Bu çalışma, Bursa Sarayı tarihinin çok önemli bir kesiti olan Ankara Savaşı sürecinin incelenmesini amaçlamaktadır. Yeterli arkeolojik verinin bulunmuyor olması, araştırmanın yazılı kaynaklar üzerinden yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, temelde çağdaş Osmanlı, Timurlu ve Grekçe kaynaklar değerlendirilerek, sarayın yağmalanması, görmüş olduğu muhtemel zarar, takip eden süreçte bu olayın saray tarihindeki kalıcı sonuçları incelenmiş, Timurluların eline geçen Osmanlı hazinesi, hanedan üyeleri ve saray mensuplarının izi sürülmeye çalışılmıştır.
Yıldırım Bayezid ve Timur arasında cereyan eden Ankara Savaşı, İstanbul’un fethinden önceki Osmanlı tarihinin en önemli, en çok üzerinde durulan olaylarından biridir. Osmanlı siyaset ve kültür hayatında etkisi uzun süre devam eden savaş, sultanların ilk konutu olan Bursa Sarayı için adeta bir dönüm noktasıdır. Savaştan önce tarihinin en ihtişamlı günlerini geçiren saray, savaşın ardından Timurlular tarafından yağmalanmış, takip eden Fetret Döneminde kendi haline bırakılmış ve bir daha eski günlerine kavuşamamıştır[1] .
Bursa Sarayı, Hisar Bölgesi’nin güneyinde, günümüzde Tophane olarak adlandırılan mevkide bulunmaktadır. On beşinci yüzyıl tarihçilerinden Aşıkpaşazade, sarayın Şehadet Camisi’nin karşısında yer aldığını bildirmektedir[2] . Nitekim, söz konusu yapı, on altıncı yüzyıl şer’iye sicillerinde Saray Camii, çevresi de Saray Camii Mahallesi olarak anılmaktadır[3] . 1862-1866 yılları arasında Suphi Bey idaresinde hazırlanan 1/2000 ölçekli Bursa planında[4] kalıntıları görülen sarayın çekirdeğini muhtemelen kentin Osmanlı fethinden önceki yöneticisinin sarayı oluşturmaktadır (Harita 1-2)[5] . Orhan Bey döneminden itibaren kullanılmaya başlanan Bursa Sarayı, Murad Hüdâvendigâr zamanında Osmanlı siyasi gücünü ortaya koyan bir ihtişama ulaşmıştır. Özellikle, Yıldırım Bayezid ve Germiyanoğlu hanedanından Sultan Hatun’un düğünü hakkındaki kaynaklar, söz konusu dönemde sarayın zenginliği hakkında fikir vermektedir. Aşıkpaşazade, Anadolu Beylikleri ve Memlûk elçilerinin hazır bulunduğu günlerce süren düğünde büyük eğlenceler düzenlendiğini, atlar, köleler ve mücevherler gibi değerli hediyeler verildiğini, altın ve gümüş tepsilerde paralar dağıtıldığını bildirmektedir[6] .
Bursa Sarayı’ndaki zenginlik, Yıldırım Bayezid döneminde doruk noktasına ulaşmıştır. Murad Hüdâvendigâr’ın Kosova’da şehit edilmesinin ardından Osmanlı idaresini eline alan Yıldırım Bayezid’in 1389’dan 1402’ye kadar süren on üç yıllık saltanatı, saray tarihinin en hareketli dönemidir. Çağdaş kaynaklar özellikle bu dönemdeki saray ortamı hakkında bilgi vermekte, sultanın lüks ve eğlence düşkünlüğü üzerinde durmaktadır. Osmanlı tarihçileri sultanın eğlence düşkünlüğünü sert bir biçimde eleştirmekte, ancak sorumluluğu Çandarlı Ali Paşa ve sultanın eşi, Sırp Kralı Lazar’ın kızı Prenses Olivera’ya yüklemektedir[7] . On altıncı yüzyıl tarihçilerin den Bostanzâde Yahya Efendi ise Ankara Savaşı’nda alınan mağlubiyeti Yıldırım Bayezid’in alışkanlıklarına bağlamaktadır; “Timur olayına üç şey sebep olmuştur: biri içki içmek, ikincisi haram kaptan (altın ve gümüş kaplardan) yemek, üçüncüsü ise Las (Sırp) Kralı’nın kızını almak” [8] .
