Venedik Cumhuriyeti’nin yüzyıllar boyunca sürdürdüğü Şark ticareti esnasında ΧIII. yüzyıldan itibaren karşı karşıya geldiği Türk dünyasına hemen ilgi gösterdiği anlaşılıyor. Venedikliler karşılaştıkları bu yeni gücün ne olduğunu araştırmağa giriştiler. En eski Venedik belgelerinde, Türkler ile yapılacak ilişkilerin neler olması gerektiğine dair kayıtlar bulunmaktadır. Matbaanın geniş okur kitlelerine hitap etmeğe başlamasından sonra da Türkler hakkında basılan kitapların sayısı çoğalmaya başladı. C. Göllner’in sabırlı çalışmaları sonunda derli toplu bilgi sahibi olduğumuz bu yayınlar[1] eski dünyada Türklerin nasıl görüldüğüne dair bilgiler vermektedir. Malzeme vermenin yanı sıra, bilimsel yöntemlerle incelenmesi ve araştırma yapmak isteyenlere yeterli bilgi vermesini istediğimiz kitaplara da rastlamaktayız[2]. Bunlar arasında şimdiye dek eksik kalan İtalyan gözlemcilerinin, bilhassa Venediklilerin nasıl izlenimler taşıdığına ve Türkler hakkında nasıl kanaatler taşıdığına ait bir boşluk şimdi giderilmiş bulunmaktadır. Padova Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Paolo Preto, daha önce müteveffa Tommaso Bertelè’nin İstanbul’daki Venedik elçilerinin oturdukları sarayı incelerken[3], Osmanlı devleti başkentinde meydana gelen olayları kronoloji sırasıyla biraraya getirdiği bilgilere ek olarak, şimdi yalnız İstanbul’da değil fakat aynı zamanda Venedik kentindeki Türkleri incelemekten başka bu arada Venedik yazın ve düşün dünyasında yapılmış belli başlı yapıtları taramak suretiyle çok değişik bir kitap meydana getirmiş bulunmaktadır. Venedik Devlet Arşivi’ndeki tasnifleri de inceleyen ve karşılaştığı her sorun için ilgili bütün kaynakları tarayan sayın profesör bu konuda daha çok çalışılması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Bu kitap Türkler demekle Osmanlı İmparatorluğunu esas almaktadır. Halbuki Türkler, Orta - Doğu topraklarında ilk göründükleri andan itibaren Batı dünyası ile ilişkiler kurmaktan geri durmamışlardı. W. Heyd, bugün bile aşılamayan yapıtında bütün kaynakları elden geçirmekle, günümüz Ortaçağ Tarihi araştırıcılarına ancak detay üzerinde çalışabilecek konular bırakmıştır. Ayrıca yazar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ve Mısır’daki Memlûk’lu Devleti’nin Venedik Cumhuriyeti ile olan ilişkilerine nedense değinmemiştir. Anadolu’daki Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra kurulmuş bulunan Türk beyliklerinin de batı dünyası ile ticaret ve siyasal alanlardaki ilişkileri çok canlı idi. Bu saydığımız hususlar ele alınmamakla beraber elimizdeki kitap için kusur sayılamaz. Zira bir tarih kronolojisi olmaktan öte bir görüşle yazılmıştır. Alıştığımız tarzda savaş ve barışların alt alta sıralanmasıyla yazılmış değildir. Bir ekin ve uygarlık karşılaştırılmasının değerlendirilmesi yapılmış ele alınan konu ile ilgili kaynaklar düzenli şekilde sıralanmış ve özetleri verilmiştir. Bir an önce dilimize çevrilmesi gerekli bu kitabın bir tanıtma yazısı çerçevesi içinde ortaya konmasında yarar gördük.
