İstanbul Yarımadası’nın Marmara, Boğaziçi ve Haliç’in buluştukları yere uzanan ilk platosu üzerinde kurulmuş olan Topkapı Sarayı, Osmanlı hanedanının ve imparatorluk tarihinin simgesel ve fiziksel en büyük verisini oluşturur (Levha 1; Resim 1). Saray’ın ana kurgusu ve başlıca binalarının yapımı 15. yüzyıl ortasında II. Mehmed (sal.1444-1445/1451-1481) tarafından gerçekleştirildi. Son haline ise 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün doruğunda olduğu I. Süleyman (sal.1520– 1566) ve onun ardılları döneminde ulaştı. Tarihsel süreç içerisindeki onarımlara ve tümüyle yeni yapılmış binalara rağmen dört yüz yıl boyunca temel yapısını 19. yüzyıl sonuna kadar korumuş olan Saray, 1853’te terk edildi ve Boğaz kıyısındaki Dolmabahçe Sarayı yeni yönetim merkezi oldu.
Topkapı Sarayı sınırları içinde yer alan Harem, günümüzde ortalama 150 m. uzunluğunda ve 75 ile 85 m. arasında bir genişliktedir. Dört tarafında duvarlarla çevrili olan bu alanın sınırlarını kuzey tarafında fil bahçesi ve şimşirlike dayanan duvarlar, kuzeydoğuda Enderun duvarları ve silahhane ile divan yeri, güneyde ise baltacılar koğuşu tarafında meşkhane ve büyük bini oluşturur (Levha 1).
Harem’in kurulduğu bu alan meyilli bir yapıya sahip olduğundan Sedat Hakkı Eldem’in de belirttiği gibi mekân ihtiyacı arttıkça ileriye doğru setler, sonra ayaklar ve son olarak da asma bahçe ve teraslar ilave edilerek günümüze kadar gelmiştir.[1] Osmanlı hanedan üyelerinin yaşadığı Harem’in Topkapı Sarayı’na ne zaman taşındığı kesin olarak bilinmediğinden, kimi araştırmacılar Evliya Çelebi’nin aktarımından yola çıkarak II. Mehmed’in Yeni Saray’ında bir harem bulunmadığını düşünürler. [2] Evliya Çelebi anlatımında, II. Mehmed döneminde Saray’da harem bulunmadığını, bu bölümün I. Süleyman devrinde inşa edildiğini söylüyor. B. Miller bu anlatımdan yola çıkarak II. Mehmed’in Yeni Saray’ı yaptırdıktan sonra burayı resmi bir yönetim merkezi olarak kullandığını, ayrıca Eski Saray’da yaklaşık üç yüz kadın ile yetmiş hadım bıraktığını ve kendisi için her iki sarayda birer daire ayırttığını ileri sürer.[3] T. Öz de benzer bir yaklaşımla Yeni Saray’da devlet yönetiminin ihtiyaçlarını karşılayacak binaların yapıldığını belirtir.[4] Kimi modern araştırmacılar ise yine Evliya Çelebi’nin anlatımından yola çıkarak, III. Murad (sal. 1574-1595) devrine kadar Harem’in Yeni Saray’a taşınmadığını dâhi ileri sürmektedirler.[5] Tüm bu tartışmalara karşın Gülru Necipoğlu modern araştırmacıların bu yaklaşımının tutarlı olmadığı görüşündedir. Yazara göre arşiv belgeleri açıkça göstermektedir ki; I. Süleyman döneminin başmimarı Alâeddin’in gözetiminde yapılan yenileme esnasında, başka binalarla birlikte Topkapı Sarayı’nda eskiden var olan bir Harem de yeniden yaptırılmıştır.[6] Dolayısıyla Necipoğlu, Evliya Çelebi’nin söylediklerinin Sultan’ın, zülüflü baltacılar ve kara ağaların koğuşlarıyla birlikte harem ve hizmetlerinin kapsamlı olarak genişletilmesiyle ilgili olduğunu belirtir.[7]
Harem’in Büyütülmesi: III. Murad’ın Tercihi
Topkapı Sarayı Harem’i önceleri küçük bir alana yayılan ve hünkâr ailesinin değil seçkin cariyelerin yaşadığı bir yerdi.[8] Daha sonra genişlemeye başlayan Harem’in, mimarisinde ve kurumsal örgütlenmesinde önemli değişiklikler III. Murad’ın saltanatı yıllarında oldu. Peçevî İbrahim Efendi’nin anlatısına göre, Sultan Murad, babası öldükten sonra yerine geçmek için 1574 yılında Manisa’dan saraya geldiğinde yeni saltanatının tebriklerini has odadaki tahtında kabul etti. Ardından annesi Nurbanu Sultan ile görüşmek üzere Harem’e geçti ve o gece beş erkek kardeşini boğdurtarak ertesi günkü cülûs öncesi onları ortadan kaldırdı. [9]
Tahtta oturan yeni Sultan, saltanatının üzerinden henüz kısa bir süre geçmeden, atalarının yaptırmış olduğu Harem’i yeterli büyüklükte bulmamış olmalı ki kapsamlı bir imar faaliyeti başlattı. [10] III. Murad’ın başlatmış olduğu bu inşa projesi sonrasında Harem eskisinin üç katı büyüklüğe getirildi.[11]Nitekim dönemin şehnamecisi Lokman başlatılan yenileme projesini Şehinşâhnâme’sinde[12] ayrıntılı olarak anlatmaktaydı. 1581-82 tarihli Şehinşâhnâme’deki bir tasvir, birkaç yıl önce bitmiş olan Harem’i tüm ihtişamıyla betimliyordu (Resim 2). Resmin tam ortasında kemerli tonozlar üzerinde yükselen III. Murad’ın kendisi için yaptırmış olduğu kubbeli ve ihtişamlı oda[13] (Levha 1/92), tam da Lokman’ın anlatısında geçtiği gibi bir sıra taş bir sıra da tuğlayla yapılmış olarak betimlenmiştir. Arkasında adalet köşkü ve yanında ise Harem’in yeni mekânları bulunmaktaydı. Yine Lokman’ın yazdığı ve sultanların hünerlerinin anlatıldığı Hünernâme[14] adlı eserin 1584’ te tamamlanan birinci cildinde yer alan ve sarayın tanıtımını görselleştiren tasvirde, eskisinin üç katı büyüklüğe getirilen yeni Harem, çok katlı binaları ve Sultan Murad’ın ihtişamlı kubbeli odasıyla yansıtılıyordu (Resim 3).
