ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Azmi Süslü

Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Türk, Fransız, Diplomasi, 1798-1807, Mısır Sorunu, I. Napolyon

Araştırmamızda, 1798’c kadar olan Osmanlı-Fransız ilişkilerini, Mısır sorunu ve sonuçlarım, I. Napolyon’un Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki politikasını, O’nun “İmparator” olarak tanınmasını, Osmanlı imparatorluğunu Fransız siyaseti doğrultusuna çekmek ve O’ndan Rusya’ya karşı bir müttefik yapmak amacıyla girişilen Fransız diplomatik manevralarını, Osmanlı İmparatorluğunun bu iki devlet için yaptığı faaliyet ve karşı faaliyetleri ve nihayet Napolyon’un gerçek yüzü ve söz ve davranışları arasındaki çelişkileri inceleyeceğiz.

I - TÜRK-FRANSIZ İLİŞKİLERİ

A-1798 öncesi ilişkiler tarihine bakış

XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılarla Fransızlar arasında başlayan diplomatik, ticari ve dinî ilişkiler, Fransızlar tarafından Mısır’ın alınışıyla ortaya çıkan 1 798’deki bazı anlaşmazlıklar bir tarafa bırakılacak olursu, genellikle iyi olmuştur.

Pavic (Pavia) yenilgisi (24 Şubat i525)’inden sonra, krallığını kurtarmak ve eski Avrupa dengesini sağlamak amacıyla I. François Osmanlı İmparatorluğundan yardım istedi, iki devlet arasındaki anlaşmanın hareket noktasını teşkil eden bu olayla Osmanlı İmparatorluğu Fransızlara bazı kolaylıklar sağlayarak, daha sonra, 1569, 1581 ve 1597’de yoğunlaşan ve İmparatorluktaki tüm Fransız tâcirlerine toptan ticaret özgürlüğü, gümrük muafiyeti ve ölüm halinde mal-mülkün mirasçılara geçmesi gibi bazı özel avantajlar sağladı. 1604’te de bandıra hakkıyla Hıristiyanların ve Kutsal Yerlerin korunması haklarını verdi.

XVI. yüzyılın ikinci yarısıyla XVII. yüzyıl boyunca, İngiltere ve Hollanda Fransa'nın Doğu’daki bu üstünlüğünü hoş karşılamadılar ve İngilizler 1597 Kapitülasyonlarıyla bandıra hakkını kazandılar. 1581’de İngiltere, Doğu’da İngiliz ticaretinin gelişmesinin temel taşını oluşturan

Türkiye Kumpanyası'nı kurarken, Hollandalılar da, 1612’de Kapitülasyonları elde edip, merkezî örgütleri sayesinde, hemen büyük ticarî başarılar kazandılar. Diğer taraftan, Fransız ticareti yeni güçlükler nedeniyle gerilerken, dinî savaşlar Fransızlara dış sorunları ihmal ettirdi ve Babıâliyle Fransa arasında anlaşmazlıklar meydana geldi. Gerçekten, Kandiya savaşı (1645-1669) sırasında, Osmanlılara karşı Venediklileri desteklemek amacıyla Fransa savaş gemileri yolladı (1647) ve Türk-Fransız anlaşmasına karşı olan Mazarin, Papa VII Alexandre’a kutsal savaş fikrini kabul ettirerek, Türkler tarafından kuşatılmış olan Kandiya’yı kurtarmak için takviye kuvvet gönderdi[2]. Bunun hemen ardından Fransa, Osmanlı saldırısına karşı Viyana’yı savunan batılı uluslara askeri yardımda bulundu (1662-1664). Bu olanlar ve Korsanlara karşı düzenlenen Cideli seferi Sultan’ı kızdırdı. Bütün bu olanların sonunda da Osmanlı imparatorluğuyla Fransa arasında ilk soğuma meydana geldi, ve Fransa beş yıl boyunca hiçbir elçi tarafından İstanbul'da temsil edilmedi.

Gerçekte XIV. Louis’nin siyaseti çekimser ve Babıâli’ye karşı istikrarsızdı. 1672 yılında Alman düşünürü Leipnitz tarafından ortaya atılıp, Osmanlı topraklarının Almanlar ve Fransızlar tarafından ele geçirilmesini içeren Mısır’ın fethi projesi kendisi tarafından kabul edilmemekle beraber, ilk kez Fransız kamuoyunda Mısır'ın ele geçirilmesi düşüncesini doğurdu. Bunun sonucu olarak ta İstanbul’daki Fransız Elçisi Saint-Priest hükümetine gönderdiği raporda Mısır’n fethi projesini ve bununla ilgili gerekçeleri sunarken (1777), Mısır seyahatinden dönen Baron de Tott ise raporunda buranın ele geçirilmesi için alınması gerekli tedbirleri anlatıyordu. Biraz ilerde göreceğimiz üzere, bu düşünce olumlu sonucunu ancak Bonaparte zamanında verecektir.

1686’da Fransa’ya karşı kurulan Augsbourg Ligi, Babıâli ile Fransa arasında yumuşamayı sağladı ve XIV. Louis ortak bir siyaset uygulamayı denedi. Bu da, bundan böyle Ingiliz ticaretiyle rakabete girişmeye hazır olan Fransız ticaretinde yeniden bir doğuş meydana getirdi.

İspanya hanedan savaşları sırasında, Macaristan’daki ayaklanmayı kolaylaştırarak (1703-1705), Rakoczy’ye yiyecek ve mühimmat temin edip, İsveç Kralı XII. Charles’a yardım ederek ve aç Fransa’ya buğday girişini sağlayarak Osmanlı imparatorluğu pasif, fakat çok yararlı olarak Fransa’yı destekledi. Böylece de Avusturya Hükümetinin tüm güçlerini Fransa’ya karşı kullanmasını engellemiş oldu. İspanya hanedan savaşından sonra da Comte des Alleurs'ün elçilik görevi sayesinde Fransız diplomatik desteğindeki Osmanlı İmparatorluğu bir süre Polonya’nın hâmisi oldu. Bunun üzerine Babıâli 1720’de Paris’e bir elçi göndererek Fransa’nın Kutsal Yerler üzerindeki hâmiliğini teyidetti.

Fransa 1740'ta Kapitülasyon haklarını genişleterek, Osmanlılarla Avusturyalılar arasındaki görüşmelerde gösterdiği diplomatik çabalar ve Sava’yla tesbit edilen Türk-Avusturya sınırının 1914’e kadar değişmemesini sağlayan Belgrat Antlaşması sayesinde, Fransız tüccarlarına Karadeniz’de serbest dolaşım hakkını sağladı. Bununla birlikte, Fransa'yla Avusturya arasında imzalanan Versailles Antlaşmaları (1 Mayıs 1756 ve 1 Mayıs 1757) İstanbul’da heyecan uyandırmada gecikmedi ve Çariçe Elisabeth te anlaşmaya katılınca (II Ocak 1757) tehlikeli bir gerginlik baş gösterdi. Ancak bu gerginlik Yedi Yıl Savaşlarının sona ermesinden önce yumuşadı.

1768’den sonra, Osmanlı imparatorluğuyla Fransa, Avrupa’nın doğusunda tehlikeli olmaya başlayan Rusya’yı zayıflatmak için anlaştılar. 1770’te bir Türk-Fransız antlaşma projesi hazırlandıysa da, XV. Louis tarafından reddedildi. Bundan böyle Baron de Tott gibi Fransız subayları Osmanlı ordusunu düzenlemeye çalışacaklar, bu da, İngiliz ve Hollandalı- lar’ın dikkatlerinin Hindistan, Amerika ve Uzak-Doğu’ya yönelmesiyle birlikte, Doğu’da Fransız ticaretinin gelişmesini kolaylaştıracaktır.

Osmanlı İmparatorluğunun gerilemesi ve teknolojilerinin gelişmesinden yararlanan Batılı Devletler XVIII. yüzyıl sonlarında yeni ticarî yollar aradılar. Böylece, Akdeniz ve Kızıldeniz önem kazanırken, Boğazlar’dan serbest geçiş ve Karadeniz’de serbest dolaşım sorunları batılıların diğer bir uğraşısı haline geldi. Avrupa’daki ekonomik gelişme ve kendisinin askeri yenilgileri karşısında Osmanlı imparatorluğu, XVIII. yüzyıldan itibaren Fransız subayları getirterek ordusunu düzenlemeyi denedi[3]. Ancak tehlikeli bir durum Osmanlı İmparatorluğuyla Fransa arasındaki diplomatik, İktisadî ve askerî ilişkilerin uzun süre askıya alınmasına neden oldu. Bu, Fransa’nın Mısır seferinden doğan krizdir.

