgundan ve ev sürmekden ve selamlıkdan ve azab yazmakdan ve resm-i ağnamdan ve bâcdan ve yerlerinden öşr ve haraç taleb etmiyeler deyü emr olunmuş
Nâhiye-i Çeşme Hass-ı Hüdâvendigâr Kadîmi hassdır.
Karye-i İsmail Obası[49]
( 1). İbrahim Fakih imam
( 2). Mahmud veled-i Musa çift
( 3). Mamalu veled-i Mahmud kara
-----
(63) . Tağ-eri kara
(64) . Saib veled-i Tağ-Eri kara
(75) . Hasan veled-i Asıl Han kara
(76) . Bahşayış Dede
Kendü arak-ı cebiniyle Zaviye işledür
(77). Hüseyin Dede
Zaviye-neşin arak-ı cebinle Zaviye işledür
(78). Elvan Derviş,
Avânz-ı Dîvânîden Hükm-i Hümâyun var
(79). Hoca Sibek veled-i Elvân kara
(80). Asıl beği veled-i Hamza kara
Cümle hâne : 80
Hane-i temam : 42 / Resm-i caba : 1.200
Hane-i kara: 35 / Resm-i caba 175
Hâne-i muaf: 3
Cem'an Hâne : 80
Öşr-i gendüm ---müd :12----kıymet: 7.200
Öşr-i cev-----------------------kıymet: 1.280
Öşr-i alaf --------müd :1------kıymet: 24
Öşr-i penbe--------------------kıymet: 500
Resm-i agnam-----------------kıymet: 200
Cem'an hasıl---- 10.729[50]
Asıl hasıl: 7.000
Ez-zâid alel-hâsıl: 3.729
oo Limon Çeşme[51] ve Limonı Ayasuluğ asıl fi sene-------------: 37.000
oo Köy hasılında olan meblağ Gayri İcâre şode Mezkûr limonlar kıstı:---62.000
Ez-Zâyid alel-asıl---------------------------------------------------: 25.000
oo Limonu İzmir Asıl kıst-----------------------------------------: 7-500
oo Tuzla-yı İzmir ve Özbek ve Sivrihisar ve Ayasluğ sınurunda Batnaz tuzlası Asıl kıst-------------------------------------------------------:317.000
İltizamında mezkûr tuzlalar Âmil İsa üzerinde beş kerre yüzbin kışta verilmişdir Harcı âmil üzerindedir bu meblağdan gayri.”
1466 tarihli defterin gösterdiği en önemli husus, bir önceki tahrire göre Çeşme ve Ayasuluğ limanları gelirinin 25.000 akçe artmış olmasıdır. Bu artış, sonraki senelerde daha da büyüyecektir.
b. 1468 — 873 yaya tahriri[52].
Çeşme yöresi için dikkate değer bilgiler, yaya tahririnde de görülmektedir. Sonraki senelerde gelişmelerini takib ettiğimiz bu çiftliklerle ilgili olarak Çeşme karyesine bağlı olanlar şunlardır:
1. “Çeşme’den İsa çiftliğine oğlu Veli (gaib) ve mezkûr köyden şimdi Kapluca’dır Mustafa (yaya) ve oğlu Hızır (yamak) ve bir oğlu Ho- cendî (yamak) ve Ruhi (yamak) ve mezkûr gaib yerine yaya ziyâ- dından Turgut (yamak) veled-i Veli-i mezkûr
Nefer: 5
2. “Çeşme’den Kızıl-Ayaz çiftliğine Üveys oğlu Mustafa oğlu Turbalı (yaya) ve Ali oğlu Paşa-Balı (gaib) ve mezkûr köyden ki Kızılca köy’dür Yusuf veled-i Bereket (yamak) ve oğlu Resul (Gaib) ve Beğdeş (yamak) ve Boynak’dan Ece-gazi çiftliğinden ayrılan Devlet- Han oğlu Kaabil (mükerrer) Mezkûr ziyâde olduğu sebepden Eşref çiftliğinde Bayezid’e yamak verildi
Nefer: 3
3. “Çeşme’den Hüseyin çiftliğine Balaban oğlu Tur-Hoca (yaya) ve Hoca Yusuf (yamak) ve Rahman (yamak) veled-i Yaya Hasan ve kardeşi Yadigâr (yamak) ve Salman (yamak) veled-i Hasan
Nefer: 5
4. “Çeşme’den Nebi çiftliğine Musa (yaya) veled-i İbrahim ve kardeşi İsa (yamak) ve Muhammedi (yamak) ve Eynel kardeşi Yavaşça (yamak) ve Eynel (mürde) ve mezkûr mürde yerine yaya ziyâdından Hasan (yamak) veled-i Musa-yı mezkûr
Nefer: 5”,
Görülüyor ki 17.XI. 1468 taihindeki defterde, Çeşme köyü çevresinde 4 yaya çiftliği kayıtlıdır. Bunlardaki yaya ve yamaklar 18 nefer olup bu da beşer nüfusdan 90 nüfus demektir.