Sultan Murad’ın atalarından hiçbiri Harem’de kendisi için bu ölçekte bir oda yaptırmadı. Sultan’ın tercihinin altında yatan neden, aslında bu dönemde Harem’in etkisinin artmasıydı. Daha da önemlisi ise III. Murad’ın hareme olan yakınlığıydı. [15] III. Murad’ın emriyle başlatılan imar faaliyeti sonrası daha geniş bir alana yayılan Harem, aynı zamanda neredeyse günümüze kadar gelen sınırlarına da ulaştı. [16] Hiç kuşku yok ki III. Murad’tan sonra gelen ardılları da Harem’e bazı eklemeler yaptırdı. [17] Ancak onun başlattığı bu yeniden yapılanma Harem’in sınırlarını belirlemekle kalmadı, aynı zamanda ileride elde edeceği güçlü konumun da temellerini atmış oldu. III. Murad dönemindeki imâr faaliyeti o zamana kadar görülmeyen bir durumdu. Nitekim Yahudi bir doktor olan Haham Rabbi Salomon, Murad’ın Harem’e kendinden önce gelen tüm sultanlardan daha fazla katkısı olduğunu söylüyor.[18]
Harem’deki değişim Necipoğlu’nun da belirttiği gibi kara ağaların ve kadınların yeni politik gücünün açık bir göstergesiydi.[19] Peirce, harc-ı hassa defterlerinin, Murad’ın saltanatının başladığı 1574 tarihinden itibaren Yeni Saray’da bulunan kadın sayısında önemli bir artışı gösterdiğini belirtir. Buna göre III. Murad’ın yirmi bir yıllık saltanatı süresinde Yeni Saray’ın nüfusu II. Selim’in (sal. 1566-1574) hareminin birkaç katı büyüklüğüne ulaşmıştı. [20]
IV. Mehmed Dönemi: Zorunlu İmar
III. Murad’ın saltanatının son bulduğu 1595 yılından IV. Mehmed’in (sal. 1648-1687) tahtta çıktığı 1648 yılına kadar geçen elli üç yıllık sürede Harem’deki değişim Murad’ın başlattığı mimari etkinlik kadar kapsamlı olmadı. Hiç kuşku yok ki Harem’deki yeniden yapılanma, genel olarak kişilerin tercihine ve beğenisine göre şekillendi. Ancak Harem’in bir yaşam alanı olmasından dolayı ihtiyaç duyulan mekânların da yapımı sürdü. Yeniden yapılanmayı zorunlu kılan etkenler arasında yangınların ve depremlerin verdiği tahribattan dolayı gerçekleştirilen imar faaliyetleri sayılabilir. [21]
1662 ve 1665 Yangınları
Harem’in tarihi süreci içindeki önemli yangınlardan biri 1665 yılında meydana gelen yangındır. Bu çalışmanın amacı da Harem’de büyük hasara yol açan 1665 yangını sonrasında Harem’de başlatılan yenileme projesinin ele alınması olacaktır. Bununla birlikte yapılan yenileme çalışması sırasında dönemin önemli bir siyasi gücü olan Valide Turhan Sultan’ın (1627-1682) yenileme projesine katkısının ne ölçüde olduğu da tartışılacaktır. Harem hakkında bugüne kadar yapılan çalışmalarda modern araştırmacılar, 1665 yılında meydana gelen yangın sonrası başlatılan onarımları mekânlardaki kitabelerin ışığında tarihleme eğiliminde olmuştur. Bunun yanında yapılan çalışmalarda özellikle Harem’in mimari ve dekoratif tasarımında kadınların rolü üzerinde fazlaca durulmamıştır. Ancak 16 yüzyılın ikinci yarısından sonra siyasi bir güç elde etmeye başlayan valide sultanların Harem’in tasarımında önemli bir rol oynadıkları kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Nitekim Harem’in hiyerarşik yapısı içinde en tepede bulunan valide sultanların böyle bir duruma ilgisiz kalmayacakları ve kadınların yeni roller üstlendikleri gerçeği bu savı ileri sürmeyi mümkün kılmaktadır.
Harem’de büyük bir yıkıma yol açan yangınlardan ikisi IV. Mehmed döneminde meydana geldi. 1662 yılında çıkan yangın özellikle valide sultan odasına (Levha 1/54) büyük zarar verdi. Dönemin tanığı Eremya Çelebi, yangını Osmanlı döneminde Saray’da o tarihe kadar görülmemiş bir olay olarak tanımlıyor. Tarihçi anlatısında yangının Harem’de en çok valide sultana ait mekânlara hasar verdiğini, bununla birlikte yangının şiddetinden hiçbir eşyanın kurtarılmadığını ve büyük bir korkuya kapılan cariyelerin ve haremağalarının kısmen araba ile kısmen de yaya olarak Eski Saray’a göç etmek zorunda kaldıklarını söylüyor.[22]
Ancak, Harem bu yangınının verdiği hasarı atlatmadan üç yıl sonra bu defa başka bir yangınla büyük bir yıkıma uğradı. 24 Temmuz 1665[23] tarihinde meydana gelen yangın Harem’in o tarihe kadar ki kazanımlarının büyük bir kısmını geri aldı. [24] Dönemin kaynaklarında yangının bir cariye tarafından başlatıldığı, sonra kontrolden çıkıp neredeyse tüm Harem’i yok ettiği aktarılır.[25] Olayın tanığı Eremya Çelebi, yangın sırasında Harem halkının Edirne’de olduğunu söyler.[26] Tarihçinin yangını tasvir ettiği anlatısı olayın büyüklüğünü gözler önüne serer. Buna göre gecenin altıncı saatinde başlayan yangın, haremde valide sultanın, haseki sultanın odalarının, cariye ile hizmetçilere ait bölümlerin ve hamamların da (Levha 1) içinde bulunduğu bir bölümü yok etmiştir.[27]
Eremya Çelebi, yangının nedeni hakkında ipucu vermemektedir. Buna karşın Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa yangını bir cariyenin başlattığını ileri sürer:“Cum‛a gicesi dahi sarây-ı cedîd-i pâdişâhînin harem-i hâssına bir câriye mübâşeretiyle âteş isâbet eyledi”.[28] Yangına sebep olan cariyenin sonu yine Silahdar’ın aktarımına göre Tunca Nehri’ne atılmak olmuştur.[29] Ne var ki birkaç gün sonra suçlunun sadece cariye olmadığı, ikisi kadın üç kişinin daha olaya karıştığı anlaşılacaktır.[30]
Tüm bu bilgiler ışığında, yangının Harem’de III. Murad odası (Levha 1/92) dışında geri kalan kısımlarda büyük hasara yol açtığı anlaşılmaktadır. Silahdar yanan yerleri şöyle sıralar: “Umûmen Harem-i şerîf ve Adl Köşk’i ve dîvân olan kıbâb ve taşra hazîne ve defterhânelerinbâlâsı ve dârü’s-sa‛âdekapusı ve kara-agalarotaları ve vâlidesultân yeri ve iç matbah mülhakatıyla…”. [31] Bununla birlikte Eremya Çelebi’nin Harem tamamıyla yandıktan sonra yangının söndürüldüğünü söylemesi bunu destekler. Dahası tarihçi 1662 yılında çıkan yangın ile 1665 yangınını karşılaştırırken,1665 yılı yangını için Harem’de bir ayak basılacak yanmamış yer kalmadı benzetmesinde bulunur.[32] Yangın sırasında Edirne’de bulunan valide sultan, olaydan haberdar olunca İstanbul’a dönerek hasarın tespitinin yapılmasını sağlamıştır.[33]
Yangın Sonrası Yeni İmar Faaliyeti
IV. Mehmed yangın sonrasında Harem’in hemen onarılmasını istedi.[34] Başlatılan bu imar faaliyeti sırasında Sultan Edirne’de kaldı. İnşaatın bitiminden sonra İstanbul’a gelen IV. Mehmed[35] yapılan onarımı beğenmedi ve Harem’in tekrar yenilenmesini emretti: “Edirne Kapusı’ndan İstanbul’a duhul… salı gün Dâvud Paşa Sarayı’na göç buyuruldı ve sarây-ı cedîd binâsı vâfir yapılmış iken ekserî agaç olmakla emridüp cümlesi beraber yere yıkılup, bi’l-külliye kârgîr ve agaç yerine demür konmak fermân olundı.”[36]
İstanbul’a dönen Sultan, inşaattan dolayı zorunlu olarak Saray’dan ayrılmıştır. ̒Abdurrahman ̒Abdi Paşa, Sultan’ın önce Yeni Saray’a geldiğini ancak daha sonra Davut Paşa Saray’ına geçtiğini belirtmektedir.[37] IV. Mehmed 25 Nisan 1666 tarihine kadar İstanbul’da kalmış ve Yeni Saray’a gidip gelmiştir.[38]
IV. Mehmed yapılan ilk inşaatı beğenmeyerek Harem’in ahşap yerine demir kullanılarak yeniden yapılmasını istedi. Böylece Harem’de III. Murad’dan yaklaşık doksan iki yıl sonra yeniden büyük ölçekte bir inşaat faaliyeti başlanmış oluyordu. Bugün Harem’de şadırvanlı sofa (Levha 1/2) olarak bilinen yerden kara ağalara ait mekânların (Levha 1/A) bulunduğu yere geçilen kapının üzerinde yer alan kitabe bu dönemde başlatılan inşaat faaliyetini anlatır[39] (Resim 4).
