Osmanlı devletinde genel olarak mâlî kaynaklar avârız, cizye ve mukataalar ile havâss-ı hümâyûn olarak adlandırılan pâdişah hâslarının oluşturduğu iç ve dış hazîne; eyâletler mâliyesi olarak tanımlanan timar sistemi ve büyük ölçüde eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi hizmetlerin finansmanını sağlayan vakıflar olarak kategorize edilebilir. İmâret, câmi, zâviye, medrese, çarşı gibi çeşitli hayrî, içtimâî ve iktisâdî unsurların vakıf eserler olarak vücut bulduğu ve varlıklarını sürdürebilmeleri için emlâk, akar veya nakit para tahsis edildiği (vakfedildiği) bilinen bir keyfiyettir. Tarihi vakıflarla ilgili çalışmalar arttıkça bir yandan içtimâî ve iktisadi amaçlı müesseseler gün yüzüne çıkacak diğer yandan bu amaç için ayrılan fakat devlet bütçesi dışında kalan kaynakların kabaca da olsa miktarı belirlenebilecektir. Böylelikle toplumun varlıklı kesiminden yoksul kesimine yönelik kaynak transferi ve sosyal ihtiyaçlar için yapılan harcamalar, diğer bir ifade ile toplumun sosyal adalet mekanizmaları daha sağlıklı olarak değerlendirilebilecektir. Osmanlı coğrafyasının genişliği dikkate alındığında, genel bir sonuca varmanın uzun yıllara mâlolacağı açıktır. Bu mülâhazalarla XVI. yüzyılda Ankara sancağına bağlı Ayaş kazasındaki vakıflar inceleme konusu olarak seçilmiştir. Böylece Ayaş’ın timar sistemine dahil olmayan köy ve mezraları ile muhtelif miktarlardaki nakdin kimler tarafından hangi amaçla vakfolunduğu tesbit edilirken aynı zamanda XVI. yüzyıldan bu yana Ayaş köylerinin adları ve bunlarda meydana gelen değişmeler ile zamanla ortaya çıkan yeni yerleşim birimleri de tesbit edilebilecektir[1] . Bilindiği gibi bu tür çalışmaların temel kaynağı tahrir defterleridir. Burada da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-u Kadime Arşivi’nde bulunan 558 numaralı Evkaf Defteri aslî kaynağı oluştururken; yerleşim yerlerinin belirlenmesi ve bazı karşılaştırmalar için Kuyûd-u Kadime Arşivi 74 numaralı mufassal ve 214 numaralı icmâl defterleri ile Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nden 117 numaralı mufassal, 162 numaralı icmâl ve Kepeci tasnifinden 206 numaralı avarız defterleri ile 1167 (1753-1754) tarihli Ayaş şeriye siciline müracaat edilmiştir.
Ankara sancağına ait tahrîr defterlerinden günümüze intikâl edenlerin ilki hicrî 867 (1462-1463) tarihli tahrîr defteridir. Muzaffer Arıkan, defterde tarih belirtilmemiş olmakla beraber, Yabanovası’na dair kayıtlarda hicrî 867 recebinde (1463 mart) Turasan Bey evkafı hakkında pâdişâhın gönderdiği bir hüküm bulunduğunu bildirmekte, böylece tahrîrin bu tarihten önce, muhtemelen 1460’dan sonra başlayıp 1463’te hâlen sürdüğünü ifâde etmektedir[2] . Turan, I. Murad döneminde (1363-1389) Timurtaş Paşa tarafından düzenlenen defterin, muhtemelen Ankara’nın ilk tahrîrine ait olduğunu belirtmektedir[3] . Söz konusu defter bu güne intikal etmemiştir. Böylece Ankara’ya ait tahrîrlerle ilgili derli toplu ilk bilgi kaynağı 1460’lı yıllara dayanmakta ancak defter noksan olduğu için, maalesef Ayaş için bu kadar gerilere gidilememektedir. Ancak ilerde görüleceği gibi, vakıf kayıtlarında I. Bayezid nişânıyla tasarruf edilen topraklardan bahsedilmekte ve dolayısıyla Ayaş’ın köklü bir maziye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Arıkan mezkûr incelemesinde on idârî birim tesbit etmiştir. Bu idârî birimler ve bağlı köy sayıları şöyledir[4] : Bacı, 32 köy; Çubuk, 73 köy; Kasaba, 79 köy, Karacabey, 3 köy; Mürtedova, 67 köy; Binâriili, 105 köy; Yabanovası, 81 köy, Şurva, 36 köy, Mudrıb,36 köy; Uruş, 15 köy olmak üzere toplam 522 köy bulunmaktadır. Söz konusu köylerin isimleri, bağlı oldukları idârî birimlerle birlikte değil, ekte alfabetik sıra ile verilmiş olup her birinin yanında bağlı olduğu birim de yer almaktadır. Böylece idârî birimlerde adına rastlayamadığımız Ayaş’ı, fihristte üç köyle irtibatlı olarak görüyoruz ki bunlar Oltan, Yarımcaavşar ve Onaç köyleridir. Sonraki yıllara ait kayıtlardan elde ettiğimiz bilgilere göre Onaç olarak zikredilen yer muhtemelen Otac olmalıdır.
XVI. yüzyılda Ayaş’a bağlı yerleşim yerlerini, timar kesimine ait olmak üzere ilk olarak 1523 tarihli 117 numaralı mufassal defterde görüyoruz. Vakıf ve timar kesimini, dolayısıyla Ayaş’ı bütün olarak görmek de 1530 tarihli 438 numaralı muhasebe-icmâl defteri ile mümkün olmaktadır. Daha sonra 1571-72’de TD. 74 ile timar ve TD. 558 ile vakıf kesimini yeniden görüyoruz.
Arıkan zaman içinde Mudrıb ve Uruş’a tabi köylerin Ayaş, Mürtedova ve Yabanovası arasında taksim edilerek bu iki idârî birimin ortadan kalktığını bildirmektedir[5] . Sonraki kayıtlardan anlaşıldığına göre Uruş bütün bağlantılarıyla Ayaş’a intikâl etmiştir, ancak Uruş’a bağlı 15 birim olduğu ifâde edilmekle birlikte fihristte 7 tanesini görmek mümkün olmuştur. Mudrıb’dan Ayaş’a intikâl edenler de Cimderdîvânı, Eldelik, Kayı Kayabaşı olarak tahmin edilebilir. Buradan da anlaşılacağı üzere idârî taksimattaki değişme ile hangi yerleşim yerinin hangi idârî birimden diğerine intikâl ettiğini çok da sağlıklı olarak tesbit etmek mümkün görünmüyor zira, bir çok idârî birimde, diğer birimlerde de bulunan köy adlarına rastlamak mümkündür. Mesela Yalak adı Binâriili, Uruş ve Şurva’nın her üçünde de bulunmaktadır. Ayaş’taki Yalak’ın Uruş’a bağlı Yalak olduğu kuvvetle muhtemeldir. Keza Kınık adı Ayaş civarında hem Yabanovası hem de Uruş’ta görülmektedir; binâenaleyh Ayaş’taki Kınık’ın yine Uruş’la birlikte intikâl ettiği düşünülebilir. Bazı yerler için ise tahminde dahi bulunmanın güç olduğunu belirtelim. Arıkan ve Turan’ın çalışmalarından anlaşıldığına göre, idârî taksimattaki geçişler yalnız Mudrıb ve Uruş’un lağvıyla sınırlı kalmayıp diğer kaza-nâhiyeler arsında da cereyan etmiştir. Zira Arıkan’ın 1467’ye istinâden Yabanovasına bağlı olarak gösterdiği bazı köyler Turan’ın 1523 tarihli (TD.117) Yabanabad için yaptığı listede görülmemekte, aynı yıl için Ayaş’a ait kayıtlarda bulunmaktadır. Bu köyler sırasıyla Başbereket, Bayram, Yellükızık, Boyalu, Çağa, Dastarlu, Ilıca, İlhan, Karaviran, Musa, Salih, Teske olarak sayılabilir. Keza 1463’te Şurva’da görülen Yoğunpelit 1523’te Ayaş’tadır. Ancak burada, yukarıda değinilen bir hususu tekrar vurgulamak gerekiyor. Yukarıda Yalak ve Kınık örneklerinde görüldüğü gibi bazen bir isim, birkaç kaza-nâhiyede görülebilmektedir. 1463 tarihli defterde Ayaş’a dair ancak ipuçları görülmekte, o dönemin yerleşim birimleri hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır böylece aynı adlar hem Ayaş hem de Yabanovası’nda bulunabilir; Ayaş’takiler devam ederken Yabanovası’ndakiler tedricen ortadan kalkmış veya Yabanabad’da da görülen Eldelik/Sarıkavak örneğindeki gibi değişime uğramış olabilir; dolayısıyla Yabanovası’ndan Ayaş’a intikâl eden köyler tamamen tahmine dayanmaktadır. Diğer taraftan Arıkan’ın 1463 tahrîrine dayanan çalışmasında Güdül ve Kesanos adları yer almakla beraber herhangi bir idârî birimle irtibatlandırılmamış, yalnız pâdişâh hassı olduğu belirtilmiştir. Sonraki tahrîrlerde ise Ayaş’ta pâdişâh hassı görülmemekte, fakat ileride görüleceği üzere II. Bayezid’in Amasya’daki imâretine ait vakfa dâhil bulunmaktadır.
1523 tahrîrlerine dayanan 1530 tarih ve 438 numaralı muhasebe-icmâl defteri ve hicrî 979/ 1571-72 tahrîrlerine dayanan 558 numaralı evkaf kayıtlarından Ayaş’ta 7 mahalle olduğu anlaşılmaktadır. TD. 558’deki sıraya göre bunlar:
1- Mahalle-i İmam Ferah[6] : TD. 438’de 1 imam, 1müezzin, 1 muhassıl dâhil olmak üzere toplam 59 nefer kayıtlıdır. 1571-72’de kayıtlı nufusu ifâde eden nefer sayısının 138 olduğu görülmektedir. Bunlardan biri müezzin, biri muhassıldır.
2- Mahalle-i Ömeroğlu: TD.438’de biri imam, toplam 65 olan kayıtlı nüfus; 1571-72’de 126’ya yükselmiştir, bunlardan biri imam, biri müezzin ve ikisi muhassıldır.
3- Mahalle-i Mescid-i İmam Yusuf: TD.438’de kayıtlı 42 kişi içinde bir imam, bir müezzin, iki muhassıl, üç seyyid ve bir ehl-i berât bulunmaktadır. 1571- 72’ye gelindiğinde kayıtlı nüfusun 74’e yükseldiği görülmektedir. Bunlardan biri imam, biri duacı, biri câbi, biri muhassıldır. Aynı kayıttan mahallede iki zaim, iki zaim zade ve iki timar erinin ikamet ettiği anlaşılmaktadır.
4- Mahalle-i Câmi: TD.438’de 103 kayıtlı nüfustan biri imam, biri hatip, biri müezzin ve biri de muhassıldır. 1571-72’de ise kayıtlı nüfus 210’a yükselmiştir. Bunlardan biri imam, biri müezzin, biri duacı, biri de kayyimdir.
5- Mahalle-i Ali Dede: TD.438’de kayıtlı 65 nüfus içinde bir imam, bir müezzin ve bir muhassıl bulunmaktadır. 1571-72’de kayıtlı nüfus 168’e yükselmiştir. Buradan anlaşıldığına göre Ayaş kadısı ve şehir kethüdası bu mahallede ikamet etmektedir. Ayrıca bir sipâhî, bir merd-i timar, iki muhassıl, iki imam, bir müezzin ve bir müderris de mahalle sakinlerine dâhildir.
