Modern astronomi biliminin doğuşunda, Orta Çağ Müslüman astro-nomlarının katkısı olduğu, bilim tarihçileri tarafından genellikle kabul edilmektedir. Ancak, Müslümanların astronomi ilmine yapmış oldukları katkıların Avrupa'ya intikal etmesiyle ve orada, Kopernik, Tycho Brahe, Galile, Kepler, Descartes ve Newton gibi büyük ilim adamlarının çalış-malarıyla yavaş yavaş gelişen ve Batlamyus-Aristoteles astronomi anlayışı-nın yerini alan yeni astronomi ile Müslümanların temasları şimdiye kadar ele alınmamış ve bu temasların nasıl ve ne şekilde başladığı yeteri kadar araştırılmamıştır. Bu temas nasıl sürdürülmüştür ve Müslüman astronom-ların yeni astronomi karşısındaki tavırları ne olmuştur? Avrupa'da büyük polemiklere sebep olan Kopernik'in helyosantrik sistemi, İslam dünyasın-da nasıl karşılanmıştır? Bu yeni astronomi biliminin transfer şekli ve sevi-yesi ne olmuştur? Ayrıca, Müslümanlar bu yeni Batı astronomisini ilk iki asır boyunca nasıl ve ne şekilde transfer etmişlerdir? VII. ve VIII. asırlar-da İslamiyet'in zuhurundan sonra, Grek ve Hint astronomisi karşısında takınılan tavırlar ile XVII. asırda başlayan bu yeni karşılaşmadaki tavır, tutum farkları nedir? Bu soruların çoğu hâra cevap bekleyen ve üzerinde araştırma yapıl-ması gereken konulardır. Tespit edilebildiği kadarı ile bu yeni astronomi biliminin İslam dünyasına girişini ele alan geniş çaplı herhangi bir çalış-ma mevcut değildir. Ancak Osmanlı Bilim Tarihi çerçevesinde Adnan Adıvar'ın Osmanlı Tiirklerinde Ilim [1] adlı eserinde konuya çok kısa atıfiar yapılmış ve bu konu, "Osmanlı Devleti'ne 19. Yüzyılda Bilimin Girişi ve Bilim-Din ilişkisi Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi" adlı çalış-mamızda Din-Bilim ilişkisi açısından ele alınmıştır[2]. Bu yeni araştır-mamızda yukarıdaki soruların hepsine cevap vermek iddiası yoktur. Amaç, konu ile ilgili orijinal kaynaklar üzerinde yıllardan beri sürdürülen araştır-maların ilk neticelerini ortaya koyarak bu suallerin bazılarına cevap ara-mak, yukarıda ileri sürülen sorulara yenilerini eklemek ve meslektaşlarımı-zın dikkatini bu sahaya çekmektir.
Bu çalışmamızda, Osmanlı dönemi astronomi literatürünün bilinen eserlerinin, önceleri ele alanlardan daha detaylı bir şekilde incelenmesine ve kritik bir değerlendirmeye tabi tutulmasına gayret edilmiştir. Diğer ta-raftan, Osmanlı bilim literatürünü tarama çalışmaları sırasında astronomi ve kozmografi konusunda daha önce bilinmeyen yeni eserler tespit edilmiş ve bunlar yine yukarıda belirtilen şekilde incelenmiştir. Ayrıca, bu eserler-den ulaşabildiğimiz bazılarının Avrupa dillerindeki orijinalleri incelenmiş-tir. Bütün bunlar, yeni bulguların ortaya çıkmasına yol açtığı gibi, Os-manlı döneminde bilim faaliyetlerinin daha iyi anlaşılması ve Osmanlıla-rın Batı bilimi ile olan temaslarının daha doğru biçimde tespit edilmesine yardımcı olmuştur.
Osmanlıların modern astronomi konsept ve teorileri ile ilk temasları, tespit edebildiğimiz kadarı ile 166o'll yıllarda Fransız astronomu Dur-ret'nin zicinin tercümesiyle olmuştur. XVII. ve XVIII. asırlarda Batı coğ-rafya literatürünün Osmanlıca'ya tercüme edilmesiyle devam eden bu te-maslar, XVIII. asrın ikinci yarısında yine Fransız ziclerinin tercümesiyle devam etmiştir. Teknik planda ve dar çevrelerin ilgi alanı için yapılmış olan bu çalışmaların dışında Müteferrika, Kâtib Çelebi'nin Cihannümâ (baskı tarihi: 1732) adlı eserine yaptığı ek ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Mârifetnâme (yazılı§ tarihi: 1757) adlı eseri ile modern astronominin yeni kaynaklarını geniş okuyucu kitlelerine mal etmeye başlamışlardır. 1830'la-ra gelindiği zaman, Mühendishane'nin eğitim programını modemleştirme çalışmaları neticesinde yeni astronomi kavram ve bilgileri oldukça detaylı bir şekilde Osmanlı eğitim sistemine Başhoca İshak Efendi'nin katkılarıyla girmiş bulunmaktadır.
Daha sonra, XIX. asrın ortasında, eski astronominin yerini alan yeni astronomiye dayalı kozmolojik anlayışın islamla olan uyumu ortaya kona-rak, XVIII. yüzyılda ileri sürülen bazı tereddütlerin kaybolduğu ve uyu-mun sağlandığı görülmektedir.
Araştırmamız, kronolojik sıraya göre ilk temastan başlayarak XIX. as-rın ortasına kadar İslam dünyasının, ikisi Osmanlı dünyasının içinde yer alan İstanbul, Kahire ve Bakü gibi üç kültür merkezinde kaleme alınan yazma ve basma halindeki astronomi ve coğrafya literatürünün analizine dayalı olarak sunulacaktır.
İlk Temas: Zigetvarlı Tezkireci Köse İbrâhim ve Secencel el-Eflâk
Türk bilim tarihinin kaynakları taranırken dikkatlerden kaçmış ve hakkında fazla bilgi bulunmayan bir eser de, aslında Zigetvar'll olup is-tanburda yerleşen Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin [3] 1660-1664 yılları civarında Secencel el-Ejkik jT Gâyet el-İdrâk (Fekklerin Aynası ve İdrâkin Gaye-si) adıyla çevirdiği, Fransız astronomu Noel Durret'nin (ölm. 165o'ye doğ-ru) [4] zicinin tercümesidir. Bu kitap, Osmanlı bilim literatüründe Kopemik sistemini ele alan ilk eserdir ve bu sistemi tasvir eden ilk diyagramı kapsa-maktadır (Blcz. Resim 1).
Tezkireci Köse İbrahim, eserin mukaddimesinde anlattığına göre, bu eserin aslını getirtip, Arapça'ya tercüme etmiş, bu tercümeyi zamanın başmüneccimi Müneccimek Şekibi Mehmed Çelebi (ölm. ıo78/1667)'ye göstermiştir. Müneccimek önce, "Frenklerin bu kabil fodulluğu çoktur" deyip esere değer vermemiş, fakat Tezkireci Köse takvim istihrac edip Uluğ Bey Zici ile mutabık düştüğünü görünce, eseri beğenip bir nüsha is-tinsah etmiş, mütercime ihsanda bulunmuştur. Sonra, 1663 yılında Köprülü Fazıl Ahmed Paşa Uyvar Seferi'ne çıkınca sefere Tezkireci Köse de katılmış, ordu Belgrad kışlağında kaldığı sırada Kadıasker ÜnsI Efendi (ölm. ıo75/1664)'nin teşvikiyle bu eser üzerinde yeniden çalışıp, Paris me-ridyeni üzerine altmışlı sistemle telif edilen zicin bütün evsâtını (gezegenle-rin ortalama hareketleri) yeniden gözden geçirerek ve cetvelleri kısaltarak burçlara (ebrâc) göre düzenlemiştir. Eserin adını Secencel el-Eflâk ff Gdyet el-İdriik koymuş ve bir nüshasını Kadıasker ensii Efendi'ye vermiştir. Daha sonra bazı dostlarının isteği üzerine, eserin mukaddimesini Arapça'dan Türkçe'ye çevirmiştir (Birkaç açıklama Arapça kalmıştır). Yazar böylece esere son şeklini vermiştir. Bu kitabın mukaddimesinde astronomi tarihi hakkında kısa bilgi verildikten sonra, astronomi ve zic ile ilgili izahlara ge-çilir. 24 talimden meydana gelen bu izahları cetveller takip eder.
Secencel'in Önsözii[5]: "Eskiler yıldızların hareketlerini ziclerle değil gözlemle takibederlerdi. İlk defa Hiparkos milattan 40 yıl önce Güneş ile Ay'ın hareket takvimini gösteren bir zic düzenledi. Ancak kendisinden önce gelenlerin usulüne uymadığı, başka yıldızların hareket takvimini ver-mediği gibi pek çok gözlem yanlışı da ihtiva eden bu zic 285 yıl kullanıl-dıktan sonra, İskenderiyeli Batlamyus, miladın 1 20. yılında yıldızların ha-reketlerini gözleyerek, yeni bir zic yazdı. Bu zic 88o yıl kullanıldı. Batlam-yus'un gözlemlerinin gerçeğe uygun olmadığını anlayan el-Battani başka bir zic tertip etti. Bu da roo yıl kadar kullanıldı. el-Zarkall [6] Güneş'in ha-reketlerinin el-Battani'nin gözlemlerine kesinlikle uymadığını gördü. Çünkü el-Battani bir yılda evc-i Şems'i [7] bulmuşken el-Zarkali 190 yıl sonra [4 Or = Quattuor] gözlem sonucunda [8] buldu. İ ki gözlem arasındaki ayrı lı k uzlaştı rılacak gibi değildi. Bu bilim unutulup gitmiş iken İspanya kralı Alfonso [9]astronomiye ilgi göstererek dört bir yandan üstat astronomlar çağı rı p toplamış, 1251 yı lında Toledo'da 400.000 altı n harcayarak bir rasathane kurdurmuştu. Hazı rlattığı zic Alfonso Zici diye tanınıp 200 yıl kadar Hristiyanlar arasında kullanılmış tı.
1461 yı lında Alman bilginlerinden Peurbach [10] ve Regiomontanus [11] Alfonso Zici'nin yanlışlarını tesbit ettiler. Regiomontanus, zici düzeltmek için gözlemlere başladıysa da ömrü yetmediginden çalışmasını bitiremedi. Birkaç yıl sonra çok başarı lı ve üstün olan Nikola Kopernik, Alfonso Zi^cf nin yanlışlarını bulup temelinin sakat olduğunu anlayarak 1525 [12] yılında yeni bir yol ortaya çı kardı. Bu yolu astronomların çeşitli zamanlardaki gözlemlerine dayanarak kurdu. Sözkonusu sakatlık şuydu: sekizinci felek 40.900 yılda dokuzuncu feleğin rakkasiye denilen hareketiyle hareket eder.
Bu hareket dokuzuncu feleğin derinliğinde batıdan doğuya doğru hareket eden iki küçük daireye eşittir. Dokuzuncu feleğin ictidal noktasında meydana gelen bu iki dairenin yarıçapları 9°'dir. Bu durum çoğunluğun gözlemlerine aykı rıdır. Sonra Kopernik yeni bir temel kurup Yer'in hareketli olduğunu varsayıp küçük bir zic yaptı. Bu zic kendisinden sonra Tycho Brahe zamanına kadar yaklaşı k 6o [13] yıl kullanı ldı.
Daha sonra Reine [14] beylerinden Tycho Brahe çok sayıda mükemmel âletle gözlemlerde bulunup Kopernik [15] Zici'ni düzeltmeye başladı. Kendi gözlemlerine dayanarak Güneş, Ay ve sabit yıldızların hareket takvimini de yazacaktı; ancak Bohemya seferi çıktı. Zicinin müsveddelerini bastırmak istedi ise de ömrü yetmediğinden başaramadı. Sonunda çağdaşı olan, Dania [16] şehrinden Longomontanus [17], Tycho'nun Zicine yakın, yanlısı çok olmayan bir zic meydana getirdi.
Bundan sonra İspanya Kralı Rudolph'un yanında çalışan Kepler [18] adlı bilgin Tycho'nun gözlemlerine dayanarak bütün yıldızlar için bir zic tertip ederek Rudolph Zicil [19] diye adlandırdı. Kendisinin de dediği gibi bu zic yapılan gözlemlere bütünüyle uymuyordu. Çünkü Batlamyus'un gözlediği yıldızların yerleriyle bu zicinki birbirini tutmuyordu. Güneş ile Ay tutulmaları da bu zice uyum göstermiyordu. Sonra Durret adlı bilginin Lansberge'in [20] zicine dayanarak 30 yıl gözlemle meydana getirdiği zicini Tezkireci diye tanınan ben İbrâhim el-Zigetvâri getirtip tercüme ettim. Zicin gözlemleri boylamı g olan Paris'e göre idi [21]. Bu zic, Yer'in hareketsiz olduğu kabul edilerek, eski Julian ve yeni Gregorian ziclerinden de yararlanılarak hazırlanmıştı. Ancak pek çok baskı yanlısı olduğundan yararlanmak güçtü. Tercümeyi Müneccimbaşı Müneccimek Mehmed Efendi [22]'ye gösterdim. Epeyce inceleyerek bir şey anlamayıp, Trenklerin buna benzer fodullukları çoktur' dedi. Ben gülümseyip kullanılışını gösterdiğimde Uluğ Bey ve başka zklere takvimlerini uyguladığında çok hoşlanıp daha sonra istinsah ettiğinde bize Mısır hazinesi kadar ihsanda bulunup, 'Bizi şüphe-den kurtardınız; zklerine iyice güven geldi' deyip çokça dua etti. O sırada Nemçe [Avusturya] seferi [23] çıktı. Gidişimizde Belgrad Kışlağı'nda yeniden zkin bütün evstını [24] delille çıkarıp şeklini yine aynı boylam üze-rine düzenledim. Şerhini Arapça yaptım. Evsâtı âfaki olan bu zic altmışlı tabana [25] göre idi, burçlara göre düzenledim. Cetvelleri görülmemiş bir bi-çim ve kısalıkta bir zk kılarak adını Secencel el-Eflâk fr Gâyet el-İdrak koyup büyük desteğiyle telife sebep olan Kadıasker Ünsi Efendi [26]'ye verdim. Yi-ne kimi dostların teşvikiyle açıklaması Türkçe olmak üzere söz konusu zki bu kalıba döktüm. Eskiler yıldızların hareketlerini düzenlemek için nice âletler bulup gözlem yaptılar. Ama şimdi riyazi ilimlerde derin olanlara doksana mukavvem bir irtifa yayı ile bir pergel yeter. İspatlar için de bütün işlemleriyle Macesti den kolay, değişik ve yeni bir risâle (Risâle-i ga-ribe ve mübtekere) telif ile, milletlerarası kullanılan tarihler için bir telif dahi eyledim ki bütün tarihlerden daha güzel ve daha öz olarak meydana gelmiştir. Anılan râsıd, zIcini bu kadar russâdın zicine tatbik edip uygun bulmuştur".