III. Murad yaptırmış olduğu inşaatı anlatan kitabeyi nasıl araba kapısı üzerine koydurduysa[40], ondan seksen üç yıl sonra bu defa IV. Mehmed kendi başlattığı yenileme projesini anlatan kitabeyi şadırvanlı sofaya (Levha1/13) koydurmuştur. Kitabede öncelikle İstanbul’un fethinden başlayarak Saray’ın ilk inşası anlatılır. Daha sonra İbrahim’in oğlu Mehmed’e sıra geldiği ve mazlumlara iyi muamelede bulunmanın onun özelliği olduğuna, padişahlar içinde savaş azmiyle tanındığına vurgu yapılır. Mehmed’in yönetimi zamanında din ve devlet düşmanlarına karşı askeri zaferler kazanıldığı, saltanat makamının padişahın zatından bir süre bile ayrı kalmaya tahammül edemeyip, çınar ağacı gibi içten yanarak mahzun kaldığı belirtilir. Daha sonra Saray’ın onarımıyla ilgili bilgi verilir. Buna göre Padişah, Saray’ı tekrar yaptırmak istediğinde mühendisler işe kudret ve himmetlerini sarf etmişlerdir. Alt alta emsali olmayan nakışlarla süslemişlerdir. Ayrıca ortaya çıkan işin çok iyi olduğu öyle ki Sinimmâr’ın[41] bu işi görseydi hayran kalacağı belirtilir. Daha sonra Valide Sultan’ın hayır işleriyle tanındığı ve Sultan Mehmed’in Saray’ı onardığı anlatılmaktadır.
Sultan’ın emriyle başlatılan yeni inşa faaliyeti gibi projeler Harem’in mimari değişiminin takibini önemli ölçüde güçleştirir. Harem’de günümüze kadar gelmiş bazı odaların işlevini biliyor olsak da genel anlamda tüm odaların hangi amaçla kullanıldıklarını belirlemek, dahası hanedan üyelerinin yaşadığı bu alanda meydana gelen değişim sonucunda mekânların çoğunun inşa tarihinin tespit edilmesi de oldukça güçtür. Ayverdi’nin, Harem’in ilk şekillenmeye başladığı yerin valide sultan taşlığının (Levha 1/C) etrafında olduğunu söylemesi[42], Eldem ve Akozan’ın[43] veya Anhegger’in[44] buna benzer ifadeleri ve aktarımları, yine de mekânlarda yüzyıllar boyunca meydana gelen değişimleri sağlıklı olarak açıklamaya yetmemektedir. Hiç kuşku yok ki Harem’deki mimari değişimin takibini güçleştiren faktörler –deprem, yangın veya yeni tercihler– göz önüne alındığında mevcut sorunun çözümünün o kadar da kolay olmadığı açıktır.
Harem’deki mimari şekillenmenin takibini güçleştiren önemli nedenlerden biri olan 1665 yangını sonrasında, IV. Mehmed’in başlattığı imar faaliyetinin izleri bugün birkaç şekilde takip edilebilmektedir. Bunlardan biri Harem’deki farklı mekânlarda bulunan ve 1668-69 inşaatın bittiği tarihten birkaç yıl sonrasını veren birçok kitabedir[45] (Levha 1). Bir diğerini ise dönem kaynakları oluşturur. Bunlardan başka inşaat sırasında işçilere ve ihtiyaç duyulan malzemelere ödenen ücretlerin tutulduğu defter de önemli bilgiler sunar. Eldem ve Akozan, başlatılan yenileme projesinde Harem’in büyük ölçüde kâgir olarak yeniden yapıldığını belirtir. Yapılan bu yenilemenin yer yer tamir, bazen de temelden inşa şeklinde olabileceğini söyler.[46] Necipoğlu ise yangın sonrasında özgün düzenin kaybedilmeden Harem’in çabucak yaptırıldığını ve eski duvarların büyük bir bölümünün de korunmuş olduğunu belirtir.[47]
1665 yılında meydana gelen yangın felaketi sonrasında başlatılan inşaat projesinin başında Mehmed Paşa[48] “Saray-ı Âmire binâsına me’mûr olan” ve dönemin mimarbaşısı olan Ali Ağa vardı. Nitekim yenileme çalışması için ihtiyaç duyulan bir kısım mermerin başmimar Ali Ağa’ya teslim edildiği görülür:“Be-cihet-i bahâ-i mermer an-cânib-i Marmara teslîm be-Ali Ağa sermi‘mâr-ı râh [ser-mi‘mârân?] ber-vech-i peşîn fî 5 Receb sene 1076 (11 Ocak 1666)”. [49]
Ali Ağa, harap olmuş ve sonradan yeniden yaptırılmış ancak bu defa Sultan tarafından beğenilmeyen Harem’i daha sağlam olarak inşa etti. Bu durum kitabede[50], kubbelerin efsanevi mimar Sinimmar’ı bile hayrana bırakacak tarzda yapıldığı şeklinde ifade edilmiştir.
Silahdar, 1665’de meydana gelen yangın sonrasında yapılan inşaatın Sultan tarafından beğenilmemesini, yapıların ahşap olmasına ve bunun yıkılıp yerine demir konularak yapılmasının istenmesine bağlıyordu.[51] Nitekim yeni imar faaliyeti için gerekli olan malzemeler arasında demir de bulunmaktaydı. Toparlanan tüm malzeme farklı yerlerden getirildi.
24 Temmuz 1665 tarihinde meydana gelen yangın sonrasında başlatılan yapı etkinliği için alınan malzemeler ile inşaatta çalışan işçi ve ustalara ödenen ücretleri içeren bir defter bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır.[52] Yetmiş yapraktan oluşan defter, siyakat ile yazılmıştır. Büyük bir bölümü işçi, usta ve taşıma ücretlerini içeren defterde, ayrıca inşaatta kullanılmak üzere alınan gec-i sengi (kireç taşı), gec-i gubâr (kireç)[53], mermer, kereste, seng-imoloz[54], seng-i kalıb, pehlü, âhen-i hâm (ham demir), mesâmîr (kazık veya çivi)[55], çerçeve ve ceviz kanat, tutkal, yaldız, alçı, cam, tuğla, kiremit, kilid, kazgan (kazan), künk, keten, resen (urgan halat) gibi farklı malzemelere ödenen ücretler de yazılıdır.