6- Mahalle-i cedid Yemen Dede: TD.438 ve TD. 558’de Bütün mahalleler içinde cedid olarak bahsedilen tek mahalle budur, 1463 tahrîrinden sonra teşekkül ettiği düşünülebilir. 438’e göre kayıtlı 44 kişiden biri imam, biri müezzin ve ikisi seyyiddir.1571-72’de kayıtlı nüfus 62’ye yükselmiştir. Mahalle sakinlerinden biri imam, biri hatip ve aynı zamanda duacı, biri de muhassıldır.
7- Mahalle-i Şeyh Muhyiddin: TD.438 de biri imam, biri muhassıl toplam kayıtlı nüfus 24 iken 1571-72’de 73’e yükseldiği görülmektedir. Bunlardan ikisi imam olup, biri için imam-ı câmi kaydı düşülmüştür.
1107 (1695-1696) tarihli avarız defterinde mahalle sayısının sekize yükseldiğini ve bazılarının adının değiştiğini görüyoruz. Buna göre Câmi-i Atik, Ferah Fakih, Şeyh Muhyiddin, Ömeroğlu, Elhac Yusuf mahalleleri yukarıdakilerle aynı veya takip edilebilir bir değişikliğe uğramışlardır. Fakat bu defterde artık Ali Dede ve Yemen Dede mahallelerini göremediğimiz gibi yeni teşekkül eden mahallenin de hangisi olduğunu pek kestiremiyoruz. Böylece adları değişen iki ve yeni teşekkül eden bir mahallenin adları Elhac Memi, ElhacVeli ve Derviş İmam mahalleleri olarak karşımıza çıkmaktadır [7] .
Ayaş merkezinde kayıtlı 851 kişinin 38’i askerî sınıf mensûbudur. Bunlar kadı, kethüda, zaim, sipâhî, imam, müezzin, hatip gibi kişilerdir. 558 numaralı defter yazılırken Mehmed veled-i Hacı Ali’nin kadı olduğunu görüyoruz, kadı nim çift ve 5 akça resimli bir yer tasarruf etmektedir. Şehir kethüdası Hızır Balı veled-i Mürsel; müderris ise Ahmed Fakih veled-i Hasan Fakih’dir. Askerî sınıf çoğunlukla İmam Yusuf ve Ali Dede mahallelerinde ikamet etmektedirler, bu günkü zihniyetle bakıldığında buraların mutenâ semtler olduğu düşünülebilirse de, Ortaylı’nın belirttiği üzere mahalleler, sınıf ya da statü faklılığına göre teşekkül etmiyordu[8] . Şehirde bir de cerrah olduğu görülmektedir[9] . Pir, âmâ, kötürüm ve sâir dışında 740 hane, 35 mücerred kayıtlıdır. Şehirli nüfus 6 adet tam, bir adet iki çift büyüklüğünde, 48 de nim çift tasarruf etmektedirler. Sultan II. Bayezid’in Amasya’daki imâretine vakfettiği Ayaş merkezinden toplam 29295 akça gelir sağlanmaktadır. Arpa, buğday, burçak, nohut, pamuk ekilmekte; bağ, bahçe, bostan yetiştirilmekte, arıcılık ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Kayıtlardan anlaşıldığına göre 7 değirmen ve 100 akça gelir getiren sazlık bulunmaktadır.
Kazalardaki köylerden herhangi bir vakfa ait olanların, timar sistemiyle ilgisi bulunmadığı bilinmektedir, dolayısıyla sipâhîlere gelir kaynağı olarak dağıtımı söz konusu değildir. Diğer taraftan icmâllere baktığımızda Ayaş’taki köylerin tamamının Ayaş sipâhîlerine ait olmadığını görüyoruz. Bir kaide olarak “timar vahdetini teşkil eden karyeler hangi nâhiyede iseler, sipâhî de o nâhiyenin sipâhîsi” olmaktadır [10]. Böylece gelirleri Ayaş’ta bulunan sipâhîlere tahsîs edilen köyleri Başbereket, İlhan, Çukurviran, Oltan, Arklar, Yoğunpelid, Yeniceincepelid, Çağa, Karkın, Aşağıderelü, Karacaviran, Oğuzçayırı, Uluçanlu, Musa, Yüregir, Kirec, Yalak, Kabaca, Karaviran-ı ayaşin, Boyaluafşar, Kınık, Ortabereket, Kalta, Ilıca, Cimderdîvânı, Salih, Dedezâviyesi olarak sıralamak mümkündür. Kayıtlardan anlaşıldığına göre bu köylerin bir çoğunun hasıllarından sipâhîlere tevcih edilen gelirlerden sonra kalanlar, başka sipâhîlere hisse olarak dağıtılmaktadır [11].
Bu köylerden vakıf kesimine dâhil olanlar hakkında hicrî 979 (1571-1572) tarih ve 558 numaralı evkaf tahrîr defterinden elde edilen bilgileri aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:
Balçıçak: Sultan Bayezid vakfı olup 26 raiyyet kayıtlıdır. Üç zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, burçak, pamuk, soğan, bağ, bostan, arı ve koyun yetiştirilmektedir.
Baş Ayaş: Üçü yörük, 149 reâyadan ikisi kategorize edilmemiştir. Üç zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, burçak, nohut, mercimek, bağ, bostan, arı, koyun yetiştirilmekte, Kayalu adlı bir mezrası bulunmaktadır.
Çakmacuk: Sultan Bayezid vakfıdır. İkisi haymana, ikisi yörük, biri mutak toplam 101 raiyyet kayıtlıdır. Bir zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, burçak, nohut, mercimek, bağ, bahçe, bostan yanısıra arıcılık yapılmakta ve koyun yetiştirilmektedir.
Dastarlu: Bursa’da Umur Bey câmii mescidi vakfıdır. Bir muhassıl ve 151 reâya kayıtlıdır. Buğday, arpa, burçak, nohut, pamuk, soğan, bostan ekilmekte; bağcılık yapılmakta, armut yetiştirilmektedir. Arıcılık ve koyunculuk yapılmaktadır. Biri haraçlı, üç değirmen vardır
Demürci: Sultan Bayezid vakfıdır. Bir imam ve biri yörük 64 reâya kayıtlıdır.İki zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, burçak, nohut, mercimek, bağ, bostan yetiştirilmekte; arıcılık ve koyunculuk yapılmaktadır.
Güdül, Sapanlu, Körpeviran, Hacılar, Kamanlar: Birlikte yazılan bu beş köye ait kayıtlarda önce bir kısım reâya sıralandıktan sonra, “zimmiyan der karye-i mezkûr” başlığı ile zimmiler yazılmış ve tekrar “müslümanan-ı karye-i mezkûr” başlığı ile yeniden müslüman reâyalar gösterilmiştir. Hangi kaydın hangi köye ait olduğu anlaşılamamaktadır. İlk kayıtta bir hatip, 154 reâya kayıtlıdır. Bunlardan ikisi nim çift tasarruf eden yedi kişiden dördünün üstündeki şerhte eski deftere göre “memhûr-ı askerî”leri olduğu belirtilmektedir[12]. İkinci kayıtta yer alan 11 zimmiden altısı çift veya nim olarak işaretli olup diğerleri kategorisizdir. Üçüncü kayıtta 127 müslüman reâya bulunmaktadır. Bu kısımda 20 de zemin kayıtlıdır. Köylerde hariçten zirâat edenler bulunmaktadır. Başlıca ürünler buğday, arpa, burçak, pamuk, bostan ve bağdır. Arıcılık ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır. Bir pazar ve bir harap değirmen bulunmaktadır. Hicrî 867 (1462-1463) tarihli defterde 41 çift, 8 nim, 1 ortak, 30 bennak ve 11 kefere-i Güdül kayıtlı olup bunların da ikisi dışındakilerin türk-islam adı taşıdığı belirtilmektedir[13]. Bu dönemde Güdül, pâdişâh hassıdır. Bilâhere Sultan II. Bayezid Amasya’daki imaretine vakfetmiştir.
İldelik: Ankara’daki Karaca Bey imâreti vakfıdır. 40 kişi kayıtlıdır, dördü için kategori belirtilmemiştir. 3 zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, bostan, pamuk, soğan üretilmekte, bağcılık yapılmakta; arı ve koyun yetiştirilmektedir. Bir değirmen vardır.
Kabil: Sultan Bayezid vakfıdır. Bir muhassıl, 16 reâya dışında 9 kişi bir kategori belirtilmeden kaydedilmiştir. Buğday, arpa, burçak, bağ, bostan başlıca ürünler olup arı ve koyun yetiştirilmektedir.
Keçiler: Sultan Bayezid vakfı olup, bir muhassıl ve bir zâviyedâr dışında ikisi yörük 32 raiyyet kayıtlıdır. Buğday, arpa, burçak, pamuk, bağ, bostan yanısıra arı ve koyun yetiştirilmektedir.
Karacakaya: Sultan Bayezid vakfıdır. Bir imam (aynı zamanda hatib), bir müezzin dışında kayıtlı 328 raiyyetin dördü mutak, dördü yörüktür. Dokuz kişinin babalarının “timar yediği” belirtilmekte, çift veya nim gibi kategori belirtilmemekle beraber sipâhîzade veya benzer bir kayıt da bulunmamaktadır. Buğday, arpa, burçak, nohut, mercimek, bostan, pamuk yanı sıra bağcılığın önemli olduğu anlaşılmaktadır. Arıcılık ve küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır.
Kesanos: Sultan Bayezid vakfıdır. 61 müslüman reâya olup 7 zemin tasarruf edilmektedir. 144 zimmiden 63’ünde çift, nim, mücerred işareti bulunurken diğerlerinin yalnız adları yazılıdır. Bir zemin tasarruf edilmektedir. Buğday, arpa, burçak, bostan, pamuk yetiştirilmekte; iki değirmen bulunmaktadır. Hicrî 867’de (1462-1463) Kesenos da pâdişâh hassıdır. Arıkan, reâyanın tamamen türk-islam adı taşımakla beraber, 1600 akçalık cizye kayıtlı olduğunu bildirmektedir[14].
Yeregömü: Sultan Bayezid vakfı olup üç mahallesi ve bir pazarı bulunmaktadır. Buğday, arpa, burçak, pamuk, bağ, bostan başlıca ürünler olup arıcılık, koyunculuk, balıkçılık yapılmaktadır. Karakoyunlu cemâatinin otlağı bulunmaktadır. Köyde 6 bab değirmen bulunmaktadır.
Mahalle-i cedid Mescid-i Bekir : Bir muhassıl dışında biri mutak 172 raiyyet kayıtlıdır. 6 zemin tasarruf edilmektedir.
Mahalle-i Mescid-i Kazancı: İki muhassıl dışında altısı mutak 252 raiyyet kayıtlıdır. 7 zemin tasarruf edilmektedir.
Mahalle-i Câmi: Bir imam ve bir müezzin dışında 151 raiyyet kayıtlıdır. 3 zemin tasarruf edilmektedir.