Çeşme çevresindeki öteki köylerin Alaca-at — Alaçatı, Reis — Reis-de- re, Ildırı, Künâbisa ve Birgicek’in ayrı yaya çiftlikleri vardır. Bu itibarla dört çiftlik, sadece Çeşme köyü etrafında olanlardır. Hatta bu çiftliklerden bazıları o devre göre köy kabul edilmiştir ki, Kızıl-Ayaz’ın adı, Kızılcaköy’müş.
1525 tarihli tahrir[53], artık ayrı bir dönemi yansıtmakla birlikte çiftliklerdeki gelişmeyi de gösteriyor. Ortalama ziraat arazilerinin 60 ar dönüm olduğu kaydedilen çiftliklerde toplam sakinler 31 yaya ve yamakdır. Bu defterde ayrıca 13 mücerred de kaydedilmiştir. Yaya ve yamak sayısının t8’den 31'e çıkması, ortalama % 70’ük bir artışı ifade etmektedir. Bu artış Çeşme ve çevresindeki gelişmenin, XVI. yüzyıl başlarında da devam ettiğinin açık göstergesidir.
5. Saldırılar:
a. 1472 Düşman saldırısı:
Çeşme ve etrafının durumuna dair ilk ve kesin bilgi veren 1466 ve 1468 yıllarına ait tahrirlerin hemen ardından, 1472’de, daha değişik bir olay vardır: Venedik donanmasının Çeşme limanına saldırısı.
Osmanlılarla Akkoyunlular arasındaki çekişmede, Uzun Hasan, Osmanlılara karşı, Avrupah desteğini aramış ve istemiştir[54]. Otlukbeli savaşıyla sonuçlanacak büyük mücadele öncesinde, Venedikliler, Akkoyunlula- ra destek olmak üzere, Anadolu kıyılarına bir filo göndermişlerdi. Foça, Klizman, İzmir ve daha güneyde Antalya, Venedik filosunun saldırısına uğrayan yerlerden idi[55].
Venedik filosunun amacı, Anadolu’nun en canlı ve faal limanlarına saldırmak, mümkün olduğunca Türk ülkesine zarar vermek idi. Nitekim seçilen limanlar hep eski ve etkili limanlardır. Bunlar arasında Çeşme’nin de girmesi iki yönden önemlidir. Öncelikle burası da düşman saldırısına maruz kalabilecek önemli faal bir limandır. İkincisi limanda koruyucu herhangi bir savunma tesisi bulunmamaktadır. Çünkü, felâketle karşılaşan İzmir’i korumak üzere, derhal bir tedbir düşünülmüş, 1415’lerde yapımına girişilip Çelebi S. Mehmed’in durdurduğu inşaatın üzerine, Liman kalesi yapılmıştır[56].
Çeşme’ye saldırı 1472 Eylül ayında İzmir ve Klizman’la birlikte gerçekleşmiştir. Çeşme’deki etkilerini sadece batılı kaynaklardaki yankılarından bildiğimiz bu saldırı, “passagio” yâni geçite yönelmiştir. Çünkü burası Sakız arası ile ulaşımda önemli bir kapı idi. Sahildeki ticarî anbar ve depolar yakılıp yıkılmıştır. Buradaki dükkanlarda özellikle işlemeli halılar, renk renk ipekliler, Ankara tiftiğinden şâliler bulunup yağmalandığı da ifâde edilmektedir[57]. Birden bire karaya çıkan düşman, içerdeki Türkler yetişinceye kadar büyük zarar vermiş, sonra gemilerine binerek çekilip gitmiştir.