1391 yılında Yıldırım Bayezid ile birlikte bir Anadolu seferine katılmak zorunda kalan Bizans İmparatoru II. Manuel Palaeologus da anılarında bizzat bulunmak durumunda kaldığı içkili eğlenceleri sıkılgan bir ifadeyle dile getirmektedir[9] . Aynı sefer sırasında hocası Cydones’e yazdığı bir mektubu sonlandırırken de, Yıldırım Bayezid’in huzuruna davet edildiğini söylemektedir: “…Sanırım yine yemekten önce birkaç kadeh içmek ve midemizi altın kupa ve kase koleksiyonundan şarapla doldurmaya zorlamak istiyor”[10]. Altın kupa ve kase koleksiyonundan bahseden Manuel Palaeologus’un tanıklığı, Yıldırım Bayezid’in eğlence düşkünlüğünün yanında lüks eşya tutkusunu da göstermesi bakımından değerlidir. Bostanzâde Yahya Efendi, Osmanlı sultanlarından yalnızca Yıldırım Bayezid’in altın ve gümüş tabaktan yemek yediğini ve altın ve gümüş işlemeli ipek kaftan giydiğini belirtmektedir[11]. Memlûk tarihçisi Makrîzi de, 1401 yılında Kahire’ye gönderilen Osmanlı elçisinin getirdiği hediyeleri sıralarken gümüş kadehlerden ve tabaklardan bahsetmektedir[12]. Aynı dönemde Memlûk elçisi olarak Yıldırım Bayezid’e giden Emir Al-Hasene al-Keçkenî de sultanın lüks tutkusunu dile getirir: “Elçi olarak Ebu Yezid’e gittiğim vakit onunla beraber hamama girdim. Burada içinde yıkandığı bir havuz vardı ki tamamiyle gümüş idi, keza içinde yemek yediği, içtiği ve kullandığı kaplar da böyle idi[13].”
Yıldırım Bayezid’in zenginliği, saltanatının ilerleyen yıllarında, özellikle de 1396 yılındaki Niğbolu zaferinden sonra artmıştır. On beşinci yüzyıl tarihçilerinden Doukas, saray ortamının canlı bir tablosunu çizer;
“Bursa’ya yerleşmiş olan Bayezid, artık kendi başarısının yüksek mi yüksek ağaçlarının ürün vermekte olduğunu görüyordu ve kendisi bu ürünleri, serçelerin çeşit çeşit şakımalarından da keyif alarak, korkusuzca biçip devşiriyordu. Ulusların bütün dillerinde güzel denen şeylerden yana, gerek canlı bedenler [güzel cariyeler] gerek ışıltılı metaller [altın, gümüş eşya] yönünden hiçbir eksiğinin bulunmadığını görüyordu; öyle ki bunların hepsi kendisinin hazinelerinde bulunup ışıldamaktaydı”[14].
Doukas, romantik bir anlatımla, Bursa’ya gelen ilk Timurlu elçilerinin Yıldırım Bayezid’i bir eğlencenin ortasında bulduklarından bahsetmektedir; “Böylece, sefahatle geçirdiği günlerden birinde (…) hükümdarı görmek isteyen, İran’dan gönderilme elçilerin varmış bulunduğu haberi kendisine iletildi” [15]. Söz konusu elçilerin gelişi, Bursa Sarayı’nın bu en şaşalı döneminin sona ermekte olduğunun habercisidir.