Vakıf ve timar kesimi köylerine bir bütün olarak bakıldığında 1571-72’de (TD.74) Dündarşeyhoğlu’nun mezra hâline geldiği, Dötturluk’un imlasının değişerek Dörtuluk olduğu görülmektedir. Hicrî 1107 (1695-1696) tarihli avarız kayıtlarında buradan, artık Uruş ile birlikte, bir mevki adı gibi bahsedilmektedir. Ayrıca 1107’de (1695-1696) Alpagud, Arklar, Dedezâviyesi, Keçilü, Kirec, Musa, Otac, Yalak ve Zâviyebereket adlarına da rastlanmamaktadır. Bunların yerine Bereket-i evsat, bâlâ ve zîr görülmektedir. Keza Uluçanlu da Çanlı-yı bâlâ ve zîr olarak ikiye ayrılmıştır. Tahrîrlerde Cimderdîvânı ile birlikte yazılan Donuzpınarı da keza avarız kayıtlarında bulunmamaktadır fakat, Cimder’den başka Cimderkayası gibi okunan yer belki de burasıdır. Artık yalnız Boyalu olarak bahsedilen yerin Boyalu Büzürk, Küçük ve Ortaboyalu olduğu tahmin edilebilir. Demürcü, Temirciköy; Özler, Öz olarak zikredilmektedir. Güdül ile birlikte yazılan Sapanlu, Hacılar ve Kamanlar artık ayrı ayrı kaydedilmektedirler. Daha evvel Güdül ile birlikte yazılan Körpeviran ile beraber 1107’te (1695-1696) Güdül ile birlikte artık Tekye adı da görülmektedir. Tahrîrlerde Kayı olarak geçen köyden Kayılar olarak bahsedilmekte ve Keçiler bu köyle birlikte yazılmaktadır. Karacakaya ve Kabil adları ise artık görülmemektedir. Tahrîrlerde Çukurviran “an karye” olarak belirtilmediği halde iki defa yazıldığı için, bu isimle iki köy olduğu intibaı uyanmaktadır. 1107’de (1695-1696) Çukur ve Çukurören olarak görülen adlar bu intibayı doğrulamaktadır. Ören adlı bir köy Dastarlı ile birlikte yazılmıştır. Hacıbektaşveli[15] ve İrbasan/İzbasan gibi okunan adlar ile Kuşcılar, Melal, Sagir ve Tahtacıörencik adlarına da ilk defa rastlanmaktadır. Bazı köylerin ise, yakınlarındaki başka köylerin mahallesi veya bir mevki adı haline geldiği tesbit edilmiştir. Balçıcak köyü bugün Balçiçek adıyla Oğuzçayırı/Uğurçayırı’nın bir mahallesidir. Keza Arklar, Arıklar Bağıolarak Ayaş’ta bir mevki adıdır. 16. yüzyıldan sonra Ayaş ile ilgili kayıtlarda adına rastlanmayan Karkın bugün, Sincan’a bağlı Yenikent Bucağı’ndaki Yenikayı köyünün bir mahallesidir[16]. Aşağıdaki tabloda geçmişten bugüne intikal eden Ayaş ve Güdül köyleri yer almaktadır.
Vakıf “menkul veya gayr-i menkul mülk veya emlâkin dinî, hayrî veya içtimâî bir gayeye müebbeden tahsîs” edilmesi olarak tanımlanmaktadır [18].Vakıf konusu, bazan “ayniyle intifa olunan” yani bizzat vakfedilen şeyin kendisinden faydalanılan imâret, zâviye, medrese, çeşme gibi “müessesat-ı hayriyye” olmakta; bazan da “aynıyla intifa olunmayan, vakıf konusunun düzenli ve sürekli şekilde işlemesini sağlayan emlâk, akar veya nakit para olmaktadır ki bunlara “asl-ı vakf” denmektedir[19]. Bir şeyin vakfedilebilmesi için, mutlaka vâkıfın mülkiyetinde olması gerekir. Bu sebeple vakfiyelerde istisnasız “kendi sahih mülkünden” veya benzer bir ibâre bulunur. Şu halde öncelikle, bu mülkiyetin nasıl elde edildiği konusu üzerinde durulmalıdır.
Osmanlı imparatorluğunda topraklar, hukuki açıdan üç kısıma ayrılmaktadır. Birincisi öşrî arazi, fetih sonrası toprakların müslümanlara bırakılmasıdır. Toprak üzerinde mutlak mülkiyet hakkını ifâde etmekte ancak öşrün toprak sahibi tarafından fakirlere dağıtılmasını içermektedir. İkincisi harâci arazi, fetihten sonra bölge toprağının yine bölge halkına bırakılması hâlinde söz konusudur. Harac, toprağın durumuna göre elde edilen ürünün 1/5 veye 1/10’una kadar değişebilen harac-ı mukasseme ve doğrudan toprak üzerinden belirli ve sabit bir miktar olan harac-ı muvazzaf olarak kendi içinde iki kısımdır. Üçüncüsü mirî arazidir. Mülkiyeti tamamen devlete ait olan bu toprakların işletilmesi, ürün üzerinden harac-ı mukasseme olarak öşür, toprak üzerinden harac-ı muvazzaf olarak resim karşılığı reâyaya bırakılmıştır. İmparatorluk dâhilinde Arabistan ve Basra öşrî, Suriye ve Irak harâci, Anadolu ve Rumeli’deki topraklar mirî arazi kapsamındadır [20]. Bu sonuncu kategorideki topraklar üzerinde timar sahipleri yalnız vergi gelirine, reâya ise kullanma hakkına sahiptir. Dolayısıyla bunlar satılamaz, hibe veya vakfedilemezdi. Diğer bir ifâde ile bu kapsamdaki toprakların vakfedilebilmesi için önce mülk statüsünü alması gerekmekte idi.Yediyıldız mülkleştirmenin ihyâ ve temlik olmak üzere iki yoldan yapılabildiğini belirtmektedir[21]. İhyâ, ölü toprakların işlenmesi veya değerlendirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu şekilde bağ, bahçe ve bostanlar özel mülkiyet kategorisine girmektedir. Temlik Pâdişâh tarafından belli bir arazinin, belli bir kişiye şahsî mülk olarak verilmesidir. Böylece toprak mülk hâline geldikten sonra vakfedilmesi mümkün oluyordu.
Yediyıldız vakfiyelerdeki tasvirlerden hareketle, vakfedilen unsurları arazi, binâ, iktisâdi kuruluş ve başta nakit para olmak üzere çeşitli menkuller olarak kategorize etmektedir[22]. Arazi kategorisinde yer alan bahçe, şehir içi ya da dışında, etrafı çevrili ağaç yetiştirilen yer; bostan, etrafı çevrili, sebze ekili yer; çiftlik, tarım arazisi olarak tanımlanmaktadır. Bunlardan her birinin ölçüleri değişebilmekte, içinde kuyu, havuz, ev, müştemilat vs. bulunabilmektedir. Dolayısıyla hangi vakfın neleri içerdiğini tam olarak bilmek için vakfiyelerini görmek gerekmektedir. Pâdişâh tarafından kendilerine temlik edilen köylerin devlet adamları tarafından bütünüyle vakfedilmesi de söz konusudur. Vakıf konusu olan binâlar[23] mesken olarak kullanılabildiği gibi resmi veya iktisâdi amaçlarla da kullanılabilmekte idi. İktisâdi nitelikli olanları çeşitli malların üretildiği ve/veya satıldığı dükkânlar, değirmen, han, hamam veya çeşitli imâlâthâneler olarak sıralamak mümkündür. Son olarak nakit paranın da vakıf konusu olduğu belirtilmelidir. Yediyıldız para vakıflarının daha ziyâde askerî sınıf mensuplarınca, paraya ihtiyacı olanların faydalanması için bilinçli olarak kurulduğunu belirtmektedir[24].
Söz konusu menkul veya gayri menkullerin imâretlere, câmi veya mescidlere, zâviyelere, medreselere vakfedildiği görülmektedir; diğer bir ifâde ile vakfın amacını bu müesseseler oluşturmakta, menkul ve gayri menkuller bunların hayatiyetini sürdürebilmesi için vakfedilmektedirler.
Vakıf türleri ve Ayaş’taki vakıflara gelince, Türklerin genel olarak câmi, medrese, hastane, aşhane, hânikah, türbe ve benzerlerinin bir veya birkaçına imâret dedikleri bilinmektedir[25]. Vakıfların idaresi mütevellîler tarafından gerçekleştirilmekte, şayet vakıf büyük ise kâtip, câbi, muhasip gibi yardımcılar bulunmakta ve vakıfların denetimi nâzırlar tarafından yapılmaktadır. Nâzır, vakfiyede belirtilmezse bu görev kadı tarafından yerine getirilir. Çoğunlukla vâkıflar mütevellî olarak kendilerini, ölümlerinden sonra evlâtlarını, neslin tükenmesi hâlinde akraba veya azatlı köle ve nihâyet bölgede ehil olanları şart göstermişlerdir. Mütevellînin başlıca görevi vakıf ve ilgili kuruluşların bakımı, görevlilerin denetimi ve ücretlerinin ödenmesi, dolayısıyla vakıf kaynaklarının bu işleri yapacak şekilde işletilmesi olarak sayılabilir[26]. Vakıfların çoğunda mütevellî ve nâzırın da ücret aldığını belirtmek gerekir. Ayaş’ta imâret bulunmamaktadır ancak, Ayaş merkezi ve ayrıca Ayaş’a bağlı 10 köy, hasılı birlikte yazılan[27] köyler ayrı ayrı sayılırsa 14 köy Sultan II. Bayezid’in Amasya’daki imaretine[28] ; İldelik köyü Ankara’daki Karaca Bey imâretine vakfedilmişlerdir.
Medreseler Fatih döneminde yirmili (haşiye-i tecrid), otuzlu (miftah), kırklı, hâric, dâhil, sahn-ı seman,ve altmışlı olmak üzere çeşitli mertebelere ayrılmışlardır. Kanuni bu teşkilata dar’ul hadis ve tıp medresesini eklemiş, bilahere II. Selim ve III. Murad döneminde yetmişli, III. Mehmed döneminde de yevmi yüz elli akçalı medreseler kurulmuştur[29]. Baltacı Osmanlı medreselerini da’rul kurra, da’rul hadis ve tıb medreselerini kapsayan ihtisâs medreseleri ile umumi medreseler olmak üzere iki temel ayrıma tabi tutmakta; köylere varıncaya kadar memleketin her yerinde açılan medreselerin bu ikinciler olduğunu belirtmektedir[30]. Sıbyan mektebi olarak adlandırılan ilk mekteplerden sonra başlayan medrese eğitimi boyunca bu kademelerin tamamını okumak mümkündü. Genel olarak medreseler kadı, müfti, müderris, imam, hatip ve diğer ilmiye mensuplarının yetiştiği yerlerdi. Burada kırklı, miftah ve haşiye-i tecrid medreselerinin ve dolayısıyla Ayaş medresesinin daha alt kademe olduğunu ve dereceye dâhil olmadığını belirtmek gerekir[31]. Müderrisler daha üst payeli bir medreseye geçmek istediklerinde birden fazla talip olursa imtihana tabi tutulmaktaydılar. Müderris olmak için sahn-ı seman veya Süleymaniye’den eğitim aldıktan sonra mülâzım olarak kaydolunur ve sırası geldiğinde en alt kademe olan yirmili medreseye tayin olunurdu. Talebelere dânişmend veya suhte; müderris yardımcısı olarak nitelenebilecek kişilere de mu’id denir ve dânişmendler arasından seçilirdi. Baltacı, yirmili medreselerde tahsil süresinin hicrî 935’lerde (1528-1529) iki yıl iken 983’de (1575-76) en az bir yıl olduğunu ve ders olarak belagat, kelâm ve fıkıh görüldüğünü; kitap olarak da sırasıyla Mutavvel, Haşiye-i Tecrid ve Şerh-i Feraiz okunduğunu belirtmektedir[32]. Ayaş’ta medrese vakfı olarak tek vakıf görülmektedir. Aşağıdaki tabloda 29 numarada kayıtlı bu vakfın hâric ez defter olduğuna bakılırsa ve defter kaydının hicrî 979’da (1571-1572) yapıldığı dikkate alınırsa, bu vakfın ve medresenin hicrî 929- 979 (1522-1523/1571-1572) arasında bir tarihte kurulmuş olması gerekir. Vakfedilen unsur nakit para olup, ileride tekrar ele alınacaktır.
