ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Faruk Sümer

Anahtar Kelimeler: Ahlat, Ahlatşahlar, Van Gölü, İslam, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular, Moğollar, Türkmenler, Osmanlılar, Tarih

Van gölünün kuzey batı kıyısında bulunan bu tarihî şehir, İslâm devrinde büyük, küçük on iki devlet veya hanedanın idaresi altında kalmıştır: Emeviler, Abbâsiler, Kaysiler veya Süleymoğulları, Mervaniler, Ahlatşahlar, Eyyubiler, Selçuklular, Moğollar, Rûzegiler veya Bidlis hâkimleri hânedanı, Ak Koyunlular, Safeviler ve Osmanlılar. Fakat bu makalede Ahlat’ın tarihi Emeviler-Abbâsiler, Selçuklular, Moğollar- Türkmenler ve Osmanlılar olmak üzere dört devre ayrılarak incelenecektir

1. EMEVÎLER-ABBÂSİLER DEVRİ:

Ahlat’ın adının, bölgenin bilinen en eski sakinleri olan Urartular’dar geldiği ve bu kavmin şehre “Halads” dediği kabul edilmiştir. Urartular’ın dillerinin incelenmesi, bu kavmin ne Hind-Avrupalı ne de Sami soylarına mensup olmadığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Urartular’ın dilleri de Türkçe gibi, eklemeli bir dildir. Ermeniler şehrin adını Şaleat (Şaliat), Süryaniler Kelath, Arablar Hilât, Iranlılar ve Türkler Ahlât şeklinde ifade etmişlerdir. Ahlat. Hazret-i Ömer devrinde büyük kumandanlardan Cezire fatihi lyâd B. Ganm tarafından Bidlis ve diğer bazı şehirler ile birlikte îslâm devletinin hâkimiyeti altına sokulmuştu (H. 20 = M. 640-641). Yapılan andlaşmaya göre Ahlat beyi (batrik, patriçi) de, Bidlis beyi gibi, İslâm devletinin himâyesinde olacak ve buna karşılık kararlaştırılan vergiyi ödeyecektir[1]. Hazret-i Osmân devrinde (644-656) yine meşhur kumandanlardan Habîb b. Mesleme el-Fihrî Doğu Anadolu’da harekâtda bulunurken îyâd ile Ahlat beyi arasında yapılan andlaşmayı tasdik etti [2]. Muaviye’nin ölümünden sonra başlayan dahilî mücâdeleler esnasında Van gölü çevresindeki halk da isyan ederek Bizans imparatorluğuna tâbi oldular ise de Abdülmelik’in kardeşi Cezire vâlisi Muhammed b. Mervân tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırıldılar. Bu bölge de Cezire vâliliğine bağlandı ve gönderilen âmillerce idare edildi. Habîb b. Mesleme Van gölündeki “et- tirrîh” adı verilen balığın tutulması işi ile ilgilenmemişti. Muhammed b. Mervân ise gölde balık tutulmasını artırma yolu ile sattırmış ve oğlu Mervân da böyle hareket etmişti. Osmanlı devrinde de aynı şey yapılıyordu. Aradaki fark Muhammed ile oğlunun balığın satışından elde edilen meblağı şahsî gelirleri arasına dahil etmiş olmaları idi[3]. Halbuki Osmanlı devrinde bu para Van gölü çevresindeki şehir ve kalelerde vazife gören askerin maaşına tahsis edilmişti[4]. 112 (730-731) yılında Azerbaycan valisi, el-Cerrâh b. Abdullah’ın Erdebîl çayırlığında Hazarlar’a yenilip şehid düşmesi üzerine Hazarlar akınlarını Musul yakınlarına kadar uzattıkları gibi, bir çok yerlerde de karışıklıklar ve başkaldırmalar çıkmasına sebebiyet verdiler. Halîfe Hişâm, Azerbaycan valiliğini vererek Saîd el-Haraşî’yi Hazarlar ile mücâdeleye memur etti. Erzen’den Ahlat’a gelen el-Haraşî kapılarının kendisine açılmadığını görünce, şehri muhasara ve zapt etti; Ahlat’ta eline geçirdiği ganimeti askerlerine dağıttıktan sonra el-Haraşi, Er-Rân’a doğru yollandı[5.]

Abbâsiler devrinde de Ahlat ve daha geniş bir ifade ile Van gölü çevresinde mahallî hanedanlar mevkilerinde bırakıldıkları gibi Emevîler zamanındaki idari teşkilât da aynen muhafaza edildi. Hatta Musul ve Diyarbekir bölgesindeki haricilik faaliyetleri de Abbâsiler devrinde yeniden baş göstermiş ve bu faaliyetler vakit vakit Ahlat’a kadar yayılmıştı. Nitekim 176 (792-793) yılında Nusaybin’de zuhur eden el-Fazl el-Hâricî bura halkından haraç aldıktan sonra Dârâ, Amid (Diyarbakır) ve Erzen ile Ahlathları da para vermeye mecbur bırakmıştı[6]. İki yıl sonra (178 = 794) yine el-Cezîre bölgesinden çıkan el-Velid b. Tarif et-Tağlibî adlı diğer bir haricî de Ahlat’ı kuşatıp halkından otuz bin dinar para almıştı [7]. 826-851 yılları ansında Ahlat beyinin (patriçi) Aşot oğlu Bakrat olduğu bildiriliyor [8]. Fakat bu beyin Abbâsiler’in o bölgedeki vâlilerine tâbi olduğu ve onlara vergi verdiği şüphesizdir. 237 (851) yılında Diyarbekir ve Van gölü çevresinde çıkan karışıklıkları mahallî idareciler bastıramadıklanndan âsilerin üzerine Samarra’dan Büyük Boğa gönderildi. Büyük Boğa buyruğundaki Türk askerleri ile Mûsa b. Zurrâra’yı yakalayıp Van gölü çevresinde dirlik ve düzenliği yeniden kurdu [9]. Halîfe el-Müsta’în devrinde Doğu Anadolu vâlisi Ali b. Yahya el-Ermenî 249 (863) yılında Ahlat’dan Meyyâfârikîn’e gelirken Zü’l-Karneyn mağarası civarında Bizanslılar’ın hücumlarına uğrayarak şehid olmuştu. Gerek Ali b. Yahya el-Ermenî’nin, gerek ondan bir kaç ay önce de Malatya emîri Ömer b. Ubeydullah’ın şehâdetleri ve Bizans baskısının artması, başta Bağdad olmak üzere, birçok İslâm şehirlerinde üzüntü ve heyecan yaratmış ve halk ciddî tedbirler alınması için şikâyette bulunmuş, gürültü ve hatta karışıklıklar çıkarmıştı[10].

IX. yüzyılın ikinci yansından itibaren Abbâsî imparatorluğunun zayıflamaya başlaması ve parçalanmaya doğru gitmesi her yerde olduğu gibi, Doğu Anadolu’da da tesirini gösterdi. Ermeni Bagratunî hânedanının ehemmiyet kazanması ve nüfuz sahasını genişletmesi bu husus ile ilgilidir. Hatta şehirlerde yerleşmiş olan Arablar ile âmil ve emirler Ermeni kırallannı veya Bizans imparatorlarını metbu tanımak zorunda kaldılar. Bu Arab âmil veya emirlerinden biri olan Ebûl-Verd (Bizans kaynağında Apelbart) Bagratuni Ermeni kıralı Aşot’u (862-890) metbu tanıyor, Malazgird’den başka Ahlat (Ehliat), Erciş (Ardaces) ve Bargiri (Perkri) şehirlerine de hâkim bulunuyordu. Kays Arablan’nın Süleym boyuna mensup olan Ebû’l-Verd öldükten (867) sonra yerine oğlu Abdu’l-Hamîd geçti. Ona da oğlu Ebû- Sevâde halef oldu. Ebû Sevâde kıral Sembatın ölümü (914) üzerine adı geçen yerleri müstakil olarak idare etti.

316 (928) yılında Bizans imparatoru Romanus Lecapenus’un meşhur doğu “domestik’i” J. Kurcuas Ahlat ve Bidlis’i zapt etti. Her iki yerde de câmilerdeki minberleri kaldırtıp yerlerine birer haç koydurdu. Bunun üzerine Erzen ve diğer yerlerin halkı büyük bir korkuya kapılarak oturdukları yerlerden göç ettiler; ileri gelenleri Bağdad’a gidip yardım istediler ise de kendilerine ümid verici bir va’dda bile bulunulmadı [11]. Üç yıl sonra (319 = 931) Bizanslılar Ermeni kıralı el-Dîrânî yani Gagik’in ve diğerlerinin tahriki üzerine yeniden bölgede göründüler; Ahlat ile Bargiri yörelerini korkunç bir şekilde yağmaladılar; çok Müslüman öldürdüler ve bir çoğunu da tutsak aldılar[12]. Bu hücumlar üzerine Ebû Sevâde ve kardeşleri vergi vererek Bizans imparatorunu metbu tanımak zorunda kaldılar. Ebû Sevâde’nin kardeşlerinden Ebû’l-Esved ve amcası Abdurrahman’ın oğlu ve aynı zamanda manevî evlâdı Ebû’l-Muizz Ahmed de Ahlat, Erciş ve Âdilcevaz (= Zâtu’l-Cevz = Altzike) şehirlerine sahip olarak imparatorun tâbileri arasında yer almışlardı. Bu arada Hamdânî Seyfıid- devle de 940 baharında Erzen’e gelip Van gölü çevresindeki bütün beyleri yanına çağırdı ve onlara kuvvet de kullanarak metbûluğunu kabul ettirdi. Bu beylerden biri de Ahlat, Erciş ve Bargiri hâkimi Ebû’l-Muizz Ahmed idi. Bu ise Ebû Sâlim’in oğlu II. Ebû’l-Verd tarafından öldürülüp (940 tan sonra ve 952 den önce) öldürülenin hâkim olduğu yerler onun eline geçti. Fakat 11. Ebû’l-Verd de 353 (964) yılında aynı âkibete uğratıldı[13]. Filhakika Hamdânî Seyfud-devle’nin memlükü ve kumandanı Çerkeş Necâ, buyruğundaki dört bin asker ile Ebû’l-Verd’in üzerine yürüyüp onu öldürmüş (335 = 954), Ahlat ile Malazgird ve Muş gibi diğer şehirleri de eline geçirmişti. Necâ’nın maksadı Van gölü havzasında kendi adına bir beylik kurmak idi. Fakat o bu gayesinde muvaffak olamadı; birçok güçlükler ile karşılaştıktan sonra 965 yılında öldürüldü. Seyfiid-devle Necâ’nın eline geçirdiği Ahlat, Malazgird ve diğer yerlere askeri birlikler koyarak idaresi altına aldı ise de [14] bu, çok devam etmedi; ölümü üzerine halefleri Van gölü çevresindeki yerleri ve hatta Diyârbekir bölgesini tahliye etmek zorunda kaldılar. Bununla beraber 359 (968-969) da Bizanslılar Malazgird’e hücum ettikleri zaman gerek bu şehrin, gerek Ahlat ve diğer yerlerin kimin elinde bulunduğu bilinemiyor[15]. 356 (967) yılında Hamdân oğlu Seyfüd- devle’nin ölümü üzerine Bizans seferleri daha tesirli neticeler vermeye başladı. Çünkü onun ölümü ile ortada Bizans hücumlarına durabilecek bir kuvvet de kalmamıştı.

Ekrâd oymaklarından Humeydiye boyunun Harbuntî (?) obasından Bâz (Ebû Abdullah b. Dâstek) Hamdan oğullarının çok zayıf bir duruma düşmelerinden faydalanıp sahip olduğu meziyetler sayesinde, 374 (984) yılından itibaren faaliyete geçerek Meyyâfârikîn (= Silvan), Amid (= Diyarbakır), Nusaybin ve Ahlat yörelerine hâkim oldu. Bâz’ın 380 (990) yılında ölümü üzerine kız kardeşinin oğlu Ebû Ali el-Hasan b. Mervân, adı geçen şehirleri içine alan bölgede Mervân oğullan beyliğini kurdu. 382 (992) yılında Bizanslılar Malazgird, Ahlat ve Erciş şehirlerini kuşatmışlar ve halkı âciz bir duruma düşürmüşlerdi. Mamafih Ebû Ali el-Hasan b. Mervân on yıllık bir banş andlaşması imzalamaya muvaffak oldu [16]. Mervân oğullarının Bizans ile mücâdele etmeye kuvvetleri kâfi gelmediğinden onlar Bizans imparatorlarının metbuluğunu tanımak mecburiyetinde kaldılar. Bununla beraber gösterdikleri dirâyet sâyesinde Âmîd, Meyyâfârikîn, Bidlis ve Ahlat’ın doğrudan doğruya bu devletin idaresine geçmesini önlediler.

X. yüzyıl coğrafyacılarının Ahlat ve Van gölü çevresi hakkında verdikleri bilgiler ehemmiyetsiz sayılabilecek kayıtlardır. Bu husus Van gölü çevresinin diğer yerlere nisbetle gelişmemiş olması ile ilgilidir. Çünkü daha sonraki zamanlarda verilen bilgiler, beklenildiği gibi, bu coğrafyacıların kayıtlarından çok farklıdır.

îbn Hurdâdbih, Ahlat’ın (Hilât), Şimşât, Erciş, Kalikala (= Erzurum) ve Bâcuneys (?) ile birlikte ayn bir bölge teşkil ettiklerini yazar ve Kudâma da Ahlat ile Bidlis arasındaki mesafenin dört “sekek” olduğunu bildirir[17].

El-Mukaddesî, Ahlat’ın düzlük bir yerde kurulduğunu, kalesinin topraktan olduğunu ve câmiinin de çarşılarının ortasında bulunduğunu ve bahçelerinin güzelliğini ve içinden bir ırmak veya çay geçtiğini kaydeder [18].

X. yüzyıl coğrafyacıları arasında, şehrin adını Ahlat şeklinde yazan biricik müellif de yine el-Mukaddesı’dir. El-lstahri ve ondan faydalanan îbn Havkal’a gelince, onlar Bargiri, Ahlat (= Hilât), Malazgird (Menâzcird), Bidlîs, Kalikala (Erzurum) ve Meyyâfârikîn şehirleri arasında büyüklük bakımından fazla bir fark olmadığım bildirirler[19]. Yalnız îbn Havkal’daki XII. yüzyıla ait olduğu anlaşılan ilâvede asıl Ahlat’ın dışında onun iki katı büyüklüğünde meskûn ve mamur bir yerin bulunduğu kayd edildikten sonra insanlarının müreffeh ve zengin olduğu, çarşılarının caddeler üzerinde bulunduğu ve alış veriş yerleri görüldüğü, tâcirlerin gelip gittikleri haber veriliyor ve halkının da kavgacı olduğu ve yabancılara karşı da dostça davranmadıkları söyleniyor[20]. îbn Havkal’ın eserindeki bu haberlerin XII. yüzyıl, yani Türk devrine ait olduğunu yeniden, fakat açıkça belirtmek yerindedir. Bu haber Ahlat şehrinin de, Türkler devrinde Anadolu’nun diğer şehir ve kasabaları gibi büyük bir gelişme gösterdiğini pekaçık bir şekilde meydana koyar. XII-XIII. yüzyıllardaki diğer müellifler de Ahlat’daki bu medenî gelişmeyi doğrulayan bilgiler verirler. Hatta bu müelliflerden biri Ahlat ve bölgesindeki gelirin Mısır’ın gelirine denk sayıldığını kaydederek Ahlat ve bölgesinin inanılmayacak derecede muazzam bir inkişâfa mazhar olduğunu ifade eder, tbn Havkal göl ve çevresi hakkında bazı dikkate değer malumat da veriyor. Ona göre Van gölü (Buhayratu Hilât) aşağı yukan on bir fersah uzunluğunda (bir fersah 5,5-6 km.) bir göldür. Bu gölden et-tarrîh yahut et-tirrîh denilen bir karış büyüklüğünde balık tutulur ve tuzlanan bu balıklar Musul, Cezire, Irak ve Kuzey Suriye yörelerine gönderilir. Yine gölün çevresinde bulunan boraks (milhu’l-bevrak) da ekmekçiler tarafından kullanılmak üzere Irak’a ve diğer yerlere yollanıyordu. Gölün güneyindeki dağda ise zırnık yatakları vardı. Buradan çıkarılan kırmızı ve sarı zırnık da başka yerlere ihraç ediliyordu[21]. Yine orada altın ve gümüşü lehimlemek için kuyumcu bevrak’ı da vardı. Bu, oradaki bazı sularda taşlaşmış bir halde görülüyordu. Bu “bevrak” ise dünyanın her tarafına götürülüyor ve tâcirler bundan çok para kazanıyorlardı. Göldeki et-tirrih adlı balık hakkında diğer coğrafyacılar da bilgi verirler. Onlar yılın on ayında gölde balık, kurbağa ve yengeç görülmediği ve ancak iki ayda balığın meydana çıktığına dâir Ibnü 1-Kelbî nin ifadesini naklederler. Bu coğrafyacılardan Zekeriyâ el- Kazvînî yılın iki ayı içinde balığın el ile tutulabilecek derecede çok olduğunu ve Hindistan dahil olmak üzere her tarafa ihraç edildiğini yazar [22]. Yâküt da bu balığın Belh de satıldığını gördüğünü söyler[23]. Gölde on ay balık görülmemesi Iran şâhinşahı Büyük Kubâd’ın emriyle hakim Belinâs’ın göle tılsım yapmasından ileri geldiği yine Ibnü’l-Kelbî’den nakl sureti ile Yâkût ve Zekeriyâ el-Kazvînî tarafından rivâyet edilir.

Mervân oğullarından, Nasrü’d-devle Ebû Nasr Ahmed’in Diyarbekir ve Ahlat bölgelerindeki elli yıldan fazla (402-453= 1011-1062) süren hükümdarlık devrinin mühim bir kısmı, huzur ve sükûn içinde geçti. Siyasî zekâ sahibi olan bu zât, hayır eserleri yaptırıyor, ilim adamlannı ve şâirleri himâye ediyordu; ülkesi, umumiyetle, mamur ve bolluk içinde idi. 427, (IO35-,O3®) yılındaki hâdiseyi arada sırada vukubulan olaylardan saymak mümkündür. Adı geçen yılda Horasan, Taberistan ve Azerbaycan’dan pek çok kimseler hacc için Ahlat yolundan gitmek istemişler ise de Vestân’da Ermeniler’in hücumuna uğramışlar, Ahlat bölgesinde berkitilmiş kaleleri olan, Ermeni asıllı Sasunlular (senâsine), barışa rağmen, kavimdaşlanna yardım etmişlerdi [24]. Ancak bu devirde de Ahlat’ın pek o kadar gelişmemiş olduğu anlaşılıyor. Gerçekten 438 yılı Cemâziyelevveli’nde (= Kasım 1046) Ahlat’a uğrayan şâir ve bürokrat Nâsir-i Hüsrev Ahlat hakkında: “bu şehir bir sınır şehridir; burada Arabça, Farsça ve diğer bir dil konuşulur. Şehre Ahlat adının verilmesi sanırım buradan geliyor. Ahlat da akça (pul) ile ahş veriş edilir; okkaları üçyüz dirhemdir” sözlerinden başka birşey söyleyemiyor. Halbuki seyahatına devam eden Nâsir-i Hüsrev, Bidlis’den sonra Erzen (Meyyâfârikîn-Siirt arasında idi) ile Meyyâfârikîn ve Âmid şehirlerini mamur şehirler şeklinde tasvir eder. Aynı yılda Ahlat ve Diyârbekr bölgelerinde korkunç bir yer sarsıntısı meydana gelmiş ve bu sarsıntı pek çok insan kaybına, geniş çapta hasara sebeb olmuştu [26].

