Anadolu’ya ilk Selçuklu akınının 1016-1021 tarihleri arasında Çağrı Bey tarafından yapıldığı kabul edilmektedir[1]. Çağrı Bey idaresindeki bu akın Doğu Anadolu’da kalmış, Urfa’ya kadar gelmemişti. Bu sırada Urfa h. 416/1025-26’ya kadar Müslümanlardan Benû Numeyr Kabilesi’nden Utayr’a âitti. Onun Urfa’daki nâibi ise Ahmed b. Muhammed adında bir şahıs idi. Utayr’ın câhil ve kötü kişiliğine mukabil, Ahmed iyi idaresiyle Urfa’da kendini sevdirmişti. Bu durum Utayr’ın Ahmed’i kıskanmasına ve onu öldürmesine sebep oldu. Urfalılar ise Diyarbekir (Âmid) Mervanî emîri Nasr üd-Devle Ahmed (1011 -1061) ’e mektup yazıp şehri teslim almak üzere gelmesini istediler. Nasr üd-Devle de Zengi adındaki, muhtemelen bir Türk, kumandanı Urfa’yı teslim almak üzere gönderdi. Zengi şehri teslim alarak bir grup askerle oraya yerleşti. Utayr ise daha sonra Nasr üd-Devle’nin huzuruna çıkarak Urfa’nın yarısının idaresini ele geçirmeye muvaffak oldu. Ancak Zengi, Ahmed b. Muhammed’in oğlunu teşvik ederek Utayr’ı öldürttü. Bu olaydan sonra harekete geçen Benû Numeyr kabilesi mensuplan ile meydana gelen savaşta Zengi de öldürüldü (h. 418 yılı başı/ Şubat 1027). Böylece Urfa tamamen Nasr üd-Devle’nin hâkimiyeti altına girdi. Fakat Mirdasîler’den Sâbık b. Mirdas’ın aracılığı ile Nasr bu kerre şehri Utayr’ın oğlu ile yine Benû Numeyr kabilesinden Şıbl ed-Devle’nin oğlu arasında paylaştırdı. Utayr’ın oğluna şehirdeki büyük burcun, Şibl ed- Devle’nin oğluna ise küçük burcun idaresi verilmişti[2].
Ancak Urfa’nın bu iki idarecisi de birbirlerini öldürmeyi düşünüyorlardı. Nihayet Utayr’ın oğlu Şıbl ed-Devle’nin oğlunu öldürmeye muvaffak oldu. Daha sonra Utayr’ın oğlunun öldürülmesiyle gelişen olaylar sonucu Nasr üd-Devle Urfa’ya Selman (veya Seleme) adında bir Türk’ü vali olarak atadı[3]. Selman Utayr’ın dul kalan eşi tarafından o kadar baskı altında tutuldu ki, muhtemelen bu durumdan sıkıldı ve Sümeysat’da oturan Bizanslı kumandan ve Protospatharios ünvanı taşıyan Georgios Maniakes’e şehri teslim etmek için haber gönderdi. Selman Urfa’nın teslimi karşılığında uygun bir tazminat ve “Bizans İmparatoru’ndan bir ülke ve eyâlet” istiyordu. Maniakes’in bu istekleri kabulü ile, Selman Urfa Kalesini ona teslim etti[4]. Böylece Maniakes 1030-1031 kışı başında Urfa’ya hâkim oldu[5] . Bu olay sebebiyle Türklerin idareci de olsa Urfa’da bulunduklarını görüyoruz[6].
Öte taraftan Gazneliler önünden kaçan Türkmenler’den bir kısmı Azerbaycan’a gelerek Şeddadîler’den I. Fazl b. Muhammed’in maiyyetinde Bizans topraklarına akınlara başlamışlardı (1030). Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulduğu yıllarda Sultan Tuğrul Bey aynı hâncdandan İbrahim Yınal’ı lrak-ı Acem ve Azerbaycan’ın zabtı ile görevlendirdi. İbrahim Yınal’ın o bölgeye yaklaşmasından endişeye düşen ve Selçuklular’ın emrine girmek istemeyen Göktaş, Boğa ve Anasıoğlu Beyler’in idaresindeki Türkmenler kaçmak zorunda kaldılar. Maceracı bir hayat seven bu Türkmenler etrafa yayıldılar. Onlardan bir kol, Diyarbekir bölgesinde göründü (433/1041-42)[7] ve çevreyi yağmaladılar[8].