Ağustos 1665 ile Nisan 1666 tarihleri arasında yaklaşık dokuz aylık bir süre içinde Yeni Saray’daki inşaat faaliyeti sırasında yapılan harcamaları kapsayan hesap defteri, Sultan’ın ilk inşaattan üç ay sonra İstanbul’a geldiğinde beğenmediği ve tekrar yapılmasını istediği Harem’in ikinci inşaat faaliyetini içerir. Hesap defterinin 38. yaprağından sonra Harem’de devam eden inşaat ile ilgili olarak 15 Ekim 1665 tarihinden itibaren her ay yapılan masrafları verilmektedir. Defterin başında öncelikle yenileme projesi için hangi kaynaklardan ne kadar para geldiği belirtilir. Buna göre Halep, Erzurum, Şam, Mardin, Tokat, Diyarbakır, Kıbrıs, Trablusşam, Safed gibi farklı yerlerden gelen paraların yanında, hazineden de para aktarıldığı görülür.[56] Anlaşılan o ki yangından yaklaşık on sekiz gün sonra 11 Ağustos 1665 tarihinde inşaat masrafları için para toplanmaya başlanmıştır. Toplanan paraların belirtilmesinden sonra inşaatın başında bulunan Mehmed Paşa’nın vermiş olduğu para ile alınan kimi malzemelere yer verilir. Buna göre 5 Ağustos 1665 tarihinde özellikle Darıca, Tuzla, Pendik, Kartal, Üsküdar, Boğazhisarı, Marmara gibi farklı yerlerden getirilen gec-i toz (kireç tozu) için ne kadar masraf yapıldığı belirtilmiştir.[57]
Defterden anlaşılacağı üzere, inşaata başlamadan önce 14 Kasım 1665 tarihinde Harem’de kullanmak üzere[58] Samako’dan Hacı Hasan’a ham demir (âhen-i hâm) alması buyrulmaktaydı. [59] Buna göre alınan demirin 1.000 Samako kantarına 4.500 kuruş ödendi.[60] İnşaat için alınan demir sadece bundan ibaret değildi. 14 Eylül 1665 tarihli başka bir fermanda yine inşaatta kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan demirin İstanbul’a nakledilmesi emrediliyordu. İstenen bu demirin 1.000 Samako kantarının 6.000 kuruşa Tekfurdağı’ndan alındığı görülmektedir.[61] Defterde toplam 4.000 Samako kantarı demir satın alındığı anlaşılmaktadır.[62]
İnşaatta kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan kireç tozunun da farklı yerlerden getirildiği görülmektedir. Özellikle Ekim ayından başlamak üzere yüklü miktarda gec-i gubâr (kireç tozu) alınmaya başlanıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin 12 Ekim 1665 tarihinde Mihaliç’ten 12.000 kantar kireç istenmiş ve bu kirecin 3.318 kantarı Aralık 1665 ile 11 Mart 1666 tarihleri arasında Harem’e teslim edilmiştir. Yine birkaç gün sonra 16 Ekim 1665’de Mudanya’dan istenen 6.000 kantar kireç tozunun yaklaşık 3.016 kantarının 25 Aralık 1665 ile 25 Şubat 1666 tarihleri arasında Harem’e teslim edildiği görülmektedir. Ekim ve Kasım aylarında Yalakabad ile Gemlik’ten de kireç tozu alındığı ve Aralık 1665 ile Mart 1666 tarihleri arasında bunların bir kısmının Harem’e teslim edildiği anlaşılmaktadır.[63]
Ekim ayı içinde getirilen bir başka malzeme ise kerestedir. Özellikle İznikmid’den (İzmit) getirilen bu keresteler sadece Harem’e değil aynı zamanda tersaneye ve Üsküdar Bahçesi’ne de teslim edilmiştir. Kerestenin büyük bir kısmının Harem’e verildiği görülür. Örneğin 18 Ekim 1665 tarihinde İznikmid’den alınan 4.000 adet (kıta’at) kerestenin (çûb-ı çifte çubuk)[64] 11 zirâ[65] boyunda ve 6 parmak[66] kalınlığında olması istenmektedir.[67] İstenen kerestelerin toplam 1.546 adedi Harem, Tersane-i Amire ve Üsküdar Bahçesi arasında dağıtılmış ve bunun 1.282 adedi ise Harem’e gitmiştir.[68] Yine aynı tarihte getirilen 340 adet kerestenin (çûb-ı verdinâr [vürdinar])[69] 199 adedi Harem’e teslim edilmiştir.[70] Tüm bu keresteler yeni başlayacak inşaatın iskelesinde kullanılmış olmalıdır.[71]
18 Ekim 1665 ile 18 Mart 1666 tarihleri arasında getirilen kerestenin yine üç yere dağıtıldığı görülmektedir.[72] Bu yerler arasında Davud Paşa’ya gönderilen toplam 2.801 adet kereste burada devam eden bir inşaatın varlığına işaret eder.[73] Nitekim ̒Abdurrahman ̒Abdi Paşa bu tarihlerde Davut Paşa Sarayı’nda yeni odaların yapılması için emir verildiğini söyler.[74] Davut Paşa Sarayı’na verilen malzemenin Harem’e gönderilenden fazla olduğu dikkat çekicidir.[75] Malzemenin fazlalığı burada devam eden inşaatın biran önce bitirilmek istenmesinden olmalıdır.
14 Ekim 1665 tarihinde bu defa Mihaliç’ten belirtilen çaplara göre ücreti hazineden karşılanmak üzere yeterli miktarda direk ve taşın kesilerek uygun olan iskeleye nakli ve oradan da İstanbul’a gönderilmesi istenmektedir. Aynı tarihte Edirne kadısı ve Edirne bostancıbaşından saray-ı âmire binasında çalışmak üzere mismâr (kazık veya çivi) ve bazı demir aleti kesme işi için Edirne’de bu işi yapan ustaların sayılarının belirlenerek İstanbul’a gönderilmesi buyrulmaktadır.[76] Bu malzeme ve usta istekleri yeni başlanılacak olan inşaatın hazırlığını gösterir. Yukarıda belirtildiği gibi farklı yerlerden alınan kerestelerin iskele yapımında kullanılacak olması, iskelenin kurulması sırasında ihtiyaç duyulan kazık veya çivinin hazırlanmasını gerekli kılmaktadır. Edirne’den gelecek olan ustalar bu amaç için istenmiş olmalıdır.
Temmuz 1665 tarihinde Hasköy’den satın alınması için emir verilen tuğla ve kiremidin 26 Ekim 1665 ile 14 Mart 1666 tarihleri arasında bu defa Saray’a teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihler arasında 772.660 adet tuğla, 47.104 adet kiremit, 72.487 adet beylik çavuş [77], 700.174 adet ise beylik hime ve topacın[78] teslim edildiği görülür. Yine Ekim ayı içinde Harem’e farklı cinslerde mesâmîr(çiviler) alınmıştır. Alınan mesâmîr içinde 7.681,5 kıyye mesâmîr-i mütenevvi‘a-i Frenk ve 1.098 kıyye de mesâmîr-i kurşun bulunmaktadır.[79]
Ekim 1665 ile 22 Aralık 1665 tarihleri arasında neccârân, hammâmcıyân, küfegeciyân, mermerciyân, lağımcıyân, ırgadân ve meremmetciyâna ödenen ücretlerden anlaşılacağı gibi bu tarihte inşaatta farklı işler yapılmaktadır.[80] Özellikle hammâmcıyânın ve mermerciyânın olması hamamda bir inşaatın devam ettiğini gösterir. Bunun yanında küfegeciyânın varlığı ise yangın sırasında kimi duvarların –ne ölçüde hasar gördüğü açık olmamakla birlikte– hasar gördüğüne ve bunların onarıldığına işaret eder.