B-Osmanlı Mısır’ının işgali ve sonuçları-Napolyon’un siyaseti

1797 yılında Adriyatik’te Alpler zaferini kazanıp, aynı yıl Korfu, Zanta ve Kefalonya'yı fethetmiş olan Bonaparte, düşmanı İngiltere’ye kesin bir darbe vurmayı, Akdeniz’i bir Fransız gölü haline getirmeyi ve özellikle “zaferler kazanmayı” düşünüyordu. Buna zemin hazırlamak amacıyla da, 1797 Ağustosunda Direktuar’a bir mektup yazarak, Osmanlı imparatorluğunun hergün biraz daha döküldüğünü ve bu nedenle de, Fransa’nın İyonya Adaları’nı fethederek, Osmanlı imparatorluğundan hissesini alabileceğini ve, İngiltere’yi ezebilmek için de yakında Mısır’ı fethetmenin gerekeceğini belirtiyordu.[4] Bir süre sonra Paris’te canı sıkılınca, Falley- rand’a şunları söyledi: “Burada kalmak istemiyorum. Direktörler hiçbir şey anlamak istemiyorlar. Görüyorum ki kalacak olursam kısa sürede çökeceğim... Burada her şey yıpranıyor. Artık eskiden olduğu gibi zaferlerim yok! Bir süre sonra, Mısır seferi teklifini kabul edecek olan Talleyrand'la görüşerek[5] şöyle devam etti: “Bu küçük Avrupa yeterince hiçbir şey sağlamıyor... Doğu’ya gitmek gerek!... Tam büyük zaferler oradan geliyor!...”[6]

Manş Denizi kıyılarında üç hafta kaldıktan sonra Bonaparte, İngiltere'yi ne denizden bir çıkartmayla ve ne de denizler üzerinde yenmenin mümkün olmayacağı ve Onu kolonilerinde vurmanın daha doğru olacağı sonucuna vardı. Bunun için de, önce Mısır’ı işgal etmek ve İngilizler tarafından yenilip, intikam hisleriyle yanıp tutuşan Hindistan'daki Tippo- Sahip kuvvetleriyle takviye edilecek olan ordunun bir bölümüyle de, İngilizleri Hindistan'dan kovmak gerekiyordu [7]. Zaten bu da Direktuar’ın istediği şeydi, her ne pahasına olursa olsun İngilizleri yenmek. Ancak konu, kendisiyle birlikte İngiltere, Rusya ve Avusturya’yı da peşine takarak, Fransa’ya karşı dikilebilecek olan Osmanlı İmparatorluğuna nasıl izah edebilecekti. Bu soruya Talleyrand ve Bonaparte, bu seferin Sultan’a itaat etmeyip, İngilizlerle işbirliği yapan Beyleri hedef aldığını ve, Memlûklerle savaşarak, Mısır’ı Efendisi Sultan’a iade etmeyi düşündüklerini belirterek cevap verdiler [8]. Halbuki ne bu cevap, ne de Tippo-Sahip güçleriyle iş birliği yaparak İngilizleri Hindistan’dan kovma bahanesi inandırıcı nedenler değildi. Zira, özellikle Müslüman olmayan halkların çoğunlukta olması, Rus-Avusturya ihtiraslarının bulunması, bölgede ayaklanmaların baş göstermesi gibi birçok nedenle dikkatini doğal olarak Rumeli Eyaletleri üzerinde yoğunlaştıran Osmanlı İmparatorluğu, XVIII. yüzyıl sonlarında Mısır’ı ihmal etmiş olsa da, hukuken Onu kendi mah gibi savunmak hakkına sahipti. Bunun yanısıra Eyaletlerinden birinin, o zamana kadar dost olarak kabul ettiği bir devlet tarafından işgal edilmesi bağımsızlığına yöneltilmiş açık bir saldırıydı. İngilizleri Hindistan’dan kovma meselesiyse, sadece bir hayalden ibaretti[ 9]. Çünkü önerilen 35 veya 40.000 asker Mısır’da asayişi sağlamaya bile yetmezdi. Fakat, ihtirasları Bonaparte’a “bana savaşlar ve zaferler gerek" dedirtebiliyordu [10]. Bir süre sonra da fikrini

Reubell nezdinde nüfuzunu kullanacak olan Barras'a kabul ettirdi. Bunun üzerine Direktuar yumuşayarak (1-2 Mart 1798), yapacağı ilk ganimetten 30 milyon Frank (eski Frankla 18 milyar)’lık bir akont göndereceğini ve daha birçok şeyi vadaden Bonaparte'a başkomutanlığı verdi. Gerçekte Mısır seferi Fransa'ya bunun on misli fazlasına mal oldu. Bundan başka Bonaparte askerlerine de, dönüşte herkesin bir ev alabilecek kadar paraya sahip olacağına ve ganimetin İtalya’da alınandan çok daha fazla olacağına yemin etti [11].

Seferi gizli tutan Bonaparte, Malta’yı alarak, 1 Temmuz 1798’de Mısır toprağına çıkartma yaptı. 2: Temmuzda Ehramlar savaşını kazanarak, Kahire’ye girdi. Fakat seferi kıtayı Mısır’a çıkardıktan sonra, geri dönmesi Direktuar tarafından emredilen Fransız filosu, Ebuhur koyuna sıkışarak, Amiral Nelson komutasındaki İngiliz filosu tarafından pusuya düşürülerek, 1 Ağustos 1798 tarihinde batırıldı.

Böyle bir çıkarmayı aklından bile geçirmeyen III. Selim, savunmayı düzenlemek için zaman kazanmaya çalıştı ve Fransızları kovmak için de İngiliz düşmanlığından ve Rus endişesinden yararlandı. Akdeniz liman Beylerine İngilizlere yardım etmelerini ve Anadolu’daki kale Beylerine de hazırlanmalarını emretti[12]. 9 Eylülde Fransa’ya resmen savaş ilân ederek, Fransız Maslahatgüzarı Rulfin’i Yedikule zindanlarına attırdı (12 Eylül). Diğer taraftan, Tepedelenli Ali Paşa da, Preveze ve Parga (Praga, Praga) Nahiyelerini Fransız'lardan geri aldı ve Ruslar tarafından desteklenen Osmanlı filosu da, 1797’de Fransa’ya bırakılmış olan İyonya Adalarını ele geçirdi. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu 31 Aralık 1798’de Rusya'yla ve 1 Ocak 1799’da da İngiltere'yle antlaşmalar yaptı.

Donanmasının yok edilmesi nedeniyle Fransa'yla olan bağlantısı kesilen Bonaparte, kendilerini kurtaracağını iddia ederek, Kur’an okutturarak ve İslâmiyete ihtida ettiğini ilân ederek [13] halkın sevgisini kazanmaya çalıştı. Daha sonra Suriye’ye geçti. El-Ariş, Gazze ve, her gün “örnek olsun” diye beş-altı kişiyi kurşuna dizdirip, halkım katliama giriştiği, Hayfa’yı eline geçirdi[14]. Bir süre sonra, 24 Mart 1799’da, Akkâ Kalesini kuşatıp, bir ara

Tabur Dağında başarı kazandıysa da, Kale komutanı Cezzar Ahmet Paşa önünde tam bir yenilğeye uğrayınca, 21 Mayısta kuşatmadan vazgeçmek zorunda kaldı[15 ]ve Mısır’a geri döndü. Bu başarısızlık üzerine Fransız ordusunun morali bozuldu ve durumdan şikâyet etmeye başladı. Bu arada Bonaparte görevi terk ederek, komutayı Ağustos ayında Kleber’e verdi ve Fransa yolunu tuttu. Ancak Kleber’in de bir süre sonra Fransa’ya dönme isteğini hiç de hoş karşılamamış ve yirmi yıl sonra konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Kleber, Mısır’ı terk etmeyi istemekle şerefini lekelemiştir[16].

Bu arada Osmanlı ordusunun Ebuhur’da yenilmesi üzerine, III. Selim, El-Ariş’i yeniden alıp, Kleber’e Mısır’ı tahliye etmeyi teklif edecek olan Yusuf Paşa komutasında 80.000 kişilik bir ordu gönderdi. 24 Ocak 1800 yılında bir tahliye antlaşması imzalandıysa da, bu, Fransızların elini kolunu sallayarak gitmelerini istemeyen İngiliz'lerin ısrarı üzerine, hemen durduruldu. 20 Mart 1800 yılında Aynşems (Heliopolis) önlerinde Osmanlı ordusu yeniden yenilince, takviye edildi ve, daha sonra, 9 Mayıs 1801 tarihinde, Fransız ordusuna galip geldi. 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanan antlaşmaya göre de, en geç elli gün içinde Fransız ordusunun Mısır’ı tahliye etmesi kararlaştırıldı.

Bu arada, 21 Mart 1800 tarihinde Babıâliyle Rusya arasında imzalanmış olan antlaşmaya göre de, Parga ve Preveze Babıâliye geri verilirken, Osmanlı-Rus ortak himayesinde Yediada Cumhuriyeti kuruldu. Ancak bu Cumhuriyet ne Fransa ve ne de İngiltere tarafından tanınmayıp, Babıâli Amiens Antlaşması ön görüşmelerine çağrılmayınca, III. Selim, Prusya Kralından Fransa nezdinde arabuluculuk yapmasını istedi ve 1801 Ekiminde, Osmanlı imparatorluğunun toprak bütünlüğüyle, Yediada Cumhuriyetinin tanınmasını öngören bir antlaşma imzalandı. Bu hükümler 27 Mart 1802 tarihli Amiens barışında onaylandı.