İslam şehirlerinde câmi, şehrin merkezidir. Etrafında çarşı- pazarın yer aldığı câmi ile mescid arasındaki fark, Cuma namazının câmide kılınmasıdır [33]. Câmimescid görevlileri imam, hatip, müezzin, muvakkit ve kayyim olarak sayılabilir. Hutbe okumakla görevli hatip, bir yerde hükümdârın temsilcisi sayıldığı için , bu görevin siyasi bir önemi olduğu belirtilmelidir; büyük câmilerde sayıca fazla olmakla beraber küçük câmilerde çoğunlukla bu görev imam tarafından yapılırdı [34]. Müezzin cemâatı toplar, imam namazı kıldırır, ezan ulu câmilerde başlardı. Namaz vaktini tayin eden muvakkit her câmide bulunmaz, kayyim ise başta temizlik olmak üzere muhtelif işler yapar. Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi, Ayaş’ta biri hâric ez defter olmak üzere câmilere yönelik 20 ve 30 numarada yer alan iki adet para vakfı bulunmaktadır ki bunlar ileride ele alınacaktır. Ayrıca 3, 10, 21, 27 ve 28 numaralarda kayıtlı çiftlik vs. Ayaş’ta bulunan muhtelif câmiilerin görevlileri için vakfedilmiştir. Bunlar mesela 3 numaralı kayıtta olduğu gibi “mezra der karye-i Oltan, bir çiftlik yer ve bir pare bağdır” şeklinde kayıtlı olup; bir bağ ve bir çiftlikten müteşekkil bir mezranın tamamı mı vakfedilmiş yoksa bir mezranın yalnız bir çiftlik ve bir parçalık bağ kısmı mı vakfedilmiş, bu konu pek anlaşılamamaktadır. Ayrıca kazada bulunan Dastarlı köyü Umur Bey’in Bursa’daki câmiinin mescidine vakfedilmiştir. Yine 21 numaralı kayıtta görüleceği üzere bazı bağ, dükkân ve zeminler Ayaş merkezindeki câmi görevlileri için vakfedilmiştir. Bunların kayıt sıralarına göre 558 numaralı tahrîr defterindeki açıklamaları şöyledir:
3- Oltan köyündeki mezra, bir çiftlik ve bir bağ olup Kasım Fakih’in tasarruf ettiği vakfı, eskiden beri köye imam olanlar tasarruf edermiş. h.867/ 1463 tarihli deftere (köhne defter) göre o tarihte Mustafa Fakih’in tasarrufundadır. 1523’de (atik defterde) pâdişâh berâtıyla Mustafa Fakih’in oğulları Bayezid Fakih, ve ... Fakih tasarrufundadır. 1571-72’de (cedid defter) Resul Fakih imam olarak tasarruf etmektedir[35].
10- Hamza Fakih oğlu Ali[36] Fakih Ayaş mezrasındaki yerini çok eski tarihte imama vakfetmiştir. Elinde Bayezid Han nişânı vardır. 1463’te (köhne defterde), Ali Fakih’ten sonra oğlu Mustafa Fakih’in imam olarak vakfı tasarruf ettiği belirtilmekte, defter yazıldığı esnada ise Yusuf Fakih söz konusu vakfı imamlık ücreti olarak tasarruf etmektedir, elinde pâdişâh berâtı vardır. 1523’te (atik defter) pâdişâh berâtıyla Abbas oğlu Kemal mutasarrıftır [37].
21- Bu vakıf TD. 558’de ve aşağıdaki tabloda 20 numaralı kaydın altında yer almaktadır ki o, Mevlânâ Siyami’nin Ayaş merkezindeki bir câmiye yönelik 12 000 akçalık bir para vakfıdır. Bu ise bahsi geçen câminin imam ve hatibinin ücreti için vakfedilmiş bir takım emlâki kapsamaktadır. Maktu’an 10, 15, 5, 8 ve 5’er akçalık toplam 5 bağ; senede 12 akçalık 2 dükkân; senede 40 akçalık harab bir başka dükkân; senelik 50 akçalık câmi bünyesinde bir dükkân ve biri senelik 50 ve diğeri 20 akçalık iki zeminden müteşekkildir. Yekun 3279 akçadır. Söz konusu evkafın öşrünün sahib-i arza ödeneceği belirtilmektedir. Burada bağlar ve zemin kastedilmekte olup bunların, Ayaş’ın timar kesimine dâhil yerlerde olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan belirtilen yekunun, para vakfından sağlanan faizi de içerdiği düşünülmektedir[38].
27- Başayaş köyü mezrasındaki yerleri, bağları ve değirmeni vakfiye gereğince Ramazan Fakih tasarruf etmekte imiş. Kendisi mütevellî, oğlu Yusuf[39] ise imam olup kardeşi Mehmed ile birlikte vakfı tasarruf etmektedir. 1463’te (köhne defterde) ellerinde “merhûm Sultan Mehmed” nişânı bulunduğu kayıtlıdır. Tahrîr defterleri yazıldığı sırada hükümdâr olanlar “pâdişâhımız” olarak zikredildiğine ve köhne defter II. Mehmed döneminde yazıldığına göre burada sözü geçen “merhûm sultan Mehmed”, I. Mehmed olmalıdır. Zaten hemen takip eden satırda, mezkûr Yusuf Fakih’in “pâdişâhımız” berâtıyla vakfı tasarruf ettiği bildirilmektedir. Bu sefer sözü edilen “pâdişâhımız” II. Mehmed’dir. 1523’te (atik defterde) pâdişâh berâtıyla Mustafa bin Abdurrahim tasarruf etmektedir; devir, Kanuni devridir[40].
28- İmam Emin Hacı, Keçiler karyesindeki mezrada bulunan bir çiftlik yeri çok eskiden vakfetmiş. Elinde Bayezid Hüdâvendigâr ve Gazi Hüdâvendigâr berâtları varmış. Beldecianu, Gazi Hüdâvendigâr ibâresinin I.Murad için kullanıldığını belirtmektedir[41], ancak şimdiye kadar defterlerde pâdişâhların adları sıralanırken hükümdârlık zamanlarının gözetildiği anlaşılmaktadır, binâenaleyh “Gazi Hüdâvendigâr” ikinci olarak zikredildiği için II. Murad olduğu düşünülmelidir. Bayezid Hüdâvendigâr ise şüphesiz Yıldırım Bayezid’dir. Daha sonra köhne defter yazılırken imamet görevi yapmak üzere Mustafa Fakih tasarruf etmektedir; elinde “sultan Mehmed” ve “pâdişâhımız” berâtı vardır. Köhne defter Fatih Sultan Mehmed zamanında yazıldığı için “pâdişâhımız” O’dur. “Sultan Mehmed” ise Çelebi Mehmed’dir. 1523’te, atik defter yazılırken, fevt olan Ömer Fakih yerine oğlu Mehmed Fakih’e verilmiştir. 1571-72 de bu ve yukarıdaki kayıtta yer alan mutasarrıflara ulaşılamadığı için, eski defterdeki kayıtların nakledildiği anlaşılmaktadır [42].
16. yüzyılda başlıca görevi “âyende ve revendeye hizmet” etmek olan zâviyeler, hem yolcuların barınması ve beslenmesi için bir sığınak ve dolayısıyla yolculukların güvenlik sigortası hem de kendi muhitlerinin fakirleri için bir dayanak teşkil etmektedir. Barkan, yolların ve memleketin emniyeti ile ilgilenen devletin de, çeşitli muafiyetlerle bu hizmetlerin görülmesini sağladığını belirtmekle beraber[43] bazı hallerde boş ve tenha yerleri ihyâ edenlerin dahi öşür ve resimlerini ödediklerini söylemektedir; bazan öşür veren bir mülk toprak, zâviye vakfı olduktan sonra da öşür vermeye devam ettiği gibi; sahibinin sefere eşmek mecburiyeti ile elde ettiği toprak da, zâviye vakfı olduktan sonra sefere eşkinci yollamak mecburiyeti devam edebilmektedir[44]. Dervişler kimi zaman değirmen yapıp etrafında bağ bahçe yetiştirmiş ve bunları zâviyelerine vakfetmek için izin almışlardır. Bazen hiçbir evkafı olmayan zâviyeler, bulundukları mıntıkada boş ve dolayısıyla hâric-ez-defter bir mezrayı tapulayıp öşrünü vermek üzere pâdişâhtan hüküm almakta, zamanla gelişip köy hâline gelince Pâdişâh tarafından bütün hukuk ve rüsûmu ile zâviyeye vakfedilmektedir[45]. Kimi zaman da yol üzerinde bulunmadığı için zâviye olmaya uygun bulunmadığı veya “âyende ve revendeye” hizmette kusuru görüldüğü için zâviyelerin ilga edildiği veya sahibinden alınarak başkasına verildiği görülmektedir[46]. Köylerde ve yol üstündeki zâviyelerde yaşayan dervişler, zâviye evkafına ait topraklarda çalışır; ahiler mesleklerini icra eder, akşamları bir araya gelirler, ihtiyaçlarını da bu şekilde karşılarlardı. Ocak, vakfiye ve diğer kayıtlardan anlaşıldığına göre, vakıf gelirlerinin bir kısmıyla zâviye bakım ve onarımının, bir kısmıyla derviş ve misafirlerin iâşe ve ibâtesinin sağlandığını kalanın da vakıf hissedarları arasında paylaşıldığını belirtmektedir[47].
Genel olarak zâviyeler türbe, mescit, derviş ve misafir odaları, hamam, mutfak, anbar, ahır gibi kısımlardan oluşmaktadır [48]. Bunlar zirâi işletme niteliğinde olup her türlü tahıl, sebze, meyve yetiştirilmekte; hayvancılık , değirmencilik yapılmaktadır. Tahrîr defterlerinde kayıtlı köy zâviyelerinden bugüne pek intikâl eden olmadığı için, onların daha mütevazı olduğu düşünülmelidir.
Meşîhat çoğunlukla zâviye kurucularının, kendilerinden sonra da evlâtlarının elinde bulunmaktadır. Zamanla evlâtların da soyundan kimse kalmayınca veya şeyhlerin usulsüzlükleri görülünce devlet tarafından başkaları tayin edilmekte, vakıf da evlâtlık olmaktan çıkmaktadır. Bazı vakıflarda ise daha kuruluş aşamasında şeyhin hakim-ül-vakt olanlar tarafından tayini şart koşulmaktadır. Barkan, yurtluk olarak verilen toprakların ailenin müşterek malı olması sebebiyle, meşîhatın da ber vech-i iştirak tasarruf edilebildiğini; bu türlü karışıklıkların önlenmesi için “iştirak merfu’ olmağın” ibâresi ile hak sahiplerinden yalnız birine berât verilebildiğini belirtmektedir[49]. Evlâtlık vakıflar suistimallere yol açması sebebiyle eleştirilmekle beraber Barkan, kuruluş ve genişleme döneminde bu usulun adeta zaruri olduğunu ifâde etmektedir; zira görev karşılığı, geçici süre için alınan dirliklere sarf edilecek emek ve gayretlerin; bir aileye temlik edilen, dolayısıyla sonraki nesillere intikâl edecek mallara gösterilecek ilgi ile aynı olmayacağını ifâde etmektedir[50]. Bu şekilde temlik edilen yerler, bölgenin nüfusunun artmasına, imar edilmesine ve ticaretin gelişmesine yol açıyor, ve nihâyet bu mülklerin bütünlüğünün korunması için evlâtlık vakıf hâline getiriliyordu[51].
