“Garp Ocakları” adı altında Türk denizcilerinin yaptıkları harekâttan söz etmek istiyorum. Bunlar Cezayir, Trablusgarp ve Tunus limanlarına dayanarak ilk önce Batı Akdeniz’de sonra da Kuzey Atlantik’te korsanlık yapan denizcilerdi. Tekil olarak Kuzey Batı Afrika kıyılarına yerleşip korsanlıklara başlamışlardır. Sonradan, mütareke yıllarında Atatürk’ün yaptığı gibi, Barbaros’un büyük kardeşi Oruç Reis bunları bir araya getirerek tek bir güçlü donanma biçimine getirmiştir[1]. Bunların en ünlüleri Barbaros Hayrettin, Turgut Reis, Kılıç Ali Paşa, Barbaros oğlu Haşan Bey Murad, Aydın, Burak ve Kalafat Memi reisler, Mezomorta Hüseyin Paşa ve bunlar gibi pek çoklarıydı[2].
Bunların yaşadığı dönemde dünyanın deniz ticareti korsanların etkisinde olduğu için[3] ve deniz mücadeleleri de denizlere sahip çıkmak hedefine yöneldiği için [4] İstibdat ve İkinci Meşrutiyet tarihçileri, bu gerçeğe kulak asmayarak “Deniz tarihi, denizcilerin tarihidir[5]” mütaleasıyla onların Atlas Okyanusundaki hareket etkilerini pek Osmanlı tarihinin içine almamışlardı. Bundan ötürü İkinci Meşrutiyetin deniz tarih yazarı Ali Şükrü Bey, 1917 yılında “Türklerin hangi tarihte dış denizlere çıktıkları ve orada ne yaptıkları gereği biçimde bilinmemektedir” diye yazmıştı[6].
Halbuki gene Ingiliz tarihçisi Paul Wittck’tcn şunları okuyacaktık: “On üçüncü yüzyıl başında Selçukluların denizlere kavuşmasıyla Müslüman korsanlar Küçük Asya (Anadolu) kıyılarında mükemmel dayanak noktalan elde ettiler ve Pamphylia ve Lykia kıyılarının bu eski korsanlık çiftliğinin gizli köşelerinde ve bucaklarında servet aradılar....”[7]. 1849 yılından itibaren Osmanlı donanmasında hizmet alıp danışmanlık yapan Ingiliz Amirali Adolphe Slaidc de bu donanmaların ta 18 inci yüzyıl sonuna kadar tek başlarına Ingiliz ve Fransız donanmalarıyla mücadele ettiklerini belirtmişti[8]. Belki de Osmanlı împaratorluğu’nun yıkılmasını uzatan neden Garp Ocağı denizcilerinin bu hareketleriydi. Çünkü Fransa ve Ingiltere’nin Doğu Akdeniz’e geçmelerini denizcilerin bu saldın hareketleri geciktirmişti.
Osmanlı Devleti de Garp Ocağı denizcilerinden gereği biçimde yararlanamadı. Derya kaptanlığını denizcilerin elinden koparan saraylı vezirler donanmayı bir strateji değil kaptan paşa eyaletinden vergi toplamak hedefine yönelik olarak kullanıyorlardı. Nitekim makamda bulunan Helvacı Mustafa Paşa Ege Denizinde vergi toplarken Venedik donanmasının Ege Denizine girdiğini haber alınca Ahır-ı Scfer-i derya diye donanmasını Haliç’e kaçırıvermişti. Durumu, onun yerine derya kaptanlığı makamına getirilen Garp Ocaklı denizci Mezomorta Hüseyin Paşa, Koyun Adaları deniz muharebesini yaparak kurtarmıştı.
Devlet donanması ne kadar geleneğini kaybetmiş ise Garp Ocağı denizcileri kendi filolarını zamanın teknik gelişmelerine uyarak kifayetli olarak kullanmışlardı. Örneğin yeni icat Kalyon tipi gemileri Garp Ocağı denizcileri hemen uyguladıkları halde saraylı vezirler, bu tip gemileri 1645-1669 Girit Muharebesinin sonunda kabul etmişti.
Osmanlı Devletinde derya kaptanlığı saraylı vezirlere intikal ettikten sonra, esasen, bu devletin iki ayrı donanması olmuştu. “Devlet Donanması” denebilecek olan İstanbul’daki donanma ve “çevre donanması” denebilecek Garp Ocağı filoları. Bütün kitaplar Osmanh donanmasının gelişmesinden “Selim III donanması”, “Sultan Aziz donanması”, “İkinci Meşrutiyet donanması” diye söz edeceklerdi. Başka devletlerin deniz tarihi kitaplarında ise, örneğin “Kral Hcnry donanması”, “Kraliçe Elizabeth donanması” diye bir kayıt yoktu. Bunun anlamı Osmanh Devleti hiçbir zaman gelenekli bir donanmaya sahip olmamış, bir hükümdarın yaptığı donanmayı öteki berbat etmişti.
Halbuki korsan döneminin denizciliği o kadar önemli idi ki, İtalyan Cumhuriyetlerinden Venedik ve Ceneviz’den başka Floransa Cumhuriyeti bile denizcilerine korsanlık yaptırıyor, bu korsanlar bazen Malta Şövalyeleri ve Papa denizcileriyle işbirliği yaparak Osmanh deniz ulaştırmasına, kıyılarına ve adalarına saldırılar yaparak Osmanh Devletine çok zararlı oluyorlardı.[9] 1645-1669 Girit Savaşında da Osmanh donanmasına ne zaman saraylı vezirler komuta etmiş ise o muharebe kaybedilmiş; hangi muharebeyi Garp Ocaklı denizciler idare etmiş ise o muharebe kazanılmıştı. Ama; kişisel yarardan olacak saraylı derya kaptanlığı, padişahların bu makamı denizcilerden başkasına vermeyiniz diye ferman çıkarmasına rağmen saraylı vezirler donanmanın yakasını bırakmamışlardı[10].
Garp Ocakları denizciliğine ilişkin bu kadar ön bilgi verdikten sonra Ali Şükrü Bey’in 1917 yılı Mecmua-i Seneviye-i Bahriye dergisinde çıkan yazıyı, bu yazının eski Türkçe olmasından ötürü, buraya aynen nakledilmesinde tarih araştırıcıları için büyük yarar umduk:
Türklerîn Diş Denîzlerdekî
Harekât-i Bahrİyesî (Denİz Harekâti)
Bcrbcriyc korsanlarına dair güzel bir tarih yazan Stanley Lein Paul kitabının başında diyor ki:
“Üç yüz yıldan fazla bir zaman için Avrupa'nın tüccar milletleri ticaretlerini sürdürmek ya da sürdürmemek için korsanların emrine tabi olmuşlardır.
Barbaros Hayrettin’in, imparator Beşinci Charles’in[11] bütün kuvvetlerine karşı koyduğu zamandan on dokuzuncu yüzyılın ilk yıllarına kadar Türklcr dar denizlerin tam anlamıyla efendisiydiler. Eski zamanlarda Venedikliler, Ceneviz ve Pisalılar, son zamanlarda da İngiliz, Fransız, Felemenk, Danimarka, İsveç ve Amerika hükümetleri ya muntazam haraçlar vererek ya da değerli hediyeler bahşederek Türklerden güvenlik satın alırlardı”.
Stanley Lein Paul’dan aldığımız yukarıdaki sözleri Akdeniz’i üç yüzyıldan fazla bir süre kasıp kavuran Türk korsanlarının ne yaradılışta, ne kuvvet ve kudrette adamlar olduğunu anlatmak için aldık. Akdeniz’de ta önceden beri çeşitli milletlere mensup birçok korsanlar gelip geçtiği halde içlerinde yabancı hükümetlerden uzun müddet haraç alanlar yalnız Türk korsanlarıdır.
Türk korsanlarının Akdeniz’e ait olan menkıbeleri bir dereceye kadar saptanmıştır. Fakat bu yiğitlerin dış denizlerde aynı derecede kahramanlık gösterdiklerini bilen içimizde pek azdır.
Evet, Akdeniz’i pek dar gören kahraman Türk denizcileri çeşitli kez Cıbralta Boğazından çıkmış ve al bayraklarını herkesin hayretleri içinde Atlas Okyanusu’nun gök renkli suları üzerinde dalgalandırmalardır.
Türklerin dış denizlere hangi tarihte çıktıkları ve ne yaptıkları henüz gereği biçiminde bilinmemektedir, ilerde aydın kişilerin yapacakları araştırmaların bu tarafları aydınlatacağını umut ederim. Bizim bugün Türklerin dış denizlerdeki faaliyetlerine ilişkin olarak bildiklerimiz -rast gele öteden beriden toplama- parça parça bazı olaylardan ibarettir ki bunların arasındaki boşlukları doldurmak, sıra ve ilişkileri saptayarak muntazam ve müteselsil bir tarih biçimine sokmak için hem zaman hem de büyük çalışma özverileri ister.
