1. GİRİŞ
Klazomenai İzmir’in Urla ilçesi sınırları içinde yeralan bir kazı mer-kezidir. Bu alanda, 1979 yılından beri yürütülen kazılar, antik kentte M.Ö. 7. yüzyıldan 5. yüzyıla kadar olan döneme ait üç farklı nekropol ve tümülüsün varlığını ortaya koymuştur. Çeşitli ölü gömme türleri bulun-makla birlikte, pişmiş toprak latihlerin çoğunlukta olduğu gözlenmekte-dir[1].
Doç. Dr. Tomris Bakır ve Doç. Dr. Güven Bakır tarafından yürütülen Klazomenai kazıları Ege göçleri, Ahiyyava sorunu, İon yerleşmesi, Lydia ve Perslerin Batı Anadolu’daki varlıklarına ilişkin önemli bilgiler ortaya koyabilmek şansına sahiptir.
Klazomenai kazılan sırasında ortaya çıkan iskeletler kazı başkanı tarafından bize teslim edilmiş** ve bu materyal Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki Paleoantropoloji Laboratuvan’nda incelemeye alışmıştır. İskeletlerde, yaş ve cinsiyet saptanıp, morfolojik özellikler belirlenmiş ve çok yönlü patolojik değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışmamızın amacı, M.Ö. 5-7. yüzyıl Batı Anadolu sakinlerinin kökenlerine ve diğer paleoantropolojik bilgilere malzememizin elverdiği ölçüde katkıda bulunmaktır. Paleoantropoloji bu tür çalışmalarda tarih, arkeoloji, tıp, tıp tarihi gibi disiplinlerle sıkı bir etkileşim içindedir.
2. KLAZOMENAİ
İskeletlerini paleoantropolojik incelemeye aldığımız Klazomenaili bireylere ilişkin vardığımız sonuçları, ilgili yörenin çevre koşullarından soyutlamak olanaksızdır. Bu yüzden elimizdeki malzemeye ilişkin değerlendirmelerimize geçmeden önce, incelediğimiz dönemin Klazomenaisine ilişkin bazı bilgilere kısaca değinmek istiyoruz. Bunu yaparken, antropolojinin yani insanbilimin ele aldığı “insan” ın fiziksel yapısının ancak çevre koşulları ve toplumsal ilişkileri içinde anlam bulacağına işaret etmek istiyoruz.
Klazomenai, bugün İzmir’e bağlı Urla ilçesi sınırları içinde yeralan bir antik yerleşim merkezidir. İzmir’e uzaklığı yaklaşık 50 km. kadardır. Çeşme yarımadasının kuzey kıyısı üzerindedir. Klazomenai Kenti küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştu. Batı Anadolu kıyılarında 9. 8. ve 7. yüzyıllarda süregelen İonlaşma olgusu içinde, Klazomenai de önemli bir merkez olarak ortaya çıkmıştı. Çevresindeki Çandarlı (Pitane), İzmir (Smyrna), Foça (Phokaia) gibi kentler de birer küçük yarımada üzerinde kurulmuşlardı. Klazomenai’nin bu yerleşim düzeni kente yerlilere karşı savunma güvenliği getirdiği gibi, yarımada çevresinde birkaç limana sahip olma olanağı da yaratmaktaydı. Böylece yelkenli gemiler için havanın durumuna göre değişik limanlar kullanılmış oluyordu[2]. M.Ö. 1. yüzyıl yazarı Strabon Klazomenai’nin konumuna ilişkin şöyle yazıyor : "... sonra eski zamanlarda Klazomenai’nin bulunduğu yer olan Kyhtrion’a ulaşılır. Sonra kıyısından denize doğru uzanan ve üzerinde tarım yapılan sekiz küçük adasıyla bugünkü Klazomenai gelir... Daha sonra bir Apollon tapınağına, sıcak kaynaklara ve körfeze ve de Smyrnalıların kentine gelinir..”[3]
İncelediğimiz iskeletlerin ait olduğu bireylerin yaşadığı M.Ö. 7-5. yüzyıllarda, Klazomenai’nin sadece Ege ve Akdeniz dünyasıyla değil, Anadolu’nun hinterlandıyla ve çevre ülkelerle de bağlantısı vardı. Efes’ten İran’a kadar uzanan bir yolun Asur döneminden beri varlığı bilinmektedir. Bu yol Kapadokya üzerinden Karadeniz’e ulaştığı gibi Çukurova üzerinden de Doğu Akdeniz’e iniyordu. Klazomenai bu ana yollara, Phokaia ve Kyme üzerinden Sardis’e gelen yolla birleşmekteydi [4].
