GİRİŞ
Hayvanların ehlileştirilip de tabii şartlardan ayrılmasıyla beraber bu ehli hayvanların sağlığı ile ilgili olarak hayvan sahipleri küçük sürüleri için ilaç ve tedavi yöntemleri aramak zorunda kalmışlardır. Bu sebepten dolayıdır ki veteriner tababetinin hayvanların ehlileştirilmesi ve insanların hayvanları tanıması ile başlamış olduğu kabul edilmektedir. Birçok veteriner tarihçisi de bu noktada hem fikirdir. Şu halde hayvan tababeti tatbikatının başlangıcı çok eski devirlere kadar gitmektedir. İlk hayvan ehlileştirilmesi muhtemelen Orta Asya'da M.Ö. 5. bin yılda başlamıştır. Bu çağda insanlarda kullanılan tedavi usullerinin hayvanlarda da uygulandığı tahmin edilmektedir[1] .
Osmanlı döneminde ise bilimsel veteriner hekimliğinin başlamasına kadar hayvan yetiştiriciliği, bakımı, beslenmesi ve hastalıkların tedavisi bu konuda yetişmiş sanatkarlar tarafından yapılmıştır. Anadolu’da halk arasında yetişmiş çok sayıda sanatkar olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim hayvanının bütün idmanlarını yaptıran, savaşa hazırlayan Türk süvarisinin tarihte yerine göre atının doğumuna yardım edecek ve küçük cerrahi müdahaleleri gerçekleştirebilecek kadar bilgi donanımına sahip olduğu görülmektedir. Osmanlılar bünyesinde genel bir tanımla bu mesleğin uygulayıcılarına baytar adı verilirken saray bünyesinde veteriner hekimliği hizmetlerini yerine getiren kişiler nalband adı altında toplanan meslek grubuna dahil edilmiştir.[2] 16. asır sonlarında Osmanlı sarayında Has Ahır’a tâbi 300 kadar usta ve yamaktan meydana gelen bir nalband bölüğü mevcuttur. Yevmiyeleri eskilik ve yeniliklerine göre 4 ile 10 akçe arasında seyreden nalbandların hayvanların hastalıklarına bakarak veteriner vazifesi gördüğü, nal ve çivi döğüp, hayvanları nallayıp taşaklarını çıkarıp iğdiş ettikleri bilinmektedir.[3] Veteriner hekimlik tarihimize ait bilgilerin en güvenilir kaynakları olan hayvan hastalıkları ve tedavileri konusunda yazılmış baytarnâmelerin en eski örneğinin de 15.-16. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.[4]
Çalışmamızda baytarlık mesleğinin müstakil bir eğitim ve mesleğe dönüştüğü 19. yüzyılın ikinci yarısındaki durumu mercek altına alınmıştır. Baytarlığın meslek olarak okullaştığı bu dönemde, baytarların ülke ihtiyacına cevap verip vermediği analiz edilmeye çalışılmış, bu meyanda yetiştirilmeleri, denetlenmeleri ve özlük hakları konusunda ilgili dönemle alakalı Osmanlı arşivinde bulunan uygulamaya yönelik orijinal kayıtlar tespit edilerek yayınlanmış literatür çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu çerçevede veterinerlik tarihine bir katkı amaçlanmaktadır.
1. Baytarların Eğitimi
Osmanlı’da veteriner hekimlik öğretimi bir tek oda içinde bir tek hoca ile başlamıştır. Fakat kuruluştan müstakil bir mektep (1909) oluncaya kadar imkanların müsaade ettiği oranda iyiye doğru gitmek gaye olmuş ve birçok veteriner bu amaçla hareket etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılı, batılılaşma hareketlerinde ulema ile mücadele, harpler, hudutların küçülmesi ve bunların sonucu ekonomik sıkıntılar içinde geçmiş, bu çerçevede gerek askeri (1914’te 10000 lira), gerekse sivil mekteplerin (1914’te 8.000 lira) çok küçük bütçeleri olmuştur[5] .
1.1. Askeri Baytarlar
19. yüzyılda Osmanlı Türk tıbbı önceki dönemlere oranla daha çok batıya dönük ve aynı zamanda daha modern görünümlü bir nitelik kazanmıştır. Bu yüzyılda birçok modern kuruluşun temeli atılmış modern tıp öğretimine geçiş, bu yüzyılda gerçekleşmiştir.[6] Nitekim sağlık hizmetlerinin niteliğinin değişmeye başlamasıyla beraber Osmanlı devletinde de hekimbaşılık çeşitlilik kazanan sağlık hizmetlerini karşılayamaz hale gelmiş ve çağdaş kurumlara ihtiyaç artmıştır. 1837’de Harbiye nezâretinde bir sıhhiye dairesinin kurulması ve karantina idaresinin göreve başlamasıyla hekimbaşının yetkilerinin bir bölümü bu yeni kurumlara devredilmiştir[7] .
Veteriner öğretimine olan ihtiyaç da önce Avrupa memleketleri tarafından anlaşılmış, daha sonraları bu ilgi hayvan yetiştiriciliğinin yoğunluğuna paralel olarak dünyanın diğer bölgelerine yayılmıştır[8] .