1472 saldırısı, Çeşme’nin, bu yıllarda artık Batı Anadolu’daki önemli limanlardan birisi olduğunu açıkça göstermektedir. Burası gelişme halinde önemli bir merkezdir; lâkin savunma imkânları ve tesisleri pek o kadar etkili değildir.
1472 saldırısından sonra, İzmir’de derhal yeni müdafaa tedbirleri alındığı halde, Çeşme de bu söz konusu olmamıştır. Çünkü Çeşme’deki durum, bir bakıma geçici bir dönem gibi kabul edilebilirdi. Bu saldırı, Çeşme’deki ticareti durdurup, yolu İzmir’e çevirebilirdi. Ancak bu gerçekleşmemiş, ticaret Çeşme’de etkili olmaya devam etmiştir.
b. Çeşme’ye 1501’deki ikinci saldırı:
Çeşme’nin gelişmesi devam ederken, II. Bayezid devrinde Venedik ile savaş da etkili olmuştur. 1499’da yeniden başlayan savaşta[58] Türkler, Adriyatik kıyılarında önemli başarılar kazandılar. Buna Venedik, Anadolu kıyılarına bir deniz akını ile cevap vermek istemişti. 25 Temmuz 1501 tarihinde Çeşme’ye yapılan bu saldırıyı, İbn Kemal — Kemal Paşazâde’den takip edelim:
Küffâr-ı Diyâr-ı Venedik Tonanma ile Anadolu Yakasına Çıkdıklann Çeşme didikleri şehirde nehr-i fesadı revân idüb bünyâd-ı âmânı yak- dıklannı beyân eyler.
Venedik diyânnın şehriyârı Anavarya Hisarının alundığın eşidecek ol bed-rây-ı esnâmı gîrüdârda kınlan küflârın haberi müsibet-eserden kûş idicek onların intikamın almağa ikdam itdi Tonanma yarağın görmede İhtimam itdi Ol serkeş-i bed-nihâd âteş-i fesâdı yakub dîk-i fitneyi cûşâ getürdij Kişver-i Vênedik’in nahk ahenk dilâverlerini germ edib huruşâ getürdü Alât-ı gîrüdârla bir nicenin mürdüne rekzini çîn idüb ihzar eyledi Cendrâlini ki cidâl ü kıtalde Rüstem mikr ü âlde Zâl di onları salâr eyledi Azîm tonanma ile ol bedkerdân Anadolu karasına gönderdi Yelkenle Akdeniz’in yüzünü çiçekleri açmış sahraya döndürdü:
Suyun üstünde ardarda olsun tüm yelkenler
Gökyüzündeki bulut kümeleri gibi
Büyük bir atılışla galeyana geldi
Coşku kazanından uğuldu çıkarırcasına[59]
Sehâb-ı pür-şitâb gibi yîl önüne düşüb ta’cille gitdiler Anadolu yakasında Menteşe diyânnun kenanna yetdiler Çeşme üzerine ki Deniz yalısında havalisi mamur meşhur kasabadır Dümeni doğrudub yürüdüler Ansızun iskelesinin önüne çıkavarub mevc-i tîğ-mığ-ı renkle rûyı deryâyı serâser bürüdüler Ol diyarın halkı üzerlerine yağı geldüğünden haberdâr olub yarağa girdiler Alât-ı gîrüdârla atlusu ve yayağı seğirdişüb deniz kenanna irdiler ol nahk-ahenk frenkleri ki sûk-ı füsûdın tüccarlarıydı İskelenin civa- nnda karşulayub bazâr-ı kâr-zân kurdılar Dellâl-ı ecel araya girdi Meta’-ı cânı yok bahasına aldı virdi Bir zûm-ı muhkem mukatele eyleyüb mukabele itdiler turdılar:
Nazm-ı türkî li-müellifihi
Kenâr-ı Bahr’da saf saf duruldu
Seherden cenk bâzân kuruldu
Ecel dellâl olub girdi araya
Meta’-ı cânı satdı yok bahâya
Bunlar bu tarafda tennûr-ı harb u darbı germ edüb nâr-ı kâr-zâra iştiâl viretururken bâzâr-ı gîrüdâra girüb ol bedkerdârlarla alışa verişe iştiâle gösterüb yürürken Cendrâl-i bed-fiil ihtiyâ) ildi Bu şîrlere remine misâl mikr ü âl etdi Gemide bileşince üçyüz mikdarı süvâr-ı kâr-zân varmış Bir kenardan dahi ol nâbekârlan karaya çıkardı sahvirdi Mezkûr diyarın halkı nehr gibi akub denizden yana gitmişken adû-yı kîn-cûy havali-i şehri hâli görüb siyl-vâr geldi girdi Pir ü nâ-tûvân dimedi gözü tûş geldüğünne emân virmeyüb kırdı Avretden ve oğlandan eline girenleri esir itdi Haşarat hizmetin yerine yetürmekde kusur komayub dür u kusurda bulduğunu cârub gâretle sildi süpürdü aldı gitdi.