Görüldüğü gibi başlangıçta kaynaklar Urfa ile ilgili olarak Selçuklu akınlarından bahsetmiyorlar[9]. Bu sırada Büyük Selçuklu Devleti süratle gelişti ve Sultan Tuğrul Bey devrinde Türkler Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya sürekli akınlara başladılar. Nitekim 1062-63 yılında Selçuklu kumandanlarından, kaynaklarda ünvanıyla zikredilen, Sâlâr-ı Horasan[10] beraberinde Anasıoğlu ve Cemcem adlarındaki Türk beyleri olduğu halde yine Diyarbekir bölgesine girdi ve Mervanî hükümdarı Nizam ed-Devle Nasr (1061-1079)ile işbirliği yaparak Dicle ve Fırat kıyılarında fetihlere devam etti. Bizans imparatoru Konstantinos X. Dukas bu Selçuklu alanlarını durdurmak maksadıyla Frankopol lakabıyla meşhur Normandiyah Herve’yi görevlendirdi. Urfa Duks'u[11] bulunan Tavadanos da askerleri ile Herve’ye katıldı. Ancak bu sırada Selçuklu askerleri İran’a dönmüşlerdi. Bizans kuvvetleri ise Diyarbekir’i kuşattılar. Burada yapılan savaşta Hacı- Başara adlı bir Türk kumandanı şehit oldu. Aynı zamanda Tavadanos da ölmüş ve bir başarı kazanamayan Bizans kuvvetleri geri çekilmişti (1063)[12].
Sultan Tuğrul Bey 1063’de öldü ve yerine yeğeni Alp Arslan sultan oldu. Bu sırada Büyük Selçuklu tahtı için Alp Arslan’a karşı yaptığı mücadelede Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış hayatını kaybetmişti. Sultan Alp Arslan onun oğullarını da ortadan kaldırmak istediyse de Vezir Nizam ül-Mülk’ün de araya girmesiyle bundan vazgeçti ve Kutalmış oğulları'na Diyarbekir-Urfa taraflarında yer verdi. Daha sonra da Kutalmışoğlu Süleymanşâh akraba ve taraftarları ile oraya gönderildi[13]. Ancak Süleymanşâh ve kardeşlerinin bu sıralarda Urfa ve civarındaki yaşayışları hakkında elimizde hemen hemen hiçbir bilgi yoktur.
Öte taraftan belki de bu bölgede görevlendirilmiş olan Selçuklu kumandanı Sâlâr-ı Horasan Urfa önünde göründü (1065/66). Onun idaresindeki Türkler Urfa bölgesine akın yaparak Frank ücretli askerleri tarafından savunulan Siverek ve Nasîbîn’e[14] taarruz ettiler. Buradaki Franklar Türklere karşı koydular ve kaçmaya zorladılar. Takviye alan Türkler tekrar bu bölgeye saldırarak etrafı yağmaladılar. Selçuklu Türkleri birkaç gün sonra Urfa civarına gelerek T’oriç Kalesi önünde karargâh kurdular. Türklerden bir grup yine Urfa’ya yakın bir yerde bulunan Nşenek (veya Nşenik) Kalesini şiddetli bir hücumla zapt ettiler. Bu sırada Bizans’ın Antakya Duksu Peht Urfa’da bulunuyordu. O askerleriyle Türklere karşı çıktı ise de Urfa Duksu’nun kıskançlığı bir netice alınmasını engelledi[15].
Aynı yıl içinde Sâlâr-ı Horasan Urfa bölgesine yeni bir akın yaptı. O önce Calap (Celep) üzerine yürüdü, sonra da Urfa’nın Kuzeydoğusunda 30 km. uzaklıkta şimdi Dibhisar denilen Dep (Tep) Kalesini hücumla aldı. Sâlâr-ı Horasan K’sos[16] denilen yerde karargâh kurdu. Urfa’da bulunan dörtbin Bizans askeri Türkler’e karşı yürüdüler. K’sos’dan uzak olmayan T’lak yanında iki taraf arasında yapılan savaşı Türkler kazandılar. Bizans ordusu firar etti ve büyük kayıplara uğradı.
Sâlâr-ı Horasan 1065/66 yılı içinde üçüncü defa Urfa bölgesinde göründü ve Kupin (Guhin) adh bir yerde ordugâh kurdu. Türkler bu çevreyi tahrip ettiler. Sâlâr-ı Horasan büyük miktarda ganimet ve sayısız esirle beraber bölgeden ayrıldı[17]. Ancak onun daha sonra Mervânî emîri Nizam ed-Devle Nasr’ın kalleşliği sonucu Meyyâfankîn’de öldürülmesiyle (458/1066), Urfa’nın Türkler tarafından fethi gecikmiş oldu[18].