Daha sonraları 1094/1683 yılı civarında Belgrad kadısı Cezmi Efendi (ölm. 1(4/1692)[27], Secencel'in muhtemelen Ünsi Efendi'ye verilen nüshası-nı bulmuş, eseri yeniden ele alıp başka bir redaksiyonunu meydana getir-miştir. Cezmi Efendi esere yazdığı mukaddimede kısaca şöyle der:
"Bu zici ehlinden öğrenip takvimini çıkardım. Yıldızlann ortalama ha-reketlerini yeniden izah ettim. Bununla beraber eserin doğruluğundan şüphe ediyordum. Allah'ın yardımıyla kütüphanesinin süpürgecisi olma üstünlüğüne erdiğim değerli mahdumların başından (Çârubkeş-i mehâ-dim-i zevil-tekrimden)[28] incelemek için müsaade aldığım köhne kitabın sayfalarını gözden geçirdiğimde Fâtimi halifelerinden el-Hakim için Ali b. Yunus'un 372. Yezdcerd yılında [29] ;L: [30] boylamına göre tertip ettiği el- Zic el-Hakimi'ye rastladım. Ve Zic-i Frengi'nin kaynağının bu zIc olduğunu, Frenklerin bu zici alarak kendi ülkelerinin boylamlarına tatbik ettiklerini, sadece buna "nokta-i ictidâle hareket-i gayr-ı müsteviye isbâtı” bahsini ilave ettiklerini gördüm. İbn Yunus Zici'nin Zic-i FrengiUluğ Bey Zidnden çıkanlan takvimler arasındaki farklılık kitabı temize çekmekten beni alıkoydu. Bu sırada hicrİ 1094 yılında olacağı takvimciler tarafından hesaplanan "kıran-ı ulvrnin Uluğ Bey Zindandan çı karılan takvimde aynı yılın Cemâziyelâhiri'nin son gününde olacağı hesap edildi. Lâkin yapılan gözlemlerde bu kıranın 35 gün daha önce meydana geldiği görüldü. Bu sırada Durret Zidnden çıkarılan takvimle "kı ran-ı ulvrnin birbirine mutabık olduğu görüldü. Bunun üzerine tercümeyi temize çektim".
Cezmi' Efendi bu redaksiyonun mukaddimesinde kısaca Tycho Brahe, Kepler, Lansberge ziclerine değindikten sonra Dwıet Zidne geliyor ve yukarıda anlatılan hususları izah ettikten sonra mukaddimesini tamamlıyor. Bu bakımdan iki redaksiyonun mukaddimeleri çok farklıdır.
Bundan başka Cezmi Efendi eserine mukaddimeden sonra "muvâmerât- ı kevâkib” adı altında bir kısım ilave etmiştir. Bu kısım altı bahisten meydana gelir. Tezkireci Köse nüshasında bu lusımdan sadece "muvâmere- i Afitâb” paragrafı vardır. Bunun CezmI Efendi tarafından ilave edildiği anlaşılıyor. Bundan sonra Tezkireci Köse nüshasındaki taclimlerden sırasıyla 24, 23, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 12. taclimler gelir. 23 ile 24 arasında numarasız iki taclim daha vardır. Bunlar Tezkireci nüshasında da bulu-nur. Cezmi Efendi'nin nüshasında diğer taclimler yoktur.
Bunlardan başka Cezmi Efendi eserine Müneccimek nüshasından "nokta-i ictidale hareket-i gayr-i müsteviye isbâtı" bahsini ilave etmiştir. Fakat aynı bahis biraz farklı olarak Tezkireci Köse'nin eserinde de bulu-nur. Cezmi Efendi nüshasında cetvellerden hemen önce bir de "tarik-i is-tihrâc-ı takvim-i Şems" = Güneş takvimini çıkartma usulü adlı bir bahis vardır. Bunun başkası tarafından ilave edildiği anlaşılıyor. Buna göre Cez-mi Efendi'nin ilâvesi yeni mukaddime ile "muvâmerât-ı kevâkib" bahisleri oluyor. Öyle anlaşılıyor ki Cezmi Efendi, Tezkireci Köse'nin adını zikret-meden tercümeyi kendisine mal etmek istemiştir. Zi^c-i Frenginin Kandilli ve Hazine nüshalarının yk. ı b'sinin hâmisinde bulunan bir notta bu husus desteklenmekte ve şöyle denmektedir:
"İşbu zic aslında Durret nam hakiminin olup merhum Tezkireci Köse İbrahim Efendi tercüme edüp, hatta kitab-ı müterceminde der ki:
'Bu zicin aslı sittiniyyât üzre idi. Ebrâc üzere vazettim. Ve meşta-i Belgrad'da merhum Fazıl Ahmed Paşa vaktinde kadı'l-muasker olan mer-hum Ünsi Efendi'ye verdim' dey0 nakleder. İşbu nüshada lakin kelime-sinden muvarnere'ye varınca olan ekavil müdessese olup câizdir ki Cezmi Efendi mütercemi tebenni yahud ol dahi bir nevi tercümeye tasaddi edüp evveli âhirine muhalif olduğundan mağlata ile güya setr-i hatâ ede".
Bundan başka Zic-i Frengi'nin iki nüshası birbirinden bazı farklılıklar arzeder. Ayrıca, Secencel el-Eflak'in çeşitli yerlerinde Cezmi Efendi, Feyzi ve Mustafa Talib (ölm. 12o9/1794)'in ve konu ile ilgili çeşitli kişilerin ı o99-1 m6/1688-1694-95 yılları arasındaki tarihi olaylarla ilgili notları bulunur. Öyle anlaşılıyor ki nüshalar muntazam ve insicamlı bir hale getirilmeden temize çekilmiştir. Bu sebeple takvim çıkarmada daha sonraları kullanıl-mamıştır. Durret Zidnin orijinal Latince nüshasıyla karşılaştırılmalıdır.
Avrupa'nın Rönesans ve Bilim Devrimi sırasında astronomi sahasında kaydettiği ilerlemelerden, Kopernik'in yeni teorisinden, Tycho Brahe'nin rasatlarından ve buna paralel yapılan çalışmalardan haberdar olan Os-manlı astronomlarının yukarıda özetini verdiğimiz Avrupa astronomisi ile ilk temasa ait bilgilerden çıkaracağımız tavırları şu şekilde değerlendirilebi-lir: Osmanlılar Avrupa'daki gelişmeleri büyük bir zaman fasılası olmadan takip edebilmektedir. 1635-1647 yılları arasında Paris'te basılan kitap 1660 veya 1661 yılında Istanbul'da eleştirici bir gözle okunabiliyor; bazıları ta-rafından "Frenk fodulluğu", olarak görülebiliyor ve Batı'nın bilim sahasın-daki üstünlüğü hemen ve kesin gözü ile kabul edilmiyor. Ancak bu zicin verilerinin, daha önce İslam astronomları tarafından hazırlanan ziclerin ve-rilerine uyması halinde bu yeni Frenk ilmi kabul ediliyor ve itibar görüyor.
İkinci husus, bu yeni astronomi teori ve uygulamalarının faydasına inanan Osmanlı astronomları, mesleki bir olgunluk içinde, Müslüman as-tronomların astronomi ilmine Ortaçağ boyunca yaptıkları önemli katkılar-dan şuurlu bir şekilde haberdar oldukları ve Avrupa astronomlarının on-lardan nasıl faydalandıklarını bildikleri için, bu yeni bilgileri gözleri kama-şarak hemen kabul etmiyorlar.
Üçüncü husus, Kopemik'in getirdiği ve Avrupa'da büyük dalgalan-malar yaratan yeni astronomi anlayışının temel unsuru olan Güneş'in ile-min merkezi ve Yer'in hareket halinde olması konusunun bir Osmanlı as-tronomu tarafından tâli bir teknik detay seviyesinde ele alınmasıdır. Bu tavrı tamamen aydınlatmak mümkün olmayabilir. Ancak jeosantrik ve helyosantrik sistemleri, İslam astronomları için polemik konusu yapacak herhangi bir dini dogmanın mevcut olmaması, ayrıca felsefi bakımdan in-sanı değil Tanrıyı mihver alan Islami telâkkiyle bir farklılık göstermemesi bunun sebeplerinden bazıları olabilir. Ayrıca, Avrupa'daki tartışmaların Osmanlı toplumuna geçmemiş olması veya benzer tartışmaları yaratacak ortamın bulunmaması diğer bir faktör olabilir.
Son olarak bu ilk tercüme edilen eser, Batı astronomisinin hangi yönlerinin Osmanlı astronomlarının ilgisini çektiğini göstermesi bakımın-dan önemlidir. Çalışmanın takip eden sayfalarında bu temayülün nasıl ge-liştiğini belirteceğiz.
Ebu bekir Efendi ve Atles Major Terciimesi
Osmanlı bilim literatüründe tespitlerimize göre modern astronomiden bahseden ikinci eser [31] Ebübekir b. Behram b. `Abdullah el-Hanefi el-DimaşIdnin [32] Janszoon Blaeu'nun kısaca Atlas Major olarak tanı nan Latince eserinden Nusret el-İslâm ve'l-Siirlir tl Tahrir Atlas Mayor adı altında hazı rladığı eserdir. Eserin başlığında "tercüme" kelimesi yerine "tahrir" kelimesinin kullanılması, kitabın serbest bir tercüme olduğunu ve el-Dimaşidnin gözlem ve düşüncelerinin de metinde yer aldığını gösterir. Ayrıca, eserin orijinali ve Türkçe edisyonunu mukayese edebildiğimiz kadarı ile, yazarın metindeki birçok bölümde kısaltmalar yaptığını görüyoruz.
Janszoon Blaeu'nun Atlas Major seu Cosmographia Blaeuiana Qua Solum, Cokum Accuratissime Describuntur adlı II ciltlik coğrafya eseri [33], 1668'de Hollanda'nın Istanbul'daki elçisi Justin Collier tarafından Sultan IV. Mehmed'e takdim edilmiştir. IV. Mehmed'in eserin tercümesini emretmesiyle, el-Dimaşk? 1675'de çalışmalara başlamış ve tercümeyi 1685'de bitirmiştir.
Atlas Major tercümesinin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan 9 ciltlik nüshasını n birinci cildi genel coğrafya ve kozmografya bilgilerini ihtiva eder; 2-5. ciltler Avrupa ülkeleri, 6. cilt Afrika kı tası, 7. cilt İtalya, 8. cilt Çin, 9. cilt Amerika ve adalardan bahseder [34].
Yazar, eserin mukaddimesinde astronomi ilminin önemini ve gereklili-ğini belirttikten sonra astronomi biliminin İslam dünyasındaki durumu ve Avrupalılar'ın bu konudaki görüşleri hakkında bazı bilgiler verir. Frenk âlimlerinin, NasIr-i TusI, Fahr-ı RazI, Nizâm ve Ali Kuşçu'dan sonra as-tronomi ilminin Müslümanlar'da sona erdiği, hatta adını bile kimsenin bilmediği yolundaki iddialarını kabul etmez ve islam diyannda astronomi ilmini bilen âlimlerin çok olduğunu, özellikle kendisinin, matematik bilim-leri tahsil ettiği hocaları= benzerlerinin olmadığını kaydeder. Akil ilimle-ri -özellikle astronomi ve geometriyi- çok kimsenin okumakta olduğunu, ancak bunların daha çok bu bilimlerin teorik yönü ile meşgul olduklarını ve uygulamayı asla bilmediklerini, çünkü eskiden astronomi bilen kimse-nin coğrafya ve rasad da bildiğini belirtir ve "her ne kadar Kâtib Çelebi [16og-1657] biraz bu ilimle uğraştıysa da tam bir eser ortaya koyamadı" der. Bu sebepten dolayı padişahın kendisine bu konuda bir eser hazırla-masını emrettiğini kaydeder.
el-Dimaşki, yine önsözde varlığın hallerini bildiren ilimlerin ikiye ay-rıldığını, birinin leleklerin hey'etini' konu edinen astronomi, diğerinin `Yer'in hey'etini' konu edinen coğrafya olduğunu ifade eder. Kâfirlerin birçok şeyi bu fenle öğrendiğini ve bu fen yardımıyla dünya ülkelerine müstevfi olup Müslümanları taciz etmekte üstünlük gösterdiklerini belirtir.
Tercümenin kâinat sistemlerinden söz eden "Alemin Merkezi" başlıklı faslındaki bilgiler Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe ve Andreas Argo-li'nin sistemlerini çok kısa olarak tanıtır. Verdiği bilgiler, eserin Latince aslındakiler ile karşılaştırıldığında çok kısadır. J. Blaeu, Jeosantrik sistemin doğru, Kitab-ı Mukaddes (orijinal metinde "Sacrae Scripturae7e aykırı olan diğerlerinin yanlış olduğunu belirtir. Ancak müellif J. Blaeu'nun, Badamyus teorisinin herkes tarafından asırlarca uygun görüldüğü ve hâlâ daha geçerli olduğu hususundaki ifadesini nakletmez.