3. METERYAL, YÖNTEM VE BULGULAR
MATERYAL
Klazomenai’de 1979 yılında Doç. Dr. Güven Bakır ve Doç. Dr. Tomris Bakır tarafından başlatılan arkeolojik kazılar sırasında nekropol alanından pek çok sayıda lahit ve pithos mezar açığa çıkarılmıştır. Lahitler ve amfora tipi mezarlar, nekropol alanındaki birçok seviyede üst üste bulunmuştur. Lahitlerin çoğu basit bezeklerle süslenmiştir. Üst kenarlarında yılan ve meander motifleri vardır. Daha az sayıda olmakla birlikte, özenle işlenmiş, çeşitli figürlerle bezenmiş lahitler de ele geçirilmişti[5]. Mezarlık alanından çıkarılan 10 iskelet araştırmamızın konusunu oluşturmaktadır. (Tablo 1)
Klazomenai’de nekropol dışında, Urla iskelesine hakim tepelerde tümülüsler bulunmaktadır. Hafirlere göre, bir tepede birden fazla tümülüsün varlığı, birbiriyle akrabalık ilişkileri olan kişilerin aynı tepeye gömüldüklerine işaret etmektedir[6]. Bu tümülüslerden iskelet ele geçirile-memiştir. Bu yüzden nekropol alanından çıkarılan materyalle karşılaştırma olanağı bulunamamıştır. Bu çalışma gerçekleşebilseydi, belki de akrabalık ilişkileri ve antropogenetik açıdan ilginç bulgular ortaya çıkacaktı.
Klazomenai nekropolünde 5 tip gömü bulunmaktadır. Bunlar lahit, pithos, amfora, kremasyon ve inhumasyondur. Lahitler ve amfora tipi mezarlar çoğunluğu oluşturmaktadır. Aynı alanda, içinde iki iskelet olan bir pithos da bulunmuştur. Ayrıca doğrudan toprağa gömülmüş (inhumasyon) iskeletler de bulunmaktadır. Mezarlık alanındaki bu çeşitliliğin yanı sıra, kremasyona da rastlanması ölü gömme adetleri açısından ilginç bir görünüm yaratmakta ve ilgili dönem Klazomenai sakinleri arasındaki demografik yapılaşmaya ilişkin ipuçları vermektedir. Antik Klazomenai’de yaşamış olan insanların farklı yapıda olduklarını, söz konusu adetlerle birlikte antropometrik verilerimiz de desteklemektedir.
Yaş ve Cinsiyet: İskeletlerde yaş belirlemeleri 1980 yılında yayınlanan European Anthropological Association Workshop’unda kabul edilen kriterler esas alınarak yapılmıştır[7]. Sympysis pubis, uzun kemiklerde spongiosa dokusunun değişimi, sutural özellikler, diş gelişimi, epifiz kaynaşması, clavicula’da sternal ucun morfolojisi yaş saptanmasında ele alınan özelliklerin başlıcalarıdır[8]. Cinsiyet ise kemiklerin genel yapılarının gözlenmesinden yola çıkılarak özellikle tuber frontale’nin gelişim derecesine, os occipital ve kafatasındaki diğer kemiklerdeki kas tutunma yerlerinin yapısına, yüz, diş, altçene özelliklerine, uzun kemiklerin sağlamlık ve irilik derecesine, femurda linea aspera’nın ve özellikle kalça kemerinin genel yapısına bakılarak belirlenmiştir.