Nevâhi-i şehrde olan ile güne obaya ve köye haber oldu Geldiler yeldiler Ol bed-reyler işlerini bitirüb dönüb deryaya azm etmişken ardlanndan irüb rezm etdiler:
Nazm-ı türkî li müellifihi
Görüb cengi kılıç kolin sıyırdı
Sinan baş açdı ve meydana girdi
Olub başı kaba gürz-i giran-ser
Sanasın meclise ve divana girdi
Bir zum-ı muhkem cenk olub
Yir yüzü kandan gülrenk olub
Mübârizler döne döne kovuştu
İki taraftan hayli adem dövüşdü
Esnâ-yı kâr-zârda ve tengnâ-yı gîrüdârda Çeşme’nün kadısı bir nice gazilerle şehid oldu Çeşme-sâr-ı şehâdetden teşne-i cânı sîrâb olub külhen-i cihanun teff u tâbi azabından halâs buldu Küffar-ı bedkerdânn dahi mizmar-ı kerr ü merde kırılanı kırıldı kalanı gemiye girmeğe kenar-ı necâta irmeğe cân atdı gitdi Hayli frenk harçenk gibi kıçın kıçın gidüb nehenk-i çengin ağzından çıkmağa aheng edüb sefine-i hayatı girdâb-ı gîrüdârdan halâs etdi bu yaka ve iskelede savaş idenlerin de yüzün döndürdüler Ol bedkerdârların dahi varlarını binde? (بكده) yüzün gösterdiler Gerçi mezkûr bed-fercâmların evcinden ehl-i İslama hayli hasârat oldu Amma ol bahâne ile adu-yı kîne-cû-yı tünd-huyun hayli haşarat oldu Mczbur hadisenin vukuu seb’a yılında idi Muharrem-i mükerrcrnin evâyilinde “idi[60]”
Çeşme’ye otuz yıl ara ile yapılan bu iki saldırı, aynı zamanda Çeşme’nin bu yıllardaki büyük İktisadî önemini de gösterir[61]. Fakat aynı zamanda, Çeşme’de bu sırada herhangi bir kale, yâni savunma tesisi bulunmadığını belirler. Çünkü kayıtlarda buna dair en küçük bir işâret yoktur. Çeşme gibi önemli bir ticaret kapısının sık sık düşman saldırısına uğraması, Türk devlet adamlannı savunma için çare aramağa sevk etmiş olmalıda
6. Çeşme Kalesinin Yapılması:
a. Yukarda, Çeşme’nin XIV. yüzyılda ortaya çıkan bir iskân yeri olup, şartların elvermesi ile yüzyılın sonlarına doğru bir ticaret kapısı olduğunu gösterdik. Çeşme’deki İktisâdi gelişme XV. yüzyıl boyunca da devam etmiştir. 1472’deki saldırı bu gelişmeyi durduramamış, daha büyük ve etkili 1501 saldırısı olmuştur. Artık Çeşme, doğrudan saldırılınca, Türk devletine büyük zarar verilebilecek derece önemli bir ticaret merkezi, dış ticaret kapısıdır.