Yazarın uyguladığı yöntemi izliyerek başlıklara göz attığımız zaman iki büyük kısma ayrıldığını görüyoruz. Birinci kısmın ara başlıklarına şimdiye dek ele alınmakla beraber, gene de özgün olan bir konuya eğildiğini görüyoruz. “La gens scythica da una oscura origina alla monarehia universale” (Karanlık bir menşeden dünya monarşişi yaratan İskit soyu). Buna benzer bir konu daha önce Prof. A. Pertusi tarafından ele alınmıştı[1]. Paolo Preto ise, yapıtlarının değişik basımlardan yararlanarak, batı dünyasını uzun süre etkileyen görüşleri sıralamakladır. Günümüz araştırıcıları XVI. yüzyıl Venedikli gözlemcilerin Türk dünyasına dair görüşlerini esaslı kaynaklar arasında saymağa devam etmektedirler[2]. Bu yüzyıldan itibaren düzenli olarak yazılan ve elde bulunan Venedikli temsilcilerin relazione[3]’leri ve bunların yanında kaleme alınan çeşitli yapıtlar, tarih kaynaklarını çoğaltmaktadır. Venedik Cumhuriyeti'nin denizcilik alanında Türkler karşısında uğradığı yenilgilerin yanı sıra Türk akıncılarının Venedik sınırı sayılan Friuli topraklarında yaptıkları akınlar bütün İtalya yarımadasında yıllarca korku dolu anlar yaratmıştı. G. Priuli’nin satırlarından önümüze aktarılan satırlar 1499-1502 yılları arasındaki olayları aydınlatmasından başka[1], Türk gücünün Venedik toplumunda yarattığı etkiyi de anlatır. İkinci bölümde Venedik Cumhuriyeti’nin Türkiye ile İtalya devletleri arasındaki yerine ayrılmıştır. I. Murad Bey zamanında başlayıp Pasarofça Anlaşmasına kadar kesif bir şekilde devam eden savaş ve barış dolu dönemler başka tarihçiler tarafından da ele alınmıştır. İki İtalyan elçinin raporlarının yayını dolayısıyle yaptığımız tanıtmada da bazı düşüncelerimizi açıklamıştık[2]. Venedik Cumhuriyeti’nin daima gereksinme duyduğu buğday XIV. yüzyıldan beri Türkiye’den getirildiği için[3], konu edilen diğer tecimsel mallarda iki devlet arasındaki siyasal görüşmelerde özellikle belirtilirdi. Prof. Preto incelemesine devam ederken, Avrupa ülkelerinde yüzyıllar boyunca Türklere karşı beslenen düşmanlık hislerine de değinmiştir. Başta Vatikan Devleti olmak üzere diğer kuvvetli Avrupa devletleri tarafından yürütülen bu olumsuz siyaset Venedik Cumhuriyetini çok kere yalnız bırakmıştı. Bir taraftan en küçük bir hoş görü bile tanımayan Katolik dünyasının bağnazlığı diğer taraftan bol kazanç sağlayan Şark ticaretindeki çıkarlar, Venedik Cumhuriyeti’ni güç durumlarda bırakıyordu. Daha o devir yazarlarında bile görülen bu kararsızlık, Benedetto Dei’nin satırlarında[1] açıklıkla vardır. Bu arada düşmanca hislere karşın, diğer İtalyan devletlerinde Türk sultanları ile anlaşma fikri belirirdi[2] Paolo Preto bu tutumun Venedik Cumhuriyeti’nde nasıl değerlendirildiğini M. Sanudo’daki kayıtlarla Venedik Senalo’sunun kararlarına göre incelemiştir. İki devlet arasındaki ilişkileri tüccar olmakla beraber aldıkları bilgiler ışığı altında topladıkları kanaatleri yazılı olarak merkezlerine bildirirler, yerel yöneticilerle görüşürler ve temsilcilere para yardımı yaptıkları yanısıra, resmen görev aldıkları için bu durumdaki