Bu bilgilerin ışığında, 1979-1982 yılları arasında Klazomenai’de yapılmış olan arkeolojik kazılardan çıkanlan 19 iskeletin* yaş ve cinsiyeti tarafımızdan aşağıdaki tabloda görüldüğü biçimde değerlendirilmiştir:
Elimizdeki iskeletlerin ait olduğu bireylerde yaş ortalaması 34’tür. Kadınlarla ortalama yaş 33,6 iken, erkeklerde 35,9’3 kadar yükselmektedir. Grubumuzdaki bireylerin büyük çoğunluğunu 40 yaşın altındaki genç erişkinler oluşturmaktadır. Bu durum kendi dönemi için olağan bir yaşam süresini göstermektedir. Her ne kadar Klazomenai gelişmiş bir kent olsa da, salgın hastalıklar, hijyenik sorunlar, çevre koşulları bu yaşam süresini belirleyen kaçınılmaz etkenler olarak gözükmektedir. Örneğin, daha sonraki bölümlerde de değinileceği gibi paleopatolojik incelemelerimiz osteomiyelit gibi kemik ihtilaplarının yaygın olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Boy Ortalamaları: Uzun kemiklerden alınan ölçülerden Trotter-Gleser formülüne göre boy uzunlukları hesaplanmış ve kadınlarda ortalama 152.72 cm. (n=3), erkeklerde ise 164.26 cm. (n=6) olarak bulunmuştur*. Trotter-Gleser formülünü esas aldığımızda, boy değerlerimizin, Anadolu’da yaşamış antik dönem insanlarınınkinden daha düşük olduğunu görmekteyiz. Ferembach, Çatal Höyük[9] topluluğu için ortalama boy değerlerinin erkeklerde 169.8 (n=28) ve kadınlarda 157.3 (n=48) olduğunu, Angel ise Truva’da[10] (Eski Tunç) ortalama boy değerlerinin 168.0 (n=6) ve 155.0 (n=5) bulunduğunu belirtmektedir. Yine aynı araştırıcı Karataş’ta[11] erkeklerin boyunu 167.0 (0=77), kadınlarınkini ise 153.0 (n=69) olarak bulmuştur. Yalnız erkek bireylerin ele geçtiği İznik (Geç Bizans)’te bulunan değer 167.4 (n=35)’tir.[12]
Pearson formülünün kullanıldığı antik toplumlardan Dilkaya’da[13] boy, erkekler için 165.5 (n=7) ve kadınlar için 155.7 (n=4) cm. olarak he-saplanmıştır. Çiner[14] Gordion-Roma halkı için sırasıyla 169.89 (0=27) ve 153.44 (n=18) değerlerini bulmuştur. Erken Bizans’a tarihlenen Topaklı populasyonunda[15] boy 165.55 (n=33) ve 154.03 (n=32) olarak ortaya konmuştur. Değindiğimiz toplulukları serimizle karşılaştırırsak hem kadınların hem de erkeklerin daha kısa olduklarını görürüz.
M.Ö. 7-5. yüzyıl Klazomenai’si için boy uzunluğundaki bu düşüklük incelenen materyalin azlığından kaynaklanabileceği gibi, bölgesel genetik özelliklerle de ilişkili olabilir. İskelet serimizin artması halinde bu sorunun açıklığa kavuşması muhtemeldir.
Lee-Pearson[16] formülüne göre porion-bregma yüksekliğini gözönüne alarak, elimizdeki iskeletlerin kafa kapasitelerine ilişkin değerleri de belirledik. Kafa kapasitesi ortalaması kadınlarda 1306.83 cm3 erkeklerde 1487.08 cm3’tür. Aynı değerler Sardis serisinde, kadınlarda 1209.17 cm3, erkeklerde 1423.76 cm3 olarak gözükmektedir[17]. Ayatekla Kilisesi’nden çıkardan 16-17 yaşındaki bir erkeğin kafa kapasitesi 1284.68 cm3’tür[18]. 22-25 yaşındaki Acemhöyük’lü bir kadına ait iskeletten elde edilen değer ise 1260.03 cm3 olarak hesaplanmıştır[19].
Tablo 3’ten de izlenebileceği gibi, kafa endisi verileri kadın ve erkeklerin mezosefal olduğunu belirtmektedir. Her iki cins arasındaki endis değeri farklılığının nedeninin, kadınların çoğunun Alpin, erkeklerin ise Akdeniz tipinin temsilcileri olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Grubun genel ortalaması olan 78.6’lık değer mesocran kategorisi sınırları içine girmektedir.