Ertesi yıl yani 1066/67’de bu sefer Hâcib Gümüştegin, beraberinde Afşin, Ahmedşâh ve öteki Selçuklu emirleri ile, Urfa eyâletine girdi ve yukarıda adı geçen Nasîbîn Kalesine yürüyerek burada birkaç gün savaştı ise de bir netice elde edemedi. O ve beraberindeki Selçuklu kuvvetleri Fırat’ı geçerek Hısn Mansûr (Adıyaman) arazisine girdiler. Bu sırada Nasîbîn Kalesi reisinin teşvikiyle Bizans kumandanı Aruandanos onu Fırat kenarında baskına uğratmak istedi. Ancak Türkler onu Hoşin Kalesi[19] önünde ağır bir bozguna uğratarak esir aldılar. Gümüştekin bu Bizanslı kumandanı Urfa önüne getirerek yirmibin dinar para karşılığında serbest bıraktı [20].
Artık Urfa üzerindeki Türk akınları sıklaşmıştı. Nihayet Sultan Alp Arslan Mısır’dan aldığı bir davet üzerine bu ülkeye hâkim olmak maksadıyla harekete geçti ve 1070 sonlarında Anadolu’ya girdi. O büyük bir orduyla Urfa bölgesine akın yaptı ve şehrin civarındaki kaleleri zapt etti. Sultan Alp Arslan daha sonra Urfa’ya yürüyerek şehri her taraftan kuşattı. Bu kuşatma 1071 yılı Mart ayının 10. günü başladı[21]. Bu sırada şehir, Bulgar Kıralı Alusian’ın Bizans’ın hizmetinde çalışan oğlu Vasil’in idaresinde idi. Sultan Alp Arslan sekiz gün savaş yapmadan durmuş, belki de şehrin teslim olmasını beklemişti. Bir hikâyeye göre[22], şehir halkı bu sırada şaşkın bir durumda olup savunma hazırlığı yapmıyordu. Şehirlilerin bu akılsızlığını gören bir Müslüman askeri, onlara gizlice seslenip: “Niçin böyle şaşkın duruyorsunuz? surları tahkim edin...” dedi. Akılları başlarına gelen halk surları tahkim etmeye başladı, burçlar üzerine mancınıklar ve öteki savaş âletlerini kurup hazırlandı. Sultan Alp Arslan elli gün[23] Urfa’ya şiddetli hücumlar yaptı. Bu hücumlar sırasında Selçuklu askerleri şehrin etrafındaki hendekleri ağaç, toprak ve taşlar ile doldurdular.
Öte taraftan Bizans İmparatoru Romanos Diogenes Sultan Alp Arslan’a bir elçiyle mektup göndermişti. Bu Bizans elçisi Urfa kuşatması sırasında Sultan’ın yanına geldi. O daha sonra Sultan ile Urfa halkı arasında bir anlaşma sağlamaya muvaffak oldu. Bu anlaşmaya göre; Urfalılar Sultan şehir önünden ayrıldığı takdirde 50.000 dinar vereceklerdi. Ayrıca onlar savaş âletlerinin ve hendeği dolduran ağaçlar yakıldıktan sonra bu parayı vereceklerini bildirdiler. Sultan Alp Arslan da onların sözlerine itimat ederek isteklerini yerine getirdi. Fakat Urfa halkı söz konusu parayı vermediler. Sultan onların anlaşmadan vazgeçmelerine sebep olarak Bizans elçisini görmüş ve öldürmek istemişti. Ancak Vezir Nizâm ül-Mülk, “Hükümdarlar arasında elçi öldürmek âdet değildir” diyerek Sultan’ı engelledi. Daha sonra Bizans elçisine gerekli cevap verilerek geri gönderildi[24].