Şimdi biz, bu, parça parça dediğimiz olayları belirtmekle yetineceğiz.
Stanley Lein Paul, on yedinci yüzyılın başlangıcını Türklerin dış denizlere çıkmalarının yaklaşık bir başlangıcı olarak kabul ediyor ve diyor ki:
“On yedinci yüzyıl başında korsanların tabiyelerinde dikkate değer bir gelişme meydana geldi: Bunlar artık pek az kadırga yapıyorlar, asıl önemi parça yelkenlere veriyorlardı. Cezayir, Tunus ve Trablusgarp tersaneleri yeni biçim gemi yapımını öğrenmekte olan amele ile kaynaşıyordu.”
Stanley Lcin Paul bundan sonra Cezayir’de bu yeni tip gemiyi yapan ustanın adının Flanderli Simon Danzer olduğunu söylerken Tunus’ta da Mcmiş adlı Yunan asıllı bir reis olduğunu ekliyor[12]. İhtimal ki bir mühendis olan bu Yunanlı reis bizim tarihçilerin “Kalafat Memi” dedikleri reistir. Lein Paul bu değişiklik ve gelişmeyi başlıca iki nedene dayıyor:
“Biri, kadırgalarda kürek çekmek için Hıristiyanlardan yeteri sayıda esir alınmaması ve ücretli kürekçi bulmanın aşırı harcamalara mal olması.
İkincisi de Ispanyol kıyılarına akın amacıyla yapılmış olan ufak teknelerin 1610 tarihinde Endülüs’te bulunan son parti Arapların kovulması üzerine artık işe yarayamamalarıdır” diyor. Bizim kanılarımıza göre bu nedenler pek de makul esaslara dayanmıyor. Çünkü Türk korsanlarının bu tarihten sonra da binlerce Hıristiyan esir aldıkları tarih boyunca saptanmıştı. Gerçi Arapların Endülüs’ten kovulmaları, korsanları Ispanya kıyılarına yaptıkları akınlarda kendilerine rehberlik ederek kolayca amaçlarına ulaşmaya yardımcı olan yardımcılardan yoksun bırakmıştır. Fakat bu yoksunluk korsanlara, ellerindeki hızlı ve manevra kabiliyeti pek çok olan tekneleri bırakacak kadar etkili olmamış olsa gerektir.
Bizce en önemli ve başlıca neden korsanların yıllardan beri soyup soğana çevirdikleri Akdeniz kıyılarında kendilerini memnun edecek derecede bol kaynak kalmaması ve, tam tersi, altın hâzinelerinin dış denizler yoluyla Amerika kıtasından gelmekte olmasıdır. Fakat bu hâzinelere el atmak için dış denizlere çıkmak ve uzun süre denizlerde kalmak lazım gelmiştir. Bu ise doğal olarak ufak teknelerle kabil olmayacaktır. Çünkü ufak tekneler kürekle hareket ettikleri için uzun seferlerde sayıları yüzlere varan kürekçileri beslemek pek zor; bundan başka levazım ne kadar çok olursa tekneleri yürütmek için harcanacak kuvvet de o derecede çok olacaktı.
Halbuki büyük gemiler yelkenle hareket ettikleri için yelken doğal olarak yemek içmek istemiyordu. Fazla olarak küçük tekneleri yürüten kollar gibi yorulmayacaklar! için gemilere istedikleri kadar erzak ve cephane yükleyebileceklerdi. işte korsanların gemi değiştirmelerinin asıl nedeni de Lcin Paul tarafından ikinci, üçüncü derecede bir neden olarak görülmüştü.
Bununla beraber Türklerin dış denizlere çıkmak için kesinlikle gemi değiştirmek zorunda olduklarım da iddia edemeyeceğiz. Çünkü daha aşağıda göreceğimiz Ingiliz belgelerinde Türklerin Ingiltere sularında yaptıkları harekâtta kullandıkları gemi tiplerinin “Gali - Kadırga” oldukları yazılıdır. Özellikle Baltimur’u vuran korsanların sakin bir havada kürekle kanala çıktıkları, adı geçen vurgunu canlandıran bir şiirin dilimize çevirisinden anlaşılmaktadır.
Bana kalırsa Türkler dış denizlere ellerinde var olan teknelerle çıktılar. Lâkin yeni gelişmeler konusunda gafil ve cahil davranmadıkları için gemi mimarisindeki gelişmelerinde, parça yelken kullanmak konusunda da geç kalmadılar.
Dış denizlerde[13] deniz üslerinden yüzlerce, binlerce mil uzaklarda harekât yapan korsanların gördükleri işlerdeki değerleri hakkıyla takdir edebilmek için, ilk önce, tekneleri bilmek ve tanımak gerekir. O tarihte Türk korsanlarının kullandıkları gemiler çoğunlukla kadırga adı verilen uzun, dar ve alçak bordah hafif teknelerden ibaretti. Gerçi bunlardan başka büyük ve yüksek tekneler de kullanıyor idiyseler de bunların sayıları kadırgalara oranla pek azdı. Kadırgaların kaimeden kaimeye[14] boyları 165-170 kadem, enleri 21-22 kadem, baş yükseklikleri 10-11 kadem, kıç irtifaları 17-18 kadem ve kemere irtifaları da 5-6 kademdi.
O tarihlerde, yâni on yedinci yüzyıl başında Türklerin elinde var olan daha büyük tekneleri “Fortenbah” şöyle anlatıyor:
“Bu gemiler yüksek bordah, kuvvetli, on sekiz yirmi toplu olup tepeden tırnağa silahlandırılmış 60 kadar muharibe malik idiler. Bu gemilere hücum etmek pek tehlikeli oluyordu. Bordaları çok yüksek olduğu için kendilerine yaklaşan Hıristiyan gemilerinin üstüne yukardan aşağıya o kadar şiddetli ateş yağdırıyorlardı ki, o gemi için teslim olmak ya da batmaktan başka çare kalmıyordu. Eğer düşman, 1 ürklcrin top ateşinden kurtularak bu gemilere gizlice yaklaşacak olursa Türklcr üst güverteden el humbaraları atarak düşman gemisini tutuşturuyorlardı.
Eğer düşman bir aralık Türk gemisine yanaşmaya olanak bulursa bu hareket Türklerin tuzağına düşmekten başkası olmuyordu. Geminin bel tarafını korsanlardan temizlemiş olsalar bile, Türkler, pek çok yüksek olan baş ve kıç kasaralarından[15] bunların üzerine yağmur gibi mermi yağdırmaya başlıyor; zamanı gelince kapılardan hızla düşmanlarının üzerine atılıyorlardı. Hem cepheden hem de yandan yapılan bu ani hücum Hırıstiyanları şaşırtır; kılıçlar, yatağanlar, baltalar işlemeğe başlardı. Sonucun nereye varacağını ise söylemeye hacet yoktu...”
Şimdi l'ortcnbah ın yukarıdaki ifadesinden biz başka bir şey daha anlıyoruz. Bu da Türklerin büyük gemilerinin öteki düşman gemilerine oranla teknik üstünlüğe malik olmasıdır. Lein Paul’un 1 ürklcrin büyük gemi yapımını Hıristiyanlardan öğrendiklerine ilişkin iddialarını kabul ederek Fortcnbah ın anlatışlarıyla karşılaştıracak olursak Türklerin, bu konuda, öğretmenlerini geri bıraktıkları anlaşılacaktır.
1616 yılında İngiltere’nin İspanya Büyükelçisi Sir Francis-Tun’un Buckingham Dukasına yazdığı aşağıdaki mektup Türk korsanlarının yeni yaptıkları teknelerden kurulu iki filodan birinin Cıbralta Boğazı dışında ötekinin de aynı boğazın içinde faaliyette bulunduğunu anlatıyor:
“Bcrbcriyc korsanlarının kuvvet ve cesareti gerek Akdeniz’de gerekse dış denizlerde o dereceyi buldu ki Ispanya’nın kral sarayında bunların faaliyetlerine ilişkin hergün gelen raporlar kadar sıkıntı ve üzüntü yaratan hiçbir olay olmuyordu. Herbiri 200-400 ton ağırlığındaki kırk parçadan kurulu olup, komutan gemilerinin büyüklüğü 500 tondan fazlaydı. Bu müthiş filo iki tümene bölünmüştü.