Türk-Venedik savaşında, Çeşme’nin 1501’de maruz kaldığı saldırı, İs-tanbul’da derin yankılar uyandırmışa benziyor. 1472 saldırısı için yine îbn Kemal’de sadece İzmir, bir cümle ile geçerken[62], Çeşme saldırısı için böylesine tafsilât, İstanbul’a konu ile ilgili mufassal raporlann gelmesi ile açıklanabilir. Hele savaşta Çeşme kadısının da şehid düşmesi, şüphesiz bu etkiyi daha da artırmıştır.
Çeşme kalesinin yerinde, önceden bir yapı olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü, Çeşme kalesi hakkındaki umumî bilgilerde[63] bu kalenin Ceneviz yapısı olduğu kabul edilmektedir. Hatta bu fikir bazı “uzman"(?) kişilerce de ifâde edilmektedir.
Çeşme’nin, kıyıdan içerde bir Türk iskân yeri olduğunu yukarda açıkça belirlemiş idik. Bu iskân yerinin, I’ürklerden gayri bir topluluk veya döneme ait olmadığı kesindir. Kıyıdaki iskâna gelince burada da belli başla bir eski şehir veya kasaba olmadığı bilinmektedir. Çeşme’de, şimdiki yerinde yapılan kazı ve öteki hafriyatlarda (ev temel kazıları dahil) hiçbir eski eser çıkmadığı eskiden beri ifade edilmektedir[64]. Zaten şimdiye kadar ortaya koyduğumuz gelişmeler ışığında, bu yörede herhangi bir eski şehir olamıyacağı da açıkça bellidir.
Çeşme kıyılarının, XIV. yüzyıl başlarında itibaren Türk idaresinde olduğu bilinmektedir. Umur Beğ’in kıyılardaki Türk hâkimiyeti konusundaki hassaslığı, kendisiyle anlaşan Sakız Ceneviz beyliğine yapılan Bizans saldırısına cevap vermesiyle açıkça anlaşılıyor. Sakız’da yerleşen Cenevizliler Türkler üzerinde değil fakat Türkler Sakız’daki Cenevizliler üzerinde etkili bulunuyordu. Sakız’da oturup, Türk topraklan ile ticaret etmelerini, Umur Beğ devrinden beri veregeldikleri anlaşılan senelik bir para ile sağlamışlardı. Bunun içindirki Umur Beğ’in tarihinde itaat etmiş anlamında “illik” olduklanndan söz edilmiştir.
Kısacası Çeşme’de Cenevizlilerin bir müstahkem yer yapmalarına imkân olmadığı gibi, hiçbir tarihî kayıt da böyle bir kaleye işâret etmemektedir.
b. Kitâbeler:
Çeşme kalesinin iç kısmına giriş kapısı üzerindeki kitâbe, Evliya Çele- bi’de de, kısmen yanlış olarak, yer aldığından eskidenberi bilinmektedir. Kitâbenin metni şudur[65].
بامر ملطان باين يد بن محد خان
حعبا١ ى مير حيدر قيلدى بنياد
٩١۴ مورح ديدى تاريحين خرش اباد
Mîr Haydar’ın yaptığı hisar, 914 tarihinde tamamlanmıştır. Nitekim “Müverrih didî tarihin Hoş-âbâd”daki خرش اباد = Hoş-âbâd’ın ebced değeri de 600+6+300+1+2+1+4 = 914 tutmaktadır. 914 Hicrî tarihî ise, 2. V. 1508 ’ile 20.IV.1509 arasındadır.
c. Mimar kitabesi: Kitâbeli kapının altındaki çeşme üzerinde, kalenin mimar kitabesi bulunmaktadır. Metni şudur:
بني هذه القلعة معمار محمد بن احمد بن معلم
Bu kalenin mimar Mehmed bn Ahmed bn Muallim tarafından bina edildiğini belirten kitabenin tarihi yoktur. Ancak bu kitabenin yazısı ile kale kapısı kitabesi yazısı arasında benzerlik vardır[66].