Baytarlıkla ilgili olarak Osmanlılar döneminde ise 15-16. yüzyıldan itibaren bir takım eserler kaleme alınmışsa da[9] baytarlığın mektebli bir meslek haline dönüşmesi 19. Yüzyılda[10] II. Mahmud dönemiyle beraber gerçekleşmiştir[11]. Nitekim ordunun ihtiyacını karşılamak üzere, Prusyalı baytar Goldlewsky’yi davet eden Sultan Mahmud onu baytarlık eğitimi teşkilatına memur etmiş, böylece İstanbul’da ülkemizin ilk veteriner okulu açılmıştır. Erk[12] bir çalışmasında veteriner okulunun kuruluş tarihini 1835[13], bir diğer çalışmasında 1842 olarak kabul etmişken, Özgür ise 1841[14] olarak kabul etmiştir. Ancak yapılan araştırmalar neticesinde veterinerlik öğretiminin başlangıcının kesin olarak 1842 yılı olduğu tespit edilmiştir[15].
İlk veteriner okulu teşebbüsü okuma yazma bilmeyen erlerden seçilen talebeler yüzünden başarıya ulaşamamıştır. Bu okuldan sonra baytarlık eğitimi Sultan Abdülmecid döneminde, harbiye mektebinde özel bir sınıf olarak yeniden başlamıştır. (1849)[16].
Harp okulu bünyesindeki veteriner sınıfı ilk mezununu 1853 yılında vermiş ve bu yıl okulu bitiren Osman ve Ahmed beyler okulun öğretim kadrosu içerisinde istihdam edilmişlerdir. Harp okulu bünyesindeki veteriner sınıflarını bitiren veteriner hekimler binbaşı rütbesine kadar yükselebilmişler, daha üst rütbelere çıkabilmeleri için süvari sınıfına geçmeleri gerekmiştir[17].
1867 yılına ait bir vesikada Osmanlı devletinin hayvan hastalıklarına daha etkin bir şekilde müdahalede bulunabilmek için mekteb-i harbiye-i şâhânede baytar sınıfına ilaveten yeni bir sınıf kurarak, 3 yıllık eğitimle “fen baytarı” yetiştirmeye karar verdiği belirtilmektedir. Yetiştirilecek baytarlar eğitimlerini tamamladıktan sonra geldikleri bölgelere dönmek ve orada mecburi hizmet yapmak zorunda bırakılmışlardır. Bu uğurda yıllık 60.000 kuruş masrafın olacağı, paranın da askeriye tahsisatından karşılanmasına karar verilmiştir. Bu amaçla ilkönce 5 vilâyetten 4’er kişinin talebe olarak alınması, bunlar eğitimlerini tamamladıkça da yerlerine diğer vilâyetlerden yeterli miktarda talebe getirilmesi ve eğitimin devamının sağlanması kararlaştırılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde Bosna için alınacak talebenin Tuna, Hüdavendigar, Bosna, Erzurum ve Konya vilâyetlerinden teminine ve konu ile ilgili olarak gazetelere ilanlar verilmesine karar verilmiştir[18].
1873 yılında veteriner sınıfları harb okulundan ayrılarak askeri tıp okuluna nakledilmiştir[19].
1.2. Sivil Baytarlar
1881’de veteriner okulu ve tıp okulunun öğretim elemanlarından bir komisyon kurularak veteriner sınıflarına sivil öğrenci alımı konusunda bir girişimde bulunulmuş ve az sayıda sivil öğrenci alınmışsa da bu da bir süre sonra inkıtaya uğramış ve 1889 yılına kadar bu konuda ciddi bir adım atılmamıştır[20]. Nihayet İstanbul’daki ilk sivil baytarlık mektebi Yarbay Baytar Mehmed Ali Bey’in gayretleriyle 1889 yılında kurulmuş ve Nâfia Nezâreti’ne bağlı Umûr-ı Baytariye Müfettiş-i Umumiliği ihdas edilerek başına Mehmed Ali Bey getirilmiştir. 1909’a kadar Orman, Meâdîn ve Ziraat Nezâreti’ne bağlı bir şube olarak çalışan bu müfettişlik daha sonra genel müdürlüğe dönüştürülmüştür (1914)[21]. Okulun ilk iki sınıfının tıbbiyede, son iki sınıfının da Halkalı’da yatılı olarak eğitim-öğretim görmesine karar verilmiştir.[22] Konu ile ilgili orijinal kayıtta; Fransız doktorlarından Mösyö Pastör’ün ehli hayvanları bulaşıcı hastalık ve ölümden muhafaza için icad ettiği aşının Osmanlı topraklarında öğrenilmesi ve ülkenin ihtiyaçlarına göre “mülkiye baytarı” yetiştirmek üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’de de bir sınıf açılması için irâde-i seniyye çıkarıldığı belirtilmektedir. İrâde-i seniyyede;
a) İki yıl mekteb-i tıbbiye-i mülkiyede gündüz vakti tahsil yapılacağı,
b) Üçüncü yıldan itibaren gececi (leyli) olarak Halkalı mektebine nakil yapılarak burada eğitime devam edileceği belirtilmiştir (17 C. Ahir 1306/ 18 Şubat 1889)[23].