On sekiz gemiden kurulu olan birinci tümen Malaga’nm önünde, şehirden görülebilecek bir mesafede; öteki tümende Lizbon ile Sevil arasında bulunan Saint Mari Burnu dolaylarında dolaşmaktadır, içerde dolaşan filo geçenlerde, Malağa şehri dolaylarında bulunan Mostil Limanına girdi ve yaptığı bombardımanla kaleyi tahrip ederek şehri zaptetti. Granada’dan yardımcı kuvvetler yetişinceye kadar Türkler limanda var olan pek çok gemiyi alıp götürdüler. Bunların arasında Ingiltere’nin batı limanlarına mensup dört gemi de vardı, iki büyük Ingiliz gemisini yaktılar. Hâlâ Malağa şehri önünde dolaşarak Ispanya’nın bu dolaylardaki limanlarında buldukları gemileri zaptetmektedirler....”
“Öteki tümen de boğaz dışında aynı işlerle meşgul. Ispanya filosu bunlarla uğraşmak için hem sayıca az, hem de yapım biçimleri pek hantal...” Fortenbah anlatışını sürdürüyor: “Eğer bu yıl korsanlar selametle Cezayir’e dönecek olurlarsa korkulur ki Ispanya kralının deniz kuvvetleri artık bundan sonra onlarla başa çıkamaz...”
Lein Paul diyor ki: “Bu yazı korsanların çok geçmeden yeni biçim seyrisefaini[16] hatmetmiş olduklarını gösterir.”
Bu tarihten tam 21 yıl önce -1585 yılı- Koca Murad Reis, Cıb- ralta Boğazından çıkmış ve bir sabah fecirle beraber Kanarya Adaları kümesinden biri olan Lanzarot Adası önünde görünmüştü. Şehri hücumla zaptetmiş, valinin ailesi de dahil olduğu halde 300 kadar esir almıştı. Bundan sonra vali ile bir mütareke yapmıştı ve vali ile ileri gelen kimseler filoya gelerek akrabalarını para karşılığı kurtarmışlardı.
Bu olay 1600 yılından önce Türklerin dış denizlerdeki - tarihçe saptanmış— ilk faaliyetlerini gösterir. Asıl faaliyetleri bu tarihten sonra başlar.
Londy Adasının ZaPtl
1625 tarihinde Türk korsanları “Londy” Adasını zaptetmişlerdi. Londy Adası Ingiliz kanalı içinde ve “Dcvon” Kontluğunun batı kıyılarında küçük bir ada idi. Adanın bulunduğu yer ve en azından iki yıl kadar işgal altında bulundurulması, Ingiltere kıyılarında faaliyet gösteren Türk korsanlarının, öyle, bir iki gemiden kurulu ufak bir kuvvet olmadığını kanıtlar. Londy Adası Büyük Britanya Adasının en güney noktası olan Land End’den (toprakların sonu) yaklaşık olarak 100 mil kadar içeride, Bristol Körfezinin ağzında ve Hard Land Burnunun 11 mil açığındadır. Bristol şehrinin ticaret önemi ve âdeta İngiltere’nin Amerika ile olan ticaret yolunun kapısı olması körfez ağzında bulunan adanın işgal edilmesindeki amacı anlatır. /İsıl dikkate değer nokta bu adanın iki yıl kadar uzun bir süre -hatta bir İngiliz yazarının ifadesine göre bu süre daha da uzundur— Türklerin işgali altında bulunmasıdır. Bu husus ancak Ingiliz donanmasının Türk filosunu o sulardan uzaklaştıracak kudrette olmadığını anlatacaktır[17].
Yukarıda adı geçen Ingiliz yazar ve tarihçisi (-Devonshire Kontluğu Tarihi, Sayfa 139)- “Londy Adası 1625 tarihinde bir Türk filosunun eline düştü ve birçok yıllar onun elinde kaldı” diyor ki bu ifade Ingiliz sularında faaliyet gösteren Türk korsanlarının hatırı sayılır bir kuvvete malik olduğunu kanıtlar.
Ingiliz müzesi kitaplığında gördüğüm —Ingiltere Kralı Charles I’in zamanında İrlanda’ya ait resmi evrak fihristi olmak üzere tertip edilmiş- bir kitabın gayet uzun olan mukaddemesinden iktibas ettiğim aşağıdaki fıkra, Ingiliz filosunun Türkleri o sulardan uzaklaştırabilecek kudreti haiz olmadığına ilişkin iddiamızı doğruluyor:
“Filomuz, Kirk Limanıyla Roçel arasındaki ulaşım güvenliğini sağlayacak ve Türk korsanlarının Pirheyvon’e hücum ederek 200’ü aşkın esir almasını önleyecek bir iktidarı haiz olmadığı gibi Ingiltere’ nin Fransa ile Ispanya’nın birleşik hücumlarına karşı koyamayacağına kimse inanmaz”.
Bir Ingiliz periodik dergisinde gördüğüm, fakat resmi bir belge ile kanıtlayamadığım yazıya göre Londy Adasını işgal eden Türk- ler, iki yıl sonra adayı bazı koşullar ve önemli bir para karşılığında İngiliz korsanlarına devretmişlerdir. Koşullardan biri Türk korsanlarının ada ve limanlarından her yönden yararlanabilmeleri hakkıydı. Bu adanın pek dik olan kayalıkları, dar koyları, harap kaleleri vahşi bir manzara arzettiği gibi, kaleleri, koylara ve doğal olarak korsanlara ilişkin halk ağzında dolaşan garip garip rivayetler, hikâyeler, özellikle hikâyeler, özellikle yazın adaya birçok ziyaretçi topluyor.
Türkler Hollanda, Danimarka ve Norveç Kıyılarında
Türk korsan filoları gerçi en çok Ingiltere kıyılarında faaliyetlerini sürdürmüşlerse de Hollanda, Danimarka, Norveç kıyılarına kadar çıkmaktan, hatta Atlas Okyanusu’nun kuzey sonunda bulunan İzlanda Adasına kadar yükselmekten geri duramamışlardır. Olasılıktır ki, Ingiltere’de eski belgelerin büyük bir dikkatle saklanmakta olması, bize dayıların[18] o sulara olan seferlere ilişkin hareketlerini saptamamıza olanak vermiştir. Hollanda, Norveç ve Danimarka sularındaki faaliyetlerinin az olmasından çok, belgelerin az olmasından ötürü daha geniş bilgiler bulamamaktayız.
Türkler İzlanda'yı vuruyorlar
1627 yılında Murad Reis adında bir denizcinin komuta ettiği bir Türk filosu ilk önce Danimarka kıyılarını, sonra da ta kuzeydeki İzlanda Adasına vurmuş ve topladığı ganimetler ve 800’den çok esir alarak geri dönmüştü. Lein Paul, Murad Reis’in bir Alman mühendisi olduğunu söylüyorsa da, esasen, bu gibi müstesna fitrette yaradılmış kişilerin hiç olmazsa Hıristiyan olduğunu iddia etmek Avrupa tarihçilerinin âdetleri arasına girmiştir[19]. Türk oğlu Türk olan Barbaros Hayrettin hakkındaki iddiaları da herkes bildiği cihetle Lein Paul’un böyle bir iddiasına ne derecede itimad etmek caizdir bilemem. Bununla beraber elimizde bunun aksini iddia edecek delil de yoktur.
Friedrich Hood Wcll adındaki bir İngiliz, İzlanda’ya ilişkin olarak yazdığı bir kitapta şunları yazıyor:
“. .. Aynı yüzyılda Ingiltere, Fransa ve hatta Cezayir’den gelen korsanlar bu zayıf halkın üzerine çullanıyor ve babalarının ef’al seyiesinin cezalarını bunlara çektiriyorlardı. İzlandalIların ecdadı ya Normanlar ya da İskandinavyalI korsanlardı.
Seamas Behring Gold adındaki başka bir İngiliz de İzlanda’ya ilişkin yazdığı kitabın başında şunları söylemişti:
1614 yılında John adlı bir İngiliz korsanı West Men Adaları limanına gelerek kasabayı yağma etti ve kilisenin bütün değerli eşyalarını alarak gitti. Jamcs I, İngiltere’ye geri gelen John’u yakalattırarak cezalandırdı. Kilisenin eşyalarını da geri verdi. Fakat bu eşyaların kaybolması mukadder olmalı ki 1627 yılında bir Türk gemisi İzlanda’ nın güney kıyılarındaki çiftlikleri, kiliseleri yağma ederek Hayti Limanına demirledi ve kilisenin bütün eşyalarını soydu.
Türk korsanları adada bulunan bütün binaları yaktıktan sonra 400 kişiyi esir aldılar ve Cezayir’e götürerek sattılar. Bu bedbaht esirlerden ilk önce Fcray Celson adlı bir Luteran papazı, iki yıl sonra kaçıp kurtuldu ve serüvenini yayınladı. Bu papazın serüveni Eigilson “(Olafr) litil Sağa un Herlilaup Tyrkjan a’j’slado” adıyla 1852 yılında İzlanda’nın merkezi Rerykjavik şehrinde yayımlanmıştır.