Sultan Alp Arslan fevkalade sağlam surlara sahip Urfa önünde, Mısır’a yapacağı seferde, gereksiz yere daha çok zaman kaybetmemek için kuşatmayı kaldırarak şehrin önünden ayrıldı. Urfa’nın surlarının sağlamlığını yine başka bir hikâye ile belirtmek mümkündür. Rivayete göre[25], Sultan Alp Arslan İran’a götürülmek üzere surdan bir taş koparana mükafat vaat etmiş, fakat bunu kimse gerçekleştirememişti. Sultan’ın Urfa önünden ayrılmasının tarihçilere göre iki sebebi daha vardı[26]. Birincisi o sırada Anadolu içlerinde Bizans’a akın yapan Selçuklu kumandanı Afşin'den gelecek haberin gecikmesi idi. İkincisi ise daha önce Tuğrul Bey ile bulunan Iraklı askerlerin erzaklarının gecikmesi sebebiyle savaştan çekinmesi idi. Bu bakımdan Sultan Alp Arslan Urfa önünden ayrılarak Fırat kenarında ordugâh kurmuştu.
Urfa halkı ise Sultan Alp Arslan şehrin önünden ayrıldıktan sonra Selçuklu askerlerinden ölenlerin cesetlerini gömüldükleri yerlerden çıkarıp başlarını keserek Bizans İmparatoru’na gönderdiler, ayrıca gövdelerini de yaktılar. Bu suretle, geçici bir süre için de olsa kuşatmadan kurtulan Urfalılara o gün büyük bir bayram ve sevinç olmuştu[27].
Kaynakların verdiği bilgilerin aksine gerek Laurent[28] ve gerek Segal[29] bu kuşatma sonucunda Urfa’nın Sultan Alp Arslan’a tâbi olduğunu kabul ediyorlar. Ancak gerek Hıristiyan kaynaklarında gerekse İslâm kaynaklarında bu hususta herhangi bir işaret yoktur. Mateos ve Ebu’l-Ferec Sultan’ın kuşatmayı kaldırdığını zikrediyorlar. İslâm kaynaklarını kullanarak Urfalıların Sultan Alp Arslan şehrin önünden ayrıldıktan sonra Selçuklu ölülerine yaptıklarını belirttik. Ayrıca çok kısa da olsa Bundarî[30] ve İbn el-Esîr[31] verdikleri bilgiler ile bu tâbi olma olayını desteklemiyorlar. Bundarî, “Yolda Ruha üzerinden geçti, lâkin onu feth etmek mümkün olmadı..” diyor, İbn el-Esîr ise, “Urfa üzerine yürüyerek şehri muhasara ettiyse de birşey elde edemedi..” demektedir. Türk tarihçileri de Sultan Alp Arslan’ın şehri alamadığı görüşünde olup, tâbi olmaktan bahsetmiyorlar[32].
Sultan Alp Arslan daha sonra Suriye’ye doğru yöneldi. Ancak bu sırada Romanos Diogenes Türkler’in yıllardan beri Anadolu’da yapmakta olduğu taarruz ve istilâlara son vermek için harekete geçmişti. Selçuklu sultanı bu durumu öğrendiği zaman sür’atle Suriye'den geri döndü ve Bizans ordusuyla karşılaşmak için Malazgirt yönüne hareket etti. Böylece Mısır seferi gerçekleşemedi. Onun bu acele dönüşü sırasında at ve katırların bir kısmı yolda ölmüştü. Bu olaydan sonra Sultan Alp Arslan’ı tekrar Urfa önünde görüyoruz. Şehrin Bizanslı valisi muhtemelen onun bu sırada ne istediğini anlamış olmalı ki, tekrar bir kuşatmayla karşılaşmamak için Sultan'a atlar, katırlar ve yiyecek takdim etti. Acelesi olan Sultan Alp Arslan bunları aldıktan sonra Urfa’ya hiçbir zarar vermeden doğuya doğru yoluna devam etti[33].
Sultan Alp Arslan 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt Savaşı’nda Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’i mağlup ederek esir almıştı. Malazgirt Savaşı dünya tarihinde dönüm noktası olacak önemli olaylardan biridir. Bu zafer Türkler’in Anadolu’ya yerleşmelerine ve bugünkü Türkiye’nin temellerini atmalarına sebep olmuştur. İşte bu zaferden sonra Sultan Alp Arslan tutsak Bizans imparatoru ile bir barış antlaşması yaptı. Bu antlaşmaya göre Sultan Alp Arslan’ın Bizans’dan istediği şehirler arasında, Güneydoğu Anadolu’nun en kuvvetli kalelerinden birine sahip Urfa’da bulunuyordu[34]. Ancak Bizans'da taht mücadelesinin başlaması ve Romanos Diogenes’in bu mücadeleyi kaybetmesi, antlaşmanın gerçekleşmesini önlemiş ve Urfa’nın Türkler eline geçmesini bir süre için geciktirmişti. Böylece Urfa Hıristiyanların elinde kaldı ve onun Katepanosu Paul İstanbul’a kaçtı[35].