Evlâtlık vakıflarda vakıf geliri âiledeki hissedarlar arasında paylaşılmakta, zamanla aileler kalabalıklaştıkça anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Bazen hissedar sayısı çok artınca hisse usulü tamamen kaldırılarak, yalnız şeyhlerin nâzır olması sağlanmaktadır. Ocak, zâviye şeyhlerini iki kısımda mütâlaa etmektedir. Bir kısmı çeşitli tarikatlara mensup veliler olup öldüklerinde yerlerine halifeleri geçmekte; bir kısmı da yeni fethedilen veya “hâlî” olarak ifâde edilen boş toprakları yakınları ve aşiretleriyle şenlendiren, gelir ve görevleri kendilerinden sonra evlâtları üstlenen gazi derviş veya şeyh olarak tanımlanmaktadır [52]. Küçük yerleşim yerlerindeki zâviye vakıfları şüphesiz yukarıda bahsedilenler kadar büyük ölçekli değildir. Genel olarak gerekli yerler bizzat şeyh tarafından sağlanabildiği (dutadurduğu yeri) gibi hükümdâr, devlet adamı veya zenginler tarafından da bağışlanabilmekteydi. Köylerde veya yollar üstünde kurulan zâviyeler vaktiyle gayrimüslim yerleşim yerlerinin terkedilmiş kilise-manastırlarının zâviyeye dönüştürülerek buraların yeniden imar ve iskânı veya yol yakınlarına yerleşmeye uygun ıssız yerlerin şenlendirilmesi ve müstakbel bir yerleşim yerinin nüvesi olarak gerçekleşmektedir[53]. Pâdişâhlar değiştikçe her türlü berât, tezkere, vakıfnâme, mülknâmenin yenilenmesi, mukarrenâme alınması gerekmekte, yeni tahrîr yapılmaktadır. Bu şekilde defter kayıtlarına bakıldığında zâviyelerin kim tarafından, nasıl kurulduğu, hangi gelir kaynaklarına sahip olduğu anlaşılmaktadır [54]. Tahrîr defterlerinde her hangi bir kayıtta en son defteri ifâde eden defter-i cedidden geriye doğru atik, köhne ve akdem defterlerden bahsedilmektedir. Örnek olarak aşağıdaki tabloda 5 numara ile gösterilen vakfın metni bu şekilde incelendiğinde, dört devirden bahsedildiği görülmektedir, Şöyleki: a- Dastarlı köyünde yarım çiftlik büyüklüğünde bir mezra Ahi Ali ve Ahi Hüsam’ın vakfı olup “merhûm Sultan’dan”nişânları olduğu akdem deftere naklolunmuş b- köhne defter yazılırken Mevlânâ Şeyh isimli biri vakfı tasarruf etmekte ve elinde “Pâdişâhımız” berâtı var c- atik defter yazılırken Mevlânâ Şeyh oğlunun elinde “pâdişâhımız” berâtı var d-şu anda İdris adlı bir kişide “Pâdişâhımız” berâtı olup cedid deftere kayd olundu. Ankara’ya ait defterlerden bu güne intikâl eden en eski tarihlisinin hicrî 867 (1462-1463) tarihli olduğu bilinmektedir. Turan, bu güne intikâl etmemekle beraber tanzim edilen ilk defterin muhtemelen I. Murad döneminde (1363-1389) Timurtaş Paşa tarafından yapılan tahrîre ait olduğunu belirtmektedir[55]. Beldiceanu hicrî 867 (1462-1463) tarihli defter kayıtlarına dayanarak Orhan Gazi zamanında tevcih edilen bir timarın I.Bayezid tarafından yenilendiğini, I. Mehmed’e ait bir timar tevcihinden ve I. Mehmed için “merhûm sultan” ifâdesinin kullanıldığını, aynı katibin II. Murad’ı “merhûm sultan Murad Han” olarak zikrettiğini; Aydın’a ait 1451-1453 ve 1470- 1471 tarihli defterlerde I. Bayezid’den “Yıldırım Hüdâvendigâr” olarak bahsedildiğini belirtmektedir[56]. Yine Beldiceanu’dan fetret döneminde Rumeli’de Emir Süleyman ve Musa Çelebi’ye ait timar tevcihleri olduğunu öğreniyoruz[57]. Tekrar hicrî 867 (1462-1463) tarihli Ankara defterine dönersek, Beldiceanu, I. Murad’ın “gazi Hüdâvendigâr” veya yalnız “hüdâvendigâr” olarak; II. Murad’ın ise “merhûm Sultan Murad Han” veya “merhûm Hüdâvendigâr” olarak zikredildiğini belirtmektedir[58]. Şimdi TD. 558’deki kayıtlara bakmadan evvel, Ankara tahrîrlerini tekrar gözden geçirirsek hicrî 979 (1571-1572) tarihli II. Selim (1566- 1574) dönemine ait defter “cedid”; hicrî 929 (1522-1523) tarihli Kanuni dönemine (1520-1566) ait defter “atik”; hicrî 867 (1462-1463) tarihli Fatih dönemine ait (1451-1481) defter “köhne”defterdir. Bu durumda yukarıda bahsedilen “akdem” defter muhtemelen, II. Murad dönemine (1421-1451) aittir. Üstelik akdem deftere “nakil” söz konusu olduğuna göre, ondan evvel de başka defter olmalıdır. 558 numaralı Ankara evkaf defterine döndüğümüzde aşağıdaki tabloda 4 numarada yer alan kayıtta, köhne defterde mezkûr vakıf için “Bayezid Han mukarrernâmesi” olduğundan; 10 numaralı kayıtta “Bayezid Han nişânı” olduğundan; 11 numaralı kayıtta vakıf mutasarrıfının elinde “Bayezid Hüdâvendigâr” mektûbu olduğundan bahsedilmektedir. Bu son kayıtta, daha sonra mutasarrıfların elinde “merhûm Sultan Murad Han” mektûbu olduğu belirtilmektedir. Burada I. Bayezid ve II. Murad’ın söz könusu olduğu açıktır. 19 numaralı kayıtta ise söz konusu evlâtlık vakfı Süleyman Çelebi’nin müsellem tuttuğu görülmektedir. TD. 438’de bu mutasarrıftan imam-ı Emir Süleyman olarak bahsedilmektedir[59]. 22 numaralı kayıtta yer alan vakıf için önce “Sultan Mehmed” ve ümera-yı maziyyeden nişân alındığı, vâkıf ölünce “Sultan Bayezid”in oğullarına nişân verdiği şeklindeki ifâdelerde II. Mehmed ve II. Bayezid’e atıf yapıldığı anlaşılmaktadır. 14 numaralı kayıtta yer alan, köhne defterde “be hükm-i cihan-muta’” ile vakfın tasarruf edildiği şeklindeki ifâde Fatih Sultan Mehmed için kullanılmış olmalıdır.
Bazı zâviyeler için tahrîr esnasında kimin tasarrufunda bulunduğu ve hangi gelir kaynaklarına sahip olduğu bilgisine rastlanmamaktadır. Bunun sebebini hicrî 987 (1579-1580) tarihli Kangırı defterinde bulunan “tahrîr-i cedide gelmeyüb temessükleri görülmeyen vakıfların, defter-i cedide heman defter-i atikin tıbkı nakl olundı” ifâdesi açıklamaktadır [60]. Böylece, tahrir esnasında vakıf mutasarrıfları gelip kendilerini yazdırmazsa, eski kaydın olduğu gibi yeni tahrir defterine nakledildiği anlaşılmaktadır. 558 numaralı Ankara evkaf defterinde bu şekilde atik defterden yapılan nakiller aşağıdaki tabloda yer alan 1, 6, 8, 10, 13, 14, 15, 16, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 26, 27 ve 28 numaralı vakıflardır. 2, 3, 4, 5, 7, 9, 11, 12, 17 ve 25 numaralılar ise yeni mutasarrıflarıyla birlikte cedid deftere (TD.558) kaydolunmuşlardır.
Fatih döneminde bazı zâviyelerin evkafına el konulduğu veya timar kapsamına alındığı bilinmektedir. Ayaş’ta tek mensuh vakıf 24 numaralı kayıtta yer almaktadır, vakıf kayıtlarına göre Teske köyündeki mezrada Ali Şeyh’in çiftliği mensuh vakıf olup, beylerbeyi berâtıyla Kâtip İvaz adlı birine verilmiştir. Atik deftere, köhne defterdeki mukarrernâmeleri bulunmadığı şeklindeki kayıt geçirilmiştir[61]. Timar kesimindeki köylerden ise Dündarşeyhoğlu için 1523 tahrîrinde vakf-ı mensuh ibâresi yer almakta, 1571-72 tahrîrinde ise mezra hâline geldiği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Ocak, zâviyelerin genel olarak belli yerlerin iskânını sağlamak, islam dinini yaymak gibi fonksiyonları olmakla beraber geçit, derbent gibi yerlerde kurulanların yalnız bu dini hüvviyetle açıklanamayacağını belirtmektedir[62].
Yukarıdaki kayıtlardan 1, 5, 12, 14 ve 15 numaralıların zâviye vakfı oldukları kayıtlardan açıkça anlaşılmaktadır. 3, 10, 27 ve 28 numaralı kayıtlar câmi imamlarına yönelik vakıflardır. 7, 19 ve 26 numaraların kayıtlarında evlâtlık vakıf oldukları belirtilmektedir. 4, 6, 8, 9,11, 13, 16, 17, 18, 19, 22 23 ve 25 numaralı kayıtlarda hâlen vâkıfların evlâtlarının mutasarrıf olduğu belirtilmektedir. Son iki tür kayıt TD.438’de de evlâtlık vakıf olarak tanımlanmaktadır. Evlâtlık vakıf olma özelliği, vakfın gelirlerinden vâkıfın evlâtlarının da faydalandığını göstermekle beraber söz konusu malların ne için, hangi amaçla vakfedildiğini açıklamamaktadır. Emecen, defterlerde görülen bu tür vakıf veya mülk çiftliklerde zâviye lafzı geçmemekle beraber buralarda zâviye olduğunun tahmin edilebileceğini belirtmektedir[63]. Yukarıda evlatlık vakıf olarak tanımlananlar için de aynı tahminde bulunmak mümkün. Nitekim TD.558’de yukarıda 17 numara ile gösterilen vakıf kaydında da bir zâviyeden açıkça bahsedilmiyor ancak ilerleyen satırlarda yer alan “ayende ve revendeye hizmet” ifâdeleri bunun bir zâviye vakfı olduğunu gösteriyor.