II. SELÇUKLULAR DEVRİ:

Türkler geldikleri esnada Ahlat şehri müstesna olmak üzere, Malazgird, Erciş, Bargiri, Van, Vestan gibi Van gölü çevresinde bulunan diğer bütün şehirler Bizans imparatorluğuna ait bulunuyordu. 1054 yılında Anadolu’ya giren Tuğrul Beg Bargiri’yi aldı ise de Ahlat’dan giderek kuşattığı Malazgird’i, iyice berkitilmiş olduğundan, fethedemedi[27] . Sultan Alp Arslan devrinden (1063) itibaren Ahlat Anadolu’ya yapılan akın ve fetihlerde hareket üssü haline getirilmişti. 458 (1066) de büyük kumandan Afşin memlûk asıllı emirlerinden Gümüş Tigin’i, aralarında baş göstermiş olan bir ihtilaf yüzünden öldürmüştü. Fakat Afşin Beg Alp Arslan tarafından affedildikten sonra tekrar Ahlat’a dönerek buradan Anadolu içlerine akınlar düzenlemeye başladı. 1071 yılında Van gölü çevresine gelen Sultan Alp Arslan Ahlat’tan Malazgird üzerine yürüyüp bu şehri kolayca feth etti. Aynı yılda Ahlat şehrinin ünlü kumandanlardan Sunduk (?) Beg’in idaresinde olduğunu biliyoruz. Hatta Sunduk Beg, Bizans İmparatorunun Ahlat üzerine gönderdiği yirmi bin kişilik öncü kuvvetini yenmek sureti ile (4 Zilkade 463 = 3 Ağustos 1071) muktedir bir kumandan olduğunu isbat etmiştir[28]. Îbnü’l-Ezrak’a göre, Malazgird savaşına katılan Ahlat ve Malazgirdliler elde ettikleri ganimet ile zengin insanlar haline gelmişlerdi[29]. Yine aynı müellif Alp Arslan’ın bu tarihten itibaren Ahlat’a ve Malazgird’e valiler tayin ettiğini, ondan sonra gelen sultanların da aynı şekilde hareket ettiklerini yazar[30]. Fakat Ahlat’ın Malazgird savaşından önce Selçuklular’ın idaresine geçtiği şüphesizdir. Ebû’l-Fîdâ’nın mahallî bir kaynağa dayanarak bildirdiğine göre Ahlat Mervân oğullarının idaresinde iken onların zulmünden bıkmış ve usanmış olan halk 493 (= 1099-1100) yılında dirayet ve aynı zamanda adaletini duydukları Türk emirlerinden Sökmen el-Kutbı’yi çağırıp şehri ona teslim etmiş, bunun üzerine Mervân oğullan da Ahlat’dan uzaklaşmışlardır[31]. Eğer Ebû’l-Fidâ’nın bu kaydı doğru ise şehir Malazgird savaşından sonra Mervân oğullarının yeniden ellerine geçmiş bulunuyor. Ancak bu haberin doğru olması şüphelidir. Böylece Ahlat, XII. yüzyılın başından itibaren Ahlatşahlar hanedanının başşehri olmuş ve tarihinin altın devrini, diğer bir söyleyiş ile en mutlu zamanını yaşamıştır. Ahlatşahlar devrinde[32] Ahlat İslâm âleminin en büyük şehirlerinden biri haline gelmiştir. Yâkût’un, Ahlat’ın Van gölü havzasının merkezi ve onun mamur, meşhur bir beldesi olduğunu söylemesi[33], şehrin Ahlatşahlar devrinde eriştiği büyük gelişmenin bir ifadesidir. Yâkut aynı zamanda Ahlat’ın geniş “hayrât” a sahip, meyvesi bol, sulan tatlı bir şehir olduğunu da kaydediyor ve soğuğunun “darb-ı mesel” halinde söylendiğini bildiriyor [34]. Zekeriyâ el-Kazvinî’nin sözleri de bu devirle ilgili olup verdiği bilgilerin çoğu Yakut’unkilerin aynıdır. Yalnız bu müellif şehirde Türkçe, Farsça ve başka birdil konuşulduğunu da bildirir [35]. Buna göre XI. yüzyılın ortalarında Ahlat’da konuşulan Arabça’nın yerini zamanla Türkçe almış bulunuyor. Yâkut ve Kazvinli Zekeriyâ gibi XIII. yüzyıl müelliflerinden olan Ibn Saîd, Ahlat tüccannın zengin ve halkının eğlence düşkünü olduğunu haber verir [36]. Ibn Saîd de, el-Istahrî gibi, Van gölünü Ahlat gölü olarak zikreder. Yukarıda Ibn Havkal’daki ilâvelerin bu devre ait olduğuna işaret edilmişti. Ahlat’ın gelişmesinde, her yerde ve her zaman görüldüğü gibi, ticâretin pek mühim bir âmil olduğu şüphesizdir. Gerçekten coğrafyacıların bununla ilgili olan yukarıdaki kayıtlarından başka, 501 (112-1113) yılında Ahlatlılar’a ait gemilerin “Konstantiniyye” denizinde (her halde Karadeniz) battığına ve gemilerdeki Ahlatlılar’dan bir topluluğun boğulduğuna dâir haber[37], Ahlatlılar’ın ticârete ne kadar büyük bir ehemmiyet verdiklerini açıkça gösterir. Coğrafyacıların Ahlat’ı “tâcirlerin gelip gittikleri bir yer” olarak vasıflandırdıkları yukarıda görülmüştü. Gerçekten Cürcan (= Gürgen) gibi doğu ülkelerinden Ahlat’a tâcirlerin geldiğini başka bir vesile ile biliyoruz. Bütün bunlar Ahlat’ın doğu-batı ticâretinde bir mübâdele merkezi durumuna yükseldiğini gösteriyor. Siyasî istikrar ve ticâretin çok gelişmiş olması, ilim, sanat ve kültürün de ilerlemesine yol açtı. Bilhassa hal tercümesine dâir kitaplarda XII. ve XIII. yüzyıllarda yaşamış Ahlatlı ilim ve din adamlarına sık sık rastgelinir. Anadolu’nun bir çok yerlerinde yapılar meydana getirmiş Ahlatlı sanatkâr ve mimarlar görülür. Teşkilatlı ve kuvvetli esnaf ve sanatkâr birlikleri (fıtyân) de Anadolu’da ilk önce Ahlat’da görülüyor. Bu birlikler daha sonra Anadolu şehirlerinde olduğu gibi Ahlat’ın siyasî hayatında rol oynuyor ve bu münasebetle, hücuma uğradığı zaman şehrin müdafaasına da katılıyorlardı. Hatta tbnü’l-Esîr ve ondan naklen Ibn Vâsıl’a göre Ahlat’ın hakimiyeti onların elinde idi. Bu müelliflere göre onlar, idaresinden hoşnut olmadıkları hükümdarları öldürürler yerlerine başkalarını geçirirlerdi [38].

Ahlat’ın Ahlatşahlar devrinde ulaştığı zenginlik, büyük küçük bütün komşu hükümdarlarda oraya sahip olmak arzusunu uyandırmıştı. İl Denîz’in oğlu Atabey Cihân Pehlivan, Selahaddin Eyyûbî, yeğeni Takiyyeddîn Ömer, Selahaddin’in kardeşi el-Âdil’in oğlu el-Evhad ve Erzurum meliki Selçuklu Tuğrul Şâh bunların başlıcalarını teşkil ederler. Tuğrul Şah’ın Ahlat Şah Balaban’ın hayatına son vermesi, şehrin Eyyubî, el-Melikü’l-Evhad b. el-Âdil'in eline geçmesine sebep oldu. (600 = 12031204). Böylece Ahlatşahlar devleti sona erdi. El-Melikü’l-Âdil’in halktan pek mühim bir kısmını öldürmesi, ileri gelenleri Meyyâfârikîn’e sürmesi, Ahiler birliğinin dağıtılması [39], şüphesiz Ahlat’ın gelişmiş hayatına vurulmuş büyük bir darbedir. Müverrih tbnü’l-Esîr ve ona dayanarak îbn Vâsıl, Eyyûbî hânedanına karşı derin bir saygı besledikleri halde el-Melikü’l Evhad’ın acımasızca katliâmları yüzünden halktan pek az kimsenin kurtulduğunu Ahlatlılar’ın zillete düştüklerini yazarlar[40]. Hatta el-Evhad, diğer bir müellife göre sadece ileri gelenlerden (el-havâss) onsekiz bin kişi öldürtmüştür. Bu durumdan faydalanan Gürcüler Erciş’i birden bire ellerine geçirip oradaki “herşeye” sahip olmuşlar, halkını tutsak aldıktan sonra şehri yakmış ve yıkmışlardır. El-Melikü’l-Evhad hem Gürcüler’in çokluğundan çekindiği için, hem de öldürdüğü ve eziyet ettiği Ahlatlılar’ın öcalmaları korkusundan hisarı terk edememişti[41]. Gürcüler’in Ahlat yörelerini yağmalamaya başlamaları üzerine el-Evhad babası Eyyûbiler’in başı el-Âdil’e “feryadnâmeler” göndermek zorunda kalmıştı. El-Adil Harran’a geldiğinde Gürcüler’in ülkelerine döndüklerini öğrenip başka işleri ile meşgul oldu. 607 (1210-1211) yılında Gürcü ordusu başkumandanı İvane’nin bir tesadüf neticesinde tutsak alınması, Ahlat ve yörelerine karşı yapılan Gürcü akınlanna son verdirdi. Fakat aynı yılda el-Melikü’l-Evhad Necmeddîn Eyyûb da öldü. El-Evhad pek kan dökücü bir insandı, öyleki az yukarıda kayd edildiği üzere Müverrih Abdullatîf el-Bağdadî, el-Evhadın kısa bir zaman içinde, Ahlatların ileri gelenlerinden on sekiz bin kişiyi öldürttüğünü onun bir adamından işitmişti [42]. O bu katliâm işini geceleyin gözü önünde yaptırıyor ve öldürülen zavallıların cesetlerini kuyulara doldurtuyordu. Bu yüzden Ahlat’da çok az kimse kalmıştı. Aklî muvazenesini kaybetmiş olan El-Melikü’l-Evhad’ın, babası el-Âdil, oğlunun tedavisi için meşhur bir tabibi Ahlat’a göndermişti. El-Evhadın yaptığı bu toptan öldürmelerin Ahlat’ın medenî hayatında mühim bir gerileme meydana getirdiği şüphesizdir. Bu, şehir halkının o zamana kadar görmediği ilk mühim felâket olmalıdır. El-Evhad’ın oğlu olmadığından Ahlat ve ona bağlı yerler kardeşi el-Melikü’l-Eşrefin idaresine geçti. Bu sonuncusu âdil, halim bir kelime ile dirâyetli bir hükümdar idi. O da “Ahlat Şah” ünvanını almakla beraber çok defa Ahlat’da oturmadı. Sonra 617 (1220) de Ahlat’ı Meyyâfârikîn ve Hânı ile birlikte veliahd edindiği kardeşlerinden Şihâbeddîn Gâzi’ye verdi[44]. Fakat bu çok sürmedi; isyan etmesi üzerine el-Eşref Ahlat’ı, Şihâbeddîn Gâzi’nin elinden aldı. Bu tarihten itibaren şehir ve ona bağlı yerler El-Eşrefin gönderdiği vâliler tarafından idare edildi. Bu vâlilerden ilki olan Hüsâmeddin Ali, dirayetli bir emîr idi. îşte bu emîr’in vâliliği esnasında Celâleddîn Harizim Şah’ın birinci Ahlat kuşatması vuku buldu (623 yılının sonlarında = 1226 güzü). Harizimşah şehrin dış mahallelerini ele geçirdi ise de Hüsâmeddîn Ali’nin kumandasındaki Ahlath askerler cesaretle savaşarak hisarı korudular. Az sonra soğukların çıkması hatta kar yağması, Yıva Türkmenleri’nin yağmacılık hareketlerini artırdıklarını haber alması üzerine Celâleddîn, muhasarayı kaldırıp ülkesine döndü[45]. El-Eşref 626 (1229))’da Ahlat’a büyük emirlerinden Îzzeddîn Ay Beg’i tayin edip eski vali Hüsâmeddîn Ali’yi ona öldürttü. Halbuki Hüsâmeddin Ali şu son hadiseden de anlaşılacağı üzere dirayetli bir emir olduğu gibi pek hayırsever bir insandı. Filhakika bu emir, Ahlat’da bir câmi ve bir hastahâne (bîmâristan) meydana getirdiği gibi, çok yol yaptırmış ve ıslah etmişti. O başka şehirlerde de İçtimaî tesisler kurmuştu[46]. Aynı yılda (Şevvâl 626 = Ağustos-Eylül 1229) Celâleddîn Harizimşah yeniden Ahlat önlerinde göründü. Şiddetli kış soğuklarına rağmen kuşatmayı bırakmadı; şehri bu defa almaya azmetmişti. Kuşatma sekiz ay sürdü. Şehrin kumandanı tzzeddîn Ay Bey ve askerleri ellerinden geleni yaptılar. Yiyecek sıkıntısından halk kedi, köpek ve hatta fare yediler. Korkunç açlık sebebi ile Ahlatlılar’dan yirmi bin kişiye yakın insan dışarı çıktı. Açlıktan bu insanların yüzleri, baba oğlunu, oğlu babasını tanıyamayacak şekilde değişmişti. Celâleddin’in veziri Şerefu’l-Mülk, her gün bir kaç sığır kestirip onların açlıklarını gidermek istedi ise de bu zavallıların çoğu hayata veda ettikleri gibi, geri kalanları da sağa sola dağıldılar[47]. Nihayet şehir sekiz ayhk bir kuşatmadan sonra zapt edildi (22 Cumâdel ulâ 527 = 2 Nisan 1230). Celâleddîn, Ahlat’ı yağmadan korumak istedi ise de kumandanlarının itirazları yüzünden muvaffak olamadı ve şehir üç gün Harizimliler tarafından, görülmemiş bir şekilde, yağmalandı. Pek çok kimseler işkenceden öldüler. Celâleddîn bu güzel şehrin askerleri tarafından bir hârabe haline getirilmesine üzülmüş ve hatta şehri imar etmek için harekete geçmiş ise de bunda da başarı gösterememişti[48]. Ahlat’ın Celâleddîn Harizimşah tarafından zaptı ve yağmalanması bu şehrin geçirdiği en büyük felâketlerden biridir. Şehir uğradığı bu felâkete rağmen yeniden eski halini alabilirdi. Fakat Moğol istila ve hakimiyeti Ahlat’a böyle bir fırsatı kullanmak imkânını da vermedi.

III. MOĞOL-TÜRKMEN DEVRİ:

Celâleddîn Harizimşah’ın faaliyetlerine son veren Moğollar (628 = 1231), Van gölü bölgesine de stk sık akınlarda bulunuyorlardı. 628 (1231) yılında Bidlis’den Ahlat’a gelen Moğollar burada yağmalayacak bir şey bulamamış olacaklar ki, Bargiri’yi ansızın ellerine geçirip orada bulunanların hepsini öldürmüşler, büyük bir şehir olan Erciş’e de aynı şeyi yapmışlardı[49]. Moğol akınlan yüzünden vaktiyle bütün hükümdarların göz diktikleri Ahlat şehri ve bölgesine başta oranın eski hükümdarı el-Eşref olmak üzere kimse sahip çıkmak istemiyordu. Nihayet Türkiye Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubâd muhtemelen 630 (1232-1233) tarihinde vezir Ziyâeddin Kara Arslan ile diğer bazı yüksek devlet adamlarını gönderip terkedilmiş bir şehir halinde bulunan Ahlat’da dirlik ve düzenliği kurdurdu; yani orayı yeniden imar etti. Dağılmış olan halk çağınhp mülkleri kendilerine verildi ve yardımlar yapıldı. Sübaşlığına yani valiliğine Sinâneddin Kaymaz getirildi. Ahlat sübaşılığının en az Kösedağ mağlubiyetine kadar (1243) devam ettiği biliniyor[50]. Bu harbten sonra Moğollar Ahlat, Amid (Diyarbakır) şehirleri ile yörelerini zapt ettiler[51]. Ermeni müverrihlerine göre Moğollar çok geçmeden Ahlat’ı Gürcü kumandanı Prens Avakın kızkardeşi Tamtam’a vermişlerdir. Tamtam Eyyûbî el-Melikü’l-Eşrefin zevcesi olup Celâleddîn Harizimşah’ın eline geçmiş, sonra da Moğollar tutsak almışlar ve Moğolistan’a, ögedey Kağan’a göndermişlerdi[52]. 644 (1246) yılında korkunç bir yer sarsıntısı olmuş ve bu, güzel Ahlat’ı bir harâbe haline getirmişti[53]. Kâtib Çelebi’nin bu haberi hangi kaynaktan aldığını şimdilik tesbit etmek mümkün olmadı. Bu korkunç hadiseden sonra da Ahlat’ın Doğu Anadolu şehirleri arasındaki ehemmiyetini sürdürdüğü şüphesizdir. Hülegü Suriye seferine giderken ilk önce Van gölü’nün kuzeyindeki Ala Dağ’a uğramış, burada gördüğü otlaklar pek hoşuna gittiğinden oraya “L.b. nâ Sâgût” adını vermişti. Yoluna devam eden Hülegü dönüşünde de Ahlat’a uğradı[54]. Hülegü’nun oğlu ve halefi Abaka babası gibi, Ala Dağ’ı sevmiş ve hatta orada bazı binalar yaptırmıştı. Fakat Abaka’nın Ala Dağ’a yaylağa çıkmasının Ahlat’ın İktisadî hayatında kayda değer müsbet bir tesir yaptığı bilinemiyor. Buna mukabil şehir 674 (1275-1276) yılında öyle dehşet verici bir yer sarsıntısına daha uğradı ki evler, hanlar, çarşılar yıkılmış ve halkın ezici çokluğu enkaz altında kalarak hayata veda etmişti. Bu felâketten pek az kimse kurtulmuştur[55]. Aynı kaynaklara göre zelzele Erciş’i de harap etmiş ve bazı çöküntüler meydana getirmiştir. Bu zelzele Meyyâfârikîn ve Mardin’de de kuvvetle hissedilmişti. Ebû’l-Ferec depremin Erciş’de daha fazla tahribat yaptığını söylüyor[56]. Hamdullah Müstevfl ise şiddetli zelzelenin Ahlat ve Erçiş’de sağlam yapılmış binaların (imârât) çoğunu harab ettiğini bildirir[57]. Birbirinden müstakil ve birbirinden ayrı yerlerde yazılmış üç kaynakta bu zelzeleden bahs edilmesi, bu âfetin ne kadar felâket verici olduğuna ayrıca bir delil teşkil eder. Buraya kadar kaydedilen hâdiseler, Ahlat’da neden Ahlatşahlar ve hatta Eyyûbîler devirlerine ait mühim hâtıraların görülmediğini bize izah edebilir. Mamafih Ahlat’ın yine de ehemmiyetini devam ettirdiği anlaşılıyor. Şehrin bu esnada înal oğlu Boğatay Aka tarafından idare edilmiş olması muhtemeldir. Bilindiği üzere Ahlat’taki iki türbeden birinde 680 Receb’inde (Ekim-Kasım 1281) ölen Boğatay Aka ile zevcesi Şîrîn Hâtûn yatmakta, öbüründe de Boğatay Aka’nın daha önce öldürülerek vefat eden (Receb 678 = Kasım Aralık 1279) oğlu Haşan Timur ve aynı yılda (Şevvâl 678 = Şubat 1280) ebediyete göçen eşi Hüseyin Hüsâmeddin Aka’nın kızı Esen Tiğin Hâtûn gömülü bulunmaktadır. Gerek Boğatay Aka, gerek oğlu Haşan (Esen) Timur “Emîrü’l-Kebîr” şeklinde anılıyorlar. Uygur asıllı olmaları kuvvetle muhtemel bulunan Boğatay ailesinin ne gibi bir felâket sonucunda bu âkibete uğradığını pek emin bir şekilde izah etmek, şüphesiz, mümkün değildir. Ancak bazı tahminler ileri sürülebilir. 672 (1273) de ölen Şâdi ile ondan bir yıl sonra vefat eden Mahmud oğlu Hüsâmeddin Haşan Aka’lann şehrin daha eski idarecileri (baskak = daruga) oldukları şüphesizdir. Bu sonuncusu “Haşan Pâdişâh” adı verilen türbede yatmaktadır. Şâdi Aka’nın türbesi ise bu asrın başlarında yıkılmış bulunmakta idi. 690 (1281) yılında Geyhatu’nun Ahlat yöresinde ilhanlık tahtına geçirilmesi [58] oranın şenlikli, yani oldukça mamur bir yer vasfını koruduğunu ifade eder. Nitekim Ahlat’ın daha sonra yani Olcay tu (ölceytü) devrinde bir eyâlet merkezi olduğu görülüyor; Olcaytu’nun oğlu Ebû Saîd tahta geçirildikten sonra Irincin Noyan Diyârbekir, Sutay Noyan da Ahlat valiliklerine getirilmişlerdi[59]. Esasen kitâbeli mezar taşlan Ahlat’ın bilhassa Olcaytu ve Ebû Saîd Bahadur Han devirlerinde daha mâmur, nüfusu az olmayan, bir şehir olduğu fikrini veriyor[60]. Ahlat da, Moğol devrinde basılan paralar da daha ziyade bu hanlara aittir. Hamdullah-ı Müstevfl, merkezi Ahlat olan eyâletin eski zamandaki gelirinin Ebû Said Bahadur Han devrinin (1316- 1335) râyici ile iki yüz tümene yakın olduğu, anılan devirde ise bu gelirin ancak otuz dokuz tümene ulaştığını bildirir ve şehrin havasının mutedil, bahçelerinin çok, meyvesinin bol, güzel, dayanıklı olduğunu ve elli bir bin beş yüz dinar vergi tahsil edildiğini yazar[62]. Îlhanlı veziri ve müverrihi Reşîdeddîn’in (ölümü: 1318) Ahlat’da elma bahçeleri olduğunu biliyoruz[63]. Ahlat, geçirdiği yeni birçok felâketlere rağmen elması şöhretini asırlar boyunca muhafaza etmiştir.