Sultan Alp Arslan’ın 1072’de ölümünden sonra yerine oğlu Melikşâh geçti. Bu devrede ilk olarak Gümüştegin Candâr idaresindeki Türk kuvvetleri 1077'de Urfa bölgesine yürüyerek Bizans kuvvetlerini bozguna uğrattılar [36].
Öte taraftan bu sırada Bizanslılar’ın Philaretos Brachamios adını verdikleri bir Ermeninin yıldızı parlıyordu. Philaretos Bizans hizmetinde bulunmuş ve İmparator Romanos Diogenes tarafından kendisine “Büyük Domestikos” ünvanı verilmişti. Romanos'un tahttan düşmesi ve Mikhail VII. Dukas'ın imparatorluğu zamanında (1071-1078) o bağımsızlığını ilan ederek hâkimiyet sahasını Maraş’dan Malatya'ya kadar genişletti. Philaretos bununla da yetinmedi ve Vasil adındaki bir kumandanını bir süvari birliğiyle Tavadanos’un oğlu Leon’un idaresindeki Urfa’ya gönderdi. Vasil altı aylık bir kuşatmadan sonra “şimdiye kadar Türklerin müteaddit muhasaralarına mukavemet etmiş ve İslâm denizi arasında bir ada halinde kalmış olan müstahkem” Urfa’yı Bizanslılar’ın elinden aldı. Böylece Philaretos’un hâkimiyet sahası Urfa’yı içine almak suretiyle Tarsus’dan Fırat ötesine kadar uzanıyordu. Buna rağmen Philaretos kendini emniyette hissetmiyor, çağdaşlarının birçoğunun aksine Bizans İmparatorluğundan ayrılmak istemiyordu. Nitekim o Bizans’a bağlanmakta gecikmedi[37].
Philaretos ihtiyatlı davranarak Müslümanlar ile de anlaşmayı tercih etti ve Haleb hâkimi Şeref üd-Devle Müslim b. Kureyş (1061-1085)’e tâbi oldu. İslâm kaynaklarında zikri geçen bu olaya göre[38], Philaretos Müslim b. Kureyş adına sikke bastırdı ve meyhane olarak kullandığı Urfa câmiini tekrar müslümanlara teslim etti (474/1081). Böylece o çok yönlü bir siyaset ile hâkimiyetini sürdürmeye çalışıyordu. Ancak Philaretos’un Hıristiyanlar tarafından sevilen bir şahıs olmadığı anlaşılıyor. Nitekim Mateos’un ifadesine göre (s. 147), “...Filaretos adlı zâlim ve menfur bir prensin müstebidane hâkimiyeti başlamıştı... O, Hıristiyanlara karşı harp etmeye başladı. Çünkü o Hıristiyan olmakla beraber imansız bir adamdı. Ermeniler onu bir Ermeni olarak tanımıyorlar, Romalılar (yani Bizanslılar) da onun kendilerinden olmasını istemiyorlardı..”. Bu olayın olduğu yılda (1081 /82), Husrev adlı bir Türk idaresi altındaki askerler ile Urfa bölgesine girerek çeşitli yerleri tahrip etti ve karşısına çıkan bir Hıristiyan birliğini yenilgiye uğrattı. Emir Husrev daha sonra Müslüman ülkelerine de akınlar yaptı ve aldığı büyük ganimetlerle Harran önüne geldi. Burada Philaretos’un tâbi olduğu Şeref üd-Devle Müslim'in askerleri Türk birliğine saldırarak onları mağlup etti ve esirleri kurtardı[39]. Daha sonra Urfa’da önemli bir olay oldu ve şehri idare eden Vasil 1083 tarihinde öldü. Halk şehrin idaresini Sımbat adlı bir savaşçıya verdi. Ancak altı ay sonra şehirde hâkimiyet mücadelesi çıktı ve Urfa’ya sahip olmak isteyenlerden İşhan adlı biri Philaretos’u şehre getirdi (23 Eylül 1083). Philaretos birkaç gün sonra hâkimiyet mücadelesine karışanları, Sımbat ve İşhan dahil, tutuklattı, ötekilerini de Maraş şehrine götürdü. O Maraş’a götürdüğü ileri gelenleri de zincirle bağlı oldukları halde hapiste muhafaza etti[40].