"Alemin Merkezi" başlıklı fasılda el-Dimaşki, eserin Latince aslında Badamyus, Kopernik, Tycho Brahe ve Andreas Argoli'ye[35] ait dört sis-temle ilgili üç sayfalık bilgileri bir paragraf halinde özetlemiş, ancak bura-da yalnızca Pisagor ve Batlamyus'un isimlerini zikretmiştir. el-Dimaşki, ast-ronomi âlimlerinin kâinatın düzeni konusundaki görüşleri hakkında özetle şunları söylemektedir: "Kâinatın merkezi konusunda çok ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki: Eski ve yeni âlimlerin çoğu `Kiinatın merkezi Arz'dır, sakin-dir, hareketli değildir, diğer unsurlar ve gezegenler ise Arz'ın çevresinde-dir'. Tevrat'ta böyle yazılmıştır. Pisagor, Batlamyus ve takipçileri bu görüşe inanmışlardır (Resim 2 ve 3, Batlamyus'un sistemini Atlas Majot'un orijinal Latince baskısında ve eserin Türkçe tercümesinde tasvir edildiği şekilde gösterir). Bazıları: `Kiinat'ın merkezi Güneş'tir. Sikindir, hareketli değildir. Diğer unsurlar ve gezegenler hareketlidir (Resim 4 ve 5 Kopernik sistemini, Atlas Majol'un orijinal Latince baskısında ve eserin Türkçe tercümesinde tasvir edildiği şekilde gösterir). Bir görüşe göre de, 'Arz mer-kezdedir. Güneş, Ay ve diğer gezegenler başka bir şekildedir'. Bir görüşe göre de derler ki: 'Arz merkezdedir, sonra atlas feleği, sonra sabit yıldız-lar, daha sonra da Satürn, Jüpiter, Mars, Ay, Hava, Su ve Ateş gelir. Güneş, Merkür ve Venüs başka bir şekildedir'. Kısacası, bu görüşlerin en doğrusu birinci görüştür. öbürleri yanlıştır. Zira bunlar Tevrat'a aykırı-dır" [36]
Bu eserin incelenmesinden çıkardığı= diğer sonuçlar şunlardır: XVII. yüzyılın ikinci yarısında, Padişah IV. Mehmed Osmanlı dilinde coğrafya konusunda henüz tam bir eser ortaya konulmamış olması sebe-biyle kendisine sunulan Kâtib Çelebi'nin Cihanntimâ (metinde s. 15-20 ile karşılaştırma) adlı eserinden daha geniş bir eser olan Atlas Majot'un tercümesini emretmiştir. Mütercimin ise padişaha sunacağı eserin mukad-dimesinde astronomi biliminin çeşitli açılardan önemini, gerekliliğini ve Kur'ân-ı Kerlm'e uygunluğunu doğrulayan ve vurgulayan ifadelere yer verdiği görülüyor. Mütercimin, Batılıların, o devirde İslam biliminin Batı biliminden geri kalmış olduğunu iddia etmeleri karşısındaki endişelerini yansıtan ifadelere yer vermesi ve sözkonusu iddiaları, İslam âleminde de bu ilimleri iyi bilen ilimler bulunduğunu belirterek cevaplandırması özel-likle dikkate değer. Ancak Ebilbelcir Efendi'nin, aynı zamanda, İslam ilmi-nin gitgide coğrafya ve rasad bilgisinden uzaklaşmaktan dolayı teorik düzeyde kaldığını kabul etmesi, İslam astronomisinin Batı'daki gelişmeler-den geri kaldığını belirtmesi, tenkitçi bir ilmi zihniyete sahip olduğunu göstermektedir.
Müteferrika ve reni Astronomi
Yeni astronomi kavram ve prensiplerini değişik şekilde fakat genellikle çok kısa ve detaylı yoldan ilk defa tanıtan, yukarıda incelediğimiz XVII. asra ait iki eserden sonra, XVIII. asnn ilk yarısında konu ile ilgili daha
geniş bilgi veren bir metinle karşılaşıyoruz. Devlet desteğiyle tesis edilen ilk Türk matbaasının kurucusu, Osmanlı devlet adamı, diplomatı ve re-formlarda öncü bir rol oynayan ibrâhim Müteferrika (ölm. 1158/1745) [37], matbaayı kurarak Türk ve İslam kültür ve entellektüel hayatına önemli bir katkıda bulunmuştur. Müteferrika baskısı kitaplar arasında Kâtib Çe-lebi'nin tanınmış eseri Cihanniiıııir da vardır. (Kâtib Çelebi bu kitabın ilk versiyonunu ı 648'de, ikinci versiyonunu ise 1654'de hazırlamaya başlamış-tır. Müteferrika matbaasında 1732 yılında basılan metne esas teşkil eden bu ikinci versiyondur). İbrahim Müteferrika'nın 1732'de Kâtib Çelebi'nin Cihannümiz [38] adlı coğrafya eserini basarken bu esere eklediği bölüm (Tezyil el-Tâbic: S. 20-4.8), kâinat sistemleri ve yeni astronomi hakkında etraflı açıklamalar ihtiva etmektedir. Müteferrika'nın bu eki, yayımını takip eden bir asır boyunca, Türkçe literatürde yeni astronomi konusunu ele alan en geniş metin olma özelliğini korumuştur. Bir yıl sonra, yine Müteferri-ka'nın Atlas Coekstis adlı Latince astronomi eserini tercüme etmesiyle, eski ve yeni astronomiyi ele alan müstakil bir eser Osmanlı bilim literatürüne girmiştir.
Müteferrika, Cihanniimâ ekinde önce bütün astronomi bilginlerinin, âlemin içiçe olan aynı merkezli kürelerden oluştuğu hususunda hemfikir olduklarını ancak bunun terkip ve detayında farklı yaklaşımları olduğunu kaydettikten sonra felsefe ve astronomi âlimlerinin kâinatın yapısı hakkın-daki görüşlerini üçe ("mezâhib-i selâse") ayınr. Birinci görüşün Aristo ve Batlamyus'a, ikincisinin Pisagor, Platon ve Kopernik'e; üçüncüsünün ise Tycho Brahe'ye (Bkz. Resim 6) ait olduğunu belirterek, Avrupa'lı bilginle-rin ilk görüşü "eski astronomi", ikinci ve üçüncü görüşleri ise "yeni astro-nomi" olarak nitelendirdiklerini kaydeder.
Müteferrika, bu üç görüşü açıklamaya geçmeden önce bu görüşlerin din ve inanç meseleleriyle olan ilişkisine işaret eder. Ona göre kâinatın yüce yaratıcının eseri olduğuna inanmak dinin gereğidir. Bunu kabul et-tikten sonra kâinatın şekli, tertibi, düzenine ait görüşler arasında herhangi birinin benimsenmesi dine bağımlı değildir. Müteferrika bir taraftan dinin bu konudaki tutumunun tarafsız olacağını ve bu üç görüşten hangisine inanılırsa inanılsın, konunun dini yönünün ancak kâinatı yaratanın varlığı meselesi ile ilgili olduğunu açıkça ifade ederken, diğer taraftan "birinci görüşün herkes tarafından makbul ve üstün tutulduğunu, ikinci ve üçüncü görüşlere itibar edilmediğini ve reddedildiğini" ifade ederek te-reddütlü ve aşırı ihtiyatkâr bir tavır ortaya koymaktadır. Ancak, her şeye rağmen bu üç görüşün açıklanmasının faydalı olacağını, Cihanniimâ gibi bir esere böyle bir eklemenin yapılmasının uygun düşeceğini kaydeder. Aynı zamanda, cihanda herkesin bildiğini, gördüğünü bilmek ve işitmek isteyenlere ve bilgi peşinde olanlara gerekli gördüğü için üç görüşü de açıklayacağını ve bunlara bağlı olarak kitaba "ahvâl-i Cihan tasvirini ve Küre-i âlem tahayyülünü" kolaylaştıracak şekil ve suretleri de eklediğini belirtir.
Müteferrika, değişik kâinat görüşleri üzerindeki bu ihtiyatlı ifadelerin-den sonra her bir görüşü teker teker ele alır. "Aristo, Batlamyus ve bunla-ra tabi olanların mezhebi" olarak adlandırdığı Yer merkezli görüşü açıklarken, bunun İslam fılozofları tarafından kabul gördüğünü bilhassa kayd-eder.
Üç kâinat görüşü arasında en uzun yer Güneş merkezli sistemin açık-lanmasına ve tartışılmasına ayrılmıştır ve burada da Müteferrika'nın ihti-yatkâr tutumu kendini gösterir. Müteferrika, Aristo'nun isabetli ve sağlam olarak nitelendirdiği görüşüne bir atıf yaptıktan sonra bu yeni görüşü ta-lihsiz ve atıl olarak tavsif eder. Bunun dini inançlarla ilgili olmadığını bu-rada tekrar ifade etmekten kendisini alamaz. Aynı zamanda bir istekte bu-lunarak ilim erbabının cesurlarını bu yeni görüşü tenkit etmeye ve bu bu-sustaki karşı delillerini ileri sürerek Aristo'nun görüşünü desteklemeye da-vet etmektedir. Bu şekilde onların bu katkılarının eserini süsleyeceğini be-lirtmektedir.
Çelişkili ifadelerini devam ettiren Müteferrika, Müslüman bilginlerin dahi bu görüşe vaktiyle itirazda bulunduklarını söylemekte fakat bu itira-zın ne olduğunu ve itirazda bulunan bu hükerna-yı İslâmiye'nin kimler olduğunu açıkça belirtmemektedir. Bu görüş her ne kadar 'atıl ve batıl' ise de eskilerin görüşü olduğu için her çağ ve zamanda taraftarı bulundu-ğunu ve bu konuda çok eser yazıldığını belirtmekten geri kalmaz. Ancak burada müphem ve uzun ifadelerle ileri sürdüğü kendi kanaatini açıkla-maktan uzak kalır.
Müteferrika daha sonra yeni teorinin esaslarını ve şekillerini sunar. Yer ve Güneş merkezli görüşlerin bir karşılaştırmasını yapar ve yeni sis-teme karşı ileri sürülen üç klasik tenkidi ele alır. Birinci tenkit, bu yeni görüşün kutsal kitaplardaki ifadelere muhalif olduğudur ve Müteferrika burada Yer'in hareketi meselesini ele alır. Yer'in sırf Kopernik sisteminin icabı olarak hareket etmesinin gerektiğini söyler. Bu hususta Descartes'ın felsefi delillerini ileri sürer ve Kitab-ı Mukaddes'te Yer'in daima sakin ol-duğu yazılı ise de orada kasdedilen manânın hareketsizlik olmayıp, daimi varlık olduğunu belirtir. Gökkubbede görülen yıldızlann konumlarının Yer'e göre değişmediği şeklindeki ikinci tenkidi ele aldıktan sonra, Yer'in hareketli olmasının yeryüzündeki cisimler üzerindeki etkisini üçüncü ten-kit olarak ileri sürer ve cevaplar. Bu üçüncü tenkidi cevaplarken de Aristo fiziğine karşı Galile fıziğini anlatır.
Müteferrika diğer taraftan helyosantrik sistemin tarihi' gelişimini Ed-mond Pourchot'nun [39] kitabından aktarır:
Eski Yunan filozoflarından, Yer'in kendi ekseni ve ayrıca bir merkez etrafında hareket ettiğine inananlardan örnekler vererek, bu konuda Pisa-gorcular'ın ve Aristarchus'un görüşlerini özetler. Bu görüşlerin Hristiyanlık din ve âyinine muhalif olduğu gibi, cahil halkın anlayışına ters düştüğünü ve Latin şairlerin bu görüşleri tenkit ettiğini kaydeder. Ancak, rasat aletle-rindeki gelişmeler ve yeni rasatlar neticesinde bu yeni görüşün bir merte-be revaç bulduğunu, meşhur Hristiyan âlimi Kardinal Nicolaus Cusa-nus'un [40] bile ona meylettiğini; daha sonra Kopernik adlı Polonya% râhi-bin 1500-1530 yılları arasındaki rasatları ile bu görüşün yerleşmesine gay-ret sarfettiğini ve o günden bugüne bu görüşün onun adıyla "Kopernik astronomisin olarak şöhret bulduğunu aktarır. Bu görüşü daha sonra ka-bul eden Avrupa'lı ilim adamları arasında Descartes'ın da bulunduğunu ve onun yeni geliştirdiği felsefesiyle bu görüşün desteklendiğini belirtir.
Müteferrika helyosantrik görüşten sonra, üçüncü görüş olarak Tycho Brahe'nin kâinat modelini ele alır. Ancak bu görüşe fazla ilgi göstermez ve bunun daha önce anlatılan iki görüş arasında bir uzlaşmaya varmak için ortaya atıldığını belirtir.
Müteferrika'nın Cihanniimiı ekinde en dikkat çekici husus, Güneş mer-kezli sistemi açıklarken sergilediği ihtiyatkâr tavırdır. Müteferrika'nın bu mütereddit ve aşırı ihtiyatkâr tutumunun sebebini, bu konuda daha önce neşrettiğimiz genel mahiyette bir çalışmamızda belirtmiştik (bkz. S. 2, not 2). Bu tutumun sebebi, Müteferrika'nın İslam dünyasında Kopernik sis-temine karşı Hristiyan dünyasında olduğu gibi şiddetli bir reaksiyon bek-lemesi idi. Mühtedi bir papaz olan Müteferrika, Hristiyan dünyasındaki bu reaksiyonu çok iyi biliyordu. Helyosantrik sistemi tanıttığı sahifelerde, Aristo'nun isabetli ve sağlam olarak vasıflandırdığı görüşüne atıf yaparak, bu yeni görüşü kabul etmenin dini inançla bir ilgisi olmadığını tekrar ifa-de etmekle birlikte, cesur bilim adamlarını bu yeni görüşü tenkit etmeye ve Aristo'nun görüşünü desteklemeye davet eder. Bir örnek vermeden, Müslüman bilginleıin dahi Güneş merkezli görüşe itirazda bulunduklarını söyler. Fakat bu itirazın ne olduğunu ve itirazda bulunan Müslüman bil-ginlerin kim olduğunu belirtmez. Yeni görüşün, her ne kadar "atıl ve batıl" ise de eskilerin görüşü olduğu için her çağda taraftar bulduğunu ve onu tanıtan çok eser yazıldığını ifade eder. Ancak, müphem ve çelişkili ifadeler kullanarak kendi kanaatini açıklamaktan her zaman uzak kalır. Müteferrika'nın Güneş merkezli sistem konusundaki bu ihtiyatkâr tavrı, Cihatınümâ'nın yayınlanmasından bir sene sonra, Latince'den yaptığı Atlas Coelestis tercümesinde büyük ölçüde değişecektir.
Atlas Coekstis Terciimesi
Müteferrika'nın Cihanniimâ'yt astronomi konusunda hazırladığı ek ile birlikte yayınlamasından yaklaşık bir yıl sonra Andreas Cellarius'un[41] ilk baskısı ı7o8'de yapılan Atlas Coelestis adlı eserini tercüme ettiğini görüyo-ruz. Sultan III. Ahmed'in emriyle başladığı tercümeyi Müteferrika 1733 yılında tamamlamış ve astronomi konusunu tek başına ele alan bu tercümesine, eski ve yeni astronomi derlemesi anlamına gelen Mecmûatii Hey'et el-Kadime ve'l-Cedide ismini vermiştir'[42]. Yeni astronomi kavram ve prensiplerini 1732'de basılan Cihantıüttıd'da açıklamış olmasına rağmen, ta-mamen aynı konuya tahsis edilmiş bulunan bir eserin Sultan tarafından Türkçe'ye tercümesinin Müteferrika'ya emredilmesi, üzerinde durulacak bir husustur.