Îlhanlı hükümdarı Ebû Saîd Bahadur Han’ın ölümünden (736- = 1335) sonra Moğollar arasında başlayan şiddetli dahilî mücadelelerden Ahlat bölgesi de geniş ölçüde zarar gördü. Moğollar’ın Anadolu’daki umûmi vâlisi Celâyir Şeyh Haşan, Hülegü soyundan Muhammed’i han ilân edip, iktidarı ele geçirmiş olan Uyrat Ali Pâdişâh’ı Ala Dağ civarındaki Kara Dere’de yendi (736 = 1336). Şeyh Haşan Muhammed’i tahta geçirdi ve kendisi de iktidarı eline aldı. Müttefiki Sutay Noyan’ın oğlu Hacı Tuğay da Diyârbekr ve Ahlat bölgelerine hâkim oldu. Ahlat’da Muhammed Han adına 738 (1337-1338) de para basılması[64], bu husus ile ilgilidir. Fakat aynı yılda ortaya çıkan Çobanlı Küçük Şeyh Haşan, iktidarı Celâyir Büyük Şeyh Hasan’ın elinden almak başarısını gösterdi; hatta hasmını Bağdad’a kapanmaya mecbur etti. En son olarak Hülegü soyundan, Süleyman’ı hanlık makamına geçirdi. Küçük Şeyh Haşan, Hacı Tuğay’ı itaat ettirmek veya saf dışı bırakmak için Sutaylılar’ın yurdu olan Ahlat’ın kuzeyindeki Bulanık ve Muş yörelerinde görülmemiş yağma ve tahriblerde bulundu (741742 = 1340-1342). 741 (1340-1341) yılında Ahlat’da Süleyman Han’ın adına para kesilmiş olması[65] şehrin bu tarihte yapılan sefer ile Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın hâkimiyetine geçtiğini gösterir. 743 (1342-1343) yılında da Ahlat’ın Kara Haşan tarafından yağmalanması[66] şehrin Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın elinde bulunmasından ileri gelmiştir. Çünkü Kara Haşan Celâyir Büyük Şeyh Hasan’ın en yakın emirlerinden biri idi[67]. 744 yılında (Muharrem = Haziran 1343) Hacı Tuğay ile onun korkunç düşmanı Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın (Receb 744 = Aralık 1343) öldürülmeleri Doğu Anadolu’da esasen çok bozulmuş olan dirlik ve düzenliği büsbütün ortadan kaldırdı. Mahallî reisler bu durumdan faydalanıp birçok yerleri ellerine geçirdiler. Ahlat’ın 750 de (1350) Bidlis hâkimi Ziyâeddin’in kardeşi Bahâeddîn’in elinde olması[68], bu husus ile ilgilidir. Ahlat’da Ziyâeddin’in torunu Emir Süleyman’a ait tarihi okunamayan bir mezar kitâbesi keşfedilmiştir[69]. Ancak Ahlat’ın 761 (1360) yılında Moğol beylerinden Hızır Şah’ın idaresinde olduğu haber veriliyor. Bu tarihte Hızır Şah, götürüldüğü Kıpçak ülkesinden kaçarak kendisine sığınan Çobanlı Melik Eşrefin oğlu Timur Taş’ı Celayîr Şeyh Üveys’e teslim ettiği için ondan “koç”lakabını almıştı[70]. Yine bu devrin emirlerinden Çobanlı Küçük Şeyh Hasan’ın amcasının oğlu Hüseyin’e Koç Hüseyin, daha sonraları Ak Koyunlu Uzun Haşan Bey’in akrabasından Bayındur (Bayındır) Beg’e de Koç Bayundur Beg denildiğini görüyoruz. Bu misaller “koç” kelimesinin bir kahramanlık ünvanı veya lakabı olduğunu gösteriyor. Bu ünvan veya lakabı taşıyanların da mezar taşlarının koç şeklinde yapılması pek tabiîdir. Az yukarıda Hızır Şah’a “koç” ünvan veya lakabını veren Celâyir hükümdarı Üveys’in mezartaşı da arslan şeklinde idi [71]. Demek ki, esasen eskiden beri bir kahramanlık sembolü olan arslan da en büyük emirler ve hükümdarlar için mezar taşı olarak kullanılmıştır. Buna göre şimdi Doğu Anadolu, Azerbaycan ve İran’ın diğer yerlerinde görülen koç ve arslan şeklindeki mezar taşlarının Moğol devrinde ve XIV. yüzyıldan itibaren ortaya çıktığı ileri sürülebilir. Hızır Şah’ın 786 (Muharrem = Mart 1384) yılında Âdilcevaz’da vefat ettiğini gösteren bir kitâbe zamanımıza kadar gelmiştir[72]. Bu kitâbe Hızır Şah’ın Ahlat’ı sonra Bidlis hâkimlerine kaptırıp Âdilcevaz’a çekildiğini ve oranın hâkimi iken öldüğünü akla getiriyor. Yukarıda Ziyâeddin’in torunu Emîr Süleyman’a ait kitâbe de bunu teyid edebilir. Ancak, bu hususta, şüphesiz, kesin bir şey söylenemez.

Bidlis hakimi ve akrabaları olan Muş ve Ahlat hâkimleri Erciş’i ellerinde tutan Kara Koyunlular’ın aksine, Timur’a baş eğmeyi siyâsetlerine daha uygun bulmuşlardı. Filhakika Timur 789 (1389) yılında Kara Koyunlular üzerine ılgar birlikleri gönderdiği gibi kendisi de Muş ovasındaki oymakları talan ettikten sonra Ahlat ve Âdilcevâz’ı geçerek Ala Dağ’a gitmişti[73]. Timur’un bu esnada katına gelen ve kendisine sadakatle bağlanmış olan Âdilcevaz hakimi Hâkân’a Ahlat şehri ve yöresinin idaresine verdiğini (suyurgâl fermûde) biliyoruz[74]. Fakat Adilcevâz hakimi Hâkân’ın hüviyeti hakkında şimdilik hiçbir bilgiye sahip değiliz. Timur’un oğlu Şahruh Mirza 1421 yılında Kara Koyunlular’ı takib ederken Erciş, Âdilcevaz ve Ahlat şehirlerinden geçmişti; Adilcevaz’ın zapt edilmesine gönderdiği emirlerinden Ginâşîrîn şehri aldıktan sonra buranın kumandanları Kuddüs ile Zâhid’i hükümdarın katma getirdiği gibi, Ahlat’ı idare eden Emîr Muhammed de Şahruh’un huzuruna geldi[75]. Bu Emîr Muhammed’in Bidlis hâkimleri hânedanına mensup bulunduğu veya şehri Bidlis hâkimi Şemseddîn adına idare eden bir emîr olduğu şüphesizdir. Âdilcevaz ise, Ercîş gibi doğrudan doğruya Kara Koyunlular’ın idaresi altında idi. Böylece Kara Yusuf Beg’in 820 (1417) tarihinde bir “hükümnâme” sinde de belirtildiği üzere [76] Bidlis hâkimleri hânedanın Bidlis’den başka Ahlat, Muş ve hatta Hınûs (Hınıs) şehirlerini idareleri altında bulundurdukları da anlaşılmış oluyor. Şahruh’un Ahlat yöresine yakın bir yerdeki Meriktü (?) konağında iken Bidlis hâkimi Şemseddîn, Muş kalesini Çağataylar’a teslim eden oranın sahibi Emîr Abdurrahman, Hâkkarî-Van hâkimi tzzeddin Şîr’in oğlu Melik Muhammed huzuruna geldiler. Çağatay hükümdarı hil’atler giydirerek bu emirleri ülkelerine gönderdi[77]. Bu emirlerin metbulan Kara Koyunlular’ın kudretlerinin kırılmasını istedikleri görülüyor. Bu tahakkuk ettiği takdirde daha geniş topraklan daha rahat bir şekilde idare edeceklerdi. Ak Koyunlu tehlikesi de Şahruh’a sadakatle bağlı kalınarak önlenebilirdi. Şahruh, bilhassa Kara Yülük Osman Bey’in telkinleri ile Kara Yusuf Bey’in oğullarına karşı muharebeye karar verdi ve onları, bilindiği üzere, Eleşgird ovasında yendi. (824= 1421). Fakat bu mağlubiyete rağmen Kara Koyunlular’ın kuvveti kırılmamıştı. Kara Koyunlu İskender Mirza, Şahruh ülkesine döndükten sonra, Bidlis, Ahlat ve diğer bazı yerlerin hâkimi Emir Şemseddîn ile Hakkarî-Van hâkimi İzzeddin Şîr’in oğlu Melik Muhammed’i yakalattı (1422). Bunun sebebi onların Kara Koyunlu tâbiiyetini atıp Şahruh’a itaat etmeleri ve onu metbu tanımaları idi. Bidlis hâkimi Şemseddîn’in aynı zamanda İskender’in eniştesi olduğu biliniyor. Kara Koyunlu hükümdarı Ahlat hisarının teslim edilmemesi üzerine Şemseddin’i şehrin önünde öldürttü (1423). Fakat buna rağmen hisar ele geçirilemedi. Talihsiz şehir ise bu esnada yanmış, Ahlat yöresindeki Aguvan kalesi ise açılmıştı [78]. Bidlis de üç yıl kuşatıldığı halde fetholunamadı. Buna karşılık Kara Koyunlu İskender Bey 1425 yılında Van, Vestan ile diğer bazı kaleleri zapt etmeye muvaffak oldu[79]. Bu yazılanlardan anlaşılacağı üzere, Kara Koyunlular’ın Van’a sahip olmaları yani orayı doğrudan doğruya idare etmeye başlamaları ancak bu tarihten (1425) itibaren bahis mevzuu edilebilir. Ahlat’a gelince, bu şehir hiç bir zaman doğrudan doğruya onlann yani Kara Koyunlular’ın elinde olmamıştır. Böylece Kara Koyunlular’ın Ahlat’a hâkim oldukları şeklindeki ifadelerin[80] ve onlara dayanılarak ortaya atılan görüşlerin bir değeri kalmamış bulunuyor.

1441 yılında Ahlat’ın yakınındaki Nemrud yanardağı yeniden faaliyete geçmiş, eriyen buzların altında meydana gelen yanklardan dumanlar, alevler çıkmış, şiddetli gürültülerden sonra iri taşların havaya yükseldikleri görülmüş ve halk: “şehir yıkılacak” diye derin bir korkuya kapılmıştı[81]. Kara Koyunlu Cihan Şah Mirza’nın 1451 yılında Ahlat ve Bidlis bölgelerinde yağma ve tahribler yaptırdığı ve halktan birçok kimseleri tutsaklığa sürüklediği bildiriliyor[82]. Aynı hükümdarın 1457 yılında Bidlis, Muş ve Ahlat’a hücum edip buraları aldığı, yağmalarda bulunduğu ve bin beş yüz kadın, çocuk ve diğer kimselerin tutsak edildikten sonra satıldığı yazıldığı gibi [83], 1462 de de dört kumandanın idaresinde on iki bin kişilik bir kuvvet gönderip Ahlat’ı muhasara altına aldırdığı da haber verilmektedir. Bunun Bidlis hâkiminin Kara Koyunlu hükümdarını kızdırmış olduğundan ileri geldiği söyleniyor. Cihanşah’ın kumandanları Ahlat’a gelip yağma ve tahriplerde bulunduktan ve çok ganimet topladıktan sonra hisarın fethine girişmişlerdir. Durumun ciddiyetini anlayan Ermeni Patriki Zakarya Cihanşah Mirza ile Hatunu (Can Begüm) vergi karşılığında muhasarayı kaldırmaya ikna etmişti[84]. Şâyet bu hadise, Bidlis hâkimlerinin Kara Koyunlular ile Ak Koyunlular arasındaki mücâdelede tarafsız kalmak siyâseti ile ilgili ise bu siyaset onlar ve diğer birçok emirler için hiç de faydalı olmayan neticeler vermiştir. Gerçekten Cihânşah Mirza’nın yerini alan Ak Koyunlu Uzun Haşan Beg 873 (1468-1469) yılında Biçen oğlu Süleyman Beg kumandasında mühim bir kuvveti Bidlis’e sevk ettiği gibi, diğer bir kuvveti de başka beylerin idaresinde Ahlat üzerine göndermişti. Bidlis hâkimi İbrahim Beg’in, annesini yollaması üzerine barış yapıldı[85]. Fakat üç dört yıl sonra (1472’de) hânedandan Bayındur Beg (b. Rüstem b. Murad b. Kara Yülük) altı ay kuşatmadan sonra Ahlat’ı ve Ahlat yöresindeki Bilecan (Blicayn)’ı ele geçirmeye muvaffak oldu. Kaynağa göre Koç Bayundır Beg Ahlat kalesini yıktıktan sonra, kalenin muhafızlarını alarak Cezire ve Bohtan suyu yöresini de fethetmiştir[86]. Bayundur (Bayındır) Beg’in Ahlat’da mescit yaptırması ve türbesinin orada bulunmasının sebebi budur. Büyük bir kumandan olan Bayundur Beg’in ölümünden (Ramazan 866 = 1481) sonra Ahlat, oğlu Muhammed Beg tarafından idare edilmişti Muhammed Beg de 894 (i488)’de ölmüştür. Bu esnada (1472-1473) Bidlis, Muş ve diğer bir çok yerler de, Ahlat gibi, doğrudan doğruya Ak Koyunlular’ın idaresi altına girmişti[87].

IV. OSMANLI DEVRİ:

Ahlat ve Van gölü bölgesi Ak Koyunlular’dan sonra Safevîler’in eline geçti. Fakat bu hususta hemen hiç bilgi yoktur. Bu şehirler, yani Ahlat Âdilcevaz ve Erciş Irakeyn seferi neticesinde (940-942 = 1533-1535) Osmanlı idaresine sokuldu. Kanunî bu seferden dönerken Erciş ve Âdilcevaz’dan sonra Ahlat’a uğramış ve oradan Diyarbekir’e gitmişti [88]. Fakat Safeviler fethi edilmiş olan Van’ı ve Erciş’i geri aldılar. Şah Tahmasb bu şehirlerin idaresini Ustacalu’dan Sofu oğlu Ahmed Sultan’a verdi[89]. Vekayinâmelere göre 942 (i535-»536) den 955 (»54Ö-»549) Yd>na kadar kayda değer mühim bir hâdise olmadı. Zikredilen yılda Kanunî, Tahmasb’ın kardeşi Elkas Mirza’nın İstanbul’a gelerek yardım istemesi üzerine büyük bir ümid ile muazzam bir ordunun başında İran seferine çıktı. Fakat sadece Van kalesi alınabildi. Bu fetih Şah Tahmasb’ı ağlatmakla beraber Doğu Anadolu’nun onun tarafından görülmemiş bir şekilde tahrib edilmesine sebeb oldu. Bu arada Tahmasb Afşar Şah Kulu Sultan’ı Ahlat yöresindeki oymakların üzerine gönderdiği gibi kendisi de Hınıs taraflarım yakıp yıktı[90]. Ertesi yıl (956 = 1549) iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Şah Tahmasb kendisinin açıkça ifade ettiği üzere, Osmanlı ordusunun İran’a girmesini önlemek veya onu pek müşkül durumda bırakmak için, Doğu Anadolu’yu tahrib etmeye karar vermiş ve 959 (1552) yılında bu kararını tatbik etmeye girişmişti. Dört kola ayırdığı ordusunun en kalabalık kısmını Van gölü bölgesine gönderdi. Bu kola bağlı emirlerden eski Bidlis hâkiminin oğlu Şemseddîn Han Ahlat’a gelip yüze yakın Osmanlı askerini öldürdükten, otuz bine yakın koyun, on bin sığır ve manda, üç bin at ele geçirdikten rastgeldiği her yeri yakıp yıktıktan sonra geriye dönmüştü[91]. Fakat iş bununla bitmemiş az sonra bizzat Şah Tahmasb Ahlat önünde görünmüştü. Müverrih Rumlu Haşan Beg, Ahlat kalesinin çok yüksek ve pek metin olduğunu söylüyor[92]. Bununla beraber Safeviler kaleyi kısa bir zaman içinde yerle bir ettiler; yani tamamiyle yıktılar[93]. Osmanlılar’ın bir kaç yıl sonra Ahlat için göl kıyısında yeni bir hisar inşa etmelerinin ve yeni Ahlat’ın da orada meydana gelmesinin sebebi yapılan bu korkunç tahribattan ileri gelmişti. Safeviler yağma ve tahrib akınlan esnasında Erciş ve Bargiri kalelerini de (960 = 1553) yıkmışlar ve Osmanlılar’ın elinde sadece Van ve Âdilcevaz kaleleri kalmıştı[94]. Doğu Anadolu’nun harab bir bölge haline gelmesinin en mühim sebeblennden biri de Tahmasb’ın Erzincan ve Muş’u da içine alan bu tahrip hareketleridir. Bu tahribat esnasında pek çok içtimai eser de yok olup gitmiş veya geniş ölçüde hasara uğramıştı. 962 (1555) yılında imzalanan Amasya andlaşması ile kırk bir yıl devam eden harb haline son verildi. Ancak esasen Moğol devrinden sonra, muhtelif sebeblerden dolayı ehemmiyetini kaybetmeye başlamış olan Ahlat, Safevî ve Osmanlı devirlerinde Van gölü çevresinin en sönük şehirlerinden biri durumuna düşmüştü, öyle ki Van şehri bir eyâlet merkezi haline yükselmişken Ahlat da Âdilcevaz sancağının bir kazası olmuştu. Nitekim Amasya andlaşmasından bir yıl sonra (Rebiyülevvel 963 = Ocak 1556) yapılan tahrir, Ahlat’ın acıklı durumunu açıkça gösteriyor. Bu tahrire göre Ahlat’ın vergi nüfusu yüzyirmi sekiz kişidir. Kasabadaki Hıristiyan nüfusunun sayısının da fazla olmadığı görülüyor. Defterde verilen bütün rakamlara göre Ahlat’da 1556 yılında aşağı yukarı bin altıyüz kişinin yaşadığı tahmin edilebilir. Bu nüfusa askerler, diğer vazifeliler ve din adamlarının sayısı dahil değildir. Şehirdeki Müslüman nüfus arasında Budak, Şah, Verdi, Turmuş (Durmuş), Ayna Beg, Kaya, Allah Kuh, Hüdâvirdi, Şah Kuh gibi adların görülmesi Müslüman halkın Türk asılh olduğunu ve Türkçe konuştuğunu ortaya koyar. Şehrin bir biri arkasından geçirdiği elîm felâketler yüzünden Ahlat’da câmi, medrese ile ilgili hiç bir vakıf yoktur. Zikredilen tarihte mevcud vakıfların hepsi zâviyelere aittir. Bunların çoğunun da yeni tesis edilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu zâviyelerin başlıcaları şunlardır: Bayındır, Şeyh Necmeddîn, Şeyh Abdülkâdir, Şeyh Yoldaş, Şehîdler, Şeyh Muhammed, Şeyh İbrahim, Şeyh Abdurrahman, Şeyh ‘Ammâr-ı Ahlâtî, Baba Merdân, Hacı Hüseyin, Karkalar (?). Zâviyelerden bazıları Ahlat’ın dolaylarında bulunuyor. Buğday ve arpa Ahlat ve yöresinde yetiştirilen başlıca mahsûllerdir. Bahçelerden de meyve elde ediliyor[95].