Öte taraftan Selçuklu kuvvetleri 30 Nisan 1085’de Diyarbekir (Âmid) ve çevresini zabtettiler. Bu fetih olayı belki de Philaretos için bir uyarı oldu. O muhtemelen sıranın kendisine geldiğini anlayarak barış istemek için “Cihangir Sultan” Melikşâh’a arz-ı tazim etmeye karar verdi. Philaretos Sultan’ın huzuruna giderken Parakamanos adlı bir Bizanslıyı Urfa’da yerine vekil bıraktı[41]. O beraberine çok miktarda altın ve gümüş, cins atlar ve güzel elbiseler alarak İran’a Sultan Melikşâh’ın yanına gitti. Philaretos’un ayrılmasından sonra zâlimliği yüzünden kendisinden nefret eden halk onun yokluğunu fırsat bilerek Barsama adlı birinin idaresinde ayaklanmıştı. Barsama, Parakamanos’u öldürmüş, Urfalılar da onu şehrin hâkimi tayin etmişlerdi.
Selçuklu hânedanında ise bu sırada Sultan Melikşâh’ın kardeşi Suriye Meliki Tutuş ile Anadolu fatihi Süleymanşâh Haleb’e hâkim olmak için savaştılar. Süleymanşâh bu mücadeleyi ve hayatını kaybetti (4 Haziran 1086). Bu olay Sultan Melikşâh’ın beraberinde Porsuk, Bozan ve Aksungur gibi büyük Selçuklu emirleri olduğu halde İsfahan’dan harekete geçmesine sebep oldu. Belki de Sıbt’ın Urfa ile ilgili olarak zikrettiği olaylar bu sırada meydana gelmiştir. Nitekim Sıbt (s. 239-241)’a göre Sultan bu yolculuk esnasında 479 yılı Receb ayında/ Ekim Kasım 1086 Musul’dan ayrıldıktan sonra Urfa halkından bir heyet gelerek şehri teslim edeceklerini bildirdiler. Sultan Melikşâh oraya bir Amid[42] gönderdi. Ancak daha sonra bu Amid kötü davranışlarıyla ve mallarına el koyarak Urfa halkının isyanına sebep oldu. Halk şehri Sultan’a teslim eden Ermeniler ile şahneyi birlikte tutukladılar ve Amidi de şehirden dışarı çıkardılar. Sultan Melikşâh bu durumu öğrendiği zaman Emir Bozan’ı büyük bir kuvvetle Urfa’nın fethine gönderdi. Emir Bozan şehri üç ay sıkı bir şekilde kuşattı. Bu şiddetli kuşatma sırasında dışardan yardım alamayan şehir halkı çaresiz kalmış ve Barsama’ya isyan etmişti. Barsama tehlikeden kurtulmak için Bozan’a sığınmaya karar verdi ve kendini surlardan aşağı attı. O ağır bir şekilde yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Nihayet İbn Kudâna (بنكداذ) adında bir Hıristiyan tüccar şehri Bozan’a teslim etti (Zilhicce 479/Mart-Nisan 1087)[43]. Artık Urfa Türk hâkimiyeti altına girmişti. Bir kaynağımız bu hususta[44], “Böylelikle Urfa şehri ile bütün havalisi, tam asayişe kavuştu ve şehir sevinç içine düştü” demektedir. Ancak şehirdeki bazı kişilerin dedikodu ve iftirası sebebiyle Bozan muhalefet ettiklerini sandığı oniki zengin ve yüksek mevkii sahibi Ermeniyi öldürttü[45] .
Sultan Melikşâh Urfa’nın durumunu öğrendiği zaman huzuruna çıkan Philaretos’a yüz vermemişti. Hiçbir taraftan ümidi kalmamış olan Philaretos için belki de tek kurtuluş yolu vardı, o da İslâm dinini kabul etmekti. Nitekim o da Müslüman olarak durumunu kurtardı. Sultan Melikşâh da Maraş’ın idaresini ona verdi[46]. Sultan Melikşâh ayrıca başarısından dolayı Emîr Bozan’ı Urfa valiliğine tayin etti[47]. Böylece Urfa’da bir süre için Türk hâkimiyeti devri başladı. Emîr Bozan ise şehrin idaresini Sâlâr Huluh adh bir kumandana verdi[48]. Ayrıca Bozan dörtyüz yıl önce İslâm fethinin başlangıcı sırasında yaptırılan camiye bir minare inşâ ettirmişti[49] .
