Derya gibi zengin Türk tarihinin en renkli dönemi olan Osmanlı devrinin olayları arasında, birbirini takip eden sefer ve zaferler başta yer alır. Gerek Avrupa ve gerek Türkiye tarihçileri ilgi çekici bu konu üzerinde fazlasıyla durmuşlardır, örneğin Claude Cahen'in La campagne de Manlgikert d'apres les sources musulmans (Müslüman kaynaklarına göre Malazgirt seferi) [1], Al. Yu. Yakubovski’nin Ibn Bibi’nin XIII. asır başında Anadolu Türklerinin Sudak. Polovels (Kıpçak) ve Ruslara karşı yaptıkları seferin hikâyesi (Rusça) [2] başlıklı araştırmalarını Selçuklu devrine ait olarak hatırlatabilirim.
Osmanlı devrine gelince, A.S. Atiya’nın The Crusade ofNicopolis (Londra 1934), N. Beldiceanu’nun La conquete des citls marchandes de Kilia et de Cetatea- Alba par Bayezid II (Ticari kent-kalelerin Kili ve Akkerman’ın II. Bayezid tarafından fethi)[3] , Felix Tauer'in Histoire de la Campagne du Süleyman Ier conlre Belgrad en 1521... (I. Sultan Süleyman’ın 1521 tarihli Belgrad üzerine sefer tarihçesi)[4], J.P. Tercier’in Memoire sur la prise de la ville et de Pile Rhodes (Rodos şehrinin ve adasının zapt edilmesi hakkında hatıra)[5], M. Pavet de Courteille’nin Histoire de la campagne de Möhacz par Kemal Pacha
[= Ibn Kemal] (Möhac seferinin tarihçesi...)[6] W.F.A. Berhnaur’in Sulatman des Gesetzgebers (Kânünı) Tagebuch auf seme Eeldzuge nach Wi'en im Jahre933/6 H. = J. 1329 a. Chr. [(1529 M./935 H.) tarihli Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana seferi][7], yine F. Tauer’in Soliman İV i ener Eeldzuge (Süleyman’ın Viyana seferi)[8] ve Prof. Dr. Hüseyin G. Yurtlaydın m .S'âşıhus-Silâht (Matrakçı); Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i frâkeyn-i Sultân Süleyman Hân [9] adlı eserlerini sıralayabiliriz. Kanuni devrine ait olan eserlerde az çok Boğdan-Moldova seferinden söz edilir. Bunlardan başka Saffet Bey’in Bir Osmanlı filosunun Sumatra seferi[10] ve Sumatra seferinin üzerine vesikalar [11] [<569] isimli makalesi de göze çarpar. Bu konu üzerinde Sayın îsmet Binark’ın gayretiyle Türkiye’de basılan eserleri içeren Türk sefer ve zaferleri bibliyografyası (izahlı) [12] isimli çok değerli ve faydalı bir kaynakça tertiplenmiştir.
Bazı Türk seferleri ve zaferleri hakkında bu kısa girişten sonra konumuza gelelim.
Kanuni’nin Boğdan Seferi, Kaynakları ve Kaynakçası:
Hepsinden önce 1. Sultan Süleyman’ın Bender kalesinin kapısı üstünde 945 H.(= 1538) tarihli, manzum şeklinde yazılmış kitabesini hatırlatabilirim. Bu elimizdeki tek epigrafık kaynaktır. Bu yazı hakkında ilk defa 1657 M./1067 H. yılında Evliya Çelebi Bender kalesini tasvir ederek şöyle yazmıştır[13]....
XIX. yüzyılın doğu bilimcilerinden Nikolay Ivanovic Ilminsky (1822-1891) [14] yukarıda anılan yazıtı kısmen okuyarak bir deneme transkripsiyon-tercümesiyle çok eksik bir şekilde bastırmıştır[15]. Bundan sonra N.A. Marks K isloriy Benderskoy kreposti (Bender kalesi tarihi hakkında) [16] adlı makalesinde ancak bir faksimile vermiştir. Bu konuda bizim de Romence [17] ve Fransızca L’inseriplion turque de Bender relative â l'expedition de So/itnan le Magnijigue en Moldavie (1538 M./945 H.) [18] (Muhteşem Süleyman’ın Boğdan seferine ait Bender’deki Türk kitabesi...) iki versiyonlu makalemiz vardır. Diğer seferler gibi Boğdan seferinin de gerek Osmanlı ve gerek yabancı kaynaklarda (Romen, Avrupalı) çok derin yankıları olmuştur. Bu kaynaklar Osmanlı-Türk hikâye-naratif kaynakları başta olarak çağdaş Kanuni devri kaynaklarıdır. Bunlardan Matrakçı’nın Fetihnâme-i Kara Boğdan[19] ve aynı başlıkla Tuna kenarında Ishakçı'da (Romence Isaccea) yazılmış iki üç tane özeti mevcuttur [20]. Bunların aynı yazarın olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Bunlardan başka Felihnâme-i Kara Boğdan isimli diğer bir yazma Berlin Kütüphanesinde bir mecmua içindedir[21]. Ruksanzade Ahmet Feridun’un (öl. 1583) Münşe’al üs-Selâtin adlı eserinde Kara Boğdan Ruznâmesi[22] yer adları ve bazı olaylarla eserin esas kaynaklarından biridir.
Süleyman-nâme adlı yazma halindeki on eserden [23] ancak Tebrizli Şâhi b. Kasım Çelebi’nin (945 H./1538 M.) eserini işaret edebilirim[24]. Gerek Bostan’ın [25] ve özellikle Naşüh Matraki’nin de Süleyman-nâme[26] diye bir eseri varsa da ancak sonunda Kara Boğdan seferinden söz edilir. Matraki’nin Eetihnâme-i Kara Boğdan adlı eseri bunun devamı olabilir[27]. Ferdi (Fert ?) mahlasıyla Mustafa Şehzadenin Süleyman-nâme (1520-1542)[28] isimli eserini de sıralayabilirim. Bundan sonra Kanuni’nin tanınmış sadrazamlarından Lütfı Paşa’nın Tevânh-i Al-i 'cOsman [29] ve Rüstem Paşa’nm Tarih'i[30] (?) ve özellikle her sefere katılan Celalzade Mustafa (Koca Nişancı)’nın Tabakâl al-Memâlik va' daracâl al-mesâlik [31] adlı kroniklerinde Boğdan seferi hakkında bazı kısımlar vardır. Bundan başka Gazavâl-ı Sultân Süleyman[32]adlı ayrı bir eser olarak Koca Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’nin Tabakâl ül-memâlik... unvanlı eserinin Kara Boğdan seferinden bahseden bölümünü sayabiliriz [33].
Çağdaş Osmanlı kaynaklarından başka 1551’den sonra Türkçe yazılmış, Remmal Hoca’nın Tânh-i Şâhib Giray Hân [34] adlı Ta:ar kroniğinin bir kısmında yukarıda anılan Han’ın Tatarlarla, Kanuni’nin Boğdan seferine katılması tasvir edilmektedir [35]. Sahib Giray’ın ölümünden sonra Nuri Hanî kızının arzusuyla, Han’ın hocası Kayzunizade Nidaî Remmal Hoca bu enteresan eseri yazmıştır. Kanuni’nin zamanında yaşamış olan Muhieddin al-Cemâli’nin kroniğinde de aynı olay kısaca tasvir edilmiştir.
Kanuni devrinden sonra yazılmış Osmanlı vekayinâmeleri şunlardır:
Tânh-i Küçük Nişancı Mehmed Paşa’nın (öl. 1571) [36] Mustafa Ali’nin ÂiiıtA ül-ahbar [37], Ahmed Haşan Beyzade’nin (öl. 1639) Târih-i âl-i'Osmân [38], Mehmed b. Mehmed’in (öl. 1640) Nuhbet üt-Tevânh ül-ahbâr[39], Koca Hüseyin’in (öl. 1644) Bedâ’i ül-vekayi’[40], özellikle İbrahim Peçevi’nin (öl. 1650) Tarih-i Peçevi[41], Kâtip Çelebi’nin (öl. 1657) çok kısaca Takvim üt-Tevârîh[42] ve özetle İrşad ül-Hayara ilâ Târih al-Yunân ve’n Nasara[43], M. Solakzade’nin (öl. 1657) Eihrist-i Sahan — Târîh-i âl-i ’Osmân[44], Kara- çelebizade ‘Abdülaziz’in (öl. 1658) Ravdel ül-ebrâr[45] ve Süleymân-JVâme[46] ve Müneccimbaşı Ahmed’in (öl. 1702) Sâhâif ül-ahbâr[47].
Yukarıda sıralanan Osmanlı kroniklerinden başka Şâhnâmeci Seyid Lokman’ın Hünemâme başlıklı minyatürlü eserini de hatırlatabilirim. 1588’de birkaç yaprakta Kanuni'nin Boğdan seferini kısaca tasvir etmiştir. (Bkz. Hünemâme, Türkçe yazma, İstanbul, TKSM. Hazine 1524, Cilt II, yk. 263a-264tl. Yazma’daki renkli Türk minyatürlerinden birinin üstünde şunlar vardır: “Sultan Süleyman Han Boğdan’a varub kaçan âsî Voyvoda yerine gayri voyvoda dikübdönüşde (Tuna’da) ol âsî voyvada kendü kaçub oğlunun başı kesilüb... semendi hümayuna götürülüb hassas olduğundandır” (yk. 264*).
XVIII. ve XIX. yüzyılların başlarına kadar yazılmış olanlardan ‘Abdül-Gaffar b. Hasan’m (1744) Umdel ül-Tevârîh[48], Seyyid Mehmed Rızâ'nın (öl. 1756) es-Seba’ es-Seyyar jı ahbâr mulük ul-Tâlâr (1466-1737) [49] ve Halim Giray’ın (öl. 1823) özetlenmiş Gülbun-i Hânân [50] adlı Tatar hanlan hakkındaki eserinde Sahip Giray Han’ın Boğdan seferine katılması da tasvir edilmektedir.
XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında yazılmış, meşhur Osmanlı tarihçilerinden Hayrullah Efendi’nin (1817-1866) Târih-i Devlet-i ‘Aliyye-i
‘Osmaniyye[51], Mehmed Mazhar Fevzi’nin (öl. 1878) Haber-i sahih[52] isimli eserlerinde Boğdan seferi teferruatlı ve istatistik bakımdan iyice tasvir edilmişse de, ancak Tarih-i Atâ’da (öl. 1880)[53] aynı olay anılmakla yetinilmiştir. Bunlardan sonra Mustafa Nuri Paşa’nın (1824-1890) Netâyic ül-Vukü’ât[54], Yalıkçı Ahmed Rifat’ın (öl. 1894) Nakdül-Tevârih[55], meşhur Ahmed Cevdet Paşa’nın (1822-1895) Vekayi-i devlel-i ‘aliyye yani Tarih-i Cevdet[56] adlı eserleri yer alır. Aynı zamanda Mehmed Celâl’in Kanunî Sultan Süleyman yahut fütuhat 1850[57] isimli manzum eserinde 1538/945 H. tarihli Boğdan seferi de kısaca tasvir edilmiştir. Yüzyılımızın başlarından I. Dünya Savaşma kadar yazılmış Mehmed Kâmil Paşa’nın (öl. 1913) Târih-i siyâsî-i devlet-i ‘aliyye[58] ve Mehmed Murad’ın (öl. 1917) Târih-i Ebu’l-Faruk[59] adlı eserinde de konumuz hakkında kısımlar vardır. Mehmet Atâ’nın (öl. 1918) Osmanlı devleti tarihi’nde [60] -J.v. Hammer ve fasıllar tercümesi- Boğdan seferi genişçe yazılmıştır. Kanuni devrinden sonra yazılmış (XVII-XX. yy.) tarihlerde tekrarlamalar varsa da bazı yeni haberler de bulunmaktadır. Çünkü, yukarıda anılan tarihçilerden bazıları şimdiye kadar bilinmeyen kaynakları kullanmışlar, sonradan Boğdan seferini başka bir gözle görmüşlerdir. Maalesef, 1538/945 H. tarihli Türkçe belgelerden, yani diplomatik Osmanlı kaynaklarından, Boğdan seferiyle ilgili ancak birkaç tanesi neşr olunmuştur[61]. Bu bakımdan konumuzla ilgili derya gibi zengin Türkiye arşivlerinden yeni vesikalar beklemekteyiz. Bu kadar zengin kaynağa rağmen, Türkiye tarihçileri tarafından şimdiye kadar Kanuni’nin Boğdan seferi hakkında hiçbir özel araştırma yapılmamıştır. Bu konu hakkında Türkiye’de yayınlanmış bazı Osmanlı tarihlerinde ve bir iki makalede ufak tefek bölüm vardır. Örneğin Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşıh’nın (öl. 1977) Osmanlı tarihi... [62] adlı eserinde çok genel bir fasıl, İsmail Hami Danişmend’in (öl. 1967) İzahlı Osmanlı tarihi kronolojisinde[63] daha teferruatlı bir bölüm vardır. Daha sonra bir heyet tarafından yazılmış Haritah-Resimli Mufassal Osmanlı Tarihi[64] isimli eserde Boğdan seferine ait bir kısım bulunmaktadır. Maalesef, üçünün de bazı karışıklık ve eksikleri vardır. Bunlardan önce Türkçe, sonra İngilizce olarak yazılmış, gerek Aurel Dccei’nin ve gerek Halil inalcık'ın BOĞDAN ( = Moldova)[65] makalelerinde Kanuni’nin Boğdan seferi şöyle özetlenmiş ve neticelenmiştir: “1538’de Kanuni Süleyman bir te’dip seferi tertip ve Boyarların kendisine ihaneti üzerine Petru Rareş’in türlü maceraları ile Erdel’de Ciceu'ya kaçması akabinde Suceava’yı zapt etti; bir taraftan Kırım hanı Sahip Giray da Yaş şehrini yakmıştı. Irak, Macaristan ve Rodos fatihi “Şehinşah-i Cihan” Kanuni Süleyman Boğdan tahtına kendisine daha mutî bir voyvoda geçirerek, Dnester üzerinde müstahkem Tighina şehrini imparatorluğuna ilhak etti. Tighina şehrine Bender adı verildi. Böylece Boğdan, arazisinin mühim bir kısmını daha kaybetti”[66] Prof. Halil İnalcık The Ottoman Empire... [67] adlı eserinde, diğer bir özellik olarak, gerek Süleyman’ın seferini ve gerekse Moldova’nın tabiyyetini hatırlatmıştır. Çünkü yukarıda anılan eserde sosyo-ekonomik problemlere öncelik verilmiştir. Bundan başka Prof. M. Tayyib Gökbilgin’in (öl. 1981) Kanuni Sultan Süleyman adlı araştırmasında “Boğdan seferi” (1538) hakkında[68] daha genişçe ve derince bir kısım vardır. Burada gerek Türk ve gerekse Avrupa-Romen kaynaklarından ve kaynakçasından, “N. lorga” başta olarak, yararlanılmıştır.
Boğdan/Moldova yani Romen kaynaklarına gelince; çağdaş olarak Letopisetul lui Macarie (Makari’nin vekayinâmesi)[69] adlı kroniği başta hatırlatabiliriz. Neamts manastırı başkeşişi Macarie (öl. 1558), Petru Rarcş Voyvoda'nın emriyle Romen piskoposu tayin edilmiş ve beyinin emriyle Boğdan kroniğini yazmış, Kanuni’nin Boğdan seferinden de kısaca bahsetmiştir. Bu eserinde daha çok Petru Rareş’in çok dramatik-feci kaçmasında ısrar etmiştir. Bundan sonra 1564 civarında yazılmış C'roniea Molda-Polona (Boğdan-Leh kroniği) da konumuzla ilgili bazı haberler vardır[70]. Aşağı yukarı yüz yıl sonra tanınmış Boğdan vekayinâmecisi Grigorie Ureche’nin (öl. 1647) Letopiselul larii Moldovei pîna la Aran Voda 1359"*595 (Aron Voyvoda’ya kadar Boğdan memleketinin kroniği) [71] isimli eserinde aynı olaydan çok söz edilmiştir. Daha eski kaynaklara dayanarak Grigorie Ureche şöyle başlamıştır: “Ne zaman Türk İmparatoru Sultan Süleyman kendi kuvvetiyle ve onunla beraber Eflaklılar ve daha sonra Tatarlarla sultan ve Leh askeriyle hatman Tornowski, Petru Voyvoda üzerine gelmişlerdir. Valeatul yıl 7046 (= 1538) Septemvrie (Eylül) 20...” [72]. Bunların tekrarlanması ve diğer bir versiyonu Nicolae Costin’nin (öl. 1712) Letopisetul larii Moldovei de la zidirea lumii pina la 1601 (Dünya’nın kuruluşundan 1601’e kadar Boğdan kroniği) [73] adlı eserinde Boğdan seferi de yer almıştır. Tanınmış ünlü ilk Romen Türkoloğu Dimitrie Cantemir yani Kantemiroğlu (1673-1723)[74] Osmanlı İmparatorluğunun yükseliş ve çöküş tarihi[75] adlı eserinde Sultan Süleyman’ın Boğdan eyaletini çiğnemesi başlığı taşıyan bir kısım yazılmıştır [76]. Osmanlı kroniklerinden birine bu da muhakkak dayanmış veya oradan tercüme edilmiştir. Franz Babinger’in bir araştırmasına rağmen Dimitrie Cantcmir’in Türk kaynaklarına[77] pek güvenilemez. D. Cantemir’in yukarıda anılan eseri (Almanca tercümesine), diğer Osmanlı imparatorluğu tarihçilerine dayanarak Geschichte des osmanisehen Reiches nach Kantemir... (Viyana-181 i) [78] adlı eserinde, Petru Rareş’in Türklerle ilişkileri ve gerekse Kanuni’nin Boğdan seferi de yer almıştır. Bu beş altı tane Romen rivâyet-naratif kaynaklarından başka Romanya’da, Bükreş’te basılmış tanınmış Hurmuzaki (Bucureşti-1891) [79], Hurmuzaki-Boğdan (1893)[80], Hurmuzaki-Densuşianu (1894)[81] ve Hurmuzaki-lorga’(1915)[82] nın Documente priviloare la isloria Românilor (Romenlerin tarihine ait belgeler) adlı koleksiyonunda [83] yukarıda işaret ettiğimiz bazı ciltlerin bir kısmı da 1538 tarihli Kanuni’nin Boğdan seferiyle ilgilidir. Bunlar Avrupa arşivlerinden derlenmiş olup çoğu ortaçağ Latincesiyle yazılmış çok değerli diplomatik kaynaklardır. Bunların bazılarını yeri geldikçe kullanacağız. Bazı Türk kaynaklarını da araştırmamıza ekleyeceğiz.
Romen tarihçileri arasında Kanuni’nin Boğdan seferi (1538/945 H.) çoktan beri dikkat çekmiş, merak uyandırmış ve daha fazla, Avrupa kaynaklarına dayanarak yer almıştır, örneğin Romanya Birleşik Millî Devleti’nin kuruluş evrelerinde (Ocak 1859) kısa bir süre sonra çağdaş Dalmaçyah Verancsics (Veraniçiç)’in (1504-1543) [84] 1538 tarihli Süleyman'ın Boğdan seferi adlı Latince eseri Romence’ye çevirilerek bir makale şeklinde bastırılmıştır[85]. Sonra II. Dünya Savaşına kadar ünlü Romen tarihçisi A.D. Xenopol (1847-1920)[86], N. lorga (1871-1940)[87] ve Constantin C. Giurescu’nun (1901-1977) [88] Istoria românilor (Romenlerin tarihi) adlı analiz (tahlil)- sentez eserlerinde Kanuni’nin Petru Rareş Voyvoda üzerine Boğdan seferi hakkında da birer kısım veya bölüm vardır. Aynı zamanda N. lorga’nın Geschichle des osmanisehen Reiches... [89] adlı Osmanlı İmparatorluğu tarihinde aynı olay mehâretle yazılmışsa da, bu ancak Romen-Avrupa kaynaklarına dayanmıştır. Aynı şekilde N. lorga’nın Geschichle des Rümdnichen Volkes... [90] adlı eseri de yazılmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan önce Prof. A.V. Boldur’un Istoria Basarabiei (Besarebya tarihi)[91] isimli eserinde kısaca ve çok açık olarak Süleyman’ın Boğdan seferi yer almıştır. Tarihçiye göre bunun sebebi Lehistan Sarayının Osmanlı Padişahını Boğdan’a çağırmasıdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir heyet tarafından yazılmış Istoria României (Romanya tarihi)...[92] adlı eserde Domnia lui Petru Rareş- Gaderea Moldovei sub dominatia otomana (1538) (Petru Rareş’in hakimiyeti Boğdan’ın Osmanlı hakimiyetine uğraması) bölümünün sonunda Sultan Süleyman'ın Boğdan seferine birkaç sayfa ayırmıştır. Olayın sebebi Alosio Gritti’nin öldürülmesi ve Petru Rareş’in Habsburglarla ilişkileridir. A. Otetea ve V. Maciu’nun redakte ettikleri Istoria poporului roman (Romen halkının tarihi)[93] adlı eserde Kanuni’nin Boğdan seferi çok kısaca anlatılmıştır. Petru Rareş’in suçu değil, ancak büyük Boyarların hainliği anılmaktadır. Bu çok dar bir görüştür. Ünlü tarihçi Constantin C. Giurescu ve oğlu Dinu C. Giurescu’nun Istoria Românilor (Romenlerin tarihi) 2 (Bucureşti-1976) [94] isimli eserinde de aynı olay daha iyi bir şekilde izahlı olarak yer almıştır. Bundan gayri Boğdan Voyvodası Petru Rareş’e ait (I. defa 1527-1538; II. 1541-1546) Prof. Dr. lon Ursu (1875-1925) [95] Paul Simionescu[96] ve genç tarihçimiz Ştefan Gorovei (doğumu 1948)[97] tarafından yazılmış monografilerde Kanuni’nin Boğdan seferi fazlaca yer almıştır. Bunlardan başka Dr. Leon Şimanschi başkanlığındaki bir heyet tarafından yazılan Petru Rareş [98] adlı eserde tanınmış genç tarihçimiz Dr. Cemil Tahsin (doğumu: Mecidiye 1943) de “In fala impaclului otoman” (Osmanlı vuruşu karşısında) [99] başlıklı bir bölüm yazmış, bu yazısında bazı Türk kaynaklarım da kullanmıştır. Aynı olayların arifesi için (1537-1538) özellikle Al. Cioranescu’nun “Petru Rareş ve V. Karol’un Doğu politikası” [100] ve “Simankaş arşivlerinden derlenmiş Romenlerin tarihine ait belgeler”[101] isimli eserleri sıralayabiliriz.