XVIII. yüzyılda yaşamış Türk âlimi Kâtib Çelebi Ahlat hakkında bize güzel bilgiler veriyor. Kâtib Çelebi, Yâkut’un aksine Hamdullah Müstevfi gibi, Ahlat’ın havasının mutedil olduğunu söylüyor ve: “havası gayet lâtîfdir” diyor. Ahlat’ın bağh-bahçeli bir şehir olduğunu, elma ve kayısısının meşhur idiğini, bir Ahlat elmasının yüz dirhem geldiğini kaydeden Kâtib Çelebi bu elmanın Âzerbaycan’da, Şirvan’da arandığını da yazıyor[96]. İlhanhlar devri vezir ve müverrihlerinden Reşîdeddîn’in Ahlat’da elma bahçeleri olduğundan yukarıda söz edilmişti. Kâtib Çelebi ayrıca bu şehre mensup birçok ülemadan da söz ediyor [97]. O, Van gölüne, el-îstahri ve diğer bazı eski coğrafyacılar gibi, “Buhayra-i Erciş” adını vererek yılda bir gün çıkan “tirrih” adlı “latif’ ve dayanıklı balığın etrafa gönderildiğini de haber veriyor [98].

1065 (1655) yılında Ahlat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, eserinde bu şehre geniş bir yer ayırmıştır. Seyyahımız gördüğü eserler ile yıkıntı ve kalıntılardan Ahlat’ın parlak mazisini iyice anlamış görünüyor. Fakat bir çok yerlerde yaptığının aksine, onları bize yakından tanıtmıyor[99]. Bu sebeple yazdıklarından konumuz ile ilgili olarak faydalı neticeler elde etmek mümkün olmuyor. Buna karşılık Van gölü’ndeki balıklara dâir verdiği bilgiler daha faydalıdır. Seyyahımız yılda bir gün Van gölü’ndeki balıkların bollaşıp tam bir ay binlerce büyük ve küçük balığın Bend-i Mâhi deresinden yukarı çıkıp Bend-i Mâhi Ziyâretgâhı denilen yerde toplandığını Van defterdarının bir vazifeli ile bu balıklan tutturduğunu ve tuzlattıktan sonra Acem tüccarına sattığını, tüccann da bu balıkları İran’a götürdüklerini yazar ve balığın satışından elde edilen meblağ ile “Van kulu” yani Van’daki vazifeli asker ile göl çevresindeki diğer kalelerde bulunan “hisar erleri” nin ulûfelerinin yani maaşlannın karşılandığını bildirir[100]. XVII. yüzyılın başlarında çıkan büyük karışıklıkların ve bir kaç yıl süren öldürücü kıtlığın Murad vâdisinde olduğu gibi Van gölü çevresinde de zararlı neticeler verdiği şüphesizdir. XVIII. yüzyılda ise Ahlat’ın Anadolu’nun pek çok yerlerinde olduğu gibi âyan denilen ağalar tarafından idare edildiği anlaşılıyor.

Ahlat, Tanzimattan sonra yapılan teşkilatda Van eyâletinin Van sancağına bağlı kazalarından birini teşkil ediyordu.[101]. II. Abdülhamîd devrinde ise Ahlat, Bidlis vilayetine bağlanmıştır. 1310 (1892-1893) yılına ait Bitlis salnâmesine göre [102] Ahlat, zikredilen yılda yedi mahalleden müteşekkil olup, şehrin ikisi hisar içinde bulunan yedi câmii de vardı.

Bügün Ahlat yine bağlık bahçelik, birçok irfan müesseselerine ve medenî tesislere sahip, şirin, güzel bir kasaba haline gelmiştir. 1985 sayımına göre kasabanın nüfusu 11138’dir.

V. ÂBİDELERİ:

Zamanımızda Ahlat’da tarihî ve mimarî değeri olan altı künbet veya türbe, üç mescid ve bir kale bulunmaktadır. Bunlardan başka bilhassa sanat değeri yüksek pek çok mezar taşları da vardır. Bu mezar taşlarından yüz onsekiz adedi tetkik edilmiştir [103]. Yaptığımız tasnife göre kitabeleri olan ve tarihleri okunabilen mezar taşlarından dördü Ahlatşahlar (553-583 = 1158-1188), sekizi Eyyübiler (607-623 = 1210-1226), elli dördü Moğollar (647-743 = 1249-1343), dördü Bidlis hâkimleri olan Rûzegîler (780823 = 1378-1420), yine dördü Safevîler devrine aittir. Anlaşılacağı üzere zikredilen mezar taşlarının ezici çokluğu Moğol devrinde ölenler ile ilgilidir. Künbetlere gelince, bunların da pek çoğunun Moğol devrine ve bizzat şehri idare eden Moğol büyüklerine ait olduğuna yukarıda işaret edilmişti. Gerçekten Boğatay Aka ve oğlu Haşan Timur künbetlerinin (tki Türbe), kitâbeleri ile, hüviyetleri bilinmektedir. Künbetlerin en güzellerinden biri olan (Usta Şâkird = Üstâd Şâgird) yahut diğer adıyla Ulu Künbet’in yanında evvelce bir künbet daha olup bu künbet XIX. yüzyılın son aylarında yıkılmıştı. Bu künbetin Şâdi Aka b. Soğur b. Hakan’a ait olduğu ve 1273 tarihini taşıdığı bir hoca vasıtası ile Ingiliz seyyahı Lynch tarafından tesbit edilmişti[104]. Fakat bu kitâbeyi gören rahmetli A. Şerif kitâbenin tarihi ile ilgili satırdaki yüzler hanesini seb'amie (yediyüz = 1300) okumuş kitâbe sahibini de Emîr Şâdi Sargur Aka ibn Çâgân şeklinde izah etmiştir [105]. İl Hanlılar tarihinde biri Buku oğlu (1291 de sağ), diğeri Sulduz Sodun Noyan oğlu So’unçak (Soğunçak) Noyan’ın oğlu (1295 de sağ) olmak üzere üç Şâdi adlı emîr var ise de [106] bu ikisinin Ahlat’da baskaklık yapmış olmaları pek şüphelidir. Şâdi Ahtaçı’ya gelince, onun hayatına 1283 de Errân’da son verilmişti (gösterilen yer). Esasen bu iş yani şehirlerde oturarak oraları idare etmek vazifesi Uygurlar, Müslüman Türkler ve tranhlar’a veriliyordu. Usta Şâgird yahut Ulu Künbet’in mimarî uslûbu tamamen Şâdi Aka’nınki gibi olduğundan onun da Şâdi Aka’nınkine yakın bir tarihte yaptırıldığı kabul edilmiştir[107]. Biz burada şu hususu hatırlatmak istiyoruz ki, Çobanlı Küçük Şeyh Haşan (ölümü: 744 = 1343) 740 (1340) yılında hanlık mevkiine çıkardığı Süleyman’ın zamanında Tebriz’de bir mescit yaptırmış (742 = 1341 -1342) ve bu mescid de “Üstâd Şâgird” adıyla anılmıştı[108] . Ahlat’ın da Küçük Şeyh Hasan’ın idaresinde olduğu görülmüştü. Bu sebeble heriki eserin aynı elden çıkmış olduğunu düşünmek yerindedir. Haşan Pâdişâh türbesi denilen türbenin de Mahmud oğlu “Melikü’l-ümerâ Haşan Aka” adlı bir Moğol baskakına ait olduğu görülüyor [109] ve türbeye neden böyle denildiği de anlaşılıyor. îki Türbe’de yatan Haşan Timür’ün zevcesi Esen Tigin’in babası da “Emîrü’l-Kebîr Hüsâmeddin Hüseyin Aka” şeklinde anılıyor[110]. Bu hususta şüphesiz bir hatırlatmadan daha fazla bir şey söylenemez. Ancak A. Gabriel yaptığı soy kütüğünde Esen Tigin Hatun’u Mahmûd’un torunu şeklinde göstermiştir. Şimdi artık mevcut olmayan Erzen Hatun künbetinin kitabesindeki tarih, A. Şerifin okuduğuna göre [111] 707’dir. A. Gabriel kitâbeyi neşretmemekle beraber, kitâbedeki tarihin 799 (1396-97) olduğunu söylüyor[112]. Aynı türbedeki ikinci kitâbe de bu meselede bize yardımcı olmuyor. Ak Koyunlu hânedanından Bayındır (Bayundur) Beg’in türbesi Ahlat’ın en güzel âbidelerinden biridir[113]. Ancak Bayındır Beg her iki müellifin de ifade ettikleri gibi Uzun Haşan Beyin torunu Rüstem Beg’in oğlu değildir. Bayındır Bey (ismi, burada türbe dolayısı ile bugünkü söyleniş şekli ile kullandım) Kara Yülük Osman Beg’in oğullarından ve Uzun Haşan Beg’in amcalarından Murad Beg oğlu Rüstem’in oğludur. Bayındır Bey Sultan Yakub Bey’e isyan ettiği için 886 (1481) de büyük emirlerden Musullu Sûfi Halil Bey tarafından öldürülmüştür [114]. Bayındır Beg 1480 yılında Memlûk kumandanı Yaş Bek’e karşı Urfa dolaylarında kazanılan zafer de büyük bir payı olan muktedir bir kumandan idi. Bu Memlûk başkumandanı Yaş Bek ise çok yanhş olarak Tebriz’e giden bir seyyahın adı sanılmıştır [115]. Osmanlı devrinde meydana getirilen eserlerin başında Kanuni devrinde göl kıyısında inşa edilmiş olan hisar gelir. Şah Tahmasb’ın asıl Ahlat kalesini yerle bir ettiği için bu hisarın yapıldığı yukarıda kayd edilmişti. II. Selim devrinde de (976 = 1568) hisarın bir dış kale ile çevrildiği görülür. Hisarın yanında İskender Paşa câmii olup bu câmi 972 (1564), minaresi de 978 (1570) tarihini taşıyor. Bu câmiin yanında birde hamam inşa edilmişti. Kadı câmii de dış kale kısmında bulunmakta ve 992 (1584) tarihini taşımaktadır[116]. Osmanlı devrinde yapılan bu inşaat da yıkılmış olan eski kalenin taşları ile bazı pek harab veya yıkık künbet ve mezar taşlan kullanılmıştır; şehrin en parlak devri olan Ahlatşahlar zamanına ait içtimâi bir eserin bize ulaşmamasının sebebleri yukanda sayılmıştı. Bu gibi eserler ile ilgili bir kitabenin de gelmemesine hayret etmemelidir. Bu bakımdan Ahlat, îran şehirlerinden bir çoğu ile aynı kaderi paylaşmıştır.

II. BÖLÜM

AHLATŞAHLAR

Bu hânedânın ilki ve asıl Ahlatşahlar hânedanın kurucusu Sökmen el- Kujbî’dir. Kaşgarh sökmen’in yiğitlere ve bahadırlara verilen bir ünvan olduğunu söylüyor ve bu ünvanı sök- (sökmek, yarmak, yırtmak) fiili ile ilgili buluyor [117]. Buna göre sökmen, sök-fiilinden -men eki ile yapılmış bir isim gibi görünüyor. Bu ismin Karahanlılar’da şahıs olarak kullanıldığını bildiğimiz gibi, Artuk Beg’in oğullarından biri de aynı adı taşıyordu. Bu ad, Arapça bazı kaynaklarda sokmân şeklinde görülüyor ki bu, sökmen’in Arab teleffuzunda aldığı şekil olmalıdır.

Sökmen, Âzerbeycan meliki (kıral), Selçuklu hânedânından Çağrı Beg oğlu Yakütı oğlu Kutbeddîn İsmail İl Arslan’ın Türk asıllı memlûk emirlerinden biri idi. Sökmen’in “el-Ku|bî” lakabını taşıması buradan geliyor. Sökmen, Kutbeddin İsmail İl Arslan’ın, saltanat mücâdelelerine karışarak 488 (1095) de hayatını kaybetmesi üzerine, oğlu Mevdûd’a bağlanmıştır. Fakat Mevdûd da 496 (1102) yılında beklenmedik bir zamanda öldü. Onun ölümü ile de Âzerbeycan meliklerinin soyu kesildi. Bunun üzerine Sökmen el-Kutbî, Kızıl Arslan, Yağı Sıyan oğlu Muhammed gibi Âzerbeycan meliklerinin diğer emirleri ile birlikte Muhammed Tapar’ın hizmetine girdi. Bu esnada Tapar ile Berk Yaruk arasındaki saltanat mücâdeleleri hâla bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bereket versin ertesi yıl (497 = 1104) barış yapıldı ve on iki yıl süren ve imparatorluğu zayıf düşüren ve içtimai düzeni sarsan uzun mücâdele sona ermiş oldu. Aynı yılda Tapar Musul emlri âsi Çökürmiş’i tedip etmek için şehri kuşattığında yanındaki emirler arasında Sökmen el-Kutbl’nin de bulunduğunu biliyoruz. Onun 501 (i 107-1108) de Arab hükümdarı Sadaka b. Mezyed’in tenkil edilmesine katılmış olması da pek muhtemeldir. Ertesi yıl (502 = 1108-1109) Musul’un, diğer serkeş bir emîri olan Çavh’nın elinden alınmasına Sökmen’in de katıldığı görülüyor.

1. Sökmen el-Kutbî (493-505 = 1099-1 m). Âzerbeycan meliklerinin nerelere hâkim oldukları iyice bilinemiyor. Bununla beraber onların Tebriz, Merend, Mâkü, Hoy’dan başka diğer bazı şehirleri de idareleri altında bulundurdukları söylenebilir. Mahallî bir kaynaktan faydalandığı anlaşılan Ebü’l-Fidâ’ya (ölümü: 1331) göre Mervân oğulları’nın zulmünden bıkmış usanmış olan Ahlat halkı adâlet ve dirayetini duydukları Sökmen’i 493 (1099-1100) yılında çağırıp şehri ona teslim etmişlerdir[118]. Adı geçen müellif Ahlatşahlar devletinin bu tarihte kurulmuş olduğunu yazıyor [119]. Ancak Âzerbeycan meliki Selçuklu Mevdûd henüz hayatta olduğuna göre Sökmen’in şehri onun adına idare ettiğinde şüphe yoktur. Diğer taraftan Îbnü’l-Ezrak’a göre ise Alp Arslan, Malazgird savaşından sonra Ahlat ve Malazgird’e vâliler tayin ettiğinden buralar Mervân oğulları’nın elinden çıkmış ve Selçuklu sultanları müellifin zamanına (570 = 1175) kadar mezkûr şehirleri emirlerine dirlik şeklinde veregelmişlerdir [120]. Bu husus ne olursa olsun Sökmen, yukarıda kaydedildiği gibi, diğer bazı kapı yoldaşları ile birlikte Selçuklu Muhammed Tapar’a güzel hizmetlerde bulundu. Bu sebeble 505 (1111) yılında onu Tebriz ve Diyâr Bekir bölgesindeki bazı yerlerin (Ahlat, Meyyâfârikîn ve diğer ikinci derecede bazı şehirlerin) hâkimi olarak görmemiz[121], bu sadâkatinin mükâfatıdır. Ancak Îbnü’l-Ezrak’ın bir kaydına[122] dayanılarak Musul emîri Çökürmiş ile birlikte Urfa’nın güneyindeki Belih çayı kıyısında Haçhlar’a karşı parlak bir zafer kazanan (9 Şaban 497 = 7 Mayıs 1104) Sökmen’in, Sökmen el-Kutbî olduğu iddiası[123], asla kabul edilemez. Çünkü diğer bütün muteber müslim ve gayr-i müslim kaynaklarda, zaferi kazananın Hısn Keyfa hâkimi Artuklu Sökmen olduğu açıkça ifade edilir. Fazla olarak verdiği habere inanılan İbnü’l-Ezrak, eserinin başka bir yerinde Haçhlar’ı yenenin Artuklu Sökmen olduğunu açıkça bildirir[124].

Sökmen el-Kutbî’nin 502 (1109) yılında Meyyâfârikîn (Silvan)’i uzun bir muhasaradan sonra eline geçirdiğine dâir Îbnü’l-Ezrak’ın sözleri diğer müelliflerce de teyid edilir[125]. Sökmen Meyyâfârikinin idaresini memlukü Giz (kız) Oğlu’nun idaresine bırakmıştı. 505 (mı) yılında Haçh ucundan Bağdad’a gelen Müslümanlar’ın yardım ricaları ve hatta feryadlan üzerine Muhammed Tapar, Altun Tiğin oğlu Mevdûd kumandasında kalabalık bir orduyu Haçlılar üzerine gönderdi. Bu orduda Sökmen el-Kutbî, Meraga hâkimi Ahmedil, Porsuk’un oğullan Î1 Begi ve Zengi gibi büyük emirler de bulunuyorlardı. Fakat bu ordu Urfa şöyle dursun kırkbeş gün kuşattığı Teli Bâşir kalesini (Anteb yöresinde) bile alamadı. Haleb’e gelindiğinde Sökmen el-Kutbî hastalandı. Hastalığının ağırlaşması üzerine askerleri ile birlikte ordudan ayrıldı; fakat Fırat kıyısındaki Bâlis şehrinde hayata veda etti (505 =1111 muhtemel olarak Rebiyülevvel = Eylül-Ekim). Onun ölüm tarihinde (yani bunun 505 yılında olduğunda) tereddüd etmeye yer yoktur[126]. Sökmen’in tabutu memleketine götürülürken Artuklu İl Gâzi gaza ve cihâd esnasında vefat eden bir emîrin ve askerlerinin mallarını almak için yollarını kesmekte tereddüd göstermedi. Fakat Sökmen’in askerleri beylerinin tabutunu ortalarına aldıktan sonra Artuklular’ı bozguna uğrattıkları gibi üstelik epeyce de ganimet ele geçirdiler[127]. İl Gâzi’nin asla mazur görülmeyecek bu hareketi Sökmen ile aralarının iyi olmamasından ileri gelmişti. Sökmen’in tabutu ilk önce Meyyâfârikîn’e, sonra da Ahlat’a götürülüp orada defnedildi. Sökmen’in Tebriz, Ahlat, Erciş, Zâtül-Cevz (Âdilcevaz) Meyyâfârikîn, Malazgird, Muş, Van, Bargiri ve Vestan şehirlerini idare ettiği biliniyor. Onun Ahlat ile Tebriz arasındaki diğer bazı şehir ve kalelere de sahip olması muhtemeldir. Meraga hâkimi Ahmedîl, Muhammed Tapar’ın Sökmen’in sahip olduğu yerleri kendisine vereceği ümidine kapılarak ölümüne pek sevindi ise de bu ümidi tahakkuk etmediği gibi çok geçmeden de Bâtinîler’in hançerlerinin kurbanı oldu. Hoy’un batısında ve ona bir konak mesafedeki Sökmen Âbâd şehrinin bu Sökmen mi yoksa torunu II. Sökmen tarafından mı kurulduğu bilinemiyor. Ben, Sökmen Âbâd’ın, II. Sökmen tarafından kurulduğuna inanıyorum. Sökmen el-Kutbî’yi “hükümdar” olarak vasıflandırmak [128] şüphesiz ki doğru değildir. O kaynaklarda sadece “emîr” olarak anılır, yani Sökmen’in çağdaşı olan diğer Selçuklu emirlerinden hiç bir farkı yoktur ve hükümdarlık alâmetlerinden hiç birine (tabiî Ahlat şah ünvanına da) sahip değildir; esasen olamazdı da. Çünkü Selçuklu devleti kudretini muhafaza ediyordu. “Şah” ve “melik” gibi ünvanları da ancak hânedan azası taşıyabilirdi. Sökmen’in İnanç Hâtûn ünvanlı karısı Ahlatşahlar tarihinde mühim bir rol oynamıştır. Bu ihtiraslı kadın Ürkmez (? metin: )adlı birinin kızı idi. Sökmen’in askerlerinin Türkmenler’den müteşekkil olduğuna dâir ileri sürülen görüşü [129] de tasdik etmek mümkün değildir. Çünkü kaynaklarda bu hususta bilgi bulunmadığı gibi, böyle bir hükme esas olabilecek deliller de yoktur. Onun, oğul ve torununun askerleri kendisi gibi Memlûk asıllı idiler. Nitekim Sökmenli hânedânına, aşağıda görüleceği üzere, bu hânedânın kendi yetiştirdiği memlûk asıllı emirler halef olmuşlardır.