Sultan Melikşâh 19 Kasım 1092 tarihinde öldü. Emir Bozan bu sırada Anadolu’da Ebu’l-Kasım idaresindeki Türkiye Selçuklu başkenti İznik’i kuşatmakta idi. Bozan Sultan’ın ölümünü duyar duymaz bu kuşatmayı bırakarak Urfa’ya çekildi[50]. Bundan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nde taht mücadelesi başladı. Bu mücadele sırasında Bozan ve Haleb emîri Aksungur önce Melik Tutuş’u desteklediler, ancak onlar daha sonra Melikşâh’ın oğlu Berkyaruk tarafına geçtiler. Melik Tutuş bu ihaneti unutmamış yapılan savaşta onları mağlup etmiş, önce Aksungur’u sonra da Bozan’ı ele geçirerek öldürtmüştü (1094)[51].
Melik Tutuş daha sonra Bozan’ın tutsak aldığı iki askerini onun idaresindeki Harran ve Urfa’ya göndererek bu şehirlerin teslimini istedi. Emir Bozan’ın vekilleri ve şehirdeki askerî birlik efendilerinin ölmemiş olacağını düşünerek Tutuş’un arzusunu yerine getirmediler. Ancak Tutuş bir mızrak ucuna taktırdığı Bozan’ın kesik başını iki şehre gönderdi[52]. Bozan’ın kesik başını gören vekilleri Urfa ve Harran’ı Tutuş’a teslim ettiler[52].
Türkler de, ilk İslâmî devrede olduğu gibi, ellerine geçirdikleri Anadolu kıtasının bir kısım şehir ve kalelerini, o bölgelerin emîrine tâbi olmak üzere, yerli Hıristiyan asılzâdelere veyahut şehrin ve kalenin yerli reisleri elinde bırakmışlardı. Buna idari kolaylık sağlamak bakımından faydalı görerek yapmışlardı (Söz gelişi; Malatya ve Maraş). Ayrıca bu şehir ve kalelere Türk muhafızlar yerleştiriliyordu. İşte bunun örneklerinden birisini de Urfa’da görüyoruz. Melik Tutuş Urfa’nın idaresini Ermeni Thoros’un idaresine verdi. Bu sırada kalede bulunan bir Türk garnizonu düzen ve güveni sağlıyordu[53].
Ancak bu konuda başka bir rivayet daha vardır. Nitekim İbn el-Esir’e göre[54] Urfa’da Rumlardan Thoros adlı biri vardı ve şehri yıllık muayyen bir meblağ ödemek şartıyla Bozan’dan devr almıştı. Ayrıca bazı tarihçiler de Urfa’ya Thoros’u Bozan’ın tayin ettiği görüşündedirler[55]. Öte taraftan bu sırada Urfa’da yaşayan Mateos’un Thoros’u Tutuş’un tayin ettiğini belirtmesi, Bozan’ın seferlerinden adı geçen şehre dönmesi, Thoros’un Tutuş zamanında Urfa’ya tayin edilmesi ihtimalini öne çıkarıyor[56].
Melik Tutuş da Berkyaruk ile yaptığı taht mücadelesini ve bu uğurda hayatını kaybetmişti (26 Şubat 1095)[57]. Tutuş oğullarından Rıdvan ise bu sırada babasına yardımcı kuvvet götürmekte ve Fırat kıyısında konaklamakta idi. Rıdvan son durumu öğrendiği zaman süratle geri çekildi. Mateos’un ifadesine göre[58], Rıdvan beraberinde Yağısıyan ve öteki firariler olduğu halde Urfa’ya geldiler. Thoros onlara önce çok iyi davrandı, fakat daha sonra Türk garnizonunun bulunduğu iç kaleyi ele geçirmek maksadıyla onları yakalamak istedi. Fakat öteki prensler onun bu davranışını uygun görmemişler, Rıdvan ve yanındakiler kendi şehirlerine (Haleb’e) dönebilmişlerdi[59]. Thoros bu olaydan sonra Tutuş’un ölümünü fırsat bildi ve Selçuklu idaresinden kurtulmayı düşündü. Nitekim o Urfa’da içersinde Türk birliğinin bulunduğu Maniakes adlı iç kaleyi şehirden ayırmak için faaliyete geçti. Bu maksatla da şehrin surunu iç kaleden başlayarak inşa ettirdi ve 25 kule yaptırdı. Bu sırada iç kalede bulunan “İspehsâlar-Sipehsâlâr” ünvanlı[60] Türk kumandanı civarındaki Türk emirlere mektuplar yazarak Thoros’un Urfa şehrine tamamıyla hâkim olduğunu bildirdi.