Kalkolitik dönemden başlayarak, Anadolu’da cranial endis, bir başka deyişle uzunluk-genişlik endisi, giderek artar. Klazomenaili kadınlar için bulduğumuz endis değeri bu gerçeğe uygunluk göstermektedir. Yukarıdaki ortalamalar, çağdaş veya yakın dönemin diğer Anadolu iskeletleri ile uyum içindedir, örneğin Sardis için erkeklerde aynı, kadınlarda biraz daha yüksektir[20]. Boğazköy Osmankayası (Hitit Dönemi) endis ortalaması ile de aynı olup[21], Alacahöyük[22], Bozhöyük[23], Truva[24], Geç Roma[25] iskeletleri ile yakınlık göstermektedir. Bostancı’nın Eski Anadolu grubunun uzunluk genişlik endis ortalaması olarak bulduğu 76.4’lük değer bizim bulgularımıza oldukça yakındır.
Serimiz kadınlarında burun endis ortalaması 49.9’dur. Bu değer mesorrhin burun tipini karşılamaktadır.Aynı burun tipi Anadolu’da tüm devirlerde yaygın olarak görülmektedir. Klazomenai erkek iskeletlerinden burun endisini 46.2 olarak hesapladık. (Bu değer Sardis’te 44.9’dur) Leptorrhin’in üst sınırında olup, mesorrhin kategoriye oldukça yakındır.
Belirlediğimiz orbital endis ortalaması ise kadın ve erkeklerde birbiri-ne yakındır (kadınlarda 85.7, erkeklerde 85.3). 85.5’lik ortalama orbital endis değeri, hypsiconch kategorisinin sınırları içine girmektedir. Sardis’in 85.2’lik ortalaması da aynı türe girmektedir[26].
Klazomenaili bireylerin üst yüz endisi ortalaması kadınlarda 52.3, erkeklerde 50.3 olup, kadınlardaki yükseklik dikkati çekmektedir. Bu değerler, orta yükseklikteki yüzlerin üst limitinin karşılığıdır. Üst yüz endis ortalaması 55.05 olan Sardis kadınları lepten, 51.22 olan erkekleri ise mesen tipine girmektedir[27]. Klazomenai kadın grubunun üst yüz endis ortalaması Şenyürek’in Kültepe’de 6.A olarak numaralandırılan kadın iskeleti için saptamış olduğu değere yakındır[28]. Yine Şenyürek’in Anadolu Eski Tunç ve Hitit devri kafa taslarında belirlediği sonuç, Alişar Hitit Devri erkeklerinin endisine uymaktadır[29]. Bu iki ayrı değer, bizim Klazomenai için hesapladığımız rakamlardan daha düşüktür. Bu değerlendirme, Klazomenai’de yüz genişliğinin, yüksekliğine oranla daha da artmış olduğuna işaret etmektedir. Hititlerin Anadolu’daki varlığıyla birlikte başlayan yüz genişliğinin yüksekliğine oranla artması olayı burada da kendisini hissettirmektedir.
Bilindiği gibi Akdeniz ırk tipinde yüz şekli genellikle dar ve uzun ol-maya eğilimlidir. Bizim serimizde ortaya çıkan düşüklük Alpin ırk tipi ve diğer karışımların varlığı ile ilgili olmalıdır.