Semerkand merkez olmak üzere, Orta Asya’dan İran, Suriye ve Anadolu’ya uzanan bir coğrafyada hakimiyet kuran Timur’un, Balkanlar ve Anadolu’yu idare eden dönemin diğer önemli gücü Yıldırım Bayezid ile çatışması neredeyse kaçınılmazdı. Osmanlı ve Timurlu tarihçileri, birçok bahane ve neden öne sürse de, temelde Anadolu hakimiyeti çevresinde gelişen çatışma 28 Temmuz 1402’de Ankara Savaşı ile sonuçlanmıştır[16]. Savaş Osmanlı ordusunun ağır yenilgisiyle sonuçlanmış, Yıldırım Bayezid ve oğullarından Musa Çelebi ve Mustafa Çelebi esir düşmüş[17] diğer oğulları Süleyman, İsa ve Mehmed kaçmayı başarmıştır[18]. Süleyman Çelebi Bursa’ya, İsa Çelebi Balıkesir taraflarına kaçmış, Mehmed ise Amasya’ya doğru hareket etmiştir[19] .
Süleyman Çelebi, kendisini takip eden Timurlu kuvvetlerinin kente yaklaşması üzerine, Bursa’da ancak birkaç gün kalabilmiştir. Timurlu tarihçisi Nizamüddin Şâmî savaşın ardından Timur’un torunu Muhammed Sultan önderliğinde bir orduyu Bursa’nın yağmalanması için gönderdiğini bildirir: “Emir Timur, Emirzade Muhammed Sultan’ın maiyetinde Emirzade Ebubekir Bahadır ile Emir Cihanşah Bahadır olduğu halde bir zafer ve nusrat alayı ile Bursa’ya gitmesini emretti”[20]. Bursa’da bulunan Süleyman Çelebi, Muhammed Sultan komutasındaki Timurlu ordusunun yaklaştığı haberi üzerine hazinedeki kıymetli eşyalardan en değerlilerini seçerek yanına almış ve Edirne’ye doğru hareket etmiştir[21] .
Ankara Savaşı sırasında Bursa’da bulunan İtalyan tüccar Gerardo Sagredo, Venedik’e gönderdiği raporunda, Timur’un gönderdiği ordunun 3 Ağustos 1402’de Bursa’ya vardığını bildirmektedir[22]. Nizamüddin Şâmî, üç günlük yolculuktan sonra kente varan Timurlu ordusunun sarayı yağmaladığını söylemektedir:
“Emirzade Muhammed Sultan üç günlük bir yolculuktan sonra dördüncü gün güneş doğarken Bursa’ya vasıl olarak memleketin idaresini eline aldı. Emirzade Şeyh Nureddin Bahadır kaleye girerek senelerden beri orada toplanmış olan mal, cevahir, inciler, kıymeti yakutlar, nakit para, kumaşlar ve saire gibi her cins eşyayı toplayıp yük yük, katar katar yükledi; hazineleri boşalttı…”[23].
Timurlu tarihçilerinden Şerafeddin Ali Yezdî, Bayezid’in hazinesini ele geçirmekle görevlendirilen Emir Şeyh Nureddin’in ganimetin envanterini yaptırdığını kaydeder ancak ele geçirilenler konusunda bilgi vermez[24]. Niğbolu Savaşı’nda Yıldırım Bayezid’in, ardından Ankara Savaşı’nda Timurluların eline düşen Alman esir Johannes Schiltberger’e göre, Timurluların Bursa’da Osmanlı hazinesinden aldığı altın ve gümüş bin deve yükü kadardır[25] .
Bayezid’in hazinesi katır ve develere yüklenerek Kütahya’ya doğru yola çıktıktan sonra, kentin askerlerce yağmalanmasına izin verilmiştir[26]. Hoca Sadeddin Efendi, mevcudu otuz bini bulan Timurlu ordusunun kente büyük zarar verdiğini bildirmektedir:
“Mirza Muhammed Sultan otuz bin kadar felaket getiren atlı ile Bursa’yı talan ederek, soygun ve yağmalarla halkı perişan eyledi… Timur askerlerinin yıkmadıkları yer, yağmalamadıkları mahalle kalmadı. İslam halkının mal ve kanını döküp, onları berbat eylediler. Kederler içinde bıraktılar. Nice medrese ve mescidi, atları için ahır, nice tekkede ise olmadık işler yaptılar. Hatta, Ulu Cami’ye girerek bu kutsal yerde çirkin davranışlarda bulundular”[27].