Tarihçi-Türkolog Aurel Decei’nin (1905-1976) Istoria imperiulu oltoman (Osmanlı İmparatorluğunun tarihi) [102] adlı eserinde Kanuni’nin Boğdan seferi hakkında bir kısım varsa da çok genel olduğu ve bilinen olaylara dayandığı için ilmi değeri azdır. Bundan iki yıl önce basılmış Mustafa Ali Mehmed’in Istoria lurcilor (Türklerin tarihi) [103] adlı kitapçığı* da kompilasiyon ya da derleme şeklinde olduğundan çok karışık ve değeri daha da azdır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kanuni’nin Boğdan seferi hakkında özel bazı çalışmalar da vardır. Bunlar kronolojik sırayla şunlardır: Eugen Stanescu’nun Le coup d'etat nobiliaire de 1338 et son röle dans l’asservissement de la Moldaviepar TEmpire otloman [104] adlı araştırmasında Boyarların darbesinden çok Petru Rareş’in kendi maceralı ve yanlış politikası III. Osmanlı padişahını seferi hümayunla Boğdan’a getirtmiştir denilmektedir. Burada bizim yukarıda anılan iki versiyonlu Sultan Süleyman’ın Boğdan seferine ait Bender kitabesi (1538/945 H.) [105] ile Türk kronikleri ışığında Süleyman
Muhteşem’ın 1538)945 H. tarihli Boğdan seferi (Rusça) [106] adlı bildirimizi de sıralayabiliriz. Bunlardan sonra iki ciltlik Cronici lurceşti privind lârile române (Romen ülkelerine ait Türk kronikleri) [107] adlı eserimizde de bu konuyu daha iyi incelemek için yeni kaynaklara yer verilmiştir; ama bazı eksiklikleri de vardır. Bunlardan başka son on yıl içinde de Kanuni’nin Boğdan seferine ait birkaç özel çalışma vardır. Bunlar arasında şunları sayabiliriz: lancu Bidian, Moldova fi tratativele polono-otlomane intr-un document din 1538 (1538 tarihli bir belgede Leh-Osmanlı müzakerelerinde Boğdan)[108]; I.D. Martin, La “trecâtoarea Boloşanilor” in 1538 (1538’de “Botoşan geçidinde”) [109] Manole Neagoe, Petru Rareş şi Campania din 1538 (Petru Rareş ve 1538’deki sefer) [110] ve Constantin Rezachevici, Tratatul lui Petru Rareş fi Sigismund 1 in (28-31 august ’538) din Vremea campani ei lui Suleiman Magnifıcul in Moldova (Muhteşem Süleyman’ın Boğdan seferi zamanında Petru Rareş ve I. Sigismund’un muahedesi, 2831. VIII. 1538) [111]. Bu çalışmalar arasında Ştefan Simionescu’nun, Not date despre situatia inlernâ fi externâ a Moldovei in anul 1538 intr-un document inedit (Yayınlanmamış bir belgede Boğdan’ın 1538’deki iç ve dış durumu hakkında yeni haberler)[112], Moldova in tratativele polono-ottomane intr-un document din 1538 (1538 tarihli bir belgede Leh-Osmanlı müzakerelerinde Boğdan) [113], Târile române fi inceputul politicii râsâritene antiotomane a Imperiului habsburgic (1526-1594) (Romen ülkeleri ve Habsburg imparatorluğunun Osmanlılar aleyhine doğu politikasının başlaması 1526-1594) [114]. Romence Relatiile ıntemationale ale Moldovei cu Imperul habsburgic in timpul domniei lui Petru Rareş[115] ve Fransızca I^es relalions de la Moldavie avec les Habsbourg pendant le rigne de Petru Rareş 1527-1538; 1541-1546 [116] adlı makalelerini hatırlatabiliriz. Yukarıda anılan bazı çalışmalarda Kanuni’nin Boğdan seferinin sebeplerini, inkişafını ve neticesini muhakkak iyi anlatamamışlardır. Bunların sebebi belki gençliklerindendir.
Yukarıda sıralanan Romen kaynaklarından başka, Boğdan seferi hakkında Lehlilerin hareketini ve rolünü Ada Tomıdana (Akta Tomiçyana) [116a] adlı koleksiyondaki bazı elçi raporları ispat etmektedir, örneğin 1533 yılının sonlarında Al. Gritti’nin ve sadrazam Ayaş Paşa nın ifadesine göre Kanuni, Petru Rareş üzerine sefer açmak kararındadır.
Batı Avrupa kaynaklarına gelince, olaydan 50 yıl sonra yazılmış Hans Löwenklau (Johannes Leuclavius)un Annales Sultanorum Othmanidarum (Frankfurti 1588) [117] adlı eserinde gerek çağdaş Muhieddin cAli el- Cemâli’ye (öl. 1560) [118] ve gerek diğer Türk kroniklerine dayanarak Boğdan seferi hakkında bir bölüm vardır[119]. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Arnavut asilzadelerinden biri olan Di Antonio Geropoldi nin Bilanda hislonca-politica deli 'Imperu oltomano [120] adlı eserinde Kanuni’nin Boğdan seferi ve Preveze zaferi anlatılmıştır.
Batı Avrupa’da Fransız tarihçilerinden M. Mignot’un Hisloire de l’Empire otlaman... (1773) [121] adlı eserinde Boğdan seferi hakkında da kısaca bir kısım vardır. Bundan sonra, geçen yüzyılın ilk yarısında yazılmış ve dünya çapında tanınmış Joseph von Hammer’in (1774-1856) Geschichle des osmanisehen Reiches[122] ve Johann VVilhelm Zinkei Sen’in Geschichle des osmanisehen Reiches in Europa [123] adlı Osmanlı devleti tarihlerinde diğer siyasi, askeri olaylar gibi Kanuni’nin Boğdan seferi de büyük bir yer almıştır, özelliklej. v. Hammer bazı Türk kroniklerini de, orijinale dayanarak çokça kullanmıştır. Bunlardan sonra yazılmış N. lorga’nın Almanca Osmanlı devlet tarihinde gerek Kanuni devri ve gerekse Boğdan seferi (1538) bir destan gibi okunur [124] daha küçük bir ölçüde başta Fransız tarihçilerinden A. de Lamartine [125], Theophile Lavallee[126] ve A. de Joncquiere [127] nin eserlerinde Boğdan seferi kısaca ve üstünkörü yazılmıştır.
Bazı Osmanlı tarihlerinden başka Kırım hanlığına ait olan eserlerde de Kanuni’nin Boğdan seferine Sahip Giray Han idaresinde Tatarların katıldığı meydana çıkarılmıştır. Bu mesele hakkında W. Barthold’un Giray adlı kısa makalesinde [128] hiçbir bilgi yoktur. Halil înalcık’ın Giray adlı makalesinde[129] “Mengli Giray’ın 1484 Boğdan seferinden beri Kırım hanlarının Osmanlılar ile askeri işbirliğinde bulundukları” belirtilmektedir. İkinci defa 1538’de, yine Boğdan’a karşı Sahip Giray’ın gelip, Kanuni Süleyman’ın ordusu ile birleştiğini görüyoruz. “Bu seferde padişah kendisine hükümdar muamelesi gösterdi...” [130] denilmektedir. Bundan başka J. v. Hammer’in Osmanlı tarihine rağmen, Geschichte der Chane der Krim adlı eserinde[131] aynı konu hakkında bir bilgi yoksa da tanınmış Rus Türkologlarından V. D. Smirnov’un (1846-1922)[132] Krımskoe Hanstvo pod verhovenslvon Osmanskoy Portı do naçala XVIII. veka (XVIII. yüzyılın başlarına kadar yüksek Osmanlı kapusunun da idaresinde Kırım Hanlığı) [133] adlı eserinde Kanuni’nin Boğdan seferine de bir bölüm ayrılmıştır. Bazı Osmanlı kroniklerine (M. ‘Ali, t. Peçevi, Solakzade) dayanmasına rağmen bu eserin de hataları vardır. Söz gelişi, 945 H. = 1532 M. olamaz, bu tam 1538 yılına rastlar. Osmanlı kroniklerine göre Kalçın yani Nalçın, laşi (Yaş-Yası) şehri olamaz [134], muhakkak o zamanki ve şimdiki Prut suyu kenarında olan Falciu (Tk. Fahç) kasabası söz konusudur.Yirmiüç yıl önce yazılmış A.D. Noviçev’in Istoria Turçiy (Türkiye tarihi) [135] adlı eserinde Boğdan seferine ancak çok kısa bir paragraf ayrılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman’a “Muhteşem” unvanım veren Avrupa tarihçileri tarafından yazılmış “monografya” şeklindeki eserlerde Boğdan seferi ya unutulmuş ya da ancak bir iki sözle anılmıştır. Çünkü bunlar, romantik ya da “populaire” eserlerdir. Daha çok Rokselana “Uksor Solimani” hakkında yazılmışlardır, örneğin, Harold Lamb’in Suleiman the Magnificent, Sultan of the East[136], Fairfax Downney’in Soliman le legislataur [137] ve Renzo Sertoli Salis’in Soliman le Magnifıque (Muhteşem Süleyman) [138] adlı monografilerini sıralayabiliriz. Bunların arasında daha küçük bir ölçüde Prof. N. Ciachir (Çakır)’ın Suleiman Magnificul-Sultanul şi epoca sa (Muhteşem Süleyman-Sultan ve devri) [139] adlı eserinin “Romen ülkeleriyle Muhteşem Süleyman’ın ilişkileri” bölümünde Boğdan seferine iyi bir bölüm ayrılmıştır. Son olarak bizim Imperiul otlaman in secolul al XVI-lea... (XVI. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu) [140] adlı eserlerimizin özetinde “Expeditia impotriva Moldovei" [141] kısa bir paragraf yayınlanmıştır.
Yukarıda gözden geçirilen kaynak ve kaynakçalarımız tam değilse de bir ilmi araştırma için kâfidir. Bunlar aynı zamanda konumuz için iyi birer kaynak ve kaynakça rehberdir; ancak Kanuni’nin Boğdan seferi ve zaferine ait değil, aynı olayın öncelerine ve neticesine de ışık tutarlar. İmkan dahilinde aşağıdaki meseleler için en mühimlerini onların ışığında açıklayacağız. Bazı olayları da gereği kadar açıklayacağız.
Kanuni ve Petru Rareş devrine kadar Türk-Boğdan ilişkileri.
Ciddi tarihsel kaynaklara göre Boğdan yani Moldova’nın OsmanlIlarla ilişkileri ancak İstanbul’un fethinden sonra iyice açıklık kazanmaya başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed Belgrad kuşatmasından önce gerek paraya olan ihtiyacı ve gerekse Boğdan Voyvodası Petru Aron’u (1455-1457) denemek için ona tuğrasıyla Slavca bir mektup göndermiş idi (5 Ekim 1455) [142]. Böylece Voyvodayı tehdit ederek 2000 altın haraç istemiş idi. Boğdanlılar korkularına rağmen haracı derhal göndermemişlerdir. Başta Voyvoda divanında -Vaslui şehrinde- tartışmalar olmuş ve en sonunda 1456’nın ilkbaharında istenen haracı logolat Mihail (Mihul) isimli Boyarla göndermişlerdir. Boğdan’m Padişah hâzinesine ilk haraç ödemesinin ayı ve günü tam bilinmez. Her halde 9 Haziran 1456 (5 Recep 860) tarihli Fatih’in Yeni-Derbend’den Türkçe ferman-mektubunda (bili) “...Boğdan ili Beyi Pitir (= Petru) Voyvoda ile barışıklık idüp arada düşmanlığı götürdüm ve buyurdum...” [143] denilmektedir. Böylece Moldova’nm ilk haracı Fatih’in hâzinesine ister istemez ödenmiş idi [144]. Bundan önce Boğdanlılar Osmanlılara hediye vermişlerdir. Kendi belgelerinde “dam” denilirdi. Yukarıda anılan Fatih’in Türkçe mektubu Boğdan’m Akkerman’daki bazirganlarma bir ticari imtiyaz (Privilegium) olmasına rağmen bazı safdillere göre bir “tratat” yani ahidname veya muahededir (?!) [145]. Kahraman Boğdan voyvodası meşhur Ştefan çel Mare (1457-1504) de önce 2000 Macar altını, sonra da Kili/Chilia kalesinin Macarlardan alınmasından başlayarak (25 Ocak 1465) yılda 3000 altını Fatih’in hâzinesine muhakkak ödemiş ve böylece Türk egemenliğini de tanımıştır. Bunun karşılığı bazı ticari imtiyazlar kazanmış idi. Aynı zamanda OsmanlIların himayesinde memleketini ve askerini kuvvetlendirerek Ştefan çel Mare Macar-Leh krallarım ve Altın-Ordu hanlarım sırasıyla mağlup etmiştir. Ama 1470’ten sonra bağımsızlık bahanesiyle gururlanarak isyan bayrağını kaldırmış idi. Osmanlıların himayesinde olan Eflak Beyi Radu çel Frumos’u ve Tsepeluş (Kazıklıcak) Voyvodayı memleketinde (Rîmnicul- Sarat’ta) vurmuş ve sonra Türklerin düşmanlan olan Uzun Haşan, Venedik, Napoli ve Macar-Leh krallarıyla hep Osmanlıların aleyhine bir ittifak yapmıştır (1472-1473). Aynı zamanda, 1474’ten önce padişaha haraç vermekten de vazgeçmiş idi. Fatih’in denemesini reddetmişse de Rumeli Beylerbeyi Süleyman Paşa’yı 30-40 bin askeriyle bozguna uğratmış idi (10 Ocak 1475). Böylece bir münasebetsiz hareket karşısında darılan Fatih şahsen Ştefan çel Mare’nin üzerine sefer açmış ve Valea-Alba (Akdere) ve sonra Razboinei denilen yerde Boğdanhları zar-zor ezmişti [146]. Koca Ştefan komşu memleketlerden, Matyaş Korvin, Papa’dan ve Leh kralından ümit ettiği ve istediği yardımı alamamıştır. Böylece, Ştefan çel Mare durumu iyi anlamış ve birkaç yıl sonra kendi arzusu üzerine Fatih’le bir Sulhnâme aktederek Osmanlılara yılda 3000 yerine 6000 altın haraç vermiş ve Türklerin dostuna dost ve düşmanlarına düşman olmuş idi (1479-1481) [147]. Maalesef, bu Boğdan-Osmanlı Sulhnâmesinin geçerliliği ancak birkaç yıl sürmüş sürmemiştir. II. Sultan Bayezid’in (1481-1512) Cem Sultanla taht kavgasından Ştefan çel Mare istifade ederek muvakkaten tekrar haraç ödemekten vazgeçmiş ve Eflak iline akın ederek talan ve yağma etmiş idi. Bilindiği üzere Eflak memleketi Osmanlıların egemenliğinde idi. Gerek Boğdan-Moldova’yı gerekse Eflak’ı Ştefan çel Mare Osmanlıların egemenliğinden çıkarmak istiyordu. Böyle bir tavırdan ve münasebetsiz hareketten memnun olmayıp, on oniki yıl önce babası gibi, II. Bayezid de Boğdan üzerine, 1484 M./889 H. ilkbaharında, sefer açmıştır. O yılın yaz mevsiminde Tuna (Dunarea) ağzında tanınmış ticari kale, Kili’yi (14 Temmuz) ve Turla/Diniestr Limanında Akkerman’ı (5/6 Ağustos) zaptetmiş idi148. Ştefan çel Mare gece baskınıyla ( şebhun) Akkerman’ı geri almak istediyse de başarılı olamamış idi. Buna cevap olarak 1485 yılında gerek Rumeli Beylerbeyi Mihaloğlu Ali Bey ve gerekse Silistre Sancağı Beyi Malkoçoğlu Bali Bey [149] Boğdan’a akın etmişler ve bazı büyük Boyarlar muti olmuşlarsa da, Câtlâbuga (Kutluğbuğa) mevkiindeki savaşta Ştefan çel Mare zaferi kazanmış idi (16 Kasım 1485) [150]. Çünkü Osmanlı askerinin büyük bir kısmı soğuktan ölmüş, ayak ve elleri donmuştur. Bu olay Romence “Gerul lui Markoşi (Malkoç) paşa” (Malkoç Paşa’nın ayazı) diye Romen folklorunda da yer almıştır[151]. Gerek Hans Joachim Kissling tarafından neşrolunmuş “Eine anonyme allosmanische Chronik über Sultan Bâyezid” [152], gerekse diğer kaynaklara dayanarak Ştefan S. Gorovei’in bir ciddi araştırmasına göre, 1486 yılının sonlarında Ştefan çel Mare, İstanbul’a bir elçi göndererek Osmanlılarla tekrar bir Sulhnâme aktetmiş idi[153]. Bundan sonra hayatının sonuna kadar Türklere sadık kalmıştır. Hatta 1497-1498 yıllarında Lehliler üzerine “Codrul Cozminului” ( Kozmin korusu) denilen savaşta Koca Ştefan, Rumeli ve Silistre Türklerine 600 ya da 2000 askerle yardımda bulunmuştur. Sonra Silistre Sancağı Beyi Malkoçoğlu Bali Bey’in Lehistan’a intikam akınında Ştefan çel Mare de kılavuzluk etmiş idi. Hizmet ve sadakatına karşılık bu sefer Koca Ştefan samur kürklü hıl'at (= Kaftan), iki tuğ, sancak ve bir de kuka ile taltif olundu[154]. Böylece Boğdan/ Moldova’nın Osmanlı hakimiyetini kabulü gerçekleşti. Bazı tarihçilere göre Ştefan çel Mare, Türklere yıllık 4000 altın haraç olarak ödemişse de [155], Topkapı Sarayı Arşivindeki bir belgeye göre (E. nr. 5995) [l56], aynı voyvoda II. Bayezid’in devrinde onun hâzinesine 5000 altın ödemiştir. Belki aynı miktardaki haracı Ştefan çel Mare’nin ilk halefleri de ödemiştir. Herhalde XVI. yüzyılın başlarına değin bu kadar idi [157]. Bundan başka bir tarihsel geleneğe göre "Ştefan çel Mare ölüm döşeğinde oğlu Buğdan'a (1504-1517) memleketi Türklere tabi' kılmasını tavsiye etli, diğer uluslara tabi’ olmamasını da tembih etti. Çünkü Türk ulusunun daha anlayışlı ve daha kuvvetli olduğunu, zira oğlunun memleketi kılıç kuvvetiyle idare edemeyeceğini söyledi"[158]. Başka bir geleneğe göre III. Boğdan’m logolat Tautu elçiliğiyle İstanbul da, 1507 - 1508’de 8000 altın ödemesi ciddi bir çağdaş kaynağa dayanmamıştır. Bu bakımdan bazı ciddi tarihçilerin hakkı yoktur [159]. Belki bu da M. Berza’nın uydurmalarından biridir[160]. Nicoarâ Beldiceanu “XV. yüzyılın sonu ve XVI. yüzyılın başında Osmanlı Moldovası” adlı ciddi ilmi araştırmasında [161] o devirdeki Boğdan’m durumunu çok iyi açıklamıştır. Gerek Koca Ştefan'ın vasiyetnamesine ve gerekse D. Cantemir’in dediklerine bakılırsa, Romen tarihçilerine göre III. Boğdan zamanında (1504-1517) [162] Boğdanlılar Osmanlı egemenliğini, “închinare” veya “aservire” denilen Türk hükümranlığını, tanımışlardır (1511-1512) [163]. Bazı Romen tarihçilerine göre yukarıda anılan “esirvire’ (resmi tabiyet) 1496’da yapılmıştır[164]. Ama diğer bir tarihçiye göre ancak 1538’de “închinare” vuku bulmuştur[165]. Maalesef bu bilgileri verenlerin hiçbirisi çağdaş bir “ahitname”ye dayanmamışlar, ancak geleneğe göre yazmışlardır. Osmanlı imparatorluğunun Romen ülkeleriyle (Ellâk- Boğdan) ahitname “tratat” imzalamasına imkân yoktur. Bu mesele hakkında bazı tarihçiler son zamanlarda, Mihai Maxim [166] başta olarak, çok direnmelerine rağmen başka bir şey çıkaramadılar. Eski “tratat”ların taklit olduğunu yıllarca önce Constantin Giurescu (1908) ispat etmiştir. Bu halde ancak “kapitülasyonlar” yani beratla verilen imtiyazlar kalmıştır. Çağdaş kaynaklardan birisine göre I. Selim tahta çıkmadan birkaç ay önce Akkerman Kalesi’nde bulunurken, Boğdan Voyvodası Boğdan’a Tuna kıyısında arazi, göller, dereler üzerinde özellikler balıkçılık ve otlak için bazı imtiyazlar vermiştir (25 Ocak 1512 tarihli Slavca bir belge) [167]. Maalesef bu belgeyi bilmeyen birtakım Romen tarihçileri bazı faraziyeler ortaya atmışlardır. Topkapı Sarayı Arşivinde bulunan 1511 ve 1521 tarihli Türkçe yazılmış iki mektup da (E.nr. 6512 ve E.nr. 6519) Boğdan üzerindeki Osmanlı egemenliğini tasdik etmektedir. Bunlardan birincisinde Boğdan voyvodaları Lehistan ve Macaristan'daki durumu devlet kapısına bildirmişler, İkincisinde padişah emrine göre Transilvanya’daki “Sekvelet, Sekület memleketini” yani bölgesini talan ve yağma etmelerine rağmen, Boğdan voyvodası bazı bahanelerle bunu reddetmiştir. Uzunca bir giriş ile yukarıda adı geçen iki belgeyi Cemil Tahsin yayınlamıştır [168] .
Gerek III. Boğdan ve gerek halefi Genç Ştefan = Ştefanitsa (15171527) zamanında Boğdanhlar, Türklere karşı Ştefan çel Mare’nin vasiyetnamesine göre hareket etmişlerdir. Ama Osmanlı kroniklerine göre 1. Selim’in Iran, Mısır ve Kanuni’nin Macar seferlerinden faydalanarak Boğdanhlar bazen haraç ödemeyi ihmal etmişlerdir. Aynı zamanda Kili ve Akkerman kaleleri civarında 1484’ten sonra sınır tespitine rağmen arada sırada hududa tecavüz etmişlerse de Osmanlılar buna göz yumarak ancak ikaz ile iktifa etmişlerdir[169].
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi 1521’de Kanuni’nin Belgrad seferi arifesinde yeni Osmanlı padişahının fermanına rağmen Boğdanhlar Transilvanya’daki Szekely bölgesine (Sevkelel memleketine) akın etmemişlerdir. “Memleketimizi Tatarlardan korumak, Turla’da bulunmak vb.” bazı bahaneler bulmuşlardır[170]. Üç yıl sonra, 1524’te, Prut kenarındaki Târâsâutsi mevkiinde Lehistan'dan dönen bir Türk çetesi üzerine Boğdanlılar hücum etmişlerse de Osmanlılar buna da göz yummuşlardır[171]. Çünkü Boğdanlılar “Memleketimizi basmışlar” diye cevap vermişlerdir. Mohaç seferi arifesinde (1526) Osmanlı padişahı Transilvanya’ya bir akın için Boğdan’a emir vermiş olmasına rağmen yerlerinden kıpırdamamışlardır. Ama bazı modern Türk tarihçilerine göre Boğdanhlann da Mohaç savaşına (29 Ağustos 1526) katılmış olmaları, eğer yanlış değilse, muhakkak çok çok şüphelidir. Bilindiği üzere bu akına Transilvanya Voyvodası Jan (Yanoş) Zâpolyai bile katılmamıştır. O zamanki Boğdan’ın durumuna rağmen nasıl katılacaktır? örneğin tarihçi İsmail Hami Danişmend’e göre Mohaç meydanında Macar kralı gibi Boğdan voyvodası da telef olmuş ve yerine kardeşi “Beşinci Petru” geçmiştir[172]. V. değil IV. Petru olmalıdır. Bu çeşit haberler bir tarihsel kaynağa dayanmadığı gibi bence muhakkak yanlıştır. Acizane fikrimce hayalidir! Çünkü bilindiğine göre Boğdan Voyvodası Genç Ştefan, 14 Ocak 1527’de Hotin Kalesi’nde bir Boyar kumpasıyası’yla karısı tarafından zehirlenip öldürülmüştür. Onun yerine kardeşi IV. Petru Rareş tahta geçmiştir (20 Ocak 1527). Belki de ahlaki moral bakımından diğer Hıristiyanlar gibi Boğdanlılar da Macarlara taraftar olmuşlardır. Bundan önce ve Mohaç Zaferinden sonra, Transilvanya ( Erdel-Ardeal) Voyvodası Jan Zâpolyai Macar Krallığına seçilmiştir (16 Ekim 1526). Çünkü Mohaç’ta ölen Louis II = Lajos’un yerine Almanya İmparatoru Charles- Quint’in (V.) küçük kardeşi Arşidük Ferdinand (Eeranduş) Habsburg da akrabası olarak aday gösterilmiş idi. Bu olaydan sonra Macaristan fatihi Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul'a döndü[173]. Gerek Jan Zâpolyai ve gerekse yeni Boğdan Voyvodası Petru Rareş’in Türklerle çeşitli ilgileri vardır. İkisi de Osmanlı Padişahının himayesinde bulunmuşlardır.