438 numaralı muhasebe-icmâl defterinde vakıf mezra kayıtlarında beş türlü kalıp görülmektedir. Bunlar şöyle örneklendirilebilir[64]: a- vakf-ı imam-ı mescid-i karye-i Oltan b-vakf-ı zâviye-i misafir şeyh c- vakf-ı amm, karye-i Oltan, 1 çiftlik, hasıl 300 d- vakf-ı evlâd-ı Ahi Bayezid e- vakf-ı Salih Şeyh. Bunlardan a ve b’nin zâviye ve imam için vakfedildiği açıktır. Vakfı tasarruf eden belirli bir kişi olmayınca kamu vakfı olarak adlandırılabilecek vakf-ı amm söz konusudur (c şıkkı). El’an vakfı tasarruf eden kişinin adıyla kaydedildiğinde vakf-ı Salih Şeyh vb. bir ifâde kullanılmıştır. Bir şekilde vakıfın evlâtlarının görevli olduğu veya gelirinden faydalandığı vakıflar, evlâtlık vakıf olarak nitelendirilmiştir. Yukarıdaki tabloda 5, 9, 15 ve 23 numaralı vakıfların ahilere, muhtemelen ahi zâviyelerine ait olduğu belirtilmelidir. Zâviye ve zâviye olduğu tahmin edilen vakıfların TD.558’de yer alan kayıtları aşağıda verilmiştir. Ancak bu kayıtların söz konusu vakıfların kimler tarafından, hangi dönemde yapılığını, neler içerdiğini, en son mutasarrıflarının kimler olduğunu belirtmekle beraber, zâviyelerin nerede bulunduğunu bilmediğimizi hatırlatmalıyız. TD. 558’de zaviye ve zaviye olduğu tahmin edilen vakıf kayıtları şöyledir:
1- İbrahim ... çok eski zamanda Teske köyü mezrasındaki bir çiftlik yeri, zâviyesine vakfetmiştir. Köhne defterde, elinde Bayezid Hüdâvendigâr ve Sultan Mehmed’den mektupları olduğu kayıtlıdır. Yine köhne defterde İbrahim ... ölünce zâviyenin Sultan Mehmed berâtıyla oğlu Emir’e; Emir ölünce, O’nun oğlu Konak’a Sultan Mehmed berâtıyla verildiği ve “Pâdişâhımız”ın mukarrernâmesi olduğu kayıtlıdır. Buradaki “pâdişâhımız”, Fatih Sultan Mehmed’dir. Atik defterde ise pâdişâh berâtıyla (Kanuni ) tekrar Konak’a, Konak ölünce Yakub oğlu Nasuh’a verildiği kayıtlı olup, cedid deftere de bu şekilde kaydedilmiştir[65].
2- Köhne defterde Oltan köyünde bir çiftlik büyüklüğündeki mezraya bir çok kişi mutasarrıf olup, hükm-i hümayunla Abdullah Fakih’e tahsîs edilip diğerleri reâya kaydolunmuş; pâdişâhın karşılıksız olarak Abdullah Fakih, Derviş ..., Lütfullah, Emrullah, Sadullah, Ahi Şeyh ve ... pâdişâh berâtıyla, vakfiyeye göre tasarruf ederler. Atik defterde pâdişâh berâtıyla Mustafa Fakih oğlu ... Fakih’e; cedid defter yazılırken de Zeynel Abidin tasarrufuna verilmiştir?[66] .
4 - Hızır Şeyh, eskiden beri sahip olduğu Oltan köyü mezrasındaki 60 mudluk yeri vakfetmiş. Köhne defterde daha sonra Üvez Şeyh’in merhûm sultan Bayezid Han mukarrernâmesine sahip olduğu (bu durumda vakıf, I. Bayezid’den önce ihdas edilmiştir); köhne defter yazılırken Ayvaz Şeyh mütevellî olup, oğulları Mehmed ve Yusuf şeyhler ile Ali oğlu Yusuf Şeyh ve kardeşleri Seyyid Cafer ve Kasım pâdişâh berâtıyla mutasarrıftırlar. Atik defterde ise Yusuf oğlu Ali, Satı ve Nasreddin’e; yukarıda adı geçen Kasım’a ve Seydi Cafer oğlu Osman’a verildiği kayıtlıdır. Cedid deftere Nasuh Fakih ve Mehmed’in mutasarrıf olduğu yazılmıştır [67].
5- Dastarlu köyünde yarım çiftlik büyüklüğündeki mezra Ahi Şerafettin ve Ahi Hüsam’ın vakfı olup akdem defterden naklolunduğuna göre ellerinde “merhûm sultan”dan nişânları bulunmaktadır. Köhne defterde Mevlânâ Şeyh’in söz konusu zâviyenin şeyhi olduğu, gelene-geçene hizmet ederek vakfı tasarruf ettiği ve elinde pâdişâh berâtı olduğu kayıtlıdır. Atik defterde, pâdişâh berâtıyla Mevlânâ Şeyh’in oğluna verildiği kayıtlıdır. Cedid defterde ise 50 dönümlük yeri pâdişâh berâtıyla İdris adlı kişinin tasarruf ettiği bildirilmektedir[68].
6- Güdül mezrasındaki bir çiftlik, Karaviran’da bir çiftlik, iki değirmen ve üç parça bağı vakfiyet üzere ve pâdişâh hükmüyle Bayezid Fakih tasarruf etmiştir . Köhne defterde Bayezid Fakih oğulları Mehmed, Yusuf ve Musa’nın yine padişah hükmüyle tasarruf ettikleri kayıtlıdır. Atik defter yazılırken sözü geçen Mehmed Fakih, Yusuf ve Mehmed Fakih oğlu mutasarrıftır [69].
7- Şahin Bey eskiden beri mülkü olan İncepelid köyündeki bir çiftlik büyüklüğündeki mezra ve bir değirmeni vakfetmiş, önce Şeyh Paşa sora oğlu Murad, daha sonra da O’nun oğlu Şeyh Paşa ve Hacı Ahmed oğlu Ahmed ve Seydi’nin pâdişâh berâtıyla tasarruf ettikleri köhne defterde kayıtlıdır. Vakıf evlâtlık vakıf hâline getirilerek, evlâtlardan Pir Nebi, Pir Dede ve Hacı adlı kişilerin tasarrufunda olduğu atik defterde kayıtlı olup; cedid deftere pâdişâh berâtıyla Abdurrahman ve Seydi Mehmed’in müştereken mutasarrıf oldukları kaydedilmiştir[70].
8- Atik defter kayıtlarına göre, Güdül’e bağlı mezrayı İyicek Dede oğlu Kasım, O’ndan sonra oğlu Şeyh Bayram tasarruf etmiş; daha sonra pâdişâh berâtıyla oğlu Derviş Kasım’a verilmiştir[71].
9- Ahi Bayezid, Ayaş’a bağlı mezradaki mülkünü çok eski zamanda vakfetmiş. Köhne defterde Ahi Bayezid oğulları Ahi Mehmed ve Ahi Yusuf’un pâdişâh berâtıyla tasarruf ettikleri kayıtlıdır. Atik deftere Ahi Mehmed öldükten sonra oğulları Ahi Şehzade, Ahi Ahmed ve Ahi Bayezid’e pâdişâh berâtıyla verildiği yazılmış; cedid defter kaydolunurken ise pâdişâh berâtıyla fiilen Ahi Yusuf tasarruf etmektedir[72].
11- Maruf Şeyh, Keçiler köyü mezrasında bir çiftlik yeri vakfetmiş, buna dair elinde Bayezid Hüdavendigâr mektûbu vardır. O’ndan sonra oğulları Mesud ve Mehmed Şeyhler, merhûm sultan Murad Han mektûbuyla mutasarrıf olmuşlardır. Köhne defter yazılırken Mesud Şeyh oğulları Mehmed ve Maruf Şeyhler ile Ömer Fakih adlı birinin vakfı tasarruf ettiği, ellerinde pâdişâh mukarrernâmesi bulunduğu belirtilmektedir. Atik defter yazılırken, söz konusu mezrayı Maruf Şeyh oğulları Maruf, Mesud ve Lütfi ile Ömer Fakih oğulları Bekir, Ahmed ve Ömer; Şeyh Mehmed oğulları Haydar ve Salih; Murad oğulları Hüseyin ve Yusuf’a verildiği kayd olunmuştur. Cedid deftere ise vâkıfların evlâdından Haydar oğlu Ramazan ve kardeşi Hızır Balı’nın mutasarrıf olduğu, ayrıca Mustafa Fakih’in de pâdişâh berâtıyla iştirak suretiyle hissesini tasarruf ettiği kayd edilmiştir[73].
12- Ayaş’a bağlı Cimder köyünün iki çiftlik büyüklüğündeki mezrası Samit Balı zaviyesine eskiden vakfedilmiş, Sultan Şeyh adlı kişi pâdişâh berâtıyla tasarruf edermiş. Köhne defter yazılırken söz konusu kişi vefat etmiş olup oğulları Cemal, Efendi ve Bekir Şeyhler pâdişâh berâtıyla mutasarrıftır. Atik defterde pâdişâh berâtıyla Efendi Şeyh’e verildiği; cedid defter yazılırken de Efendi Şeyh oğlu Hacı Bektaş’ın tasarrufunda olduğu için O’nun adına kaydedildiği belirtilmektedir[74].
13- Yeregömi’de Hacı Yakub’un iki çiftlik ve iki bağdan oluşan mezrası kadimden vakfedilmiş olup yarısı Ayaş, yarısı da Yeregömi’dedir. Köhne defter yazılırken mezkûrun evlâdından Mustafa ve kardeşi Duman pâdişâh berâtıyla tasarruf etmektedir. Atik defter yazılırken, Mustafa ölmüş olduğu için oğulları Pir Ahmed ve Şah Mehmed’e pâdişâh berâtıyla verildiği kayd edilmiştir[75].
14- Tokuz Şeyh zâviyesinin Yeregömi köyü mezrasındaki bir çiftlik ve iki bağı eskiden vakfedilmiş. Köhne defterde Şeyh Fethüddin’in pâdişâh berâtıyla tasarruf ettiği kayıtlıdır. Atik defterde ise O’nun ölümünden sonra oğulları Pir Mehmed ve Yusuf’un pâdişâh berâtıyla mutasarrıf oldukları kaydedilmiştir[76].
15- Ahi Selman zâviyesinin Yeregömi’deki vakfı iki çiftlik büyüklüğünde olup çok eskiden vakfedilmiş. Ahi Selman oğulları Ahi Süleyman ve Şems, Bayezid Hüdâvendigâr hükmüyle tasarruf etmişlerdir (bu durumda çiftlikler, Bayezid Hüdâvendigâr zamanından önce vakfedilmiş olmalı). Köhne defter yazılırken Ahi Selman evlâtlarından Ahi Mehmed, Ahi Şemseddin ve Ahi Selman pâdişâh berâtıyla mutasarrıftır. Ayrıca Yeregömi’de iki değirmenin 3/4’ü ve İlhan köyünde dört bağın da vakfa dâhil olduğu köhne defterde kayıtlıdır. Atik defter yazılırken Piri Paşa tezkeresi sureti ve Pâdişâh berâtıyla Ahi Mehmed oğlu Süleyman, Ahi Selman oğulları Ömer ve Ramazan, Şemseddin oğulları Mehmed ve Nasuh’a verildiği kaydedilmiştir[77].
16- Akdem defterde, Şeyh Hasan Dede oğulları Şeyh Ramazan ve Yusuf’un Yoğunpelid’deki mezranın vâkıfları olarak kaydedildiği; Sultan Mehmed’in (Çelebi Mehmed olmalı) “atalarımdan hükümleri var” diyerek berât verdiği; köhne defter kaydolunurken berâtın pâdişâha arz edilerek mukarrer tutulduğu ve Ramazan Şeyh oğlu Mehmed’e nişân verildiği kaydedilmiştir. Atik defterde ise Yoğunpelid raiyyetlerinden Şeyh Hasan oğlu Yusuf’un oğlu Sefer Şah’a pâdişâh berâtıyla verildiği kaydedilmiştir[78].