Bonaparte’ın III. Selim’den rica etmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğuyla Fransa 25 Haziran 1802’de Paris’te, iki devlet arasındaki düşmanlıklara son vererek, Kapitülasyonları yeniden uygulamaya koyan bir antlaşma imzaladılar[17]. Bundan böyle de, Rusya ve İngiltere'nin girişimlerine rağmen, Babıâli ile Fransa arasındaki dostluk siyaseti aralıksız olarak sürdürülecektir.

Fransızların Mısır’ı boşaltmalarından sonra, İngiltere İskenderiye'de bulunan askerlerini geri çekmeyip, Memlûkları korumayı deneyerek, ülkenin içişlerine karışmaya başladı.

İşte bu nedenle 111. Selim, Sadrıazam ve Bahriye Nazırını iki yıl süreyle Mısır’da ikamet ettirmek zorunda kaldı. Bu dönemde İngiltere Mısır'da öyle güçlükler çıkardı ki, sonunda, 9 Ocak 1803 tarihinde, İstanbul’da imzalanan bir antlaşmayla Mısır’ın İngilizler tarafından tahliyesi kararlaştırıldı.

Mısır seferinin sonuçlan her yönüyle, Fransa için olduğu kadar, Osmanlı imparatorluğu, İngiltere ve, I. Paul zamanında olduğu gibi, Tilsit ve Erfurt Antlaşmaları boyunca I. Alexandre zamanında da, Osmanlı imparatorluğunu paylaşmak için Fransa'yla anlaşmada tereddüt etmeyecek olan, Rusya için de çok önemli olmuştur.

II-1803-1805 OLAYLARI

Kendisine çok pahalıya mal olan Mısır macerasından sonra Bonaparte, Osmanlı imparatorluğuna yaklaşmayı denedi ve uygun bir hava oluşturarak, Babıâli üzerindeki Rus ihtiraslarını kösteklemek amacıyla General Scbastiani’yi İstanbul'a gönderdi (1801-1802) [18]. 1804’ten sonra da, III. Selim nezdinde ki nüfuzunu artırmak için sıkı bir çalışmaya girdi[19].

Tahta çıkar çıkmaz ele aldığı yenilik hareketleriyle, özellikle Mısır istilası sırasında bozukluğu açıkça ortaya çıkan orduyu düzenlemekle meşgul olan, çoğu kez Rusya, Avusturya, İngiltere, bazen de, Fransa tarafından desteklenip, Eyaletlerde karışıklıklar çıkmasına neden olan ulusal hareketlerden endişelenen, bazı beylerin ayaklanmaları ve, yabancı nüfuzunu hoş karşılamayıp, yöneticilerin kötü önlemlerinden şikâyet eden Yeniçerilerle ve nihayet, Kutsal Kentleri ve Haccı tehdit eden Vahhabî ayaklanmalarıyla yakından ilgilenen III. selim ise, bu dönemde herkese karşı tarafsız bir politika uygulamayı prensip edinerek, bunu, aralarında meydana gelen savaş münasebetiyle, Fransa ve İngiltere’ye resmen bildirdi

(20 Eylül 1803) [20]. Bonaparte bu sıralarda İngiltere’yi istila etme projesini yeniden ele alıp, ciddî olarak konunun üzerinde duruyordu.

Mart 1804’te beklenmedik bir olay, Bonaparte’ın kendisini “İmparator” ilân etmesi olayı, ortaya çıktı. İngiltere ve Rusya bu ünvanı tanımayarak, Üçüncü Koalisyon’un yenilmez gücünü, yani bu zorba Korslu’ya karşı ayaklanıp, uzun süreden beri harekete uğrayan hükümdarların öcünü almaya hazır, tüm Avrupa gücüne (kendilerince Prusya da müttefiklere katılacaktı) güveniyorlardı. Diğer taraftan, İstanbul’daki Elçileri Sir Straton ve Monsieur Italinski vasıtasıyla, 1799’da olduğu gibi, Türkleri de bu ittifaka sokmak için çaba sarf ediyorlardı [21].

Bir taraftan Rusya, başkanları Kara Yorgi (Kara Georges)’nin Sırbistan bağımsızlığını elde etmedikçe silahları elden bırakmayacağına dair yemin etmiş olan Sırplıları ayaklandırdığı, diğer taraftan da, Akdeniz kıyılarındaki ve Adalardaki Hıristiyan halkları isyana teşvik edip, Gürcistan’da operasyonlara giriştiği ve eski Türk-Rus Antlaşmasının sona ermek üzere olduğunu öne sürdüğü için ve Rusya’nın yanısıra İngiltere’nin de ısrarları üzerine, Osmanlı İmparatorluğu 24 Eylül 1805’te dokuz yıl için geçerli olacak olan bir savunma ittifakıyla, bir gizli ittifak antlaşması yapmak zorunda kaldı [22].

Yeni ünvan bir yönden emperyal ihtirasın 1798’den daha korkunç bir şekilde yakında Doğu üzerine yönelmesinden çekinen III. Selim’i endişelendirirken, diğer yönden de muhtemel bir Rus-İngiliz müdahalesini düşündürüyordu.

Zira, Rus ve İngiliz Elçileri, böyle bir ünvanı tanıması halinde, Osmanlı İmparatorluğunun imzalamış olduğu antlaşmalara saygı göstermemiş olacağını öne sürüyorlardı.

İstanbul’daki Fransız Elçisi General Peron yeni ünvanı Babıâli’ye kabul ettirmekle görevlendirilip, Babıâli’nin kararsızlığı karşınında, şayet ünvan tanınmayacak olursa, III. Selim’i ülkesine geri döneceğini söyleyerek tehdit etmeye çalıştı. Babıâli ise, Ünvanı tanımakta gecikmeyeceğini yazılı olarak bildirdi. Fransa'nın Austerlitz zaferini, daha sonra Presbourg Antlaşmasını öğrenip, Rusya’nın yenilip, Prusya’nın hareketsiz bırakıldığını, Avusturya’nın ezildiğini ve Fransa’nın Venezia, Istrie, Dalmaçya ve Napoli Krallığının sahibi, dolayısıyla Balkan Yarımadasında Osmanlı İmparatorluğuyla komşu olduğunu görünce III. Selim, ihtişamlı bir kabul görecek olan, Fevkalâde Elçi Muhib Efendiyi Paris’e göndererek, 5 Haziran 1806 tarihinde I. Napolyon’u imparator olarak tanıdı. Bundan böyle de, biraz ilerde göreceğimiz üzere, Babıâliyle Fransa çok sıkı ilişkiler kuracaklardır.

III-1806-1807 OLAYLARI

A-Osmanlı imparatorluğunun durumu

1806'larda Osmanlı İmparatorluğu, Karadeniz’in doğu kıyılarıyla Kafkasya’ya uzanıp, Ararat Dağı'na varan Küçük Asya’yı, Azak Denizi’nin girişini, Suriye'yi, İranlılarla ilişkilerin daima karışık olduğu İran Körfezi'ne kadar olan Mezopotamyayı; Bedevi çöl kabilelerinin eskisi kadar itaatkâr olmadığı Arabistan ve Kutsal Kentler Mekke ve Medine’yi; Afrika'da, Cezayir, Tunus, Trablusgarp ve, üzerindeki Memlûk hâkimiyetini kıran Mehmet Ali Paşa’nın Babıâli'nin itibarını yeniden sağladığı Mısır’ı; Avrupa’da, sınırları Sava, Karpat geçitleri, Erdel Alpleri ve Karpat sıradağlarıyla çevrilmiş olan Balkan Yarımadısını ve Dniestr’in Karadeniz'e kadar uzanan kısmını içine alıyordu. Bundan başka, Raguza Cumhuriyeti Babıâli'nin, İyonya Adaları (Yediada) Babıâliyle Rusya’nın ortak himayesinde bulunuyordu. Sonuç olarak, Avrupa siyaseti üzerinde önemli bir rol oynayabilecek ve tüm ihtirasları üzerine çekebilecek büyük bir imparatorluğa, dünyanın en geniş imparatorluklarından birine sahipti.

Ancak tam bir çöküş içinde bulunduğu için, büyük devletlerin, Fransa, İngiltere, Rusya ve Avusturya’nın dikkatlerini üzerine çekmiş, ancak bunlardan bir tanesi, Fransa, kendisini bu sallantıdaki durumdan kurtarabilecek bir ümit olarak belirmişti. Gerçekten, İtalya’yı, Almanya’yı fethedip, üç kez Avusturya’yı yenmiş ve geçici olarak Prusya'yı ortadan kaldırmış olan Napolyon, şimdi Rusya’nın karşısında bulunuyordu. Austerlitz’de (2 Aralık 1805), ertesi yıl da lena'da zafere ulaşarak, Rusya’nın öz topraklarına ve ananevi hakimiyet bölgelerine girmek suretiyle, daha da genişlemişti. III. Selim'e çağında bulunarak, kendi ifadesiyle, O'na, İslâmiyetin ebedî düşmanına karşı çıkmak için uygun fırsatı gösteriyordu[23].