İncelediğimiz döneme ait Urla Klazomenai iskeletlerini genel hatlarıyla değerlendirdiğimizde çoğunluğu -değişik morfolojik yapılara da rastlanmakla birlikte- orta uzunlukta (mezosefal) kafatası yapısına sahip olan bireyler oluşturmaktadır*. Bu bireylerden 4’ü Alpin, 4’ü Akdeniz, 2’si Eurafrican’dır. Üç bireyde de bu üç morfolojik yapının karşılıklı etkilerinin bulunduğu gözlenmektedir. Batı Anadolu’da yapılan kazılarda elde edilen iskeletlerden, Kumtepe’de çıkan M.Ö. 2800 yılına ait bir iskelet Eurafrican, M.Ö. 2500 yılına ait bir başka iskelet ise Alpin ırk tipine sokulmaktadır[30]. Hisarlık’ta M.Ö. 3200 yılı için tarihlenmiş iskeletler Akdeniz ırkına, Bakır Çağına ait olan iskeletlerden biri Pers tipine, diğeri Akdeniz ırkının öncüllerine aittir. Erken Bronz dönemine ait üç iskelet Pers tipine, Geç Bronz dönemine ait iskeletler ise Alpin tipine uymaktadır. Truva’nın 6. katından çıkan bir başka iskelet ise Proto-Nordic olarak tanımlanmıştır[31]. Hanaytepe’den elde edilen iki kafatası üzerinde yapılan inceleme bunların Akdeniz ırkından olduğunu ortaya çıkarmıştır[32]. Müskebi Miken dönemine ait olan 3 iskelet Alpo-Dinarik tipe konmuştur[33]. Dirmil’den çıkarılan iki iskeletten birisinin ırk tipi belirlenememiş, diğeri Alpo-Dinarik olarak değerlendirilmiştir[34].
Klazomenaili bireylerin ırksal özelliklerini irdelerken Akdeniz dünyası, Anadolu hatta İran’la olan ilişkileri de dikkate almak gerekir. Bilindiği gibi Hellas’tan çıkan Mykenler daha M.Ö. II. bin ortalarında Batı Anadolu’da ticaret kolonileri kurmuşlardı[35]. Aynı dönemde, Hititlerin demografik varlığı Afyon bölgesine ulaşmış bulunuyordu[36].
M.Ö. 1200’lerde gerçekleşen Ege göçleri sırasında “Deniz Kavimleri”nin saldırılan Myken ve Hitit devletlerinin güçlerini yitirmelerine yol açmış, Güneydoğu Avrupa’dan gelen ilkel kavimler Batı Anadolu’yu etkileyerek potansiyele erişmişlerdi[37]. M.Ö. 9. yüzyılda yaşamış olan Homeros da Trakyalılar ve Phrgialıların varlığına ve bu arada etkinliğine işaret etmektedir[38].
Batı-Orta Anadolu çizgisinin M.Ö. 1200-750’ler arasında gözüken karanlık-durgunluk döneminden sonra yeni bir demografik oluşum ortaya çıkmıştı. Klazomenai’nin de aralarında bulunduğu İon kentleri artık klasik yapılarıyla yükselmişler, Akdeniz Dünyasıyla ilişkiye girmeye başlamışlardı. M.Ö. 6. yy. başlarında İzmir’de Fenike kökenli esirler vardı[39]. Bu arada, Lydialdar hinterlanddan yeni bir güç olarak ortaya çıkarlar. Herodotos, M.Ö. 600 tarihlerinde İzmir’i alan Lydia kralı Alyattes’in Klazomenai’ye saldırdığını, ancak ağır bir bozguna uğradığını kaydeder[40]. Bir süre sonra ise, bu kez Persler Asya içlerinden gelerek Batı Anadolu kıyılarına ulaşırlar. Bu arada, Klazomenai de onların eline geçer[41].
4. PATOLOJİK DEĞERLENDİRME
Osteopatolojik incelemeler, bireylerin tek tek ölüm nedenlerine ait fikirler verdiği gibi, o bölge halkında sık görülen ve kemik patolojileriyle ilişkili hastalıklar hakkında da fikir edinmemizi sağlamaktadır. Bu incelememizde en çok görülen kemik hastalıkları şunlardır.
1. Daha çok yaşlılarda görülen ve genellikle omurlarda gaga biçiminde ekstra kemik büyümeleri olarak da karşımıza çıkan osteofit’ler.
2. Kemik iliği iltihabı (osteomiyelit) sonucu, normal kemik dokusu-nun tahribatı ile oluşan kemik deformiteleri.
3. Kırıkların iyileşmesi ve kaynaması ile ortaya çıkan yeni kemik dokusu oluşumu.
4. Kemik tümörleri. Bu gruba iyi huylu (osteokondrom) veya kötü huylu (osteosarkom) tümörler girmektedir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki, Klazomenai halkındaki bu incelememize konu olan iskeletlerin seri olarak fazla bulunmayışı nedeniyle, bu yöre halkı hakkında patolojik bir genellemeye gitmek mümkün değildir. Yine de bir fikir vermek gerekirse, en sık görülen pataloji osteofıt’ler olup, yukarıda saydığımız türlere de rastlanmıştır.