17- Ayaş’a bağlı Yeregömi’de Salih Şeyh mezrası bir çiftlik yer olup, eskiden vakfedilmiştir. Pâdişâh hükmüyle Salih oğulları Mustafa ve Musa tasarruf etmiş; Mustafa Şeyh ölünce oğulları Habib Fakı ve Hamza’ya verilmiş. Ayaş kadısı Mevlânâ Şemseddin, hile ile berât alındı dediği için Musa Fakih’e, gelene geçene hizmet etmesi için pâdişâh berâtı verilmiş. Halbuki hile söz konusu olmayıp, vakfın Mustafa Şeyh tasarrufunda olduğuna dair Sultan Mehmed nişânı vardır. Salih Şeyh’in kardeşi Hasan Şeyh’in oğulları Hızır ve Mahmud, atalarının hissesini isteyerek, teftiş için hüküm getirmişler ve teftiş sonucunda hısımları, vakıftan hisse tasarruf ettiklerini ve pâdişâhtan berâtları olduğunu ikrar etmişler; durum İstanbul’a arz edilince Derviş Mahmud ve Hızır’a atalarının hissesine dair pâdişâh mukarrernâmesi verildiğine dair köhne defterde kayıt bulunmaktadır. Atik defterde ise Musa şeyh oğulları Emir Derviş, Salih ve Hasan; Mustafa Şeyh oğlu Hamza; Hızır oğlu Nebi Şeyh’in pâdişâh berâtıyla tasarruf ettikleri kaydolunmuştur. Cedid defter yazılırken Salih adlı kişi tasarruf ettiğinden, O’nun adına kaydolunmuştur[79].
18- Yoğunpelid köyünde Seyyid Ali Şeyh oğlu Elvan’ın elindeki bir çiftlik büyüklüğündeki mezrayı Şahin Bey vakfetmiş. Köhne defterde, elinde buna dair Sultan Murad berâtı olduğu kayıtlıdır. Köhne defter yazılırken vakfiyeye göre Elvan oğlu Pir Nebi; Veli oğulları Mehmedi ve Mustafa; İbrahim oğlu Nasuh ve Ali adlı kişilerin mutasarrıf olduğu kaydedilmiştir. Atik defterde Nasuh’un öldüğü ve pâdişâh berâtıyla oğlu Mehmed ve Ali oğlu Maden oğlu Nefi’ye berât verildiği kayıtlıdır. Cedid defter yazılırken pâdişâh berâtıyla Mansur, Derviş, Yusuf ve Nasuh adlı kişilerin müştereken tasarruf ettikleri kaydedilmiştir[80].
19- Yakub Bey’in satın aldığı Dastarlu’daki mezrada bir çiftlik yeri, hacı Sinan evlâtlık olarak vakfetmiş. Süleyman Çelebi bunu müsellem tutup mektup verdiği gibi, deftere de kaydolunmuş. Köhne defterde Hacı Sinan evlâtları ... ve ... mutasarrıf olduğu; ayrıca iki bağ ve bir değirmenleri olduğu ve bunların pâdişâh hükmüyle teftiş olunarak, iki şahitle bunların öşrünü Umur Bey vakfına verdikleri tesbit edildiği kaydedilmiştir. Atik defterde ... evlâdından Seydi ve Piri’ye berât verildiği, ... evlâdından da Didar’ın mutasarrıf olduğu kayıtlıdır [81].
22- İncepelid köyünde, Salur Şeyh’in elindeki bir çiftlik büyüklüğündeki mezrayı Şahin Bey vakfetmiş. Sonra Salur Şeyh oğlu Üvez’e verildiğine dair merhûm Sultan Mehmed’in nişânı olup; Üvez öldükten sonra oğulları Hamza, İsa ve Veli’ye merhûm Sultan Bayezid nişânı verilmiş. Atik defter yazılırken, pâdişâh yine Hamza, İsa ve Veli’ye vermiş ve deftere bu şekilde kaydedilmiştir[82].
23- Akdem defterde Ahi Ali Şah’ın Ayaş köyündeki bir çiftliği çok eskiden vakfettiği ancak evleri yandığı için mektuplarının olmadığı kayıtlıdır. Köhne deftere, daha sonra Ahi Ali Şah’ın oğulları Ahi Yusuf, Mehmed ve Osman’ın tasarruf ettiği kaydolunmuştur. Atik defterde söz konusu kişilerin el’an mutasarrıf oldukları ve ellerinde pâdişâh berâtı bulunduğu kayıtlıdır [83].
25- Köhne defterde, Oruç Şeyh’in elindeki üç çiftlik yeri Kozan Bey’in vakfettiği ve Oruç Şeyh’in bunu Hüdâvendigâr zamanından beri tasarruf ettiği kayıtlıdır. Köhne defter yazılırken, oğlu Emrullah’ın pâdişâh berâtıyla mutasarrıf olduğu; atik defterde ise Şeyh Ahmed evlâdından Ahmed Şeyh oğlu Pir Dede ve Emrullah Şeyh evlâdından Üveys’e verildiği kayıtlıdır. Cedid deftere pâdişâh berâtıyla Üveys ve Ali’nin mutasarrıf olduğu kaydedilmiştir[84].
26- Yoğunpelid köyünde bir çiftlik yer olan mezrayı Tursun Şeyh evlâtlık vakıf olarak tasarruf edermiş. Tursun şeyh ölünce evlâdından Hamidoğlu mutasarrıf olmuş. Atik deftere, köhne deftere göre hâric-ez- defter olduğu ve ellerinde berâtları bulunmadığı kaydolunmuş [85].
Para vakıflarına gelince, mütevellîler tarafından idare edilen vakıf paralar ihtiyacı olana düşük faizle borç olarak verildiği gibi hayır işlerine de kullanılıyordu. Çağatay, vakfiyelerde çoğunlukla %10, %11,%12,5 oranlarına bazen %20’ye rastlanıldığını ve %15’e kadar olan oranların resmen ve şer’an kabul edildiğini; rıbh veya fâide olarak adlandırılan bu tür faizin ribâ kabul edilmediğini belirtmektedir[86]. XVI. yüz yılda Ayaş’ta üç para vakfı görülmektedir. Yukarıdaki tabloda 20, 29 ve 30 numarada yer alan bu vakıflar hakkında tahrîr defterinden elde ettiğimiz bilgiler şöyle özetlenebilir:
20- Mevlânâ Siyami bin Kasım, Ayaş merkezindeki (nefs) câmiye 12 000 akça vakfederek bunun, %20 faizle işletilerek elde edilen gelirden günde iki akça imam ve hatibe, bir akça müezzine, yarım akça kayyime, bir akça aşır okuyana, bir akça muallime ve kalan on beş akça câmiin aydınlanması için gereken yağa harcanacaktır. Mütevellî olarak hayatta olduğu müddetçe kendini, sonra evlâtlarını ve onların evletlarını, kendi neslinden kimse kalmayınca da yakınlarını (ihvanını) şart koşmuştur. Ayaş’taki câmilerden hangisinin vakfı olduğu defterden anlaşılamamakla beraber, ulu cami olduğu tahmin edilebilir [87].
29- Hacı Ali oğlu Muhyiddin bir medrese yaptırıp 60 000 akça vakfetmiştir. %15 faizle işletilerek elde edilecek gelirden 20 akça müderrise, iki akça mütevellîye, üç akça talebeye tayin edilmiştir. Kendisi hayatta olduça vakfı tasarruf edip, istediğine tevcih edebilecektir. Kendinden sonra evlâtları,sonra onların evlâtları, onların da nesli kesilince kazadan, sonra da dışarıdan müstehak olanlara şart koşmuştur. Bu vakıf hâric ez defter olduğuna göre, 1523-1571 arsında bir tarihte tesis edilmiş olmalıdır [88].
30- Rüstem kethüda Ayaş’a bağlı Karacaviran köyündeki câmiye 8 400 akça vakfederek, %10 faizle işletilmesini ve günde 1 akçadan hatibe toplam 300 akça, müezzine günde 1 akçadan toplam 360 akça, cüzhana[89] 240 akça tayin olunmuştur. Keza 1523 sonrasında kurulmuş olması gerekir[90].
Böylece biri Ayaş’taki câmiye, biri Ayaş medresesine ve biri de Karacaviran köyündeki câmiye olmak üzere üç para vakfında toplam 80 400 akça işletilmektedir.
Ayaş’taki vakıf köylerin iktisâdi ve demografik durumuna gelince, vakıf kesiminde askerî- reâya ayırımı olmaksızın 2694 müslüman, 155 zimmi olmak üzere toplam[91] (neferen) 2849 kayıtlı nüfus bulunmaktadır. Kayıtlı askerî sınıf mensûbu 66 kişidir, böylece 2783 reâya bulunmaktadır. Bunların 155’i zimmi, 2628’i müslümandır. Müslümanların 2408’i hane, 120’si mücerred, 100 de pir, kör, dîvâne, kötürüm, yörük, haymana veya her hangi bir kategori belirtilmeden yazılan kişilerdir. Zimmilerin 53’ü hane, 16’sı mücerred olarak kayıtlıdır. 86 kişi bir kategori belirtilmeden yazılmıştır. Zimmi nüfus yalnız Güdül (birlikte yazılan dört birim dâhil) ile Kesenos’ta bulunmaktadır. Ayaş merkezinde kayıtlı nefer 851’dir, bunların avarızdan muaf oldukları belirtilmektedir[92]. Zimmilerin bulunduğu köylerde ispençeler hasıla dâhil değildir. Diğer taraftan Kesenos’ta zimmilerin mücerredlerinden 13, evlilerden 21 akça alınacağı [93]; Güdül’de ise zimmilerden resm-i çift, bennak alınmayıp harac ve ispenç alınacağı belirtilmektedir[94].
XVI. yüzyılın son çeyreğinde (h.979/1571-1572)), “diğer”kategorisinde gösterilen askerî, muaf vb. dışında, zimmi- müslüman ayrımı olmaksızın hanemücerred esasına göre, vakıf kesiminde 136 mücerred, 2647 hane toplam 2783 kayıtlı reâya; timar kesiminde 193 mücerred, 2071 hane toplam 2264 kayıtlı reâya; Barkan’ın önerdiği beş çarpanıyla işlem görüp, mücerred ve “diğer”leri eklenince, Ayaş’ta mezralar dışında 23257 reâya nüfusu olduğu tahmin edilebilir.
Askerî sınıfa mensup kişiler çift tasarruf etseler dahi kaideten hane ve çift rakamlarına dâhil edilmemektedirler, dolayısıyla nüfus tablosu, vakıf kesiminde tasarruf edilen çiftlikleri tam olarak yansıtmamakta, çiftlik sayısının tamamına ulaşmak için yeni bir hesap yapmak gerekmektedir. Buna göre vakıf kesiminde 386 nim, 81 tam (bir), 8 bir buçuk, bir adet iki çift büyüklüğünde, bir adet iki buçuk çift büyüklüğünde ve bir adet de üç çift büyüklüğünde olmak üzere toplam 478 çiftlik tasarruf edilmektedir. Oransal olarak ifâde edilirse toplam 478 çiftliğin %81’i nim, %17’si tam, %0,2’si bir buçuk veya daha büyüktür.