Görüldüğü gibi Osmanlı devletinde baytarların askeri (mekteb-i harbiye-i şahâne) ve mülkî (mekteb-i tıbbiye-i mülkiye) baytarlar olmak üzere iki sınıf halinde eğitildikleri ve görev yaptıkları anlaşılmaktadır. Bununla beraber her iki mektebin de program ve nîzamnâmesi birbiriyle aynıdır.[24] Farklı sınıflarda bulunan bu baytarların zaman zaman birbirlerinin hareket alanlarına pozitif bir şekilde müdahalede bulundukları hatta bu konuda devletin üst düzey yetkililerinin emirler çıkardığı bile görülmektedir. Konu ile ilgili olarak bazı belgelerde vilâyetlerdeki askeri ve mülkî baytarların birbirleriyle yardımlaşmaları istenmiştir (20 Ca 1304/14 Şubat 1887)[25].
Bütün bu eğitim kategorilerine rağmen baytarların hayvanların etlerinden yapılan et, pastırma, sucuk ve salamura gibi muhtelif hayvan ürünlerinin muayenesi konusunda yeterli olmadıkları görülmektedir. Bu nedenle baytarların bu konuda özel bir eğitime tabi tutulması ve hayvan mamullerinin muayenesi ile ilgili olarak mekâtib-i baytariyye (mekâtib-i tıbbiye) ders programları içerisine yeni bir ders daha konulması öngörülmüştür (19 Ca 1316/ 5 Ekim 1898)[26].
1.3. Baytarların Yetiştirilmesi İçin Yapılan Bazı İcraatlar
1.3.1. Avrupa’dan Uzmanlar Getirilmesi
Osmanlı devleti hayvan ıslahı ve hayvanların sağlıklı olması için sadece kendi iç dinamikleri ile değil Avrupa’dan getirttiği muhtelif uzman kişilerden de faydalanma yoluna gitmiştir. III. Selim Anadolu’da büyük ekonomik kayıplara neden olan sığır vebası ile mücadele için İtalyan Valli ve Buçoni adlı iki hekime geniş ayrıcalıklar vererek araştırma yapmalarına olanaklar tanımıştır[27]. 1884 yılında da Belçika’dan veteriner hekim Dezutter getirilerek Taksim’de Baytar Ameliyat Mektebi kurulmuş ve hem ordudaki hayvanların hastalık ve tedavileriyle ilgilenilmiş hem de yeni mezun olan veteriner adaylarına bir yıl süre ile staj yaptırılmıştır[28]. Bu konuda atılan adımlardan bir diğeri, maaşları 1000’er frankı geçmemek üzere Avrupa’dan iki uzman kişinin getirtilerek birisinin “zabıta-i sıhhiye-i hayvaniye” işlerinde diğerinin ise hayvan depo ve haralarının[29] idaresi konusunda kendilerinden bilgi edinilmesi ve ilgili mekteblerde ders vermek üzere istihdam edilmesine karar verilmesidir (10 C 1310/ 30 Aralık 1892)[30].
1.3.2. Bakteriyolojihâne-i Baytarinin Kurulması
1319 (1901) yılında[31] bakteriyolojihânenin kurulması [32] ile baytarlık alanındaki bilimsel faaliyetlerin (fenn-i baytârî) Osmanlı topraklarında gelişimini sağlamak ve bulaşıcı hayvan hastalıklarının tedavisi, defi ve izalesini sağlamak amacıyla önemli bir adım atılmıştır[33]. Orman, Meâdîn ve Ziraat Nezâreti tarafından mülkiye baytar mektebi içinde kurulmuş olan[34] Bakteriyolojihâne-yi Baytari'ye ilk müdür olarak Adil Bey tayin edilmiştir[35]. 1902 yılında sığır vebası serumunun az da olsa burada elde edildiği görülmektedir[36]. Osmanlı devleti bakteriyolojihânede de Avrupalı uzmanlardan faydalanma yoluna giderek Meclis-i vükela kararı ile bakteriyolojihânenin baytarlık kısmına müdür olarak Paris erkân-ı harbiyesi askeri baytarlarından Mösyö Forjo’yu getirtmiştir. Forjo 3 yıllık bir süre için ülkeye getirilmiştir. Kendisine yıllık 12.000 frank ücret tahsis edilmiştir. Tahsis edilen ücret, mecîdî 19 kuruş hesabıyla, 54.000 kuruşa tekabül etmektedir. (20 Za 1331/ 21 Ekim 1913)[37].