Petru Rareş'in ilk hükümdarlığında (1527-1538) hamini Süleymanla ilişkileri Yeni Boğdan Voyvodası Petru Rareş, yukarıda anılan, Ştefan çel Mare’nin gayri meşru oğullarından biridir. Tahta çıkmazdan önce, balıkçılıkla (Majör) geçinirmiş[174]. Tahta çıktığında geleneğe göre, (20.1.1527) babası Koca Ştefan gibi cengâver seciyesine rağmen Macar krallığının yıkılmış olması ve Lehistan’ın da Osmanlılarla dost olmasından dolayı, Türk egemenliğini tanıyarak boynunu eğmişti. Romen ve Türk tarihçileri 1715’te Latince yazılmış Dimitrie Cantemir’in eserine[175] dayanarak şöyle yazmışlardır: “V. Petru’nun ilk önce bir elçi gönderdikten sonra bizzat gelip tâbiyyet ve inkıyadım arz etmiş olduğu hakkında da bir rivayet vardır. Muahedenin en mühim esaslarına göre Boğdan prensliği o tarihten itibaren Osmanlı hakimiyetini kabul etmiş ve senede 4000 altın haraçla o devrin usulünce her sene metbûna tâbiyyet hediyesi olarak 40 gebe kısrak ve 24 şahin takdimini taahhüt etmiş, hatta bunların ilk taksidini beraber getirmiştir”[176]. Bu çeşit haberlerin aslı olmayıp, sonradan uydurma da olabilir. Bunların ilmi bir değeri yoktur. Çünkü bunlar ciddi bir tarihsel kaynağa dayanmamaktadırlar, örneğin Fatih ve II. Bayezid devrinde Boğdan prensliği beş altı bin haraç ödemişse, sonra bu haraç nasıl dört bine indirilmiştir? XVI. yüzyıldan beri para gittikçe değerini kaybettiğinden haraç da zamla artmıştır. Bu konu ile pek ilgilenmeyen M. Berza’ya göre haracın artması bir “Türk sömürmesi yani boyunduruk meselesinin göstergesidir” [177]. Bunların hepsi rivayet olabilir.
Hakimiyetinin ilk aylarında Petru Rareş’in Osmanlılarla ilişkileri biraz karışıktı. Çünkü Kanuni Sultan Süleyman, Boğdan Boyarlarının Petru Rareş’i seçmesinden pek memnun değildi. Bazı kaynaklara göre Petru Rareş’in yerine İstanbul’da Türklerle büyümüş -belki Ştefan Lâcusta’yı- göndermişler ya da kendi arzusu ile beylik için gitmişse de onun hakkından tez gelinmiştir. Diğer bir habere göre “hakimiyet hırsı mükafatını (ödülünü) kabul etmiştir”[178]. Bu güç durumda bulunan Petru Rareş ilkbaharda büyük Logofat Toader Bubuyog adlı bir Boyar’ı haraç ve hediyeyle İstanbul’a göndermişti (23 Nisan 1527). Yukarıda anılan
Boyar’ın görevi başta Petru Rareş’in Padişah Kanuni Süleyman tarafından tasdik edilmesi ve aynı zamanda Osmanlıların tavır ve hareketleri hakkında bazı haberler derlemesi idi. Bunlar için imparatorluk paytahtmda sonbahara kadar kaldı. Ancak kasım ayının başlarında bazı heyecanlı haberlerle döndü. “Osmanlıların Hıristiyanlar üzerine büyük bir sefer hazırlayarak gerek karadan ve gerekse denizden mükemmel hazırlıkları var” diye çok telaşlandırın haberler getirdi. Bunlara dayanarak Petru Rareş Türklerin niyetlerini, hazırlandıkları 19 Ekimde adamları Simion ve lon Diacul (Katip)’le Arşidük Ferdinand’a bildirmiş idi[179]. Aynı zamanda bu mesele hakkında Lehistan kralına da haber göndermişti[180]. Böylece hakimiyetinin başlarında bile Petru Rareş, çok gizlice iki yüzlü bir politikaya girişmişti. Buna rağmen Jan Zâpolyai’nin elçisi Jeronim Laski İstanbul’dan dönüşünde (Ocak 1528) Petru Rareş’e Jan Zâpolyai’nin Transilvanya’yı zapt etmesini bildiren bir ferman getirmişti. Başta 14 Şubatta (1528) Eğri (Egger) piskoposuna yazmış Osmanlıların ve Jan Zâpolyai’nin aleyhine hareket ederek Ferdinand Habsburg’a yardım etmiş ama[181] sonra planını değiştirmiştir. Çünkü iki imparatorluk savaşırsa Transilvanya’daki bazı emlaklarını genişletecektir. Ferdinand üzerine Osmanlı “sefer-i hümayunu” başladıktan sonra (10 Mayıs 1529) Boğdan Voyvodası Petru Rareş “Ferdinandist” yani Ferdinand taraftarları üzerine Jan Zâpolyai ile Lipova’da bir işbirliği anlaşması akt etmiştir (1 7 Mayıs). Bir kaynak: “Bu günlerde Boğdan Voyvodasının elçisi, Moldova metropolidi (episkopus in Moldavia primarius)” [182] diye yazmıştır. Bunun benzeri bir kararnameye göre, Boğdan Voyvodası Transilvanya üzerine Kanuni Süleyman’ın emriyle sefer açmıştır. Bu bölgedeki Feldioara denilen mevkide Petru Rareş’in ileri gelenlerinden (Vornik) -Boyar Grozav adlı kumandan [183] Ferdinand’ın Avusturya- Nemçe taraftarlarını, yani Türk düşmanlarım, büyük bir bozguna uğratmıştı (22 Haziran 1529). Bundan başka zaferler de kazanmıştır. Osmanlı himayesinde bulunan Budun (Budin) Kralı Jan Zâpolyai sevincinden başta L'nguraşul (Macarcık) kalesini ve sonra Ciceiul, Cetatea de Balta, Bistritsa ve Rodna isimli hisarları Petru Rareş’e hediye olarak teslim etmişti (Eylül 1529) [184]. Böylece Petru Rareş, Osmanldarm rızasıyla Transilvanya’da Ardeal’ın doğu bölgesinde beş kale elde ederek hakimiyetini takviye etmiştir. Bu halde gerek Boğdanhlar ve gerekse beyleri Petru Rareş, Transilvanya’nm diğer kalelerine de göz dikmişlerdi. Başka bir fırsat bekliyorlardı.
Kanuni nin Avusturya-Viyana/Beç seferi ruznâmesinde kayıtlıdır ki, "Çclik-Burun” menzilinde Boğdan elçisi Padişahın elini öpmüş ve haraç getirmiştir (10 Eylül 1528 = 6 Muharrem 936)” [185]. Yukarıda belirttiğimiz gibi, başka bazı tereddütleri olduysa da, gerek Transilvanya’daki Ferdinand’ın taraftarları üzerine zaferi ve gerekse elçisiyle haracı göndermesi ile Petru Rareş, Türklerin itimadını ve sempatisini kazanmıştı. Böylece Osmanlı egemenliğini tekrar tanımıştı.
Böyle, iyi bir durumda bulunan Petru Rareş gururlanmış ve 1530- 1531'den başlayarak çok kavgalı Pokutsya meselesine girişmişti. O vakit Pokutsya bölgesi Lehistan’ın güneyinde ve Moldova’nın kuzeyinde olduğundan Boğdanhların eskiden beri bazı istekleri ve hak iddiaları vardı. Bu mesele hakkında merhum hocam Prof. lon I. Nistor (1876-1962) gençliğinde değerli bir etüd hazırlamıştır[186]. Bu tarihi meseleyi aklına getiren Petru Rareş, 1531’de, Lehistan üzerine iki sefer açmışsa da Gwozdziec ve Obertyn mevkilerinde hatman Jan Tarnowskyle yaptığı iki savaşı da kaybetmiştir [l87]. özellikle Obertyn’de büyük bozguna uğramıştı. Burada Dalmath (Dalmaçyah) Erokle’ye göre Petru Rareş bazı Boğdan bayrakları arasında Kanuni Süleyman tarafından verilen tayın-unvanhk (inverstiture) Türk Bayrağını bile kaybetmişti[188]. Böylece bir felakete uğramış ve bırakılmamıştı. İntikam almak için 1532’de Devlet-i aliyye’ye müracaat ederek Lehlilerden şikayet etmiş ve yardım da istemişti. Hukuki bakımdan böyle bir durum vardır ama Türkler Petru Rareş’e ne Pokutsya’yı kazanmak için yardımda bulunabilir ne de bir hücuma müsaade edebilirlerdi. Çünkü bu çeşit bir hareket gerek eski (1499) ve gerekse yenilenmiş (1532) Osmanlı-Lehistan anlaşmasına ters düşerdi. Aynı muahede de “Gerek Boğdanhların ve gerekse Tatarların Lehistan hududuna tecavüz etmeleri” diye bir kayıt vardır. Buna dayanarak Osmanlılar Petru Rareş’e hiçbir hücum müsaadesi vermemişlerdir. Ancak silahsız anlaşma ve sakinlik tarikiyle iki komşu gibi meselenin halledilmesini tavsiye etmişlerdir. Bu çeşit bir cevap karşısında Petru Rareş Türklerden memnun kalmış, tekrar iki yüzlü bir politikaya girişmiş; Alman-Nemçe imparator ve krallarından Charles Quint’e ve küçük kardeşi Ferdinand Habsburg’a tereddütsüz müracaat etmişti. Bunlar Pokutsya’yı ve Transilvanya’yı Boğdan Voyvodasına adamışlardı. Çünkü Nemçelere, Petru Rareş’in yardımı ve onun Osmanlılara engel olması yani düşmanlığı çok önemliydi. Avusturya-Nemçeler başta Transilvanya olmak üzere Romen ülkelerini Osmanlı egemenliğinden çıkarmak istiyorlardı. Böylece Karlofça muahedesinde (1699) Transilvanya’yı Romen ülkelerinden, ancak kendilerine, kopardılar...
Pokutsya hakkında Osmanlı padişahının iyi nasihatına rağmen, Petru Rareş intikam almak için o bölgeye fırsat buldukça hücum ederdi. Lehistan elçileri Boğdanlıların yağmalarından devlet kapısına, şikayet ederek o “eşkiya-haydut Ulah-Moldovah’nın” uzaklaştırılmasını, değiştirilmesini veya kovalanmasını fırsat buldukça, arzcdiyorlardı. Devlet-i aliyye de bu mesele hakkında çok sabırlı idi. Aynı zamanda son I ürk İmparatorluğu nun gerek Asya’da, gerek Avrupa da bazı acele ve daha karışık işleri vardı. Bunlardan Petru Rareş istediği kadar istifade ediyordu, örneğin, Kanuni Sultan Süleyman iki yıldan fazla (1534-1536) Irakeyn seferinde bulunduğu sırada Sadrazam İbrahim Paşa’nın favorisi ve Osmanlı devletinin müsteşarı maceracı Aloisio Gritti’nin iki de oğlu (Antonio ve Peren/Petro) katillerine katılmıştır. Bilindiği üzere 1534’te, 1532’de[189] olduğu gibi Aloisio Gritti Osmanlılann temsilcisi ve Kanuni Süleyman’ın gözdesi olarak 2000 yeniçeriyle Budun’da Kral Jan Zâpolyai’nin üzerine gönderilmişti. Görevi o bölgelerin uzlaşması ve sakinleşmesi, hatta Jan Zâpolyai nin Ferdinand la anlaşması sorunuydu; çünkü o zaman Osmanlı ordusu padişahla çok uzakta Irakeyn seferinde idi. Fakat Al. Gritti talimata rağmen planı değiştirmiş idi. Başta kendi menfaatlerini düşünerek, Karpat-Tuna bölgesini, 1532’de daha iyi tanıyarak tercih etmişti. Hesabına göre kendine Transilvanya’yı, oğullarının birisine Eflak Prensliğini, diğerine de Boğdan Voyvodalığını istemişse de o tarafın ileri gelenleri ve halkı bunu protesto etmişler ve aleyhtarlık göstermişler idi.Bu durum karşısında Al. Gritti nin emriyle Transilvanya Voyvodası Emerik Csibak katledilmiştir. Al. Gritti bu gereksiz tedbiriyle Transilvanya’da kıyametleri koparttırmıştı. Bu olay Transilvan- ya ile ilişkileri bozmuştur. Al. Gritti aleyhine yerliler tarafından böyle bir isyan vuku bulduğu zaman Budun Kralı Jan Zâpolyai ve özellikle Boğdan Voyvodası Petru Rareş isynı bastırmak için asker göndermişlerdir. Bunların niyeti belki de başta Al. Gritti'nin kurtulması idi. isyana büyük ölçüde “Ferdinandistler” yani Ferdinand'ın taraftarları da katılmışlardır. Bu isyanı gizliden gizliye Ferdinand Habsburg idare etmişse dejan Zâpolyai de ister istemez ona taraftar olmuş idi. Böylece Osmanlı temsilcisi Al. Gritti, kendi hatasıyla çok zor bir durumda kaldıktan başka, Transilvanya’nın güneyindeki Mediaş Kalesine 2000 Türk yeniçeriyle kapanmış idi. Erdel Voyvodası Ştefan Mailath [190] ve Petru Rareş’in Boyarı Teodor Bubuyok ve kumandanı (Vornik) Huni kaleyi kuşatmışlar, böylece teslim olan Al. Gritti’yi derhal idam etmişlerdir (28 Eylül 1534) [191]. Bundan sonra Al. Gritti nin yukarıda adı geçen iki çocuğu rehin alarak Petru Rareş’e göndermişler, Boğdan Voyvodasının emriyle ikisi de katledilmişlerdir[192]. Osmanlıların aleyhine olan bu korkunç olaydan sonra Ferdinand çok sevindiyse de gerek Jan Zâpolyai ve gerekse Petru Rareş Sultan Süleyman’ın öcünden büyük bir korkuya düşmüşlerdi; Petru Rareş değil Jan Zâpolyai ister istemez Türk düşmanı Ferdinand’ın taraftan olmuş idi. Bu feci durumu anlayan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Bağdad’dan Ferdinand’a yazdığı bir mektupta şikayetini ve özellikle darıldığını teferruatla anlatmıştı[193]. Bu can sıkıcı olaylardan Kanuni Sultan Süleyman, ne kadar uzakta ise de Rumeli, Avrupa taraflarına ulaklar göndererek hepsini göz önünde tutardı. Bu mesele hakkında Matrakçı: “... ve (Eflak’ta) olan voyvodaya [194] ve memleketi (Boğdan’da) [195] ve Budin’deki Ban’a[196] ve Kırım’da ve Deşt-i Kıpçak [197] da deşt-i sultanında oturan Ahmed [198] Han’a bâd-ı bahar gibi Sebük-bâr ulaklar gönderildi ki ol serhadlerde olan serâmid tâcdarlarına ve taht nişin u bahtiyar sâlâra fermân-ı vâcibu’l-iz’ân hazret-i sâhib-kerândan bu minval üzerine sâdır ve varid oldı ki (231 b) taht-i eyaletlerinde olan vilayetlerün ecnâd ve ahşâdın ihzâr da tamâm ihtimam ihzâr iderler, dahi sâz ü selb âheng-i cengi mürettep ve mükemmel görüp hazır ve nazır tutalar” (s. 240) [199] diye yazmıştır.
Bunların karşısında Boğdan Voyvodası Petru Rareş, çok kritik bir durumda olduğundan, Osmanlı padişahının intikamından korkarak Bağdad’a bir elçi göndermişti. Namesinde Al. Gritti’nin münasebetsiz hareketini izah ederek ondan şikâyet etmiş ve kendisini hakh çıkarmak istemişti[200]. Petru Rareş birkaç yıldan beri AvusturyalIların kucağına atıldığını ve Osmanlılar aleyhine iki yüzlü bir politika güttüğünü unutmuştu. Bunlardan başka 4 Nisan 1535’te I nşi (Yaş) şehrinde Ferdinand Habsburg’la Osmanlıların aleyhine bir muahede imzalamıştı[201]. Ayrıca Petru Rareş’in girişimiyle Transilvanya’nın Rışnov kasabasında, Braşov civarında, aynı yılın Mayısının II. gününde, Boğdan elçileri gerek Transilvanya Voyvodası Ştefan Mailath la ve gerek Eflak \ oyvodası \ lad Vintilâ («532-1535) ile Osmanlıların aleyhine yeni bir anlaşma imzalamışlardır, tki hafta sonra iki Macaristan kralı Jan Zâpolyai ve Ferdinand Habsburg aralarında bir mütareke aktetmişlerdir[2O2]. Petru Rareş gibi Jan Zâpolyai da Osmanlıların yardımına rağmen iki yüzlü bir politikaya girişmişti. Bundan sonra Kanuni Süleyman ın Boğdan seferi arifesine kadar Petru Rareş, Ferdinand’la sık sık mektuplaşmaya başlamıştı. Arada sırada Charles Quint’e de yazardı. Bu mektupların çoğunda Alman ve Nemçeleri Osmanlı Türkleri aleyhine teşvik ediyordu, örneğin Jan Zâpolyai, Petru Rareş’in bir elçisini yakalayarak Ferdinand’a hitab eden evrakını İstanbul a göndermişti[203]. Böylece Boğdan Beyi başına bela arıyordu. Yukarıda andığımız gibi, Latince olan bu belgelerin çoğu 1891’den başlayarak Hurmuzaki denilen koleksiyonda basılmıştır[204]. Bunların 1 ürkçeye tercümesi Osmanlı kaynaklarındaki eksik kısımları tamamlayacaktır.
Avusturyah-Nemçelerden fazlaca kışkırtılıp teşvik edilen Petru Rareş, Pokutsya’yı yağmaya girişmişti. Osmanlı-Leh anlaşmasına ters olarak Boğdan Voyvodası böyle intikam alıyordu. Ancak yalnız Lehistan elçileri değil, Macarie[205] ve Verançiç’e [206] göre kendi boylarından bazıları bile başka bir Voyvoda istediler. Çünkü Petru Voyvoda onlara göre biraz zalim idi. Aynı zamanda Petru Rareş Osmanlı ordusunun Irakeyn seferinde olduğu sırada ve daha sonra padişahın hâzinesine haraç ödemekte de ihmal göstermişti. Arada sırada haracım ödeyerek iki yüzlü bir politika gütmektedir. Irakeyn seferinden döndükten sonra, 1536 yılı başlarında bunların hepsi teker teker padişaha sunulmuştur. Bu haberlere başta göz yumulduysa da aynı yıhn sonlarında padişah Petru Rareş’i denemek ve son tavrını bilmek istedi. O zamana kadar ödenmemiş haracıyla birlikte Bosna üzerinden Ferdinand aleyhine sefere çıkacak olan Osmanlı ordusuna bazılarına göre bin, bazılarına göre de altı bin süvari istemişti [207]. Haracı gönderip göndermediği belli değilse de süvarileri reddetmiştir. Bu sırada haracın miktarı belki on bin altına kadar erişmiştir. Ama herhangi bir yerde buna dair bir kayıt olmadığından bu meblağ şüphelidir[208]. Çağdaş Paolo Giovio’ya göre o tarihlerde (1536-1537) Petru Rareş devlet kapısına haraç göndermekten vazgeçmişti[209]. Osmanlı kroniklerine göre bazen öder, bazen ödemezmiş...
Kanuni’nin İstanbul'a dönmesinden bir yıl sonra, 1537 yılının sonbaharında Avrupahlar, Nemçelerin Ferdinand’ı üzerine veya Macaristan üzerine bir Osmanlı seferi beklemekte iken, apansızın yedinci “Sefer-i Hümayun , Sefer-i Pulya veya “Gazâ-yı Korfus” denilen Adriyatik ve İtalya seferi başlamıştır (17 Mayıs). Osmanlı padişahının asıl hedefi Napoli
krallığını fethettikten sonra Roma’ya girmek “Kızıl-Elmayı” zaptetmek idi. Nasıl olsa Korfu’nun kuşatılmasını kaldırdıktan sonra (6 Eylül), sebepleri iyi bilinmeyen, yarım kalmış Pulya seferinden Sultan Süleyman İstanbul’a hareket etmiş idi. (15 Eylül veya 22 Kasım 1537) [210]. Aynı zamanda meşhur Osmanlı kapudanı Haireddin “Barbarossa birtakım adaları fethetmiştir. Bu seferler çok başarılı olmasa da herhalde batının, merkezi Avrupahların, gözünü korkutmuştu. Çünkü 1538 Haziranının 18 inci gününde, Papa III. Paul (Alles-Farnes: 1534-1549)’un aracılığıyla, Fransa’nın Nis şehrinde, I. François ile Charles-Quint arasında on yıllık bir mütareke akdıyla neticelenmiş ve Fransız kaynaklarında “Treve de Nice’ adıyla tanınmıştır. Buna göre Fransız Kralı da Osmanlı-Türk ittifakından ayrılarak Boğdan Voyvodası gibi iki yüzlü bir politikaya girişmiş idi. Bundan önce, Roma’da şubat ayının sekizinci gününde, aynı Papa III. Paul un başkanlığıyla, “Santa Liga” denilen yeni bir ittifak meydana gelmiştir. Buna Charles- Quint, kardeşi Üngürüs kralı Ferdinand ve Venedik Doju katılmışlardır. Bu ittifakın Osmanlıların aleyhine olduğundan hiç şüphe yoktur. Muhakkak bunların yankısından iki hafta sonra, Oradea (Varad) şehrinde, şubatın 24’üncü gününde Macar-Üngürüs Kralı Jan Zâpolyai[211] ve ferdinand Habsburg[212] hep Papa III. Paul’un aracılığıyla yeni bir anlaşma imzalamışlardır. Buna göre muvakkaten Ferdinand Transilvanya ve doğu Macaristan hakimiyetinden vazgeçiyordu. Fakat biraz yaşlı ve çocuksu olan Jan Zâpolyai’nin ölümünden sonra, vasiyetnamesine göre bu ülkeler Ferdinand’ın hükümdarlığına geçeceklerdir. Böylece Mohaç zaferi neticesiz kalmış ve Osmanlıların Jan Zâpolyai ile ilişkileri, nazari bakımından, iptal edilmiştir. Osmanlılar aleyhine muazzam bir koalisyon oluşturulmuş buna Boğdan Voyvodası Petru Rareş de katılmıştır.
Avrupahların çok gizli müzakerelerine ve mektuplaşmalarına rağmen, Kanuni Sultan Süleyman haber aldıkça muhakkak kayıtsız kalamazdı. Başta bir iç suikast demekle Boğdan yani Moldova’yı Santa-Liga dan koparmayı denemişti. Petru Rareş’in gerek fazlaca otoritesinden ve gerekse biraz zalimliğinden Boyarların bir kısmının hic memnun olmadıkları biliniyordu. Yukarıda anılmış olan Macarie vekâyinâmecisinin dediğine göre geçen yıllarda Boyarlardan bazıları gizli gizli Petru Rareş’in değiştirilmesi için fazlasıyla ısrar etmişlerdir[213]. Bu memnuniyetsizlikten Sultan Süleyman faydalanmak isteyerek, Boğdan üzerine bir “Sefer-i hümayun” açmak istediyse de sonra vazgeçmiş idi. Çünkü yukarıda bahsedilen Verançiç’in yazdığına göre Muhteşem Süleyman “Transilvanya üzerine sefer açtığında, Boğdan ve Eflak’ın bunlarla birleşip yekdil olmasından ve beraberce savumalarından sakınmış idi”[214]. Hep aynı yazar Verançiç’in ifadesine göre, 1537 yazında ve sonbaharında Petru Rareş tekrar Charles Quint’e hitap ederek haraç ödemekten vazgeçtiğini ve asker toplayarak “başkasının aleyhine değil, ancak Osmanlıların üzerine” [215] diye övünüp yazardı. Ama buna da göz yumarak Osmanlı Padişahı ve “Divanı hümayunu”, Boğdan Boyarları, kendi menfaatleri için Sultan Süleymanı şartsız memleketleri Moldova’ya çağırmazlardı. Aralarında şu kararları aldılar “Memleketimiz zapt edilmesin, ölüm, yağma ve esirlik olmasın, memleketin âdetleri ve kanunu değiştirilmesin, ancak Petru Voyvoda değiştirilsin.” Bunların isteği üzerine Kanuni Süleyman, Moldova’daki Boğdan sarayına elçiler göndermiş, bunlar voyvoda divanında tartışmaya kabul edilmişlerdir. Burada Osmanlı elçileri Boyarlardan büyük bir logofat’a (baş kâtibe) bir Nâme-i hümayun teslim ettikten sonra ferman veya emre göre Voyvoda Petru Rareş’in azlini, yakalanmasını, kayıd ve bendle (bağlı) İstanbul’a gönderilmesini istemişlerdi. Bu sert tartışmada ve istekte Petru Voyvoda da bulunuyorsa da haberi büyük bir soğukkanlılıkla almıştır. Boyarlar çok alçak ve korkak olduklarından Petru Voyvodanın teslimini reddetmişlerdi [216]. Bu haberleri de veren aynı Verançiç yukarıda anılan tarihi tesbit etmiş değilse de her halde 1538 yılının ilkbaharında idi. Belki Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman böylece son defa Boğdan meselesini savaşsız, silahsız halletmek istiyordu. Fakat Petru Rareş, çok inat, şedit ve serkeş bir adam olduğu için, savaşsız halletmek istemiyordu. Yukarıda anılan babası Ştefan çel Mare’nin haleflerine verdiği nasihati kesinlikle unutmuştu. Böylece daha sonraları kendisinin gereksiz hareketleriyle başına bela ve felaket getirmiş idi.