Müteferrika, Cellarius'un kitabını tercümeden maksadının eserin muhteviyatını mümkün olduğu kadar açıklamak, eserde bulunan Latince ibareleri Türkçe'ye "tebdil ve tercüme" etmek ve astronomi âlimlerinin kâinatın yapısı haklundaki görüşlerini özetiemek olduğunu ifade eder. Müteferrika eseri tercüme ederken bazı değişiklikler ve ilâveler yapmıştır. Bu değişikliklerden birisi bilim tarihi açısından olmasa da, sanat tarihi açısından önemli sayılabilir. Bu da Atlas Coelestis'te bulunan resimlerin ye-niden Türk resim zevkine ve "tavr u tarz-ı İslamiyân"a göre düzenlenmiş olmasıdır. Müteferrika Cihanniimâ'nın elcinde verdiği bilgileri tercümesine özet halinde ilave ettiği gibi, eserde bazı ilave şekiller de bulunmaktadır. Diğer taraftan, Cihanniiımi'da üç teori ele alınmış iken, bu eserde Mütefer-rika Soli'li Aratus'un[43] görüşünden de söz etmektedir. Bu görüşün Yunan ve Latinlerin ancak câhilleri için makbul olduğunu, bugün akıl sahipleri tarafından tamamen reddedildiğini belirterek, bu görüşün açıklamasını yapmayıp yalnızca şeklini vermekle yetinmektedir. Bu görüşü Atlas Coeles-tis'te bulunduğu için buraya aldığını da kaydetmektedir.
Müteferrika'nın tercümesinde dikkati çeken bir husus, Cihannümâ'daki çok ihtiyatlı tavrın yerini daha az ihtiyatlı bir tavrın almasıdır. Bu tavır değişikliğinin muhtemel sebebi, Müteferrika'nın Cihannümâ'nın basılmasın-dan sonra geçen bir yıl içerisinde, korktuğu gibi, kitabı okuyan din ve devlet adamlarından Avrupa'dakine benzer bir muhalefetin gelmediğini görmesidir. Müteferrika konunun din ile alakasını, her ne kadar daha önce kullandığı sözler veya ibâreler ile ifade ediyor ise de, bunları aynı sıklıkla tekrar etmemekte ve kendisine güven geldiğini bize hissettirmektedir.
Bununla beraber, şekiller söz konusu olduğunda ağırlık Batlamyus sistemindedir. Batlamyus sistemine ait 14 şeklin hepsini tek tek açıklayan Müteferrika, helyosantrik sistemi tasvir eden iki resimden yalnızca birinci-sini izah etmektedir. Burada her ne kadar Batlamyus sistemine takdirlerini ifade etmeyi ihmal etmiyor ise de, Cihannümâ'da yaptığı gibi, yeni görüşe "talihsiz ve atıl" diyerek ve herkesi onu tenkit etmeye davet ederek sözleri-ne başlamamaktadır. Ancak çalışmalarını bitirirken de ihtiyatı yine elden bırakmamakta, bu teorinin "nice nice itirazlardan bir vakitte hali olmadı-ğını" kaydederek meseleyi Cihannümâ'daki cevaplara havale etmektedir.
Osman b. Abdiilmennan ve Geographia Generalis Terctimesi
Müteferrika'nın ı 73o'lu yıllardaki yukarıda değindiğimiz bilgi aktar-malarmdan sonra yeni astronomi kavramları ile, Osman b. Abdülmen-nan'ın tercüme ettiği bir coğrafya kitabında karşılaşıyoruz. Belgrad Divanı tercümanı Osman b. Abdülmennan[44] 1751 yılında Köprülüzade Hacı Ahmed Paşa'nın emriyle, fiziki coğrafyanın öncülerinden Bernhard Varenius'un (ölm. 1676) [45] Latince ilk baskısı 165o'de Amsterdam'da yapılan Geographia Generalis in Qua Affectionnes Generalks Telluris Explicantur adlı eserini Türkçe'ye Teraime-i Kitâb-t Coğrafya adı ile tercüme etmiştir[46].
Bir önsöz (mukaddime), altı bölüm (bâb) ve bir sonsöz (hâtime) üzerine tertip edilmiş olan eserin önsözü iki meseleye ayrılmıştır. Birinci meselede Dünya'nın kâinattaki yerinden ve şeklinden söz edilmiş; haritaların kuzey doğrultusunda çizilmesi gerektiği de açı klandıktan sonra Dünya'nın, enlem-boylam dairelerine, karalara-denizlere ve ülkelere göre üç türlü bir sınıflandırması yapılmıştı r. İkinci meselede ise Latince bazı coğrafya terimlerinin açı klamaları bulunmaktadır. Kitabın 50 sayfa kadar tutan sonsözünde Yer'in yuvarlı klığı ile ilgili deliller sı ralandıktan sonra Yer'i kffinatın merkezi kabul eden Batlamyus sisteminin bir şeması verilmektedir.
Genel coğrafya bilgileri yanında kâinatın yapısı, Yer'in yuvarlaklığı konusunda da bilgiler ihtiva eden Geographia Gen eralis, Batlamyus sisteminin doğruluğunu kabul eden bir eserdir. Ancak, ilgi çekici olan, her ne kadar orijinal metne sadık kalsa da, Osman Efendi'nin tercümesinde akıl yürütme yolu ile Kopernik sistemini tercih etmesidir.
Osman b. Abdülmennan, Yer ve Güneş merkezli teorilerin mukayesesini yaptıktan sonra, Güneş'in Yer etrafında değil, Yer'in Güneş etrafında dönmesinin daha makul olduğunu hoş bir benzetme ile izah eder: "Eğer bir kimse kebap pişirmek isteyip bir şişe et taksa, makul ve münasip olan, kebabı ateşin etrafında döndürmektir; yoksa ateşi kebabın etrafında döndürmek değil".
Osman b. Abdülmennan Efendi'nin bu teşbihi incelendiğinde, Müte-ferrika'nın ilk tereddüt, ihtiyat ve titizliğine kapılmadığını ve tercihini hel-yosantrik sistemden yana yaptığını görüyoruz. Aynı zamanda Ebt'ibekir Efendi gibi meseleyi kısa kesip yuvarlak ifadeler ile konuyu geçiştirme-mektedir. Ancak kendisi tercihini rasyonel ve mantık? şekilde hoş bir örnek ile izah ettikten sonra ve İslam dininden gelen herhangi bir dogma-nın bulunmamasından dolayı, eserin müellifınin tercihine dönerek kitabın tercümesini sunmaktadır. Esas mesleği coğrafyacılık ve astronomi olmayan bir mütercimden daha fazla yeni teori taraftarlığı beklenmemelidir.
Erzurumlu İbrâhim Hakkı'run Mântetnâme'sinde Eski ve reni Astronomi
XVIII. yüzyılın çok yönlü alim ve mutasavvıllarından Erzurumlu Ib-rahim Hakkı (ölm. 1194/178o)'nın 1757 yılında tamamladığı ve ilk defa 1825'de basılan Mântetnâme'sindeki [47] astronomi ve kâinat sistemi ile ilgili görüşleri, bilim ve kültür tarihi bakımından ayrı bir önem arzetmektedir. Bu görüşlerin incelenmesi müellifin zihniyet yapısı hakkında fikir verdiği gibi, Osmanlı entellektüel hayatındaki değişmenin anlaşılması bakımından da bize müstesna ipuçları sunmaktadır.
Mântetnâme birbiriyle ilgisi olmayan, birbirine ters düşen düşünce ve inanç şekilleri ile dolu olduğu gibi, kaynakları belirtilmeyen uzun nakil ve iktibaslar da ihtiva etmektedir. Bunlar arasındaki ifade birliği, yazarın "Ey Aziz" diye başlayan hoş üslubu ile sağlanmakta ise de, eserin dikkat çe-ken özelliği, müellifin aynı konu hakkında, eserin değişik yerlerinde çeliş-kili bilgiler vermesidir. Ancak işin en tuhaf yönü, aynı konu hakkında müellifin farklı bahislerdeki değerlendirmelerinin de birbirine tamamen zıt olmasıdır. Bu da bize zihniyette bir nevi ikilem bulunduğunu veya yaza-rın buna mecbur kaldığını düşündürmektedir.
Mântetncime bir önsöz, üç fen ve bir sonsöz olarak düzenlenmiştir. Önsözün "İslam astronomisi" başlığı altındaki kısmında (s. 2-21), önce âlemin yaratılış düzeni ile ilgili âyetler verilmiş, âlemdeki varlıklann yara-tılışlan hakkındaki kozmolojik bilgiler, adları verilmeyen tefsir ve hadis ki-taplanndan aktanlmıştır. Önsözden maksat, insanı varlddann yaratılış hik-metleri üzerinde düşündürüp ona Allah'ın büyüklüğü ve gücünü öğret-mektin
Eserin birinci fenninde (s. 24-158) cevherler, ârazlar ve unsurlardan bahsedilmekte, astronomi bilimi için gerekli olan aritmetik ve geometri bilgileri verilmektedir. Alemin küre şeklinde olduğu ispat edilirken, geze-genler hakkında da ayrıntılı bilgi sunulmaktadır. Bitkiler, hayvanlar, can-sızlar (mevâlid-i selâse), dört unsur, enlem-boylam daireleri, yedi iklim gi-bi konular işlenmektedir. Birinci fennin sonlarında "yeni astronomi" bilimi ele alınmaktadır. Birinci fenden maksat, Allah'ın eşsiz yaratıcı kudretini gösteren Dünya'nın sırlarını öğretmek, "âlemin insanın kabuğu, insanın da âlemin özü olduğunu" bildirmek ve Allah'tan başka her ne varsa on-lardan slyrılmanın yollarını buldurarak insanın kendi kendisine gelmesini sağlamaktır. Birinci fende öğretilenler fizik, astronomi geometri, aritmetik ve astroloji âlimlerinin eserlerinden alınmış aklı (haldmâne) bilgilerdir.
İkinci fen (s. 158-257), anatomi (ilm-i teşdh-i ebdân) ve psikoloji (ilm-i teşrih-i enfüs) haklandadın Bu fenden maksat, âlemdeki varlıkların ben-zerlerinin insanda da bulunduğunu öğretmek, insanın da küçük bir âlem olduğunu bildirmektir. Yazar bu fenni "mir'ât el-ebdân” (vücudlann ayna-sı) diye tanıtır.
Üçüncü fen (s. 257-528) itikat ve imanı düzeltip Allah'ı bilmek üzeri-nedir. Kişinin "mârifetullâh mertebesi” ne erişmesinin yollarını anlatır. Yazar bu fenne "mir'at el-kulub” (kalblerin aynası) adını verir.
Sonsöz (s. 528-559) dostlarla, yakınlarla ve komşular ile görüşmenin yolları hakkında olup maksat, insanı eşin dostun sevdiği bir kişi haline ge-tirmektir. Sonsözü takip eden sayfalarda (s. 559-561) ise yazar ibâdet ve taaderi insana kolaylaştıran "tevhid"i konu alır.
Mântetnâme'deki astronomi ve kozmografya ile ilgili bilgiler, eserin de-ğişik kısımlannda yer almaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, önsözde "İslam astronomisi" başlığı altında kâinatın yaratılışına ait bilgiler tefsir ve hadis kitaplanndan aktarıldığı gibi, birinci fennin ikinci ve üçüncü bâblan eski ve yeni astronomi bilimine aynlmıştın Bu bâblarda, âlemin küre şek linde olduğu ispat edildiği, gezegenler hakkında ayrıntılı bilgi verildiği gi-bi, yeni astronomi kavramları da ele alınmaktadır.
İbrahim Hakkı'nın kâinat anlayışı, eserin farklı yerlerinde kozmograf-ya ve astronomi bilimleri açısından farklı iki manzara göstermektedir. Bu farklı manzaralara örnek olarak Ay ve Güneş tutulmaları ve zelzelelerin oluşumu konusunda kitabın değişik yerlerinde verilen çeşitli bilgileri aktar-mak istiyoruz.
Güneş ve Ay'ın doğudan batıya hareketi ve kıyamet alâmeti olarak kabul edilen tutulmalar için şu bilgiler verilmiştir (s. 13-14):
"...Hak Tealâ Dünya göğü altında ve ona bitişik bir su denizi yarat-mıştır... Sonra Hak Tealâ, anılan deniz içinde Güneş için elmas cevherin-den üç yüz altmış kulplu bir araba yaratıp her kulpu tutmak için de bir melek tayin etmiştir. Ta ki Güneş'i arabasıyla o denizde doğudan batıya çekip getireler. Hak Tealâ Ay için dahi üç yüz kulplu sarı yâkuttan bir araba yaratıp Ay'l onun üzerine koymuştur. Her iki kulpu tutmak için bir melek tayin etmiştir. Ta ki Ay'l arabasıyla o deniz içinde doğudan batıya getireler... Hak Tealâ Güneş ve Ay tutulması için belirli vakitler tayin et-miştir ki yeryüzünde bulunan kulları Güneş ve Ay'ın değişimini görüp uyanıp kendisine yalvarıp yöneleler... Tutulma vakti geldiğinde nurlu Güneş arabasından düşüp göğe doğru denizin derinliğine gider. Eğer bütünüyle düşerse tam Güneş tutulması vaki olup yıldızları örten ışığı kal-mayıp en büyükleri görünür. Eğer yarısı denize düşerse o mikdarı tutu-lur... Tutulma vakti geldiğinde güzel Ay da böyle arabasından denizin de-rinliğine ya tam ya eksik düşüp düşüşü mikdarı tutulma hasıl olur".
Diğer taraftan yazar, kitabın başka bir yerinde yukarıda Ay ve Güneş tutulması için verdiği hurâfeye dayalı açıklamaların aksine, Gazâll'nin Te-Mfiit el-Feliisife'sinden olduğu gibi aktardığı ilmi bir izah sunmaktadır[48].
"...Ay tutulması, Yerküresi'nin Güneş ile Ay arasında olmasıyla Ay'ın ışığının kaybolmasından ibarettir. Güneş tutulması ise Yer ile Güneş'in arasında Ay'ın bulunmasıdır". Bu ilmi ifadeden sonra, İbrahim Hakkı ko-nuya vakıf bir şekilde önceki mantık ve bilim dışı açıklamalarıyla ters düşen fikirlerini ileri sürer: "Bu gibi şeylerin din meselelerinden olduğunu sanan kimse dine zarar vermiş olur. Çünkü anlatılan hususlann meydana geldiğini aritmetik ve geometri delilleri gösterir. Bunları bilen kimseye, 'Bu şeriate aykırıdır' dense o kimse bildiğinden değil, şeriatten şüphelenir. Akla uygun olmayan bir tarzda şeriate yardım etmek isteyen kişinin zara-rı, akla uygun bir şekilde şeriate hücum eden kişinin zaranndan çoktur. Nitekim, 'Akıllı düşman, cahil dosttan hayırlıdır" (s. 45).
Çelişkili ifadeler zelzeleler bahsinde de mevcuttur. Bilim dışı ilk açık-lamaya (s. ı 6) göre, Hak Teala büyük bir meleği zelzeleye tayin etmiş ve dağların damarların' onun emrine vermiştir. Hak Tealâ bir yerin halkını günahlardan alıkoyup sakındırmak istediğinde o melek Hakk'ın emri ile o yerin damannı hareket ettirir. O yerin halkı o zelzeleden uyanıp Hak Teara'ya yönelene kadar bu böyle devam eder.