2. İbrahim (505-521 = ım-1127). Sökmen’in yerini oğullarından Zahîreddîn İbrahim aldı ve 520 (1126) veya 521 (1127) yılındaki ölümüne kadar babasının mevkiinde kaldı. Fakat İbrahim zayıf bir şahsiyet idi. öyleki ülkeyi ihtiraslı, fakat pek dirayetli görünmeyen anası İnanç Hatun idare ediyordu. Bunun neticesinde Tebriz ile Azerbaycan meliklerine aid diğer bir çok yerler Muhammed Tapar tarafından karısı Gevher Hatun’a verildi. Azerbaycan meliki Kutbeddîn Ismâil’in kızı olan Gevher Hatun da bu yerleri idare etmek için teşkilat kurdu; bu teşkilatın başına bir vezir getirdi. Bundan başka Tapar Meyyafârikîn’i de İbrahim’in idaresinden alarak burayı Karaca es-Sâkiye ikta etti. (508 = 1115). Ertesi yıl Tapar Karaca’yı Fars’ın idaresine gönderdi ve Meyyâfârikîn’i de Musul da oturan oğlu Mes’ud’un dirliklerine dahil etti. Mes’ud’un atabeği Cuyûş Beg Sultanın emri üzerine bu şehrin vâliliğine İl Düzen Beg (?) adlı birisini gönderdi. Fakat bu dirayetli bir vâli olmadığından Meyyâfârikîn harab bir duruma düştüğü gibi, pek çok yöreleri de komşu Artuklu, Dimlec veya Dümleçli (Bidlîs-Erzen), Yınalh (Âmîd = Diyarbakır) beylerinin ellerine geçti. Meyyâfârikîn sonra (515 = 1121) Tapar’ın oğlu Sultan Mahmud tarafından Artuklu İl Gâzi’ye verildi [130]. İbnü’l-Ezrak ise şehrin 512 yılında (1118) ikta edildiğini yazar ise de[131] İl Gâzi’nin Tapar’a itaatsizlik göstermeyi sürdürmesi yüzünden tbnü’l-Esîr’in verdiği tarih daha doğru olmalıdır.

Bidlis’i de kuşattığını bildirir[132]. Ancak Sökmen el Kutbî’nin Dâvud adlı bir oğlu olduğu diğer kaynaklarca teyid edilmediği gibi, Hısn Keyfa hâkim Sökmen oğlu Dâvud’un da aynı yılda hayatta olduğunu biliyoruz. Bu sebeble el-Azîmî’nin Ahmed yerine yanlışlıkla Dâvud adını yazması pek muhtemeldir. Aynı müellif, yine orada, îbrâhim’in 520 (1126) yılında vefat ettiğini ve yerine kardeşi Yakub’un geçtiğini yazar. Mahallî bir kaynağa dayanan Ebû’l-Fîdâ ise İbrahim’in 521 (1127) yılında öldüğünü ve kardeşi Ahmed’in ona halef olduğunu bildirir[133]. Sökmen’in Ahmed adında bir oğlu olduğu Ibnü’l-Ezrak tarafından teyid ediliyor. Ahmed’in kızı Zeyneb Hâtûn Artuklular’dan Necmeddin Alpı’nın karısı olup Ahlatşah II. Sökmen’i ziyaret için gittiği Ahlat’dan dönerken 561 (1166) yılında ölmüştü [134]. Ahmed on ay emirlik mevkiinde bulunduktan sonra ölmüş ve yerine altı yaşındaki yeğeni ve İbrahim’in oğlu Sökmen geçirilmiştir.

4. Sökmen (522-581 = 1128-1185). Ahlatşahlar ülkesini II. Sökmen’in babaannesi idare ediyordu. Ebû’l Fidâ’nın kaynağına göre İnanç Hatun memlekete müstakil olarak hâkim olmak için çocuk yaştaki torununu da öldürmek istemiş, fakat bunun farkına varan devlet büyükleri 528 (11331134) de ihtirası sonsuz olan bu kadını boğarak tehlikeyi önlemişlerdir[135]. Aynı yılda Iran Selçukluları tahtına ikinci defa olarak Mes’ud çıkmıştı. Sultan Mes’ud 529 (1135) da Halîfe el-Müsterşid’i yenip Meraga’ya geldikten sonra Ahlatşah’ın ülkesine yürüdü. Bu husus İnanç Hatun’un öldürülmesi ile ilgili olabilir. Fakat Mes’ud’un el-Müsterşid ile yapacağı savaşa Sökmen’in gelmemesinin bu seferin yapılmasında âmil olması çok daha muhtemeldir. Sökmen, Sultanın üzerine yürüdüğünü haber alınca kaçmış, Mes’ud da ülkesini istila etmiştir. Sonra Ahlatşah değerli armağanlar ile Mesûd’un katına gelip onun gönlünü almıştır[136]. Fakat Sultan Mes’ud Sökmen’in sadâkatmdan emin olmamış bulunmalı ki 531 yılında (1137) Fars vâlisi Mengü Bars ile yaptığı Gürşenbe savaşından sonra katına gelen kardeşi Selçuk’a Sökmen ve Toğan Arslan’ın ülkelerini ikta etmiş ve Tebriz vâlisi Giz Oğlu es-Silâhî’yi de onun atabeyliğine getirmiştir, tmâdeddin tsfahani’ye göre Selçuk ıkta bölgesine gidip o ülkeleri tamamiyle eline geçirmiş, halkına zulüm ve işkence ederek müsaderelerde bulunmuş, yakıp yıkmış, çok esir almıştır[137]. Ancak Melik Selçuk (ona Selçük de deniliyor) gerek yaptığı bu fena işlerden, gerek pek dirayetsiz bir insan olduğundan Doğu Anadolu’da tutunamadı; Toğan Arslan’ın oğlu Bidlis ve Erzen emîri Hüsâmüd-devle Kurtı’ya yenilerek bu ülkeden uzaklaştı[138]. îbnü’l- Ezrak[139] Selçuk Şah’ın Ahlat’ı bir müddet kuşattıktan sonra muhasarayı kaldırdığını yazarak bu hâdiseden kısaca bahseder. Doğu Anadolu beylikleri büyük bir dış tehlikeyi böylece atlatmış oldular. Gerçekten onların varlıklarını tehdid eden tehlikeler içden yani kendi aralarından çıkmamış, daima dışardan, büyük devletlerden gelmiştir. Nitekim Musul-Haleb hâkimi Atabey Ak Sungur oğlu îmâdeddin Zengi daha 520 (1126) de Bahmurd’u almış, 528 (1133-1134) yılında da, Artuklular arasındaki ihtilaftan faydalanarak Amid’i (Diyarbakır) kuşatmış ve es-Sâur, el-Bâri’iyye ve Cebelcûr, Zü’l-Karneyn, Tanze şehir ve kalelerini feth etmiştir.[140] Aynı müellif Atabey’in Ahlatşah Sökmen’in kızı ile gösterilen yılda evlendiğini yazıyor[141]. Usâme b. Munkiz’in anlattığına göre Atabeg îmâdeddin Zengi Ahlatşah Sökmen’in kızını istemiş ise de İnanç Hâtûn onu Bidlis Erzen hâkimi Husâmü’d-devle b. Dilmâc’a vermeyi tercih etmişti. Buna çok kızan Zengi başka bir yoldan Ahlat’a gelmiş ve kaleye girip evlenme işini halletmişti. Bundan başka Atabek Bidlîs üzerine de asker gönderip Hüsamüddevle b. Dilmac’ı onbin altın vermeye mecbur bırakmıştı[142]. Zengi’nin Ahlat Şah’ın kızı ile evlenmekten gayesi, çok defa yaptığı gibi, burayı hâkimiyeti altına almak için zemin hazırlamaktı, inanç Hatun’un zayıf idaresi onda böyle bir ihtiras yaratmıştı. Bizzat bu sefere katılmış olan Usâme’nin ifadesine göre sefer’in inanç Hatun’un sağlığında yapılmış olduğu anlaşılıyor. Fakat onun Bidlîs hâkimini Hüsâmü’d-devle b.Dilmâc olarak vasıflandırması doğru olamaz [143]. Zengi’nin bu zevcesi Sökmcniyye Hâtûn şeklinde anılmış ve Musul’da Selçuklu şehzâdesi Fer- ruhşah’ın terbiyesi ile meşgul olmuştur. 537 (1142-1143) veya 538 (11431144) yılında Zengi’nin Kızıl Arslanlı beyliğinin ülkesi olan Siird bölgesini istila edip Hizân, el-Ma’den, Eyrûh (?) ve Fatlîs ile diğer bazı yerleri Kızıl Arslan’ın oğlu Yakub’un elinden aldığı görülüyor[144]. Aynı müellif Zengi’nin daha önce (herhalde 528 de) Tanze, Hâni, îs’ird (Siird) ve Cebelcûr’u zaptettiğini söyleyerek Îbnü’l-Adîm’i doğrular[145]. Îbnü’l-Esir ise bu seferin 538 (1143-1144) yılında vukubulduğunu yazıyor ve îs’ird, Tanze, Bânisîye, Hısn Zu‘l-karneyn’in de bu seferde alındığını kayd ediyor[146]. Bu fetih üzerine Siird bölgesinde kurulmuş olan Kızıl Arslanlı beyliği ortadan kalkmıştır. Diğer müellifler[147] Zengi’nin Ahlat seferinden söz etmezler. Üsâme de âdeti üzere tafsilât vermiyor. Şimdiki durumda, az yukarıda da işaret edildiği gibi, Ahlat seferinin, 528 yılında veya ondan bir az önce, İnanç Hâtûn henüz sağ iken, yapıldığım kabul etmek mecburiyeti vardır.

Ahlatşah II. Sökmen’in uzun hükümdarlık zamanı Ahlatşahlar devleti tarihinin, şüphesiz, en parlak devrini teşkil eder. Gürcüler ile yapılan birkaç savaş istisna edilir ise Van gölü çevresi halkı, Sökmen’in (II.) takriben elli yedi yıllık idaresi altında mes’ud bir hayat geçirdi. Sökmen 533 (1138-1139) yılında âsi ruhlu ve savaşçı Sasunlular tarafından her nasılsa tutsak alınmak talihsizliğine uğradı ise de Artuklu hükümdarı Mardin ve Meyyâfârikîn hâkimi Hüsâmeddîn Temur Taş’ın teşebbüsü ile hürriyeti iade edildi[148]. Fakat Sökmen çok sonraları Sasunlular’ın (Senâsîne) kalelerini üç yıl kuşatarak eline geçirip (10 Muharrem 570 = 11 Ağustos 1174) bu topluluğu ağır bir şekilde cezalandırdı. Hatta Ahlatlı cAmmâr oğlu Es’ad hâtıratında Sökmen’in onları bir daha kendilerini toplayıp zarar veremeyecek duruma getirdiğini anlatmıştır [149]. Zengi’nin ölümü üzerine (541 = 1146) Ahlatşah, Zengi tarafından Kızıl Arslan oğlu Yakub’dan alınmış bütün yerleri eline geçirdi [150]. Böylece II. Sökmen oldukça dirayetli bir şahsiyet olduğunu bu başarısı ile göstermiş oldu. Yine Atabeg’in zaptettiği diğer bir çok yerler de Artuklular tarafından geri alındı. Bir yıl önce, 540 (1145-1146) yılında Artuklu hükümdarı Temür Taş’ın oğlu Necmeddîn Alp’i Ahmed’in kızı ve II. Sökmen’in ana bir kız kardeşi ile evlendi ve bu izdivaçdan Alpı’nın oğlu ve halefi Kutbeddîn II. İl Gazi doğdu. Esasen II. Sökmen ile Temur Taş, Erzurum-Bayburd hükümdarı II. Saltuk’un damadı olduklarından birbirleri ile bacanak idiler. Bu sebeple Sökmen, Alpı’nın dayısı değil[151] teyzesinin kocası yani eniştesidir. Hâni sahibi Şâruh, Siird bölgesi hâkimi Kızıl Aslan oğlu Yakub’un ve Mervânhlar’dan Hattâh sahibi Şemsüd-devle Isâ (b. Ahmed b. Nizâmeddin b. Mervân)n’in sahneden çekilmelerinden sonra Doğu Anadolu’nun siyasî tablosu şöyle idi: Mardin, Meyyâfarikîn (Silvan), Harput (Hartbert = Hısnziyâd), Cebelcûr (Bingöl) bölgeleri Artuklular, Âmid (Diyarbakır) ve bazı yakın yöreleri Yınalhlar, Bidlis- Erzen bölgesi Dimleç (?) oğulları, Ahlat, Muş, Tatvan, Malazgird, Zâtül- Cevz (Adilcevaz) Erciş, Van, Bargiri, Vestan, Tuğtâb, Sökmen Abâd (Ovası) Ahlatşahlar, Erzurum ve Bayburd yöreleri Saltuklular tarafından idare ediliyordu. Erzincan, Kemah, Şebin Kara Hisar ve Divriği yörelerini idare eden Mengücüklüler Doğu Anadolu tarihinde bir varlık göstermemiş olduklarından onlara bu tabloda genişçe bir yer verilmemesi hatalı bir hareket sayılmaz. Bu beylikler, komşu büyük devletlerin kuvvetli ve zayıf oluşlarına göre davranıp bazen hafif bir şekilde onlara tâbi olmuşlar, bazan müstakil olarak hayat sürmüşlerdir. Birbirleri ile ise hiç de mühim ve ilgi çekici sayılmayacak bir iki hadise dışında çok iyi geçinmişler ve aralarında dünürlük kurmuşlardır. Bunun en kesin delili altı beylikten hepsinin de hayatlarına komşu büyük devletler tarafından son verilmiş olmasıdır.

II. Sökmen devrinin en mühim hâdiseleri Gürcü savaşlarıdır. Ancak bunlara geçmeden önce Sökmen’in İl Deniz’in atabeyliğini tanımadığından kısaca söz etmek yerinde olacaktır. Filhakika Errân valisi İl Deniz 556 (1160) yılında Tuğrul oğlu Arslan’ı Selçuklu tahtına oturtmuş ve kendisi de atabeg sıfatı ile devletin idaresini eline almıştı. Fakat Merağa hâkimi Ak Sunkur oğlu Arslan Apa ile Sökmen, İl Deniz’e karşı bir ittifak cephesi kurdular. Bunun üzerine İl Deniz, Arslan Apa’ya karşı oğlu Cihân Pehlivan’ı gönderdi (556 = 1160-1161). Arslan Apa Sökmen’den yardıma gelmesini istedi. Sökmen ona sayısı çok asker gönderdi; uç da bulunduğu için ülkeyi terk edemeyeceğini bildirerek özür diledi. Arslan Apa Ahlatşah askerinin de yardımı ile Cihân Pehlivan’ı fena halde mağlup etti; öyle ki askerinin çoğu tutsak alındı; kendisi de bir kısım askeri ile perişan bir halde Hemedan'a döndü[152]. Arslan Apa’ya Selçuklu sultanı Arslan’ın hükümdarlığı ancak 563 (1168) yılında kabul ettirilebildi. Sökmen’e gelince, onun da çok daha önce aynı şeyi yaptığında şüphe yoktur.

Gürcü kıralı Giorgi, 549 (1154) yılında Saltuklu hükümdarı îzzeddin Saltuk’u ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 556 (1161) yılında da Ani şehrini eline geçirmişti. Saltuk ve damadı II. Sökmen buna seyirci kalmak istemediler ve birlikte Giorgi’nin üzerine yürümeye karar verdiler. Bunda kuvvetli bir şahsiyeti olan Sökmen’in karısı ve Saltukın kızı Şah Bânûvân’ın mühim bir rol oynadığı anlaşılıyor. Kars ve Sürmari (sonra Sürmeli Çukur) hâkimleri ile Dimleç oğlu Bidlis-Erzen emiri Fahrüddevle Devlet Şah’dan başka Sökmen’in eniştesi Artuklu Necmeddin Alpı da ittifaka dahil edildi. Alpı onlara katılmak üzere Mardin’den yola çıkmıştı. Fakat beyler Artuklu hükümdarını beklemeden Ani’yi kuşattılar (556 Şaban = Ağustos 1162). Bunu haber alan Gürcü kıralı Giorgi şehri kurtarmaya koştu. Savaş başlayacağı sırada îzzeddin Saltuk, Gürcü kırah ve oğulları ile savaşmayacağına dâir evvelce tutsak iken and içtiğini bahane edip eşine rastgelinmeyen bir hareketle dindaş, kavimdaş vtf uruğdaşlarından uzaklaşmış ve bu, Türkler’in ağır bir mağlubiyete uğramalarına sebep olmuştur, öyleki Gürcüler zengin bir ganimetten başka pek çok Türk öldürmüşler ve dokuz bin tutsak almışlardı. Ahlatşah Sökmen ancak dörtyüz atlı ile ülkesine geri gelebilmiş, hâtunu, Saltuk’un kızı Şah Bânûvân’ın ana bir kardeşi Bedreddin de düşmanın eline düşmüştü. Mağlubiyeti Malazgird’e geldiği sırada öğrenen Artuklu Necmeddin Alpı hısım ve müttefikini beklemeksizin geldiği yere sür’atle dönmüştü[153]. Atabeg Î1 Deniz her halde Selçuklu Arslan’ın mevkiini sağlamlaştırmak için muhâlifleri ile uğraştığından bu savaşta bir rolü olmamıştı. Gürcü kırah kazandığı bu mühim zaferden de cesâret alarak Duvin (Duveyn) şehrini ahp yıkdığı gibi, Gence bölgesine de yağma ve tahrip akınları düzenledi. Hatta Errân’a gelen Î1 Deniz’den Gence ve Beylekan şehirleri için vergi verilmesini istedi. Î1 Deniz kirala Tiflis’i almadıkça geri dönmeyeceği cevabını verdi. Errân’da Arslan Şah’ın nezdinde pek çok emîr toplanmıştı ki, bunlar arasında II. Sökmen de bulunuyor ve Sultan türkçe “ici” (ağabeg; burada belki “muhterem büyük” manasında) diyerek Ahlatşah’a çok iltifat ediyordu. Lükri kalesi civarında yapılan muharebede Gürcüler yenildiler ve bütün ağırlıklarını bırakıp kaçtılar (Şaban 558 = Temmuz 1163). Zaferden sonra Gürcü ülkesine akınlar yapılarak ganimet ve tutsak elde edildi[154].

Ertesi yıl Ahlatşah’a bağlı bulunan Sürmari hâkimi İbrahim Beg, kuvvetinin azlığına rağmen, Gürcüler’e karşı mühim bir zafer kazanmaya muvaffak oldu. Sökmen’in oğlu olmadığı için yeğeni (kız kardeşinin çocuğu) ve Artuklu Necmeddin Alpı’nın oğlu İl Gâzi’yi sarayında büyütüyor ve ona veliahdı ve vârisi gözü ile bakıyordu. 560 (1164-1165) yılında İl Gâzi, Hısn Keyfa hâkimi ve Artuklu hânedanının büyük reisi Fahreddin Kara Arslan’ın kızı ile evlendirildi. 570-571 = 1174-1175) yılında Gürcüler’in Ani şehrini alıp ülkelerine dahil etmeleri üzerine iki taraf arasında yeniden harp çıktı. Selçuklu ordusu 571 yılı başlarında (1175 Temmuz-Ağustos) Nahçivan’da toplandı. Türkmenler öncü kuvvetini teşkil ettiler. Fakat bunlann Beg Dili Türkmenleri olduğunun ifade edilmesine [155] kaynaktaki kelime asla uygun düşmemektedir[156]. Türk ordusu Löri ve Domanis ovalarını geçip Akşehir’e geldi. Gürcüler karşı çıkmaya cesâret edemediklerinden bu yöre yağmalandı, yakıldı ve yıkıldı; pek çok ganimet ve tutsak alındı. Sökmen ve askerleri ganimet ve tutsaklar ile Ahlat’a döndüler (Rebiyülevvel 571 = Eylül 1175). Bu münasebetle şehir donandı ve görülmemiş şenlikler yapıldı[157].