Çağdaş kaynaklardan bazıları, Timur’un Bursa’ya bizzat girdiğini iddia etmektedir[28]. Anlaşılan, Bursa üzerine gelen Timurlu vahşeti, kavramsal olarak Timur kişiliği ile özdeşleştirilmiştir. Oysa, Anadolu seferine katılmış olan Timurlu tarihçisi Nizamüddin Şâmî, Timur’un savaşın ardından Sivrihisar üzerinden Seyit Gazi’ye ve ardından Kütahya’ya gittiğini kesin olarak belirtmektedir[29]. Nizamüddin Şâmî’nin bildirdiğine göre Bursa yağmasını tamamlayan Timurlu ordusu da elde edilen ganimeti Timur’a burada sunmuştur: “Emirzade Muhammed Sultan ve Emir Cihanşah, Bursa fethinden dönerek Emir Timur’a geldiler. O memleketin mallarından çok nefis eşya hediye olarak getirdiler”[30] .
Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Bursa Sarayı’nın yağmalanmasıyla Timurluların eline geçen ve Kütahya’ya götürülenler arasında saray halkından bazı kimseler de bulunmaktadır. Arap tarihçi İbn Arabşah, Yıldırm Bayezid’in hareminin Timurluların eline geçtiğini kaydeder:
“Timur, Osmanoğlu’nu esir aldıktan sonra ordusundan ve emirlerinden bir kısmını Bursa’ya gönderip, onları Şeyh Nureddin’in emrine verdi. Sonra kendisi de onların arkasından son derece huzurlu, rahat ve emniyetli bir şekilde yola koyuldu; oraya geldi ve Osmanoğlu haremi, hazinesi, malları ve hizmetkarlarından istediği kadarını aldı”[31].
Şerafeddin Ali Yezdî de, katır ve develerle Kütahya’ya getirilen Bayezid’in hazinesi ile birlikte her biri iyi dans eden ve şarkı söyleyen güzel cariyelerinin Timur’a sunulduğunu bildirmektedir[32]. Bayezid’in eşi Prenses Olivera, iki kızı ve Şehzade Mustafa Çelebi ile nişanlanmış olan Bağdad hükümdarı Sultan Ahmed Celayîr’in kızı da Timurluların eline geçmiştir[33]. Şerafeddin Ali Yezdî, Prenses Olivera’nın Yenişehir’de bir evde ele geçirildiğini iddia ederken, Doukas onun Bursa Sarayı’nda bulunduğunu söylemektedir:
“…orada [Bursa’da] hazine dairesini açtırdı ve Rumlardan [Osmanlılara] miras edinilmiş altınları, gümüşleri, değerli taşları ve [çokluğu yüzünden] buğday taneleri kadar çok gibi ölçülen incileri aldı. O yerde ayrıca, [Sırp Kralı] Lazaros’un kızı da aralarında olmak üzere, onun [Bayezid’in] bütün eşlerini ve cariyelerini buldu”[34].
Sırp kaynakları da Olivera’nın Timurluların eline geçtiğini doğrular. Stefan Lazarević’in tarihçisi Kostantin Kosteneçki, Despotun, Bayezid’in bütün yakınlarıyla birlikte tutsak edilen kız kardeşi Prenses Olivera’nın durumunu öğrenmek için Timur’a Aydın [Edin?] adında bir elçi gönderdiğini belirtmekte ancak akıbeti hakkında bilgi vermemektedir[35]. Şerafeddin Ali Yezdî, Osmanlı sarayında Hıristiyanlığını muhafaza etmesine izin verilen Prenses Olivera’nın Timur’un huzurunda Müslüman olduğunu ve Bayezid’in yanına gönderildiğini bildirmektedir. Bayezid ve Olivera’nın büyük kızı ise Timur’un torunu Mirza Ebubekir ile evlendirilmiştir[36]. Şerafeddin Ali Yezdî ve Grekçe kaynakların aksine, ana akım Osmanlı tarihçileri Olivera’nın Timur’un eline geçtiğini zikretmezler.