1806 ve 1807 yıllan iç olaylar yönünden de çok sıkıntılı geçmişti. III. Selim sadece Balkanlar ve Arabistan'daki ayaklanmalarla, yönetimin yeniden düzenlenmesiyle ve halkın yönetime karşı hoşnutsuzluğuyla değil, özellikle, Yeniçerilerin ayak diretmelerine ve bazı nâzırlarla ulemânın tepkilerine neden olan Nizam-Cedit sistemiyle, Rumeli'de ordunun yeniden düzenlenmesi işiyle uğraşıyordu.

B-Sebastiani’nin İstanbul’daki diplomatik faaliyetleri

Napolyon’un yeni Ünvanının tanımasından sonra Osmanlı imparatorluğu üzerinde meydana gelen Rus ve İngiliz baskıları, Fevkalâde Elçi Muhib Efendi’nin Paris’e gönderilmesi, Fransız Ulm ve Austerlitz zaferleri ve özellikle Napolyon’un bizzat giriştiği diplomatik faaliyetler sonunda Osmanlı siyaseti Fransa’ya doğru yaklaşmaya başladı. Napolyon da, Babıâli’nin açıkça Fransa lehinde olmasını sağlamak için elinden gelen her şeyi yaptı: kendisinin bizzat III. Selim’e yazdığı mektuplar, bu sonuncunun kendisine verdiği cevaplar, Talleyrand’ın Sadrıazama gönderdiği mektuplar ve özellikle Napolyon siyasetinin gerçekleştirilmesini sağlamak için özel olarak seçilmiş olan General Sebastiani’nin 10 Temmuz 1806 tarihinde elçi olarak İstanbul’a yeniden gönderilmesi.

Önemli hediyelerle, ki bunların arasında Napolyon’un portresi de bulunuyor, 9 Ağustos 1806’da İstanbul’a gelen Sebastiani büyük bir kabul gördü ve kendisine müstesna hediyeler, özellikle hasta karısını tedavi etmek için Boğaziçinde bir malikhâne verildi [24]. Napolyon tarafından dikte edilip, diplomatik bir şekil vermek için Talleyrand tarafından gözden geçirilmiş olan talimatı özel bir önem taşımaktadır. Buna göre,

  1. Babıâli’ye itimat ve emniyat telkin etmek gerekir; Fransa sadece bunu güçlendirmeyi arzu ediyor.
  2. Benden, Babıâli ve İran’dan meydana gelecek, Rusya’ya karşı üçlü bir ittifak kurulmalıdır.
  3. Küstahça değil, dostça hareket edip, Babıâli’nin, Rusya ve İngiltere’nin isteklerini size iletmesini sağlayınız.
  4. Hiçbir yerdeki isyancıları desteklemeyeceğim.
  5. Babıâliyle olan ilişkimiz açık-seçik bir şekilde Rusya, İngiltere ve tüm Avrupa tarafından bilinsin.
  6. Rusya’ya itimatsızlık telkin edip, elçilik mensuplarıyla hiçbir samimiyet kurmayınız.
  7. Boğaziçi’ni Ruslar’a kapayıp, tüm limanları kapalı tutunuz. Babıâli'nin Boğdan ve Eflak üzerinde tam bir hakimiyet kurmasını sağlayınız.
  8. İstanbul İmparatorluğunu hiçbir şekilde paylaşmak istemiyorum; bana dörtte üçü verilse bile, istemiyorum. Bu büyük imparatorluğu güçlendirmek ve böylece de Rusya’ya karşı kullanmak istiyorum[25].

Bu talimatta üzerinde durulması gereken konu, eskiden olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğunu artık paylaşmak istemeyen Napolyon’un, O’nu korumak, himayesi altına almak, yavaş yavaş topraklarına katmak, siyasal nüfuzunu geliştirmek için “Ondan yararlanmak” ve Kapitülasyonların kendisine sağladığı eski üstünlüğü korumak istemesidir. Böylece de hem İngiltere, hem de Rusya'ya ikili bir darbe vurmak istemektedir.

Şayet, 20 Temmuz 1806’da Paris'te Fransa'yla Rusya arasında imzalanan ve, Kataro'nun Fransa’ya terki. Yediada’nın bağımsızlığının tanınması, Babıâlinin garantisi altında Raguza’nın bağımsızlığı ve Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğünün garanti edilmesi hükümlerini içeren Oubril Antlaşması Çar tarafından onaylanmış olsaydı [26], Sebastinani’nin talimatı tüm önemini yitirmiş olacaktı. Talleyrand bu antlaşmayı 10 Eylülde Sebastiani'ye şöyle bildirdi: “Rusya, ne Babıâli’nin ve Raguza’nın bağımsızlığını tanımak ve ne de Karadağlıları terk etmek istiyor. Osmanlı İmparatorluğunun güçlenmesini istemediği gibi, daima Orada karışıklık çıkararak, böylece zayıflayacak olan ülkeye ilk fırsatta saldırmak istiyor. O halde kararlı bir şekilde hareket etmek, Boğazı Ruslar’a kapamak ve Rusya’nın tüm olanaklarıyla Türkiye’yi kuşatmasını önlemek gerekir[27]” Rus tehlikesinin yanısıra, Fox’un ölümü üzerine Fransız-İngiliz görüşmeleri dururken, Prusya, Rusya ve İngiltere’yle birlikte Dördüncü Koalisyonu oluşturmuştu. Böylece, siyasî durum yeniden kararıyor ve İstanbul, tüm Avrupa’nın katılacağı savaş meydanlarından biri haline gelecek gibi görünüyordu. Bu nedenle de Sebastiani’nin faaliyetleri çok önem kazanıyordu. Zaten Onun İstanbul’a gelişi ve Sadrıazam ve III. Selim’le olan özel görüşmeleri, Fransız nüfuzuna karşı amansız bir savaş ilân etmiş olan Rus ve İngiliz Elçilerini çileden çıkarmıştı. Bunlar, özellikle, Osmanlı İmparatorluğunun tarafsızlık politikasını terke derek, tamamen Fransa yanında yer almasından endişeleniyorlardı.

Verdiği bir notayla Sebastiani, Rus gemilerininin Boğazlar’dan geçmesini Babıâli’nin başına kalkarak işe başladı (talimat, no. 7) [28]. Bunun Osmanlı tarafsızlık politikasına aykırı olduğunu, Babıâli’nin Dalmaçya’daki Fransız ordusuna Tuna kıyıları ve Eflak-Boğdanı izleyerek Osmanlı topraklarından geçmesini 24 Eylül 1805 tarihli gizli bir ittifak antlaşmasıyla tanımış olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu, bunun geçici olarak askıya alınması için Rusya'dan rica etti. Babıâliyi tamamen Fransa dan ayırmak isteyen Rusya'ysa, bunu şiddetle protesto ederek, antlaşmaya aykırı olduğunu ilân etti.

Bu sırada Rusya’yı son derece sinirlendiren bir başka olay daha meydana geldi: Sebastiani tarafından desteklenen Osmanlı Hükümeti, açıkça Saint-Petersbourg himayesini isteyen Boğdan ve Eflak Voyvodaları Prens Morousi ve Prens Ypsilanti’yi görevlerinden aldığını bildirdi. Diğer taraftan, az çok Rus ajanı olarak bilinen bazı Osmanlı idarecileri de aynı akibete uğradı. Bütün bunları kendisine yöneltilmiş bir tehdit olarak nitelendiren Rusya, İstanbul’daki Elçisi Italinski aracılığıyla Babıâli’ye bir protesto notası verdi. Zaten Osmanlı topraklarına saldırmak için bahane aradığından Rusya böyle bir başarısızlığı kabul edemezdi. Boğdan ve Eflak Onun için Tuna'nın yolu, Balkanların kapısı, İstanbul’la olan anlaşmazlıklarının ve Akdeniz'e doğru açılmasının esas nedeni ve yaklaşık olarak yüzyıldan beri Rus siyasetinin en can alıcı problemi olmuştu. Ingiliz Elçisi Arbuthnot tarafından da desteklenen Italinski, Morousiyle Ypsilanti yerlerine iâde edilmeyecek olursa, ilişkilerini hemen kesip, pasaportlarını isteyeceğini belirtti. Savaşla tehdit edilen ve ülkenin çeşitli yerlerinde meydana gelmiş olan ayaklanmalarla uğraşan Osmanlı Hükümeti ise buna boyun eğerek Morousi ve Ypsilanti’yi görevlerine yeniden atadı. İlk kez başarısızlığa uğrayan Sebastiani ise, Talleyrand’a gönderdiği mektuplarda, Osmanlı siyasetine karşı duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi.