Aynı yılda İl Deniz öldü ve yerine oğlu Cihân Pehlivan Muhammed Atabeg oldu. Cihân Pehlivan’ın dirâyeti sayesinde siyasî istikrar devam etti. Fakat Zengiler devleti hükümdarı Nûreddin Mahmud’un yerini alan kumandanlarından Selahaddin Eyyûbî efendisinin aksine küçük İslâm devletlerini ortadan kaldırmak siyasetini güdüyordu. Bu maksatla 578 (1182) yılında Musul’u kuşattı. Musul hükümdarı Zengiler’den îzzeddin Mes’ud, Ahlatşah Sökmen ile Atabeg Cihân Pehlivan Muhammed’den yardım istedi. Musul’da hutbe Selçuklu hükümdarları adına okunuyordu. Bu sebeple Cihân Pehlivan’ın Eyyûbî hükümdarının bu hareketine karşı kayıtsız kalması beklenmezdi. Nitekim Selahaddin Musul’u kuşattığı esnada Ahlatşah Sökmen ile Cihân Pehlivan’ın ve kardeşi Kızıl Arslan’ın elçileri gelip ondan kuşatmayı kaldırmasını istediler. Fakat Selahaddin onlann sözlerine ehemmiyet vermedi. Başka sebeplerden muhasarayı kaldırdı ise de bu defa yine Zengiler’e ait Sincar’ı kuşattı. Eyyûbî tehlikesinin ciddiyetini Cihan Pehlivan’dan belki çok daha iyi anlamış olan Sökmen, Musul hükümdarı Îzzeddin Mes’ud ile Selahaddin’e karşı mücâdele etmek için bir ittifak vücuda getirdiler. Bununla ilgili olarak Sökmen değerli emirlerinden Seyfeddin Bek Temür’ü elçilikle Eyyûbî hükümdarına gönderdi. Bek, Temür Sincâr’dan uzaklaşmasını Eyyûbî hükümdarından rica etti. Selahaddin’in, bu ricasını yerine getirmemesi üzerine ona kuşatmayı kaldırmaması halinde efendisinin harp açacağım bildirdi; kendisine verilen hil’at ve hediyeleri kabul etmeyerek kızgın bir halde Selahaddin’in ordugâhından ayrıldı. Bek Temür, Ahlatşah’a ihmal ve gevşeklik gösterildiği takdirde bu meselenin vahim neticeler verebileceğini ifade etti. Bunun üzerine Ahlat’ın dışındaki ordugâhında bulunan Sökmen derhal yola çıktı; Mardin’e geldi; yanında Bidlis ve Erzen hâkimi Dimleç oğlu Fahreddin Devlet Şah da vardı; evvelce bir ara Sökmen ile kendisine tâbi olan Devlet Şah’ın arası açılmış ise de sonra düzelmişti. Mardin hükümdarı Kutbeddin İl Gâzi ise kız kardeşinin oğlu olup kendi sarayında büyümüştü. Az sonra Musul hükümdarı îzzeddin Mes’ud da Mardin’de müttefikine katıldı. Bunu Haleb’den Türkmen Yıva Yaruklu askerinin gelmesi takip etti. Artuklu İl Gâzi, Îzzeddin Mes’ud’un hem dayısının oğlu, hem de kayınbabası idi. Selahaddin bu esnada Harran’da bulunmakta olup askerini terhis etmişti. Onların toplandıklarını öğrenince akrabalarına askerleri ile huzuruna gelmelerini emretti. Hamâ’dan gelen Takiyyeddin Ömer müttefiklere gözdağı verilmesi için harekete geçilmesini tavsiye etti; bu tavsiyeyi yerinde bulan Selahaddin Re’sü’l-ayn’e vardı. Gerçekten bu hareket müttefiklerin dağılmasına kâfi gelmiş ve Ahlatşah Eyyûbî hükümdarı ile karşılaşmayı göze alamamıştı[158], Selahaddin’in Amid’i alması (579 — 1183) ve Haleb’i eline geçirmesi (aynı yılda) “melikleri” yani küçük hükümdarları daha derin bir kaygıya düşürdü. Ertesi yıl (580= 1184-1185) Mardin-Meyyâfârikîn hükümdarı Kutbeddin İl Gâzi gençlik çağında iken öldü; oğullan küçük yaşta idiler. Ahlatşah yeğeninin oğullarından Nâsireddin Yavlak Arslan’ı Mardin tahtına oturtup dirayetli ve iyi niyetli bir emîr olan Nizâmeddin Alp Kuş’u ona atabeg tayin etti ve Türkler de bu gibi hallerde çok defa yapıldığı üzere, Alp Kuş’u Yavlak Arslan’ın annesi ile evlendirdi.

Selahaddin 581 (1185) yılında Musul’u yeniden kuşattı. Selahaddin’i Fırat ötesi ülkelerinin ve bilhassa Musul’un fethine en çok teşvik eden Zeyneddin Ali Kûçek’in oğlu meşhur Muzafferiddîn Gök (Kök) Böri idi. Muhasara devam ettiği esnada Ahlatşah Sökmen’in öldüğü haber alındı (9 Rebiyülâhir = 10 Temmuz 1185). Sökmen cesur ve dirayetli bir hükümdardı. Yanında müttefikleri olduğu halde Selahaddin ile savaşmadığı için onu tenkit etmeye hakkımız yoktur. Çünkü Eyyûbî hükümdarı savaş tecrübesi çok yüksek bir orduya sahip idi. Buna karşılık Doğu Anadolu’nun Gürcüler’e karşı müdafaasında en büyük rolü oynamış, onların Aras’ı geçmelerine müsaade etmemişti. Halbuki kendisinden sonra Gürcüler müteaddid defalar Ahlat’a kadar geldiler ve Eyyûbîler’den el- Evhad’ı babası el-Adil’e yardım feryat nâmeleri yazdıracak derecede bunalttılar. Sökmen halka karşı pek şefkatli idi. Ermeni müverrihi Vardan bu hususla ilgili olarak onun hakkında şunları yazıyor: “Ahlatşah (yani Sökmen), Saltuh (Saltuk) la beraber memleketi barış ve adâlet içinde yaşatmaya niyet etti. Yildegüz (Î1 Deiiiz) de bu hayırlı fikirleri beslerdi. Bu üç hükümdar Hıristiyanlar’ı sever ve ülkelerini imâr ederlerdi. Bu sebeple onlar halkın sevgi, saygı ve minnetini kazandılar” [159]. Daha önce de kaydedildiği gibi, Ahlat bölgesi yani Van gölü çevresi onun zamanında en mamur ülkelerden biri haline gelmiş, halkı da en yüksek refah seviyesine ulaşmıştı. Vardan onun on iki şehre sahip olduğunu söylüyor. Yalnız biz bu şehirlerden hepsinin adlarını bilemiyoruz Bidlis-Erzen hâkimi Dimleç oğlu Fahrü’d-devle Devlet Şah ile Sürmâri (Sürmeli Çukur) sahibi İbrahim Sökmen’e tâbi idiler. Vardan Ahlatşah’ın ölümünden sonra ülkesinin civardaki kavimlerin zulmü altına girdiğini ve yoksulluğa düştüğünü söyleyerek [160] onun devrinde yaşanılan mutlu hayatın sona ermiş olduğunu bildirir. Sökmen’in para kestirdiği biliniyorsa da[161] onun adına yapılmış her hangi bir binaya rastgelinmemiştir. Bu husus şüphesiz Ahlat’ın geçirdiği büyük felâketler ile ilgilidir. Mahallî bir kaynağa dayanan Ebûl Fidâ Sökmen’in altmış dört yaşında öldüğünü bildirir[162]. Fakat müellif Sökmen’in 579 yılı sonlarında vefat ettiğini yazar ise de bize göre îbnü’l- Esîr’in verdiği tarih (581) daha doğrudur. Sökmen’in bir kızı olduğu söyleniyor. Bu kız 608 (1211-12) veya daha sonraları yalnız başına Ahlat'da oturuyor ve geniş olmayan bir arazinin geliri ile geçiniyordu. Eyyûbî hükümdarı el-Eşrefe göre Sökmen’in kızı güneş gibi güzel bir kadındı[163].

5. Seyfeddin Bek Temür. Sökmen’in hiç oğlu olmadığı ve hânedânından da hiç kimse bulunmadığı için eşrafın ve halkın arzusu üzerine Seyfeddin Bek Temür devletin başına geçti. Bek Temür, Sökmen’in yetiştirdiği memlûk asıllı emirlerden biri idi. Efendisinin ölümü esnasında Meyyâfârikîn’i idare ediyordu. Selahaddin, Sökmen’in öldüğünü ve yerine Bek Temür’ün geçtiğini öğrenince Musul kuşatmasını bırakıp Ahlat üzerine yürümek hususunu düşünürken Ahlat’ın ve Bidlis’in ileri gelenlerinden aldığı mektublar tereddüdünü giderdi. Mektublar da Ahlat’a geldiği takdirde şehrin kendisine teslim edileceği bildiriliyordu. Halbuki bu, bir hile idi. Çünkü, Atabey Cihân Pehlivan Muhammedin Ahlat’ı almak için harekete geçtiği haber alınmış ve bu tedbir ile onun karşısına Selahaddin çıkarılmıştı. Gerçekten Eyyûbî hükümdarı Ahlat’a yaklaştığı zaman Cihân Pehlivan’ın da şehrin öbür tarafındaki bir yerde konmuş olduğunu gördü. Elçiler gidip geldi. Eyyûbî hükümdarı Atabeg ile savaşmaya cesâret edemedi. Ahlatlılar’ın Selçuklu hükümdarı Tuğrul’a daha doğrusu Cihân Pehlivan’a tâbi olmalarım ve hutbeyi onların adına okutmalarını kabul etmek zorunda kaldı [164]. Ancak kaynaklarda söz konusu edilmemekle beraber Selahaddin’in bunun karşılığında Musul meselesinde Atabeğin tarafsızlığını temin etmiş olduğu , zayıf da olsa, akla geliyor. Çünkü, Selahaddin Ahlat seferi dönüşünde Musul hükümdarı Îzzeddin Mesud’a adını hutbelerde okutmak, sikkelere yazdırmak, ihtiyaç olduğunda asker göndermek, şehrezor, Türkmen Kıpçak oğlu Hasan’ın yurdu ve Karabelli vilâyetleri ile Zab ötesindeki diğer yerlerin kendisine bırakılması şartlan ile metbuluğunu kabul ettirmiş ve Atabeg bu hususta hiç bir müdâhalede bulunmamıştı. Yukarıdaki vilâyetlerin Selahaddin’in eline geçmesi üzerine iki hükümdar arasında doğrudan doğruya komşuluk meydana gelmiş ve Cihân Pehlivan bundan pek rahatsız olmuştu. Nitekim 582 (t 186) yılında hastalanması ve ölümü, Selahaddin’in ülkesini istila edeceği vehmi ile yakından ilgili idi. Selçukluların baştanberi Musul'da okunmakta olan hutbeleri de işte bu andlaşma ile sona ermiş ve yerini Selahaddin’inki almıştır. Fazla olarak Selahaddin de Ahlat seferinden büsbütün eli boş dönmedi; hükümdarsız kalmış olan Meyyâfârikîn’i ilk önce zorla, bu mümkün olmayınca hile ile eline geçirdi ve şehrin idaresine emirlerinden Ahlatlı Sunkur’u memur etti. 582 (1186) yılında Selahaddin Mısır nâibliğinden azlettiği amcası oğlu Takiyyeddin Ömer’e Meyyâfârikin’i de vermiş ve Takiyyeddin Ömer burada oturmaya başlamıştı. O cesur ve muktedir bir insan idi. Takiyyeddin Ömer 587 (1191) deÂmid’in kuzeyinde ve Meyyâfârikîn’in kuzey batısındaki es-Suveyda (Siverek) ile Hâni’yi zaptetti. Bek Temür buna kayıtsız kalmadı ise de askerinin çokluğuna rağmen yenilip Ahlat’a döndü. Takiyyeddin Ömer şehri kuşattı; fakat alamıyacağını görüp Malazgird’e yöneldi ve orayı muhasara etti. Erzurum melikesi Mama Hâtûn asker ile, denildiği gibi[165], Bek Temür’e değil, bilakis Takiyyeddin Ömer’e yardım etmek için gelmişti[166]. Fakat Takiyyeddin Ömer muhasara esnasında öldü (19 Ramazan 587 = 10 ekim 1191) ve Malazgird büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu [167]. Bu son kaynakta Bek Temür’ün Takiyyeddin Ömer’in istilasından Halîfeye şikayette bulunduğu ve Halîfenin de Selahaddin’e yazdığı mektupta Takiyeddin Ömer’in Ahlat üzerine yürümesini kınadığı kaydedilir. Fakat denildiği gibi[168]. Halîfenin bu mesele hakkında Kıpçak oğlu Hasan’a (“Haşan Kıpçak” şeklinde okunması doğru olamaz) mektup yazması asla söz konusu değildir. Halîfenin Selahaddin’e gönderdiği mektupta birbirinden tamamen ayn iki meseleden bahsedilir: Bek Temür’ün hücuma uğraması, Şehrezor bölgesindeki bir yörenin hâkimi olan Türkmen Kıpçak oğlu Hasanın Selahaddin’in emri ile Erbil hâkimi Muzafleriddin Gök Böri tarafından tevkif edilmiş olması. Halîfe Bek Temür’ün hücuma uğraması meselesinde Takiyyedin Ömer’in Ahlat’a saldırmasını kınıyor ve Kıpçak oğlu Hasan’ın da serbest bırakılmasını rica ediyor. Selâhaddin de Halîfeye gönderdiği cevabî mektubunda şunları yazmıştı: “Biz Takiyyedin’e bu hususta bir emir vermedik; asker toplayıp cihâda yeniden gelmek üzere gitmişti. Kıpçak’ın oğluna gelince, Muzafleriddin (Gök Böri)’e bir hadım gönderildi. Bu hadım Hasan’ı Şam’a getirecek Şam’da ona dirlik verilecek ve böylece o da cihâda katılacak”[169] . Selahaddin’in Meyyâfârîkîni maksadh olarak Takiyeddin Ömer’e vermesi ve bilhassa onun Bek Temür’e hücum edeceğinden emin olması bize göre, pek muhtemeldir. Çünkü, Bek Temür daha önce görüldüğü üzere, Sökmen’in elçisi olarak kendisine karşı açıkça sözler söylemiş ve sertçe davranışlarda bulunmuştu. Bu sebeble Eyyubi hükümdarının yeğenini gizlice Ahlat'ın fethine memur ettiğini bile düşünmek isabetsiz sayılmaz. Esasen Doğu Anadolu da Selahaddin’in müstakbel fetih plânına dahil yerlerden biri idi. Hatta Selahaddin Ahlat’ı zapt edip orayı çok sevdiği kardeşi el-Adil’e vermek va’dinde bile bulunmuştu[170]. Kıpçak oğlu Hasan’a gelince, Türkmenler’in bu büyük başbuğu Selahaddin tarafından cihâda çağrılmış, gelmeyince de Erbil hâkimi Muzaffereddin Gök Böri tarafından tevkif edilmişti. Fakat Emîr Haşan Şam’a getirilmeyip serbest bırakılmıştır[171].

Selahaddin Eyyûbî 589 (1193) yılında vefat etti. Böylece onun, bize göre tahakkuku mümkün görünmeyen Anadolu ve İran’ı fethetmek tasavvurları suya düştü; ölümü Bek I emür’ü o kadar sevindirdi ki, bu derin sevincini gizlemeye bile lüzum görmedi. Zira ülkesinin her an Eyyûbiler tarafından istila edilmesi ihtimali onun için daimî bir üzüntü kaynağı olmuştu. Bu münasebetle Bek Temür bir taht yaptırıp üzerine oturmuş “Sultânu'l-Mu'azzam” veya “el-Meliku’n-Nâşir Selahaddin” Unvanını almış ve Seyfeddin yerine ‘Abdu’l-Azîz lakabını kullanmaya başlamıştı. Bek Temür sadece bununla iktifa etmeyerek Musul hâkimi îzzeddin Mes’ud, Sincar hâkimi îmâdeddin Zengi ve Mardin sahibi Hüsâmeddin Yavlak Arslan’a elçiler gönderip Selahaddin’in kardeşi el-Âdil’in ülkelerini almak için birlikte harekete geçilmesini teklif etmişti. Gerçekten bu hükümdarlar harekete geçtiler ise de, Bek Temür’ün ne yaptığına dair bilgi yoktur; her halde çıkan bazı müşkiller onu Meyyâfârikîn’e yürümekten alıkoymuştur. Nitekim Selahaddin’in ölümünden takriben iki buçuk ay sonra hayatına son verilmesi (14 Cumâdel-ûlâ 589 = Mayıs 1193) bu müşkiller ile alâkalı olmalıdır. Bek Temür kumandanlarından, ocak yoldaşı ve damadı Bedreddin Ak Sunkur Hezâr Dînârî tarafından öldürülmüştür[172]. Onun hamamdan çıktıktan sonra Bâtiniler tarafından öldürüldüğüne dâir bir haber var ise de [173] bu, daha az muhtemel olmalıdır. Yahut Hezâr Dînârî onu bunların eli ile öldürtmüş olabilir. Erzurum meliki Muğisiddin Tuğrul Şah’ın da Bek Temür’ün damadı olduğu bildiriliyor[174]. Bu adı Beg Temür değil Bek (pek = sağlam) Temür şeklinde okumak daha yerindedir. Bek I emür ün öldürülmesinin sebebi ise Hezâr Dînârîmn onun mevkiine göz dikmiş olması idi. Kaynaklar Bek Temür’ün halkı seven ve ona adâlet ile muamele eden bir hükümdar olduğunu yazdıkları gibi, yoksullara elini uzatan, ilim ve din adamlarını, sûfileri de gözeten bir hükümdar olduğunu söylerler [175]. Ermeni müverrihi Vardan, Bek Temür’ün Sasun bölgesini feth ettiğini haber veriyor ve 1 akiyeddin Ömer’in ölümünden sonra da Hıristiyanlar’a karşı iyi muamelede bulunduğunu yazıyor[176]. Bu haber doğru ise Sökmen’in daha önce zikredilen tenkil hareketine rağmen “Senâsine” kendisini toparlayıp eskisi gibi çevredeki halkı ve bilhassa ticâret kafilelerini rahatsız etmeye başlamışlardı.

6. Bedreddîn Ak Sunkur Hezâr Dînârî (589-594= 1193-1198). Bedreddin Ak Sunkur Hezâr Dînârî de Sökmen’in memlüklerinden biri idi. Ahlatşah onu Cürcanh bir tâcirden bin altına satın aldığı için ona Hezâr Dînârî (bin altınlık) lakabını vermiş ve kendisine içki sunucusu (sâkî) yapmıştı. Bek Temür Ahlatşah olunca Hezâr Dînârî’nin mevkii yükselmiş ve hatta onun “Ayna Hâtûn” adlı kızıyla evlenmişti. Fakat buna rağmen haris bir insan olduğu anlaşılan Hezâr Dînârî, kaydedildiği gibi, 589 (1193) da Bek Temür’ü öldürüp yerine geçmiş ve Bek Temür’ün yedi yaşındaki oğlu ile karısını Muş yöresindeki Erzâs (?) kalesinde hapsetmişti. O, beş yıl hükümdarlık makamında kaldıktan sonra ölmüştür. Ebu’l-Fidâ Hezâr Dînârî’nin 594 (1197-1198) yılında öldüğünü kaydeder[177]. Sıbt îbnû’l- Cevzî[178]. Hezâr Dînârî’nin 604 (1207-1208) yılında yapılan bir karşılaşmada Bek Temür’ün oğlu tarafından öldürülerek kardeşinin intikamını aldığını, Bek Temür’ün oğlunun galebeden sonra Erzurum a döndüğünü yazar. Ebûl-Ferec de hemen aynı şeyleri söylüyor[179]. Bu sonucu müellif Urfalı meşhur tabip Hasnûn un Ahlatşah ın oğullan ile Hezâr Dînârî’yi tedavi ettiğini de bildirir[180].