1636 tarihinde Danimarka hükümeti bu 400 esirden hayatta kalanları fidye vermek suretiyle kurtarmış ve 400’dcn ancak 37 tanesi anavatanlarına geri gelebilmişlerdir.”
Yukarıdaki bilgileri aldığım iki kitap da İzlanda’nın doğal resimlerinden söz ederler. Bundan ötürü bütün bilgileri anlatan bir İzlanda tarihi ele geçirilirse, kuşkusuz, bu olaylara ilişkin daha geniş bilgiler ele geçirilebilir.
Burada dikkati çeken bir nokta Behring Gold’un, Türk korsanlarının İzlanda kıyılarında bütün bu harekâtlarını gemi ile yaptıkları ve 400 esir aldıklarını söylemesidir. Halbuki, Lein Faul İzlanda’yı vuran Türk korsanlarının ilk önce Danimarka’yı vurduklarını, sonra İzlanda’ya geldiklerini söylüyor. Fazla olarak esirlerin sayısını da 8oo’e çıkarıyor.
Her iki olay, aynı zamanda yani 1627 ntıiladi yılında oluyor. Bundan ötürü bu olay ya birbirinden ayrı olan iki harekâttır ya da olayları yapan, Behring Gold’un yazdığı gibi tek gemi değil, belki hatırı sayılır bir filodur.
Esasen Cezayir’den Danimarka’ya, Danimarka’dan İzlanda’ya, İzlanda’dan Cezayir’e olan mesafenin büyüklüğü, aynı zamanda o döneme ait gemilerin büyüklüğü ve tayfadan, askerden başka 800 esirin bütün yiyeceği, içeceği ve her türlü savaş malzemesiyle bu kadar uzun seferlerin başarıyla yapıldığı düşünülürse bu harekât, yukarıda da dediğimiz gibi, mutlaka hatırı sayılır bir filonun işi olmak üzere kabule hak kazanır.
Feray Celson’nun yukarıda adı geçen kitabının bu hususta bizi aydınlatacak bilgilere malik olması gereklidir.
İngiltere Kıyılarındaki Harekât
Türk korsanlarının İngilizlerle ilişkileri miladi 15’inci yüzyılda başlar.
Korsanlar 1580 yıllarına doğru Akdeniz’de Ingiliz gemilerine sataşmaya başladılar. 1582 yılında Ingiltere’nin İstanbul Büyükelçisi olan Sir Tomascu diyordu ki: “Cezayir korsanlarına kesin bir yumruk indirilmedikçe, denizlerde selametle seyriseferden başka, kıyıları da hakkıyla savunmak olağan olmayacak.” Gene aynı Büyükelçi bir raporunda: “Cezayir korsanlarının son seferlerinde Cezayir limanına 49 tane Ingiliz gemisi götürdüklerini, Cezayir’de bulunan İngiliz esirlerinin çok geçmeden 1000 kişiye ulaşacağını ve korsanların, isterlerse, İngiltere’ye kadar giderek îngilizleri yataklarından kaldırıp Cezayir’e getirebileceklerini iftiharla söyleyip durduklarını” bildiriyordu. Burada Lcin Paul diyor ki “Gerçekte de korsanlar, birkaç yıl sonra Kirk Kontluğuna tabî Baltimur şehrini yağma ve ahalisini tamamıyla esir ederek tehditlerini harfiyen tamamladılar. Korsanların kalyonları hiçbir dakika “Plymouth” ve “Hard Land Point” açıklarından ayrılmıyorlardı. Bristol’un ünlü tüccarları değerli hamulelerle dolu olan gemilerini, korsanlar tarafından zaptolunur korkusuyla denize çıkarmaya cesaret edemiyorlardı.” Lein Paul’un yazdığı iki mevkiden biri olan “Hard Land Point”i evvelce adasının Türkler tarafından zaptına ait fıkrada tanıdık. Burası gerek Bristol Limanından dışarıya Akdeniz limanlarına, ya da Amerika’ya gidecek ve gerekse oralardan İngiltere’ye gelecek gemilerin yolları üzerindedir. “Plymouth” ise Büyük Britanya’nın güneyinde bulunan “Plymouth, Portomouth” gibi büyük limanlara gidecek yol üzerindedir. Bu iki mevkide Lein Paul’un ifadesine göre her an dolaşmakta olan iki korsan filosunun İngiliz deniz ticaretine indirdiği darbe, İngiliz donanmasının kudretsizliği yüzünden İngiliz moral şerefine indirilen darbe yanında hiç kalır.[20] 1619, 20, 21 yıllarında korsanların îngilizler- den zaptettikleri gemilerin sayısı 400’ün üstündeydi.
Türkler, yalnız bu iki mevkii önünde yer almakla kalmamışlar, kıyılardaki pek çok kaleleri de vurmuşlardı. İngiliz adalarının Türk korsanlarından en çok hasar gören kısımları Britanya’nın güney kıyılarındaki Suseks, Hatas, Dursct, Devon, Cornıvell kontluklarının güney kıyılarıyla son iki kontluğun kuzey ve batı kıyılarıydı. İzlanda’ nın tekmil güney ve batı kıyıları da aynı derecede zarara uğramıştı.
Cornwell Kontluğu tarihi birinci cildinin 495 inci sayfasında Türk korsanlarına ilişkin şu bilgiler vardır:
Fransa ve İspanya ile olan muharebelerimizin mucip olduğu mesahip, İngiliz kanalında icra-î faaliyet eden Cezayir ve Sally korsanları yüzünden bir kat daha artıyordu. 1625 yılında Pen- zans lılar kendilerine bir kale inşa edilmesi için hükümete rica ediyor ve “Türklerden fena halde korktuklarını” söylüyorlardı. Gene aynı tarihte “Silly” adaları[21]dolaylarında 30 tane korsan gemisi var olduğu söyleniyordu.
1625 Ağustos ayında Plymouth şehrinde (Belediye Reisi) korsanların 27 gemi zapt ve 200 kişi esir ettiklerini meclise yazıyordu. Bu esirlerin seksen tanesi Loov’a mensup bulunuyorlardı.
Bundan birkaç halta önce de Mavunsey Bay yahut Bavakiss Bay da bulunan kiliseden 60 tane erkek kadın ve çocuk alınmıştı.
.... Çok geçmeden Silly’nin korsanlar tarafından zaptedildiği haberi geldi. Bundan da korsanların ne kadar çok kuvvete malik oldukları anlaşıldı.
1630 yılında Başbakana yazılıyordu ki: “Mısır, hiçbir vakit, bugün “Land End”de dolaşan korsan tekneleri kadar tırtıl ile dolmamıştır.”
Bir aralık Loov Limanına mensup bir gemi Sally korsanları tarafından zaptedihnişti. Fakat geminin tayfası güvertede bulunan korsanları öldürüp, otuz yedisini de ambarlara tıkmak suretiyle zaptettiler ve gemiyi Saint Ayves’e getirdiler. Fakat bu iş bütün Cornvvell limanlarının abluka edilmesiyle sonuçlandı. Öyle bir abluka ki hatta balıkçı kayıkları bile denize çıkmaya cesaret edemiyorlardı. Charles ne saltanatı zamanında ne de kişisel hükümeti zamanında bu işlere çare bulamıyordu.
1636 yılında Akdeniz korsanları hcrgün, kıyıdan görülebilecek bir mesafede dolaşıp duruyorlardı. Loov fena bir sille daha yedi.
Bir ay içinde Loov ile Hert Fort’a mensup 15 gemi zaptolunmuştu. Eğer kitabın boyutları elverse bu konuda daha birçok olaylar anla- tılabilirdi...
Gene aynı kitabın 496 ncı sayfasında:
“James I’in barış içinde her zaman saltanatı zamanında deniz kuvvetine pek az para harcanıyordu. Sir Robert Mandcl’in Cezayir seferine hazırlandığı zamana kadar hiçbir vakit özel kaynaklara başvurulmamıştı. Bu dönemde Kral sefer masraflarının en büyük kısmını Cezayirlilerden en fazla zarar gören, limanlara yüklemek istiyordu. 1618-19 yıllarında bakanlar tarafından gönderilen bir genelgede Cezayir ve Tunus korsanlarının az bir vakit içinde 300 den fazla gemi zapt ve yüzlerce insan esir ettikleri yazılmıştı[22].