Defterde Trabzon’dan istenen 1.000 adet ceviz ağacının, 4 zira boyunda, 1,5 zira genişliğinde ve 2 parmak kalınlığında olması istenmektedir.[81] Bu malzeme hasar görmüş olan mekânların iç dekorasyonu için istenmiş ve dolaplarda kullanılmış olmalıdır.
17 Kasım 1665 tarihinde İznikmid’den istenen keresteler arasında yer alan 5.000 adet çûb-i elvâh-ı imâretin 1.500 adedi İstanbul’a getirilmiş ve bunun 1.450 adedi Harem’e teslim edilmiştir. Bununla birlikte yine sipariş verilen 6.000 adet çûb-i elvâh-ı ağanın 2.857 adedi ile 8.000 adet çûb-i elvâh-ı pellüd-i ağanın 4.364 adedinin Harem’e verildiği görülmektedir.[82]
Kasım 1665 tarihinde getirilen bir başka malzeme ise taştır. İstenilen taşlar Büyük Çekmece’ye getirilmiş ve oradan da arabalarla Saray’a taşınmıştır. Bu tarihlerde Harem’e teslim edilen taşlar farklı özellik ve boyutlardadır. Getirilen taşların büyük boyutlarda olması bunların tabanda kullanılmış olabileceğini akla getirir. Örneğin istenen bir adet seng-i taban 1.627 ziradır.[83] Ekim 1665 ile10 Mart 1666 tarihleri arasında Harem’e değişik cinste taşlar teslim edilmiştir.[84] 15 Kasım 1665 tarihinde Yalakabad, Edincik, Kapıdağı, Marmara’dan kireç tozu alınmış, bir gün sonra ise gemilere ödenen ücretlerden anlaşılacağı üzere farklı yerlerden alınan mermer ve taş İstanbul’a getirilmiştir.85 26 Kasım ile 1 Aralık 1665 tarihinde bu defa gemilerle Mihaliç ve Mudanya’dan kireç, taş ve mermer taşınmıştır.[86]
Aynı tarihlerde seng-ı traşân-ı, mermerciyân, küfegeciyân ve horasancıyâna ödenen ücretlerden anlaşılacağı üzere inşaat devam etmekte, duvar işi yapılmaktadır. Nitekim yine aynı tarihte mermerciyân-ı bostaniyân ve mermerciyân-ı bîrûnî olarak zikredilen iki sınıftan ikincisi Saray’a ait bir sınıf olmalıdır.[87]
Malzeme taşıma işi Aralık ayında da devam etmiştir. Örneğin 5 Aralık 1665 tarihinde Kavak, İznikmid, Marmara’dan taş, mermer ve kereste getirilmiştir. Bu ay içinde getirilen seng-i molozdevam eden inşaatta duvar aralarında kullanılmış olmalıdır.[88] 29 Kasım ile 19 Aralık tarihleri arasında taşcıyân-ı küfegena[89] ücret ödenmiş olması, bu tarihlerde duvar işinin devam ettiğini gösterir.
28 Aralık 1665 tarihindeki masraflar arasında camcıyâna (camcılara) ödenen ücret kayıtlıdır. Bunun yanında yine aynı tarihte çilingîrâna pencere ve kapı için ücret ödenmesi inşaatta duvar ve benzeri işlerin yanında, kapı pencere gibi işlere de başlandığını göstermektedir. Yine aynı tarihlerde sarı ve siyah tutkalın (tutkal-ı sarı ve siyâh) satın alınmış olması, Harem’de onarılan mekânların iç kısımlarına yönelik işlere başlanıldığının açık birgöstergesidir.[90] Ayın sonlarında yine gemilerle Mudanya, Gemlik, Kavak, Mihaliç, İznikmid gibi farklı yerlerden kireç, taş ve kereste taşınmıştır.
Ocak ayı masrafları içinde sıvacıyan (sıvacılar)için ağaç tekne satın alındığı ve teslim edildiği kaydı, sıva işlerine başlandığını gösterir.[91] Bu ay içinde taş, kereste, mermer ve kireç tozu getirilmeye devam edilmiştir. Ayrıca Avanos’tan künk alınması için de ücret ödendiği görülür.[92]Ayın ortalarından itibaren üç farklı tarihte Üsküdar ve Galata’dan lökün malzemesi revgan-ı bezîr satın alınmıştır.[93] Alınan malzemeler hamamdaki inşaatla ilgilidir. Nitekim 18-26 ve 8-29 Ocak 1666 tarihleri arasında hamamcıya ödenen ücret belirtilmektedir. 22 Ocak tarihinde râh-ı âbyana ücret ödenmiş olması, yine hamamdaki çalışmaya işaret eder.[94] Ocak ayı içinde demirciyâna kiriş, pencere, ceviz kanat ile kapılar için ödenen ücretler bu ayda onarılan yerlerin iç kısımlarındaki çalışmanın devam ettiğini gösterir.[95]
Şubat ayı içinde inşaatın devam ettiği ve yine kereste, taş, mermer ve kireç tozu getirildiği görülmektedir. Râh-ı âbyana ücret ödenmesinin yanında lökün malzemesinin satın alınmasından anlaşılacağı üzere suyolu işi devam etmektedir.[96] 15 Şubat 1666 tuğla-i beylik, topaç ve çarşı için ücret ödenmiştir.[97] Alınan tuğlalar kubbe veya kemerlerde kullanılmış olmalıdır. 13 Ocak ile 20 Şubat 1666 tarihlerinde ödenen ücretler içinde sıvacıyân-ı Ermeniyân ve Rûmiyân, horasancıyân ile sakacıyânın olması [98] inşaatta sıva işlerinin devam ettiğini gösterir.
Mart ayı içinde Kavak, Kirmastı ve İznikmid’den taş, kireç ve kereste getirilmeye devam edilmiştir. Bunun yanında demirciye kiriş ve köprülük için ücret ödenmesinden inşaatta onarımın devam ettiği ve üst örtünün çalışmalarına başlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim 2 Mart 1666 tarihinde Harem’de çalışan kurşuncuya ödenen ücret belirtilmiştir.[99] Yine11 Ocak 1666 tarihinde Harem için tuğla ve kiremit alınmıştır. Bu malzeme içinde 72.485 adet çarşı-i kebir, 700.673 adet beylik-i tetimme ve topaç ile 47.102 adet kiremit bulunmaktadır.
Defterin 70. yaprağından sonra 10 Ekim 1665 ile 20 Mart 1666 tarihleri arasındaki masrafların dökümü verilir. Buna göre toplam masraf 14.124.767 akçedir. Yapılan harcamanın 4.836.199 akçesi malzeme alımına aittir.[100] Geri kalan kısım ise işçilik ile taşıma ücretlerine kullanılmıştır. İnşaatta çalışanlar arasında demir işleri için âhengerân, haddâdân ve demirciyân, hamam ve su işleri için hammâmcıyân, küfegeciyân, mermerciyân, lağımcıyân ve ırgadân, taş yontma için horasancıyân, kapı ve menteşeler için çilingirân, kurşun işi için dökümcüyân, süsleme için nakkāşân bulunmaktadır.