8. El-Melikü’l-Manşûr Muhammed (594-603 = 1197-1207) Hezâr Dînârî’nin ölümü üzerine yerine Sasunlu Ermeni ve Memlûk asıllı Kutluğ adlı bir emîr geçti. Fakat halk hükümdarlığını kabul etmeyip onu öldürdüler. Kutluğ ancak yedigün Ahlatşahlık makamında kalabilmişti. Buna rağmen Kutluğ’u 7. Ahlatşah saymak gerekir. Bu hâdiseden sonra Hezâr Dînârî tarafından Muş yöresindeki Erzâs kelesinde hapsedilmiş olan Bek Temür’ün oğlu Muhammed hapisden çıkarılıp devletin başına geçirildi. Muhammed o zaman on iki yaşlarında bir çocuk olduğundan işleri Sökmen’in divitçi başısı Kıfçak (Kıpçak) asıllı Şucâeddîn Kutluğ yürüttü. O da Memlûk menşeli emirlerden biri idi. Muhammed delikanlılık çağına girince atabeyini önce haps, sonra da katlettirdi. Fakat bu hareket onun aleyhinde bir hava yarattı. Muhammed’in Kutluğ’u hangi tarihte öldürttüğü bilinemiyor. Yakışıklısının şöhreti uzak yerlere kadar yayılmış olan Muhammed, ülkesini düşmanlara karşı koruyamıyordu. Filhakika komşu devletlerdeki siyasî buhranları, onların zayıf zamanlarını yakından takib eden Gürcüler bu fırsatları kaçırmayıp derhal harekete geçiyorlardı. Bilhassa Ata Beg Cihân Pehlivan’ın oğlu Ebû Bekr’in de aczi yüzünden Gürcü hücumlarına mukavemet edilememekte idi. Filhakika Gürcüler 601 (1204-1205) yılında Âzerbeycan’a başarılı bir akın yaptıktan sonra Ahlatşahlar m ülkesine girip Malazgird’e kadar ilerlemişler ve sonra Erciş taraflarına yönelmişlerdi. Onlar karşılarına asker çıkmadığı için her tarafı yakıp yıkıp pek çok esir ve ganimet elde ettiler. Gürcüler Ahlatşahlar’a ait, Erzurum’a yakın Hısn Tabn’a geldikleri esnada Ahlatşah (kaynak: Şâhib Hilât = Muhammed) askerini topladıktan sonra Erzurum meliki Selçuklu Muğisiddin Tuğrul Şah’dan yardım istedi. O da ordusunu Ahlatşah’ın emrine verdi. Ahlatşah bu asker ile Gürcüler’i bozguna uğrattı. Hatta Gürcü başkumandanı Zekan savaş meydanında kaldı. Kaynağa göre Gürcüler’den çok asker öldürülmüş, çok asker tutsak alınmış ve epeyce de ganimet ele geçirilmişti [181]. Fakat kazanılan bu zafer Gürcüler için ağır bir darbe teşkil etmemişti. Nitekim ertesi yıl Gürcüler ile yeniden savaşmak ve onlan hududların dışına atmak zorunda kalınmıştı[182]. Ertesi yıl (603= 1206-1207) Gürcüler’e karşı serhad kalesi olan Kars bu kavmin eline geçti. Bunun Ahlat’da bir tepki yaratması beklenirdi. Nitekim de öyle oldu. Ahlatşah Muhammed’in dirayetsizliği açıkça ortaya çıktığı gibi, üstelik memleketin işleri ile meşgul olmayıp eğlenceler ile vakit geçiriyordu. Bu yüzden Muhammed hapsedildi ve askerler ile halktan bir kısmı Ahlatşah olması için Mardin hükümdarı Kutbeddin İl Gâzi oğlu Artuk Arslan’ı çağırdılar. Zira Ahlatşah Sökmen, oğlu olmadığından, yerine kız kardeşinin oğlu Kutbeddin Î1 Gâzi’nin [183] geçirilmesini vasiyyet etmiş, fakat türlü sebeplerden bu vasiyyet yerine getirilmemişti. Sökmen’in memlüklerinden Balaban daha önce Muhammed e açıkça muhâlefet ve isyan edip Malazgird’e gitmiş ve oraya hâkim olmuştu. Burada katılanlar ile askerinin çoğaldığını gören Balaban, Ahlat’a dönüp şehri eline geçirdi. Az sonra Mardin hükümdarı Artuk Aslan da (Ahlatşah Sökmen in yeğeninin oğlu) şehrin önünde göründü ise de, Balaban onu geri dönmeye mecbur bıraktı. Esasen Eyyûbî hükümdarı el-Âdil in oğlu el-Eşref de Artuk Arslan’ın ülkesine birbiri arkasından akınlar düzenliyordu. Bunun da sebeb veya sebebleri Artuk Arslan’ın Ahlat’a sahip olarak kuvvetlenmemesi ve Eyyûbîler’in bu zengin ülkeyi ellerine geçirmek istemeleri idi. Balaban Artuk Arslan’ı ülkesine dönmeye mecbur ettikten sonra Bek Temür oğlu Muhammed’in bulunduğu iç kaleyi kuşattı ise de alamadığından şehirden ayrıldı; Malazgird ve Erciş’den asker devşirdikten sonra yeniden Ahlat hisarını kuşattı. Bu defa hisar ve Muhammed ona teslim edildi. Muhammed bir kalede hapsedildi; sonra boğdurulup kaleden aşağı atıldı ve “kaleden düştüğü” söylenildi (603 = 1206-1207). güzelliği eşsiz denilen ve ancak yirmi yaşlarında bir genç olduğu söylenen Muhammed’in hayatı böyle bir şekilde sona erdi. Fakat o sefahata yani eğlenceye düşkün bir insandı.

9. cIzzeddin (veya Seyfeddin) Balaban (603-604= 1206-1208). Balaban Ahlatşahların sonuncusudur; fakat hangi ayda Ahlatşah olduğu ve hangi ayda hayatına son verildiği bile bilinemiyor. Bazı müverrihler onun Ahlatşahhğının bir yıldan az bir zaman sürdüğünü yazarlar. Gerçekten Balaban çok geçmeden karşısında Takiyyeddin Ömer’den farksız denilebilecek derecede cesur ve enerjik yeni bir Eyyûbî şehzâdesini buldu. Bu, Meyyâfârikîn hâkimi ve aynı zamanda Eyyûbîler’in başı el-Âdil’in oğlu el-Melikül Evhad Necmeddin Eyyûb idi. Maamafıh Balaban kendisine hücum eden el-Evhad’ı ağır bir mağlubiyete uğratıp ilk tehlikeyi atlatmaya muvaffak olmuştu. Fakat ertesi yıl (604 = 1207-1208) onu yine karşısında buldu. Gerçekten el-Evhad geniş imkânlara sahip babası el-Âdil’in yaptığı yardımlar ile kayıplarını kolayca ve kısa bir zamanda telafi etmişti. El- Âdil’in, umumiyetle barış sever bir hükümdar olmakla beraber Selahaddin devrinden beri, zenginliğinden dolayı, Ahlat’a göz diktiğinden, oğlunu bu şehrin fethine teşvik ettiği şüphesizdir. Siyâsî şartlar da buranın alınması için pek müsaid idi. Bu defa yapılan vuruşmada Balaban bozguna uğrayıp Ahlat’a kapandı ve Erzurum meliki Selçuklu Muğisiddin Tuğrul Şah’dan yardım istedi. Tuğrul Şah askeri ile yardıma geldi. Vukubulan karşılaşmada el-Evhad yenilerek ülkesine dönmek zorunda kaldı. Müttefikler Eyyûbî hükümdarının eline geçmiş olan Muş’u geri almak için orayı kuşattılar. Şehir alınmak üzere iken Tuğrul Şah eşine az rastgelinen gaddarca bir hareket ile Balaban’ı öldürdü (604 = 1207-1208). Fakat bu hareketinden dolayı Tuğrul Şah’a ne Ahlat’ın, nede Malazgird’in kapıları açıldı. O da eli boş olarak ülkesine dönmek zorunda kaldı. Abdullatîf el-Bağdadî’nin hâtıratmda Tuğrul Şahın başarısızlığı hasisliği ile izah edilir[184]. Gürcü kıraliçesi ile evlenebilmesi için oğlunu Hıristiyan olmaya teşvik eden Selçuklu hânedanından Tuğrul Şah, işte bu adamdır. Fakat buna karşılık Ahladılar el-Evhad’ı çağırıp şehri ona teslim ettiler. Bununla beraber Ahlat askerinden bir kısmı müstahkem Van kalesine çekilerek el-Evhad’ın hükümdarlığını kabul etmediler. Ahlatşahlı askerlerin Erciş şehrini de ellerine geçirmeleri üzerine Melikü’l- Evhad babasından yardım istedi. O da diğer oğlu Melikü’l-Eşref Musa’yı gönderdi. Bunlar barış yolu ile Van’ı aldılar. Ancak el-Evhad Malazgird’i fethetmek için Ahlat’tan ayrıldığında Ahladılar şehirdeki Eyyûbî askerini çıkarıp hisarı da kuşattılar. Halkın maksadı Ahlatşahlar devletini ihya etmekti. Bunu haber alan el-Evhad, Ahlat’a döndü; kardeşi el-Eşref in askeri de kendisine katıldı. Şehir alındı ve halktan pek çok kimse öldürüldü, öyleki hergün onlardan bir kısmının hayatına son veriliyordu. Abdullatif el-Bağdadî’nin el-Evhad ın bir yakınından öğrendiğine göre el-Evhad yalnız Ahlat’ın yüksek tabakasından onsekizbin kişi öldürtmüştür[185]. Böylece halkın gücü kırıldı, yiğitler (el- fıtyân) in, yani Ahiler’in birliği dağıldı. Bir asırdan fazla sürmüş olan Ahlatşahlar devleti böylece ortadan kalktı (604 = 1207-1208).

644 (1247) yılında Selçuklular’ın Erzincan sübaşısı Şerefeddin Mahmud’un emrindeki beyler arasında Ahlat melikinin torunu da vardı[186]. Fakat bunun kimin torunu olduğu üzerinde bir tahminde bile bulunmak mümkün değildir. Yukarıda Ahlat şehri bölümünde kayd edildiği gibi bu bölge öyle mamur idi ki, geliri bakımından, ancak Mısır’la mukayese ediliyor ve bölgenin takriben yetmiş kadar şehri olduğu söyleniyordu[187]. Bununla beraber bu devirden kalma cami, medrese, zaviye, kervansaray gibi eserlerin bize kadar gelmemesi dikkate şayandır. Bu bakımdan Ahlat ancak Mengücüklüler’in Erzincan şehri ile mukayese edilebilir. Bunun başta zelzeleler olmak üzere tabiî âfetler ile yakından ilgisi vardır. Fakat istilacı orduların yaptıkları tahriblerin en mühim amili teşkil ettiği şüphesizdir. Bilhassa Safevî hükümdarı Şah I ahmasb ın Doğu Anadolu’daki yıllırca süren yıkma ve yok etme hareketlerini burada yeniden ehemmiyetle zikr etmeyelim. Tahmasb, bu tahribâtı, açıkça yazdığı üzere çok yukarıda da ifade edildiği gibi, Osmanh ordusunun İran’a yürümesini önlemek maksadıyla yapıyordu. Şimdiki durumda Ahlatşahlar devrinden bize sadece bazıları kitâbeli mezar taşları intikal etmiştir[188]. Ahlatşahlar’dan ancak II. Sökmen ile halefi Bek Temür’ün para kestirdikleri biliniyor. Şeref b. Ebû’l-Mutahhar’ın Târih Ahlât (veya Hilât) adlı eserinin bize kadar gelmemesine ne kadar esef edilse yeridir. Ahlatşahlar zamanında Ahlat halkı Türkçe, Farsça ve başka bir dil konuşuyordu, Çok canlı bir ticâret şehri olan Ahlat, aynı zamanda, Bağdad’ı aratmayacak derecede bir eğlence merkezi idi. Sık sık yapılan şenliklere bütün halk iştirak ederdi. Halkının yabancılardan hoşlanmadığı da kaynaklarda ifade edilir; esnaf ve sanatkârının çokluğundan şehirde İçtimaî ve siyasî hayatta da tesirini kuvvetle hissetiren bir Ahi teşkilatı meydana gelmişti.

KAYNAKLAR VE İNCELEMELER

A. KİTABELER VE ESERLER:

H. J. LYNCH, Armenia, travels and studies, London, 1901, I-II.

H. HÜBSCHMANN, Kirchen und Moscheen in Armenien und Kürdistan, Leipzig,I9I3-

A. ŞERİF, Ahlat kitâbeleri, İstanbul, 1932.

İ. KaFESOĞLU, Ahlat ve çevresinde 1945 deyapılan tarihi ve arkeolojik tetkik seyahati raporu, Tarih dergisi, 1949, 1.

A. GABRIEL, Voyages archiologiques dans la Turquie orientale, Paris, 1940, 1.

B. KaRAMAĞARALI, Ahlat mezartaşları, Ankara, 1972.

O. ARSLANAPA, Türk sanatı, Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından, İstanbul, I-II.

B. SİKKELER:

M. MüBÂREK, Takvîm-i meskûkat-ı İslâmiye katalogu, İstanbul, 1318, III.

I. ARTUK, Ahlat emiri Bektimur’un sikkesi, Tarih dergisi (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi), 1949-1950, 11.

A. MAYER, Bibliography of Moslem numismatics, London, 1954.

C. RESMİ VESİKALAR:

El-Muhtârât min'er-resâil, yayınlayan 1. Efşâr, Tahran, 2535.

Ç. TAHRİR DEFTERLERİ:

Âdilcevaz sancağı, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 208, 297, 730.

D. COĞRAFİ ESERLER:

İBN, HURDÂDBİH, Kilâhu'l-mesâlik ve’l-memâlik, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1889.

KUDÂMA B. CÂFER, Kitâbu’l-harâc, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1889.

ÎBNÜ’L-FakIH, Muhtasar kitâbi’l-büldân, yayınlayan MJ. Dc Goeje, Leyden, 1885.

EL-ÎSTAHRİ, Kıtâbu mesâlıki’l-memâlık, yayınlayan MJ. De Goeje, Leyden, 1927-

Hududu’l-âlem, Tahran, 1340, İngilizce tercüme ve izahlar V. Minorsky, The Regions of the world, GMS, London, 1937.

ÎBN HAVK.AL, kıtâbu şureti’l-arz, yayınlayan J.H. Kramers, Leyden, 19381939. Mi-

El-Mukaddesî, Ahsenü’t-tekâsim, yayınlayan MJ. De Goeje, Leyden, 1906.

NÂŞİR-l HUSREV, Sefernâme, Berlin, 1900.

ZEKERİYÂ EL-KazvInI, Âşarü’l-bilâd, Beyrut, 1960.

YÂKÛT, Mu^cemü’l-büldân, yayınlayan F. VVüstenfeld, Leipzig, 1867, II.

ÎBN SÂCÎD, Kıtâbu bastı’l-arz, yayınlayan, J.V. Gines, Tetuan, 1958.

HAMDULLAH MüSTEVFÎ,Au^A</u7-Au/û/>, yayınlayan G. Le Strange, GMS, Leyden 1915; yayınlayan M. Debîr Siyakı, Tahran, 1336.

CAYN cALÎ, Kavânîn-i âl-i Oşmân der hülâşa-i mezâmîn-i defter-i dîvân, İstanbul, 1280.

Salnâme, 1272 (1855).

Salnâme-i vilâyet-i Bitlts, Bitlis, 1310.

G. Le STRANGE, The lands of th Eastern Caliphate, Cambridge, 1930.

E. VEK.ÂY1NÂMELER:

VÂKİDÎ, Kitâbu’l-fütûh, Kahire, 1302.

BELÂZÛRİ, Kitâbu fütûhil-buldân, Kahire, 1932.

Tabert, Tarih muluk ve r-rusul, yayınlayan M J. De Goeje, Leyden, 1879-1901.

CONSTANTINE PORPHTROGEXITUS, De Administrando imperio, Dumbarton

Oaks, 1967.

İBNÜ L-KALÂNtSt, târihi Dimaşk, yayınlayan H.F. Amedroz, Beyrut 1908.

EL-cAZ1MI, La Chronique abregte d’al-cAzîmî, yayınlayan Cl. Cahen, Journal Asiatique, Juillet-Septembre, 1938.

URFALI MATEOS, Vekâyinâme, Türkçe tercüme H.D. Andreasyan, TTK, 1962.

ANİLİ SAMUEL, Chronologıe, Coîlections d’historiens Armeniens, Fransızca tercüme M. Brosset, Petersbourg, 1876, n.

ÎBNÜ’L-EZRAK, Târih Meyyâfârikîn, yayınlayan B.A Avvad, Kahire, 1959, dizin, basılmamış kısım, British Museum, Or. 5803.

ÎMÂDEDDİN İSFAHÂNÎ, Bundari kısaltması, fubdetü’n-nuşra, yayınlayan, M. Th. Houtsma, Leyden, 1889, Türkçe tercüme K. Burstan, TTK, İstanbul, 1943.

----------------- ,El-Fethü’l-kussi, yayınlayan C. De Landberg, Leyden, 1888. ,El-Barkuş-Şâmî, yayınlayan R. Şeşen, İstanbul, 1979.

----------------- ,Senâ el-Barku'ş-Şâmî, R. Şeşen, Beyrut, 1971.

USÂMEB. MUNKİZ, Kitâbu’l-i'dibâr, yayınlayan P.K. Hitti, Princeton, 1930. İBNÜ’L-EŞİR, el-Kâmil, Tornberg yayını, X-XII, Kahire, 1301, X-XII.

ŞADREDDÎN EBÛL-HASAN cAL1, Ahbâru’d-devleti’s-Selcukiyye, yayınlayan M. İkbal, Lahor, 1933.

SİBT İBNÜ’L-CEVZİ, Mir’âtüz-zamân, Haydar Âbâd, 1951-1952, VIII.

Muhammed en-NESEVÎ, Siyret Sultân Celâleddin Mengübirti, yayınlayan A. Hamdi, Kahire, 1953.

CL. CAHEN, cABDÜLLATlF EL-BağDADÎ, Portraıtiste et historien de son temps, Extrails inedits de ses memoires, Bulletin de l’Institut Français de Damas,1970-

EL-HamâVÎ, et-Târihü’l-Manşûrî, Moskova, 1963, dizin.

İBNÜ’I.-CADÎM, Târih Haleb, yayınlayan S. ed-Dehhân, Dimaşk, 1954, I-III. , Bugyetut-taleb fi târihî Haleb, yayınlayan A. Sevim, TTK, Ankara, 1976, Türkçe A. Sevim, Bugyetü’t-talebfi târihi Haleb (Seçmeler), TTK, Ankara, 1982.

ÎBN VÂSIL, Müferricu’l-kûrub, yayınlayan C. Şeyyâl, Kahire, 1957-1960, I-III, yayınlayan H.M. Rebîc -S. CA. cÂşûr, Kahire, 1972, IV.

İBN-1 BÎBÎ, Tevârîh-i âl-i Selçuk, yayınlayan M. TH. Houtsma, Leide, 1902,

IV.

REŞÎDEDDÎN, Câmiü’t-tevârih, yayınlayan A.A. Alizâde, Bakü, 1957, yayınlayan A. Ateş, £ikr-i târîh-i âl-i Selçuk, TTK, Ankara, 1960, 11-5.

Târih-i güzide,yayınlayan A. Nevâî, Tahran, 1339.

Târih-i Shaikh Uıvais, tıpkı basım yayını ve İngilizce tercüme.).B. Van Loon, Lahey, 1954.

HAFtZ-t EBRÛ, geyl-i Câmiü’t-tevârih-i Reşidi, yayınlayan H. Beyânî, Tahran, ’3« 7

Colophons of armenian manuscripts, 1301-1480, Cambridge, Massachusettes, 1969

ŞEREFEDDÎN cALİ-I YEZDİ, fafernâme, yayınlayan M. Abbasi, Tahran, 1336, MI.

THOMAS DE MEDZOPHE, Expose de s guerres de Tamerlan el de Schah Rokh dans l’Asie occidentale, Fransızca tercüme F. Neve, Bruxelles, 1860.

EBL'BEKR-t TİHRÂNÎ, Kitâb-ı Diyârbekriyye, yayınlayanlar N. Lugal-F. Sümer, TTK, .Ankara, 1962-1964, 1-11.

FAZLULLAH B. RÛZBtHÂN, Târîh-i âlem ârâ-yi Emini, Fâtih ktp. nr. 4431, İngilizce muhtasar tercüme V. Minorsky, Persia in A.D. 1478-1490.

İBN ACÂ, Târihe-Emir Yaş Bek ez-Zahiri, yayınlayan A. A. Tuleymât, Kahire, 1393 1973)-

VARDAN, Türk fütuhatı tarihi, Türkçe tercüme H.D. Andreasyan, Tarih semineri dergisi (Edebiyat Fakültesi), İstanbul, 1937, I.

Histoirede la Georgie, Fransızca tercümesi M. Brosset, Petersbourg, 1848, 1-11.

GAFFÂRÎ, Cihân ârâ, Tahran, 1343.

Haşan Bf.G-I RUMLU, Ahsenü’t-Tevârîh, yayınlayan C.N. Seddon, Baroda, »93>-

ŞEREF han, Şerefnâme, Kahire, 1930.

İNCELEMELER

Ahlat maddesi, İslâm Ansiklopedisi, I, s. 160 (pek sathidir), The Encyclopaedia of İslam, I, pp. 329-330 (tatmin edici değildir).

F. HONtGMANN, Die Ostgrenze des byzantinischen Reiches von 363 bis 10yı nach griechischen, arabischen, syrischen und armenischen Quelllen, Bruxelles, 1935, Türkçe tercüme F. Işıltan, Bizans devletinin doğu sının (İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan), İstanbul, 1970.