Bursa’yı yağmalayan ordunun ulaşmasının ardından Kütahya’dan ayrılan Timur, Denizli’ye hareket etmiştir. Burada büyük bir eğlence düzenlenmiş, Yıldırım Bayezid de davet edilmiştir[37]. İbn Arabşah, söz konusu eğlencede Bursa Sarayı’ndan gelen hizmetlilerin ve cariyelerin servis yaptığını söylemektedir:
“Birgün Timur sıradan bir mecliste oturup, has ve avam üzerine saadet kanatlarını yayıp, helal haram düsturunu ortadan kaldırmış ve işret sofrasını açmıştı. Sofranın kurulduğu mekan ağzına kadar insanla dolunca, Timur, Osmanoğlu’nu [Yıldırım Bayezid] alelacele huzuruna çağırttı. Osmanoğlu, eli yüreğinde zincirli olarak huzura geldi. Timur, onun endişelerini giderdi, korkularını bastırdı; onu itibarlı bir yere oturttu ve tatlı muamele ile kederini hafifletti. Timur, daha sonra mutluluk feleklerini (şarap kadehleri) döndürmeye davet etti; felekler döndü… Osmanoğlu hizmet kılan sakilerin çoğunun kendi cariyeleri bir kısmının da hatunları ve odalıkları olduğunu görmesiyle birlikte gözlerinin önü karardı ve bu anı yaşamaktan can çekişme acısını daha tatlı buldu. Kalbi lime lime, gönlü pâre pâre oldu ve öyle çok üzüldü ki, ciğeri parçalandı. Ah-vahı arttı öfkesi kat kat yükseldi yaraları yenilendi ve bu kaygı yaralarına işkence neyleri ile tuz serpildi” [38].
Çağdaş Memlûk müelliflerinden İbni Tagrıberdi de İbn Arabşah’ın yazdıklarını onaylanmaktadır[39]. Anlaşılan, Osmanlı sultanının onur kırıcı bir duruma düştüğü söylentisi çok geniş bir coğrafyada yankı uyandırmıştır. Ana akım Osmanlı kaynakları ise Memlûk kaynaklarında dahi zikredilen bu büyük eğlenceden bahsetmelerine rağmen, hizmet eden Osmanlı saraylılarından söz etmemektedir. On altıncı yüzyılda yazılmış Anonim Osmanlı tarihinde, bu eğlencede hizmet edenler arasında yalnızca sıradan cariyelerin değil, Yıldırım Bayezid’in nikahlı eşi Olivera’nın da yer aldığından bahsedilmektedir:
“Meger bir gün Timür Han Yıldırım Han ile meclis kurup sohbet iderken Sultan Bayezid’ün bir kâfire avratı vardı. Vılk-oğlu kızı idi. Timür Han buyurdı kim, ol avratı sohbete getüreler. Andan Timür Han buyurdı kim, Yıldırım Hana sagrak süre [içki servisinde buluna]. Andan Yıldırım Han avratın sohbetde göricek hayli melûl oldı, gaza gelüp Timür Han’a çok küstâhâne sözler söyledi”[40].
Sırp asıllı yeniçeri Konstantin Mihailoviç de hatıratında, Olivera’nın içki servisinde bulunduğunu söylemektedir[41]. Bu, Olivera’nın içki servisinde bulunduğunun Osmanlı ortamında aktarılan bir dedikodu olduğuna işaret etmektedir. Grekçe kaynaklar da, Olivera’nın söz konusu eğlencede serviste bulunduğunu tekrarlar ve Timur tarafından hakarete uğradığını iddia ederler. Ailesi İstanbul’un fethinden sonra Venedik’e taşınmak zorunda kalan Theodore Spandounes, on altıncı yüzyılda kaleme aldığı eserinde Olivera’nın çıplak halde davetlilere serviste bulunduğunu bildirmektedir[42]. Anonim Grekçe Osmanlı Tarihi’nde de benzer ifadeler yer almaktadır. Buna göre, Timur, Olivera’yı getirterek elbisesini baldırlarına kadar yırtmış ve bağlı bulunan Bayezid’in önünde kötü muamelede bulunmuştur[43]. Olivera hakkındaki dedikoduların özellikle Sırpça ve Grekçe tarihlerde ağırlaşması, Hıristiyan dünyasında pek hoş hatıralar bırakmamış olan Yıldırım Bayezid’i aşağılama fırsatının değerlendirilmesi şeklinde yorumlanabilir. Olivera hakkındaki dedikoduların çeşitliliği yüzünden Osmanlı sultanlarının nikahla evlenmeyi bıraktıkları dahi söylenmektedir[44]. Oysa, Bayezid’i en ağır şekilde aşağılamak istediği varsayılsa bile, Timur’un, kızını kendi torunu ile nişanladığı bir kadına böylesine hakaret etmiş olması mümkün görünmüyor. Zaten, Şerafeddin Ali Yezdî, Timur’un söz konusu eğlencede Bayezid’i onurlandırdığını ve memnuniyeti için elinden geleni yaptığını kaydetmektedir[45] .