Yapılan toplam masraf önemli bir tutarı oluşturur. Nitekim inşaatı 1617 yılında tamamlanan Sultan Ahmet Camii’nin 1.811 yük[101] 2.945 akçeye mal olduğu[102] düşünülürse, bundan 49 yıl sonra yapılan Harem için harcanan 14.124.767 akçelik harcama oldukça cömert davranıldığını göstermektedir.[103]
Eremya Çelebi ve Silahdar gibi dönem kaynaklarının yangın hakkındaki aktarımlarına baktığımızda; Eremya Çelebi yanan yerleri sıralarken valide sultan, haseki sultan odaları ile cariye ve hizmetçilere ait bölümlerin ve hamamın adını belirtir. (Levha 1) Nitekim Silahdar da benzer yerleri saymaktadır. Yanan yerlerin bir kısmının ahşap olduğu ve yangında hızla yok olduğu anlaşılmaktadır. Eremya Çelebi’nin anlatısında “göklere alev ve duman çıkıyordu” benzetmesi de yanan malzemenin ahşap olduğu tezini güçlendirir.
Hesap defterinde sıkça karşımıza çıkan hamamın (veya hamamların) bu inşaat faaliyeti sırasında yenileme projesine dâhil edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim defterde hamam için alınan kazan ve mermerler buna işaret eder. 15 Ekim 1665 tarihinde kazgancıyâna (kazancı) 200 kuruş verildiği ve ayrıca hamam için bir de kazgan (kazan) alındığı görülüyor.[104] 25 Ekim 1665 tarihinde ustalara ödenen ücretlerin verildiği listede hamamcı da sayılır ve neccaran ile birlikte kendisine 42.973 akçe ücret ödenmiştir.[105] Bir ay sonra bu esnafa ödenen miktar ise 22.046 akçedir.[106] Yine 20 Aralık 1665 tarihinde hamamın kazanındaki sorunu gidermesi için bakırcı Mehmed’e ücret ödendiği görülüyor.[107] 21 Şubat 1666 tarihinde ise bu defa hamamcıya inşaatta kullanması için lökün teslim edildiği anlaşılıyor.[108] Bu hamam bugün hünkâr sofasının (Levha 1/70) bitişiğinde olan hamam olmalıdır (Levha 1/67).
Harem inşaatının hangi bölümleri kapsadığı defterde ayrıntılı olarak belirtilmemiştir. Bununla birlikte hamamdan başka yerlerin de projeye dâhil edildiği anlaşılmaktadır. Örneğin 23 Kasım 1665 tarihinde oda-i dârü's-sa‘âde için alınan malzemelerin listesi verilir. Alınan malzemeler arasında pencere kanadı, kapı ve dolaplar için ceviz tahta bulunmaktadır.[109] Yine aynı oda için 18 Kasım 1665 tarihinde farklı cinste camların satın alındığı da görülmektedir. Bunlar arasında 100 adet elvâh-ı cam-ı Edirne ve bir adet de çerçeve-i cam bulunmaktadır.[110] Bu oda ilk akla geldiği gibi dârüssaâde ağasının odası değildir ve Harem’deki bir başka oda olmalıdır.[111] Nitekim harc-ı hassa defterlerinde Harem dârüssaâde olarak geçmektedir. Ayrıca Selânikî, III. Mehmed’in 1593 tarihinde dârüssa’âde‛de vâki olan yeni hammâm binâsına halel geldiği için Üsküdar Bahçesi’ne geçmek zorunda kaldığını söylemektedir. Nitekim Silahdar da, 1665 yangınında hasar görmüş yerler arasında dârü’s-sa‛âde kapısını saymaktadır.[112] Her iki tarihçinin bu ifadeleri ile harc-ı hassa defterlerinde yer alan tanımlamalar hesap defterinde geçen oda-i dârü's-sa‘âdenin Harem’deki bir oda olduğunu açıkça göstermektedir.
Harem’de meydana gelen yangın sonrasındaki yenileme projesine dâhil edilen bu iki mekânın dışında başka yerler de bulunmaktaydı. 28 Aralık 1665 tarihinde Harem’deki bir odanın toplarının yaldızlanması için üç adet sikke-i frengi alınmıştır.[113]
3 Şubat 1666 tarihinde ise nakkaşbaşına boya için para verildiği görülür. Sernakkāşân Veli’nin çalışacağı oda odahâ-i hâss-ı hazret-i Hudâvendigar olarak geçmektedir.[114] Bu oda bugün hünkâr sofası olarak bilinen yer olmalıdır. 6 Şubat 1666 tarihinde Saray’daki bir başka odanın kubbesi için yumurta alınmıştır.[115] 25 Şubat 1666 tarihli masraflar içinde Harem’deki oda-i hâssın kubbe kanadı için otuz adet altın yaldıza ödenen ücret verilir.[116] 25 Mart 1666 tarihinde bu defa Saray’daki bir oda içinbahâ-i raht-ı yaldız ve pencereye verilen ücretler görülür.[117]
Hesap defterinde geçen mekân isimleri Harem’deki onarımın izlerini sürmeye yetmemektedir. Ancak Harem’deki kimi mekânlarda görülen kitabeler (Levha 1) bu konuda bir fikir verir. 1665 tarihinden başlanılan inşaatı anlatan şadırvanlı sofadaki kitabe (Resim 4/Levha 1/13)inşaatın bitim tarihi olarak 1668/69 (1079) tarihini işaret etmektedir.[118] Oysaki hesap defteri 26 Mart 1666 tarihine kadar olan masrafları içermektedir.[119] Elbette ki 1665 inşaatın bitim tarihi olmayabilir. Olasılıkla bu tarihten sonra Harem’de başka işler de yapıldı. Nitekim kimi mekânlarda bulunan 1666,1667, 1668 ve 1669 (1076, 1078, 1079) tarihli başka kitabelerin varlığı bu görüşü desteklemektedir. [120] Ancak, ‘Abdurrahman ‘Abdi Paşa 30 Mart 1666 tarihinde Sultan IV. Mehmed’in Davut Paşa Sarayı’ndan İstanbul’a geldiğini ve bir gece sarayda kaldığını söyler.[121] Tarihçinin verdiği tarih hesap defterinde verilen 26 Mart 1666 tarihinden dört gün sonrasıdır. Sultan bu tarihte Saray’da kaldığına göre en azından inşaatın büyük bir bölümünün bittiği söylenebilir. Nitekim bir gün Saray’da kalan Sultan on dört gün sonra Edirne’ye geçmiştir.[122] Şadırvanlı sofanın 1668/69 tarihi aynı zamanda Sultan ile birlikte Edirne’de olan Valide Sultan ve Haseki Sultan’ın daha sonra İstanbul’a döndükleri yıldır.[123] Valide Sultan’ın bu tarihte İstanbul’a dönmesi o sırada Harem’deki inşaatın bitmiş olduğunu gösterir. Kitabeyle hesap defteri arasındaki farklılık, geçen iki yıllık süreçte mekânlardaki bazı işlerin zamanında bitirilmemiş olabileceğini akla getirmektedir.