Aynı kitabın 504 üncü sayfasından:
1700 tarihinde Penzas başka bir korku geçirdi. Gönüllü bölüğü derhal silah altına çağırıldı. Kıyıda görünen Cezayir gemisinin kaptanı, kendisinin Atlas Okyanusu’nda olup Kadiks’e inmek üzere bulunduğunu sandığını söyledi. Bunun üzerine Pcnzas’hların yüreğine su serpilmiş olsa gerekti..”
İrlanda'nın Payı
Bu tarihlerde İrlandalIların da Türk korsanlarından çektikleri az değildi. İrlanda esasında zengin bir yer değildi. Kıyı halkının' çok büyük bir çoğunluğu balıkçıydı. Deniz ticareti sırf kendi kıyıları arasındaki kıyı seferleriyle Ingiltere ve Iskoçya’ya yapılan kısa seferlerden ibaretti. Büyük Britanya gibi dış âlemle büyük bir deniz ticareti yoktu. Yukarıda Türk korsanlarının Büyük Britanya kıyılarında yaptıkları harekât ve faaliyetin çoğunlukla değerli hamulesi olan ticaret gemilerini yakalamaya yönelik olduğunu görmüştük. Bundan ötürü korsanlar bölgedeki kıyı şehirlerini vurmaya pek lüzum hissetmezlerdi. Londy Adasının zaptı ile iki yıl işgal altında bulundurulması sırf Ingiltere’nin en büyük ticaret limanı olan Bristol’a girip çıkacak gemileri kolaylıkla avlamaya uygun gelen bir deniz üssü elde etmek içindi. İrlanda’nın şansı ise pek başkaydı. İrlanda’nın ticaret filosu olmadığını bilen korsanlar buradaki kıyı şehirlerini vurmaya başlamışlardı. İrlanda’nın güney ve batı limanlarında Türk korsanlarının ayak basmadığı yerin olmaması gerekti.
İrlanda’nın güney kontluklarından biri olan Kirk Kontluğu ve Kirk şehri tarihinden aldığım aşağıdaki fıkralar korsanların İrlanda’ya ait olaylardan en çok bilinenleri kapsar. Aynı zamanda bu olaylar İngiltere resmi evrak mahzeninde vardır.
“Fakat bu bölgede bulunan Ingilizler[23] Sir Volter Gopinger’den daha müthiş düşmanlarla uğraşmak zorundaydılar.
20 Haziran 1631 günü Cezayir’in iki korsan gemisi limana girerek şehri yağma etti ve 100 kadar İngiliz’i esir ederek Cezayir’e götürdü. Bunların içinde VVilliam Günter adlı bir soylu kişi de vardı. Bu kişinin eşiyle yedi tane oğlu da esirler arasında bulunuyordu. Cezayirliler limana “Hagct” adında Dan-Garvath bir balıkçı klavuzuyla girdiler. Vüter Ford halkı şarap gemilerinin Türkler tarafından zaptını bugün bile unutmadılar.”
Eri of Kirk bu olaydan bir az sonra İngiliz Meclisine yazdığı mektuba şunları yazdı:
“Gelecek yaz kuşkusuz onlar (Türkler) bu kıyılara karşı ikinci bir girişimde daha bulunacaklardır. Kuvvetleri, bütün kıyıya bir anda baskın verecek bir halde bulunacak ve filolarını, basacakları noktaların kuvvetine göre, dağıtacak ve böleceklerdir. îlk felaketi pek yakından izleyen bu haber, bu bölgede oturan halkın kafasında o kadar şiddetli korku hasıl etti ki araya Türk hareketine karşı koyacak bir kuvvet sokulmazsa halkın bütün kıyıyı boşaltması kesindir. Bu takdirde limanlar düşmana bırakılmış olur. Sahil ve deniz balıkçılığı yitirilir. Kral da donanmasını donatacak denizcilerden yoksun kalır. Pilçard[24] balıkçılığı pek olasılıktır ki tamamıyla yitirilir. Böylelikle kralın gümrük varidatı da büyük zarar görür. En son, fakat en çok önemli olan zarar da pilçard balıkçılığı yüzünden bazı yıl 15.000, bazen 20.000 lira karşılığı[25] zararla karşılaşılır. Bu paranın hepsi ya da çok büyük bir kısmı Fransa’dan gelmektedir”.
Lord Kirk’ün Lord Dochestcr’e yazdığı başka bir mektup da ki bu mektupta Baltimur’un haritası da vardır. Lord Kirk diyor ki:
“Türkler, bu sefer, Kirk ve King Reyi kalelerini zaptetmeye girişim yapacaklar. Bunların biri Hol Bulcen kalesi olup, Kirk Nehrinin ağzındadır. Öteki de King Zeyl’in yakınında bulunan “Castle Park” kalesidir. Bu iki kalenin muhafızları da silahları da evvelce kaldırılmıştır”
Bu mektup Dublin’den yazılıyor; tarihi de 19 Şubat 1631’dir.
Yukarıda “Baltimur olayını belgelemekte başarı kazandım” demiştim. O belgelerden önce asıl bu olayı incelemeye vesile olan bir şiiri, esasını kaybetmeyecek biçimde, aşağıya naklediyorum. Bu şiir İrlanda’nın en ünlü şairlerinden Thomas Osborne Davis’indir.
Bundan on sekiz, yirmi yıl önce tarih öğretmenimiz merhum Şükrü Bey ders sırasında (İrlanda şiirleri ya da türküleri içinde “İspanya armadasına karşı cesur Türkler bize yardım ettiler” anlamında bazı şeyler var olduğunu işittim demişti[26]. İngiltere’de bulunduğum sıralarda bu hususu araştırmak için İrlanda’ya ilişkin bazı şiir ve şarkı kitaplarını karıştırırken bu şiire rastladım. İşte bu rast geliş bazı incelemeler yapmama neden oldu.
Ballimur'un Yağması
Yaz güneşinin nermin şuuatı Cerbery’nin yüzlerce adası üzerine düşüyor:
Yaz güneşi hâlâ Gambriyel dağının kayalık geçitleri arasında parlıyor;
Kadim “İnichergin’in” yıkık mâbedi, tüy dökmüş bir kuş gibi görünüyor.
Ve sakin ve noûm bir ölü deniz içinde Bahri Muhit akıntısı işitiliyor;
Oltacılar kumsalda uzanmış yatıyor, çocuklar oyunlarını bitiriyor; küçük handaki dedikodular nihayet buluyor, aileler ibadet için diz çöküyor;
Ve — aşk ve rahat ve huzur ile dolu bir halde — günlük çalışmaları son buluyor;
İşte orada Baltimur şehri yatıyor.
*
* *
Gece yarısı ile oraya derin bir istirahat, bir vecdi mükevkep çöküyor; karada, denizde, havada çırpman dalgaların çıkardıklarından başka ses yok;
Mühcyyel burunlar, harap kaleler bu sır-î sükütü his ediyor; Yeşil çimenler ve bodur ağaçlar bu eseri helafeti teneffüs ediyor; Gece o kadar sakin ki, Danes - Heed burnunu şu iki gemi — muhalif akıntıya karşı - pek çok olduğunu zannettiğim — küreklerine kökenmeli;
Oh.,.. mutlaka tatlı bir aşk hakiki vazifesi onları sahile doğru şitabân ediyor - mutlaka bir aşığı Baltimur’da ah eden maşukasına getiriyor.
Şu kayak sokak boyundaki damların altında bulunanların hepsi, hepsi uyuyor ve hafif adımlarla yürüyen bu adamlar maşukuna kavuşmaya gelen aşığın dostları olmah.
Boğuk bir feryat... Rüyada gibi bir ses ...Evin damı alev içinde..
Kızlar, hanımlar, efendiler yataklarından fırlayıp kapılara doğru koşuyor;
Eşik taşı üzerinde pırıl pırıl parlayan kıhnçların sukutuyla karşılaşıyor.
Ve herbir esmer ve sakallı yüzün beyaz ya da kırmızı şal — “Allah” nidası duanın, feryadın ve gürültünün fevkine yükseliyor an Yarap.. Cezayir’liler Baltimur’un hakimi oluyor.
*
* *
Çıplak elleriyle keskin kılınçlara karşı kendilerini korumaya çalışan gençler fırlatılıyor; sonra valde oğlunu kesen kılıncın üzerine atılıyor;
Daha sonra büyük baba torunlarının eteklerine sarılmış durumda yere yıkılıyor, sonra genç kadınlar feryad ederek kaçışıyor; çocuklarıyla bir yere saklanıyor;
Fakat bu, şu korsan boğulmuş, kafası ezilmiş halde yatıyor. Gerçi fazilet mahvoluyor, cesaret sönüyor, hasisler saklı hâzinelerini teslim ediyor, fakat Baltimur’un yağmasında hiç olmazsa bir ocağın intikamı alınmış bulunuyor.