Timur’un esiri Yıldırım Bayezid, 9 Mart 1403 günü, bazı tarihçilere göre kendini zehirlemek suretiyle, bazılarına göre ise devam eden hastalığı sonucunda vefat etmiştir[46]. Ölümünü takiben geçici olarak Akşehir’deki Mahmud Hayranî türbesine defnedilmiştir[47]. Timur, Bayezid’in ölümünün ardından Musa Çelebi’ye hilat, kemer, kılıç, değerli taşlarla süslü bir sadak, bir deve yükü altın ve otuz at hediye ederek babasının cenazesini Bursa’ya götürmek üzere serbest bırakmıştır[48] .
Aynı sene içerisinde Timurlu orduları Anadolu’dan çekilmiştir. Bursa Sarayı’nın yağmalanması sonucu elde edilen ganimet de Timur’un payitahtı Semerkand’a götürülmüştür. Timur nezninde Kastilya elçisi olarak bulunan Ruy Gonzales de Clavijo, 1405 yılında Uluğ Bey’in düğününde Bursa’dan getirilmiş ganimetlerden söz etmektedir. Clavijo, ziyaret ettiği büyük hanımın çadırında gördüğü bir kapının Bursa’dan getirildiğinden bahsetmektedir:
“İkinci kapı bir insanın at üzerinde geçebileceği kadar yüksekti ve kare işlemeli gümüşle kaplıydı. Bunlar büyük bir beceriyle işlenmiş ve aralarında değerli taşlar ve altından düğümler bulunmaktaydı. Ve işçilik o kadar mükemmeldi benzeri ne burada ne de Hıristiyan dünyasında yapılamaz. Kanatlarından birinde elinde gümüşle kaplı kitaplar bulunan St. Peter, diğerinde St. Paul figürleri bulunmaktaydı; söylediklerine göre Timur bu kapıları Bursa’da Türk’ün [Bayezid] hazinesini yağmalarken bulmuş”[49].
Clavijo’nun sözünü ettiği kapı, sarayın kapısı olmalıdır, ancak Uluğ Bey’in düğününde sergilenişinden sonraki akıbetini takip etmek mümkün değil[50]. Aynı düğünde bulunanlardan İbn Arabşah da, Bursa sarayından getirilmiş ganimetlerden söz etmektedir. Bunlar arasında dikkatini çeken değerli bir kumaşı detaylı bir şekilde anlatmaktadır:
“Bu örtüler arasında kaftandan işlenmiş bir örtü vardı ki, Timur onu Sultan Bayezid’in hazinesinden almıştı. Bu acayip parçanın eni on ziraya yakındı. Perde, enva-i türde nakışlarla bezeliydi. Bitki motifleri, binalar, tahtlar, çeşit çeşit haşerat, kuş vahşi hayvan suretleri, yaşlı ve genç insan resimleri, kadın ve çocuk suretleri, kitabe yazıtları, ülkelerin harikalarına ait resimler, müzik aletleri ve tuhaf hayvan suretleri göz alıcı renklerle çizilmişti ki, genel olarak mükemmele yakındı. Bu resimler o kadar maharetli bir şekilde çizilmişti ki, sanki senle konuşuyormuş havası veriyordu. Resimlerdeki meyveler ise sanki beni al der gibi eğilmişlerdi. Bu perde dünyanın harikalarından biriydi ve onu başkalarının ağzından görenin yerini tutmaz”[51].