1.3.3. Avrupa’ya Öğrenci Gönderilmesi
Osmanlı Devleti hayvan hastalıkları ile mücadele için sadece kendi bilim adamlarının tecrübelerinden değil bunun yanında Avrupa’yı da yakından takip etmeye çalışmıştır. Mesela Pastör usulü tedaviyi öğrenmek için Paris’e gönderilen kişilerden birisi Saadetlü Zoyiros Paşa’dır. Zoyiros Paşa eğitimini tamamladıktan sonra ülkeye geri dönmüştür[38]. Zoyiros (Zoeros) Paşa ve ekibinin Avrupa’ya gönderilmesinin nedeni Pasteur’un bulduğu kuduz aşısı uygulamasını öğrenmektir. Ekip ülkeye dönünce 1887 yılında ülkemizin ilk kuduz müessesesi açılmıştır. Yine sivil baytar mektebinin açılmasından (1889) bir yıl sonra okul içinde bir yarışma sınavı yapılarak sınavda başarılı olan Adil, Nuri, Hayrettin ve Ahmed isimli öğrenciler Fransa’ya Alfort veteriner okuluna eğitim için gönderilmişlerdir. Ahmed Bey’in ölümü üzerine yerine İsmail Hakkı Bey gönderilmiştir. Bu öğrenciler 1895 yılında yurda dönmüşler ve Alfort okulunu örnek alarak veterinerlik eğitim öğretiminde yeni düzenlemeler yapmışlardır[39].
1.3.4. Avrupa Gazetelerine Abone Olunması
Vilâyetlerde görev yapan baytarlar gerek “…..zühûl (düşmanlık) gerekse de noksan malumât” nedeniyle bir çok bilim dışı icraata sebebiyet vermişlerdir. Bu nedenle bulaşıcı hayvan hastalıkları hakkında yurtdışında yapılan bilimsel etkinliklerin sonuç raporları veya telif edilen eserler Osmanlı devleti tarafından temin edilerek ülkede bulunan baytarların bilimsel yeterlilikleri artırılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla atılan adımlardan birisi de yurtdışı kaynaklı gazetelerin takip edilmesidir. Nitekim Paris’te yayınlanan ve belgelerde fünûn ve baytar gazeteleri olarak isimlendirilen gazetelerin en seçkinlerinden ikisine abone olunarak bunların Paris sefareti aracılığı ile temin edilmesi ve baytar komisyonu tarafından tercüme edilip, basılarak vilâyetlere dağıtılması planlanmıştır (14 Ca 1311/23 Kasım 1893)[40]. Ancak gazetelerden yalnızca bilimsel formasyonu (müktesebât-ı fenniyeleri) yerinde olan baytarların istifade edebileceğinin, tahsil düzeyleri düşük olan kişilerin (her nasılsa bir suretle baytarlık diplomasını alabilmiş olanlar(ın) mezkûr gazeteleri mutalaa etseler bile) gazetelerden çok fazla faydalanamayacaklarının belirtilmesi baytarların bir kısmının Avrupa orijinli kaynaklarla kendilerini yenileyecek bir kapasiteye sahip olmadığını göstermesi açısından dikkate değer bir husustur. (14 Ca 1311/ 23 Kasım 1893)[41].
1.3.5. Avrupa’dan Kitap Tercümeleri Yapılması
Hayvan hastalıklarının nedenleri, devası ve yayılmasının engellenmesi için Avrupa’da bazı müellifler tarafından çalışmalar hazırlanmıştır. Bulaşıcı hayvan hastalıkları ile ilgili Elfor Baytar mektebi hocalarından Mösyö Nufar[42] ve Mösyö Nokarid[43] tarafından eserler telif edilmiştir. Çalışmalar Paris’te bir mecmuada yayınlanmıştır[44]. Osmanlı devleti bunun üzerine bu eserleri tercüme ettirerek bütün vilâyetlere dağıtılması için bir çalışma başlatmıştır. Eserlerden Mösyö Nufar’a ait olan eserin tercüme işi baytar komisyonu azasından Binbaşı Minâs Efendi’ye, tahsisi ise üyelerden Binbaşı Haydar Bey’e verilmiştir. Minâs Efendi’den konu ile ilgili olarak her hafta bir “forma” hazırlaması ve hazırlanan formaların vilâyetlere gönderilmek üzere tab edilmesi istenmiştir. Eserin basım masraflarının Orman, Meâdîn ve Ziraat Nezâreti bünyesinde bulunan “umûr-ı baytâriye tahsisâtı”ndan karşılanması uygun görülmüşse de daha sonra bundan vazgeçilerek adı geçen tahsisâtın baytar müfettişleri maaş ve harcırahlarına tahsis edildiği belirtilmiştir (18 Ra 1311/29 Eylül 1893)[45]. Bu tür çalışmaların Matbaâ-i Âmire’de seri bir şekilde basılıp vilâyetlere (vilâyât-ı şâhâne) gönderilmesi konusunda Istabl-ı Âmire müdüriyetinin yetkili kılındığı anlaşılmaktadır. (18 Ca 1295/8 Mayıs 1294).[46]
1.3.6. Uluslararası Kongre ve Konferanslara Katılım