Görülüyor ki, her iki kitâbe kalenin yapılışını açıkça belirtmektedirler. Ancak Evliya Çelebi’deki kitabe metnini lâtin harfleri ile yayınlayanlar ikinci satın:
“Hisarı Aynı cedid kıldı bünyad” şeklinde okuduklanndan[67], yorumlarda bir yenileme — cedid etmeye imkân tanımışa benziyor.
d. Kayıtlar:
Çeşme kalesinin, kitabesinden daha kesin tarihli yapılış kayıtları, II. Bayezid devrine ait bir in’amat defterinde bulunmaktadır. Çeşme kalesi ile ilgili kayıtlan, rahmetli Rıfkı Melul Meriç tarafından yayınlanmıştır[68]:
a. 17 Ramazan 914 — 9 Ocak 1509 tarihli kayıt:
“Musa Şeyh-zaim der cemaat-i ulufeciyân emîn ve Mehmed kâtib an ebnâ-i sipâhiyân ki ‘an binâ-ı Kal’a-ı Çeşme âmedend Nakd fi 1000 (akça) (yekûn) 2.000 (akça) Câme münakkaş Bursa sevbân.
c. “tn’am be-mezkûrin fi 7 Zilkaade sene 914 (=27.11.1509) Mevlânâ Musluhiddin Kadı-ı Ayasuluğ ki Kal’a-i Çeşme nevbina kerde est câme: ‘an murabba ba-çuka sevb."
Merhum R.M.Meriç, Çeşme kalesi hakkında yukardaki kayıtlan şu şekilde hulasa etmiştir[69]:
“Çeşme kalesinin bina eminliğine Ulufeciler cemaatinden Zaim Şeyh Musa, kâtipliğine de ebnâ-i Sipâhiyândan Mehmed tâyin edilmiş; İstan-bul’a dönmelerini müteakıb 17 Ramazan 914 tarihinde kendilerine biner akça ile münakkaş Bursa kumaşından birer elbise enam olunmuş.
Kalenin inşaatına Ayasuluğ Kadısı Mevlana Musluhiddinmemur edilmiş; kendisine 7 Zilkade 914 de çuha ile murabbadan bir kat elbise in’am edilmiştir”.
Gerek kitâbesi, gerekse II. Bayezid devrine ait defter kayıtlan, Çeşme kalesinin yeni bir Türk eseri olduğunu açıkça gösteriyor. Hele defterdeki “nev-bina kerde est “yeni bina edilmiştir " ifadesi hiçbir şüpheye yer bırakmıyacak derecede kesindir.
Kısacası, Çeşme kalesi, Türk devrinde oluşan şartların ortaya çıkardığı, yeri ve öteki özellikleri ile yepyeni bir inşaattır[70]. Yapılışı da Türk mühendis, mimar ve işçisinin eseridir. Çünkü bu devirde yörede Türk nüfusu lam bir çoğunluğa sahip bulunuyordu.
Kale yapımı için geniş bir yönetici kadrosu kullanılmıştır. En başta Aydın Sancak Beyi olması gereken Mir Haydar akla geliyor ki, kitâbede zikredilmektedir. Onun yanında Ayasuluğ Kadısı Mevlânâ Musluhiddin ikinci yetkilidir. Bina emini, inşaatın fiilî sorumlusu Zaim Şeyh Musa, kâtibi de Mehmed’dir ki, hepsinin yapımda ayn ayrı yerleri ve paylan vardır.
Kale miman da, muhtemelen hakkının kaybolmaması için adını bir kitabe ile bizlere bırakmıştır: Muallim-oğlu Ahmed’in oğlu Mehmed.
a. Kalenin tavsifi:
Daha XVI. yüzyıl başlarında Piri Reis’in haritasına işâretlenen kaleyi 1671'de gören Evliya Çelebi, canlı bir ifâde ile şöyle anlatmaktadır[71].
“Deniz kıyısında bir alçak kaya üzere; batı tarafı deniz, doğu tarafı hayırlı sahra ve dağdır... Kale içindeki haneleri hepsi batı tarafından Sakız adasına doğru denize nazır elli adet[72] toprak örtülü evlerdir. Dizdarı ve 185 neferi hep bunda otururlar. Kalesi dörtgen şekilli, taş yapılı Hoşafa âd kalesidir. Bu kale doğudan batı tarafına uzunlamasına olub boyu yokuş aşağı hendek kenannca ikiyüz adımdır ve genişliği yüz elli adımdır. Bu hesap üzere kale çepeçevre yediyüz adımdır. Üç tarafı derin hendekdir. Lakin batı tarafı kayalarını deniz dövdüğünden hendeği yoktur. Kıbleye(güneye) bakan varoşa açılır bir sağlam demir kapası vardır. Hendek üzerinde zenberekli asma köprü ile geçilir köprü vardır. Bu kapu tarafı iki kat kale divandır. İç kalenin batıya nazır bir demir kapusu var ki, üzerinde tarihi yazılı olan kapudur. Bu kapudan içeri bir kat demir kapu daha vardır. İç kale böylece iki kat kapu olmuş olur. Bu iki kapunun üstünde Sultan İkinci Bayezid’in üstkat camii var".