Bir hafta sonra da Napolyon, III. Selim’e lena’da kazandığı zaferi bildirerek, O’nu şöyle cesaretlendirmeye çalıştı: “Kendinize güveniniz. Kader İmparatorluğunuzun devamını vadediyor; O nu kurtarmakla ben görevlendirildim, zaferlerimi hizmetinize sunuyorum. Babıâli’nin artık enerjisini yeniden toparlama zamanı ve Bender, Şokzim ve Dniestr’in tüm kıyılarını ele geçirme günü geldi. Ruslar’ın buralardan askerlerini geri çektiklerini biliyorum. Benim üstüme doğru geliyorlar; Onları arıyor ve üstlerine gidiyorum. Artık sallanmayınız; sizi sadece güçsüz olmakla kandırıyorlar. Eyaletlerinizi kendilerine mal etmeye çalışıyorlar; Osmanlı gücü onların hakkından gelmelidir[29]”.

Fransız lena zaferi, Babıâli’nin tutumunu değiştirmesini sağlayıp, O’nu iyiden iyiye Fransa’ya yaklaştırdı. Bu nedenle III. Selim Napolyon’a şöyle bir mektup gönderdi: “Karşılıklı arzu ve beklentimizin, gönüllerimizde çok mutlu bir biçimde kökleşmiş olan dostluk ağacının kurtarıcı meyvelerini kendiliklerinden günün tepsisini süslemek için getirildikleri artık anlaşılmış bulunmaktadır[30]...”

Diğer taraftan Sebastiani de, Sadrıazam’dan Ağustos ayındaki iyi niyetlerine yeniden dönmesini isteyerek, Rus Generali Michelson’un aniden saldırıp, Boğdan’a girmesinden sonra, Osmanlı Hükümetinin dikkatini Rus tehlikesi üzerine çekmeye çalıştı. Bu arada III. Selim, Napolyon’dan gelen yeni bir mektupla cesaret kazandı: “Rusyayla lig kuran Prusya ortadan kalktı; O’nun ordularını yok edip, kilit noktalarını elime geçirdim. Ordularım Vistül üzerinde olup, Varşova hakimiyetim altına girdi. Prusya ve Rus hakimiyetindeki Polonya ayaklanıp, bağımsızlığını kazanmak için ordusunu hazırlıyor. Senin de toprak bütünlüğünü sağlama zamanın geldi. Kendilerini vatan hâini olarak ilân ettiğin fermanını hiçe sayarak, en haksız zorbalığın yeniden atamaya seni mecbur bıraktığı isyankâr Voyvodaları kov gitsin... Askerlerini Şokzim üzerine gönder; artık Rusya’dan çekinecek bir şeyin kalmadı... Her ne kadar şimdiye dek tedbirli davrandınsa da, Rusya’ya karşı yapacağın daha büyük bir lütuf, seni güçsüz göstermekten başka bir işe yaramayacak ve imparatorluğunu kaybettirecektir[31].” Aynı gün İstanbul'daki Elçisine kendi el yazısıyla gönderdiği mektubunda Napolyon, Elçisinin, Boğdan, Eflak ve Sırbistan Eyaletlerini Babıâli’ye geri vermeyi garantileyecek, gizli bir savunma ve işbirliği antlaşması imzalamaya yetkili olduğunu ve kendisinin, sadece Babıâliyle anlaşmak kaydıyla, Rusya’yla barış yapabileceğini bildiriyordu [32].

Bir taraftan Fransa’nın cesaret verip desteklemesi, diğer taraftan da Rusya’nın Dniestr üzerinden saldırması karşısında Babıâli 23 Aralık 1806'da Rusya’ya resmen savaş ilân etti.

Ancak, diğer bir olay, İngiliz savaş gemilerinin İstanbul önlerine gelmesi, Osmanlı Hükümetinin dikkatini bu tarafa çekti ve Sebastiani’ye eski başarısızlığım unutturarak, nüfuzunu yeniden kurmasını sağladı.

Fransız Elçisinin derhal kovulması gibi bazı istekleri içeren bir ültimatomu reddetmeleri için, Sebastiani gerçekten Osmanlı nazırlarına ve Sultan Selim’e cesaret verdi. İstanbul ve Çanakkale Boğazım savunmaya hazırlanan Osmanlı ordusunun düzenlenmesinde önemli bir rol oynadı, İngiliz'lerin geri püskürtülmelerinden sonra da, Napolyon tarafından gönderilip, bizzat Sultan tarafından merasimle takılan büyük “Legion d’Honneur” nişanıyla mükâfatlandırıldı.

Bu başarısı üzerine Sebastiani, Tuna kıyılarında bulunan Michelson’un ordusuna da, İngilizlerin aldıkları gibi bir ders verdirmeyi denedi. Şubat ayının tatlı heyecanını devam ettirmeye çalıştı. Ancak Eyaletlerin durumu ve Yeniçerilerin Nizam-ı Cedit’e karşı tutumları Osmanlı ordusunun tüm gücünü Rus ordusuna karşı kullanmasını önledi.

Artık kendisine yararsız gibi gelen bu görevden sıkılmış olan Sebastiani, Fransız Büyük-Ordusuna katılıp savaşmak için kendisinin geri çağrılmasını her mektubunda istemeye başladı. Bir kız çocuğu dünyaya getiren karısı bir ay sonra, 15 Mayısta, geçirdiği bir loğsa hummasıyla aniden ölünce, Sebastiani, Talleyrand’dan “kendisini bu korkunç ülkeden kurmasını, fakat derhal kurtarmasını” istedi. Ancak, İstanbul’da kalmaya ve diplomatik görevine devam etmeye mecbur bırakıldı.

IV-DÎPLOMATÎK OPERASYONLAR

A-Türk-Fransız görüşmeleri, Danzig Konferansı

Osmanlılarla Ruslar arasında meydana gelen savaş üzerine, Napolyon Babıâli’ye, ortak düşmana karşı ortak bir hareket teklif ederek [33] Rusya’ya birçok yerden, Kırım, Kafkasya, Karadeniz, Tuna kıyıları ve Eflak ve Boğdan’dan saldırıya geçmek istedi. Bunun için de 25.000 kişilik bir Fransız ordusunun Bosna ve İstanbul’dan geçmesini arzu ediyordu [34].

Müslüman halkı Ruslar’a karşı harekete geçirmek için de, dindaşlarına hitap eden sözde bir Müezzin Osman tarafından kaleme alınmış uydurukça bir el kitabını Türkçe ve Arapça olarak Paris’te yayınlatıp dağıttırdı [35]. El kitabı “Gayretli Müslümanlar, Mekke-i Mükerreme’den Asitâne-i Saadete değin hâb-ı gafletten müteyakkız olun.” diyerek söze başlıyor ve Müslümanları Fransız ordusuna katılmaya ve Osmanlı imparatorluğuna eski şan ve şöhretini kazandırmak için Rusya’ya beraberce saldırmaya... davet ediyordu. Osmanlı topraklarından Fransız ordusunun geçmesi teklifi gibi bu el kitabı da kamu oyunda ve Osmanlı İmparatorluğunda ne yenilik, ne de yabancı etkisi istemeyen Yeniçereleri kışkırttı. Eyalet Paşaları, Fransız ordusunun Osmanlı topraklarından geçmesi teklifi karşısında şiddetle harekete geçtiler. Mustafa Bayraktar çok sinirlendiği için, Fransız Konsolosu Lamarre Ruscuk’u terkedip, Sistovi’de yerleşmesinin kendisi için bir ödev ve bir haysiyet borcu olduğuna inandı. Tırhale Paşası da, Fransızların toprağı üzerinden ilerlemelerine izin verme sorumluluğunu üzerine almak istemedi. Yanya Valisi Ali Paşa ise, bazı Osmanlı nâzırlarını, Rusya ve İngiltere’nin boyunduruğundan kurtulduktan sonra, Fransa’nın muhteris arzularını desteklemekle suçladı[36]. Gerçekten de Osmanlılar, Bonaparte’ın Mısır ve Suriye seferlerini hâlâ unutamamışlar ve İmparator olalıdan beri O’nun ihtiraslarından daha çok çekinmeye başlamışlardı. Hele tam Tilsit barış antlaşması sırasında Tuna’nın iç kısmında 25.000 Fransız askerinin bulunması yeni bir seferin işareti değil miydi?

Diğer taraftan, Napolyon gibi Sebastiani de, Babıâliyi Fransa'dan yardım istemeye zorlamak ve böylece de Fransız askerlerinin Osmanlı topraklarından geçmelerini sağlamak amacıyla, Yeniçeriler arasında kargaşalık çıkararak, kötü bir siyaset uyguladı. Gizlice Yeniçeri Ağalarıyla görüşüp, onlara hediyeler ve cömertçe paralar dağıtıp, şöyle telkinde bulundu: “Hükümetinizin Nizam-ı Cediti kurmaktaki esas amacı Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırıp, Onlar için harcadığı parayı kendisine saklamaktır. imparatorumuz durumdan haberdar olup, bundan şikâyetçidir. Eski sistemin ortadan kaldırılmasını istemiyor. Ordumuz hâlen Osmanlı sınırına çok yakın bir yerde beklemekte olup, gerekirse, size yardım etmek için İstanbul’a gelecektir[ 37]”. Diğer yönden de, Yeniçeri Ağası Pehlivan Ağayı, İngilizlerin İstanbul’a Osmanlı Hükümetinin daveti üzerine geldiklerine inandırmayı başardı.