Boğdan seferinin sebepleri, gelişmesi ve neticesi
Yukarıda anılan “Sefer-i Pulya” ve “Gazâ-yı Korfus”dan sonra, 15371538 kışında Kanuni Süleyman, İstanbul’da istirahat etmiştir. Lütfi Paşa’nın ifadesine göre “Ol kış kandesine gitmedi”[217]. Aynı zamanda AvrupalIların ittifaklarına karşı sekizinci “Sefer-i hümayun’a” yani “Gazayı Kara-Boğdan” denilen Boğdan seferi için bazı tedbirler almıştır. Bu hazırlıkların başta hangi tarafa olduğu her ne kadar gizli ise de orta Avrupahlar yeni bir Osmanlı seferini heyecanla ve korkuyla bekliyorlardı[218]. Birkaç yıldan beri bazı ittifaklarla büyük hazırlıklar içinde yola koyulmuşlardır. Bunlara Boğdan Voyvodalığı katıldıysa da bazıları “VII. Sefer-i hümayun”u İtalya veya “Kızıl-Elma” Roma üzerine bekliyorlardı. Irakeyn seferinden istifadeyle birkaç yıldan beri bazı ittifaklarla işbirliği yaparak büyük hazırlıklar içine girmişlerdi. “VII. Sefer-i hümayun”u İtalya “Kızıl-Elma” Roma üzerine tekrar heyecanla bekliyorlardı. Çünkü bunlara göre 1537’deki İtalya seferi, ancak yarı zafer olarak, yarım kalmıştı. Bazıları ise Kanuni’nin Viyana (Beç) üzerine tekrarlanmış bir intikam seferini düşünüyorlardı. Diğer Avrupahlar gerek Transilvanya-Macaristan ve gerekse Boğdan-Moldova üzerine yeni bir Osmanlı seferini beklemekte idiler. Irakeyn seferinden sonra Osmanlılar Avrupa’nın durumunu ve özellikle savaşa hazırlandıklarını çok iyi bilerek 1538 kışında ve ilkbaharında deniz üzerinden donanmayı ve karadan da orduyu yeni bir “Sefer-i hümayun” (VIII.) için çok ciddi bir şekilde hazırlamışlardır. Aynı sadrazam, vezir ve tarihçi Lütfı Paşa’ya göre “...ve tarih dokuz yüz kırk beşinde[219] evvel bahar olıcak rebi’meskün padişahı Kanuni Sultan Süleyman giri donanmaya emr idüb zira ki Venedik ve İspanya birbirleriyle [220] andlaşub ve ahitlaşub her ne tarik ile mümkün ise Rum padişahı [221] gemilerine ve memleketlerine zarar edelim deyu kavi ve karar itdiler”. Lütfı Paşa şunu da yazıyor: “Donanma temam olıcak sultanü’l- bereyn ve hakanü’l-bahreyn [222] emr etdikim dereya yüzüne çıkub ol kâfir gemilerinin zararlarını defetsünler ve Padişah-i İslam donanmayı gönde- ricek...” [223]. Aynı zamanda, H. 945 yılının Muharreminde (M. Haziran 1538) Kanuni Boğdan taraflarına sefer açmayı kararlaştırdıktan sonra, Celalzade Mustafa’ya göre, kısmî seferberlik yapılmasına dair beylerbeyiyle, sancakbeylerine şöyle bir fermanla emredilmiştir: “Sancak beyleriyle beylerbeyleri seferi hazırlıklarını en kısa zamanda bitirecekler ve İstanbul’a gelerek son emri orada bekliyeceklerdir. Bu buyruk üzerine her tarafa ulaklar gönderildi. Bu haberi alanlar savaş için mühimmat toplamaya başladılar. Bu seferberliğin ilanına sebep olan amillerin nedenleri iki noktada özetlenir: i. Boğdanhların Osmanlı-Türk İmparatorluğu aleyhine blok-ittifak yapmaları, 2. Daima-mütemâdi azgınlıkları...” [224]. Yukarıda anılan IV. Petru Rareş, Avusturya-Macaristan Kralı Ferdinand Habsburg’la ve onun büyük kardeşi Charles-Quint’le ve diğerleriyle Osmanlılar aleyhine bazı anlaşmalar imzalamıştır, örneğin bunların birisinde 4 Nisan 1535 tarihinde iaşi (Yaş) şehrinde Boğdan Voyvodası Ferdinand’la Türklere karşı bir ittifak imzalamıştı [225]. AvusturyalIlar ve diğer Türk düşmanlarını Osmanlı devleti üzerine teşvik ediyordu. Aynı voyvodanın 1537-1538 yıllarında Osmanlılara haraç borcu yokmuş bahanesiyle Ferdinand taraftarlarına Türklerin aleyhine sık sık para vermiş, bunlardan başka yukarıda anılan Osmanlı temsilcisi Aloisio Gritti’nin ve çocukları Antonio ve Pietro’nun katillerine Petru Rareş’in de şüphesiz büyük bir katkısı vardı [226]. Aynı yıllarda padişah Boğdan Voyvodasını denemek için ilk defa Transilvanya üzerine süvari istemiş ve ikinci defa da Ferdinand’ın üzerine, Bosna tarafından, 1000 atlı istemişse de Petru Rareş, ikisini de reddetmiştir [227]. Aynı zamanda gerek Ferdinand’a gerekse diğer Türk düşmanlarına tereddütsüz 40-50 bin askerle övünüp vaatlerde bulunuyordu. Osmanlı-Leh muahedesine aykırı olarak 1530’dan itibaren her yıl Pokutsya bölgesine hücum ediyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın nasihatlarını bile dinlememişti. Ahitname yani muahedeye yıllarca aykırı hareket etmişti. Lehistanhlar 1531’den başlayarak Devlet kapısına elçiler göndererek azgın Petru Rareş Voyvoda’nın değiştirilmesini, yani azlini arz etmişlerdi. Sözgelişi elçi Jan Oçieski (1501-1563) [228], 1531, 1533 ve Petre Opalinski (öl. 1551) [229],1532’de İstanbul sefaret münasebetleriyle Pokutsya hakkında gerek Sadrazam İbrahim Paşa ve gerekse müsteşarı Aloisio Gritti’yle konuşarak, Petru Rareş’ten çok şikayet etmişlerdi. Boğdan-Lehistan gergin ilişkilerine Lehlü diplomat ve Jan Zâpoliyai’nin müsteşarı Jeroim Laski (1496-1541) [230] Al. Gritti’nin dostu olarak arada sırada karışmıştır. Bundan başka Jan Oçieski 1533’ün sonlarına doğru Al. Gritti’den ve Jeronim Laski’den, Kanuni Süleyman’ın Petru Voyvoda’yı bir asi sayarak onun üzerine bir sefer açmayı düşündüğünü haber almıştı[231]. Ama gelen aylardan başlayarak Irakeyn seferine öncelik verilerek Boğdan seferi birkaç yıl tasarı şeklinde kalmıştır. Bu münasebetle Petru Rareş, Pokutsya üzerine Osmanlı-Leh muahedesine (1532) rağmen sık sık akınları ve hücumlarını gittikçe arttırmıştır. Çünkü Ferdinand Habsburg ona bu bölgeyi vaadetmişti. Böylece M. 1539/H. 945’in kışındaki hücumu şiddetlenmiştir. Boğdan vekayinamecisi Grigorie Ureche’ye göre Leh Kralı I. Sigismund aynı yıl Mayısın 7’sinde Erast- Kretkovski adlı saraylıya talimatla Edirne’ye ve İstanbul’a sefaret tarikiyle göndermiş [232]. Uzunca olan bir mektubunda Leh Kralı I. Sigismund üzerine bir sefer açılması ve Petru Voyvoda’nın memleketinden kovulmasında fazlasıyla ısrar etmiştir. Aynı zamanda da şu öneride bulunmuştur. “Biz Lehlüler kuzeyden ve siz Osmanlılar güneyden Boğdan üzerine sefer açarak eşkiya-isyancı Ulahın (= Valah’ın) hakkından gelelim. Böylece onlardan kurtulalım...” [233]. Böyle bir teklif padişahın pek hoşuna gitmediyse de daha sonra Edirne’den şu cevabı vermiştir: “Sizin ordunuzun hareketine gelince bize pek faydalı olmayarak bu memleketin sınırlarım aşmasın; çünkü bize göre ancak Ukrayna’da ve diğer geçit yerlerinde o mefsid-haydut elimizden gitmesin...” [234] Gerek Romence ve gerekse Lehçe kaynaklara göre PolonyalIların ısrarıyla Petru Rareş’i zorla memleketinden çıkaracaktır. Bunları Macar tarihçisi Dalmaçyah Anton Verançiç fazlasıyla belirtmiştir [235]. Bundan başka Türk-Macar kaynaklarına göre Boğdan seferinin eski ve yeni sebepleri de vardır, örneğin XVI-XVII. yüzyılın kaynaklarına dayanarak başta İbrahim Peçevi şöyle izah etmektedir: “Sene 945 Safer (M. 1538 Haziran-Temmuz). II. Bayezid “Veli” Kilya ve Akkerman kalelerini fethettiği zaman Boğdan ile İslam memleketleri arasındaki hudutlar tesbit edilmiş (H. 891 /M. 1486) [236] ve bundan sonra hudut geçilmemesi yani tecavüz edilmemesi ve kabul ettikleri haraçların bir yıl güvenilir adamları ile gönderilmesini, ikinci yıl da Boğdan beylerinin kendilerinin getirerek teslim etmeleri için anlaşmaya varılmıştır”[237] . Yukarıda bahsedilen meşhur Koca Ştefan (öl. 1504) ve II. Bayezid zamanında bu anlaşmaya riayet edilmişse de, Sultan Selim Padişah olunca (1512-1520) kendisi kızılbaş (Iran) ve Mısır işleriyle çok meşgul olduğu için, Boğdan meselesi ile pek meşgul olmamıştır. Daha sonra Padişah olan Sultan Süleyman Budin taraflarının fethini, Bağdad ve Acem memleketlerinin alınmasını ön plana almış ise de Boğdanhlarla yapılan önceki anlaşmaya ne dereceye kadar riayet ettikleri ve devlete karşı tekrar isyan edip etmedikleri padişahın kalbinde yer tutmakta ve bu işlerinin de kökünden düzeltilmesi üzerinde durmakta idi. Padişah bu düşüncelerini kimseye dahi söylememiş, fakat sefer hazırlıklarına başlamıştı, tik önce donanmanın hazırlıklarına önem vermiş, gereken hazırlıklardan sonra düşman üzerine göndermiş idi [238]. Bazı Avrupa tarihçilerine göre İstanbul’da yaşayan Petru Rareş’in kardeşi Ştefan yani “Çetine” (Çetne), Boğdan tahtını padişahtan ve vezirlerden sık sık istemiş idi [239] . Yukarıda anıldığı gibi Petru Rareş’in bazı zulüm ve sertliklerinden dolayı kendi Boyarlarından bazıları, arz ile padişah tarafından değiştirmesi için son yıllarda (1536-1537) fazlasıyla ısrar etmişlerdir. Böyle bir karar alındığını gerek Sadrazam Ayaş Paşa ve gerekse ikinci vezir Lütfi Paşa Transilvanya elçisi Jeronim Laskiye de bildirmişlerdi. Bu iç ve dış sebeplerden başka Boğdan/Moldova’nın stratejik durum dolayısiyle onun Avusturya’ya taraftar olmasına hatta onun nüfuzunda bile olmasına Osmanlılar da muhakkak göz yumamazlardı. Bir rekabet meselesi olarak bunu ancak düşman AvusturyalIlara değil, Osmanlıların dostlan olan Lehlilere bile müsaade edemezlerdi. Çünkü eskiden Boğdan vilayeti Türklerin haraegüzan idi. Aynı zamanda hep stratejik bakımdan Kırım Tatarlarının Transilvanya’ya ve oradan da AvusturyalIların üzerine yürümeleri için Boğdan çok gerekli idi [240]. Böylece, Boğdan ülkesinin bir “tampon ülke” gibi kalmasına muhakkak ki imkan yoktu. Petru Rareş’in ve bazı tarihçilerin düşünceleri bu idi. Bunlardan başka Moldova çok zengin olduğundan[241] gelirini AvusturyalIlara ve diğer Türk düşmanlarına Osmanlılar kolayca terk edemezlerdi.
Yukarıda ve burada çok kısaca sıralanan sebeplerle Kanuni Sultan Süleyman Petru Rareş’i düşman blok veya kampından koparmak ve tekrar Osmanlı nüfuzuna getirmek için her ne kadar direndiyse de başarılı olamamıştı. Çünkü dediğimiz gibi, Boğdan Voyvodası çok inatçı bir şahsiyet olduğundan maceralı ve tehlikeli bir harekete girişmişti. Bu hususta yukarıda bazı açıklamalar da vermiştik. Böylece çok kötü bir durumda bulunan Padişah Kanuni Sultan Süleyman, seferberliğin ilanından sonra Sadrazam Ayaş Paşa’ya (1536-1539) [242] şu gizli emri verdi: “İstanbul'da toplanacak kuvvetler kısmen kara ve deniz yolu ile Tuna vilayetine sevk edilecektir. Gemi sevkiyatında kullanmak üzere güçlü ve kuvvetli erattan lüzumu kadar gönüllü erat ve neferat toplanacaktır...” [243]. Bundan sonra “Safer ayının dokuzuncu günü (H. 945) [244] meşhur kapudan Paşa Hayreddin “Barbarossa” 300 parça [245] gemiyle Haliç’ten Akdenize büyük bir tantana ve merasimle hareket etmiştir...”
Boğdan seferine gelince, katılan M. Celalzade’ye göre, Safer’in onuncu Pazartesi günü 945 H. [246] ve Nasuh Matraki’ye göre “Saferin onbirinde hicretin 945’inde [247] güneş doğar doğmaz padişahın İstanbul’dan hareket edeceği duyuldu. Caddeler, sokaklar gece yarısında dolmaya başladı. Muhtelif sınıflara mensup askerler saray kapısına gelip merasim yerlerinde durdular. Sadrazam Ayaş Paşa ve vezirlerden Lütfi Paşa ve ileri gelenleri hazır bulunuyorlardı. Askerler gösterilen yerlerde seferi kıyafetle padişahın gelişi ve geçişini dikkatle gözlüyorlardı.
Topkapı Sarayı önünde birkaç arap atı durmakta idi. Bu atlar gayet değerli başlıklar ve eyerlerle teçhiz edilmişlerdi. Bu sırada Padişah’ın Mehmed ve Selim adlı oğullan gelip atlarına bindiler. Büyük bir debdebeyle harekete başladılar. En önde şehzade Mehmed ve Selim, bunların gerisinde solaklar[248], sonra padişah bulunuyordu. Padişah geçince çavuşlar ve mogollar methiye okumaya başladılar. Derken zurna, davul, nakkare, zil, boru sesleri duyuldu. Merasim meydanında yeniçerilerin bir kısmı hemen tüfeklerinin fitillerini tutuşturdular. Çıkan sedalar yerleri gökleri titretti. Sokaklarda duran asker ve ahali, gelmekte olan padişaha bakıyorlar ve hayır dualar ediyorlardı. Padişah sabahtan öğleye kadar Edirne kapısına zor varabildi. Hisarın dışındaki kırlar, tepeler insanlarla dolmuştu. Alimler ve ilâhiciler, tekke şeyhleri, dervişler padişah’ın geldiğini görünce hayır dualarında bulundular. Dua ve teminden sonra ayrıldılar. Padişah yoluna devam ederek Halkahpınar’ına geldi[249]. Orada çeşit çeşit, renk renk çadırlar kurulmuştu. O gün orada konakladılar, ertesi günü Çatalca’ya [250] ve saferin yirminci günü 946 H. [251] Edirne’ye geldiler [252]. Bu şehir büyük şehirlerden biri olup içinde birçok imaretler, köşkler ve etrafında bağ, bağçeler vardır. Bir taraftan Tunca, bir taraftan Meriç [253] nehri ve diğer taraftan Arda nehirleri akıp gitmektedir. Tunca kenarında bulunan padişah sarayı zamanında bir uçmağı yani cennet mesabesindedir. Bunun her tarafında asırlar görmüş ağaçlar, minareler gibi düz selviler, gayet büyük kavaklar, sultan söğütler, meyvah birçok ağaçlar tam bir sıra gibi dizilmiştir. Çimenli yerler yemyeşil bir kadife hahya benziyordu. Padişahın çadırı saray kenarında kurulmuştur. Bu çadırda ikametler sırasında Basra [254] hakimi Raşid’in Mani adlı oğlu ve Mir Mehmed adlı veziri ile kazaskeri gelerek padişahın çadırına yüz sürdükten sonra Mani, babasının padişaha bende olmak istediğini arzetti. Magalis oğlu Raşid Türk idaresini kabul ettiği tarihe kadar adına hutbe okutmuş ve sikke bastırmış bir zattır. Bu zat Basra’nın anahtarlarıyla beraber birçok değerli atlar, kısraklar, develer ve bir sürü mızrak, kıymetli kumaşlar, sedefler, inciler, kervanlar, mermerşahi ve kandihar işi sarıklar, Hind işi peşkirler ve leğenler dolusu reçeller, şişeler dolusu kokular, günlükler, amber vesaire hediyeler göndermişti. Padişah bunların gelişlerinden gayet memnun oldu ve kendilerine birçok izzet ve ikramda bulundu. Sonra Raşid’e bir sancak ve bir de berat göndererek Basra vilayetini kendisine verdi. Raşid’in oğlu ve adamlarının Edirne’ye geldikleri gün beylerbeyi Hüsrev Paşa ve Anadolu askerleri Gelibolu [255] yoluyla gelmişler ve padişahın maiyetindeki askerlere katılmışlardı. Ayın yedinci günü [256] padişahın emriyle divan kuruldu. Mevcut devlet erkânı ile Rumeli beylerbeyi ve Anadolu beyleri padişaha takdim edildiler. Kendilerine ihsanlar ve ziyafetler verildi...” [257].
Gerek Kara Boğdan ruznâmesine ve gerekse diğer Türk kaynaklarına göre, Kanuni Sultan Süleyman Edirne’de dokuz gün oyalanmış (17-26 Temmuz 1538), bu sırada bazı devlet işlerini hallederek sefere çıkmak için en son tedbirleri almıştır. Bazı kaynaklara göre İstanbul’dan bazılarına göre Edirne’den Kırım ve Deşt-i Kıpçaktaki [258] Tatar Hanı Sahib Giray’a da sefere katılması için bir ferman gönderilmiştir. Lütfı Paşa’nın ifadesine göre “ve Edirne’ye geçüp-göçüb[259] ve Tatarlar Hanı Sahib Giray Hana ferman-ı vâcibü’l-ittiba’ gönderülüb emr olundu ki Sen dahi saz ü selb ve cenk-i ahenk- i müretteb ile Boğdan tarafına gelesin”[260] diye yazılmıştır. İbrahim Peçevi’ye göre Edirne’den İsakçı [261] denilen yerde bir köprü kurulması için Silistre, Niğbolu ve Vidin beylerine çavuşlar gönderildi. Her tarafa ulaklar ile sert emirler göndererek asker toplamalarım bildirdiler. İbrahim Peçevi devam ederek "Bu zamana gelinceye kadar üştür zahabire (düşündüklerini, tasarladıklarını ört, söyleme) tâbirine göre hareket ederek ne tarafa gideceğini gizli tutmuş ve halk ağzında da henüz bir şey söylenmemiş” diye yazmıştır [262]. Demek ki şimdiye kadar hangi tarafa sefere çıkılacağı Türkler tarafından çok gizli tutulmuştur. Avrupahlar seferi beklemekte iseler de kimin üzerine olacağını bilmiyorlardı. Bu konuda başta M. Celalzade olmak üzere bazı Osmanlı kronikleri şöyle der: “Padişah Edirne’ye gelinceye kadar hangi tarafa sefer edeceğini sezdirmedi. Bu sefer meğerse Moldova denilen Boğdan üzerine idi”. Yukarıda da gördüğümüz gibi M. Celalzade’de ancak tarihsel tasvirler değil, bazı değerli coğrafi unsurlar da vardır, örneğin Boğdan’m güney tarafında Tuna suyu var ki, burası Osmanlı sının tarafıdır. Batı tarafı Erdel (Ardeal-Transilvanya)-Macaristan ve şimal tarafı Lehistan, doğu tarafı Tatar memleketine (Kırım’a) [263] dayanmış bir arazi parçasıdır. Tuna suyu tarafından Yıldınm Bayezid zamanında sakalıbenden (?) [264] alınmış iki kale vardır. Birisi Tuna ağzında bulunan Kili (Romence Chilia) öbürü Karadeniz kıyısında olan Akkerman (Cetatea Alba) [265] hisarıdır. Bu taraf halkı Türklere senede bir miktar altın vergi vermekte idiler [266]. Gerçekte gerek bu kalelerin halkı ve gerekse bunlara eklenen bazı Boğdan köyleri Osmanlılara cizye verirlerdi [267]. Voyvoda idaresinde bulunan Romen ülkeleri padişahın hâzinesine yıllık haraç verirlerdi [268].