İkinci açıklama (s. 20- 1 2 r) tamamen ilmi karakterdedir:
"... Yer'in içinde oluşup sıkışan buhar öyle bir mertebe yoğun olsa ki Yer katlarından geçip çıkmak mümkün olsa yahut Yer kalın ve sert olup buhann çıkmasına mani olsa, o buhar başka bir yere çıkmak için Yer'i sertçe yanp yırtıp ittiğinde o yer hareket eyler ki Yer'in zelzelesi odur".
Mântetnc-ıınd de yeni astronomi kavramları birinci fennin 144-151 sayfa-larında tanıtılmaktadır. İbrahim Hakkı bu kısımda yeni astronominin be-nimsenme sürecini ve kainatın yapısının din ile ilişkisini ele almaktadır.
Burada, önce Güneş merkezli teoriye rağbet eden alimlerin bu görüşe destek vermek için çabaladıkça saf gönüllü olan halkın onları kınamak için taş attıklarını, fakat zamanla gelişen rasat aletleriyle daha iyi gözlem-lerin yapılması neticesinde yeni astronominin revaç bulduğu anlatılır. Ay-rıca yazar, kainatın merkezinin Yer veya Güneş olduğuna inanmanın din ile ilgisi olmadığını belirtir. Esas olan, kffinatın yüce yaratıcının eseri oldu-ğuna inanmaktır. Kainatın şeklinin şu veya bu şekilde olduğuna inanılma-sı dini meselelerden değildir. Bu kısımda, merkezdeki Güneş etrafında yörüngelerde hareket eden gezegenler, bunların yörünge zamanları ve uy-dularıyla ilgili aktarılan bilgiler tamamen ilmi karakter taşırlar.
İbrahim Hakkı, doğrudan doğruya riyazi ilimler ve astronomi ile uğ-raşan, meslekten yetişme bir alim olmadığı halde tercihini Güneş merkezli sistemden yana kullanır (Bkz. Resim 7). Bunu yaparken de "... bu küre şekilli olup harekete daha elverişli olan küçük kütleli Yer'in büyük Güneş'in etrafında senede bir kere dönmesi, çok daha kolay ve işin gere-ğine daha uygun, akla daha yakındır" şeklinde bilgi kaynağı olan Müte-ferrika'nın aksine ihtiyatlı davranmaya gerek görmeden, kendisinden önce-kilerden daha cesur ve açık bir ifade kullanmıştır.
Öte yandan, eserin "İslam astronomisi" başlıklı kısmında kainatın ya-pısının din ile ilişkisini bilim dışı ve hurafelere dayanan açıklamalara göre ele alan İbrahim Hakkı şöyle demektedir: "buraya gelinceye kadar yazı-lanların hepsi din meselelerindendir, bu anlatılanların hepsine şüphe et-meden inanmak hepimiz için gereklidir, çünkü bunlar din meselelerinin ana esaslarıdır ve akli delillerle kıyas etmek (mantığa vurmak) doğru ol-maz. Çünkü beşer aklı bunları idrak etmekten noksan ve âcizdir... Kur'ân âyetleri ve Peygamber hadisleri uyarınca âlemin şeklini burada bu kadar açıklamakla yetinilmiştir". Bu ifadede öncekinden tamamen farklı bir zih-niyet yapısı ortaya çıkar. Bu da İbrahim Hakkı'nın en büyük çelişkisidir.
Tefsir ve hadis ehlinin (müfessir, muhaddis) sözleri olduğu kaydedilen ve "İslam astronomisi" bahsinde yer alan bilgilerin, İslam dininin iki te-mel kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim ve sahih hadisler ile ilgisi olmadığı gibi İslam medeniyetinin altın çağında, bilim ve gözleme dayalı olarak gelişen "İslam astronomisi" ile de herhangi bir ilgisi yoktur. Bunlar daha çok ef-sane ile karışık, link bir üskıp içerisinde metaforik ifadeler ile süslü, din ve bilim ile hiç alakası olmayan cahil halk kitlelerinin zevkine hitap eden açıklamalardır. Bu ifadelerin mevzuc hadislere dayanılarak öne sürüldüğü anlaşılmaktadır.
İbrahim Hakkı'nın yukarıda anlatılan görüşleri el-Suyitti'nin "İslam astronomisi" hakkında yazdığı ve gelecek nesiller tarafından bir referans olarak kabul edilen kitabında bu konu hakkındaki bilim dışı literatüre da-yanmaktadır[49]. el-Suyüti (ölm. 9 I / 5o5)'nin el-Hey'et el-Senz:yye fi '1-Hey'et
el-Sünnıy. e adlı eseri, 1064/1654) yılında İbrahim b. Abdurrahman el-Kara-mani el-Amidi (1064/1654 yılında hayatta) tarafından bazı eklemelerle Risale fi'l-Hey'e 'ala Tarik-i Ehl el-Sünnet ve'l-Cenıdat adı altında yeniden düzenlenmiştir. Nazmizâde Hüseyin Murtaza b. Ali el-Bağdadi (ölm. ı ı 34/ ı 722), Karamanrnin eserini daha sonra Türkçe'ye tercüme etmiştir.
İbrahim Hakkı, Miinfetnâme'sinin değişik kısımlarında kainat anlayışı-nı, Ay ve Güneş tutulması, zelzelelerin oluşumu gibi tabiat olaylarını açık-larken farklı kaynaklar kullanmaktadır. Bu kaynakları başlıca üç kategori-de toplayabiliriz: 1- Dini kaynaklar (Kur'an-ı Kerim ayetleri, hadisler, Ga-zali'nin Tel:izi:it el-Fekisife'si gibi meşhur dini referans kitapları); 2- Kâtib Çelebi'nin Müteferrika'nın yeni eklemelerini ihtiva eden Cihanniimâ'sı gibi ilmi eserler; 3- Efsane ve hurafelere dayanan halk inançları (Suyâtrnin esasen astronomiden çok rivayete dayanan kitabı gibi eserler). Bu kaynak-ların incelenmesinden İbrahim Hakkı'nın iki ayrı zürnreye hitap ettiği an-laşılmaktadır. Birincisi, "avam-ı nas" dediği fazla kültüre sahip olmayan geniş halk kitlesidir. Bunu da yaparken, belirli devirlerde İslam lite-ratürüne girip, gerileme devirlerinde revaç bulan İsrailiyat ve efsâneleri "Ey Aziz" diye başlayan kendisine has üslâbu ile kullanmakta beis görme-miştir. İkinci muhatap zümre ise, belirli kültür seviyesinin üstünde olan "aydın kesim" (havass-1 nas)dir denilebilir. Bu iki zümrenin yanı sıra, İbrahim Hakkı, dar fikirli olan ve kendisinin halk arasındaki nüfuz ve şöhretini kıskanan bazı resmi ulerna karşısında da ihtiyatlı olmak zorunda idi. Ancak işin en şaşırtıcı tarafı, yazarın bu zıt görüşleri aynı eserin için-de yanyana bulundurması, ikisini de aynı hararetle sunması ve çelişkili iki zihniyet arasında bir tercih yapmamasıdır.
İbrahim Hakkı'nın eserinde, yukarıda belirtilen çelişkili fikirleri ifade etmesinin sebeplerini anlamaya çalışırken, onun hayatındaki bazı hadisele-ri kısaca gözden geçirmek gerekir. İbrahim Hakkı, birkaç yıldır üzerinde çalışmakta olduğu Mânfetnâmdsini 1 7o Hicri senesi sonunda 1757 Ağus-tos ortalarında tamamlamıştır. Görülüyor ki Mântetniime'nin şöhreti daha yazıldığı sırada yayılmıştı. Rivayete göre, Erzurum müftüsü olan Kadızade Muhammed Arif b. Muhammed el-Erzurumi (ölm. 73/1759-60)[50] geniş bir halk topluluğu tarafından sevilen, sayılan ve kendisini hicveden İbra-him Hakkı'yı kıskanmaktadır ve ona karşı cephe alır. Doğruluğu ispatlan-mamış bu rivayete göre, müftü bazı dar fikirli mollalardan bir meclis top layarak İbrahim Halddyı sorguya çağırmış ve "Molla! Sen bir supara ya-zarmışsın, yerden gökten dem vururmuşsun, şer-i şerife uymayan şeyler karalarmışsın!.. Nice olur?" diye sorguya başlamış. Bu rivayeti nakleden Mesih ibrahimhakkıoğlu'nun ifadesine göre, İbrahim Hakkı, müftü ve yandaşlarına Mânfetnâme'yi gösterip kitabın hangi kısmının şeriate aykırı olduğunu sorunca, mollalar kitapta şeriate ters düşen bir yer bulamamış-lar ve hepsi pişman olmuşlar. İbrahim Hakkı'nın torunlarından olan Me-sih İbrahimhakkıoğlu, babası veya ağabeyinden duyduğu bu hadiseyi ger-çekliğine herkesin inandığı bir söylenti olarak nakletmektedir[51].
Mehmed Nusret Efendi, Tarilwe-i Erzurum adlı kitabında Kadızade Mehmed'in biyografisini vererek, tasavvufa yakınlığı olan ulemâya mutaas-sıp bir şekilde karşı çıktığı için, İbrahim Hakkı'nın müftünün makbul ol-mayan ahlakını ve fiziki özelliklerini hicveden bir beyit yazdığını anlatır[52].
Miirifetnâme'deki çelişkili ifadelerin sebebi, kısmen yukarıda anlatılan olay ile açıklanabilir. İbrahim Hakkı, müftü Kadızade'nin kendisini sorgu-ya çekmeyi planladığını önceden haber aldığı için, eserin başına "İslam astronomisi" kısmını ilave etmiş olabilir. Mânfetnâme'nin planı ve muhtevi-yatı, "İslam astronomisi" kısmının müftü ve yandaşlarının kendisine cephe almaması için yazar tarafından sonradan ilave edildiğini göstermektedir. Gerçekten de, eserin bu kısmındaki bilim dışı açıklamaların aksine, İbra-him Hakkı eserin geri kalan kısmında tabiat olaylarını tamamen ilmi bir şekilde açıklamaktadır.
M. ibrahimhakkıoğlu'nun kitabından anlaşıldığına göre, bazı kimseler İbrahim Hakkı'nın fikir ve davranışlarını yanlış anlamışlar ve çevresinden gördüğü itibarı kıskanmışlardır. Bu yüzden, onu şeriate ve inanca karşı fi-kirler ileri sürmekle itham ederek cahil halk kitleleri nezdinde şöhretini le-kelemek istemişlerdir. Bu sebeple, İbrahim Hakkı'nın ölümünden üç sene önce 1191/1777'de yazdığı Urvet el-İrk-5m ve Hey'et el-İsleim adlı her iki eseri de, kendi kitabı olan Miinfetniime'nin yanı sıra hadis ve tefsir kitaplarına dayanmaktadır. Açıkça görülüyor ki, amacı kendisini mesnetsiz ithamlar-dan korumaktı. Kitabın başlığından anlaşıldığı üzere, İbrahim Hakkı'nın bilim dışı fikirlere ve efsânelere dayanarak yazdığı Hey'et el-İskim adlı kita-bı "İslam astronomisi" hakkındadır. Eserin önsözünde İbrahim Hakkı, "Filozofların astronomiye âit söz ve eserlerini okumanın inancı bozacağın-dan ve din işlerine gevşeklik vereceğinden bunları bıraktım" [53] demektedir.
Şimdi, İbrahim Hakkı'nın MEırifetrırime'sindeki fıkirlerinden geri dönüşünü anlamamıza ipuçları teşkil eden aşağıdaki mektupları inceleye-lim: İbrahim Hakkı, kuzeni Yusuf Nesim Efendi'ye yazdığı 23 Mayıs 1777 tarihli bir mektubunda, oğlu Ahmedülhayr'a şiirlerini gönülden okumasını fakat beyitlerini halk arasında "lisana almamasını" vasiyet etmektedir. İb-rahim Hakkı'nın hangi beyitleri kasdettiği konusunda maalesef bir delil bulunmamakla beraber, muhtemelen tasavvufa dair beyitler olduğunu tah-min edebiliriz. İbrahim Hakkı oğluna, doğru yoldan ayrılmamak için Ur-yel el-İsrıim'da yazılanlara göre davranmasını tavsiye eder[54].
Bu konuda M. İbrahimhakkıoğlu başka bir hâdise daha nakletmekte-dir. İbrahim Hakkı'nın tasavvuf i eserlerini okuyan Derviş Halil adlı bir öğrencisi, Hasankalesi'nde hocasının bir sır kitabı yazdığı söylentisini yay-mıştı. Açıkça görülüyor ki bazı kimseler İbrahim Hakkı'nın İslam inancını bozan bazı gizli fikirleri olduğundan şüphelenerek kuzeni Yusuf Nesim'i rahatsız etmişlerdi. İbrahim Hakkı, İslam tarihinde birçok bilginin mes-netsiz olarak dini inançlara aykırı düşüncelerle itham edildiğini biliyordu.
İbrahim Hakkı, kendisini bu çeşit haksız ithamlardan korumak için kuzeni Yusuf Nesim'e Urvet el-İsliim adlı kitabıyla beraber gizli bir mektup yollar. Bu mektubu İbrahim Hakkı, oğlu İsmail Fehim'e yazdırmıştır. Bu mektupta İbrahim Hakkı, Yusuf Nesim'e şöyle öğüt vermektedir: "Benim oğlum, geçen sene yazmıştın ki: 'Efendi bir sır kitabı telif etmiş deyi bana sıklet edirler.' (ediyorlar). Sana sıklet edenlere şimdi bu "Urvet-ül-İslam" kitabını bu kaime ile değil öbür mektupla gösterip diyesin ki: 'İşte, Efen-dimizin Marifetnâme'den sonra tasnifi budur.' Mektubu dahi okuyup di-yesin ki: 'Bu kezzap (yalancı) Halil gibi müfsitler kendilere pâye için Efendimize iftira eylemişlerdir.' Hasankalesi'ne gidende bu kitabı merkum mektupla götürüp gösteresin ve tembih edesin ki: `Şer-i şerife muhalif Efendimizin bir sözü ve bir işi yoktur. Her ne ki, şer-i şerife muhalif nes-ne ile Efendimizi lisana getirip nâseza işler Efendimize nisbet ederler. Tanrı kendilerini rüsvây edecektir. Anınçin bu gfina Efendimize iftira ederler'[55].
Ibrahim Hakkı'nın sözlerinin sonunda, imzası ve mühürü mektubun ele geçebileceği korkusu ile oyulup çıkarılmıştır. Mektubun geri kalan ye-rinde ismâil Fehim, Yusuf Nesim'e hitaben şöyle yazmıştır: "Efendimiz bu mertebe beyitlerden Ibâ (reddetme) ve icrâz (yüz çevirme) etmiştir ki, İnsdniye gibi kitabı ateşe atmışken fakir yetişip ocaktan alıp sakladım. Efendimizin cevabı budur ki 'Beni seven beyitlerimi nesyen mensiyyen (ta-mamen) unutup bu Urvet-ül-İsla-m'a yapışıp bunu okur ve bunu yazar. Zi-ra asıl Kur'ân ve hadistir. Gayri sözleri unutmuşumdur"[56].