19. yüzyılın karakteristik salgın hastalığı olarak baş gösteren kolera pandemisi çeşitli ülkelerde ve bu arada Osmanlı imparatorluğunda sağlık teşekküllerinin kurulmasında ve salgınlara karşı uluslararası işbirliğinin başlamasında etkili olmuştur[47]. Salgın hastalıklarla ilgili uluslararası toplantıların ilki olarak 1840’ta toplanan meclis-i tahaffuz-u ûlâ kabul edilmektedir. Nitekim Osmanlı topraklarında yapılan bu toplantıya 13 yabancı delege katılmıştır. Avrupa’da salgın hastalıklara karşı ortak ve tek tip önlemler uygulamak için toplanan uluslararası sağlık konferanslarının ilki (I. Uluslararası Sağlık Konferansı/ I. Sıhhiye Konferansı) ise 1851’de Paris’te toplanmıştır[48]. Konferansta delegeler bir konuda fikir birliğine varmıştır. Bu da halk sağlığının ancak müşterek bir anlaşma ile korunabileceğinin tespitidir[49]. Ancak hekim delegeler halk sağlığının korunması ve salgınların önlenmesi için iki farklı görüşü benimsemişlerdir. Bu çerçevede Osmanlı devleti, Fransa ve diğer bazı Akdeniz ülkeleri karantina sistemini savunmuşlar ve gemilerin, insanların ve emtianın tecridini istemişlerdir. Buna karşılık konferansta İngiltere’nin başını çektiği “temizlik, havalandırma, gemileri ve malları dezenfekte etme”, “hayvânî ve bitkisel (nebâtî) artıkların, çöplerin, mezbahaların şehir ve köylerden uzaklaştırılması, pis suların kapalı lağımlara akıtılması, her eve içilebilir temiz su sağlanması” gibi tedbirlerin alınmasının daha önemli olduğu görüşü hakim olmuştur[50].
1851 Paris konferansından sonra ikinci uluslararası faaliyet 1865 büyük kolera salgını ardından yapılan 1866 İstanbul Konferansı olmuştur[51]. Uluslararası karantina kongresi olarak da adlandırılan bu konferans Galatasaray mektebinde icra edildiği için Galatasarayı Konferansı olarak da adlandırılmıştır. Konferansta kolera epidemisi ile ilgili 44 toplantı yapılmış ve kolera epidemisinin kaynağının Türkiye değil Hindistan olduğu ortaya konmuştur[52].
1866 yılında, karasığır hayvanlarına bulaşan salgın hastalığın tedavisi hakkında alternatifler üretmek için Viyana’da da bir baytar cemiyeti teşkil edilmiş [53] ve cemiyette bazı müzakereler yapılmıştır. Cemiyete Osmanlı devletini temsilen Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-i Şâhâne baytar muallimlerinden Binbaşı Ahmed Efendi bir lâyiha ile katılmıştır. Ahmed Efendi lâyihanın bir suretini ülkeye getirmiş ve lâyiha basılıp çoğaltılarak, ülkenin her tarafına gönderilmiştir. Bunun yanında layihanın içeriği hakkında halka bilgi verilmesi, hastalık olan mahallere mutlaka bir baytar zabitânı gönderilmesi, hastalıkla ilgili gazetelerde ilanlar verilerek halkın bilgilendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. (29 M 1283/ 13 Haziran 1866)[54].
Konumuzla ilgili bir diğer kongre ise Paris’te toplanmaya çalışılmıştır. Nitekim Fransız hükümeti Paris’te hayvan hastalıkları, nedenleri ve korunma şekilleri hakkında 1921 mayısında uluslararası bir konferans yapmayı planlanmıştır. Konferansın yapılma nedeni ve programın detayı ile ilgili olarak bir nota hazırlanarak Osmanlı hükümetine de gönderilmiştir. (17 Ca 1339/ 27 Ocak 1921).[55]
2. Baytarların Tayini
Osmanlı devletinde büyüklükleri de dikkate alınarak vilâyetlere muhtelif miktarlarda (diplomalı) [56] baytar tayini yapılmıştır. Nîzamnâme gereğince, baytar tayini yapılırken halihazırda elde kaç baytarın bulunduğu, tahsis edilecek maaşın sene-i maliye muvazenesinde karşılığının olup olmadığı, baytar tayin edilecek kişinin uygun pozisyonda olup olmadığı konusunda araştırma yapılmakta ve tahsisâtı yeterli olan büyük vilâyetlere 7-8 baytarın, tahsîsâtı yeterli olmayan vilâyetlere ise ancak 1-2 baytarın tayini yapılmaktadır.[57] Ancak bu uygulama Der-saadet ve diğer bölgelerde veya büyük miktarda koyun sevk edilen vilâyetlerde gerek maişeti gerekse de halkın varlık düzeyini olumsuz etkilemiştir. Bu çerçevede hem ekonomiyi canlandırmak hem de hayvanlarda meydana gelebilecek muhtemel hastalıkları tedavi etmek üzere bazı bölgelere (Teke, Hamidâbâd ve Niğde sancakları vs.) ek olarak yeni baytarların daha tayin edilmesi konusunda çalışmalar yapılmıştır[58].
Yapılan genel uygulamaya rağmen bazı vilâyetlerde zaman zaman baytar bulunmadığının tespiti devletin her vilâyete baytar tayin edemediğini göstermektedir[59].