Bu tespitten sonra tekrar M. Celalzade başta olarak Boğdan/Moldova meselesine gelelim. “Fatih Sultan Mehmed bu cihetlere geldiği zaman Boğdanh voyvodaları Petru (doğrusu-reete: Koca Ştefan çel Mare) [269] savaşa tutuşarak Mehmet Han’ın ordusuna çok zarar vermişlerdi. Fatih onları istila etti (1476 M./88ı H.); lâkin çekildikten sonra Boğdanhlar yine düşman gibi azgınlığa devam ettiler. Padişah bu durumu iyice anladığı için öç almak üzere geldiğini ve hedefinin Boğdan olduğunu Edirne’den hareketinde söyledi ve Niğbolu, Silistre ve Semendire taraflarında gemiler yapılması için ulaklar gönderdi. Donbas denilen bu gemiler askerin karşıya (Tuna’nın kuzeyine) geçmesini temin içindi. Boğdan’a gelebilmek için en iyi yol tsakçı yoludur. Osmanlı Türkleri o yolları tanıyanlardan kılavuzlar buldular. Padişah ayın yirmi sekizinci günü (945 H.) [270] Edirne’den hareket etti[271]. Yambol’da ve diğer bir iki menzilde dinlenildi. Boğdan Voyvodası (Petru Rareş) ordunun Boğdan’a mı yoksa başka bir tarafa mı gireceğini anlamak üzere kapıcıbaşısı Ungur (Onkor) [272] ile tercüman Ivanku (Ayvanko) yu [273] samur ve doğan gibi hediyelerle gönderdi. Ungur bir taraftan Petru’nun padişaha itaatinden bahsetmeye başladı[274]; bir taraftan da tercümanı Petru’ya gönderip işbu seferin Boğdan üzerine olduğunu haber verdi. Ertesi gün ordu oradan hareket ederek Duna (Döne)[275] adlı yere geldi; o gün padişah bir mektup yazarak Petru’ya gönderdi. Bu mektupta “Ef alinizde pek azgınlık ve hırçınlık olduğu için Boğdan seferini açtım. Yaptıklarınıza tövbeler etmek ve bir daha böyle bir harekette bulunmayacağınıza dair söz vermek ve eşiğime gelip yüz sürmek için benden merhamet görebilirsiniz” diye yazdı; ve Kefe Şehremini Sinan Çelebi [276] ile gönderdi. Ondan sonra padişah hiçbir yerde bir günden fazla kalmadan harekete devam etti [277]. Rebiü’l-evvelin yirmi sekizinci günü [278] Türk ordusu Tuna kıyısında bulunan tsakçı iskelesine geldi. O gün ikinci vezir Sokullu Mehmed Paşa ile Rumeli askerleri gelip orduya iltihak ettiler. Rumeli Beylerbeyi Hüsrev Paşa Anadolu askerleriyle gelmiş fakat Anadolu Beylerbeyi henüz gelmemişti. Hüsrev Paşaya Rumeli askerinin başına geçmesi emrolundu [279]. M. Celalzade’nin verdiği bu bilgilerin yanında diğer kaynaklarda başka haberler de vardır. Edirne’den hareket eden ordu Yambol denilen yerde bir müddet kalmış [280], buradan Balkan dağını aşarak Sultanlar adlı bir köye erişmiştir[281]. Bundan sonra da, Lütfı Paşa’ya göre, ordu Dobruca vilayetine doğru ilerlemişti [282]. N. Matraki’ye göre Peravdi (Pravadya) [283] civarında Duna (Tuna) binan nam mezilde ve İ. Peçevi’ye göre ise Sultan-Çayrı denen yere gelince birkaç gün istirahat edilmiştir. Yukarıda anıldığı gibi ancak bu esnada Boğdan Voyvodası Petru Rareş padişahın kimin üzerine sefer açtığını anlamak için buraya kapucubaşı Onkor (Ungur) bin Tavla [284] adlı elçisini ve Ivanku isimli tercümanı birtakım hediyelerle göndermiş idi. Hediyeleri sunduktan sonra Ungor, voyvodasının padişaha itaatlerinden bahsetmeye başladı. Matraki’ye göre divan kuruldukta gerek padişah, gerek Petru Voyvodanın elçisi birer nutuk söylemişlerdi[285]. Padişaha göre Petru Voyvoda çeşitli azgınlıklar yapmış ve onun için sefer açılmıştır. Petru Voyvodanın adamına göre ise “Boğdanlılar Fatih devrinden başlayarak Osmanlı padişahına itaat göstermişlerdir...” Kanuni Süleyman ve ordu Petru Rareş’in cevabını beklememişlerdir. Padişah asi voyvodayı ordugâha davet ederek bir defa daha denemek veya yola getirmek istemiş; ama Petru Rareş bunları anlamak istememiştir.
1538 M./945 H. tarihli Karaboğdan Ruznâmesine göre, Ab-Duna menzilinden sonra ordu-yı hümayun Dobruca sınırını aşarak Karagöz (7 Ağustos) [286], ormanlı ve engelli Balçık (8 Ağustos) [287], Karavarna [288], Papazlık [289], Tatlıca[290], Sütköyü[291] ve Istra-bağı (14 Ağustos) [292] adlı köylerden geçti. 16 Ağustos Cuma günü (20 Rebi-I) Osmanlı ordusu başta padişah olmak üzere Babadağı [293] kasabasına erişti. Burada Sarı Saltuk (baba) [294] medfundur. Türbesinde padişah namaz kılmıştır. Sonra Babadağı civarında bir gün avlanıldı ve istirahat edildi. Kasabanın ahalisi avcılık için çıkarılmıştı.
Karaboğdan Ruznâmesi başta olmak üzere bazı kaynaklara göre, görevle Boğdan voyvodasına gönderilen Sinan Çelebi geri dönerek gelmiş (21 Ağustos) [295], Boğdan Voyvodası Petru Rareş ile laşi (Yaş) Pazarı denilen yerde görüştüğünü, padişahın fermanını söylediği zaman itaatten çekinir olduğunu, Osmanlı ordusu ile karşılaşmakta birtakım hile ve fesat tertip etmekte bulunduğunu ve tatmin edici bir cevap vermediğini söyledi [296]. Bir Grek kroniğine göre Petru Rareş padişahın Sultan- Çaynndaki ordugâhına davet edildikte “Benden önceki Boğdan voyvodalarının hiçbiri böyle bir durumda gitmemişlerdir. O zaman ben bu halde nasıl gidebilirim?” diye cevap vermiş idi [297]. Bu cevaptan Petru Rareş’in korkaklığı ve alçaklığı da ortaya çıkmıştır. Bu cevaplan getiren Kefe Emini Sinan Çelebi “Ehl-i vukuftan olarak” Boğdan ülkesini çok iyi tanıdığından ordu-yı hümayuna, bu seferde kılavuzluk ediyordu. N. lorga’nın bir araştırmasına göre kendisi asıl Boğdanh (Moldovah) olduğu için 1521 ve 1523 yıllarında Ştefanitsa Voyvoda zamanında [298], Kanuni Süleyman tarafından bazı görevlerle memleketine gönderilmiş idi.
Birkaç gün sonra Babadağı terk ederek Dobruca’nın kuzeyindeki Kataloy (Rom. Catali) konağında (20 Ağustos) [299] bir gün aradan sonra Cuma günü, 21 Ağustos’da [300] padişahla Osmanlı ordusu Tuna kıyısında bulunan tsakçı (İshakçı, îsaklı vb.)’ya nüzul ettiler. Yukarıda da anıldığı gibi o ikinci vezir Sokollu Mehmed Paşa ile Rumeli askeri gelip orduya iltihak ettiler. O esnada, Rumeli Beylerbeyi Hüsrev Paşa Anadolu askeriyle gelmiş fakat Anadolu Beylerbeyi henüz gelmemişti. Bu durumda Rumeli askerinin başına geçmesi padişah tarafından ferman olundu. M. Celâlzade’nin tasvirine göre “Osmanlı împaratorluğu’nun gaza yani sefere atıldığı günden başlayarak Anadolu askerleri padişahlarının sağ cenahlarında (kanatlarında-kollarında) bulunurdu. Onların beylerbeyi yetişmeyince padişahın ikinci veziri Anadolu askerlerinin başına geçdi...”. Bu çeşit haberler Osmanlıların kadîme-i teşrifatı içinde çok mühimdir. Birkaç günden de fazla kalmış olarak, Mehmed Paşa burada tsakçı’nın keşfi- tarihçesiyle meşgul oldu. “Burası eskiden büyük bir şehirdi. Etrafında gayet kahn ve dayanıklı bir de sur vardı. Bu müstahkem şehir vaktiyle dünyanın sayılan yerlerinden biriymiş. Gitgide ahalisi öteye beriye dağılmış ve birçok yerler harap hale gelmiştir. Bununla beraber Kırım, Leh ve Çek ülkelerinin iskelesi bulunmaktadır. Mali vaziyeti çok yüksektir. Tuna nehri buralarını ihya etmiştir. Tuna nehrinin suyu o kadar boldur ki, akışının eksildiği belli bile olmaz. Nil ve Ceyhan [301] gibi nehirler bunun yanında bir cetvel gibi kahr.” Türk kaynaklarından biliniyor ki îsakçı’ya, Roma devrinde Noviodunum denilirdi3O2. “Burada bir köprü kurmak gerektiği için ona göre malzeme ve gemiler temin edildi. Silistre Sancağı Beyi 303 bu köprünün yapımına memur edildi. Bu adam az zaman zarfında gayet mükemmel bir köprü yaptı ki, o zamanlar onun eşi görülmemiştir” [304]. M. Celalzade’nin çağdaşı N. Matraki’ye göre Ordu-yi hümayunla Padişah Rebiü’l-evvelin 24’ncü günü (945 H.) [305] îsakçı’ya zaferle nüzul ederek burada gemiler üzerinde çok sağlam bir köprü inşa edilmiştir. Bunu şairane bir şekilde tasvir ederek efsanevi Kaf[306] dağıyla mukayese etmiştir. Aynı N. Matraki “Zamanlardan beri üç hazreti halifelerinin geçidini bekliyormuş...” diye yazmıştır. Onlar gibi Kanuni Sultan Süleyman’ı da yıllardan beri beklermiş[307]. Bir asırdan fazla bir zaman sonra yazılmış İ. Peçevi’nin tarihine göre “Silistre sancağı beyi köprüyü yaptırıp bitirmişti. O kadar kuvvetli bir temel üzerine oturmuş ki, şimdiye kadar yapılan köprülerden hiçbiriyle ölçülemezdi. Bu seferde toplanan asker başka bir seferde dahi toplanmış değildi” [308] daha kısa da olsa çok iyi bir sentezdir. Gerek N. Matraki’nin ve gerekse diğer Osmanlı kroniklerinin ifadelerine göre Osmanlı askerlerinin tümünün toplanması Tuna sahrasında veya Isakçı civarında olmuştur. Bunların tüm sayısının istatistiği bilinmezse de aşağı yukarı bir rakam söylenebilir. Bundan önce Edirne’den Lehistan kralına yazdığı namesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ifadesine göre “Asi Boğdan voyvodası üzerine derya gibi zengin orduyla gelmekteyim” [309] denmektedir. Aynı zamanda Macar Kralı Jan Zâpolyai’ya “Asi ve hain Petru Rareş hakkında yazdığı mektubunda padişah: Ordumuzun askeri, gökteki yıldızların sayısında” diye yazmıştır [310]. Bunlar ne kadar çokça gösterse de muhakkak edebi anlamdadır. Maalesef bu çeşit mukayeseler ancak şairane biçimdedirler. Yukarıda anılan krallar iki yüzlü olduğundan Kanuni Süleyman onları da korkutmak istedi. Osmanlı kaynaklarına dayanarak bir istatistik yapılması ya çok güçtür, ya da imkânı yoktur. Gerek Lchistanlı Gorski[311] ve gerekse Dalmath-Macar Verançiç[312] olaya çağdaş olarak Osmanlı ordusunu 150.000 asker tahmin etse de muhakkak bu biraz mübalağalıdır. Çünkü Hıristiyan kaynakları Osmanlı-Türk askerinin sayısını fazla gösterir ve kendilerini azaltır. Bunlara göre Osmanlı ordusunda 225 veya 230 top varmış. Acizane fikrimce topların sayısı aşağı yukarı bu kadar ise de Osmanlı askeri takriben 125.000 olabilir. Genç tarihçilerimizden Manole Neagoe’nin hesabına göre Osmanlıların 1538’de 240 sancağı ve her bir sancak 1000’er asker vererek takriben 240.000 askerin Boğdan seferine katılması [313] daha da mübalağalıdır. Bilindiğine göre aynı yılda ve aynı aylarda Osmanlıların Preveze üzerine de bir seferi ve zaferi vuku bulmuştur. Osmanlı askerinin büyük bir kısmı Hayreddin “Barbarossa” seferine katılmıştır. Bir kısmı da muhafızlık için kalmıştır. M. Neagoe bunu unutmuştur. Böyle olunca onun hesabı çok yanlış olmaktadır. Bence ancak yarısı olabilir. laşi (Yaş) şehrinden daha da genç bir tarihçimiz olan Ştefan Gorovei’ye göre Osmanlı ordusu (Türk ve Tatar) 300.000 askeri beraber olarak[314] hep abartmalıdır. Türk ve Tatarların sayısı topyekün ancak 200.000 olur-olmaz. Bu çeşit askeri rakamları daima bir tenkitli “critique” gözle görmek gerekir. Bu bakımdan bazı askeri araştırmaları ve neticelerini kullanmak çok faydalıdır[315]. Yukarıda anılan Anadolu, Rumeli ve Semendire (Smedervo) askerleriyle Boğdan seferine muhakkak yeniçeriler de katılmıştır. Bunların hepsi Osmanlı bayrağı altında yürümektedirler. Ama N. lorga bir Avrupah kaynağa dayanarak “Irakeyn seferinde yeniçeriler azaldıkları için daha küçük sayıda katılmışlar” diye yazmıştır[316] . Bazı kaynaklara göre Kara Boğdan Ruznâmesi başta olmak üzere [317] bir Perşembe günü (26 Rebi-1) [318] Yahya Paşaoğlu Mehmet Bey[319] de ordu-yi hümayuna ilhak etmiştir. Isakçı da beş altı gece ve gündüz (21-26 Ağustos) oyalanarak Boğdan yakasına padişahın fermanıyla bir iki günde, merasimle köprüden geçildi [320]. Sefere katılan M. Celâlzade’nin tasvirine göre “Padişahın buyruğu ile bu köprüden ilk önce akıncılar sonra da Semendire, Rumeli gazileri ve beyleri davul, zurna, nakkare çalarak nehrin kuzey yakasındaki Isakçı karşısındaki, Oblucıt- sa [321] denilen iskeleye geçtiler. Bu geçiş hareketi otuz saat sürdü. Padişah ve karargah erkânı en sonra hareket ettiler. Ordu karşıya geçtikten sonra kıta kumandanları köprünün sağ ve sol taraflarında askerleri selama durdurdular. Köprünün sağ, yani doğu tarafında sipahi oğlanları[322] ve sağ ulûfecileri [323], sol tarafında, yani batıda silahdarlar [324] sol ulûfecileri ve sol garipler [325] iki hisar duvarı gibi saf teşkil ettiler. Bu askerler tepeden tırnağa kadar zırhlara bürünmüşlerdi. Bunların nihayet buldukları yerde vezirler, bunların da sağına ve soluna altın külahlı [326], altın kılıçlı, altın hançerli ve bir kısmı da sırma sorguçtu [327], yünlüklü kullar duruyordu. Vezirlerin gerisinde Anadolu askerleri dökme bir duvar gibi sıralanmışlardır.
Aralarında muhtelif yerlerde bayraklar dalgalanmakta ve zırhlı elbiseler parlamakta idi. Mızraklar, gönderler, harbeler, dik durduğu için bir kamışlığı andırıyordu. Anadolu askerlerinin başına geçtiği bildirilen vezir Mehmed Paşa’nın sağ ve sol sancaktar beylerinin sancakları, bayrakları ve tuğları vardı. Bu saydığımız kıtaların cenahları (kanatları) arkasında Rumeli akıncıları duruyorlardı. Bu akıncıların önünde Mihaloğlu Hızır Bey bulunuyordu. Mihaloğulları [328] Osmanlı devletinin kuruluşundan bu ana kadar bütün savaşlarda bulundular ve aynı zamanda büyük yararlıklar gösterdiler. Akıncıların ardından kurt takyalı, tekne kalkanlı, ayı ve kaplan postundan elbise giyenler, Kerbela tezhibli, çıkrık mahmuzlu, salaklı [329] tuhaf kıyafetli divaneler sıralandılar. Sol tarafta yani batıda ise Rumeli askerleri de silah ve seferi teçhizatlarını takmışlar, zırhlı elbiselerini giymişler, grup grup, alay alay sıraya girmişlerdi. Hüsrev Paşa Rumeli askerlerinin baştaki alayında duruyordu. Bunun da sağ ve solunda sancaktar beyleri tıpkı Anadolu askerleri gibi düzgün bir tertipte bulunuyorlardı. Bunlar Osmanlıların kadîme-i teşrifatı için çok önemlidir. Bazı tarihçiler birçok mübalağada bulundular [330]. Bize göre M. Celalzade burada mübalağa değil bazı vasıfları eksik bile yazdı. “Orduyu bu usulde, bu kıyafette, bu teçhizatta görenler dünya kurulalı beri hiçbir padişahın [331] böyle ordu görmediğini tasdik etmektedir ki, köprüden birisi geçse sağ ve solundan Tuna’ya amut olmak üzere yüz yüze karşılıklı duran askerlere tesadüf eder. Ordu bu durumda selamlık hazırlığını bitirince padişah Tuna’nın karşı sahiline yanaşır[332]. Önünde solaklarla, tüfekçiler olduğu halde padişah gelip sağ ve soluna selam vererek geçti ve doğruca çadırına gitti” [333]. Böylece M. Celalzade’ye göre, Osmanlı ordusu büyük bir törenle Tuna köprüsünden geçip Boğdan/Moldova’nın güneyinde yer alarak çadırlarını kurdular. Aynı olay, yani Tuna köprüsünün geçilmesi, N. Matraki tarafından daha da edebi ve mübalağalı bir şekilde yazılarak vezirlerin, beylerbeylerinin, beylerin ve ulemanın herbirini vasıflandırmışım Ona göre Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşazade Mehmed Bey, Anadolu beylerbeyi ve sonra şehametle me’lûf olan Mihaloğlu Hızır Bey “evler yakıcı ve vilayetler yıkıcı akıncılarıyla geçüb... alaylar bağlayub durduklarından sonra Padişah-i ’âlempenah... şehzâdegân Sultan Mehmed ve Sultan Selim ile vüzerayı altun başlı tuğlar... ve vüzera-yı şahâne-i tedbîr ve ulema-i şeri’at tevkîr... sipâh-i dilirân ve piyâde-i tüfenki endâziyânla... şehr-i Rebiü’l-âhirin birinci gününde[334] Tunayı mürur idüb (geçerek)... vilâyet-i Kara Boğdan’da vasiyet ü fesahat mekşuf ve lâtif have ile mevsuf olan Kahve sahrasına [335] varub... alay gösterdiler...”[336].
Tanınmış tarihçi N. lorga’nın düşüncesine göre “sefere kanlan Osmanlı ordusunun mürekkebi ve tertibi hakkında Belgrad tarafında ihtiyarlamış Mohamet (Mehmet) Bey, Mihaloğullarından birisi, Rumeli beylerbeyi ve vüzeradan Lütfı Paşa...”. Bundan sonra hep N. lorga: “Mais, chose digne d’etre remarquee, la presence des Valaq .es comme guides maquait cette fois: Radu Paisius [337] s’etait comporte en chretien et en bon Roumain” [338] diye yazmışsa da burada Eflakhlar da sefer-i hümayuna katılmışlardır. Fransızca’nın Türkçesi de şudur: “Göze çarpan değerli bir iş, bu defa Eflakhlar kılavuz olarak katılmamışlardır: Kendisi Hıristiyan ve iyi bir Romen olduğunu Radu Paisie ispat etmiş”! Buna rağmen bazı çağdaş kaynaklara göre Kanuni Süleyman’ın Boğdan seferine 3000 baltah-teberle Eflakhlar da karışarak çeşitli işlerde bulunmuşlardır. Eğer bunlar Balkan adası ulahlarından yani Eflaklılarından değilse, muhakkak Tuna’yı aştıktan sonra sefer-i hümayuna katılmışlardır. Bunu Gr. Ureche de söylemektedir.
Yukarıda anıldığı gibi gerek Kara Boğdan Ruznâmesinde ve gerekse diğer kaynaklara göre kılavuzluk eden Sinan Çelebi Babadağı kasabasında değil, buraya, Tuna’nın aşılmasından hemen sonra gelmişti [339]. Bu meseleyi çağdaş kaynaklardan N. Matraki iyice tesbit edemediyse de sefere katılan M. Celalzade şöyle der: “Tam bu sırada[340] Sinan Çelebi de geldi. Sinan Çelebi Boğdan’a giderek Petru’yu Yaş’ta (Rom. laşi) bulmuş ve mektubu kendisine verince Petru açık bir cevap vermemiş, fakat asker toplamak için zaman kazanmak yolunu tutmuştu”[341]. Bu esnada, yani ağustos ayının ikinci yarısında ve eylülün başında Petru Rareş’in durumu çok kötü idi. Çünkü Osmanlıların Tuna’ya erişmelerinden çok az önce Kanuni Sultan Süleyman Jan Zâpolyai’ya hitap eden bir mektubunda Petru Rareş’in yakalanmasını ve habsedilmesini emretti [342]. Anton Verançiç’e göre, Macar kralı büyük bir korkuyla Temmuz ayının 7’sinde Boğdan seferi hakkında haber aldıktan sonra Kanuni tarafından bir de mektup almıştır. Bu mektuba 18 Ağustosta şu cevabı vermiştir: “Boğdan voyvodası isyan halinde olduğundan Ordu-yi hümayunla üzerine sefer açılmasına ve onun bertaraf edilmesine karar alınmıştır...” Ama neticesinde Jan Zâpolyai “Yollar ve geçitler ne kadar muhafaza edilse de Petru Voyvoda başka yerlerden Avusturya’ya kaçabilir” diye cevap vermiştir[343]. Kanuni’nin Tuna sahrasında ilerledikçe bazı Avrupa kaynaklarında “Boğdan yani Moldo- va’nın şehzade Mehmed ve Transilvanya’nın da Selim Sultan hakimiyetinde olmaları” [344] diye yazmışlarsa da bu çeşit temelsiz haberler çok şüphelidir. Aynı zamanda Kral Sigismund’un Leh Başhatmanı Jan Tarnovvski 20.000 askerle Boğdan’ın kuzeyindeki Hotin Kalesi’ni Ağustosun 18’inde muhasaraya girişmişti. Bundan sonra Verançiç’e göre Kırım tatarları da 150.000 (?) askerle Sahip Giray Han’ın kumandasında Boğdan’ın doğusunda ilerlemekte idi [345]. Tatar askerinin sayısı muhakkak çok çok mübalağalıdır. Jan Tarnovvski’nin Hotin kuşatmasına başlandıktan on gün sonra (28 Ağustosta) Petru Rareş de 46.000 askeriyle Hotin önünde bir bataklıkla gollük yerin arasında, Leh ordusundan ancak bir mil [346] uzaklıktadır[347]. Boğdanlılar lehlerle Hotin civannda savaşa girişmişlerdir. Çünkü Leh taburuna elçi göndererek Petru Rareş sulh arzetmişti. Böylece Ağustos’un 29-30’unda, Pokutsya bölgesi hakkındaki iddiasından vazgeçerek sulh kazanmıştı. Bir taraftan gerek Macar Kralı Jan Zâpolyai’nin ve gerek Ferdinand Habsburg’un ısrarıyla, diğer taraftan Kanuni Süleyman’ın yukarıda anılan arzıyla Lehliler savaşmaktan vazgeçmiştir [348]. Sonra T urla kenarında Stafaneşti denilen yerde Boğdanhlar bir Tatar müfrezesini yenmişler, bu Romen tarihçiliğinde “çok büyük zaferleri olarak” görülmüştür[349]. Muhakkak bu da çok abartılmıştır...