Bu olaylarda görüldüğü üzere, Fransız siyasetinde meydana gelen bu değişiklik kanımızca, Osmanlı İmparatorluğunun ilk darbede yıkılacak, böylece de kolaylıkla Fransa’nın düşmanlan olan Rusya ve İngiltere’nin eline geçecek bir devlet gibi görülüp, şayet Fransa çabuk hareket etmeyecek olursa, bundan nasibini alamayacakmış gibi nitelendirilmesinden ileri gelmektedir. Çünkü Fransız ordusu, Osmanlı topraklarından geçmeksizin,

Rusya’ya rahatça saldırabilirdi. Ayrıca, ne Napolyon, ne de Sebastiani ve Talleyrand, hem Rusya’yla yaptığı savaşta, hem de İngilizlerin Boğazlar ve Mısır’a yaptıkları saldırılarda Osmanlı İmparatorluğunun o kadar enerji gösterebileceğine inanmamışlardı [38].

İşte bu kararsız siyaset döneminde Vahid Paşa (Seyyid Mehmed Emin Vahid Paşa veya Efendi) diplomatik faaliyetlerine başladı. Napolyon Onu kabul eder etmez, sert bir şekilde çıkıştı; Türklerin en iyi dostu olduğunu; Onlara kesin ve kalıcı bir toprak bütünlüğünü garanti ettiğini söyleyerek, Onları Polonya'nın kaderine benzemekten kurtaracağını, Ruslar’ın Yaş Antlaşmasında zorla kabul ettirdikleri üzüntü verici maddeleri yırtacağını; Kırım’ı, İranlılara da vadedilmiş olan Gürcistan’ı [39]ve Sultanlar Kızı Karadenizi kendilerine geri vereceğini vadetti. Ancak Onların da bu ayaklanma için çalışmaları, bunu hak etmeleri, İranlılar ve Kafkasyalılarla işbirliği yapmaları, Erzurum Paşası’nın Şah’ın oğlu Abbas Mirza ile bağlantı kurması, Türk filosunun, Bozcaada’da, Ruslar tarafından ipnotize edilmiş gibi, hareketsiz beklemek yerine, Karadeniz’e girip, Kırım’a asker çıkarması; artık Sadrıazam’ın Tuna’yı aşıp, Fransızların kendisine randevu verdikleri Dniestr’e doğru Eflak ve Boğdan’ı geçmesi ve durum çok nazik olduğu için, artık Türkiye’nin uyanması gerekecektir! Böylece de eski şan ve şöhretini yeniden bulacak, yoksa, kaderin kadrine uğrayacaktır.

Bundan sonra, Vahid Efendi de Osmanlı Hükümetinin iyi niyetlerini bildirince, görüşmelere geçildi. Osmanlı Elçisi, eski İstanbul elçilik Sekreteri Monsieur Roux refakatindeki ecuyer Caulaincourt’la görüştürüldü. Napolyon, Caulaincourt’u kendisi adına Osmanlı Elçisine aşağıdaki hükümler çerçevesinde bir antlaşma imzalamakla görevlendirdi: Her iki tarafın da yapacağı antlaşma, bir işbirliği ve savunma antlaşması olacak; Babıâli ve Fransa önceden görüşmeksizin hiçbir surette Rusya’yla barış yapamayacaklar; Fransa, Osmanlı İmparatorluğuna, Osmanlı ordularının bizzat ele geçirmeleri kaydıyla, Kırım’ın Eflak ve Boğdan’ın kendisinde kalmasını ve toprak bütünlüğünü garanti edecektir.

Daha önce de Sebastiani, Talleyrand’a 9 Şubat 1807’de gönderdiği şifreli bir mektupta, Osmanlı Hükümetinin niyetleri ve Vahid Paşa’nın talimatı hakkında kendisine yanlış bilgi vermişti: “Osmanlı Hükümeti merasimli bir antlaşmayla Fransa’yla ittifak yapmak istiyor; Elçisi Vahid Efendi’nin bir saldırı ve savunma antlaşması yapmak için gerekli yetkileri var; hattâ Fransız askerlerinin herhangi bir Türk toprağından geçmesini antlaşma hükümlerine koymaya bile yetkili"[40]. Ancak, belirtmek gerekir ki, Osmanlı Elçisi, sadece Rusya'ya karşı üç yıllığına bir savunma antlaşması yapmakla görevli olup, Fransız ordusunun Osmanlı topraklarından geçmesi konusunu antlaşma hükümlerine koymaya yetkili değildi.

Sadece Rusya’ya karşı değil, aynı zamanda İngiltere'ye karşı da bir saldırı ve savunma ittifakını görüşmeyi temel alan Fransız teklifleri 28 Mayısta Osmanlı Elçisine sunuldu. Elçinin böyle bir antlaşma imzalama yetkisi olmadığını bildirmesi üzerine görüşmelere son verildi.

Yine “soğuk teklifler’’ yapılması üzerine, Talleyrand’la yapılan ikinci görüşmeler de tatmin edici sonuç vermedi ve Osmanlı Elçisi boşu boşuna bekletildi, hattâ tamamen terkedildi. Tilsit görüşmeleri arifesinde yazmış olduğu mektuplara bile cevap verilmedi. Bu nedenle de, Napolyon dan kabul görüp, kendisine seni sultan, IV. Mustafa’nın mektubunu takdim edebilmek gayesiyle Paris’e gitti.

Kanımızca. Osmanlı isteklerini yakından bilmesine ve Babıâli’ye verdiği sözleri hatırlamasına rağmen. Napolyon, hem Finkenstein’da İran Elçisine imzalattığı gibi, kendi çıkarları doğrultusunda bir antlaşmayı Osmanlı Elçisine imzalattıramadığı için, hem de Tilsit Antlaşmasında ileriki projelerini gerçekleştirmek için önceden elini kolunu bağlamamak gayesiyle. Osmanlı Elçisiyle olan ilişkilerini ağıra almıştır.

B- Napolyon ve Sebastiani'nin gözüyle İstanbul ayaklanması

Daha ayaklanma meydana gelmeden. Sebastiani. Nizam-ı Cedit in Yeniçeri Ocağını ortadan kaldırmak için kurulduğuna ve Dalmaçya’daki Fransız ordusuyla Napolyon’un kendilerine yardım etmeye hazır olduğuna Yeniçeri Ağalarım inandırmak için gizlice kendileriyle görüştü41. Napolyon neden Yeniçeriler arasına anlaşmazlık sokmak istiyordu? Kendi başına düşmanlarının hakkından gelebilecek kapasitede bir Osmanlı ordusu görmek istemiyor muydu? Yoksa böyle bir ordunun meydana gelmesini gönülden isteyen Sultan Selim’e dostluğunu ilân ettiği zaman samimi değil miydi? Veya, ordusunu Osmanlı topraklarına sokabilmek için bu sadece bir bahene miydi? Bu soruları tam anlamıyla aydınlatabilecek belgelere henüz sahip değiliz. Ancak bunlardan biri veya diğeri Napolyon siyasetinin amacı olabilir.

Hattâ kendisi bile, İstanbul ihtilâli veya ayaklanmasının gerçek nedenlerini herkesten saklayarak, şöyle bir dil kullanıyordu:

“Varşova gazetelerinde şu haberi yayımlatınız: İstanbul'da bir ihtilâl oldu. Sultan Selim ve önemli kişilerden oniki tanesi Yeniçeriler tarafından boğazlandı. Tahta Sultan Mustafa geçirildi. Bu halk ayaklanmasının gerçek nedeni Sırplılar’ın güçlenmeleri ve Yeniçerilerin şikâyet edip durdukları Hükümetin gevşek davranmasıdır. Yeniçeriler Nazırlarını Sırplar ve Ruslarla anlaşmış olmakla suçluyorlar. Yeni Sultan, eski toprakları geri alınmayıp, Kırım yeniden fethedilmekçe Rusya’yla hiçbir surette barış yapmayacağını ilân etti.

Sadrıazam’ın ordusu Tuna’yı geçerek, i Haziranda Silistre’ye gitti ve Eflak yeniden fethedildi. Ruslar’ın işi çok kötü gidiyor. Sadrıazam’ın ordusu çok güçlü ve hareketli görünüyor.

Gazeteci, bu haberlerin resmî ve kesin olduklarını söyleyebilir[42]”.

Bunlar. İstanbul ayaklanmasının gerçek nedenleri değildir. Kanımızca, ayaklanmanın İstanbul'daki Fransız nüfuzuna karşı yönelmesinden Napolyon çekinmiştir. Zira, İH. Selim'in yeniliklerine karşı çıkan Yeniçeriler. Batı fikirlerinin ülkeye görmesini istemiyorlar ve şikâyetlerini ülke sever duygularla ifade etmekten geri kalmıyorlardı. Fransız nüfuzuyla yeni fikirlerin kök salacağına inanıyorlardı; Fransızlar’a gösterdiği ilgiyi Sultan’ın başına kalkıyorlar ve Napolyon’a isnad ettikleri ihtiraslara karşı da kamu oyunu şöyle harekete geçiriyorlardı: Bu adam daha önce de Osmanlı İmparatorluğundan Mısır ve Suriye'yi almayı denemiş ve sadece Akkâ’daki samimî Müslümanlar tarafından durdurulmuştu. Şimdi de imparatorluğu bir başka yerden tehdit ediyor; Dalmaçya’da General Marmont komutasında birçok askeri var; Sırbistan ve Eflak’a girmeye çalışıyor; Sırpları isyana teşvik eden de o olmalıdır; Suhan’ın isteği üzerine İstanbul’a 600 topçu gönderiyor; daha şimdiden Babıâli keferenin eline geçmiştir...