Bugün Harem mekânlarında okunabilen 1666-67 ve 1668-69 tarihlerinin bir kısmı mermer kitabelerde, bir kısmı da çini frizlerinde karşımıza çıkar –şadırvanlı sofa, kara ağalara ait mekânlar, Harem’in giriş kapısı, valide sultan taşlığı, valide sultana ait mekânlar, çeşmeli sofa, hünkâr sofası ve çifte kasırarın IV. Mehmed’e atfedilen odası gibi–[124] (Levha 1). Harem’deki 1665 sonrası kitabelerden en erken tarihlisi 1666-67’dir. Bunlardan biri dolap kubbesinden şadırvanlı sofaya (Levha1/1) geçilen kapı üzerinde bulunur. Bununla birlikte 1666-67 tarihinin okunduğu diğer kitabeler ise kuşhane kapısı üzerinde (Levha 1/24), valide sultan namaz odasında çini pano üzerinde (Levha 1/51), hünkâr sofasında (Levha1/70) çini frizi üzerinde, çeşmeli sofada çeşme ve kapı üzerinde (Levha1/77-79) ve çifte kasırlarda IV. Mehmed’e atfedilen odanın kapısı üzerindekilerdir (Levha 1/88). Daha sonra 1667-68 ve 1668-69 tarihini veren kitabeler gelir. 1666-67 tarihini taşıyan iki kitabenin yeri dikkat çekicidir. Bu iki kitabe iki kapı üzerinde bulunur: şadırvanlı sofa ve kuşhane kapısı. (Levha1/1, 24) Kapılardan biri ikinci avluya, diğeri ise üçüncü avluya geçişi sağlamaktadır. Anlaşılan o ki onarıma başlandığında öncelikle her iki kapı yenilenmiş ve Harem’in giriş çıkışlarının kontrol altına alınması sağlanmıştır. IV. Mehmed’in odasındaki (Levha1/88) ve çeşmeli sofadaki (Levha 1/76) mermer kitabeler ile valide sultan namaz odası (Levha 1/51) ve hünkâr sofasında (Levha1/70) çini üzerinde bulunan 1666-67 tarihleri bu yerlerin yenileme çalışmasında ilk onarılan yerler arasında olduğuna işaret eder.
Dolap kubbesinden (Levha 1/1) şadırvanlı sofaya (Levha 1/2) geçilen kapı üzerindeki kitabede yer alan 1666-67 tarihiinşaatın bu dönemde bitmiş olabileceğini gösterir. Yine valide sultan namaz odasındaki (Levha 1/51) çini pano üzerindeki kitabede yer alan 1666-67 tarihi bunu desteklemektedir. Anlaşılan o ki 1666-67 tarihine gelindiğinde artık yangının hasar verdiği bölümler tamamen onarılmış, ancak valide sultan ve harem halkının Edirne’de olmasından dolayı kimi yerlerdeki onarım devam etmiştir. Onarımın devam ettiği yerler 1667-68 tarihini veren mekânlar olmalıdır: kara ağalar koğuşu (Levha 1/18) ve valide sultan odası (Levha 1/54), valide sultan taşlığına (Levha 1/C) bağlayan bölümler gibi. 1668-69 tarihinde valide sultan da İstanbul’a geldiğinde Harem’deki inşaat faaliyetinin tamamlandığını ilan eden kitabe şadırvanlı sofadaki (Levha 1/2) yerine konulmuş olmalıdır.
Valide Turhan Sultan’ın Projedeki Etkisi
Harem’de şadırvanlı sofada yer alan1668-69 tarihli kitabede (Resim 4) geçen bir ayrıntı Harem’de başlatılan projede Valide Turhan Sultan’ın kat kısının olduğu olasılığını ileri sürmeyi mümkün kılar. Valide sultanın adının zikredildiği kitabede, onun hayır işleriyle meşhur olduğu belirtilmektedir.[125] Hiç kuşku yok ki inşat sırasında IV. Mehmed’in Edirne’de kalıp, İstanbul’a gelmemesi de bunu desteklemektedir. Daha önce belirtildiği üzere III. Murad’ın başlattığı projeyi anlatan kitabede[126] nasıl ki dârüssaâde ağası Mehmed Ağa’nın Harem’in yapılmasına öncülük ettiği belirtiliyorsa, bu defa da IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultan’ın Harem projesine katkısına vurgu yapılmaktadır. Hiç kuşku yok ki kitabede IV. Mehmed ile birlikte valide sultanın adının geçmesi, Turhan Sultan’ın, döneminde önemli bir siyasi güç olduğunun da göstergesidir.
Osmanlı kadınlarının siyasi alandaki etkinlikleriyle birlikte kendilerini mimari projelerde de gösterdikleri bilinmektedir. Özellikle Turhan Sultan’ın bâniliğe olan ilgisi, kendinden önceki valide sultanların bu geleneğinin devam ettirmek kararlılığıyla ilgilidir. Valide sultanın mimariye olan ilgisi, onun siyasi gücüyle açıklanabilir. Turhan Sultan’ın himayesinde gerçekleşen projelere bakıldığında bu açıkça görülür. Çanakkale Boğazı’nda yaptırdığı iki kale[127] ile oğlu IV. Mehmed’in saltanatını desteklemek ve yüceltmek istemiş olsa da[128] aslında kendi siyasi gücünü ortaya koymayı, dahası devletin koruyucusu olduğu mesajını vermeyi amaçlamış olmalıdır. Nitekim belirtilen iki kale projesinden yaklaşık beş yıl sonra bu defa Safiye Sultan’ın başlattığı ve uzun yıllar bitirilemeyen Eminönü Yeni Cami Külliyesi’nin projesini finanse ederek 1663’te ibadete açılmasını sağlayacaktır.[129] Ekonomik zorluklar yüzünden yıllarca bitirilmeyen görkemli caminin tamamlanmasını sağlayan Turhan Sultan, Lucienne Thys-Şenocak’ın da belirttiği gibi kendinden önceki valide sultanların mirasıyla doğrudan bir bağ kurmayı amaçlıyordu.[130] Külliyenin tamamlanmasından sonra valide sultan gerek İstanbul’da, gerek Edirne ve Kandiye gibi başka yerlerde daha küçük ölçekli birkaç proje daha gerçekleştirdi.[131]
Yeni Valide Külliyesi’nin tamamlanmasından hemen sonra bu defa Harem’de meydana gelen yangın sonrası başlatılan yenileme projesini de valide sultan üstlendi. Valide isteği, onun Turhan Sultan himeye ettiği projelerde kendini temsil etme konusundaki kararlara etkin olarak katılmasına yol açmış olmalıdır. Olasılıkla projelerde planlama ve tasarımlarda mimarları yönlendirme yoluna da gitmiştir.[132] Kimi Osmanlı tarihçilerinin ifadelerinden valide sultanın Harem’de devlet yönetimindeki kişilerle görüştüğü de bilinmektedir. Nitekim Naîmâ, Turhan Sultan ile Köprülü Mehmed Paşa’nın Harem’de görüştüklerini söyler.[133] Buna göre Mehmed Paşa önce dârüssaâde ağasının odasına götürülmüş daha sonra da birlikte valide sultanın huzuruna çıkılmıştır.[134] Hiç kuşku yok ki Mehmed Paşa Turhan Sultan’ın huzuruna çıkan tek devlet adamı değildi. Valide sultan finansmanını sağladığı projelerde görevli mimarlarla da görüşmüş olmalıdır.