Vilâyetlere yeterli miktarda baytar istihdam edilememesinin nedenleri;
1) Harb nedeniyle mülkiye baytar memurlarının (memûrîn-i baytâriye-i mülkiye) bir kısmının geçici olarak askeri alanda istihdam edilmesi[60].
2) Baytar sayısının yeterli olmaması [61].
3) Baytar maaşlarına karşılık bulunamaması. Konuyla ilgili olarak 1316 yılına ait bir vesikada maaşlarına karşılık bulunamadığı için birçok sahilde baytarların görev yapmadığı belirtilmektedir. Selanik ve İzmir gibi limanlarda baytar bulunduğu halde Kastamonu vilâyetinin medhali ve önemli bir iskelesi olan İnebolu ile beraber Trabzon, Samsun, Sinop vs. Anadolu limanlarında halihazırda baytar maaşlarına karşılık bulunamadığı için tayin yapılamamıştır. (29 Za 1316/ 10 Nisan 1899)[62].
Baytar bulunmayan yerlerde bu görevi belediye tabiblerinin yerine getirmesi sağlanarak ihtiyaç giderilmeye çalışılmıştır.(19 Ca 1316/5 Ekim 1898)[63]. Bunun dışında bölgede hastalık olup olmamasına göre baytarların görev yerlerinde değişikliklere gidilmiş ve hastalık olmayan mahallerdeki baytarlar, olan bölgelere sevk edilerek bölgelerin baytar talepleri karşılanmaya çalışılmıştır[64].
Hayvan hastalıkları konusunda ehil bir kişinin bulunmadığı yerlerde ise hayvanlarda bulaşıcı ve tehlikeli hastalık şikayeti olduğu zaman hemen durum merkeze bildirilerek yardım istenmekte ve bölgeye hastalığın sârî ve tehlikeli olup olmadığı konusunda muayene yapmak üzere bir baytar müfettişi gönderilmektedir. Müfettiş baytar bölgeye gelinceye kadar hastalık mahallinde acil bir tedbir olarak ilkönce bir kordon oluşturulduğu anlaşılmaktadır[65].
3. Baytarların Maaşı
Nîzamnâme gereğince baytarlara aylık 750’şer kuruş maaş, yıllık 2000’er kuruş da harcırah tahsisi yapılmaktadır (15 S 1315/16 Temmuz 1897)[66]. Ancak belirlenen bu miktarların baytarların bulundukları yerde kalış süreleri ve yaptıkları işin hacmi doğrultusunda artırıldığı görülmektedir. Mesela Tuna vilâyetinin bazı yerlerinde ortaya çıkan hayvan hastalıklarının ortadan kaldırılması için Binbaşı Ahmed Efendi görevlendirilmiştir. Ahmed Efendi bu amaçla vilâyetin liva, kaza ve köylerini gezerek hastalığın izalesi için gerekli tedbirleri almıştır. Kendisine görevi nedeniyle 1500 kuruş maaş verilmekte ise de bu miktar kendisi için yeterli olmamış ve ek olarak 2500 kuruşluk masraf daha yaptığı ve bu çerçevede kendisine ödeme yapılması konusunda yazışmalar yapılmıştır. (10 M 1284/ 14 Mayıs 1867). [67]
1893’te kabul edilen “Zâbıta-i Sıhhıye-i Hayvâniye Talîmâtnâmesi” ile baytar maaşlarının muayene vergisi (muayene resmi) gelirinden, yetmediği takdirde de merkezden ödenmesi kararlaştırılmıştır (24 S 1324/19 Nisan 1906)[68]. Belediye baytarlarının tahsisâtının ise “Vilâyet baytar müfettişlerinin vezâifine dair talimâtnâme ahkâmı” na göre belediye sandığından karşılandığı belirtilmektedir[69]. Ancak vebâ-yı bakarî gibi bulaşıcı hayvan hastalıklarının yayılmasını önlemek için alınan tedbirler ve bu hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların bedelleri gibi masrafların belediye veya mal sandıklarından ödeneceğine dair talimât çıkarılmasına rağmen bazı durumlarda belediye gelirlerinin yarısının hazineye aktarıldığı ve mülkiye baytarı olmayan vilâyetlerde yapılan ek görevlendirmeler (ilâve-i memuriyet) veya tayinlerinin yapılması için irâde-i seniyye çıkarılan (sûret-i meşgalede ta’yini muktezâ-yı irâde-i seniyye) askeri ümera ve baytarların maaş ve harcırahlarının nâfia ve ticaret nezâreti tarafından ödendiği görülmektedir.(16 C 1309/ 17 Ocak 1892)[70]. Mesela Van’da[71] ve Trabzon’da[72] ortaya çıkan hayvan hastalıklarının önlenmesi için gönderilen askeri ve mülki baytarların maaş ve harcırahları ticaret ve nâfia nezâreti tahsisatından[73] veya maliye nezâreti tarafından[74] ödenmiştir.