Diğer taraftan, olayların Fransız nüfuzunu olumsuz yönde etkileyeceğini düşünen Sebastiani, 1 Haziran 1807’de yazdığı bir mektupta bunu şöyle dile getirdi; "Mustafa öncekiler kadar parlak değil; imparatorluğunun sonunu getirecek. Osmanlı hanedanının son halkası olan Mahmutsa, son derece saralı. Doğal olarak hanedan kaybolup gidecek[43].

O halde, Fransızlara göre Osmanlı imparatorluğu batışının arifesinde bulunuyor ve kendiliğinden çözüleceğe benziyordu. Fakat, birçok kez iddia ettiği gibi, bu imparatorluğun toparlanmasına yardım edecek yerde Napolyon, “Projets de partage de l'Empire ottoman, 1807-1812” (Osmanlı imparatorluğunu paylaşma projeleri, 1807-1812) başlığıyla ele aldığımız diğer bir makalede[44] görüleceği üzere, Tilsit’te I. Alexandre'la yapacağı emperyal görüşmelerinde Ondan hissesini almaya çalışacaktır.

KAYNAKLAR

I - Arşivler:

Başbakanlık Arşivleri-İstanbul, bunlardan, Cevdet Tasnifi (Hariciye Vesikaları), Hatt-ı Humayun Tasnifi, Îbnü’l-Emin Tasnifi, Nâme Defterleri, Mühimine Defterleri...

İstanbul Topkapı Sarayı Arşivleri, bunlardan, Siyasî Vesikalar, Enderun Hazine Defterleri...

Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, bunlardan, Turquie, Correspondance politique (no. 213-224, 1806-1809), Supplement (no. 24, 1806-1810); Memoires et Documents de PELISSIER E. (no. 63-64, 1792-1814) ve Russie, Correspondance politique (no. 144-149, 1806-1809); Perse, Corres- pondance politique (cilt. 9-11, 1806, 1807); Memoires et Documents (no. 7. 1806-1808).

Paris Millî Arşivleri (no. AF. IV, Ad. XV, 54).

II- Basılmış eserler:

Correspondance de Napoleon ıer, III. Napolyon’un emriyle yayımlanmıştır. Paris, 1858-1869, 28 cilt, tamamlayıcı nitelikte yayımlanan:

- Des Oeuvres de Napoleon â Saint-Helene, cilt 29-32, Paris, 1870, bu da eksik olduğundan tamamlayıcı olarak çıkanlar:

BROTONNE de Leonce, Lettres inedites de Napoleon ıer, Paris, 1898 ve -Dernieres lettres inedites de Napoleon, Paris, 1903, 2 cilt.

LECETRE Leon Lettres inedites de Napoleon ıer, Paris 1897, 2 cilt. PlCARD Ernest ve TUETEY Louis, Correspondance inedite de Napoleon ıer, Harp Arşivlerindeki, Paris, 1912-1925, 5 cilt, ikinci yazardan:

Napoleon ıw, preceptes et jugement, Paris, 1913.

Salnâme-i Nezaret-i Hariciye, Dersaadet, 1302.

NORADOUNGHÎAN Gabriel Efendi, Recueil d’ectes internationaux de l’Empire ottoman, Paris, Leipzig, 1897-1903, 2. cildi.

TESTA le Baron de, Recueil de traties de la porte ottomane avec les puissances etrangeres, Paris, 1865, 1. cildi.

AHMET CEVDET Paşa, Tarih-i Cevdet, tertib-i cedit, Dersaadet, 1309, 8. cildi.

DRIAULT Edouard, La question d'Orient depuis ses origines jusqu’â nosjours, Paris, 1914, aynı yazardan:

- La politique orientale de Napoleon, Sebastiani et Gardan, 1806-1808, Paris, 1904.

-CLERCQA. da, Traites de la France depuis 1713 jusqu’â nosjours, Paris, 1864.

TULARD jean, Napoleon ou le mythe du Sauveur, Paris, 1977.

SAVANT jean, Napoleon, Paris, 1974.

TL'RC Nicolas, Chroniques d’Egypte, Paris, 1950.

K.ARAL Enver Ziya, Fransa, Mısır, Osmanlı imparatorluğu (17971802), İstanbul, 1938, aynı yazardan:

-Halet Efendi’nin Paris Büyük Elçiliği (1802-1806), İstanbul, 1940.

MOURAVİEF B., L’alliance russo-turque au milieu des guerres napo- leoniennes, Paris, 1954.

SAÜL N., Russia and the mediterranean, 1797-1807, Londra, 1970.

VAHİD Paşa, Vahid Paşa’nın Fransa Sefaretnâmesi, 1806-1807, Vahid Paşa Kütüphanesi, no. 830, El yazması, Kütahya.

Fransız Resmî Le Moniteur Gazetesi, 1798-1807 tarihleri arası, Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivlerinde saklanmaktadır.