Yukarıda gösterdiğimiz gibi muazzam îsakçı köprüsünden Osmanlı ordusu başta Vamoşköy[350] denilen Boğdan iskelesine-yani Obluçitsa’ya indikten sonra çok güzel renkli çadırlarım Kahve (Romence: Cahul) [351] köprü başının sahrasında kurmuşlardır. Ancak köprüyü selametle aşmış olan padişaha geçit alayı da gösterilmiştir. Aynı zamanda yeniçerilerin ak ve kızılbörklerinden, N. Matraki'ye göre, Boğdan sahraları lale bahçeleri gibi olmuşlardır [352]. Bu esnada gerek Sinan Çelebi’dcn ve gerekse yakalanan Boğdan dillerinden yani casuslarından Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman Petru Rareş’in Botşan [353] denilen sarp derbendinde 70.000-80.000 askeriyle[354] hendek kazarak ve geçitleri kesilmiş ağaçlarla kapayarak savaşa hazırlandığım haber almıştır. Bu haberi alır almaz sefer-i hümayun derhal o tarafa sevk edilmiştir. Böylece Moldova’nın güneyindeki Kahve (Cahul) sahrasını terk ederek, bir perşembe günü zÂğustosun 31'inde, Osmanlı ordusu Kızıl-Göl denilen yere erişmiştir. Bu menzilde Osmanlı ordusundan iki nefer bir yerli reayanın evini ateşe verdiğinden ikisi de idam edilmiştir [355]. Bu çeşit bir tedbir ancak bir inzibat veya sert askeri disiplini değil, Kanuni’nin adalet eserlerinden birini gösterir[356]. Gerek N. Matraki’ye ve gerekse Kara Boğdan Ruznâmesine göre cumartesi, eylül ayının altıncı gününde, (1538) Osmanlı ordusu Prut suyu kenarında olan Vitol [357] ve Falıç (Falciu) [358] denilen kasabalara erişmiştir. Ama o esnada Prut nehrini geçmesinde bazı engeller olduğundan Ordu-yi hümayun birkaç gün oyalanmıştır. Osmanlı kroniklerinin bazılarında bu engelli geçiş tafsilatlı tasvir edilmiştir. Acizane fikrimce en teferruatlı kaynak olarak M. Celalzade’nin eserinde şöyle denmektedir: “Bunun üzerine Rebiü’l-ahırın altıncı günü [359] Ordu-yi hümayun Prut (Pirot!) [360] suyuna geldi. Prut suyunun kaynağı Lehistan’dadır. Boğdan’m ortasından geçen, bu nehir derin olduğundan köprüsüz buradan geçmek mümkün değildir” [361]. Diğer bir kaynağa göre birinci köprü yapıldığında batağa çökmüştür. Sonra Vezir Lütfı Paşa’nın gayretiyle ve meşhur Mimar Sinan’ın [362] mehâretiyle daha sağlam temelli bir köprü inşa edilerek asker ve padişah maiyetiyle geçebildiler[363]. Bu konuda M. Celalzade tasvirini şöyle yapar: “Bunun için dayanıklı bir köprü yapılmasına lüzum vardı. Vezir Lütfı Paşa vakit geçirmeksizin köprü işini üzerine aldı. Bu vezir zamanın bilginlerinden biridir[364]. Az zamanda dayanıklı bir köprü vücuda getirdi. Ordu bu köprüden geçmeye başladı.” Bu sırada Karheli [365] sancağı beyi Hüseyin Şah Bey den ulaklar [366] yani haberciler geldi. Ordu Prut suyunu geçmekle uğraşsın biz bu ulakların verdikleri haber ve işin neticesine bakalım: Karheli’nden gelecek haberlerin ne olabileceği şüphesiz bellidir. Padişahın Boğdan’a gidişinden dolayı bu taraflar zayıf kalınca, Venedikliler bundan istifadeye kalktılar. Şimdi Boğdan’da I ürklerle Petru arası bir kılıç mesafesine gelmiştir. Böyle bir zamanda ulaklara verilecek cevap ancak şu olabilir: “Hüseyin Şah Bey! Venediklilerin hücumundan yılma, ben onlara nasıl bir oyun oynayacağım yakında kendilerine göstereceğim. Elverir ki, sen dişini sık, dayan, şimdilik Allaha emanet kal...” Venediklilerin ve Papa mn donanması Preveze’de mağlup olduktan sonra M. Celalzade’nin tasviriyle devam edelim: “...zafer kazanan Türkler de davullar çalarak sevinmeye başladılar. Ayın yirmi ikinci günü [367] düşman donanması yelken açarak kaçıp gitmeye mecbur oldu. Tabii bu zaferden kaledekiler, I ürkler, çok sevindiler...”
Osmanlı-Türk kronikleri ışığında hep M. Celâlzade başta olmak üzere, şimdi Boğdan taraflarında neler olduğunu görelim: “Ordu-yi hümayun Prut suyunun batı (şark?) [368] tarafına geçtikten sonra Falciu (Falçin) istikametini tuttu. Falçin bir kasaba olmakla beraber içinde büyük kiliseler vardı. Bu kasabanın etrafı ormanlık ve dağlık idi. Ahalisi ordunun ilerlediğini görünce korkularından ormanlara, dağlara kaçtılar. Osmanlı- Türk askerleri buraya gelir gelmez, vakit geçirmeden voyvodanın bir konağına geldiler...” Ama Kara Boğdan Ruznamesine göre “Faliç yani Falciu (Falcı) kasabasını terk ettikten sonra 3 Eylül pazar günü, Prut suyu kenarına gelince[369] iki gün ara verildi. Bundan sonra Sık (ın) tan [370] kariyesine, Değermenli köye [371] ve Budan köye [372] nüzul ettiler. Ancak cumartesi, Rebiü’l- ahirin 13’ünde (945 H.) [373] bir orman içinde olan voyvoda konağına eriştiler”[374]. Buradan da M. Celalzade’nin ifadesiyle “voyvoda çok zamanlar av için buraya gelirdi. Bu konak av günlerinde istirahat etmesi için yapılmıştır. Padişah ve ordu bu konak civarına gelip konaklarlar..."diye Kara Boğdan Ruznamesini tamamlamaktadır. Burada Yaş (Rom. laşi) kasabasına yani pazarına kadar ancak Rize (doğrusu: Jijia) [375] denilen bir iki menzil kalmıştır. Bazı kaynaklara göre burada, diğerlerine göre de Prut suyu ve Yaş kasabası arasında Tatar askeri Sahip Giray Han hazretleri başta olmak üzere Osmanlı ordusuyla birleşmiştir. Bu iki İslam ordusunun karşılaşması tarihsel kaynaklarının hepsinde varsa da kadîme-i teşrifat bakımından en güzel ve en zengin tasvire N. Matraki’nin ve özellikle M. Celalzade’nin eserlerinde rastlanır. İkincisinde ise şöyle der: “Bu sırada Karakurum (Rom. Caracorum) [376] Hanı Sahip Giray Han’ın ordusunun yanaştığı haberi verildi. Padişah Kanuni Süleyman daha İstanbul’da iken Giray Han’a bir name (mektup) yazmış ve bu seferde onun ve askerlerinin de bulunmasını arzu etmişti. Sahip Giray aldığı emir üzerine ordusuyla birlikte yola çıktı. Sahip Giray Han’ın ordusu Prut çayını geçtikten sonra orada kaldı. Çünkü Sahip Giray Han’ın kuvvetleri merasimle karşılanacaktı. Bu merasim Tatar kuvvetlerinin orduya iltihak edecekleri gün ve gelecekleri yol üzerinde yapılacaktı. Sahip Giray Han kuvvetlerinin gelecekleri gün ve yol belli olunca, Osmanlı kıta’atı şöyle tertip edildi: Padişahın maiyeti süvari kıt’alan baş tarafa alındı. Bunlar saf nizamında durduktan sonra bunların ilerisinde ve başta şehzadeler, vezirler, padişah ve padişahın sağ ve solunda beylerbeyleriyle diğer devlet adamları ve bunların bulunduğu cenahın (kanat-kolun) baş taraflarında Osmanlı adet ve merasimi üzerine altın külahlı odabaşları ve yeniçerilerin yaya başları durdular. Bunlar altın kemer ve altın hançerli idiler. Bunların da arkasında kapıkulu askerleri durmuşlar ve sancakların askerleri de bölünmüş olarak tanzim edilmiş bulunuyordu. Bu düzende duranların 500-600 m. karşılarında olmak üzere topçular ve bunların yanlarında tüfekçilerle beraber müzik (mızıka)[377] takımı bulunuyordu. Osmanlı kıt’alan bu durumda Sahip Giray Han’ın kuvvetlerinin gelişini beklediler. Bu sırada Giray Han’ın kalpak giyen konakçı müfrezeleri ufukta görüldü. Sahip Giray Han’ın 200 bin (?) [378] kişilik kuvveti konakçılarının beş altı kilometre arkasında gelmeye başlamıştı. Bunları görünce hazır bulunan topçu ve tüfekçileri ateş etmeye başladılar. Han ve padişah at üzerinde görüştüler. Sahip Giray Han kuvvetleriyle birlikte yürüdü ve kendilerine tahsis edilen ordugaha gitti. Bir gün sonra, Sahip Giray kuvvetlerini padişaha takdim etmek için Hanları, oğlanları (yani şehzadeleri), mirza [379] ve beyleri topladı. Bunlar yapılacak merasim için icap eden hazırlıkları kararlaştırdılar ve ertesi gün “sağ başta Sahip Giray Han, bunun yanında Tatar sultanlarının evlatlarından Hanoğlu Maşuk, Mürteza oğlan, Hacı Halil oğlan, sonra Şirin [380] vilayeti valisi Baba ile beylerbeyi Hoca Nanay (Mamay), Haşan Pulat (Romence: Bulat)[381], Biğ Boldaş, sonra Marun Beyi Hacı Ali, Kıpçak Beyi Küçük, Menkat Beyi Gani daha sonra Mirza Kolsa, Tun Sim, Sah Mirza Işki, Ahmed Paşa, Hacı Ali İbrahim Tagalip, Bürtgay, Kemal, Aka Küçük ve beylerden: Neviz Mirza ve Kazan Hanı [382] Nakuş Abdullah Bahşi, Veşit Aka, elçi Esen vesair beylerle Hanlar önde birinci hatta ve Tatar askerleri de bunların gerisinde ikinci hatta durdular ve padişahın gelişini beklediler, padişah maiyetindekilerle merasim yerine doğru ilerledi. Bu sırada Tatar topçu ve tüfekçileri ateşe başladılar. Osmanlı padişahı Sahip Giray Han’ın komutasındaki kıt’aları selamladı ve gözden geçirdikten sonra yerine döndü ve bir divan kurulmasını emretti”. M. Celalzade eserlerinde şöyle devam eder: “Rumeli beylerbeyleriyle bazı sancak beyleri giderek Sahip Giray Han’ı ve oğlanlarla bey ve mirzaları getirdiler. Bunlar divana geldiklerinden padişahın elini öptüler. Padişah da onlara hediyeler verdi, şahane ziyafetler çekti. Bu ziyafetler bittikten sonra Petru Rareş hakkında yeni malumat edinmek üzere tecessüs ve istikşafatta bulundu.”
Başta N. Matraki ve M. Celalzade olmak üzere Tatarların Osmanlı Türkleriyle merasimli karşılanmasını diğer vekayinameciler de teferruatla tasvir etmişlerdir [383]. Yukarıda gördüğümüz gibi Boğdan seferine 200.000 Tatarla katılmışsa da (bkz. M. Celalzade) N. Matraki Kara Boğdan fetihnamesi adlı bir eserinde bu çok mübalağalı sayıyı 150.000 ve diğer eserinde 100.000’e indirmiştir[384]. Rüstem Paşa’nın tarihinde Tatarların sayısı 100.000 olarak verilmektedir. Bu da şişirilmiş bir sayıdır. Belki çeyreği bile yoktur. Aynı merasim yani teşrifat hakkında daha sonra yazılmış olan t. Peçevi’nin tarihinde: Tatar Hanı Sahip Giray Han’ın, karıncalar sayısınca askeriyle gelerek orduya katılışı başlıklı bir fasıl vardır [385]. Burada ordunun rakamı “karıncalar kadar” diye tanımlanmaktadır. Bu tanımlama edebi ve hayali alandadır. Buna rağmen t. Peçevi diğer kaynağa dayanarak aynı töreni çok iyi tasvir etmiştir, örneğin “...Sonra da üç nöbet top atıldı. Etrafa öyle bir velvele ve debdebe yayıldı ki herkes hayran oldu. Hele Tatar askerleri, OsmanlIlarda gördüğü bu kadar güzel tertip ve usulü şimdiye kadar görmüş değillerdi. Hayretten hayrete düşerek mest oldular...” [386]. Abdül-Aziz Karaçelebizadenin Süleyman-nâme adlı eserinde aynı tören, tarihi ve edebi bir meharetle yazılmışsa da Boğdan seferine 100.000’den fazla Tatarın katıldığı kaydedilmiştir[387]. Diğer Osmanlı kroniklerinde bu sayı 70-80 bine indirilmekteyse de kanımca bu da mübalağalı ve çok şüpheli bir sayıdır[388] . Çünkü bu mesele hakkında özel istatistikler yapılmamıştır. Hepsi az çok uydurma ve karışıktır. Türk kaynaklarından bu hususta çok sonra yazılmış Mehmed Mahzar Fevzi’nin Haber-i Sahih adlı eserinde “Prut nehrini mürur edince Tatar Hanı Sahip Giray sekiz on bin Tatar süvarisiyle Ordu-yi hümayuna iltihak etti” diye yazılmıştır [389]. Bence bu sayı esastır, özellikle, Avrupah diğer kaynaklara dayanan Josef von Hammer’in eserine göre Boğdan seferine ancak sekiz bin Tatar katılmıştır [390]. Acizane fikrimce bu Tatar askerlerinin sayısı 15-20 binden fazla olamaz. Bu çeşit tezatlı rakamları tenkitli gözle görmek gerekir. Yukarıda andığımız gibi Johannes Kromayer, Hans Delburck ve Radu Rasetti başta olmak üzere bazı askeri eserleri dikkatle incelemek gerekir[391].
Osmanlı kroniklerinden başka yukarıda belirtildiği gibi Sahip Giray Han’ın hakimiyetini ve onun Boğdan seferine katılmasını Remmal Hoca da teferruatıyla tasvir etmiştir[392], örneğin, Boğdan seferine katılmak için Kanuni’nin tüm şeklinde Hatt-ı şerifini ve Sahip Giray’ın da cevap-namesini sıraladıktan sonra Tatar askeri Akkerman’a doğru ilerlemiştir. Turla (Dniestr) suyunu geçtikten sonra Tatarlar bir yerde konaklamışlardır. Bundan sonra şöyle der: “Akşam vaktinde karavula varanlar dil tutub, Boğdan beğlerinden iki kafir getürdiler... Dahi sorular ki Boğdan Beği Petru Voyvoda kandedir ve ne mikdar askeri vardır?... Bu ahvalleri heb bildiler... yaraklar[393] ulaştırıb ve bir tağın (dağın) ardında kayın atasının sarb hisarı vardır hâzinesini anda göndermiştir ve kendinin askeri günden güne eksilmeğe başlamıştır. Şimdi vilayetine kadem bastığımız işidilse yanında kimse kalmaz yalnız kendi durmaz akıbet kal’aya kaçar...” Bundan sonra Remmal Hoca devam eder: “Begler eytdiler: Petru kafir gayretli melundur. Ol sizden kaçmaz. Tutulan dilleri tekzib ettiler[394]... Asker Boğdan sınırına kadem bastılar Petru Bey’in firar etmesi ve Tatarların kona ve göçe Aş Bazan (Tr.-Yaş Pazarı) diye şehre geldiler.İki günden sonra Sa’detlü Hünkâr (= Kanuni Süleyman) askeriyle çıkageldi...” 395. Bundan sonra yukarıda tasvir olunan, Osmanlı-Tatar istikbal törenini tamamlamaktadır. örneğin, “Tatar askerine divanhane kapısı önünde yer gösterildi. Oturdular, ondan sonra Han hazretlerine peşkeş çekildi: Evvel tokuz donlu siyah samur ve tokuz dane bahk dişi ve tokuz dane çako ve kürk ve tokuz dane bibedel, tonluk sincap kürk...” [396]. Törenden bir iki gün önce tâbiyyet görevini ifa ederek Boğdan seferine iştirak etmiş olan Kırım Hanı Sahip Giray’ın emriyle Yaş-Aş (laşi) şehri yakılıp ganimet alınmış ve yağmalanmıştır [397] .
Merasim ve ziyafetler bittikten sonra Petru Voyvoda hakkında bazı araştırmalar yapılarak yeni malumatlar alınmıştır. Alınan habere göre “Petru Rareş 70-80 bin kadar asker toplayıp Botşan (Potşan) dedikleri dağlık bir yere gelmiş ve askerini burada tabiye etmiştir. Petru Voyvoda bununla kalmayıp yolların bir kısmını daraltıp bozmuş ve Türk askerlerini pusuya düşürmek tedbirine baş vurmuştu” [398]. Maalesef, tanınmış bazı modern Türk tarihçileri Lütfı Paşa tarihini neşreden Ali Bey’in bir notuna dayanarak [399] Botşan şehrini ve dağını Fokşan (Rom. Facşani) şehriyle karıştırmışlardır[400]. Aralarında büyük fark vardır. Çünkü, Botşan Moldova’nın kuzeyindedir. Fokşani ise güneyinde Eflak sınırında olduğundan Osmanlı ordusunun arkasında kalmıştır. Mesafe bakımından Focşani-Botşani şehirleri arasında aşağı yukarı 250 km. vardır. Bu esnada, eylülün başlarında, Petru Rareş “Botşan’ın sarp geçidini muhakkak savaş yeri olarak seçmiştir.” Bu yer şimdilik Moldova’nın Stançeşti köyü civarında olup Suceava şehrinin en büyük ormanlığıdır[401]. Bu bölge hakkında stratejik bakımdan I. D. Marin bir askeri araştırma yapmıştır. Bu araştırmaya göre[402] bir iki gün önce Türklerin taarruzu beklenirken Tatarlar ansızın laşi (Yaş-Aş) kasabasına taarruz ederek yakmışlardır.
Orada gayet muazzam kiliseler ve hatta Petru Rareş’in sarayları bile vardı. Törenden sonra Osmanlı ordusu yukarıda anılan Jija köprüsünü ılgarla aşarak Yaş ovasına nüzul etmiştir. Ancak bu şehrin bazı harabelerini acıyarak seyretmişler... N. Matraki’ye göre Osmanlıların Aş-Pazan (laşi- Yaş) nam ovasına eriştiklerinde Tatar askeriyle muazzam bir merasim vuku bulmuştur. Aynı tarih yazarına göre Osmanlılar Siret suyu kenarından olan Berail (?) [403] adlı menzilden batıya doğru ilerlemiştir.
Yukarıda anıldığı gibi Celalzade bazı Avrupa kaynaklarım (Leh- Romen vb.) tamamlayarak şöyle der: “Boğdan’m Lehistan taraflarında Romenlerin bazı müstahkem kaleleri vardı. Bunların en mühimi Hotin idi[404]. Lehliler Türk askerlerinin Boğdan’a geldiğini işitince bu kalelerin az çok zayıf kaldığından istifade ederek buralarını zaptetmeye geldiler. Bu hal Petru Voyvodayı çok müşkül bir hale düşürdü. Petru çabuk Lehlilere giderek ve onlara bazı memleketler (Pokutsya’yı) [405] vereceğine ve Türk gailesinden sonra harbetmeyeceğine yemin etmiş ve bu suretle musaleha edip dönmüştür...”[406]. Bunların hakikati yukarıda tafsilatla gösterilmişti. Avrupah kaynaklarda bu mesele daha iyi anlaşılmıştır. Lehlerle savaştan kurtulduktan sonra, söylediğimiz gibi, Petru Rareş Botşani civarında bazı hazırlıklara girişmişti. Böylece Tatarlardan hemen sonra Osmanlı ordusu Yaş (laşi) pazarına erişir erişmez (10 Eylülde) [407] kuzeye çekilen Boğdan halkı, askeri ve özellikle Boyadan çok büyük bir telaşa düşürmüştür. Bu kötü durumda bazı kaynaklara göre Eylülün 13’ünde Romen şehrinde, Petru Rareş Türklerle savaş için bir divan kurmuştur. Bu münasebetle, eski Logofât Gavil Trotuşan ve Arnavut (Rom. Arbanaş) Suceava’nın başkapıcısı Mihul başta olmak üzere Boyarlann çoğu voyvodanın planına karşı çıkmışlardır. Tartışmalannda savaşa imkan olmadığını teker teker Petru Voyvodaya anlatmışlardır. Bazıları ona sert sert haykırmışlardır.
N. Matraki’ye göre divanında olan Boyarlar, Petru Voyvodanın “Türklerle savaşa girişebilir miyiz” sualine “hayır, hayır, katiyen” diye cevap vermişlerdir[408]. Aym zamanda daha cesaretli olan Boyarlar Petru Voyvodanın ya Türklere tabiyetini ya da kaçmasını istemişlerdir. Bu durum karşısında Macarie’nin Boğdan kroniğine göre, Nicoara Hara, Petru Rareş’e yaklaşıp şu ağır ve dramatik sözleri söyledi: “Oh, vay, Voyvoda Boyarlar seni terk etmek için hazırlanıyorlar” [409]. Boğdan kroniğine göre bu divan tartışması Eylülün yedisinde vuku bulmuştur. Anton Verançiç’e gelince, bu olaydan biraz sonra Eylülün i3-i4'ünde Petru Rareş Boyarlardan ayrılmış ve metin birkaç kişiyle Hotin Kalesi’ne saklanmak için kaçmıştır. Ama kale dizdarları onu kabul etmemişler, girişine engel olmuşlardır. N. Matraki’ye göre, böyle bir anda “Vaktinde kaçış bir şeref değilse de muhakkak bir mertlik”tir. Bu mesele hakkında bir Romen atasözü “Fugâ este ruşinoasâ dar sânâoasâ = kaçmak ayıpsa da sağlamdır” der. Bu sözleri Eflak Voyvodası Neagoe Basarab’a göre tersine çevirip şöyle yorumlamalıdır: “Bir voyvoda tahtını kaybetse bile memleketinde kalması gerekir” [4l0]. Âsi voyvodanın kaçış günü iyice bilinmiyorsa da Eylülün 14’ünde Braşov şehrine geldiği yazılanlardan anlaşılmaktadır[411]. Petru Rareş bu tarihten bir iki gün önce kaçmayı planlamıştır. Hotin Kalesi’ne sığınamayınca, korkarak Türk ordusunun çevresinden dolanarak, önceleri 150 ath iken sonra kalan 20-25 atlı ile yolu üzerindeki Moldova’nın tanınmış Bistritsa manastırında biraz istirahat etmiştir. Burada, mihrab önünde ve ikonalar karşısında diz çöküp Tanrıya yalvararak: “Bizim halkın ve özellikle benim günahlarımdan dolayı Türk imparatoru Mehmed (Mahomed) tüm askeriyle üzerimize geldi...” [412] demiştir. Ancak burada suçunu anlamış ve pişman olmuştur. Türkler tarafından takip edildiğini duymuş ve manastırın surları dışına gözcüler koyduğu halde geceyi büyük bir korku içinde geçirmiştir. Daha sonra aceleyle sarp dağlardan ve ormanlardan Transilvanya’ya doğru yoluna devam etmiştir. Kendisinin anlattığına dayanarak Macarie’nin yazdığına göre, insan ayağı basmamış, sık ormanlarda yolunu şaşırıp gece gündüz aç, susuz, çırılçıplak dikenler ve çalılar arasında yol almış, elleri ve yüzü kan içinde kalmıştır. Bir hafta Karpat dağlarında saklanmış ve onu takip edenler yakalayamamışlardır. Gençliğinde balıkçılıkla uğraşmış olan Petru Rareş balıkçılara bir avuç dolusu altın hediye ederek balıkçı elbisesi almış, balıkçılarla birlikte serhat muhafızlarına “hepimiz balıkçıyız” diye inandırarak gizlice Transilvanya’ ya zar zor geçebilmiştir. Balıkçılar onu Ciceu Kalesi’ne götürmüşlerdir. Burada, seferin başlamasından bu yana Sırp karısı doamma Elena (Brankovıç), iki oğlu îliaş ve Ştefan ve kızı domniça Ruksandra heyecanla bekliyorlarmış. Diğer bir habere göre Petru Rareş’in kaçış maiyyetinde yukarıda anılan iki oğlunun bulunması biraz kuşku götürür. Eski Boğdan Voyvodası Petru Rareş’in çok dramatik ve feci firarına çağdaş Moldova vekayinamecisi birkaç sayfa ayırmıştır[413]. Bu konu hakkında bir roman da yazılabilir. I arihçi ve edebiyatçılara daima bir ilham kaynağıdır.
Petru Voyvodadan kurtulduktan sonra başta yukarıda anılan Boyarlar Logofat Gavril Trotuşan ve başkapıcısı (Rom. prim portar) Mihul olmak üzere Padişah huzuruna çıkamadıklarından Mehmed Bey Yahyapaşaoğlu’na[414] başvurmuşlar ve özür dilemişlerdi[415]. Böylece Boğdanhların temsilcileri Eylülün ilk yarısında Osmanlı Türkleriyle anlaşmaya başlamışlardır.