Elimizdeki Klazomenai iskeletlerinin patolojik yönden tek tek incelenmesi sonunda, aşağıdaki teşhis ve değerlendirmeler elde edilmiştir:
İskelet 16: Fibula; orta ve iç kısmında çaprazlanmasına değişik renkte bir kemik dokusu gözlenmektedir. Ayrıca, iç yüzeydeki normal oluk düzleşmiştir. Bu görünüm, eski bir kırığın onarılmış olması ihtimalini düşündürmektedir (Bk. Resim 2).
İskelet 4: Fibula; kemik dokusunun ileri derecede deforme olduğu ve yer yer kemik erimesine işaret eden bir yapıya dönüştüğü saptanmıştır. Bu durum, değişik mikrobik enfeksiyonlarla meydana gelen osteomiyelit sonucu bir oluşumu akla getirmektedir (Bk. Resim 3).
İskelet 15: Tibia; ön yüzeyinde belirgin bir deformite vardır. Normal kemik dokusu, muhtemelen osteomiyelit sonucu bozulmuştur. İltihabi durumun iyileşmesi ise, değişik renk ve görünümde bir tamir dokusu oluşturmuş, ancak kemiğin bütünlüğü bozulmamıştır (Bk. Resim 4).
İskelet 16: Tibia; ön yüzeyin arka alt kısmında iri bir mercimek tanesi büyüklüğünde bir kabarcık göze çarpmakta, kemik yapısı ve dokusuna ilişkin başka bir bozukluk gözükmemektedir. Bu durumun, kemikteki bir zedelenme (travma) sonucu ortaya çıktığını düşünmekteyiz. Başka bir deyişle, bu bir periost reaksiyonudur. Yani, kemik üst tabakasının (perios- tum) darbe ile zedelenmesinin yol açtığı stimülasyonla oluşan yeni bir kemik dokusu ortaya çıkmıştır (Bk. Resim 5).
İskelet 10: Sırt omurları; bu iskeletin torakal omurlarında ve özellikle ön yüzeyinde gaga gibi bir çıkıntı göze çarpmaktadır. Osteofıtik değişiklikler olarak adlandırılan bu ekstra kemik oluşumu bazan yaşlılarda bütün omurları kaplayabilir ve hareket yeteneğini çok daraltabilir. Ayrıca lumbal (bel) omurlarında da aynı türden değişikliklere rastlanmaktadır (Bk. Resim 6).
İskelet 15: Sırt omurları; torakal omurların üçünde ileri derecede osteofıtik değişiklikler saptanmıştır. Özellikle aktaki üçüncü omurda oldukça iri gaga gibi osteofitik çıkıntı vardır. Bu teşhis, ilgili bireyin oldukça yaşlı olabileceğini akla getirmektedir (Bk. Resim 7).
Elimizdeki iskeletlerin patolojik değerlendirilmesi sırasında çene ke-mikleri ve diş incelemeleri de yapılmıştır. Dişlerin morfolojik özelliklerininin incelenmesi sırasında ilginç sonuçlarla karşılaştık. Daha varlıklı kişilere ait olması muhtemel tezyinatlı lahitlerden çıkan iskeletlerdeki diş aşınmaları azdır. Daha sade ve basit lahitlerle pithoslardan elde edilen iskeletlerdeki diş aşınmaları ise çok daha fazla ve belirgindir. Ancak, incelediğimiz iskeletlerin sayıca fazla olmayışı bu konuda genelleme yapmamızı engellemektedir. Ama yine de beslenme rejimleri ve beslenme farklılıklarının bu gibi sonuçlara yol açacağına işaret etmek istiyoruz.
ÖZET VE SONUÇ
Klazomenai, Batı Anadolu’da İzmir yakınlarında yer alan bir antik kenttir. Burada yapılan arkeolojik kazılarda ele geçirilen 19 iskeleti biometrik, morfolojik ve paleopatolojik açıdan değerlendirmiş bulunuyoruz. Elimizdeki materyal, M.Ö. 7-5. yüzyıllar arasındaki döneme aittir.