Türk kumandanının çağrısı cevap bulmakta gecikmedi, önce Artukoğlu Sökmen ve Samsat emîri Balduk askerleriyle beraber Urfa’ya yürüdüler ve şehri kuşattılar. Bu Türk kuşatması altmışbeş gün sürdü ise de bir sonuca ulaşamadı. Çünkü Haleb Selçuklu Meliki Rıdvan ve Antakya hâkimi Yağısıyan da büyük bir orduyla Urfa önünde göründüler. Sökmen ve Balduk birleşecekleri yerde Rıdvan’dan kaçmayı tercih ettiler. Ancak bundan sonraki olayda da ortaya iki rivayet çıkıyor. Mateos’a göre (s. 185- 6), Rıdvan ve Yağısıyan bütün çabalarına rağmen başarılı olamadılar. Sağlam surlara sahip Urfa Selçuklu askerlerine bu kez de mukavemet etmişti. Bu durumda Rıdvan ve ordusu geri çekilmek zorunda kaldılar[61]. Bu arada Haleb Melikliği’nin yönetimini ele almak konusunda Yağısıyan, Abakoğlu Yusuf ve Vezir Cenah üd-Devle Hüseyin arasında bir üstünlük mücadelesinin başgöstermesi, bu geri çekilişin başka bir nedeni olmalıdır[62].
Öte taraftan İbn el-Esîr ise[63], Rıdvan’ın bu sırada şehri ele geçirdiğini belirtiyor. Ayrıca Yağısıyan, Rıdvan’dan kaleyi kendisi için istemiş, o da burayı ona vermişti. Yağısıyan Urfa’yı teslim alıp müstahkem bir duruma soktu ve adamlarını muhtelif yerlere yerleştirdi. Fakat bu konuda İbn ül-Adim de verdiği bilgiler ile daha çok Mateos’u destekler görünüyor, İbn ül-Adim’e göre[64], Yağısıyan ve Abakoğlu Yusuf Melik Rıdvan’ın hizmetine girdiler. Daha sonra bunlar Rıdvan ile birlikte, Tutuş’un nâiblerinden teslim almak üzere Urfa’ya gittiler. Görüldüğü gibi İbn ül- Adim Rıdvan’ın Urfa’ya hâkim olduğu hususunda bir bilgi vermemekte sadece onların adı geçen yere gittiklerinden bahsetmektedir.
Melik Rıdvan ve askerlerinin çekilmesinden sonra iç kaledeki askerler arasında bulunan otuz kadar Hıristiyan reisleri Mhit’ar ile beraber bir gece burayı Thoros’a teslim ettiler. Böylece Thoros Urfa’ya tamamıyla hâkim oldu (1095). O bundan sonra büyük bir ihtimalle Bizans’ın yüksek hâkimiyetini tanımış olmalıdır[65].
Ancak Thoros belki de şehirdeki Hıristiyanlar ile iyi geçinemiyor veya Urfa’nın civarındaki şehirlerin Türkler’in idaresinde olması ve çevre bağlantısının Türk birlikleri tarafından kesilmesi sebebiyle yaklaşan tehlikeyi görüyordu. Nitekim o aynı yıl içinde Türkiye Selçuklu Devleti kurucusu Kutalmışoğulları’ndan Alp-İlek’i Urfa’ya davet etti. Kaynağın ifadesiyle, “Thoros düşmanlarından öc almak üzere Urfa’yı ona teslim etti”. Fakat Alp-İlek de basiretle davranmamış, belki de acele bir kararla Thoros’u öldürmek ve şehri tamamen yağma etmek istemişti. Thoros onun bu düşüncelerini anlayarak Alp-İlek’e zehir içirdi ve muhtemelen zehirin etkisini çabuk göstermesi için onu hamama gönderdi. Alp-İlek orada öldü. Böylece Alp-İlek’in Urfa’daki varlığı otuzüç gün sürmüş ve neticede Thoros tekrar duruma hâkim olmasını bilmişti[66], öte taraftan bu sıralarda Avrupa’da Haçlı Seferleri hazırlıkları ve Urfa’nın yarım yüzyıla yakın bir süre daha Hıristiyanların idaresinde kalmasını sağlayacak olaylar dizisi başlıyordu[67].