Bu esnada Kanuni Sultan Süleyman muzaffer ordusuyla Yaş (laşi) ovasını terk ederek Voyvoda bınarına (ti Eylül)]416], bir gün sonra Fermus Pazarına[417] , Hermansız konağına[418] ve bir cuma günü de (15 Eylül) Aursan köyü konağına[419] gelmişlerdir.Böylece Kanuni Sultan Süleyman Yaş tan doğru Moldova’nın başkenti Suceava şehrine daha kısa bir yoldan hareket etmiştir. Yukarıda anılan sarp ve tahkim edilmiş Botşan yolundan çekinmiştir. Bu durumda Şipote-Botşan-Drakşani (Dracşani) yolunu dolanarak[420] savaşa hazırlanan bazı Boğdanhları iyice kızdırmışlardır. Savaş için stratejik önemi olan yer de unutulmamıştır. Buradan ve diğer taraftan Padişah, Eflak taifesini baltalarıyla ve bazı Tatar müfrezesini Botşan tarafına, yol açmak maksadıyla, göndermiştir[421]. Savaşa hazırlanan Boğdanhlann kalıntısı ilk hücumda çil yavrusu gibi dağılmışlardır. Kaçan yani firar eden Petru Rareş’in arkasından takip etmek ve yakalamak için Yahyapaşaoğlu Mehmet Bey bir Tatar tümeniyle tayin edildiyse de bir iki gün sonra neticesiz geri dönmüşlerdir[422]. Çünkü Petru Voyvodanın izlerini kaybetmişler, sarp ormanlara dalmaya cesaret edememişlerdir. Bazı Osmanlı kroniklerine göre melûn Petru Voyvodanın çöllerde adı ve namı kaybolmuştur. Kara Boğdan Ruznâmesine, N. Matraki’ye ve özellikle M. Celalzade’ye göre “Hain Petru Türk askeriyle başa çıkamayacağını anlayınca askerlerinden ayrılarak ormanlara gidip gizlendi. Osmanlı Türkleri ve Tatar orduları ilerledikçe yerli ahali dağlara ve ormanlara dağılıyordu. Padişah Kanuni Sultan Süleyman durumu görünce hemen Eflak kabilesine mensup üç bin baltacıyı buraya (Botşan civarına) aldırarak baltalarıyla buradan bir yol açmalarını emretti. Baltacı Eflakhlar hemen işe başladılar ve adamakıllı bir yol açarak icabeden yerlere köprü kurdular. Ordu buradan geçerek epey ilerledi ve birçok yerleri aldıktan sonra Rebiu’l- âhirin yirmi birinde Pazar günü (945/1538) [423] asıl Boğdan’m merkezi olan Seçav veya Suçav (doğrusu Suceavd) şehrine geldiler. Bu şehrin ahalisi asker korkusundan çil yavrusu gibi kaçıştılar. Suceava gayet iyi imar edilmiş bir memlekettir[424]. Havası mutedil olduğu gibi gayet saf ve tatlı suları vardır. Etrafı ağaçlık, yerleri yemyeşildir. Hasılı her hususta[425] çok güzel bir şehirdir. Hisarı yüksek, kuleleri sağlam, kapılan dar, hendekleri geniş ve mevki kuş uçurmayacak bir yerdir. Kulelerinde her çeşitten mühimmat ve bolca erzak vardır. Hendeğinde demir kazıklar olup ağaçlardan mevanii fer'iyye yapılmış ve kalenin alınması çok zor hale getirilmiştir. Çan kulelerinde mimari düzende yapılmış gayet güzel kabartmalar göze çarpar. Türk askerleri buraya geldiklerinde kalenin etrafında ve kaleye yakın derelerde, tepelerde, ovalarda çadırlı ordugâh kurdular...”[426] diye yazılmıştır. N. Matraki’nin eserinde “Padişahın ordusu... Rebiu’l-âhirin 22’sinde (945 H.) [427] Suçav Kalesi’nin ovasına erişmiş, burada renkli ve çok süslü çadırlar kurulmuştur”. Kalenin istihkam yapısı ve sağlamlığı şairane bir dille tasvir edilmekte ve efsanevi “Sedd-i tskenderle” mukayese edilmektedir[428]. Bunlardan daha sonra İbrahim Peçevi kısaca “Padişah da Boğdan’ın başşehri olan Suçav’a (Sincav!) gelmiştir.”[429] diye yazmıştır. Suçav Kalesi nin tahkimatına rağmen Boyarlar ve bekçiler korkudan savaşmadan kaleyi Türklere teslim ettiler [430]. Bu bakımdan da esas kaynak olarak alınan Celalzade’nin eseri gözönüne alınarak “Kaledekiler Türk ordusuna mukavemet etmeyeceklerine kanaat getirince ister istemez ‘volens nolens’ itaata mecbur kaldılar, Kalenin anahtarlarım getirip Padişaha teslim ettiler...” Petru Voyvoda mallarını korumak maksadıyla nesi varsa hisarın bir tarafına gömüp kaçmıştı. Padişah Kanuni Sultan Süleyman bunu duyunca Hüseyin[431] ağa adındaki ahır beyini (Mirahor)[432] çağırarak defineyi bulmaya memur etti. Hüseyin ağa gerekli gördüğü yerleri kazarak Petru’nun gömmüş olduğu mal ve servetini bulup çıkardı. Çıkanlar arasından gümüş koçlar, ibrikler, sürahiler, serpuşlar, kadehler, murassa kılıçlar, Alman kılıçlan, meçler, değerli İnciller[433], cevahir, değerli saksılar, sıralı gönlekler, altın ve gümüş kaplı kitaplar, haçlar, çok miktarda da nakit para ve malları yazı ile anlatılamayan bu define asarı atika arasına katılmak üzere alındı...”[434]. N. Matraki’nin eserinde Suceava (Suçav) hisarında çok zengin gizli ve açıkta bir defain ve hazine olduğu yazılıp yeminle İstanbul’a [435] getirildiği kayıtlıysa da bunun I. Peçevi tarihinden. Celalzade’den ve diğer kaynaklardan ilham alınarak daha fazla yazıldığı tahmin edilebilir. I. Peçevi nin ifadesiyle: “Kaçmış olan Petru Voyvodanın, o şehirdeki (Suceava’da) birçok kıymetli eşya gömdüğünü Padişaha haber verince, büyük Mirahor Haşan[436] ağa bu işe memur edilerek, gömünün bulunabileceği yerler kazıldı. Birçok altınlar ve gümüş takımlar, süslü ve altın işlemeli haçlar, altın işlemeli şişler ve kılıçlar, altın kaplı İnciller, çeşitli eşyalar, süsler ve kumaşlar bulundu ki bunlar tahminlerden de fazladır. Hepsi hazine-i âmire için alındı”[437]. Sadece Türk kronikleri değil Avrupa tarihsel kaynakları bile aynı konudan bahsetmektedir. “Mirahor Hüseyin ağa’nın gayretiyle Suceava kalesinde büyük şarap fıçılarıyla gömülmüş Boğdan hâzinesi bulunmuştur” [438]. Keşfedilen hâzineyi Kanuni görünce “Bu kadar küçük bir memlekette, nasıl bir hakim bey bu kadar zengin bir define edinmiştir” [439] diyerek hayret etmiştir.
Bu çeşit işleri açıkladıktan sonra şimdi bazı siyasi-politik işlere dönelim. Erast Kretkovvski adlı Leh elçisi daha önceden orduda bulunmakta idi. Ona da bir Name-i hümayun verilerek Leh Kralı I. Sigismund a gönderildi. Bununla asi Boğdan voyvodasının takip edildiği bildirildi ve o taraflara kaçtıysa yakalanması ve derhal padişahın ordugahına gönderilmesi istendi[440]. Aynı zamanda Suceava kalesinden firar eden Boğdan Voyvodası Petru Rareş’in Bud-Budin (Budun) taraflarına gitmesi ihtimali üzerine, Budun Kralı Jan Zâpolyai’ye de Petru Rareş’in yakalanması için bir çavuş ile Name-i hümayun gönderildi[441]. Seferin başlarında da Macar Kralı Jan Zâpolyai’ye Petru’nun yakalanması için başka bir mektup gönderilerek 18 Ağustostaki cevabı hatırlatılmıştı[442].
Başta M. Celalzade ve t. Peçevi olmak üzere, N. Matraki’ye ve diğer Osmanlı kroniklerine göre, Boğdan-Moldova’mn bazı dolaşık meselelerini halletmek için Sultan Süleyman Suceava’da beş altı gün yani bir hafta kadar, oyalanmıştır[443]. N. Matraki ve özellikle M. Celalzade’ye göre “Boğdan fethinden maksat onun Osmanlı devletine katılması ’idi. Padişah bu emeline erince artık o memleket halkına şefkat göstermek cihetini tuttu. Esasen Boğdan’ın en ileri gelen eski voyvodasının oğlu[444], papazları, tüccarları, âyânı padişaha arz ve tazimata gelmek, kusurlarının affını dilemek istiyorlardı. Padişah onları fazla beklemeye vakit olmadığından ancak dört gün bekleyeceğini bir beyanname ile bildirdi...”[445] . Bu esnada Grigorie Ureche’nin “Boğdan Memleketinin Vekayinamesi”ne (Letopisetul Tarii Moldovei) göre “Boğdan/Moldova memleketi üzerine İmparator Süleyman sefer açıp Suceava’ya geldiğinde ahali dağlara-ormana dağıldığından Vladikalar (Papazlar) ve Boyarlar Badeuti adlı köyde toplanarak ister istemez tedbir aldılar. Bunun neticesi olarak padişaha büyük ricalarda bulunarak elçi göndermişlerdi. Çünkü onların günahını ve suçlarını affetsin istediler. Bu maksatla Suceava’daki padişaha elçi olarak Trifan Ciolpan (= Çolpan) [446] adlı bir Boyarcığı sulh ve yeni bir voyvoda için göndermişlerdir. Padişah bunların arzını ve ricasını dinleyip merhametinden bunların günahını ve suçlarını affederek onlara Trifan Ciolpan’la birlikte itimatlı bir çavuş gönderdi. Boyarların hepsini Suceava’ya davet etti. Bunlar da büyük korku ile gelmişler ve padişahın ayağına yüz sürmüşlerdi. Sultan Süleyman onlan affederek kendi kulları gibi sevgiyle kabul etmişti. Bundan sonra Aleksandru (Sandrin) Voyvodanın oğlu[447] Ştefan Voyvoda tayin edilmişti. Netice olarak Ştefan Voyvoda Vladika ve Boyarlarla birlikte padişahı Tuna’ya kadar geçirdiler. Orada padişah onlarla beraber olduğu sırada esirleri ve yağmayı geri vermişti. Aynı zamanda vergilerinden de affedilmişlerdi...[448] . Bunlar padişahın kerametini ve Boğdan memleketine iyiliğini ispat etmektedirler.
Yukarıda anılan Ştefan hakkında Romen tarihçileri arasında “Eylülün 18’nci gününde padişahın Suceava’daki divanında Ştefan Voyvoda, Aleksandru (öl. 26.VI.1496) nun oğlu ve Ştefan çel Mare’nin torunu (yeğeni) genç, voyvoda yapıldı[449]. Ama bu çeşit bir karar yani tedbir İstanbul’da değilse bile muhakkak Edirne’de alınmıştır. Devlet kapusunda “mülâzim” Unvanıyla 25 yıl hizmet eden bu yeni Boğdan Voyvodası hakkında çok garip haberler, bazı kontrolsuz şayialar, yayınlanmıştır, örneğin, yukarıda anılan Venedikli Aloisio Gritti’nin bir kızıyla evlenmesi
Süleyman’ın himayesinde bulunan Ştefan Hıristiyan idi, zevcesi (doamna) Chiajna idi; Aleksandru ve Ştefan adında iki çocuğu vardı. Bu şayialara ve bazılarının şüphesine göre Boğdan memleketinde İslamlığın kabul edilmesini düşünmüştür” [450]. Bunların çoğu ya şüphe ya da yalandır. Aynı mesele hakkında Osmanlı kroniklerinde özellikle M. Celalzade başta olmak üzere şöyle denir: “Eski Boğdan hakimlerinden istifan (= Ştefan) Voyvoda[451] oğlu Çetine (Çetina?) [452] padişahın hizmetinde ulufe sahibi idi. Bu adam voyvoda tayin buyurulmasını istirham eyledi ve nasbi halinde haraç vereceğine de söz verdi. Boğdan’ın birçok ileri gelenleri bir Çetine’nin voyvoda olmasını istiyorlardı”. Kanımca bunu en fazla kendisi istiyordu. Padişah Kili ve Akkerman kaleleri sınırında vukuata mani olmak için aşağıdaki şartlar dahilinde Çetine yani Ştefan’ı voyvoda tayin etmeğe muvafakat etti.
O şartlar da şunlardır:
- Prut Nehri’nin sol (yâni) Akkerman sahilinde Turla (Dniestr) suyuna kadar olan arazi Türklere verilecektir;
- Bu tahdit edilen arazinin iki tarafında Türkler iki büyük kale yapacaklardır;
- Bir daha isyan etmemek ve Türk devleti tarafından her ne emir verilirse ona itaat etmek ve iki yılda bir memleket haracını voyvoda kendisi İstanbul Sarayına gidip teslim etmek için İncile ve salibe yemin etmek...”[453]
M. Celalzade devam ederek “işte bu yolda bir taahhütname yazıldı. Eski adet üzere Türkler voyvodaya kızılbörk[454] yani külah ile altın üsküf[455] ve kadife tel işlemeli kaftan verdiler. Gelenlerin hepsi padişaha hayırlı duada bulundular ve el öptüler. Voyvodaya bir sancak, davul ve nakkare verildi. Voyvodayı bir tümen asker Suceava’ya getirdi. Bütün halk ona itaat etti. Bu suretle Boğdan fethedildi...” [456] der.
Yukanda anılan birinci şart hakkında N. Matraki’nin edebi şekilde olsa da bazı yeni unsurları, yani tespitleri vardır. Padişahın kararı şöyle idi:
“Vilâyet-i mezbure ve memleket-i makhurenin cânib-i şimâlinden cihet-i cenuba münbasit olan arazinin taraf-ı şark u garba mümted olan tulü ki kenar-ı cûybar-ı behr-i Prut’tan serhadd-i kal’a-i Kili’ye varub müntehi olur ve sahil-i nehir Tuna’ya gelüb vâsıt olub ve gayetde nihayet bulur, sair ekâlim-i azîme gibi iklim-i kadîm-i Âl-i Osman-i âl-i şuna mülhak ve mülsak olub nehr-i mezkûrun cânib-i şarkisinde Brod-i Ceyın (Çin) ile Falçın adlı iki kal’a bina olunmağa emrolundu ki şemşir-i cihangir-i asırla ol diyar manfûz ve mazbût ola. Mâada nehr-i mezburun cânib-i garbisinden magrib (batı)-zemîne mail olan nevâhî-i vilâyet-i kefere-i fecereden Voyvoda nasb oluna ki uli’l-emr icâb itmeğin müfsidlere zebân-ı rûşen-i beyan-ı hüsâm-i kati’ ve lisan-ı sina-ı cânsitân-ı berk-i lâmi’ ile cevap vire deyü mukaddema vilâyet-i makhureye Voyvoda olub mürd olan Istefan[457] türû’undan Asitanda mülâzim olub Çetine/Çetina Voyvoda nasb oluna... ol diyar hususlarında cümle-i murâdât-ı hümayun ve külliyen mekasıdı zafer-i makrûn Pâdişâh-ı şer’iyyat-nümune hazretlerine dest-res hadika-i sebse vâr-ı vilâyet ve ravza-i gülzâr-i memleket tamamı revnâk olup taravet bulub ahsen-i nizâmla ve ahvâl-i memleket alâvetki’l-merâm tamam iltihâm bulduktan sonra...”[458] Birinci şart hakkında î. Peçevi’nin de bazı tespitleri vardır: “Kili ve Akkerman kaleleri çok defa münazaalı olduğu için, Boğdan vilâyetinin ortasından bir miktar arazi ayrılarak, Prut nehrinin Akkerman tarafından Kılıç (doğrusu Falıç = Falciu) adındaki şehrin karşısında Turla (Torla) suyuna gidinceye kadar bir hudut tâyin edildi. Bu hududun iki tarafından iki sağlam kale yapılmak şartıyla ve Padişah tarafından her ne ferman verilirse kabul edilmek üzere, her iki yıhn memleket haracı ile voyvodanın kendisinin İslâm başkentine (İstanbul’a) gelmesi kararıyla arada anlaşma yapılmıştır”[459]. Muhteva bakımından bu Osmanlı-Boğdan anlaşması, yukarıda bahsedilen Taahhüt-nâme (M. Celalzade), muhakkak bir Berat yani Kapitülasyon (= imtiyaz) manasınadır. Hukuk bakımından iki yanlı değil (bılateral), tek yanlıdır (unilateral). Ahitnâme, muahede olamaz ancak bir kapitülasyondur. Romen ülkelerinde Osmanlı muahedeleri ve kapitülasyonlar hakkında bazı katkılar varsa da şimdiye kadar bir İlmî neticeye erişememiştir. Eski tarihçiler N. lorga[460], C. Giurescu[461], I. Minea[462], P.P. Panaitescu [463] vb. ahitnameleri, kapitülasyonlarla karıştırarak Osmanlı-Romen muahedelerini kabul etmemişlerdir. Bunlardan sonra N. Beldiceanu [464], A. Decei[465], T. Gökbilgin , M. Guboğlu[467], M.M. Alexandrescu-Bulgaru Dersca[468], M. Mate[i469], Ştefan Gorovei[470], Cemil Tahsin [471] ve Veliman V. [472], bazı katkılarında bu ve şu şekilde kabul etmişlerse de meseleyi iyice halledememişlerdir. Aşağı yukarı hepsi faraziyedir. M.A. Mehmet’e gelince meseleyi baştan sona kadar karıştırmıştır[473]. Ona göre bir biti yani berat (imtiyaz) kapitülasyon değildir ahitname “Tratat”tır (!). Mihai Maksim’in makalesinde[474] de faraziyeler çok büyük yer almaktadır. Aynı zamanda bazı çelişkiler vardır. Belki M.A. Mehmet’ten ilham almıştır. Zengin kaynakçasına rağmen Reşat Ekrem’in Osmanlı muahedeleri ve kapitülasyonlar (1300-1320) [475] ve Mgr. Basile Homsky’nin Les capitulasiyons[476] adlı eserlerini kullanmamıştır. Kanımca Osmanlı-Romen ülkeleri arasında berat ve hatt-ı şerif vb. şeklinde anlaşmalar varsa da tek yanlıdır. Maalesef, şimdiye kadar Osmanlı-Türk arşivlerinde bu mesele hakkında kapitülasyon manasıyla belgelere rastlanır. Bazı Muahedât mecmualarında Romen ülkelerine ait ahitname ya da muahedelere rastlanmaz. Netice olarak Suceava’da, 1538 yılında, Osmanlı- Boğdan anlaşması muhteva bakımından ancak bir kapitülasyon (Berat) şeklindedir. Bundan sonra Romen Voyvodalarına aynı manada belgeler yazılmıştır.
Yeni Voyvoda Çetine’nin diğer bir kaynağa göre Istefan’ın tayini ve özellikle Osmanlı devletine eklenen bir sancak, bölge veya Bucak [477] şeklinde bir taahhütnamede kayıtlı olduğu görülüyor. Yukarıda anılan Çeyin ya-Çin Turla civarında serhat kalesi olarak belki Ciuburciu (Cöburcü) [478] olabilir. Ama buna yakın Bender (Rom. Tighina) Kalesi de vardır. Ştefan veya Çetine Voyvodanın Suceava’da seçilmesi ve Padişah tarafından tayin edilmesi münasebetiyle teşrifat-ı kadime tarafından da çok mühimdir. Bazı kaynaklara göre yeni Çetine Voyvodanın muhafızlığına 500 yeniçeri bırakılmış, bazılarına göre ise 5.000 yeniçeri verilmiştir. Fikrimce bu son sayı da oldukça abartılmıştır[479].
Yalnız M. Celalzade veya Matraki değil, İ. Peçevi de merasim hakkında bilgi verir: “(Çetine) Voyvodanın eline berat verilerek, eskiden beri Osmanlı âdeti üzere kızıl börk ve altın üsküf ve hükümdar hil’atı giydirildi. Daha sonra voyvoda Suceava’ya giderek davul ve nakkareler çalındı. Bayraklar dikilerek Boğdan da Osmanlı memleketleri arasına katıldı’’[480]. Bunlar gerek Osmanlı ve gerek Romen teşrifat meselesi için önemli olmasına rağmen bu meseleyle uğraşan bazı tarihçi ve edebiyatçılar yukarıda sözü edilen kaynaklardan hiç faydalanmamışlardır[481]. Bunlara ancak XV1II-XIX. yy. da dikkat ettiler.
Boğdan/Moldova meselesi halledildikten sonra padişah divanlar kurup Sahih Giray’a iltifatlarda bulundu. Gerek şahsen kendisine ve gerek Tatar hanlarının oğlan denilen prensleriyle mirza yani beylerine yüksek hil’atlar ve diğer ihsan ve iltifatlar yapıldı; onlar da padişahın tahtım öptüler. Sonra memleketlerine gitmekte “icazet-i hümayun” verilerek serbest oldukları bildirildi[482]. Lehistan kralının elçisi (Erast Kretkovvski) Osmanlı ordusu ile beraberdi, onun da gitmesine müsaade edildi. Fakat sonra Petru Voyvodanın Macaristan’a kaçtığını duyunca padişahın canı sıkıldı, onu yakalamak için Jan Zâpolyai’ya ulaklarla bir mektup gönderdi[483].
İstanbul’dan ta Suceava’ya gelmiş olan padişah hem ordu-yi hümayunun biraz istirahati ve hem de yukarıda anılan meselenin çözümü için Boğdan tahtında bir hafta oyalandı (15/16-22 Eylül) [484]. Kara Boğdan Ruznâmesinin sonunda “Pazar günü, ayın 28’inde[485], Suceava'dan hareket ederek Bandos (Yandoş?) [486] adlı yerde konakladı, pazartesi ayın 29’unda[487] Aghşen konağında[488] ve aynı ayın sonu Sah gününde[489] Ispien denilen yerde konakladı”[490]. Burada Kara Boğdan Ruznâmesi son bulsa da Osmanlı kroniklerinde Türk ordusunun dönüşü tasvir edilmiştir. Örneğin Matraki’nin Fetihnâme-i Kara Boğdan adlı eseri Ruznâmedeki bazı yerleri tamamlamaktadır. Söz gelişi Osmanlı ordusu Lamoir (Lamuir?)[491] yani Değirmenbendi’ne[492] dönüşte erişmiştir...