Baytarlara verilen harcırahın vilayetlere ait bütçede (vilâyetin dahiliye memurları muhassesâtı meyânında) bu tür masraflar için bir karşılık bulunmadığı gerekçesiyle “askeri harcırah nîzamnâmesi” çerçevesinde hesab edilerek ödendiği anlaşılmaktadır[75].
4. Baytarlara Yardımcı Olan Diğer Kişiler
4.1. Belediye Tabibi
Osmanlı devletinde muhtelif kazalarda hastaneler kurulmuşsa da bunun dışında belediyeler içerisinde de halk sağlığı ile ilgilenen birimler oluşturulmuştur. Belediyelerin hekim, eczacı gibi sağlık görevlileri ihtiyacı, bunların terfi ve cezalandırılmaları, belediye hekimlerinin verdiği raporların incelenip onaylanması gibi hususlar 1869’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahâne’de kurulan Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye tarafından gerçekleştirilmiştir. 1906’da Mekâtib-i Askeriye Nezâreti’ne bağlı olarak Meclis-i Maârif-i Tıb adını alan bu cemiyet 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis-i Umûr-ı Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye adını almıştır. Bu meclis seçiliş biçimi, uyumlu bir idareden yoksun oluşu ve bağlı bulunduğu makamların karışıklığı nedeniyle lağvedilerek yerine dahiliye nezâretine bağlı olarak 1913’te yürürlüğe giren Sıhhiye müdüriyet-i Umumiyesi teşkilâtına dair kanun-ı muvakkat ile Sıhhiye Müdüriyet-i Umûmiyesi kurulmuştur.
1871’de yürürlüğe giren İdare-i Umumiye-i Tıbbiye Nîzamnâmesi’nin üçüncü maddesi ile de İstanbul’da ve diğer vilâyetlerde Belediye eczanesi adıyla birer eczane açılması öngörülmüştür. Bu madde ile böylece imparatorluğun ilk belediye sağlık teşkilatı kurulmuştur. 1876’da uygulanmaya başlanan Belediye Eczaneleri İdaresi Nîzamnâmesi ile de diplomalı eczacılar yönetiminde ve mahalli hükümet tabiblerinin denetiminde bulunan belediye eczanelerinde doktor tarafından onaylanan yoksul hastaların reçeteleri parasız olarak yapılmaya başlanmıştır[76].
Belediye tabibleri hayvan hastalıkları muayenesinin insan sağlığının korunması (hıfzıssıhha-i insaniye) ile ilgili olması ve baytarların sayıca az olması nedeniyle hayvan muayenesi konusunda da istihdam edilmiştir. (19 Ca 1316/ 5 Ekim 1898)[77]. Bu çerçevede belediye tabibleri baytar bulunmayan yerlerde veya baytar bulunsa da kentin ticari potansiyelinin büyük olduğu yerlerde baytarın yardımcısı olarak önemli görevler ifa etmişlerdir. Bununla beraber bazen hem baytar hem de belediye tabibleri işlere yetişememiş ve bu çerçevede hayvanların geldikleri yerlerde mutlaka muayene edilmesi istenmiştir[78].
Belediye baytarları “Vilâyet baytar müfettişlerinin vezâifine dair talimâtnâme ahkâmı” çerçevesinde, şehirlerde hayvanların sıhhi durumlarını nezâret etme, mezbaha, kasab dükkanları, hayvan pazar ve panayırları, debbağhâne ve inek ahırlarını teftiş etmekle yükümlü kişiler olarak tanımlanmışlardır. Belediye baytarı bulunmayan yerlerde bu görevlerin ücret mukabilinde sıhhiye baytarlarına yaptırıldığı anlaşılmaktadır. (13 R 1332/ 11 Mart 1914)[79].
4. 2. Kordon Muhafızları
1831 yılında başta Hindistan olmak üzere İran, Rusya ve birçok ülkede hüküm süren kolera salgını İstanbul’a da sirayet edince Osmanlı devleti tarafından karantina uygulamasına gidilmiştir[80]. Uygulanan bu karantina Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan ilk ciddi karantina tatbikatıdır[81]. Bu çerçevede hayvan hastalıklarının yayılmasını engellemek amacıyla hastalık meydana gelen alanlarda kordonlar oluşturulmuş ve kordon içine giriş çıkışların engellenmesi amacıyla da bölgede bulunan zabtiyeler muhafaza görevi üstlenmiş, hüsnü hizmeti görülenlere madalyalar verilmiştir[82]. Zabtiyelerin sayısının yetersiz olduğu durumlarda yeni zabtiye veya gardiyan tayini isteğinde bulunulmuştur.