Ibrahim Hakkı'nın hayatı, yaşadığı zaman ve eserleri hakkında daha geniş bilgi ve belgeler elde edilip çalışmalar yapılana kadar, yukarıdaki açıklama teşebbüsümüz MântetnCirne'deki çelişkili kısımları ve Ibrahim Hakkı'nın Miirifetnâme'deki ilmi görüşlerinden daha sonra yazdığı eserler-deki dönüşünü aydınlatabilir. Ayrıca kendi el yazısı nüshanın sonraki kop-yaları ve basılan nüsha ile mukayesesi de bir takım yeni ipuçları sunabilir ve yeni değerlendirmelere vesile olabilir. Diğer taraftan, Mânfetnâme'nin 1835-1914 yılları arasında ı o kere basılması, geniş bir halk kitlesine bir yüzyıl boyunca hitap eden popüler bir kitap olması, Güneş merkezli sis-temin Osmanlı astronomları ve bilim adamlarından oluşan çevrenin dışına yayılmasını ve tanınmasını sağlamıştır denilebilir.
ZJc Terciimeleri
L Halifeza-de, Clairaut ve Cassini Zicleri
XVII. asırda Fransız astronomu Noel Durret'nin zicinin Zigetvarlı Tezkireci Köse Ibrahim tarafından yapılan tercümesinden sonra, XVIII. asrın ikinci yarısında yine iki zic tercümesiyle karşılaşıyoruz. Bunlardan her ikisi de XVIII. asırda Istanbul'da yetişen astronomlardan Halifezâde Ismail Efendi [57] tarafından yapılmıştır. Çınari ismâil Efendi olarak da tanı-nan bu astronomun, astronomi sahasında telif ve tercüme birçok eseri bu-lunmaktadır. Halifezâde'nin ilk zic tercümesi "Tercüme-i Zic-i Kılaro" di-ye bilinen Rasad-t Kamer adlı tercüme eseridir [58]. Bu zici, Fransız astro-nomlarından Alexis-Claude Clairaut'nun Ay'ın gözlemlerine dayanan cet vellerinden 1767 yılında Türkçe'ye tercüme etmiştir. Clairaut'nun (ölm. 1765) bu konuda ilki 1752'de St. Petersburg'da basılan Theorie de la Lune, diğeri ı 754'te Paris'te basılan Tabks de la Lune adlı eserleri bulunmaktadı r. Theorie de ki Lune 1765'te Paris'te yeni gözlemlere dayanarak hazırlanan Ay'ı n cetvellerinin ilâvesiyle ikinci defa basılmıştır[59].
Osmanlı astronomu bu cetvelleri 1767'de tercüme etmeden önce St. Petersburg Akademisi'nin eserin ilk baskısının yapılmasından iki yıl önce 175o'de Clairaut'yu uzay mekaniğindeki "üç cisim problemi"nin çözümü üzerinde yaptığı teorik çalışmalardan dolayı ödüllendirmesi, Osmanlı durumunda ise cetvellerin tercümesiyle yetinilmesi, Osmanlı bilim zihniyetinin yapısı hakkında bizim için önemli bir ipucu teşkil eder.
Bu zic tercümesinin yapıldığı yıllarda Sultan III. Mustafa (ölm. 1774.)'nın Avrupa astronomisine dair "en yeni ve en mükemmel" kitapları Paris ilimler Akademisi'nden istediği, Fransız matematik tarihçisi Montucla tarafından 1766'da yayınladığı Histoire des Mathematiques adlı eserinde kaydedilmiştir [60]. Salih Zeki ise aynı kaynağa dayanarak Sultan III. Mustafa'nın Akademi'den mükemmel bir heyet kitabı istediğini bildirrnektedir. S. Zeki ayrıca Baron de Tott aracılığıyla Akademi'den getirtilen kitaplar arasında Lalande Zici'nin de bulunduğunu Akademi kayıtlarmdan tespit ettiğini söylemektedir[61]'. Gönderilen kitaplar arasında Clairaut Zicinin ve Çınari İsmâil Efendi'nin tercüme ettiği ikinci zic olan Cassini Zicz' nin de bulunduğu düşünülebilir.
İsmâil Efendi'nin tercüme ettiği ikinci zic, yine Fransız astronomlarmdan Jacques Cassini (ölm. ı 756)'nin [62] 1740'da Paris'te basılan Tables Astronomiques du Soleil, de la Lune, des Plardtes, des Etoiks Fixes et des Satellites de jupiter et de Saturne adlı astronomi cetvelleridir. İsmâil Efendi bu zici Tuhfe-i Behir-i Rasini Terciime-i Zic-i Kasini adıyla 1772'de Türkçe'ye çevirmiştir.
Cassini Zici'nin Sultan III. Ahmed tarafından ı 132/172o yılı sonlarına doğru Fransa Kralı XV. Louis'ye elçi olarak gönderilen Yirmisekiz
Mehmed Çelebi vasıtasıyla getirildiği'[63], Salih Zeki ve Adnan Adıvar tara-fından ileri sürülmekteyse de doğru değildir. Çünkü Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Sefaretniime'sinde 1133/1721 yılı Ramazan ayının son günlerinde ziyaret ettiği Paris Rasathanesi'nden bahsederken, "Cassini, gözlemlerini tamamlamadan ölmüş, rasathanenin başına oğlu geçmiş ve cümle hazine ona teslim edilmiş. Kendisi, babasının Uluğ Bey Zici'ne aykırı bulduğu meseleleri yazıp bize verdi. Henüz babasının yazdıkları basılmamış, oğlu gözlemleri tamamladıktan sonra basmayı arzu ediyormuş..." demektedir. Bu ifadelerden Jacques Cassini'nin Yirmisekiz Mehmed Çelebi'ye babası-nın Uluğ Bey Zici'ne aykırı bulduğu bazı meseleleri yazıp verdiği anlaşıl-maktadır. Jean Dominique Cassini'nin gözlemlerini oğlu Jacques Cassini tamamlamış ve t 740'da Tables Astronomtques adıyla neşretmiştir[64].
Diğer taraftan, zicin Türkçe tercümesinin mukaddimesinde, "Fransa astronomlarından Cassini'nin miladın 174o'ıncı senesinde Fransızca bas-mayı arzu ettiği yeni rasadı..." ibaresinden, Halifezâde'nin Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin getirdiği "Uluğ Bey Zici'ne mugâyir mesâil"i değil, 174o'da Paris'te basılan Tables Astronomiques...'i tercüme ettiği kesinlik ka-zanmaktadır.
Logaritmanın Osmanlı bilim çevrelerine ilk girişi Halifezade'nin bu zTc tercümesi vasıtasıyla olmuştur. Halifezâde bu zic tercümesine, birden on bine kadar olan sayıların logaritma cetveli yanında o''den 45°'ye kadar bütün yayların dakika dakika sinüs ve tanjantlarının logaritmalarını göste-ren birer cetvel de ilave etmiştir. Bu cetvellerdeki bütün logaritmalar beş basamaklıdır. Halifezâde bu tercümesinde "logaritm", "logaritm sinus", "logaritm tangent" terimleri için sırasıyla, "nisbet", "niseb-i ceybiyye" ve "niseb-i zılliyye" karşılıklarını bulmuştur.
Bu ikin tercümesi Osmanlı takvimciliğine mühim etkiler yapmış, pa-dişah 111. Selim'in emriyle takvimler Cassini Zidne göre tertip edilmeye başlanmış, Uluğ Bey Zici zamanla terkedilmiştir.
11 - Müneccimbaşı Hüseyin Hiisni ve Lalande tici Tercümesi
Osmanlı bilim literatüründe tespit ettiğimiz dördüncü zic tercümesi XIX. yüzyılın başında yapılmıştır. Müneccimbaşı Hüseyin Hüsni Efendi [65] Fransız astronomlarından Lalande'ın (ölm. 1807)[66] Tables Astronomiques (Paris 1759) adlı zIcini 1814 yılında Arapça'ya tercüme etmiştir. Türkçe tercümesini ise 1826 yılından önce yapmış olduğunu tahmin ediyoruz.
Hüseyin Hüsni Efendi, tercümenin mukaddimesinde Lalande'ın rasatlarının Uluğ Bey ve Cassini zIclenni hükümsüz bıraktığını, bu yeni zIcin kıyamete kadar kılavuz olacağını ve yanlışının çıkmayacağını söylemektedir. Bundan yararlanılarak hesap edilen takvimlerin de en doğru ve en mükemmel takvimler olacağını belirtmektedir.
1248 (1832) yılında, Hekim Mustafa Behçet ile Müneccimbaşı Hüseyin Efendi'nin müştereken yaptıkları "arz ve ilâm”da Cassini ZIci'nin takvim hesaplamalannda önemli hatalara sebep olduğu, bu zicde Güneş ve Ay tutulmalarında 25 dakika kadar hata payı bulunurken, hata payının Lalande Zici'nde birkaç saniyeye indiği, bu yüzden bundan sonra Lalande Zici'nin kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine, padişahın emriyle Lalande Zici'nin kullanılmasına başlanmıştır[67].
Yeni Avrupa astronomisi ile ilgili ilk tercüme olan Durreenin kitabı ve daha sonra yapılan tercümelerin hepsi zic tercümeleridir. 1071/1660 yıllarında yapılan bir Durret Zi'ci tercümesini, I 186/1772'de yapılan Cassini [68] ve II. Mahmud dönemi (1223-1255/18o8-1839)'nde yapılan Lalande[69] ziclerinin tercümesi takip etmiştir. Bu tercümeler, Osmanlı astronomlannın, Batı astronomi literatürünün zicler ile ilgili neşriyatını takip ettiklerini
göstermektedir. Batı'da bu dönemde, astronomi biliminin yapısını tamamen değiştiren fevkalade önemli birçok eser dururken, Osmanlı astronomisinin temel ilgi alanı olan vakit tayini için gerekli ziclerin seçilmiş olması, Osmanlı bitimine sonuna kadar hakim olacak karakteri belirlemektedir. Böylece şimdiye kadar yaptığımız araştırma ve taramalardan Osmanlıların ilgisinin, bilimin gelişmesini veya değişmesini sağlayan, yeni temellerini ortaya koyan, yeni yörüngesini çizen temel kaynaklar ve teorik mahiyette eserlerin tercümesi cihetine yönelmeden, ihtiyaç duyulan vakit tayini konusundaki son gelişmeleri takip etmeye hasredilmiş olduğunu görüyoruz.
İstanbul ve Kahire'de Kurulan Yeni Eğitim Müessesekrinde Modern Astronomi
Şimdi modern astronominin Osmanlı dünyasına girişine başka bir açıdaı bakalım ve yeni astronominin XVIII. asnn sonlarında kurulmaya başlayan yeni eğitim kurumlarındaki yerine bir göz atalım.
XVIII. asnn sonlarına doğru askeri mühendisleri eğitmek amacı ile Mühendishâne-i Bahri-i Hümâyun (1773) ve Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun (1795)'un kurulmasıyla astronomi dersi ilk defa düzenli şekilde devlet eliyle öğretilen yeni bilimler arasına girmiştir. III. Selim'in Mühendishâne ile ilgili 1795 tarihli fermanında adı geçen dersler arasında astronomi de bulunmaktadır[70].
Bu dersi Mühendishâne-i Berri-i Hümayun'da ilk okutan hocalardan birisi, Hüseyin Rıfkı Tamanrdir[71]. Bu okulun 18°6-1817 yılları arasında başhocalığını yapmış olan Hüseyin Rıfkı Efendi'nin [72] matematik konusunda birçok defa basılmış çeşitli eserleri mevcut ise de, astronomi konusun-da basılmış müstakil bir eseri yoktur. Ancak öğrencisi İshak Efendi, hoca-sının astronomi ders notlarının coğrafyaya dair kısımlarını gözden geçire-rek özetlemiş ve 1831 yılında el-Medhal fil-Coğrafya adı altında yayınlamış-tır[73].
Bu eserin jeosantrik sisteme göre yazıldığı, "Biline ki görünen âlem (fiziksel âlem) bir küredir ki onun merkezi Arz'dır... Güneş ile Ay, Yerküre etrafında dönüp on iki burcu gezerler..." şeklindeki birçok ifadeden açıkça anlaşılmaktadır. Ancak subaylara harita öğretmek için hazırlanan bu kita-bın dayandıği astronomi konseptinin ister Batlamyus'un jeosantrik sis-temine, ister Kopemik'in helyosantrik sistemine bağlı olması pratik açıdan büyük bir farklılık arzetmemektedir. Bu, bize Mühendishâne'de yürütülen eğitimin pratik yönünün ağır bastığını ve yeni astronomi konseptlerinin il-gi odağında bulunmadığını gösterdiği gibi, eski bilim tradisyonunun da devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, Batı bilim kay-naklarından tercüme ve adaptasyonlar yapan Tamanrnin astronomi konu-sunda eski tradisyonu devam ettirmesi dikkat çektiği gibi, bu kitabı baskı-ya hazırlayan talebesi İshak Efendi'nin konu ile ilgili herhangi bir yorum-da bulunmaması ve yeni bilgiler ilave etmemesi de düşündürücüdür. Zira ilerideki sayfalarda açıklanacağı üzere İshak Efendi, hocasının astronomi notlarını düzenlediği ve 1830-34 yıllarında yayınladığı Mecmûa-i Ulüm-i Riyâztye adlı kendi eserinde yeni astronominin konsept ve teknik detaylarının uzun bir metnini sunmuştur.
Hüseyin Rıfkı Tamanrden sonra 1817'de Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun'a başhoca olan Seyyid Ali Bey'in[74] geometri ve istihkâmlarla ilgili eserleri yanında, XV. yüzyılın meşhur Osmanlı astronomu Ali Kuş-çu'nun (ölm. 1474) "el-Fethiyye" adlı astronomiye dair Arapça eserini Türkçe'ye tercüme ettiğini görüyoruz. Seyyid Ali Bey, Mir'ât-ı ıilem adını verdiği bu tercümenin önsözünde, Aristo ve Batlamyus'un Yer merkezli, Pisagor, Platon ve Kopernik'in Güneş merkezli ve Tycho Brahe'nin kendisine has görüşünü tanıtmakta ve Yer merkezli ilk görüşü tercih etmektedir. Tercih sebebini açıklarken, bu görüşün İslam ülkelerinde yaygın olduğunu, takvim yapmak için hazırlanan ziclerin bu görüşe dayandıklarmı, dolayısıyla bu görüşün kendi alışkanlıklarına uygun geldiğini belirtmektedir.