Bundan sonra Prut suyunu geçince, Lapuşna (Lapuşta) [493] deresinde- dirler. Burada N. Matraki tek bir haber vermektedir: “Mübarek Cemaziyü’l-evvelin dördüncü günü[494] Lapuşna deresi mevki’e nüzul-ı hümayun oldukta Çetine Voyvodadan haber varid olup, asi-yi mezburun Boğdan demekle maruf oğlunun başı kesildiğini i’lan idüb başım dergah-ı saadet dergahına göndermiş...”[495]. Çünkü, padişah ordusuyla Suceava tarafından ayrılınca Petru Rareş’in bazı taraftarları ormanlardan çıkarak yeni voyvoda üzerine hücum etmişlerdir. Ancak N. Matraki’ye göre bu baskına eski Voyvoda Petru iki oğluyla birlikte “üç başlı ejder gibi yürüyerek, ağzından ateş çıkararak diye mukayese edilmiştir...” [496]
Şimdi Osmanlı devletine yeni ilhak olunan Bucak bölgesi yani Kili ve Akkerman sancağını aştıktan sonra “Cemaziyü’l-evvelin sekizinci günü (495 H.) [497] padişah Obluçita-îsakçı denilen köprüyü devlet ile geçti. Onu görmeye gelen ve haber getiren ulaklar ve diğerleri padişahı görünce sevindiler. Ertesi gün Isakçı’da divan kuruldu. O gün vezirlere ve Rumeli beylerine Arap atları verildi. Bu atların hepsinin boyunlarında kumaşlar, altın zincirler vardı. Bunlardan başka değerli taşlarla işlenmiş kılıçlar ve çok değerli hil’atlar (kaftanlar) ihsan edildi. Sair devlet erkânıyla beylere, ağalara ve reislere kaftanlar verildi”[498]. Kısaca sefere katılan ve büyük bir rol oynayan Vezir Lütfı Paşa: “...Tuna’yı geçicek hayme-i şâhi ve bargahı padişahı kurulub... tabi ve kösler499 çahnub ve fetihnameler yazılub ve yayılub ctraf-ı ‘aleme irsal olunduktan sonra vüzeraya hil’atlar ve behri hotozlar [500] ve yerlü oyanh [501] Arabi atlar verilüp ve Rumeli ve Anadolu askerince icâzet virilüb...” diye yazmıştır[502]. Dönüşte îsakçı’da konaklan- dığında teşrifat olduğunda diğer Türk kronikleri de fazlasıyla ısrar etmişlerdir, örneğin, N. Matraki ve M. Celalzade şöyle yazar: “...Bundan sonra İstanbul’a dönmekle îsakçı seferberliğine nihayet verildi. Anadolu ve Rumeli beylerbeyleriyle yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin serbestçe dönmelerine müsaade edildi. Padişah burada iken memlekete dönmek üzere bulunduğunu ve büyük bir fütuhat elde ettiğini bildirmek maksadıyla zafer mektupları (Fetihnâmeler) yazıldı. Ulaklar bu mektupları memleketin her tarafına götürdüler. Sonra Boğdan’ın idaresinde bulunmayan bölgesine kaleler yapılmasıyla burasını müstakil sancaklar gibi idare edilmesi tensip ve sancak beyiyle asker vesaire tahsis edildi. Bender’e Haşan adlı yeni bir kadı tayin olundu. Bucak bölgesine gelince buraya Nogay Tatarları yerleştirilerek onların üzerine Kırım Hanları tarafından Yalı ağası (El- ağası) [503] denilen bir ileri gelen nasb olundu, bunun oturduğu kenti yani idare merkezi Kauşan (Rom. Cauşani) [504] kasabası idi. Kili ve Akkerman bölgesindekilerin yiyecekleri, Rumeli’den temini için menziller tesis olduktan sonra Petru Rareş zamanında yıkık bir hale getirilen Kili hisarının eski hale getirilmesi ve tsakçı’da yapılan köprü malzemesinin o kalede evleri harap bir hale gelenlere tevzi edilmesi emredildi...” [505]
N. Matraki ve M. Celalzade’den başka çağdaş ve daha sonraki Osmanlı tarihi yazarları îsakçı’da vukubulan Kara Boğdan feth ve zafer törenini daha kısaca tasvir etmişlerdir, örneğin, sefere katılan ve büyük bir rol oynayan vezir Lütfı Paşa çok açık bir şekilde şöyle yazmıştır: “...Tuna’yı geçicek hayme-i şâhi ve bargahi padişahı kurulub... tabi ve kösler [506] ve fethnameler yayılıb[507] etraf-ı âleme irsâl olunduktan sonra vüzeraya ve ümeraya hil’atlar ve behri hotozlar [508] ve erlü oyanlar [509] Arabi atlar verilüb ve Rumeli ve Anadolu askerine icâzet verilüb andan Padişah-i İslam ol mehâlden göçüp Dobruca’ya gelindikte [510] donanmada olan başbuğdan
(Hayrettin Barbarossa) haber geldiğini...”[511]. î. Peçevi’ye gelince ancak şunlarla iktifa etmişti[512]: “Sonra Suceava (Sincav)’dan hareket edilerek tsakçı yakınında olan köprüye gelindi. Orada beklemekte olan ulaklar, donanmadan ve diğer padişah memleketlerinden sevinç uyandırıcı haberler getirdiler. Oradan da hareketle Cemaziyü’l-evvelin yirmi dokuzuncu günü [513] padişah Edirne’ye geldi. Padişahın, Boğdan’daolan fetihleri, sonra da kaptan Hayrettin Paşa’nın başarısı islamlarda büyük sevinçler uyandırdı” [514].
Yukarıda anıldığı gibi tsakçı’da zafer töreni münasebetiyle bazı fetihnameler yazılarak etraf-ı âleme gönderilmiştir. Bunların birisi 30 yıl önce A. Decei tarafından keşfedilerek (Süleymaniye ktp., İstanbul, Yahya Efendi fondu no. 6335, yk. 43b-44b) Fransızca neşrolunmuştur[515]. Sonunda: “Fî evâsıt-i Cemâziyü’l-evvel sene 945” [516] tarihli olarak ve “Be- yurt-i îsakçı”dan yazılarak Amasya sancağı Beyi Bali Bey’e hitap edilmiştir. Diğer birisini Prof. Tayyip Gökbilgin Bursa’daki Şer’iyye Sicillerinde (A. 38/43, var. 99) bularak şöyle özetlemiştir: “(Orhaneli) ve Domaniç kadılarına hitap eden bu hüküm, Boğdan seferi (1538) esnasında İsakçı iskelesi konağından gönderilmiş olup, seferin muhtelif safhalarını ve başarılarını anlatmakta, bu fetihname ulufecilerden îlyas ile gönderildi, varır varmaz şehrin süslenmesini müjdegâhî akçesini tahsil edip tlyas’a teslim etmelerini bildirmektedir”[517]. Aynı yerden yazılan “Fî evâil-i Cemaziyü’l-evvel sene 945” [518]. Belgelerin tüm metni Arap harfleriyle eklenmiştir (no. 14). Bundan başka Boğdan seferiyle ilgili olan diğer bir belgeyi T. Gökbilgin bastırmıştır, özetinin başı şöyledir: “Kite kadısına hitap eden bu hüküm sureti mevkufatın teftişi, yani Boğdan seferinde hizmette bulunmayan sipahilerin birer yıllık timarları hasılının mevkufa zaptolunmak yolundaki karara uyularak Hüdavendigâr sancağındaki bu gibilerin yakalanması hakkındadır...”[519] Bu belge Edirne’den yazılmış olup 27 Ramazanü’l-mübarek 945 tarihlidir [520]. Şu ilavesi vardır: “...Kara Boğdan seferine varmîn sipahilerin tımarlarının teftişi için Bey sancağına sipahilere zümresinden Yusuf Bendegöz hükm-i şerifle vârid olup...” (Belge 15). Bu belgeden anlaşılır ki sipahilerin bazıian Boğdan seferine katılmamışlardır. Bunlardan başka Cemaziyü’l-ahirin üçüncü gününde 945 yılında [521] Nasuh Matraki daha geniş ölçüde Fetihnâme-i Kara Boğdan adlı eserini yazmıştır [522]. Gerek îsakçı’da ve gerekse İstanbul’da Kanuni’nin Kara Boğdan seferi hakkında özel eserler yazıldığından bu olayın ehemmiyeti fazlasıyla ispat edildi.
Şimdi olayın son safhasına ve neticelerine gelelim. Osmanlı Türkleri yukarıda anılan kararlan aldıktan sonra oradan, yani Isakçı’dan, kalktılar. Dobruca’dan gide gide Balkan dağının Çalhk-Kavak [523] denilen derbendini aştıktan sonra Cemaziyü’l-evvelin yirmi ikinci günü [524] azîm bir tantana ile padişah Yambol kasabasına nüzul etti. Ertesi gün Padişah Kanuni Süleyman vezirleriyle ava çıktı. O gün meşhur Osmanlı Amirali Hayrettin oğlu 525 ile beraber gelmişti. Amiral oğlu padişahın elini öptükten ve dua ettikten sonra Preveze’de, Arnavutluk körfezinde, Andrea Doria üzerine kazanılan deniz savaşını (28 Eylül 1538) teferruatıyla anlattı ve padişahı çok çok sevindirdi [525]. Yukarıda görüldüğü gibi, bazı ulaklar îsakçı’da, Lütfi Paşa’ya göre Dobruca’da, belki de Babadağı kasabasında M. Celalzade’ye göre de ancak Yambolu’da, Preveze zaferi tafsilatla tasvir edilmiştir. Padişahı sevindirmek için aynı Preveze savaşı ve zaferi birkaç menzilde anlatılmıştır. Yambolu’da muhakkak teferruatla hikaye edilmiştir. Oradan hareket î. Peçevi’ye göre Cemaziyü’l-evvelin 29. günü [526] ve çağdaşı N. Matraki’ye göre ise Cemaziyü’l-âhirin beşindedir (945 H.) [527]. Padişah Edirne’ye gelişiyle Boğdan seferi zaferle nihayet bulmuştur. Böylece sekizinci “Sefer-i hümayun” yani “Kara Boğdan gazası” tam dört ay yirmi gün sürmüş ve 43 yaşında iken Kanuni Sultan Süleyman’a yeni bir şeref getirmiştir [528].
Şüphesiz, Osmanlı ve Boğdan (= Moldova) tarihi için bu sefer 1538 M / 945 H. yılı olaylarının en önemlisidir. Bu vaka sadece Boğdan’a ait bir zafer değildir. Aynı zamanda AvusturyalIların da bir zaferidir. Çünkü Habsburglar V. Charles Quint ve kardeşi Kral Ferdinand (Feranduş) başta olmak üzere asi Boğdan Voyvodası Petru Rareş’in himayecileri beraberce Osmanlı împaratorluğu’nu ortadan kaldırmaya ve mahvetmeye hazırlanıyorlardı. Bundan başka iki yüzlü olan Macar Kralı Jan Zâpolyai için de bir zafer idi. Boğdan/Moldova ve özellikle Preveze zaferini sadece ttalya- Ispanya ve Almanya değil, Charles Quint de duymuştur. Böylece 1538’de Kanuni Süleyman bir atasözüne uygun olarak aynı yılda bir taşla iki kuş vurmuştur.
Meşhur Romen tarihçisi N. lorga’nın Histoire des Roumains adlı eserinde “Perte de l’independence Moldove” (Moldova bağımsızlığının kayıp olunması) [529] adlı fasılda Kanuni Sultan Süleyman’ın 1538 tarihli seferini iyi tasvir etse de biraz şüphelidir. Çünkü yukarıda anıldığı gibi 1456’dan başlayarak Boğdan memleketi, 82 yıldan beri, Osmanlı împaratorluğu’nun haracgüzârı idi. Bundan başka, 1484 yılının yazında (Temmuz-Ağustos) Moldova Kili (Chilia) ve Akkerman adlı iki tane çok mühim strateji ve ticari kalesini kaybetmiş idi. Demek ki, Osmanlı egemenliği ve üstünlüğü (Fr. suzerainete) Moldova üzerinde gitgide kuvvetlenerek Boğdan’ın da bağımsızlığı yan yarıya inmiştir. Bilindiği gibi “Eyâlet-i mümtaze” yani “bir imtiyazlı memleket-vilayet” şeklinde kalmıştır. Eflak da çoktan beri aynı şekilde bulunuyordu ve Memleketeyni Osmanlılar aynı surette kullanırlardı. Transilvanya’mn durumu biraz değişik. AvusturyalIların civarında Osmanlılar daha hafif bir sistem kullanıyorlar. Bunların voyvoda-tralarına ancak Berat-ı hümayun yani Nâme-i hümayun değil, özellikle XVII. yüzyılın başlarında Ahidname de verilirdi (bkz. Katip Çelebi, Tarih ül- Mennarzâde veya Nai’ma efendi vs.) Ama bu üç Romen ülkesi bazı imtiyazları kapitülasyonlara göre kullanıyorlardı. Üçü de Yüce-i devlet kapısına senelik haraç gönderiyorlardı. Buna göre muhtariyetlerini kazanıyorlardı ve Devlet-i aliyye de onları koruyordu...
Boğdan Voyvodası Petru Rareş bir taraftan meşhur babası olan Ştefan çel Mare’nin geleneksel vasiyetnamesini unutmuş ve diğer taraftan da yedi yıl süreyle Osmanlıların aleyhine münasebetsiz bir düşmanlığa girmiş idi. Böylece bir serseri tavrıyla kendi eliyle başına bela getirmiştir. Daha sonra bu münasebetsiz hareketine kendi de çok pişman olmuştur. Yukarıda görüldüğü gibi onun yerine Suceava payitahtına tayin olunan “Çetine” yani Ştefan’a “Lacusta” (Rom. çekirge) lakabı takılmıştır (hakimiyeti: 18 Eylül 1538-Arahk 1540) [530]. Çünkü onun voyvodalığı sırasında Moldova’yı çekirgeler istila ederek mahsule çok zarar vermişlerdir. Bu mesele hurafelere inanan halk tarafından iyi karşılanmamıştır. Bundan sonra 1538’deki Türk seferi esnasında tanınan Mihul ve Trotuşan başta olmak üzere memleketini paylaşan Boyarlarla anlaşamayıp gecenin birinde topraklarına girip Kanuni’nin başa geçirdiği voyvodayı yok etmişlerdir. Ştefan Lacusta’nın yerine Boyarlar Lehlilerin yardımıyla Aleksandru Cornea / Kornea (1540 Aralık-1541 Şubat) denilen Suceava kapıcıbaşını tayin etmişlerdir. Suceava’daki anlaşmaya göre Osmanlılara kalan Bender kalesi ve Bucak bölgesine yani Kili ve Akkerman sancağı üzerine, Aleksandru Cornea bazı hücumlara girişmişse de pek başarılı olmamıştır. Ama Kanuni Süleyman’ı Boğdanhlar tekrar darıltmışlar. Bu durumda bulunan Osmanlı devleti Bucak bölgesini, yani Akkerman-Kili kalelerinin arkasındaki araziyi (Hinterland), Nogay Tatarlarıyla iskan etmiştir[531]. Burada Tatarların bazı oymak veya kabileleri (Orakoğlu, Orumbekoğlu, İsmail hanesi, Edissan vs.) 1812’ye kadar kalmışlardır. Yukarıda da anıldığı gibi bunların idarecisi yani mütevellisine “Yah-ağası veya el ağası” da denilirdi.
Eski Voyvoda Petru Rareş bir buçuk yıldan fazla Transilvanya’nm Ciceu adlı hisarında kendisinin özel mülkü (timarı) olmasına rağmen, çok sert bir esarette bulunmuştur. Orada daima göz altında tutulurdu. Arada sırada Jan Zâpolyai’nin adamları hisarı kuşatarak, onun, ailesini ve hizmetçilerini taciz ediyorlardı. Zevcesi Elena Brankovic Osmanlı sarayındaki bir ulakla padişaha bir özür mektubu eriştirebilmiştir. Jan Zâpolyai Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine eski Boğdan Voyvodası Petru Rareş’i ister istemez İstanbul’a göndermiştir (Temmuz 1540)[532].
Burada Petru Rareş birkaç aydan fazla kalmış. Padişahın elini öperek özür dilemiş ve eski suçlarına rağmen tekrar voyvodalığı kazanmış (Şubat 1541- Eylül 1546). Petru Rareş İstanbul’dan ailesine ve dostlarına bazı mektuplar yazarak kendisine ne kadar iyi davranıldığını itiraf etmiştir[533]. Eski düşmanlığına ve yanlış politikasına rağmen Türkler arasında sempati kazanmıştır. Aynı zamanda, Boğdan’daki karışıklıklardan padişah da memnun olmadığından, Petru Rareş’i tekrar tayin etmiştir. Böylece, 1541 yılının başlarında Petru Rareş maiyyetiyle İstanbul’u terk ederek Ibrail’e erişir erişmez iki yüzlü Boğdan Boyarları yeni voyvodayı karşılamışlardır. Tuna’yı aştıktan sonra, Galati (Kalas) civarında yeni tayin olmuş Petru Rareş, maiyyetindeki 3 000 Osmanlı Sipahiyle Voyvoda Aleksandru Cornea ile çatıştılar (23 Ocak 1541). İki yüzlü Boyarlar tarafından terk edilince bunların ricasına rağmen, başı kesildi [534]. Bunlardan sonra Petru Rareş Suceava’ya yetişir yetişmez Logolat Mihul ve baş-porta (kapıcı) Trotuşan başta olmak üzere 1538’deki Osmanlı seferine taraftar olan Boyarların başlarını kestirdi[535]. Bu çok sert tedbir karşısında da Osmanlılar göz yumdular. Çünkü aynı hain Boyalar Kanuni tarafından dikilen “Çetine” Ştefan Lacusta’yı katlettikten sonra Osmanlılar aleyhine münasebetsiz bir harekete girişmiştir, örneğin anlaşmaya göre Türklere kalan Akkerman, Kili ve Bender sancağına neticesiz hücum etmişlerdir. Bazı kaynaklara göre Boğdan kafirleri özi (Rom. Vozia) denilen Türk kalesini neticesiz kuşatmışlardır [536].
Kanuni’nin Boğdan seferinden sonra başına gelen belalardan ders alan Petru Rareş, ikinci voyvodalığında Osmanlılarla iyi geçinmiştir. Rahmetli Prof. Constantin C. Giurescu başta olmak üzere bazı ciddi tarihçilere göre yıllık haraç olarak padişahın hâzinesine 12 000 altın ödemiştir [537]. Acizane fikrimce 1538’e kadar 10.000 altın ödediği ve sonra (1541 -1542'de) bu miktarın 12.000 olduğu çok şüphelidir. Daha genç tarihçilerden ekonomist Mihai Maxim’e göre “Petru Rareş’in ilk voyvodalığında Boğdan/Mol- dova'nın haracı 10.000 (?) altına eriştiyse de Kanuni’nin Boğdan seferinden sonra 15.000 (825 000 akçe) Macar altınına yükseltilmiştir (15411542 mali yılında)...” [538]. Bunun yanında Romen kaynaklarına göre (Gr. Ureche vb.) Boğdan seferinden sonra Kanuni’nin emriyle Moldova’nın birkaç yıl haraç ve vergiden muaf tutulduğunu M. Maxim unutmuştur. Gerek Ştefan Lacusta ve gerek Aleksandru Cornea zamanında (1538-1541) Boğdan, haraç ödememiştir. Yukarıdaki 15.000 altın yıllık haraç kanımca çok şüphelidir. Çünkü bu, Mühimme veya Ruznâmce defterleri gibi tarihsel bir kaynakta teyit edilmemiştir. Bundan sonra M. Maxim’e göre 1551 / 1552’de Moldova’nın yıllık 20.000 florini (1.140.000 akçe) [539] ise V. Veliman’ın ciddi bir araştırmasına göre 30.000 altındır. Hangisine inanalım. İkisi de değerli öğrencilerimizdendir. V. Veliman bir mühimme- vakıf defterindeki hükme (1552 M.(952 H.) dayanmış (TKSM Ktp., K. 888) [539a] M. Maxim ise havaya ya da M. Berza’nın bir uydurmasına dayanmıştır. 1553’ten başlayarak XVI. yy.ın sonlarına kadar Moldova’nın yıllık haraç miktarını gösteren istatistik rakamlarının (30.000-55.57626.000) bazıları yanlış, bazıları şüphelidir[540]. Ancak Ruznâmçelerde teyit edilen bazıları muhakkak doğrudur. V. Veliman; M. Berza’nm abartmalarından ilham aldığı için Osmanlı rejiminin mahiyetini iyice anlamamıştır[541]. Vergi ve haraçtan başka Petru Rareş’in oğlu Iliyaşdevlet kapısına rehin gönderildikten sonra Boğdan beyi tayin edilmiştir (1546- 1551). Daha sonra Mehmed Bey adıyla İslâm dinini kabul etmiştir [542]. 1544-1545 M-/95 ı D. tarihli bu döneme ait en eski mühimme defterindeki bazı hükümlere göre, o yıllarda Petru Rareş, taahhüdüne göre, İstanbul’un ihtiyacı için yüz bin kadar koyun ve keçiyi celeplerle [543] gönderirmiş [544]. Gerek hayvanat ve gerek zahire (ecnâs-ı zehâir) bazı yıllarda gönderiliyordu, bazı yıllarda şu veya bu sebepten gönderilmiyordu. Bunların üstünde katı bir monopol, tekel yoktu. Fiyatları piyasa narhına çok yakındı. Sadece tuz tekeli vardı [545].
Bu ekonomik meselelerden başka 1541’in Haziran ayında Osmanlıların emriyle Petru Rareş Oytuz [546] adlı Karpat geçidini askeriyle aşarak Transilvanya üzerine tekrar harekete geçmiştir. Çünkü o zamanki Erdel Voyvodası Romen aslından Boyar Ştefan Mailat (Rom. daha uzun) (1534-1541) Ferdinand Habsburg taraftarı olarak Petru Rareş, Eflak Voyvodası Radu Paisie ve Türk askerleri tarafından Fagaraş kalesinde kuşatılmışlardır. Ştefan Mailat derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmiş ve Yedi-Kule’de hapsedilmiştir [547]. Kanuni Süleyman’ın fermanıyla, 1542-1543 yıllarında da Petru Rareş Transilvanya’ya akın etmiştir; fakat bu esnada Alman Prensi seçmen (elektor) Joachim von Brandenburg’la birlikte Osmanlılar aleyhine çok gizli bir anlaşma yapmıştır. Fakat bu deneme de neticesiz kalmıştır [548]. Avusturya, Almanlara çok para ve mal vermiş onları geri alamadığından çok zarara uğramıştır. Bundan da iyi bir ders almıştır. Nasıl olsa gerek babası ikinci Ştefan çel Mare’nin ve gerekse kendisinin tecrübesi sonucu
Petru Rareş, ikinci voyvodalığında Boğdan memleketinin bağımsızlığı savaşından vazgeçmiştir. AvusturyalIlardan beklediği ve istediği yardım yerine zarar görmüştür. Küçük bir Romen ülkesi olan Boğdan yani Moldova o vakitler Osmanlı Padişahlığı, Lehistan Krallığı, Kırım Hanlığı ve Avusturya-Alman İmparatorluğu arasında bulunduğundan böyle bir durumda onun bağımsızlığına imkan olmadığını Petru Rareş de iyice anlamıştır. Kanuni’nin ya da Muhteşem Süleyman’ın Boğdan seferine kadar (1538) kabahatli ve suçlu olmasına rağmen Türkler tarafından affedilerek ikinci defa tayininden sonra Osmanlıları daha iyi tanımıştır. Osmanlı Türklerinin bu kadar müsamahakârlığını yani “toleransını” anlamıştır. Bu bilinen bir İslam toleransıdır [549].
Netice olarak Osmanlı egemenliği Boğdan/Moldova üzerine bir yabancı hakimiyeti olmakla beraber XVI-XV1I1. yüzyıllar içinde bundan daha iyisini beklemeye imkan yoktur. Moldova’yı ve özellikle Transilvan- ya’yı Habsburg AvusturyalIlarından kurtarmak için Osmanlılar 1541 de bir tampon şeklinde “Budin” (Budun) Beylerbeyliğini kurmuşlardır[550]. Aynı yılda Eylül ayının dördüncü gününde (13 Cemâzî I 948), Transilvanya Prensliği yani voyvodalığını örgütledikten sonra burasını çok küçük olan Jan Sigismund Zâpolyai’ye ve annesi Kraliçe Izabella ye Kanuni nin fermanıyla tevcih etmiştir (bkz. Koca Nişancı Celalzade)[551] Bu münasebetle Transilvanya krallığının vasiliklerine piskopos “frater” (Slavca brat Türkçe Barata) George Martinuzzi ve Petru Petrovic tayin edilmiştir [552]. AvusturyalIların amacı bu zengin ülkeleri kendi ellerine geçirmek ve sömürmektir, örneğin, Romen ülkelerinin bağımsızlığı hakkında Karlofça muahedesinde (1699) Transilvanya’nın ve Pasarofça’da (1718) Banat’ın Avusturyahlar tarafından alınmasını hatırlatabiliriz. Bunlardan sonra diğer Romen ülkeleri de elinden alınmıştır... Tarihi olayları ve durumları o zamanki gözle görmek gerekir. Onları şimdiki gözle görmek tarihçileri yanlışlıktan yanlışlığa düşürür. Aynı zamanda Romalı tarihçi meşhur Taçit’e (55-135) göre “Sine İra et studio” (bkz. Anale) [553] tarihin objektif yazılması gerekir.