A. A. VVaSİLÎEV, Byzance et les Arabs, edition française prepare par M. Canard, Bruxelles, 1968.

M. CANARD, Histoire de la dynastie des H’amdam.des de Jazîra et de Syrie, Paris, 1953, 1

V. MİNORSKY, Studies in Caucasian history, London, 1953.

O. TURAN, Doğu Anadolu Türk devletleri tarihi, İstanbul, 1953, 1.

E. De ZAMBAUR, Manuel de gintologie et de chronologie pour 1’histoire de l’İslam, Hannovre, 1927.

H. EDHEM, Düvel-i İslâmiye, İstanbul, 1927.

C. E. BOSVVORTH, The İslâmic dynasties, Edinbourg, 1967.

Dipnotlar

  1. Vâkidi, Kitâbu’l-fîitûh, Kahire, 1302,11, s. 152-154; Belâzûrî, Kitâbu’l fütûhi’l-buldân, Kahire, 1350, s. 180.
  2. Belâzûrî, aynı eser, s. 202-203. 
  3. 3 Belâzûri, s. 203, 207-208.
  4. Aşağıya bk.
  5. Îbnü’l-Esîr, yayınlayan Tornberg, V, s. 160.
  6. 6 Îbnü’l-Esîr, VI. s. 125-126.
  7. 7 Aynı eser, VI, s. 141.
  8. 8 E. Honigmann, Bizans devletinin doğu sınırı, Türkçe tercüme F. Işıltan, İstanbul. 1970, s. 55-
  9. 9 Ya’kubi, Târih, Necef, 1964, s. 222.
  10. 10 Taberi, İH, s. 1409, 1508-1510.
  11.  İbnü’l-Esir, VIII, s. 198.
  12. 12 Aynı eser, VIII, s. 234. 
  13. 13 Bu hususlarda tafsilat için bk. M. Canard, Histoire de la dynastie des H’amdanides de Jazîre et de Syrie, Paris, 1954, I, s. 44''485-
  14. 14 İbnü’l-Esîr, VIII, s. 551.
  15. 15 İbnü’l-Esîr, VIII, s. 555; Canard, aynı eser, s. 630-632.
  16. 16 Târih Meyyâfârikin, yayınlayan A. Avad, Kahire, 1959, s. 61; İbnü’l-Esîr, IX, s. 94.
  17. 17 Kitâbu'l-nıesâlik ve’l-memâlik, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1889, s. 122, 123, 228, 246.
  18. 18 Ahsenü’t-tekâsim, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1906, s. 374, 377.
  19. Kitâbu’l mesâliki'l-memâlik, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1927, s. 188; Kitâbu şûreti’l-arz, yayınlayan J. H. Kramers, Leyden, 1939, II, s. 344.
  20. 20 Kitâbu şûreti’l-arz, II, s. 344.
  21.  Gösterilen yer s. 346.
  22. 22 Âşâru'l-bilâd, Beyrut, 1960, s. 524.
  23. 23 Mucemü’l-buldân, yayınlayan F. W. VVüstenfeld, Leipzig, 1867, II, s. 457-458. Ayrıca Ibnü'l-Fakih, Muhtaşar kitâbi'l-buldân, yayınlayan M.J. De Goeje, Leyden, 1885, s. 295. 
  24. İbnü’l-Esir, IX, s. 449.
  25. 25 Sefernâme, Berlin, 1340, s. 8-9.
  26. 26 İbn Tağrı Birdi, en-Nucûmu’z-zâhire, yayınlayan W. Popper, Berkeley, 1932, 11-2, s. 204.
  27. 27 Arisdagues, Tarih, Fransızca tercüme Ev. Prudhonıe, Paris,' 1864. s. 90-101; Urfalı Mateos, Vekâyinâme, Türkçe tercüme H.D. Andreasyan, TI K, Ankara, 1962, s. 100-103.
  28. 28 F. Sümer-A. Sevim, Islâm kaynaklarına göre Malazgird savaşı, Ankara, 1971,5. 19, 52. 
  29. 29 Tarih Meyyâfârikln, s. 190.
  30. 30 Gösterilen yer.
  31.  el-Muhtasar fi ahbâri’l-beşer, İstanbul, 1286, II, s. 223.
  32. 32 Aşağıya bk.
  33. 33 Mu’cemü'l-buldân, II, s. 357-458.
  34. 34 Gösterilen yer.
  35. 35 Âsâru’l-bilâd, s. 254.
  36. 36 Kitabu’l-basti’l-arz, Tetuan, 1958, s. 104.
  37. 37 Târih Meyyâfârikin, British Museum, Or. 5803, 172*; O. Turan, Doğu Anadolu Türk devlelleri tarihi, İstanbul, 1973, s. 90.
  38. 38 el-Kâmil, XII, s. 275; Mülcrricü’l kürûb, yayınlayan C. Şeyyâl, Kahire, 1960, III, s. 178.
  39. 39 İbnü’l-Esîr, XII, s. 274-275; îbn Vâsıl, gösterilen yer. 
  40. 40 XII, s. 275; ı. 177-178.
  41.  Îbnü’l-Eslr, XII, s. 279; İbn Vâsıl, s. 183.
  42. 42 Extraits inedits de ses memoires, yayınlayan Cl. Cahen, BİFD, Datnas, 1970, s. 112.
  43. 43 Aynı eser s. 113.
  44. 44 İbnü’l-Esîr, XII, s. 398; ondan naklen İbn Vâsıl, aynı eser, yayınlayanlar H.M. Rebîc-S. cAşûr, Kahire, 1972, s. 89-90. 
  45. 45 İbnü'l-Esir, XII, s. 460-461; İbn Vâsıl, IV. s. 190-191.
  46. 46 İbnü'l-Esir, XII, s. 485; İbn Vâsıl, V, s. 263-264.
  47. 47 en-Nesevt, Sîyret Sultan Celâleddin Mengü Birti, yayınlayan Hamdi, Kahire, 1953, s. 310-311.
  48. en-Nesevl, aynı eser, s. 320-326; İbnü'1-Eslr XII, s. 487-488; îbn Vâsıl, IV, s. 294-297.
  49. İbnü’l-Esîr, XII, s. 500.
  50. 50 Ibn-i Bîbî, Tevârlh-i âl-i Selçuk, yayınlayan M. Th. Houstma, Leyden, 1902, s. 176-177, 236; el-Hamâvi, 224*-(1.
  51.  Ebû’l-Fidâ, III, s. 180.
  52. 52 Ed. Dulaurier, Ermeni müverrihlerine göre Moğollar, Türkçe tercüme, Türkiyat Mecmuası, II, s. 186.
  53. 53 Cihânnüma, İstanbul, 1145, s. 413.
  54. 54 Reştdeddln, Câmiü’t-tevârfh, yayınlayan A. Ali Zâde, Bakü, 1957, s. 68, 70, 71.
  55. 55 Ibn Şeddâd, Beybars târihi, Türkçe tercüme Ş. Yaltkaya, TTK, İstanbul, 1941, s. 66; ondan naklen Yûnİni, Zeyl Mir’âti'z-zamân, Haydarâbâd, 1960, III, s. 123.
  56. 56 Tarih, Türkçe tercüme O.R. Doğrul, TTK, Ankara, 1950, s. 295.
  57. 57 Târih-i güzide, yayınlayan A. Nevâî,Tahran, 1339, ş., s. 392.
  58. 58 Reşldeddîn, aynı eser, s. 
  59. Hâfiz-i Ebru, Zeyl-i Câmi’üt-tevârih-i Reşidi, yayınlayan H. Bcyâni, Tahran, 1317 ş., ’• 73¬
  60. A. Şerif, Ahlat kitabeleri, İstanbul, 1932, s. 82-87; B Karamağarah, Ahlat mezartaşlan, Ankara, 1972, s. 181-217.
  61. M. Mübarek, Meskûkât-i kadtme-i İslâmiyye katalogu, İstanbul, 1318, III, s. 76, 110, III, 112, 122.
  62. 62 Nüzhetü'l-kulûb, yayınlayan G. LeStrange, GMS, Leyden, 1915,$. 100, yayınlayan M. Debîr Siyaki, Tahran, 1336, s. 117.
  63. 63 Mukâtebât-i Reşidi, yayınlayan M. Şefic, Lahor, 1364, s. 199.
  64. 64 M. Mübarek, aynı eser, s. 155. 
  65. 65 M. Mübarek, s: 173.
  66. 66 Colophons of Armcnians manuscripts, 1301-1480. Cambridgc, Massachusetts, 1969, s. 84.
  67. Ebü Bekr el-Kutbî, Târih-i Şeyh Üveys, yayınlayanj. B. Van Loon, Lahey, 1954,5. 162-163.
  68. 68 F. Sümer, Kara Koyunlular, TTK, Ankara, 1967, «. 39.
  69. 69 B. Karamağaralı, Ahlat mezartaşlan, s. 239.
  70. 70 Hâfız-i Ebru, aynı eser, s. 191.
  71.  A. Kareng, Asâr-i bâstân-i Azerbaycan, Tebriz, 1351.
  72. 72 A. Şerif, aynı eser, s. 65.
  73. 73 F. Sümer, aynı eser, s. 519.
  74. 74 Ali-i Yezdt, Zafemâme, yayınlayan M. Abbasi, Tahran, 1336, I, s. 488.
  75. 75 Abdürrezzâk-i Scmerkandi, Matla-i sa’deyn, yayınlayan M. Şeftc, Lahor, 1360, I, s. 1360.
  76. 76 Şeref Han, Şerefnâmc, Kahire, 1930, s. 493.
  77. 77 Abdürrezzâk-i Semerkandt, s. 449-450. 
  78. 78 H.D. Andrcasyan, XIV. ve XV. yüzyıl Türk tarihine ait ufak kronolojiler ve kolofonlar, Tarih Enstitüsü Dergisi, 1973, 3, s. 8.
  79. Colophons of Armenians manuscripts, s. 156, 166, 174; Türk tarihine ait ufak kronoloji ve kolofonlar, s. 108; F. Sümer, Kara Koyunlular, s. 125-127.
  80. 80 Mesela Kara Yusuf Beg’in türbe ve zaviyesinin Ahlat'da bulunduğu gibi, (O. Turan, Doğu Anadolu, Türk devletleri, s. 123).
  81.  Türk tarihine aid ufak kronoloji ve kolofonlar, s. 117.
  82. 82 Türk tarihine ait ufak kronoloji ve kolofonlar, s. 195. 
  83. 83 Colophons, s. 257-258; Türk tarihine ait ufak kronoloji ve kolofonlar, s. 128.
  84. 84 Colophons, s. 272-273.
  85. 85 Ebû Bekr-i Tihrânî, Kitab-i Diyârbckriyye, yayınlayanlar N. Lugal-F. Sümer, TTK, Ankara, 1964, s. 443-444.
  86. 86 Colophons, s. 305, 306; Türk tarihine ait ufak kronoloji ve kolofonlar, s. 93, 148.
  87. 87 Aynı eserler, s. 305-307; s. 93; Şeref Han, s. 504-508.
  88. 88 Feridûn Beg, Münşeâtü’s-selâtîn, İstanbul, 1274, I, s. 596-597; T. Gökbilgin, Arz ve raporlarına göre İbrahim Paşa'nın Irakeyn seferindeki ilk tedbirleri ve fiitûhâtı, Belleten, 83, s. 468; I.utfı Paşa, Tevârih-i âl-i Osman, yayınlayan Âli, İstanbul, 1341, s. 354, 355; Peçevî, Tarih, İstanbul, 1283, I, s. 176.
  89. 89 Haşan Beg-i Rumlu, Ahsenü’-t-tevârîh, yayınlayan C. N. Seddon, Baroda, 1931, s. 258¬260.
  90. 90 Haşan Beg-i Rumlu, s. 330.
  91.  Haşan Beg-i Rumlu, s. 358.
  92. S. 359.
  93. S. 359-360.
  94. Aynı eser, s. 367-371.
  95. Adilcevaz sancağı tahrir defteri, Başbakanlık Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 297, s. 24- 27.
  96. Cihan nümâ, İstanbul, 1145, s. 413-414. 
  97. Gösterilen yer.
  98. S. 41 3'
  99. 99 Seyahatname, İstanbul, 1314, IV, s. 134-142.
  100. 100 s. 131-132.
  101.  Salname, yıl 1272 (1855), s. 98.
  102. 102 S. 182-185. 
  103. B. Karamağarah, Ahlat mezartaşları, s. 111-260.
  104. 104 Armenia, London, 1901, II, s. 290.
  105. 105 Ahlat kitabeleri,
  106. 106 Reşideddin, Câmiüt-tevârfh, Baku, dizin.
  107. 107 A. Gabriel, Voyages archeologiques dans la Turquie Orientale, Paris, 1940, I, s. 244.
  108. Hafız Hüscyin-i Kerbelal Tebrizl, Ravzâtü’l-cinân, yayınlayan Cafer Sultan el-Korrat, Tahran, 1965, s. 339, 567.
  109. A. Şerif, s. 67-68; A. Gabriel, s-248, 246.
  110. A. Gabriel, s. 347, nr. 134.
  111. s. 91.
  112. s. 249.
  113. 3 A. Şerif, s. 77-78; A. Gabriel, s. 245-246, 248-350.
  114. 4 Gaffar!, Cihan ârâ, Tahran, 1343, s. 284.
  115. 5 O. Turan, aynı eser, s. 122, 127, 211, 217.
  116. A. Şerif, s. 92-96; M. Gabriel, s. 250-251, 346.
  117. Divânu lügât’it-Türk, yayınlayan K. Rifat, İstanbul, 1333,1,s. 370, tercüme B. Atalay, TDK, İstanbul, 1939, 1, s. 444. 
  118. el-Muhtasar ft târihi’l-beşer, İstanbul, 1286, II, s. 223.
  119. gösterilen yer.
  120. 120 Târih Meyyâfârikin, basılmış kısım, yayınlayan Avad, Kahire, 1959, s. 190.
  121.  Ibnül-Esir, el-Kâmil, X, s. 205.
  122. 122 Aynı eser, basılmış kısım, s. 274.
  123. O. Turan, Doğu Anadolu Türk devletleri, İstanbul, 1973, s. 87.
  124. 124 Basılmış kısım, s. 271.
  125. 125 İbnü’l-Kalânisî, Zeyl Târih Dimaşk, yayınlayan H. F. Amedroz, Beyrut, 1908, s. 164; Îbnü'l-Esîr, X, s. 199.
  126. 126 Bk. O. Turan, aynı eser, s. 89.
  127. 127 İbnü'l-Kalânisi, s. 174-176; Îbnü’l-Esir, X, s. 205-206.
  128. 128 O. Turan, aynı eser, s. 89.
  129. 129 O. Turan, s. 90.
  130. İbnü'l-Esir, X, s. 252.
  131.  British Museum, Or. 5803, 169’. 
  132. 132 La Chronique abregee d’al-cAzîmî, yayınlayan. Cl. Cahen, J. A., Juillet-Septembre, 1938, s. 394.
  133. 133 II, s. 237.
  134. 134 Ibnü’l-Ezrak, 2O2b.
  135. 135 II, ». 257.
  136. 136 Bundari, Zubdetün-nusra, yayınlayan M. TH. Houstma, Leyden, 1889, s. 179, tercüme K. Burslan, TIK, İstanbul, 1943, s. 166. 
  137. 137 Aynı eser, s. 185, tercüme s. 170-171.
  138. 138 al-cAzimî, s. 416.
  139. 75b
  140. 140 İbnü’l-Adîm, Zubdetu haleb, yayınlayan S. ed. Dehhân, Dimaşk, 1954, II, s. 253-254.
  141.  gösterilen yer.
  142. 142 Kitâbu'l-ictibâr, yayınlayan K. Hitti, Princeton, 1930, s. 89.
  143. 143 Gösterilen yer.
  144. 144 İbnü’l-Ezrak, 178*.
  145. 145 Gösterilen yer.
  146. 146 et-Târihü’l-bâhir fi devleti ‘l-Atabekiyye, yayınlayan A. A. Tuleymal, Kahire, 1963, s. 66; ondan naklen Ebû Şâme, Kitâbu’r-ravzateyn, yayınlayan. M. Hilmi-M. Ahmed, I,-l,s. 93; Ibn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, yayınlayan C. Şeyyâl, Kahire, 1953, I, s. 92.
  147. 147 El-Azimî; İbnü’l-Ezrak; İbnü'l-Erir.
  148. 148 İbnü’l-Ezrak, 175b.
  149. 149 Bu hâtırat kayıptır. Yalnız Halebli müverrih Îbnü’l-Adîm bu hatırâttan bazı nakiller yapmıştır: Bugyetü’t-taleb, yayınlayan A. Sevim, Ankara, 1976, s. 298-299, Türkçe tercüme 1982, s. 185-186.
  150. 150 İbnü’l-Ezrak, ı8ob.
  151.  O. Turan, aynı eser, s. 93.
  152. 152 lbnu'1-Esir, XI, s. 120. 
  153. 153 İbnü 1-Ezrak, 191b-192*; Îbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XI, s. 125-126: Papaz Grigor'un zeyli, Mateos, Vekâyinâme, Türkçe tercüme H. D. Andreasyan, TTK Ankara, 1962, s. 329-330; M. Brosset, Histoire de la Georgie, Pctersbourg, 1848, I, s. 390-391; Anili Samuel, Collections d’historicns Armeniens, Fransızca tercüme M. Brosset, Petersbourg, 1876, II, s. 465-466.
  154. İbnül-Ezrak, 193b-194; Ahbâru’d-devleti’s-Selcukiyye, yayınlayan M. ikbâl, Lahor, 1933, s. 156-162; İbnü’l-Esir, XI, s. 128-129; Reşldeddin, Câmi’üt-tevârfh, zikr-i târih-i âl-i Selçuk; yayınlayan A. Ateş, TTK, Ankara, 1960, II-5, s. 163-165.
  155. O. Turan, aynı eser, s. 96.
  156. 156 İbnü’l-Ezrak, 20711, satır 12.
  157. 157 İbnü’l-Ezrak, 2O7b-2o8a. 
  158. 158 el-Muhtarât mine'r-resâil, yayınlayan t. Efşâr, 2535, s. 135, 136, 137, 138, 140, 142; İmâdeddîn İsfahanı, el-Barku’ş-Şâmî, yayınlayan R. Şeşen, İstanbul, 1979, s. 29, 61, 62, 63; İbnü’l-Esir, XI, s. 220-222.
  159. 159 Türk fütuhatı tarihi, Tarih semineri dergisi, İstanbul, 1937, I, s. 201.
  160. 160 Aynı eser, s. 211.
  161.  L. A. Mayer, Bibliography of Mosiem numismatics, London, &amp;gt;954» nr- 94°- 944&amp;gt; *5°4&amp;gt; 1688.
  162. III, s. 71.
  163. Sıbt İbnül-Cevzî, VIII, s. 711-712.
  164. I64 İmâdeddîn İsfahan!, e!-Barku’ş-Şâmî; îbnü’l Esir, el-Kâmil, XI, s. 232. 
  165. 165 Bk. O. Turan, aynı eser, s. 101.
  166. 166 Kitâbu’l-fethil kussî, yayınlayan C. De Landberg, Leyden, 1888, s. 405.
  167. 167 tmâdeddin İsfahan!, aynı eser, gösterilen yer; Îbnü’l-Esîr, XII, s. 30; îbn Vâsıl, Müferrıcü’l-kürûb, yayınlayan C. Şeyyâl, Kahire, 1967, II, s. 375-376.
  168. 168 O. Turan, aynı eser, 101.
  169. Ibn Vâsıl, s. 276.
  170. 170 İbnü’l-Esîr, XII, s. 45. 
  171.  Bu bey hakkında: Oğuzlar, İstanbul, 1980, IH. baskı, s. 128, 584.
  172. 172 Ibnü’l-Esîr, XII, s. 48.
  173. Sıbt Ibııul-Gevzi, Zcyl Mir’ati’z-Zamân, Haydar Abâd, 1951-1952, s. 423; Cl. Cahen, Abdullatîf el-Bağdadi, Portraitiste et historien de son tcmps, s. 112; ibn Vâsıl. III, s. 19 Zekeriyâ el Kazvini, Âsaru’l-bilâd, Beyrut, 1960, s. 302.
  174. 174 Abdüllâtif el-Bağdadî, s. 112.
  175. 175 Ibnü’l-Esir, XII. s. 48; Ibn Vâsıl, III., 5. 16, 19, 175; Ebû’l-Fidâ, III, s. 93, Ebû’l-Ferec II, s. 465.
  176. S. 211-216.
  177. 177 III, s. 93, 99.
  178. 178 Zeyi Mir’âti’z-zamân, VIII, s. 534-535.
  179. 179 s. 488-499.
  180. 180 ’• 523’524-
  181. İbnü'l-Eslr, XII, s. 95.
  182. Aynı eser, s. 112.
  183. 183 Artuk Arslan'ın değil (bk. O. Turan, s. 104).
  184. S. 112. 
  185. 185 S. I 12-1 13.
  186. 186 lbn-i Bibi s. 260.
  187. 187 Ibn Vâsıl, aynı eser, III, s. 177.
  188. 188 B. Karamağarah, Ahlat mezartaşlan, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü, Ankara, 1972, s. 111 ve devamı.

Şekil ve Tablolar