Clavijo ve İbn Arabşah’ın tanıklıkları, Bursa Sarayı ganimetinin Timur tarafından, bilinçli şekilde sergilendiğini düşündürmektedir. Çünkü söz konusu düğünde, Çin’den, Hindistan’tan, İran’dan, Bağdad’dan, Suriye’den gelen elçiler, aralarında Clavijo’nun da yer aldığı Frenkler ve Semerkand halkı hazır bulunmuştur[52]. Böylesine kalabalık bir ortamda, Bursa’dan getirilen ganimet, Timur’un gücünü göstermesi açısından değerli bir propaganda aracı olmuştur.
Bursa Sarayı’nın yağmalanması ve Timurluların eline geçen ganimetlerle ilgili kaynaklar bu örneklerle sınırlıdır. Farklı kaynaklarda verilen bilgiler karşılaştırıldığında, Timur’un Muhammed Sultan komutasındaki otuz bin kişilik bir orduyu Bursa’ya gönderdiği, söz konusu ordunun savaştan beş gün sonra, 3 Ağustos 1402’de buraya vardığı ve kenti yağmaladığı anlaşılmaktadır. Bütün kaynakların birleştiği nokta, kentin çok zarar gördüğü ve Timurlu ordusunun büyük ganimetler elde ettiği yönündedir. Yağmanın merkezini kuşkusuz Bursa Sarayı teşkil etmiştir. Muhtemelen, kentte en çok zarar gören yapıların başında da Osmanlı hakimiyetinin sembolü olan saray gelmektedir. Burada, kenti alelacele terk eden Süleyman Çelebi’den geriye kalan bütün hazine ve aralarında Yıldırım Bayezid’in eşi Olivera’nın da bulunduğu saraylılar Timurluların eline geçmiştir. Bursa Sarayı ganimeti, önce Timur’un bulunduğu Kütahya’ya gönderilmiş, daha sonra orduyla beraber Semerkand’a götürülmüştür.
Timurlu ordusunun Anadolu’dan çekilmesini takip eden Osmanlı Fetret Dönemi’nde Bursa Sarayı’nın karanlık günleri devam etmiştir. Ankara Savaşı’ndan kurtulan Osmanlı şehzadelerinden İsa Çelebi, henüz Timur’un Anadolu’da bulunduğu sırada Bursa’yı ele geçirmiştir[53]. Ancak, burada uzun kalamamış, Amasya’da bulunan Çelebi Mehmed tarafından buradan uzaklaştırılmıştır. Bursa’da hakimiyet kuran Çelebi Mehmed, Yıldırım Bayezid’in cenazesini ve kardeşi Musa Çelebi’yi buraya getirtmiştir. Ancak, Bursa’daki, istikrarsızlık devam etmiş, bu kez Bursa’yı kontrol altına alan Çelebi Mehmed’in güçlenmesinden endişe duyan Süleyman Çelebi, Edirne’den hareketle kenti zapt etmiştir. Bunun üzerine, Çelebi Mehmed yanında bulunan kardeşi Musa Çelebi’yi Rumeli’ye geçirerek Süleyman Çelebi’nin onunla mücadele etmek üzere Edirne’ye hareketini sağlamış ve Ankara Savaşı’ndan sekiz yıl sonra, 1410'da kentte nihai bir hakimiyet sağlanmıştır[54] .
Öte yandan, Rumeli’ye geçen Musa Çelebi, 1411 yılında Sülayman Çelebi’yi ortadan kaldırarak Edirne’ye hakim olmuştur. Osmanlı taht mücadelesinde Musa Çelebi ile baş başa kalan Çelebi Mehmed, Rumeli’ye geçerek Musa Çelebi’yi saf dışı bırakarak Osmanlı ülkesinde siyasi bütünlüğü sağlamıştır[55]. Çelebi Mehmed’in Rumeli’de bulunduğu sırada, Bursa kenti, Ankara Savaşı’nın ardından bu kez Karamanoğulları tarafından yağmalanmıştır. Yıldırım Bayezid tarafından tutsak edildiği Bursa’dan Timurlular tarafından kurtarılan Karamanoğlu Mehmed Bey komutasındaki ordu, otuz bir gün süreyle kaleyi kuşattıysa da, İvaz Paşa’nın güçlü savunmasını kıramamış, Bursa Sarayı böylece ikinci bir yağmadan kurtulmuştur. Karamanoğlu Mehmed Bey, Rumeli’deki mücadele sırasında öldürülen Musa Çelebi’nin cenazesi kente ulaşınca, tedirginliğe kapılmış ve kuşatmayı kaldırarak Bursa’yı terk etmiştir[56] .