*
* *
Yaz sabahı, civardaki ormanda kuşlar ötüşmeye başlıyor; şimdi onlar su başından ayrılan sütçü kızları göremiyorlar..
Yaz günü bu cesur süvari uzaktaki Bandon şehrinden geliyor. Bu oltacılar Fırtına Burnundan şu filika da Akadon’dan...
Onlar yalnız duman tüten duvarlarla, komşuların dökülmüş olan kanlarını buldular; çiğnenmiş ve saçılmış kumların üstünde bir zaman hayran ve pürperişan gezindiler;
Sonra denize atılarak Clear Burnunu geçtiler ve beş gdmina uzakta Baltimur’u tahrip eden korsan kadırgalarının ufuktan süzülüp kaybolmakta olduğunu gördüler.
*
* *
Ah... Götürülenlerin bazıları kadırgaların küreklerini çekecek, bazıları da Arap atlarının hizmetkârı olacak.
Bu çocuk, bir şeyhin çocuğunu taşıyacak, şu da bir beyin ciridini..
Ah... bazıları Çanakkale’nin tersanelerinde çalışacak ve bazıları da Mekke’nin kumluk vadilerindeki yollarda yürüyecek.
Bandon’dan gelen cesur süvarilerin aradığı kız “Dayı” için seçilmiştir. O, selâmettedir - hayır o ölmüştür - çünkü dayının sarayının ortasında hançerlenmiştir.
Ve o kahraman kız ateşte yakılmak için götürüldüğü zaman. Tebessüm ediyor, Ah Diriskob’un çocuğu. Bölümun’u düşünüyor.
*
* *
Şehrin korsan kılıncı altında çöktüğünden beri iki uzun yıl geçti. Onun çiğnenmemiş ocak başları etrafında büyücek bir cemaat toplanmış, duruyor, orada yüksek darağacı üstünde, sefil bir kişinin feryadettiği görülüyor.
O, Cezayirlilere klavuzluk eden Dan Garvanlı Hegettir.. .
O hiddetli feryatlar arasında kısa bir duaya nail olmaksızın düştü.
Çünkü o orada toplanan yüzlerce halkın hısım ve akrabasının doğranmasına sebep olmuştu — Bazıları Normanları Ingiltere’ye getiren Morçağa lanet ediyor. Bazıları da ona ve îskaryot’a lanet ediyor.
*
* *
Baltimur’un yağma edilmesine ilişkin olan birçok resmi belgeden yalnız iki mektubun suretlerini Ingiliz evrak mahzeninden kopya ettirmiştim. Evrak mahzeni müdürünün “Aslının aynıdır” kaydını ve mühürünü taşıyan bu mektupların önemli kısımlarını dilimize çevirerek buraya naklediyorum:
Resmi evrak İrlanda
Cilt. 252 No. 101
Bu mektup King Zeyl ve dolaylarının muhafazasına memur olan savaş gemisinin süvarisi Captain Hooc tarafından 19 Temmuz 1631 tarihiyle King Zeyl’den meclisi bahriye’ye yazılıyor:
Captain Hooc: “Son kez olarak mayısın yirmi birinde erzak aldık. Bir süre sonra erzakımız bitti; tekrar King Zeyl’e geri gelmek zorunluğunu duyduk.” diyor.
Sonra tekrar almak için erzak var olmadığından, bazı gün et yediklerinden, bazı gün yalnız su içtiklerinden ve bazı günler de hiçbir şey yemediklerinden şikâyet ediyor. “İki Türk gemisi Lender End’de iki Fransız gemisi batırdı ve bir Ingiliz barkosunu yakalayarak batırdı. Bütün adamları alakoydu. 19 haziranda geceleyin Baltimur’ da demirledi ve buradan erkek, kadın ve çocuk olmak üzere 108 kişiyi alıp götürdü ve bir kişiyi de kılıçtan geçirdi.
Bu sıralarda bizim denizlere açılmamız için erzakımız olmadığı gibi bir aylık maaşımız da işlemiş bulunuyordu. Tayfamızın elbise gereksinmesi büyüktür. Bu konuda sayısız yazı yazdımsa da hiçbir tanesine yanıt alamadım... ete...”
Öteki Mektup
Ingiltere kralı tarafından İrlanda hakim ve danışmanlarına 23 Ağustos 1631 tarihinde yazılmıştır. Bu mektup mutad olan hitaplardan sonra şöyle sürdürülüyor:
“Temmuzun dokuzu tarihiyle bizim danışman lordlarımıza yazdığınız mektuplardan memleketimize yapılan saldırıları ve geçen ayın yirmisinde Baltimur’da bir avuç Türk korsanı tarafından birçok uyruklularımızın esir alındığını anladık. Mektuplarınızda pek güzel söylediğiniz gibi bu iş, önceden benzerleri görülmeyen bir iştir. Fakat bu işi menetmek konusunda dikkatsiz ve kayıtsızlık da vardır. Bu soruna ilişkin önceden özel komisyonumuz tarafından mektuplarda anlatılan konuda kimin kabahatli olduğunu anlatmanızı bekliyoruz.
Amacımızı açık biçimde anlatmak için deriz ki biz - bu felâketi men için alınması gereken önlem ve kayıtların eksikliğinden ötürü - bu işte yüksek derecede bir kabahat görüyoruz.
Ve sizden kabahatin kime ait olduğuna ilişkin yapacağınız, araştırmalara dayanan bir anlatış bekliyoruz.
Çünkü ötedenberi o kıyıların korunması için gereken harcamaları çekiyor ve bu işe iki gemi tahsis ediyoruz. O sırada bunlardan hiçbiri vazife üstünde ve denizde değilmi idi?
Bu gemilerin kaptanlarının birbirinden şikâyetçi oldukları ve her ikisinin de erzaksızlıktan sızlandıkları ve sîzlerin de onlar gibi şikâyet etmekte olduğunuzu bilmiyor değiliz. Fakat karşılıklı şikâyetler bizi hiçbir biçimde inandırmış değildir. Bundan ötürü bizim hakim ve danışmanlarımız sîzsiniz. Size kesin irademizi tekrar ediyoruz ki bu gerçeği ele alarak derin bir araştırma yapınız. Korsan hareketlerini menetmek için alınmadık ne önlem kaldığını (ki mektubunuzda bu noktaya hiç değinmemişsiniz) tarafımıza özellikle bildiriniz.
Türkler Amerika'da “Newfoundland" Sularında
Türk korsanlarının hayrete değer menkıbelerinden biri de ta Kuzey Amerika’ya kadar gitmeleridir. Bu yazının baş taraflarında 1 ürk korsanlarının kullandıkları teknelere ilişkin bazı bilgiler vermiştik. İşte o teknelerle Atlas Okyanusu’nu baştan başa katedip Nevvfound- land sularında harekât yapıp ve birçok ganaim toplayarak geri gelmek her halde Türk denizcilerinin ne derecede pek gözlü, azim- kâr ve mesleklerinin her türlü özelliklerine hakkıyla vakıf olduklarını göstermiştir.
Bu olayı 1663 tarihinde Londra’da basılmış olan pek eski bir tarih kitabında gördüm. Kitabın pek uzun olan adı “Türk İmparatorluğu ve hükümeti’nin zamanımıza kadar yürütülmüş bir tarih içinde yeni bir mütalaası ve şimdiki Grand Segnier Sultan Mehmet IV’ün saltanat zamanf’dır.
Sultan Mehmet IV’ün resmini de taşıyan bu kitap birkaç kısımdan kurulu olup Türk askeri ve deniz kuvvetinden söz eden kısmı deniz kuvvetlerimizin o dönemdeki örgütüne ilişkin bazı bilgileri de verdiği cihetle özet olarak aşağıya alacağız:
“Türk Deniz Kuvvetleri üç filodan kuruludur.
“Biri Karadeniz ve Akdeniz’de seyreden ticaret filosudur. Bu filo Kafkasya ve Rusya’ya gider. Oralardan esir, bal, odun, balmumu ve başkalarını alarak Ağustosa kadar İstanbul’a geri gelir.
İstanbul’dan İskenderiye’ye giderek hamulelerini keten, şeker, şerbet, (kayısı, limon ve başkaları) ile değiştirir ve ocak ayında konvoy halinde İstanbul’a geri gelirler. Bu önlem Maltahlarla Floransa galilerine karşıdır.
ikinci filo asıl muharebe filosudur ki, bu filo boğazlar arasında inşa ve teçhiz edilir. Üçüncüsü de Bcrberiye harp filosudur ki, bunların vazifesi bütün Hıristiyan âlemi kıyı ve denizyollarına akınlar düzenlemektir. Bu sonuncu filo sultanın, her ne kadar asıl harp filosu gibi her zaman eli altında değilse de gene başlıca kuvvetini kurar. Berberiye korsanları her ne kadar özerkliğe hevesli iseler de genellikle padişahın emirlerine itaat ederler.