Yapılan bir tahkikâta nazaran 80 köylü bir nahiyede 2 nefer, 100 ve 180 parelik (köylü) bir kazada ise 8-10 zabtiyenin görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber belirtilen zabtiye sayıları hastalığın şiddetine ve “bulaşık köylerin” miktarına göre değişmiş ve yeterli olmadığı durumlarda “ücret-i maktûa” ile maaşlı, emin ve namuslu yeni gardiyanlar” tayin edilmiştir. [83]
Gardiyanlara belediye vâridâtından, aylık 150’şer kuruş maaş verildiği anlaşılmaktadır. (10 Şaban 1306/ 11 Nisan 1889).[84]
5. Baytarların Teftişi ve Baytar Müfettişleri
Hastalık olduğu bildirilen yerlerde şayet görevli bir baytar bulunmuyor ise, ilgili bölgeye baytar tayini yapılıp yapılmayacağı [85], baytarların görev yerinde bulunup bulunmadığı [86], hastalık bulunan yerlerde hastalığın derecesi, nasıl yayıldığı ve bu konuda alınacak tedbirlerin tespiti[87] ve baytarların görevlerindeki suistimaller baytar müfettişleri tarafından araştırılmıştır. Bununla beraber baytar müfettişlerinin bazen baytarları koruyarak onların yaptığı suistimalleri göz ardı ettiği de[88] görülmektedir.
Baytar müfettişi bir bölgedeki hastalığı haber alır almaz, liva mutasarrıfının emriyle 24 saat içinde hastalığın ortaya çıktığı yere gelip gerekli tedbirleri almakla yükümlü tutulmuştur. Bu çerçevede hastalık olan yere ulaşır ulaşmaz sağlam ve hasta hayvanlarla ilgili ayrım muamelesi yapılmamış ise ilkönce bu ayırımı yapma ve hastalığın çeşit ve cinsini belirleyerek bulaşıcı hastalığın önem ve büyüklüğüne göre mahalli yöneticilerin de yardımlarıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Ancak meydana çıkan hastalık vebâyı bakarî gibi pek çok zayiâta sebeb olabilecek önemli bir hastalık ise mahalli hükümet temsilcilerinden müfettiş-i umuminin de bölgeye gelmesi gerekli görülmüştür (10 C 1310/ 30 Aralık 1892)[89].
Hayvan hastalıklarının, bulunduğu mahal dışına yayılmasını engellemek için her ne kadar bulunulan mahal görevlileri tarafından bazı tedbirler önerilmişse de konu baytar müfettişleri tarafından daha etraflı bir şekilde araştırılarak lâyihalar hazırlanmış ve lâyihalar doğrultusunda bazı tedbirlerin alınması sağlanmıştır. (25 Ra 1304/ 22 Aralık 1886).[90]
Baytar müfettişleri tarafından hastalık durumlarında genelde aşağıdaki tedbirlerin alınması önerilmiştir. Bu tedbirler çoğunlukla Meclis-i Vükelâ tarafından da hüsn-ü kabul görmüştür.
a) Hastalığın çıktığı yerde oluşturulan kordon hattına yeterince memur istihdam edilmesi.
b) Karantina hattının takviyesi için uygun miktarda jandarma ve asâkir-i şâhâne istihdam edilmesi.
c) Hastalık olan yerlerde ne kadar hasta hayvan var ise hepsinin usule uygun bir şekilde itlaf edilip gömülmesi.
d) Sağlık durumu iyi olan hayvanların hastalıklı hayvanlardan ayrı bir yerde gözlem altında tutulması.
e) Hayvan barınaklarının (mesâkin-i hayvaniye) fenni kurallar çerçevesinde temizlenmesi.
f) Hayvanın geldiği bölgedeki bütün hayvanların dikkatle muayene edilerek ülke içine sokulması.
g) Hastalıklı hayvanların sahibinin hasta hayvanların itlaf edilmesine izin vermemesi durumunda hayvanların sadece kordon altında tutulması. (25 Ra 1304/ 22 Aralık 1886).[91]
Baytar müfettişlerinin maaşlarının da belediye vâridâtından karşılandığı anlaşılmaktadır. (10 Şaban 1306/ 11 Nisan 1889). [92]
Sonuç
Osmanlı devletinde veterinerlik mesleği öğretimi Tanzimât’ın ilanından sonra ihtisaslaşmıştır. Bu amaçla Avrupa’dan getirilen Goldlewsky ilk defa ordu içerisinde 1842 yılında bir baytar sınıfı oluşturmuştur. Avrupa’da ilk veteriner okulu 1762 yılında açılmasına rağmen Osmanlı Devleti Avrupa’daki gelişmeleri 80 yıl geriden takip etmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında baytarlık, mektebli bir mesleğe dönüştürüldüğü halde yetiştirilen baytarlar ülke ihtiyacını karşılayamamıştır. Bunun nedeni baytarların sayısal olarak az olmaları yanında, çıkan harplerde istihdam edilmeleri ve baytar maaşlarının vilâyetler tarafından karşılanamamasıdır. Bu çerçevede baytarların olmadığı yerlerde belediye tabiblerinin baytar görevi üstlenmesine izin verilmiştir.
Devlet baytarların bilimsel eksikliklerini tamamlamak için Avrupa’dan uzmanlar getirme, onları Avrupa’ya öğrenci olarak gönderme, Avrupa’nın bilim, teknik ve baytarlıkla ilgili kitaplarını temin edip, gazetelerine abone olarak bunların baytar komisyonu tarafından çevrilip, basılarak vilâyetlere dağıtılması ve baytarların uluslararası kongre ve konferanslara katılımlarının sağlanması yoluna gitmiştir.