Ali Kuşçu'nun bu klasik eserinin XVI. yüzyılda genişletilerek yapılmış iki Türkçe tercümesi [75] olmasına rağmen, Seyyid Ali Bey'in bu eseri XIX. asırda tekrar ele alıp ı 824'te bazı eklemeler ve kısaltmalar yaparak basması, dikkate değer bir husustur. Bu da Ali Kuşçu'ya gösterilen büyük ilgiyi ve eski astronomi tradisyonunun hala mevcut olduğunu ortaya koyduğu gibi, Seyyid Ali Bey'in kendi yetiştiği ekolü devam ettirmek istediğini gösterir.
Seyyid Ali Bey'in 1830 yılında azledilmesiyle, Mühendishâne başhocalığına getirilen İshak Efendi[76], en önemli eseri olan Alecmiia-i Uh2m-i Riydziydnin dördüncü cildinde astronomi konusuna 250 sayfalık oldukça geniş bir yer ayırdığı gibi, ağırlığı Kopernik teorisine vererek, bu sistemin o zamana kadar Osmanlı bilim literatüründeki bu uzun ve belki de en teknik izahını sunmuştur.
İshak Efendi de, eserinde daha önce yazılmış birçok astronomi kitabı gibi belli başlı üç kâinat sistemini tanıtmaktadır (Bkz. Resim 8). Batlamyus ve Tycho Brahe'nin teorilerinin niçin geçerli olmadığını açı kladıktan sonra, Kopernik görüşünün tarihi gelişmesini aktarmıştı r. İshak Efendi, eski sistemlerle fazla mukayese yapmadan birçok astronomi olayını n Yer'in hareketli olduğu varsayılarak daha kolay açı klanabileceğini ifade etmektedir.
Bu açıklamanın sonunda küçük bir ihtiyat payı ileri sürmekten kendisini alamayan İshak Efendi "hata olması muhtemel ise de" bu görüşün İlm-i hikmet'e daha uygun olduğunu kesin bir şekilde belirtir.
İshak Efendi dört ciltlik bu eseri boyunca ve diğer eserlerinde çağdaş Avrupa kaynaklarından tercüme ve özetleme yolu ile, özel olarak Osmanlı Devleti'nde ve belki genel olarak İslam dünyasında birçok yeni mefhumu ilk defa ortaya koymakta ve anlatmaktadır. Meselâ Descartes'ın hareketin sebebi hakkındaki doluluk ve itici güç, Newton'un boşluk (vakum) ve çekim gücü esasına dayanan teorisini açıklamaktadı r.
İshak Efendi'nin çağdaş Avrupa bilgilerini teknik bir şekilde aktarması, sırf Osmanlı Türkiye'sinde değil, Kahire'de ve birçok İslam ülkesinde etkili olmuştur. İlk baskısı 1834'te Istanbul'da tamamlanan Mecrniia-i Uh2m-i Riyâzt:ye 1845'te yine dört cilt olarak Kahire'de basılmış ve Batı'da gelişen birçok yeni bilimi öğrenmek isteyenlere ana kaynak olma vasfını uzun yıllar sürdürmüştür.
İshak Efendi, 1834'te Istanbul'da basılan kitabında eski ve yeni astronomiyi etraflı biçimde tanı tırken, aynı yıl Kahire'de Mehmed Ali Paşa devrinin ünlü aydın ve mütercimlerinden Rifaca el-Tahtavrnin (81m. 1873) [77] el-Tac ribât el-Şdfiyye li-Mürid el-Coğrafya adı ndaki Arapça bir coğrafya kitabını bastığını görüyoruz.
Osmanlı Devleti'nde Arapça basılan ilk modern coğrafya kitabı olan ve Kahire'de yeni kurulan mekteplerin talebelerine okutulmak için hazı rlanan bu eserde, yeni astronomi teorilerinden çok kısa ve basit bir şekilde söz edilmektedir.
Diğer taraftan, Deniz Harp Okulu talebeleri için Avrupa dillerinden Türkçe'ye tercüme edilen ve Tahtavi'nin kitabından dört yıl sonra Bulak'ta basılan Mecrniiatii Fenn el-Bahriye adlı kitabın astronomi bahsinde de eski ve yeni astronomiden çok kısa olarak bahsedilmektedir. Ancak bura-da Ptolemy adı, bütün İslam literatüründe tanındığı gibi Batlamyus ola-rak değil, "Tolomya" şeklinde yazılmıştır. Bu husus, eseri tercüme edenle-rin eski bilim literatürü ile ilgilenmediklerini göstermesi bakımından dik-kate değer.
Mehmed Ali Paşa devrinde Kahire'de basılan kitaplar arasında müstakil bir astronomi kitabının basıldığını tespit edemedik. O devirde yeni astronomiye ait en geniş bilgiyi ihtiva eden kaynak yine İshak Efen-di'nin kitabıdır. Anlaşılıyor ki İstanbul için kâfi görülen bilgi Kahire için de kafi idi ve yeni bir arayışa lüzum görülmüyordu.
Rus Biliminden Aktarma: Bakillii Kudsi ve Esrâr el-Melekât
Batı astronomi kaynaklarından XVII-XIX. asırlarda, Latince ve Fran-sızca eserlerden yapılan aktarma ve tercümelerden sonra, ilk defa Rusça kaynaklardan istifade edilerek XIX. asrın ortalarına doğru hazırlanan bir eserle karşılaşıyoruz. Bu eser, şiirlerinde Kudsi' mahlasını kullanan Azer-baycan'h edip ve münşi Abbaskulu Ağa b. Mirzâ Muhammed Hn-ı Sani (ölm. 1262/1846)'nin [78] yeni astronomiyi konu alan Esrâr e1-Me1ekât[79] adlı eseridir. Bakülü Kudsi, önce Farsça yazıp sonradan Arapça'ya çevirdiği eserini 1846 yılında Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid'e bizzat sunmuştur. Padişahın takdir ve ilgisini cezbeden kitabın daha iyi anlaşılması için Sadrazam Reşid Paşa, Hayatizâde Seyyid Şeref Halil el-Elbistanryi (ölm. 1267-68/185 ı )[80] kitabı Türkçe'ye tercüme etmekle görevlendirmiştir. el-Elbistani Kudsrnin eserini Türkçe'ye tercüme ederken konu ile ilgili yukarıda bahsettiğimiz daha önce basılmış eserlerden yararlanarak ilâveler yapmış ve eser 1848 yılında Eficâr e1-Ceben2t fi Tercemet Esrâr el-Melekât adı ile basılmıştır [81].
Bu eserin basılması, yazarların astronomi konusunda müstakil eser yazmaya yöneldiklerini gösterir ki, bu da yeni astronominin gittikçe ilgi çekmeye başladığını n bir delilidir.
Esrâr el-Melekât, Kudsrnin daha önce coğrafya konusunda yazdığı bir kitabından özetlenmiştir. Yazar önsözde astronominin kısa bir tarihçesini verdikten sonra Kopernik teorisinin, ele alınan problemlerin çözümünde en başarılı ve en doğru teori olduğunu kaydeder. Eserini baştan sona yeni astronomi anlayışına göre yazan Kudsi, tercihini açık ve kesin bir şekilde Kopemik sistemi yönünde kullanmakta ve bu sistemi tercih sebebini şöyle açıldamaktadır:
"... Gerek Batlamyus ve gerekse Kopernik görüşlerinden birini tercih etmenin dinimiz açısından herhangi bir mahzuru yoktur. Çünkü bunlar dinle değil akılla ilgilidirler. Aklı hususlarda taklid câiz olmayacağından biz aklın tercih ettiğini kabul ederiz. Kopernik görüşünü akıl ve gözlem kaideleriyle karşılaştıran bazı Müslüman yeni astronomlar bu görüşün doğruluğunu, âyet ve hadislere dayanarak müdafaa etmişler, bilim ve gözlem esaslarına uymayan Batlamyus görüşünün nasıl olup da bu kadar zaman şöhretini devam ettirdiğine hayret etmişlerdir. Ben bu Kopemik görüşünün geometrik kaidelerden çıkarılmış olan açık ve kesin delillerle, ayrıca âyet ve hadislerle de uyuştuğunu, Batlamyus'unkinin ise bunun ter-si olduğunu anladım."
Eserin sonsözü, bu yeni astronominin ortaya koyduğu kâinat anlayışı-nın, Kur'ân-ı Kerim âyetleri ve Peygamber hadisleri ile desteklendiğini belirtmek üzere kaleme alınmış ve o tarihe kadar yukarda işaretlediğimiz eserlerin hiçbirinde görülmeyen ölçüde bir Din-Bilim uzlaşmasının sağlan-masına gayret edilmiştir.
Bu eserin kültür ve bilim tarihi açısından göze çarpan en bariz husu-siyeti şudur: yazar ve çeviren, astronom, coğrafyacı, mühendis veya mate-matik bilimleri ile mesleki bakımdan ilişkileri olmayan, Batı bilimini tek-nik olarak tahsil etmemiş ve daha çok klasik Şark kültürü ile yetişmiş kişi-lerdir. Buna rağmen, sırf bildikleri diller sayesinde bir Batı biliminin yeni bir konsepti ile uğraşmışlar, bu yeni konsepti tereddütsüz kabul etmişler, bunu akla en uygun sistem olarak tasvir etmişlerdir. Ayrıca, kendilerinden daha önce gelen bilim adamlarından farklı olarak, sırf bu sistemin din ile uyum halinde olduğunu ifade etmekle yetinmeyip daha da ileri giderek Islam'ın temel iki kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdeki kâi-nat ile ilgili işaretlerin de bu yolda olduğunu ifade etmişlerdir. Bu da XIX. asrın ortalarında aydın din adamları arasında din-bilim uyumu fik-rinin varlığını ve din-bilim çatışmasının henüz söz konusu olmadığını gösterir.
SONSÖZ
Osmanlıların astronomi sahasında Batı bilimi ile olan ilişkilerini, XVII. yüzyılın ortasından XIX. yüzyılın ortasına kadar 200 senelik geniş bir zaman dilimi içinde ele aldığımız yazma ve basma eserlere dayalı ola-rak incelediğimizde, bu ilişkilerin dört safhadan oluştuğunu görürüz. Bu dört safhayı şu şekilde adlandırabiliriz:
1. Tanıma ve alışma,
2. Faydalanma ve uygulama, ,
3. Devlet ve ordunun modemleşmesi için gerekli olan kadroları yetiş-tiren yeni eğitim kurumlarında okutulması, ,
4. Din-Bilim âhenginin sağlanması. ,
Fakat, bu safhalar birbirinden kesin çizgiler ile ayrılmadığı için, takip eden safhanın ancak bir öncekinin bitmesiyle başladığını söyleyemeyiz. Bu merhaleler, incelediğimiz uzun ve girift "süreç"in kendisine has yönlerini açıklamak için bir sınıflandırma olarak ileri sürülmüştür. Görüldüğü üze-re, her merhalenin karmaşık kısımları vardır; şöyle ki, ileri bir merhalenin esas konusunu teşkil eden bir husus, daha önceki salhalarda ön fikirler ve yardımcı temalar olarak karşımıza çıkabilir. Bununla beraber, bu husus aynı zamanda ilerideki safhanın esas konusunu teşkil ettiği için onu ayrı bir başlık altında ele aldık. ,
XVII. yüzyılın ortalarında Osmanlılar kendilerinin hâlâ Batı dünya-sından üstün olduklarını düşünüyorlardı. Bundan başka, ilmi potansiyel ve kurumlara sahip oldukları için, yani ilmi ve kültürel yönden ihtiyaçları-nı karşılama konusunda kendi kendilerine yettiklerinden dolayı, Batı bili-mini kendileri için gerekli görmemişlerdi. Ancak bu durum, Osmanlıların Batı'daki ilmi gelişmelerden uzak veya habersiz olduklarını göstermemek-tedir.
Tezkireci Köse Ibrahim'in yaklaşık olarak 166o-1664 yılları arasında tercüme ettiği ve incelediğimiz ilk eser olan Secencel el-Eflâk fr Gdyet el-İd-râk'e dayanarak bilim transferi konusunda aşağıdaki değerlendirmelerde bulunabiliriz:
Osmanlılar Avrupa'daki değişiklikleri büyük bir zaman fasılası olma-dan takip edebilmektedir. Osmanlı astronomları, zengin ve geniş bir tecrübeye sahip oldukları ve Müslüman astronomların Ortaçağ'da astrono-miye yaptıkları büyük katkılarından haberdar oldukları için, bu yeni Av-rupa bilimini hemen değil, ancak kendi bilimlerine uyması halinde kabul ediyorlar.
Kopemik'in helyosantrik teorisinin Avrupa'da dalgalanmalar yarattığı bir sırada, Osmanlı astronomu Tezkireci Köse Ibrahim Efendi bu teorinin temel kavramlarını sadece teknik bir detay seviyesinde ele almıştır. Zira, jeosantrik sistemden helyosantrik sisteme geçişle vuku bulan koordinat de-ğişikliğinin pratik hesaplamalar bakımından bir tesiri olmamıştır. Bu tav-rın başka sebepleri, belki de bu safhada Osmanlı toplumunda kâinat sis-temleri konusunda polemiğe yol açacak bir dini dogmanın mevcut olma-ması ve meseleye insanın kâinattaki mevkiinin değişmesi olarak bakılma-ması olabilir.
Osmanlılar tarafından tercüme edilen diğer eserler, el-Dimaşidnin, Janszoon Blaeu'nun kısaca Atlas Major olarak bilinen Latince eserinin 1685'te tamamlanan tercümesi ve Osman b. Abdülmennan'ın 1751'de Bernhard Varenius'un Terciime-i Kitdb-ı Coğrafya adlı kitabının Latince'den yaptığı tercümesidir. Bu tercümeler, Türk bilim adamlarının yeni astrono-mi kavramlarına ve özellikle jeosantrik sisteme karşı herhangi bir önyargı-ları olmadığını gösterir. Bu iki tercümanın eserlerini tercüme ettikleri Av-rupalı yazarlar jeosantrik sistemin lehinde oldukları için, onlar da bilgiyi bu şekilde aktarmışlardır. Bunlardan Osman b. Abdülmennan, esasen ori-jinal metne sadık kalmasına rağmen, akıl yürütme yolu ile helyosantrik sistemi tercih etmiştir.
Matbaanın kurulması sayesinde, geniş okuyucu kitlelerine hitap eden eserler yayınlanmıştır. Bu da yeni astronomi kavramlarının daha geniş halk kitlelerine tanıtılmasını mümkün kılmıştır. Osmanlı toplumunda dev-letin mali desteği ile tesis edilen matbaanın kurucusu olarak tanınan ve aslında islamiyeti sonradan kabul eden bir Avrupalı olan İbrahim Müte-ferrika, bu yeni kavramları Kâtib Çelebi'nin 1732'de yayınladığı Ci-hanınimâ'sına yaptığı ekte çok ihtiyatlı bir tavırla ifade etmiştir. Bu ihtiya-tın sebebi, Hristiyan dünyasında bu kavramlara karşı kilise ve dini çevre-lerin gösterdiği şiddetli reaksiyonu bilmesi idi.