Plândan da görüleceği üzere Evliya Çelebi’nin tarifi gerçeği yansıtmaktadır. Dr. İ.A. Yüksel de kaleyi 127 X 82—86 m boyutlarında bulmuştu. Dar cephelerden tepe yönü daha kısadır. Evliya Çelebi’nin yeni yapıldığından söz ettiği iki yuvarlak burç, hâlen kalenin en alt kısmını teşkil eder. İç kale iki ana bölüm olup, ikinci bölme muhtemelen ikamet sahası idi. İlk saha ise, askerî kısım kabul edilebilir.
b. Çeşme kalesi yapıldıktan sonra, Anadolu’da XI. yüzyıldan beri oluşan geleneğe uygun olarak, içine dizdar, kethüda, nefer ve öteki savaş araç ve gereçleri kondu. Kaledeki görevliler için de, belirli dirlikler tahsis edildi. Dizdar ve kethüdası için Künâbisa’nm geliri ayrılmıştır. Dizdar’ın 7.097, Kethüda’nın ise 2.052 akçelik timarları vardır.
Kapıcı, anbarcı, topçı, bölükbaşı ve kale ile birlikte yapılan bunun için Bayezid-i Sâni’nin adıyla anılan camiin imam-hatibi ile öteki askerlerin dirlikleri üç köyün geliri idi[73].
Alaca-at : 29.999 / Ildırı : 20.000 / Birgicek : 22.500
Toplam 71.500 akçe, meselâ 935 H — 1529 tahririnde, 54 kişiye paylaştı-rılmıştı. Anbar-dâr, Topçu, Bevvâb-> Kal’a veyâ ser-bölük=Bölük başıların timarı 1.500 er akçelik olup ötekilerinkiler daha aşağı idi. Buyıldaki dirlik lerin dökümü şöyledir:
1500 akçe : 8 aded 750 akçe :3
1400 akçe : 27 600 akçe : 2
1200 akçe : 14
Dirliklerin durumu, sonraki yıllarda biraz farklı olabilmektedir. Meselâ 1575’de kadro 50’ye inmiştir ki, aslî durum bu olmalıdır.
Çeşme kalesinin ilk dizdarı — komutanın adını bilemiyoruz. 1529’da Sancakdar Hızır dizdar idi. 1575’de Rüstem oğlu Mehmed dizdardır. Son dizdar ise, 1830’larda kaydedilen Osman oğlu Hasan olmalıdır.
c. Kalenin silahları:
XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan bir tahrir, Çeşme kalesindeki silah mevcudunu göstermektedir. Bu liste şudur[74]:
Yarağ-ı kal’a-i Çeşme
1. Top-ı ahen kıt’a : 2
2. Top-ı pranko kıt’a : 22
3. Enik pranko adet : 27
4. Pranko sakim kıt’a : 8
5. Enik pranko sakim kıt’a : 1.000
6. Zarbzen kıt’a : 3
7. Şayka aded : 4
8. Tophâ-yı şîr r ٦[75] kıt’a : 6
9. Zarbzen sakim kıt’a : 4
10. Zarbzen-i nuhas kıt’a : 1
11. Top-ı şayka sakîm aded : 1
12. Tüfenk kabza : 99
13. Fınduk-ı tüfenk sandık : 4 aded : 180
14. Saçayak aded : 1
15. Kumhare aded : 50
16. Cebe aded : 50
17. Tulga aded : 50
18. Bakır Tulga aded : 30
19. Tirhâ-yı zcnberek Sandık : I
20. Peykân-ı tîr aded : 85
21. Çöb-i tîr kıt’a : 69
22. Ahen çıbık aded : 107
23. Kazık-ı ahen aded : 16
24. Varya aded : 10
25. Çekiç aded : '5
26. Balta aded : 15
27. Kazma aded : 35
28. Kürek aded : 41
29. Mismar-ı büzürk ve küçük sandık : 4
30. Köşkü kıt’a : 10
31. Urgan aded : 89
32. Kurşun sikke : 7
33. Behre-i kal’a-i mezbûre
Erzen (pirinç) müd: 50
Kılıç Bir mikdar
Kaledeki Bâyezid’i Sânî camii, XIX. yüzyılda kale askeri özelliğini yitirdikten sonra da varlığını ve işlevini devam ettirmiştir.