Vakıf kesimindeki köylerden 111582 akça vergi geliri sağlanmaktadır. Ancak, Yeregömü köyünde kayıtlı hasıl 18973 akça olmakla beraber, kıst-ı Pazar “bazar-ı karye-i Yeregömi elmezbûr hâric ez defter vakf-ı müşarünileyh ber muceb-i emr-i şerif fi sene 6000” olarak belirtilen meblağ bu hasıla dâhil değildir. Dâhil edildiği takdirde gelir yekunu 117582 akçaya yükselmektedir. Bunun 29295 akçası Ayaş “nefs”inden sağlanmaktadır. Mezralardan sağlanan gelir ise 14590 akçadır. Şu halde dükkân ve sâir yerlerin kiraları ve para vakıflarından elde edilenler hariç 132172 akçalık bir gelirin muhtelif hayır işlerine tahsîs edildiği söylenebilir. Oransal olarak bakıldığında toplam gelirin %89’u köylerden ve nefs’den, %11’i mezralardan sağlanmaktadır. Diğer taraftan bu %89’luk kısmın Ayaş dışındaki yerlere, Amasya ve Ankara’daki imâretler ile Bursa’daki bir câmiye ait olduğu belirtilmelidir. Bu anlamda başka yerlerden Ayaş’a ne kadar gelir transfer edildiğini veya edilip edilmediğini şimdilik bilemiyoruz.
Vergi gelirlerinden üretim kompozisyonunu ve bazı ürünlerin tahmini üretim miktarlarını belirlemek mümkündür. Ancak mezralarda toptan bir meblağ gösterildiği için, burada yalnız köy ve nefs verilerine istinâd edilecektir. Genel olarak buğday, arpa ve burçaktan 1/8; nohut ve mercimekten 1/10 oranında öşür alındığı ve bunun aynen tahsil olunduğu bilinmektedir.
Vakıf kesimi köylerinden alınan 225 mud veya 4500 kilelik buğday öşrünün defter değeri 18 020 akçadır. Bu durumda ortalama olarak buğdayın muddu 80, kilesi 4 akçadan hesaplanmıştır. Arpanın 175 mud, 30 kilelik öşrü toplamda 3530 kileye tekabül etmektedir. Defter değeri 11050 akça olduğuna göre ortalama olarak muddu 62,6, kilesi 3,1 akçadan hesaplanmıştır. Burçaktan alınan 94 mud 20 kilelik öşür, toplam olarak 95 mud veya 1900 kileye tekabül etmektedir. Defter değeri 5730 akça olduğuna göre muddu 60, kilesi 3 akçadan hesaplanmıştır. 1/8 oranı dikkate alınarak vakıf kesimi köyleri ve Ayaş nefsinde 1832 mud veya 36640 kile buğday; 1412 mud veya 28240 kile arpa; 760 mud veya 15200 kile de burçak üretildiği tahmin edilebilir. Yukarıda değinildiği gibi nohut ve mercimek öşrü 1/10 oranındadır. Vakıf kesimi köyleri ve nefsde 11 mud 10 kilelik nohut öşrü yalnız kile cinsinden ifâde edilirse 230 kileye tekabül etmektedir. Defter değeri 880 akça olduğuna göre ortalama, muddu 76,5 akça, kilesi 3,8 akçadan hesaplanmıştır. Mercimeğin 6 mud 15 kilelik öşrü 135 kileye tekabül etmektedir. Defter değeri 540 akçadır. Şu halde ortalama olarak muddu 80, kilesi 4 akçadır. Aynı dönemde timar kesiminde nohut ve mercimeğin muddu 80, kilesi 4 akça olarak hesaplanmıştır. Diğer taraftan vakıf kesiminde nohut üretimi 2300 kile veya 115 mud, mercimek üretimi de 1350 kile veya 67,5 mud olarak tahmin edilebilir. Pamuğun da önemli ölçüde üretildiği vergi hasılatına bakılarak söylenebilir.
Genel olarak iki koyuna bir akça alındığı, koyunun kuzuyla birlikte sayıldığı bilinmektedir. Vakıf kesiminde 4525 akçalık ağnam vergisi çeşitli cemâatların sürüleri hariç, reâyanın elinde kuzuların dışında 9050 baş koyun bulunduğunu düşündürmektedir. Yine iki kovana bir akça alındığından 1222 kovan bulunduğu tahmin edilebilir. Balıkçılığın yalnız Yeregömü’de yapıldığı görülmektedir. Genel olarak “ağ ve ığrıb”la tutulan balıktan öşür alındığı bilinmektedir. Bir sıralama yapıldığında şüphesiz küçükbaş hayvancılığın diğerlerinden daha önemli olduğu görülmektedir.
Kayıtlardan anlaşıldığına göre Ayaş merkezinde, Güdül’de ve Yeregömü’de pazar olduğu anlaşılmaktadır. Yeregömü’de 6000 akçalık Pazar bacının hâric ez defter olmasından dolayı 1530’dan sonra kurulduğu düşünülebilir. Güdül, defterde dört köyle birlikte yazılmıştır; 3500 akçalık kıst-ı pazara bad-i hevanın dâhil olduğu belirtildiği gibi ayrıca 89 akçalık bir bad-i heva kaydı bulunmaktadır. Dolayısıyla kıst-ı pazarı müstakil olarak tesbit etmek pek mümkün görülmüyor. Yine nefs-i Ayaş’ın 9000 akçalık pazar bacı bad-i hevayı kapsadığı gibi ayrıca 317 akçalık bir bad-i heva kaydı bulunmaktadır. Her halükarda Ayaş’ın yoğun bir ticari trafiği olduğu anlaşılmaktadır. Faroqhi aynı dönemde Çubuk’ta 3500 akça ve yine Çubuk’a bağlı Şorba’da 4700 akça, Yabanabad’da 3200 akça pazar bacı alındığını bildirmektedir[95]; bu durum Ayaş pazarlarının iş hacmi ve önemini yeterince göstermektedir.
Bağ, bahçe, bostan gelirleri içinde en büyük pay şüphesiz bağcılığa aittir. Bahçe ve bostanlarda neler yetiştiği tam olarak bilinmiyor, yalnız Dastarlu’da armut ayrı bir kalem olarak gösterilmiştir. Bu tür ürünleri şeriye sicillerindeki narh listelerine bakarak kestirmek mümkündür. Ankara’nın 1 numaralı şeriye sicilinde zikredilen ürünler hıyar, patlıcan, kabak, lahana, kavun, karpuz olarak sayılabilir[96]. Bunlardan başka, Ayaş merkezinde sazlık kaydı görülmektedir. Sancak kanunlarına nazaran bazı yerlerde sazlıklar biçildiğinde her arabaya bir akça alındığı, bazı yerlerde ayrıca hasır öşrü alındığı dışında nasıl bir vergiye tabi tutulduğu hakkında fazla bir bilgimiz yok[97].
I.Selim kanununa göre bütün yıl işleyen değirmenden 60 akça, altı ay işleyenden 30 akça ve diğerlerinden her ay için 5 akça alınacaktır ki bunlar daha ziyâde sel sularıyla işleyen değirmenlerdir[98]. Bu durumda Ayaş merkezindeki değirmenlerin altı ay işlediği görülmektedir, köylerde daha uzun süreler söz konusudur. Haraclı değirmen tabiri ise iltizâm suretiyle işletildiğini ifâde etmektedir[99]
Yirminci yüzyıl başlarına gelindiğinde, şehrin iktisâdî ve demografik durumu şöyle özetlenebilir: 1320 (1904-1905) salnâmesinde şehrin coğrafi konumu batısında Beypazarı ve Mihalıççık, güneyinde Sivrihisar, doğusunda Zîr ve Yabanabad olarak tesbit edildikten sonra şehir merkezinde 819 hane, 1961 erkek ve 1954 kadın; kaza dâhilinde ise 11786 erkek, 11848 kadın nüfusu bulunduğu bildirilmektedir[100], böylece toplam nüfus 23634 olmaktadır. Kazada gayri müslim nüfus bulunmamaktadır. Ayaş’ta 80 bin ekili “mezru’” arazi, 70 bin dönüm “gayr-i mezru’” arazi; 100 bin dönüm bağ, bahçe, bostan, 2500 dönüm çayır ve mera; 44 köyde 4493 hane, 10 han, 15 kahvehane, 45 câmi, 15 mescid, 11 medrese[101], 1 telgrafhane, 1 belediye dairesi, 2 derbent, 25 değirmen bulunmaktadır [102]. Kazada en azından 1306’ya (1890-1891) kadar 190 dükkân bulunmakla beraber bu rakama köylerin dâhil olup olmadığını ve neler satıldığını bilemiyoruz[103].
Kazanın vergi hasılatı 402318 kuruş “virgü”[104], 389819 ağnam, 536897 kuruş aşar, 186476 “varidat-ı müteferrika” olarak bildirilmektedir. Başlıca ürünler buğday, arpa, burçak, pirinç, nohut, mercimek, darı, pamuk, afyon; meyveler üzüm, armut, elma, iğde, erik, zerdali, hünnap, vişne ve kirazdır. Hayvan mevcudu ise 300 at, 700 katır, 2550 merkep, 70 manda, 5800 öküz, 4900 inek, 23636 koyun, 78289 tiftik keçisidir. Bunlardan senede 95000 kıyye tiftik[105], 35000 kıyye yapağı hasıl olmakta; kazada yalnız bez ve çorap dokunmaktadır [106]. Salnâmede Ankara demiryolunun yapımından sonra kazaları birbirine ve demiryollarına bağlayan şoseler sayesinde tarımın günden güne geliştiği de belirtilmektedir[107].
Sonuç olarak, 1571-1572 tarih ve 558 numaralı evkaf defterine göre 16. yüzyılda Ayaş kazasında, 7 mahalleden oluşan kaza merkezi ile 12 köy vakıf niteliğindedir. Kaza merkezi (nefs) ile Balçıcak, Başayaş, Çakmacuk, Demürcü, Güdül, Kabil, Karacakaya, Keçiler, Kesenos ve Yeregömü olmak üzere toplam 10 köy Sultan II. Bayezid’in Amasya’daki imâretine vakfedilmiştir. Defterde Güdül ile birlikte kaydedilen Hacılar, Kamanlar, Körpeviran ve Sapanlu köyleri ayrı ayrı sayılırsa Sultan II. Bayezid evkafına dahil köyler 14’e, toplam vakıf köylerin sayısı ise 16’ya yükselmektedir. Eldelik/İldelik köyü Ankara’daki Karacabey imâretine, Dastarlu ise Bursa’da Umurbey camiî mescidine vakfedilmiştir. Bunların dışında çeşitli çiftlik, bağ, değirmen, dükkân gibi gayrimenkuller ile muhtelif meblâğda paranın vakfedildiği görülmektedir. Bu bağlamda Ayaş merkezindeki câmi, Ayaş merkezindeki medrese ve Karacaviran köyündeki câmi için olmak üzere üç para vakfında toplam 80400 akça işletilmektedir. Zikredilen gayrimenkuller ise 21 zâviye ile 5 câmiîn imam veya hatiplerinin vazifelerine yöneliktir. Bir vakfın ise mensûh olduğu görülmektedir. Vakıf kesiminin iktisâdî ve demografik durumuna gelince, askerî sınıf mensubu 66 kişi dışında 2783 vakıf reâyası kayıtlıdır. 386 nim, 81 tam, 8 birbuçuk ve iki adet de daha büyük olmak üzere toplam 478 çiftlik tasarruf edilmektedir. Kaza merkezi ve köylerden 111582 akça, mezralardan ise 14590 akça vergi geliri sağlanmaktadır. Kaza merkezi ve köylerden elde edilen vergi gelirlerinin büyük kısmının Ayaş dışına, büyük ölçüde Amasya sonra da Bursa ve Ankara merkezine transfer edildiği görülmektedir. Bu anlamda başka yerlerden Ayaş’a ne kadar gelir transfer edildiğini kestirebilmek için vakıf çalışmalarının artması ve çeşitlenmesini beklemek gerekmektedir.