Turhan Sultan’ın Harem’deki projede aktif bir rol oynadığını gösteren bir başka kanıt ise Harem’in 17. yüzyılın ortalarına tarihlenen çini repertuarının valide sultanın himayesinde tamamlanan Yeni Valide Camisi çini repertuarıyla olan benzerliğidir. Harem’in süsleme programı dikkatlice incelendiğinde, Yeni Valide Camisi ile Harem’de valide sultanın beğenisinin yansıması açıkça görülür. Özellikle Yeni Valide Camisi’nin hünkâr mahfili (Resim 5-7) ve hünkâr kasrındaki çini panolar (Resim 8) ile Harem’deki valide sultan yatak odası (Resim 9-10 /Levha 1/50), IV. Mehmed odası (Resim 11- 12/Levha 1/88), valide sultan taşlığı (Resim 12/Levha 1/C) gibi mekânlarda kullanılan ve aynı atölyeden çıktığı açıkça görülen çini panolardaki kompozisyon ve üslup birlikteliği dönemin ortak beğenisini göstermesinin yanında valide sultanın beğenisine de işaret eder.
Yeni Valide Camisi hünkâr mahfilinde bulunan ve bir vazodan çıkan sarmaşık desenli çini panonun (Resim 6) bir benzeri Harem’de valide sultan taşlığında bulunur (Resim 13). Bununla birlikte yine Yeni Valide Camisi hünkâr kasrında bulunan servi ağaçlı panonun (Resim 8) benzer örnekleri IV. Mehmed odasında (Resim 11) görülmektedir. Bu benzerlik Yeni Valide Camisi’nin 1663 yılında bitirildiği göz önüne alındığında 1665 yangını sonrasında Harem’deki çinilerin seçiminde Turhan Sultan’ın etkisini açıkça gösterir. Yine Yeni Valide Camisi’nde kullanılan Kâbe tasvirli çininin (Resim 15) benzerinin Harem’de valide sultan namaz odasında (Resim 14/Levha 1/51) bulunması da bu savı destekler.
Harem’de kullanılan çinilerdeki desen, renk kullanımı ve üslup benzerliği aynı döneme işaret eder. Örneğin IV. Mehmed odasının duvarlarında bulunan ve üçlü bir vazodan çıkan yapraklı çini panonun (Resim 12) benzeri valide sultan yatak odasında görülür (Resim 9-10). Her iki panodaki bu benzerlik panoların aynı atölyede üretildiklerini açıkça göstermektedir. Bununla birlikte yine IV. Mehmed odasında yer alan servi ağaçlı çini panonun desen (Resim 11), renk ve üslup açısından aynısı şadırvanlı sofada görülür (Resim 16). Çinilerde görülen benzerlikler mekânların aynı dönemde yani 1665 yangını sonrasında çiniyle kaplandığının açık bir göstergesidir. 17. yüzyılın ortalarına üretilen çiniler yüzyılın tüm özelliklerini yansıtır. Yüzyılın ortalarında önemli bir gerilemenin görüldüğü çini üretiminde kalite düşmeye başlamıştır.[135] Özellikle 17. yüzyılın ortalarında üretilen çinilerde ışıltısını kaybeden sırların pürüzlü, çatlak olduğu ve renklerin aktığı, donuk yüzeyler elde edildiği bilinmektedir. Hiç kuşku yok ki üretilen çinilerdeki renklerdeki canlılığın kaybolmasının en önemli nedenlerinden biri ustaların renklerde kısıtlamaya gitmesidir. Kaçınılmaz olarak da ustaların yapmış olduğu bu tercih renklerde bozulmaları beraberinde getirmiştir. Örneğin 16. yüzyılın canlı kırmızısı kiremit kırmızısına dönüşmüştür. Bunun yanında kompozisyonda motiflerde büyüme ve bozulmalar ile konturlarda kalınlaşma görülmektedir.[136]
Sonuç
III. Murad’ın Harem’e taşınmasından doksan iki yıl sonra başlatılan yenileme projesi aslında bir zorunluluktan kaynaklanmaktaydı. IV. Mehmed’in zamanının çoğunu İstanbul yerine Edirne’de geçirmeyi tercih ettiği göz önüne alındığında, Sultan’ın böyle bir yangın felaketinin yaşanmaması durumunda Harem’in yenilenmesiyle ilgilenmeyeceği kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Nitekim Sultan Mehmed’in yangından üç ay sonra İstanbul’a gelmesi ve kısa süre sonra Edirne’ye geri dönmesi onun Topkapı Sarayı ile bağlantısının yeterince olmadığını gösterir.
IV. Mehmed’in sultanlık görevini ihmal etmesi karşısında Osmanlı sarayında önemli bir rol oynayan Turhan Sultan devletin direği olarak görülmüştür.[137] IV. Mehmed’in vaktinin büyük bir bölümünü Edirne’de geçirmesi, valide sultanın sık sık Edirne ile İstanbul arasında gidip gelmesine yol açmıştır. Turhan Sultan’ın İstanbul’u ihmal etmemeye çalışması, oğlunun saltanatını korumak ve devletin işleyişinin yolunda gitmesini sağlamaya çalışmakla açıklanabilir. Bunun yanında özellikle mimari projelerde etkin rol oynaması kendisinden önceki valide sultanların mirasını devam ettirmek istemesiyle ilgili olmalıdır. Turhan Sultan’ın üstlendiği üç proje – Çanakkale Boğazı’nda kaleler, Yeni Valide Cami ve Harem– askeri, dini ve sivil mimari örnekler olarak üç farklı alandaki projeleri temsil etmekteydi.[138]
1665 yılında meydana gelen yangın sonrasında başlatılan inşaatın Harem’in özgün düzenini değiştirmediği ve kısa sürede bitirildiği hesap defterinden anlışılmaktadır. IV. Mehmed’in İstanbul’dan uzak durma isteği ve Edirne’yi tercih etmesinin sonucunda payitahtta oluşan boşluk valide sultan tarafından doldurulmuştur. Sultan Mehmed’in yokluğunda devam eden inşaat ile ilgilenmek de valide sultana kalmıştır. Yangın sonrasında tutulan hesap defteri ve Harem mekânlarında bulunan kitabeler birlikte değerlendirildiğinde Turhan Sultan’ın gözetimindeki onarımın kapsamlı olduğu açıkça görülür. Ancak bu imar faaliyeti Harem’deki mekânların temelden inşa edilmesi olarak algılanmamalıdır. Daha önce de belirtildiği gibi hesap defteri yeni bir odanın yapıldığına dair bir bilgi içermemektedir. Bununla birlikte yangının verdiği hasar sonrasında başlatılan projede Harem’in bir bölümünün kapsamlı olarak onarıldığı açıktır. Hesap defterinde yapılan masraflar için ödenen ücret bunu açıkça göstermektedir. Bugün Harem’deki bir kısım kitabe de bunu desteklemektedir. Yangın sonrasında neredeyse Harem’in tamamı elden geçmiş olsa da, asıl onarılan mekânlar: şadırvanlı sofa (Levha 1/2), kara ağalar camisi (Levha 1/10), kara ağalara, cariyelere ve valide sultana ait mekânlar(Levha 1/A, B, C), hamamlar, ocaklı sofa(Levha 1/81), çeşmeli sofa(Levha 1/76), hünkar sofası(Levha 1/70) ve çifte kasırlardır (Levha 1/87-88). Ancak mekânlardaki hasar aynı olmadığı gibi onarım da aynı olmamıştır. Defterden anlaşıldığı kadarıyla hamamda (hamamlarda) kapsamlı bir onarım yapılmıştır. Dolayısıyla buradaki hasarın büyük olduğu anlaşılmaktadır.