Kale, Yunan isyanı sırasında (1821-1828) önemli işler görmüştür. Bu sırada kalenin mevcudu da artmış, 69’a yükselmiştir. Bu yıllara ait kayıtlarda dikkati çeken en önemli özellik, XVI. yüzyıl kayıtlarında[76] hiç görülmeyen, gayri müslimlerin kale hizmetlerine alınmış olmasıdır. Anlaşılıyor ki XVIII. yüzyıl sonlarında, 4 suyolcu, 2 mimar ve 3 neccar olmak üzere 9 gayrimüslim görevlendirilmiştir[77] .
7. Çeşme Kalesinin etkileri:
Yapılan kalenin Çeşme limanına temin ettiği güvenliğin etkisi çok büyük olmuştur. Güvenliğin sağlanması ile Çeşme’deki ticâret çok daha büyük boyutlara ulaşmıştır. Çeşme karyesi’nin hâsılı, 1527 sonlarındaki tahrire göre[78] 50.000 akçeye yükselmiştir. 1466’da hâsıl 10.729 akçe olduğundan, altmış senede yaklaşık beş misli artışı göstermektedir. Bundan daha önemlisi, liman gelirindeki artıştır:
“Mukataa-i Limon-ı Çeşme ve Karaburun ve Ayasuluğ maa
İskele-i Aya-Yorgi ki der mukabele-i Cezîre-i Sisam vaki şode est: 684.667 akçe.
Bu rakam, Karaburun’dan Sisam karşısına kadar, Batı Anadolu kıyılarının bütün orta kısımlarını kapsıyor görünmektedir. Aynı yılda İzmir Liman geliri, 80.000, Urla’nınki ise 30.000 akçedir. Gerek bu rakamlar, gerekse 1466 rakamları ile mukayese, Çeşme limanındaki büyük faaliyeti açıkça göstermektedir.
Çeşme kalesinin sağladığı güvenlik ile, İktisadî faaliyet çok daha büyük ölçülere ulaştığından, gelip gidenler için kalacak yer ihtiyacı da artmıştır. Bu ihtiyacı karşılamak üzere, H 935 tarihinde (15.IX. 1528 — 4.IX.1529) Pabuççu oğlu Ali tarafından bir han, kervansaray yaptırılmıştır[79]. Evliya Çelebi’ye göre bu han, Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’nın hayratı idi[80].
Çeşme’nin XVII. ve sonraki yüzyıllardaki durumu, artık doğrudan Çeşme kalesi ile ilgili değildir.
Çeşme kalesi. Yunan isyanında son faal görevini yaptıktan sonra 1832 ve 33 yıllarında sadece toplarıyla hizmet veren bir kale oldu. Kale ile ilgili askerî timarlar 1247 ve 48 yıllarında lağvedildiler. En son olarak da Kırım savaşından sonra toplan da çıkarılarak kale, son askerî özelliğini de yitirdi[81].
Çeşme kalesi, Anadolu’da Türk devrinin şartlarının ortaya çıkardığı bir Türk eseridir. Fatih S. Mehmed devrinin sonlarında başlıyan Anadolu kıyılarında kaleler yapılması, Kanunî S. Süleyman Han’ın ilk döneminde de devam etmiştir. Baba-kale, Çandarlı, Foça, Çeşme, Sığacık ve güneydeki Kuşadası kaleleri bu kale inşaatının değişik zamanlarda görülen örnekleridir. İzmir liman kalesi 1472’lerde, Sancak-kale 1657’lerde, Sığacık kalesi 1520’lerde yapılmıştı. Çeşme kalesi de 1508 senesinde tamamlanan, her- şeyi ite Türk olan bir yapıdır.