Gerçi sultan bütün dünyaya btı korsanların Türkiye yasaları dışında bulunmalarından ötürü korsan işlemine tabî tutulmaları gerektiğini ilân ederse de bu ilan korsanların elde ettikleri ganaimi geri vermemek içindir.
Bunlara yalnız Türk kaleleri yanlarına demirlememeleri, kıyıya yanaşmamaları emredilmiştir.
Türk korsanları Batı Avrupa’ya saldırdılar, Cornvvell’de zorla karaya çıktılar ve birçoklarını yataklarından kaldırıp esir ettiler. Ispanya bile aynı işleme uğruyordu.
Bunlar, hatta, Amerika’da Nevvfoundland’a kadar gittiler ve oradan bir hayli ganaim elde ettiler. Zaptettikleri gemilerden biri ile Virginya’ya gitmekte olan gayet güzel bir Ingiliz kızını esir ederek Grand Segnor’e (Padişah’a) hediye ettiler. Rivayete göre bu kız, bugün de gözde olmak üzere padişahın sarayında bulunmaktadır.
Gemiciler genellikle pek sivil ve nazik, aynı zamanda zeki ve itaatlidirler. Bizim pek çok itaatsiz ve kaba gemicilerimiz gibi dinsiz ve alçak tabiatlı değildirler.
Türklcrin gemilerine Karamürsel denir. Bunlar pupa ve baş- kasaraları pek yüksek gemiler olup yedi, sekiz yüz yolcu taşırlar. Fakat Portekiz kalyonları gibi yelkene az giderler ve savaşa elverişli değillerdir.
Türklerin en güzel gemileri haraç almak üzere her yıl yükleriyle birlikte HollandalIların hediye ettikleri gemilerdir.
Türklerin dört tane tersaneleri vardır. Biri Beyoğlu’nda olup -Kasımpaşa’yı murad ediyor- galiler için 23 gözü vardır.
İkincisi Gelibolu’da olup 20 gözü vardır. Bu tersanelerin ikisi de Kaptan Paşa’nın emri altındadır.
Üçüncüsü Kızıldeniz’de, Süveyşte’dir. 25 gözü vardır. Dördüncü tersane Basra’da olup 15 gözü vardır. Son iki tersane Kahire ve Basra Beylerbeyinin idareleri altındadır.
Türkler, son yıllarda Kasımpaşa ve Gelibolu tersanelerinin kudretlerini iki katına çıkardılar.”
*
* *
Türklerin dış denizlerdeki deniz harekâtları arasında başka bir tekil olay da bir aralık Kanarya Adaları dolaylarına gelen Bukan- verler (Batı Hindistan korsanları) rast geldikleri bir iki gemiden kurulu bir Türk filosunu yendiler. Türklerin bu yenilginin acısını çıkarmak için ertesi yıl Amerika’da Antil Denizi’ne kadar gitmek üzere hazırlıklarda bulunduklarını haber alan Bukanverler derhal uygun hediyeler vermek suretiyle, Türklcri bu akını yapmaktan vaz geçirmekte başarı kazandılar. Bukanverlerin asıl korkuları o sulara gelecek olan Türklerin kendilerini kovarak buraya yerleşmelerinin olası olmasıydı.
İşte buraya kadar yazdığımız parça, parça olaylar önceden söylediğimiz gibi Türklerin dış denizlerdeki deniz harekâtına ilişkin olmak üzere bildiğimiz ve bulduğumuz olaylardır. Bu harekâtın herbir safhasını araştırma ve inceleme sonucunda muntazam bir tarih biçimine sokacak meraklı kişileri böyle bir çalışmaya sürüklemek emelidir. Özellikle denizciler, böyle bir çalışma yaptıkları takdirde denizler kadar engin teşekkürler kazanacaklardır.
Donanma Cemiyeti* genelmerkez üyelerinden
Ali Şükrü
* 1909 da Kurulan ilk Cemiyet.Amiral Afif Büyükluğrul'un Konu Üzerindeki Fikir ve Kanıları
Ali Şükrü Bey denizcilik tarihimizle ilgili cidden önemli ve şimdiye kadar akış biçimini bilmediğimiz bir olayı 1917 yılında ortaya çıkarmış; o tarihden bu yana kimse bu olay üzerinde durmamıştır. Bu konudaki faaliyeti her türlü takdirin üzerindedir. Anlattığı olay parçalarının, onun istediği gibi, aralarını doldurmak da bizim için olanaksızdır. Onun anlattığı dönemde yani 1625-1670 yıllarında “strateji” terimi ortada olmadığı gibi taktik kurallar da bugünden çok ayrıntılıdır. Biz onun strateji bilgilerine bugünün koşul ve kurallarına göre bazı bilgiler ekleyebiliriz:
Strateji, savaşı kazanmak hedefine yönelik olarak kuvvetlerin kullanılması ilmini kapsar. Motamot terim olarak değil de on altıncı yüzyıl başında Osmanlı Devletiyle İspanya Kralı ve Alman İmparatoru arasında, “deniz egemenlik” mücadelesi başlayınca denizlerde de stratejik hareketler yapılmış ve bu çerçevede Prevezc, Cerbe, Leponta muharebeleri yapılmıştır. Korsan savaşında ise her hangi bir strateji kural ve koşulu yoktur. Nihayet; keşifler ve casuslar aracılığıyla denizyolları ve kıyılarda zengin bölgeler belirince korsanlar bu bölgelere saldıracaklardır. Türkler, Atlas Okyanusu’ndaki ilk faaliyetleri de strateji değil korsan hedeflerine yönelik olarak düzenlemişlerdir. Bundan ötürü, Ali Şükrü Bey’in isteği biçiminde olayların arasını doldurup bir “korsan savaşı stratejisi” ortaya koymaya olanak yoktur.
Buna rağmen 15 ve 16 ncı yüzyıllarda, daha eskiden de olduğu gibi denizlerde “denizlere sahip çıkmak” mücadelesi olmuş; denizde kuvvetli olan milletler, kendilerini denizlere sahip sayıp başka milletlerin denizlerde serbestçe gemi dolaştırmalarına engel olmuşlardır. Ufak milletler ticaret mallarını ya çok yüksek navlun ya da haraç vererek denizlerin sahibi olan millet gemilerine taşıtacak ya da tahammülsüz vergi vermeye razı olup kendi inallarını kendileri taşıyacaktır.
İtalyan deniz tarihçisi Amiral Giuseppe Fioravanzo’nun dediğine nazaran, yalnız Türkler, denizlere sahip oldukları halde “denizlere sahiplik iddiası”nda bulunmadıkları gibi zayıf devletlere bol bol deniz ticaret imtiyazları dağıtmışlar; üstelik kendi ticaret inallarını da olağanüstü büyük navlunlar vererek zayıf devletlere taşıtmışlardır. Amiral Fioravanzo bu bilgiye “Türkler bu yüzden deniz imparatorluklarını kaybetmeye aday oldular” diye ortaya, bizce çok doğru, bir fikir de atmıştır. (Fioravanzo: I Liberta dei Mari, Deniz bağımsızlığı: önsöz)
Ali Şükrü Bey ele almadığı halde biz 15 ve 16 ncı yüzyıldaki deniz mücadelesi karakteri ve genel tarih üzerindeki etkilerine ilişkin bazı gerçekleri nakletmekte yarar mütalaa ettik.
Amerika kıtası ve Ümit Burnu’nun keşifleri sırasıyla 1492 ve 1497 yıllarında olmuştu. Her ikisi de Akdeniz deniz yollarının Türkler tarafından kapanmış olmasından ötürü Uzakdoğudaki ilk madde kaymaklarına başka bir yoldan ulaşmak hedefine yönelik olarak yapılmıştır. O kadar ki Amerika kıtasına ilk ulaşan Kristof Kolomb bile bulduğu Antil Adası dolaylarını Hindistan sanmış; Amerika’yı keşfettiğini öğrenmeden gözlerini hayata kapamıştı. Hatta bugün bile bazıları tarafından Antil Adalarına Doğu Hindistan denmesi bundandır.
Amerika keşfinin en önemli tarafı bu kıtada ve Uzakdoğuda bulunan başta altın olmak üzere, değerli ilk madde kaynaklarıydı.
Bu buluşlar Akdeniz’deki deniz mücadelelerini Atlas ve Hint okyanuslarına naklettikleri gibi Avrupa savaşlarını da yeni bulunan kıtaya doğru uzatmıştı. İlk zengin olan Ispanya, Avrupa devletlerinde ilk kez olarak büyük bir donanma yapmış ve bu donanmaya da “Yenilmez Armada” adını takmıştı.