Ankara Savaşı’nın ardından yağmalanan Bursa Sarayı, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında meydana gelen taht kavgası sırasında kaderine terk edilmiş gibi görülüyor. Bursa’yı ele geçiren şehzadelerin uzun süre burayı uzun süre ellerinde tutamamış olmalarıyla ortaya çıkan istikrarsızlık, Timurlu yağmasının saraya verdiği tahribatın bu süreçte onarılamamış olduğunu düşündürmektedir. Bununla birlikte, Anadolu ve Rumeli’de müstakil hakimiyetini kuran Çelebi Mehmed de, Ankara Savaşı’nı takip eden Timurlu yağması ve Karamanoğlu kuşatmasının ardından doğudan gelen tehlikelere açık olduğu anlaşılan Bursa’dan ziyade Edirne’de oturmayı tercih etmiştir. Bu durum, Ankara Savaşı’ndan sonra Bursa Sarayı’nın asla eski günlerine kavuşamamasına neden olan etkenlerden biri olmalıdır. Oysa, kent için aynı durum geçerli değildir. Çelebi Mehmed ve II. Murad kendi isimlerini taşıyan külliyelerini Bursa’da inşa ettirmiş ve buraya defnedilmiştir. Bu durum, en azından kentin simgesel prestijini koruduğunu göstermektedir.
Ankara Savaşı sonrasında meydana gelen yağma, sarayın İstanbul’un fethiyle birlikte terk edildiği yönündeki yaygın görüşü sorunlu kılmaktadır[57]. Gerçekten, saray, İstanbul’un fethinden sonra neredeyse tamamen terk edilmiş, münferit ziyaretler dışında Osmanlı sultanları tarafından tercih edilmemiştir. Ancak, Murad Hüdâvendigâr ve Yıldırım Bayezid dönemlerinde sultanların başlıca konutu durumundaki sarayın, Ankara Savaşı ile İstanbul’un fethi arasındaki Fetret Devri, Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad dönemlerinde bu özelliğini yitirdiği görülmektedir. Bu durum, şüphesiz Ankara felaketi ve Timurlu yağmasıyla ilişkilidir. Yüzyıllar içinde ortadan kalkan saray hakkında mimari çıkarım yapma olanağı yoktur. Bu bağlamda, Timurlu yağmasının saraya vermiş olduğu tahribatın mimari boyutlarını hakkında net bir görüş ortaya koymak mümkün değildir. Osmanlı kaynaklarında bu konuda bir bilgi bulmak neredeyse imkansızdır. Tamamına yakını Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren kaleme alınan Osmanlı kaynakları, muhtemelen onur kırıcı buldukları için, sultanın kişisel konutunun yağmalanması ve hareminin düşmanın eline geçmesini görmezden gelmektedir. Oysa, Bursa’nın yağmalanışı, Timurlu vahşeti ile çeşnilendirilerek sunulmaktadır. Böyle bir sansüre gerek duymayan Timurlu ve Grek kaynakları ise sarayın yağmalandığını açıkça bildirmektedir. Bu kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla saray ciddi anlamda yağmalanmış ve ele geçen büyük ganimet Semerkand’a götürülerek sergilenmiştir. Öyle ki, sarayın kapısı dahi bunlar arasındadır. Bu durum, sarayın yağma sırasında büyük zarar gördüğünü düşündürmektedir. Sonuçta, saray yağmanın ardından bir daha asla eski görkemli günlerine ve siyasi önemine kavuşamamıştır.