Dipnotlar

  1. 1 Bu incelememiz, "Rapports diplomatiques ottomano-français, 1798-1807" adıyla Fransızca olarak kaleme aldığımız ve Belleten’in bu sayısında yayınlanan araştırmanın Türkçesi olup, dil yönünden de yararlı olması amacıyla, mümkün olduğunca, Fransızca metnine bağlı kalarak hazırlanmıştır.
  2. 2 Venediklilerle İstanbul Elçisi Jean de la Haye-Ventelet arasında yapılan gizli bir haberleşmenin içeriğini ve Fransızların Venediklilere sağladıktan yardımı öğrenen Sadrıazam Mehmet Köprülü, daha sonra Fransa'ya geri gönderilecek olan, Fransız Elçisini hapse attırdı (1659-1660): BUPARC Picrre, Recucil des instruetions donnees aux Ambassadeurs ct Ministres dc France en Turquic..., Paris, 1969, İnstruetions de Vcnise, II â V, Cherucl et instruetion, I â II, Darricau.
  3. 3 Kendi ifadesiyle Rusya ve Avusturya'nın dostluk bağlarını güçlendirmeye çalıştığı bir dönemde Babıâli’nin hizmetine girmek ve Osmanlı ordusunu düzenleyerek Fransa’ya büyük bir yarar sağlamak amacıyla Bonaparte, 1795 yılında bazı subaylarla birlikte İstanbul’a gitmek istedi. Ancak isteği reddedilerek İtalya ordu komutanlığına atandı: VAHİD Paşa (Seyyid Mehmed Emin Vahid Efendi veya Paşa). Vahid Paşa’nın Fransa Seferatnâmesi (kendi adım taşıyan Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesine yazarın bizzat hediye ettiği el yazması, no. 830), s.57; KARAL Enver Ziya, Fransa, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul, 1938, s. 35-36; BRUNEAU Andre, Tradition et la politique de la France au Levant, Paris, 1932, s. 90.
  4. 4 TESTA 1c Baron de, Rccueil des traites de la Porte otloman avcc les puissanscs etranğres, Paris, 1865, e. 1, s. 516.
  5. 5 Kanımızca Talleyrand'ın Direkluar’a sunduğu resmî raporu gözden geçirmek ilgi çekici olacaktır. Buna göre, şayet Osmanlı İmparatorluğunun durumunu bilen kimselerin tahminleri doğru çıkacak olursa, Osmanlı İmparatorluğunun enkazı içinden en güzel yerleri, ilk etapta da Mısır, Adalar, Girit ve Limni’yi, seçebilmek için Fransa Cumhuriyetinin gerekli önlemleri almasının zorunlu olduğu belirtilirken, doğanın kendisine komşu olarak sunduğu Mısır ve Hindistan'ın Fransa'ya sadece sayısız ticari çıkarlar sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda batı Hindistan'daki kolonilerinin de yerlerini doldurabileceği; Girit ve Limni Adalarının Fransa'yı Adalar Denizi ve Boğazlar’m hâkimi yapacağı; bunun da malta Adasını fethetmekle mümkün olacağı; Mısır'ın zaten eskiden Roma Cumhuriyetinin bir eyaleti olduğu; bu nedenle de Fransa Cumhuriyetinin bir eyaleti olması gerektiği; Romalıların Mısırı bilim ve sanatta ün yapmış krallardan alıp, Fransızların da Onu, şimdiye kadar eşi, benzeri görülmemiş barbarların Türklerini tahakkümünden kurtaracağı... belirtiliyordu: I.ACOUR-GAYETG., Talleyrand, Paris, 1928, s. 306, 308; KARAL Enver Ziya., a.g.e., s. 37-38.
  6. 6 SAVANT Jean, Napoleon, Paris, 1974, s. 79.
  7. 7 PRENTOL'T Henri. Histoire d’Angleterre depuis les origines jusqu’en 1919, Paris, 1935. s- 214
  8. 8 DRIAULT Edouard, La politiqueoricntalede Napoleon, Sebastiani et Gardenc, 1806¬1808, Paris, 1904. s. 23.
  9. 9 Daha sonra Bonaparte aynı bahaneyle kendisini savunacaktır: “Ya sen, inananların güneşi, sen de mi benim dostum değildin? Her ne kadar Direktuar’a plânı verenin ben olduğum sana söylenmişse de. talihsizliğin kucağındaki bana Mısır seferini başa kakmayacak kadar âlicenap olduğuna inanıyorum; Eyaletlerini ele geçirdiğim vakit, hedefimin sen olmadığını bilecek kadar yüksek anlayış sahibi olduğunu düşünmüştüm. Kararlaştırılan hedefe ulaşmak için tüm vasılların geçerli olduğu genellikle söylenirse de, amacım, denizlerin bu mağrur hâkimini, en azından, İmparatorluğunun yarısını bana bırakmaya zorlamaktı. Bu hedefe ulaşmak için de, erkek kardeşimin başına ispanya tacını giydirdim ve uğursuz Rus savaşım yaptım...”: Lettre de Napoleon Bounaparte au Grand Türe, 1814 Elbe Adası tarihli, COLAU Pierre imzalı, Paris, s. 3-4, Paris Millî Kütüphanesi, Departement Central bölümü.
  10. 10 SAVANT Jean. a.g.e., s. 78; TULARD Jean, Napoleon ou Ic mythe du Sauveur, Paris, 1977- 95
  11.  SAVANT Jean. ö.c., s. 82, 85.
  12. 12 Fransa'nın Mısır’a saldırısı hakkındaki fermanlar için bkz: Başbakanlık Arşivleri- İstanbul, Cevdet Tasnifi, Hariciye Vesikaları, 1798, no. 241-245.
  13. 13 AHMED RAŞİD, Tarih-i Osmanî, Dersaadet, 1327, e 11, s. 396.
  14. 14 Uzun bir süre sonra kendisine sözü edilince, hiç sıkılmadan şöyle itiraf edecektir: “C'est vrai. j’en fit fusiller â peu presdeux mille... (Doğrudur, onlardan yaklaşık olarak iki bin kadarını öldürttüm...) SAVANT Jean, a.g.e, 87-91; TUI.ARD Jean, a.g.e., s. 98.
  15. 15 Yaralanmış olan askerlerinin taşınmasından kurtulmak isteyen Bonaparte, M ısır ordusu Doktoru Profesör Desgenettes’e onları zehirlettirmiştir: AHMED RAŞÎD, a.g.e., s. 397; SAVANT jean, a.g.e., s. 91, 129.
  16. 16 VAHİD Paşa, a.g.e., s.58; SAVANT jean, a.g.e.,s. 91 ve GROUSSET Pascal, Le coup d’F.tat de Brumaire en VIII, Paris, 1869. Bu sonuncu yazar Bonaparte’ın kaçışını şöyle özetlemiştir: “Böylece, partiyi kaybettiğini görür görmez Bonaparte, çılgınca bir hevesi tatmin etmek için Mısır’a kadar getirdiği bu orduyu pervasızca terketti. İflas etmiş birine benzeyen Bonaperte, deliliğinin sonuçlarını hafifletmek ve Fransa’da felaketlerimizin yayılmasına mani olmak için firar etti. Ordudaki öfke ve şaşkınlık ayyuka çıkmıştı...”
  17. 17 NORADOUNGHÎAN Gabricl Efendi, Recucil d’actes intornatonaux de l’Empire ottoman, Paris, Leipzig, 1897-1903, e. II s. 47-89; TESTA le Baron de, a.g.e., s. 146-148.
  18. 18 Bu, Sebastiani'nin İstanbul’daki ilk elçiliğidir. Biraz ilerde, daha önemli olan İkincisini inceleyeceğiz.
  19. 19 Bonapartc'la III. Selim ve bunların maslahatgüzarları arasında gelip giden mektuplar: TESTA le Baron de, a.g.e., s. 68, 254-256, 269, 341-342, 350.
  20. 20 NORADOUNGHİAN Gabriel Efendi, a.g.e., c. II s. 69-70.
  21.  AHMET CEVDET Paşa, Tarih-i Cevdet, tertib-i cedit, Dersaadet, 1309, c. VII, s. 2-3.
  22. 22 NORADOUNGHtAN Gabriel Efendi, a.g.e., c. II, s.) 70-74 ve AHMET CEVDET' Paşa, ö.e.,c. VIII, s. 31-32. Fransa'nın kötü tutumunu sıralayan bu sonuncu yazar, s. 32-33, Rus temsilcilerinin, Babıâlinin söz konusu antlaşmayı imzalamasını sağlamak için, Bonaparte'ın şu sözünü öne sürdüklerini nakleder: “Bu isim (Amiral Nelson), Akkâ’yı alarak Paris’e İstanbul yoluyla gelmeme mani oldu. Bununla birlikte ben İstanbul’a Paris yoluyla da gelebilirim." Ancak, konuyla ilgili olarak Napolyon’un Muhaberâtında (Correspondance de Napoleon Ier, III. Napolyon’un emriyle yayımlanmıştır, Paris, 1858-1869, 28 cilt -t-4 cilt) hiçbir belge bulamadık.
  23. 23 Correspondance dc Napoleon ıer, a.g.e., ı Aralık 1806, no. 13138.
  24. 24 Fransız Elçisinin tcşrifath kabulü için bk. Başbakanlık Arşivleri-tstanbul, Cevdet Tasnifi, Hariciye Vesikalar, 1806, no. 358.
  25. 25 Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, Corrcspondance de Turquie, 20 Haziran 1806, Supplement no. 24. Talleyrand’ın gözden geçirerek kaleme alma tarihi 21 Hazirandır.
  26. 26 Osmanlı Elçisi Muhib Efendinin Paris'ten gönderdiği rapor: Başbakanlık Arşivleri- Istanbul, Halt-ı Hümayun Tasnifi, 1806, no. 5946 ve Sebastiani'nin Sadrıazama sunduğu rapor: Aynı Arşivler, 18 Ağustos 1806, no. 5743.
  27. 27 Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, Corrcspondance de Turquie, Talleyrand’ın Sebastiani'ye gönderdiği mektup, 10 Eylül 1806, supplement, no. 24.
  28. 28 Fransız Elçisi Sebastiani'nin Babıâli’ye verdiği nota, ı6 Eylül 1806: TESTA le Baron dc, a.g.e, s. 279-281.
  29. 29 Correspondance de Napolcon ıer, Berlin, II Kasım 1806, c. XIII, s. 638-639.
  30. 30 30 Kasım 1806 tarihli mektup: TESTA le Baron de, a.g.e., s. 282-284.
  31.  Correspondance de Napolcon ıer, 1 Aralık 1806, Posen (belgenin aslı Fransa İmparatorluk Arşivlerinde bulunmaktadır), a.g.e., c. XIV, s. 5-6.
  32. 32 TESTA 1e Baron de, a.g.e., c. II, s. 284-285.
  33. 33 TUI.ARD jean. a.g.e., s. 193.
  34. 34 Napolyon'un Fransız Dışişleri Bakanına gönderdiği mektup, Osterode, 11 Mart 1807 (Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, belgenin aslı Fransa imparatorluk Arşivlerindedir). Correspondance de Napoleon ıer, e. XIV. no. 11896.
  35. 35 AHMET CEVDET Paşa, a.g.e.. c. VIII. s. 137-138.
  36. AHMET CEVDET Paşa, ö. e., s. 58, 152, 221.
  37. 37 AHMET CEVDET Paşa, ö. e., s. 58, 152, 221.
  38. 38 Napolyon’un III. Selim'e yazdığı mektup. Finkenstein, 3 Nisan 1807, Correspondancc de Napoleon ıer, a.g.e, c. XV, no. 12227, s. 17-18 ve 7 Nisan 1807, no. 12324, s. 52-53.
  39. 39 Fransız-İran ilişkileri için bk. Paris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri, Correspondance de Perse, 1807 ve özellikle, Correspondance de Napoleon ıer, a.g.e.,c. XIV, no. 11532, 11734...; e. XV, no. 12278...
  40. 40 TESTA le Baron de, a.g.e., s. 296-297.
  41.  AHMET CEVDET Paşa, a.g.e., s. 236-237.
  42. 42 Napolyon'un General Lemarois’ya yazdığı mektup, Tilsil, 24 Haziran 1807. Correspon- dancede Napoleon ıer (belgenin orijinali Fransa İmparatorluk Arşivlerinde bulunmaktadır), e. XV. no. 12819.
  43. 43 Paris Ulusal Arşivleri, AF. IV. 1688, dosya 5.
  44. 44 Adı geçen makale, Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı 3’te Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanmak üzeredir.