Keşiflerin ilk sonucu da Papa tarafından Hint ve Atlas okyanuslarının İspanya ve Portekiz arasında pay edilmesi olmuştu: Çünkü gerek İspanya gerekse Portekiz Katoliktiler. Papa da Katolik olduğu için bu okyanusların iki Katolik devlet arasında bölüştürülmesinde kilise için de yarar mütalaa etmişti.
İspanya ve Portekiz, okyanusları bölüşmüşlerdi ama; Fransa Kanada’da, Ingiltere Kuzey Amerika’da, Latin devletleri de Güney Amerika’da hicretin çoğunluğunu sağlamışlar ve buradaki yerleri de emirlerine alarak buraları kendilerine koloni haline getirmişlerdi. Bundan ötürü başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın Protestan devletleri Papa’nın İlâhi emrine karşı gelmezler; İngiltere üstelik kurduğu korsan filolarıyla 1588 yılında İspanyolların yenilmez armadasını yenerek Atlas Okyanusu’na sahip çıkmıştı. HollandalI Hukukçu Gorzio tngilizlere “Hani siz okyanuslara sahip çıkan Ispanyol fikirleriyle mücadele etmiştiniz. Şimdi nasıl oluyor da Ispanyol fikirlerini kendinize mal edip okyanuslara sahiplik iddia ediyorsunuz?” diye sorduğu zaman da Ingiliz Hukukçu Selden “Biz okyanusların sularında sahiplik iddia etmiyoruz. İddiamız bu denizlerin altındaki topraklardır. Biz o toprakları savunuyoruz...” diye yanıt vermişti. Bundan sonra Ingilizler korsanlarla savaş ya da mücadele için bazı deniz tören kuralları koyacak ve kuralların ışığında korsan gemilerini yakalayacaktı. Onların koyduğu kurallara göre korsan gemileri Ingiliz savaş gemisi gördükleri zaman “Seninle mücadele etmeyeceğim, seni selamlıyorum” anlamına yelkenleri boşaltarak ve küreklerini havaya kaldırarak Ingiliz savaş gemisini selamlayacaklardı. Ingiliz savaş gemisi ise bu selama aynen mukabele etmek zorunda değildi, işte bu şekil rüzgâr ya da bilek kuvvetiyle hareket eden korsan gemilerini olduğu yerde durmaya zorluyor; bu suretle Ingiliz savaş gemileri korsan gemilerini daha büyük kolaylıklar içinde yakalıyorlardı*.
Nihayet Ingiltere’den hicret eden serüven seven kişiler, yerlileri de yanlarına alarak Filadclfiya beyannamesiyle ve anavatanları İngilizlerle yaptıkları savaş sonunda Birleşik Amerika Devletlerini kurmuşlardı. Fakat yıllar sonra Cumhurbaşkanları Monroc’nun “Splendit Isolation” adını verdikleri prensibi** ortaya koyunca bundan en çok yararlanan gene Ingiltere olmuştu. Çünkü Amerika ticaret donanması yapmayınca İngiltere, ilk madde kaynağı ve sanayi maddeleri bakımından en zengin olan Amerika Birleşik Devletlerinin armatörü yerine geçmiş, deniz taşımacılığında elde ettiği büyük servetlerle Amerika dışındaki milletlerin en zengin olanı biçimine girmişti.
** Bu sistem tören gelenek olarak bugün bile sürdürülmektedir. Topla selamlık yapacak bir gemi ilk önce gemisini durdurmak zorunda olduğu gibi topla selama uğrayan devlet adamı, vali ve komutanları taşıyan sitimbotlar da top selamını duyar duymaz teknelerini durdururlar ve top selamı bitinceye kadar da hareketsiz beklerler.
** Amerika Amerikalılarındır. Amerika, kıta dışında yaşayan milletlerin işine karışmayacak ve bu devletleri de Amerikan ?
*
* *
Keşifler dünya ticaretine yoğunluk vermişti. Bu sırada Amerika’ nın dışında dünyada iki büyük deniz imparatorluğu vardı: Osmanlı Devleti ve İngiltere İmparatorluğu ... İngiltere Kraliçesi Elizabeth de gelişmeden yararlanmayı bilecek ve imparatorluğunun temelini deniz ticaretiyle bu ticaretin güvencesine dayayacaktı. Ticaret ve ticaret güvencesi de dünya ekonomisinin can damarını tutuyordu. Vasiyetinin ana çizgileri şunlardı:
- Dünyadaki bütün deniz geçitlerini tutmak ve bu suretle “Güneş Batmaz İmparatorluk” adını verdiği politikayı düzenlemek. İngiltere’nin bayrağının biçimi böyle bir imparatorluğu temsil ediyordu.
- Ekonomi müessesclerini kurmak ve yüzlerce deniz ticaret müesseseleri kurmak...
Tüccarlarına nasihat veriyordu: Deniz aşırı bölgelere gittikçe gidiniz; devlet donanması size güvence sağlayacaktır...
Amirallerine vasiyet ediyordu: İngiltere savaşa girdiği zaman öyle bir savaş yönetimi kuracak ve sürdüreceksiniz ki savaş sonunda düşman, müttefik ve tarafsız hiçbir devlet İngiltere’den daha üstün bir ekonomi kuramayacak.
Politikacılara vasiyet ediyordu: İngiltere, daima kuvvetten yana kendisinden daha güçlü olan iki devletin donanma toplamından daha üstün bir donanma yapacak. Bu da İngiltere’nin Splcndit Isolation politikasıydı.
Osmanlı İmparatorluğu ise Akdeniz’deki keşiflerden sonraki çıkarların okyanuslara kaçmaması için, öteki milletlere bol bol ticaret imtiyazları vermiş, dünyanın teknik gelişmelerini izleyemediği için de bu imtiyazlar kapitülasyon biçimine girmiş ve Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hazırlamıştır.
En güzelini rahmetli Prof. Mükrimin Halil söylemişti. Değerli arkadaşım emekli yüksek mühendis Tümamiral izzettin Göğen’dcn duymuştum: “Mükrimin Halil’den savunma Akademisi öğrencileri Osmanlı tarihinin kısa bir özetini yapmasını istedikleri zaman; Avrupa’nın ortasına kadar yağma için gittiler. Bu yağmalar bittiği zaman eski sınırlarına döndüler. Şimdi de birbirlerini yağmalıyorlar. .. ”
Her ne olursa olsun Osmanlı Devleti 1299 yılında Sakarya Nehri boylarında kurulmuş, deniz çıkarlarına sırt çevirmek yüzünden İstiklal Savaşının Sakarya Muharebesini kazanmasından sonra çökmüştür. (Değerli arkadaşım ve sınıf birincisi Emekli Tümamiral Tevfik Sargut’un bir konferansına eklediği yüksek fikirlerden).
*
* *
Ali Şükrü Bey’in naklettiği İngiliz Şairi Thomas Osborne’un yazdığı şiire gelince: Kamuoyu denizci olan İngiliz şairleri İngiliz halkını, denizci rakip gördükleri Türklerc karşı tahrik etmek için bu biçim şiir ve senaryoları daima hazırlayıp yayınlamışlardır. Nitekim Türkleri pek yakından ve gerçek olarak tanıyan İngiliz Amirali Adolphe Slaide de, Thomas Osborne’dan da ağır yazdığı şiirle ilişkin olarak şunları yazmaktadır. (Bakınız: Deniz kuvvetleri yayımlarından Müşavir Paşa’nın Türkiye seyahatnamesi) “Lord Byron Yunan ihtilali sırasında iki güzel Yunanlı kız bulup bunları melek biçiminde giydirdikten sonra bu meleklerin babalarını ve ailelerini Türklcr öldürdü” diye şiir yazdı. Onun bütün şiirlerinde Türkler zalim, Yunanlılar da Bizans medeniyetine dayanan masumlardır. Gerçekte, olayları da birer birer anlatıp Yunanlıların hem zalim hem de yalancı masum oldukları sabittir. Onlar Bizans’ın varisi değil Giriktirler. Lord Byron Yunanlıları tutacağı yerde Türkleri tutsaydı uygarlığa daha iyi hizmet ederdi” demiştir.
Ali Rıza Seyfi’dcn de şunları okumuştuk (Adolphe Slaide’in kitaplarının çevirisi): Yunan isyanındaki olayların ve Yunan zulümlerinin en iyisi ve gerçeğini 1827-28 lerde İstanbul’daki Ingiliz Büyükelçiliği papazı Mister Walsh üç ciltte yazmıştır. Ne yazık ki bu kitapları bütün aramamıza rağmen bulduramadık.