İskeletlerin cinsiyeti belirlenebilenlerden 8’i kadın 8’i erkektir. Klazomenai nekropolünde 5 tip gömü bulunmaktadır. Bunlar lahit, pithos, amfora, kremasyon ve inhumasyondur. Lahit ve amfora mezarlar çoğunluğu oluşturmaktadır. Lahitlerin bazıları hayvan figürleriyle detaylı bir şekilde işlenmiştir. Bir kısım lahit ise daha sade olup, basit meander motifleriyle bezeklidir.
Klazomenai populasyonunun, elimizdeki materyalden yola çıkılarak bulunan yaş ortalaması değeri 34’tür. İskelet materyalin azlığı, detaylı bir demografik analiz yapılamamasına neden olmuştur.
Trotter-Gleser formülü uygulanarak kadınlarda 152.7cm., erkeklerde 164.3 cm. boy ortalaması bulunmuştur. Bu ortalama, Anadolu’da paralel populasyonlarda bulunan değerlerden daha düşüktür. Böyle bir sonuca, materyal azlığı ya da bölgesel genetik bir özellik neden olarak düşünülebilir. Kazıların ilerleyip, yeni materyallerin ortaya çıkmasıyla bu sorunun aydınlanabileceğini ummaktayız.
İskeletlerin kafa endisi verileri, kadın ve erkeklerin mezosefal yapıda olduğunu göstermektedir. Ancak, kadınlardan çoğunun Alpin, erkeklerin ise Akdeniz tipinden olduğu belirlenmiştir.
Klazomenai’nin anılan çağda ticaretle uğraşılan bir yer olması ve Ege ile yakın ilişkiler içinde bulunması morfolojik yapıdaki çeşitliliğin nedeni olarak düşünülmektedir. Serimiz iskeletlerinde burun endisi, orbital endis ve üst yüz endisi de hesaplanmış bulunmaktadır. Bu endis değerleri sözkonusu toplumun heterojen bir yapıda olduğu fikrini desteklemektedir (Bk. Resim 8,9,10,11 ve 12).
İncelediğimiz döneme ait Klazomenai iskeletlerinden 4’ü Alpin, 4’ü Akdeniz, 2’si Eurafrican’dır. 3 bireyde ise bu üç yapının karışık izleri belirlenmiştir.
Bizim bu saptamalarımızı, dönemin tarihi kayıtları da doğrulamaktadır. Homeros, Herodot, Strabon gibi yazarlar, M.Ö. 7-5. yüzyıl Klazomenaisinin İon yerleşmesine sahne olduğuna, ancak ticari ve siyasal gerçeklerin demografik yapıyı etkilediğine işaret ederler. Bu dönemde bölgede, Fenikeli esirler ve doğulu tüccarlara rastlandığı gibi, Lydia ve Pers askeri güçlerinin varlığı da hissedilmekteydi.
Klazomenai iskeletlerinde gerçekleştirilen patolojik incelemeler bu insanlarda osteofit, osteomiyelit ve kırık gibi normal dışı oluşumların belirlenmesini sağlamıştır.
Patolojik gözlemler Klazomenai halkının hijyenik koşullar açısından çok iyi bir konumda olmadığım göstermektedir. Dişlerin özelliği, bireyin gömüldüğü lahitlerin özelliğine paralel bir yapılaşma içindedir. Daha varlıklı kişilere ait olması muhtemel özenle süslenmiş lahitlerden çıkan iskeletlerdeki diş aşınmaları basit bezekli lahitlerden çıkan dişlerin aşınmalarından daha azdır. Ancak, materyalin fazla olmayışı bu konuda yapılabilecek bir genellemeyi engellemektedir.
Sonuç olarak, Klazomenai’de Batı Anadolu için elde ettiğimiz paleo- antropolojik bulgular, bu dönemin diğer Anadolu verileriyle yan yana gel-diğinde bir anlam bulacaktır. Özellikle Van-Dilkaya ve diğer Doğu Anadolu iskeletleri üzerinde yapmakta olduğumuz çalışmaların bu kültürel zincir için orijinal sonuçlar getireceğini ümit etmekteyiz.