Müteferrika, Channiimâ'yı yayınladıktan bir yıl sonra Andreas Cellari-us'un Atlas Coelestis adlı Latince eserini tercüme etmiştir. Bu tercümede Müteferrika'nın tutumunun Cihanntimii'dakinin aksine daha az ihtiyatlı ol-duğu göze çarpar, zira Osmanlı imparatorluğu'nda bu fıkirlere karşı Av-rupa'da görülen reaksiyona benzer bir reaksiyon vuku bulmamıştır.
Bu safhaya kadar yeni astronomi kavramları Istanbul'daki ilmi çevre-lerde ve astronomlar arasında profesyonel bir anlayış ve olgunlukla ele alınmıştır. XVIII. yüzyılın ortasında bu kavramlar yeni bir zümreye hitap etmeye başlamış ve Anadolu'daki halka çok enteresan çelişkili bir üslüpla tanıtılmıştır. XVIII. yüzyılın meşhur mutasavvıflarından Erzurumlu ibrâ-him Hakkı, bu kavramları çok net bir şekilde, Müteferrika'nın yayınladığı kitabından faydalanarak açıklamış ve ifade etmiş, tercihini çok bâriz ve ke-sin bir şekilde helyosantrik sistemden yana kullanmıştır. Bununla beraber, eserinin başka bir kısmında "İslam astronomisi" başlığı altında tamamen bilim dışı ve efsanevi açıklamalara ve mevzu` hadislere dayanan bir astro-nomi anlayışını ileri sürrnüştür.
Görülüyor ki, İbrahim Hakkı, 1757 yılında tamamladığı Mânfetnâme adlı eserinde "avam-1 nas" ve "aydın" kesime hitap etmektedir. Bu iki zümrenin yanı sıra, halk arasında gördüğü rağbeti ve şöhretini kıskanan bazı resmi ulerna karşısında ihtiyatlı bulunmak zorundaydı. Yukarıdaki sayfalarda müftü Kadızade Mehmed'in İbrahim Hakkı'ya karşı çıktığını ve onu şeriate aykırı hareket etmekle itham ettiğini anlatan rivayetten söz et-miştik.
Büyük bir ihtimalle kendisini bu gibi mesnetsiz ithamlardan korumak için, İbrahim Hakkı eserinde çelişkili fikirlere yer vermiştir. Aynı sebeple, 1777 senesinde dini kaynaklar ve Miintetnâme'sindeki "İslam astronomisi" kısmına dayanarak Urvet el-İslâm ve Hey 'el el-İslâm adlı eserlerini yazmıştır. Mânletnâme'deki ilmi görüşlerinden, daha sonraki eserlerinde görülen bu geri dönüş aynı zamanda bazı dar fikirli ulemaya karşı bir savunma ola-rak ortaya çıkmış olmalıdır.
Bu ilk tanıma ve alışma safhasında Osmanlılar Avrupa başkentlerini ziyaret eden elçileri vasıtası ile Avrupa'daki ilmi gelişmeler hakkında bazı bilgiler edinmişler ve ilk gözlemlerde bulunmuşlardır. Umumiyetle konu-nun derinliğine nüfuz etmemelerine rağmen, bu elçilerin bazılan söz ko-nusu gelişmelerle teknik seviyede ve yakından ilgilenmişlerdir. Mesela, Os-manlı elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin 1721 yılında Paris Rasathane-si'ni ziyaretinden sonra, 1748 yılında elçi Hani Mustafa Efendi Viyana Rasathanesi'ni ziyaret etmiştir. Sıradan bir diplomatik ziyaret olan Hani Mustafa Efendi'ninkinin aksine, Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin ziyareti çok farklı bir şekilde cereyan etmiştir.
Sırf astronomiye olan ilgisinden dolayı, Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris Rasathanesi'ne yaptığı ilk ziyâret ile yetinmemiş ve ikinci bir ziyâret-te daha bulunmuştur. Burada rasathanenin direktörü Cassini ile detaylı bir görüşme yapmış ve kendisi için yeni olan modem astronomi aletlerini incelemiştir. Ayrıca, Uluğ Bey'in zicine uymayan gözlemler hakkında Cas-sini ile görüşmüş ve kendisinden bu konular hakkında yazılı bir rapor al-mıştır. Yirmisekiz Mehmed Çelebi İstanbul'a döndüğü zaman bu rapor hakkında Osmanlı astronomlanna bilgi sunmuştur.
Daha sonra, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında transferin ikinci safhası başladığı zaman, Sultan III. Mustafa Avrupa astronomisi hakkındaki "en yeni ve en mükemmel" kitapların Paris ilimler Akademisi'nden getirilme-sini emretmiştir. Böylece, aynı dönemde Halifezâde İsmail Efendi Fransız astronomu Clairaut (ölm. 1765)'nun bir eserini 1767'de Terciime-i Zic-i Ki-laro adı ile ve Cassini (ölm. ı 756)'nin yazdığı başka bir eseri de 1772'de Tuhfe-i Behic-i Rasini Terciime-i Zic-i Kasinf başlığı ile tercüme etmiştir. Bu zic tercümelerinin Osmanlı takvimciliğine esaslı bir şekilde tesir etmesi se-bebiyle Sultan III. Selim takvimlerin Cassini'nin zklerine göre hazırlan-masını emretmiş ve Uluğ Bey'in zIcleri bundan böyle kullanılmamıştır.
Cassini ZIci yaygın olarak kullanılmış, fakat bu zIcin hesaplamalann-daki büyük hata payı sebebiyle hazırlanan takvimlerde önemli yanlışlar görülmüştür. Bundan dolayı, Fransız astronomu Lalande'ın Tables Astrono-miques adlı zici, 1814 senesinde Arapça'ya ve takiben 1826 senesinden önce de Türkçe'ye tercüme edilmiş, Sultan II. Mahmud'un emri ile tak-vimler bu zice göre düzenlenmeye başlamıştır.
Durret, Clairaut, Cassini ve Lalande ziclerinin XVII. ve XIX. yüzyıl-lar arasında yapılan bu tercümeleri, Osmanlıların Batı'daki zIclerle ilgili li-teratür hakkında bilgi sahibi olduklarını göstermektedir.
Şimdiye kadar yaptığımız araştırmalar göstermektedir ki, bu iki safha-da Batı'da astronominin yapısında esaslı değişiklikler meydana getiren te-mel kaynaklar ve teorik eserler Osmanlıların dikkatini çekmemiş, onlar bu eserler yerine vakit tayini ve takvim hazırlanması ile ilgili eserlerin tercümesini tercih etmişlerdir. Bu husus da Osmanlı biliminin başlıca özelliği olan pratik yönünü göstermektedir.
Aynı zamanda bu safhada bazı temel coğrafya kitaplarının tercümesi-nin Sultan veya Sadrazam tarafından teşvik edildiğini görüyoruz. öte yan-dan, muhtemelen sultanların dikkatinden kaçan bazı temel astronomi ki-taplan hakkında hiçbir bilgi elde edilememiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde Tycho Brahe'nin iki basma eserinin bulunması görüşümüzü desteklemektedir[82].
Bir inceleme örneği olarak ele aldığımız Avrupa astronomisinin Os-manlı dünyasına transferinin ilk iki yüzyılındaki bu "tablonnun, İslam me-deniyetinin ilk iki yüzyllinda aynı bilim dalının "tablo”su ile mukayese edilmesi bizi son safha aleyhine bir değerlendirmeye sevk edebilir. İlk saf-hada her ne kadar transfer ve tercüme faaliyetinin aynı pratik ihtiyaçlann karşılanmasından doğduğunu kabul etsek de, Hint ve Yunan astronomisine ait Siddhanta ve Almagest gibi temel eserlerin tercüme edilmiş olması, buna karşılık Kopernik, Tycho Brahe, Kepler, Newton gibi bu ikinci saf-hanın temel eserlerini veren ilim adamlarının eserlerinin tercüme edilme-miş, veya buna teşebbüs edilmemiş olması, yeni safhanın karakterini orta-ya koyması bakımından önemli bir göstergedir. Bu durum aynı zamanda yerli bir astronomi geleneğinin varlığının, yeni astronominin bir bütün olarak gelişmesini engelleyen önemli bir unsur olabileceği ihtimalini de akla getirmektedir.
XIX. yüzyılın başından ilk 30 yılına kadar devam eden enteresan bir geçiş devresi, transferin üçüncü safhasına işaret eder. Hiç değilse elimizde bulunan bilgilerin ışığında, Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun'da başhoca olan ve Avrupa kaynaklarına ulaşabilen Hüseyin Rıfkı Tamani Efendi (ölm. 817)'nin XIX. yüzyılın ilk 20 yılında astronomi ve coğrafyayı jeo-santrik sisteme göre okutmayı tercih ettiği görülmektedir. Hüseyin Rıfkı Tamani'den sonra bu okula Seyyid Ali Bey başhoca (1817-1830) tayin edilmiştir. Seyyid Ali Bey, Avrupa kaynaklarına müracaat etmeden klasik Osmanlı kaynaldanna dönerek XV. yüzyılın Osmanlı astronomlanndan Ali Kuşçu'nun "el-Fethiyye” adlı Arapça eserini Türkçe'ye tercüme etmiş-tir. Tercümesinin önsözünde Seyyid Ali Bey jeosantrik görüşü tercih ede-rek, bu görüşün İslam ülkelerinde ziclerin hazırlanması ve takvim düzen-lenmesinde geniş ölçüde uygulandığını belirtir.
İshak Efendi'nin, mezun olduğu Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun'a başhoca tayin edilmesi ile önemli bir kategorik değişiklik meydana gelmiş-tir. Osmanlı ve İslam dünyasında modern bilimin bir öncüsü olarak ka-bul edilen İshak Efendi, modern bilimlerin birçoğunu Osmanlı ve İslam dünyasına ilk defa tanıtan Mecınd'a-i Ulüm-i Riyiiziye adlı 4 ciltlik eserinde modem astronomiye 250 sayfa ayırmıştır. Istanbul'da 1834 senesinde ve Kahire'de yeniden 1845 senesinde basılan bu kitap sayesinde Osmanlı dünyası ve Osmanlıların kaydettiği gelişmeleri takip eden İslam dünyası ilk defa modern astronomi konusunda geniş bir literatüre sahip olmuştur.
Bu çalışmada ele aldığımız son eser, din ve bilim arasındaki âhengin sağlanması meselesi ile ilgili olan, bilim transferinin dördüncü merhalesine işaret eder. Bakülü Kudsi' Efendi'nin eseri, bu konuya hasredilmiş olması bakımından enteresan bir örnektir. Esrdr el-Melekdt adlı bu eser, yazarın kendisi tarafından 1846 yılında Sultan Abdülmecid'e takdim edilmiştir. Yazar bu eseri tamamen yeni astronomi kavramlanna dayanarak ve terci-hini Kopernik sistemi yönünde kullanarak yazmıştır. Kopernik sistemini tercih etmesinin sebeplerini açıklarken, yazar bu görüşün akıl yürütme yo-lu ile varılan kesin ilmi deliller, Kur'ân-ı Kerim âyetleri ve hadisler ile uyum halinde olduğunu, Batlamyus görüşünün ise ilmi kaideler ve gözlemlere aykırı olduğunu belirtir.
Kültür ve bilim tarihi bakımından bu eserin en bariz özelliği, kitabın sonuç kısmında yazarın, din-bilim arasındaki uyumu göstermek için konu ile ilgili yukarıda ele aldığımız eserlerin hiçbirinde görülmeyen ölçüde büyük gayretler sarfetmesidir. Böylece, XX. yüzyılın ortasında din ve bili-min esas olarak uyum halinde olduğu fikrinin kabul edildiği söylenebilir. Görülüyor ki, Kudsi'nin kitabı, Gazali'nin temel bir argümanına dayanan bu uyumu Müteferrika'nın çok ihtiyatlı ve rahatsız bir ifade ile ileri sürdüğü ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın eserinin ilmi kısmında çok açık ve bariz bir şekilde belirttiği esaslar çerçevesinde ifade etmiştir. Kudsi'nin kitabında varılan din-bilim âhengi, bu önceki eserlere kıyasla daha geliş-miş ve çelişkilerden daha uzaktır. Gerçekten de bu kitap İslam dünyasın-da daha sonra, özellikle XX. yüzyılda modern bilim ve İslamiyetin uyum halinde olduğunu ileri süren ve daha da ileri giderek modern bilimin bir-çok keşiflerine, İslamiyetin temel kaynaklarına ve özellikle Kur'an-1 Kerim ayetlerine dayanılarak varılabileceğini savunan fikirler için bir prototip ola-rak düşünülebilir
Modern astronomi biliminin transferi konusunda XX. yüzyılın başına kadar devam eden dördüncü merhaleden sonraki gelişmeler bu çalışmada çizdiğimiz tarihi çerçevenin dışında olmasına rağmen, bu konu hakkında daha geniş araştırma yapmak isteyenler için meselenin mihenk taşları olan hususlar aşağıdaki şekilde belirtilebilir:
1. Modern bilimin daha geniş halk kitlelerine modern eğitim kurum-ları vasıtasıyla müfredat programının bir parçası olarak tanıtılması,
2. Bu modern bilimin çıkan gazete ve dergiler yolu ile eğitim görme-miş okuryazar kitlelere yayılması,
3. Modern devlet ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için bir "bilim kurumu" olarak rasathanenin kurulması,
4. Sonuncu olarak, üç başarısız teşebbüsten sonra tgoo senesinde İs-tanbul Üniversitesi ("Darü'lfünün")'nin tesisi ve bünyesinde bilim okutulması gayesi ile Fen Fakültesi'nin kurulmasıdır. Bu son geliş-me Batı biliminin Osmanlı dünyasına transferine yeni bir boyut kazandırmıştır.
Teşekkür Notu
Bu çalışmanın hazırlandığı uzun süre içinde her bakımdan desteğini gördüğüm IRCICA'ya teşekkürlerimi ifade etmek isterim. Ayrıca meslek-taşım Cevat İzgi'ye değerli katkılarından dolayı, Dr. Semiramis Çavuşoğ-lu'na çalışmayı İngilizce metni ile karşılaştırdığı için teşekkür ederim. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nden sayın Eli Nicolas'a Latince kısımları tercüme ettiği için teşekkürlerimi belirtmek isterim. Kandilli Ra-sathanesi müdürü Prof. Dr. Muammer Dizer'e de Rasathane Kütüphane-si'nin kitaplarını kullanmamda gösterdiği kolaylıktan dolayı teşekkür ederim.