diplomatlar yürütmüşlerdir. Çıkarların karşılıklı olarak zarar görmemesi için Venedikli temsilcilere bir süre sonra Türk temsilciler de katılmışlardır. Venedik kentinde kalabalık maiyetleri eşliğinde görünen Türk diplomatlar, halkın hayret dolu bakışları arasında kendilerine ayrılan yerlere yerleşiyorlardı[3]. Zira önyargılar her iki toplumu da etkiliyordu. Fakat karşılıklı çıkarların söz konusu edildiği anlarda, bir tarafın ‘kâfir’ diğer tarafın ‘infedele’ diye tarif ettiği kavramlar bir tarafa konulmaktan geri durmuyordu. Türk yöneticileri batılı komşularının tutumlarına dair fikir edinilmesi için iki devlete ilişkilerini sürdürmüşlerdir: Venedik ve Raguza Cumhuriyetleri. Onun için 1571 tarihindeki İnebahtı deniz savaşında uğranılan yenilgiden kısa bir süre sonra 1573 tarihinde yapılan Türk-Venedik sulhu, Kıbrıs adasının Türklere devrini tasdik ederken bile iki devleti birbirinden uzaklaştıramamıştır. Bu olaydan sonra her iki devlet de kendi iç sorunları için uğraştıklarından, Girit harbine kadar aralarında önemli bir sorun ortaya çıkmamıştı[1]. Bailo’ların relazione'lerinde bulunan olumsuz yargılar da yazar tarafından özetlenmiştir (S. 63-66). Genellikle E. Alberi tarafından yayınlanan metinlerden yapılan nakillerden başka herhalde daha bazı kaynaklar da vardır, bununla beraber bazı paragrafların can alıcı kısımlarının da işaret edilmesini kutlamalıyız. “Türklere dair kehanetler” (S. 67-91) diye ayrılan kısım en ilgi çekici satırlardandır. Zira Türklere dair yüzyıllarca yayınlanmış yapıtların bir derlemesinden çok değerlendirilmesi yapılmıştır. Türk akınlarının Avrupa ülkelerinde yarattığı etkinin bir tepkisi olarak yayılan endişe ve korkunun yanında yayın alanındaki etkileri ve devrin şuurunu yansıtmaktadır. Fatih Sultan Mehmed devrinden başlıyarak, Türkleri hıristiyan dinine girmek için yapılan çağırılar bir süre daha devam etmiştir. Kâhinler ve müneccimlerin de katılmasıyla halkın heyecanının devamlı olarak tahrik edilmesi, hıristiyan halkın şuurunda olumsuz yargılara yol açmaktaydı. Raslantı sonucu meydana gelen olaylar, halkın teselli kaynağı olarak saptandığı için devamlı propogandalar yapılmıştır. Türklerin bir gün aniden yıkılacağı, hatta toplu halde hıristiyan dinini kabul edecekleri, vahşi hayvanların saldırılarına uğrayıp parça parça edilecekleri tarzında haberler halk arasında yayılıyordu. Türk tarihçileri tarafından yararlanılması güç olan bu çeşit yapılara ait araştırmaların sonucu merakla beklenmektedir.
Elimizdeki kitabın üçüncü bölümünde, Venedik toplumunda Türk gerçeği ve efsanesi kısmı işlenmiştir (S. 93-282). Venedik kentinde Türklerin ilk kez ne zaman görüldükleri ve ne gibi toplumsal tutumları olduğunu inceleyen Prof. Preto’nun çabasını takdir etmemek elden gelmiyor. “Venedik’te Türk dili öğrenimine” ayrılan sayfalarda (S. 93-115) arapça kadar yaygın olmayan Türkçenin çok dar bir çevrede yayıldığı üzerinde durulmaktadır. XV ve XVI. yüzyıllardaki olumsuz görüşler bu dilin öğrenilmesine engel olduğu gibi, Türk’lerin Venedik Cumhuriyeti merkezinde ve diğer önemli kentlerinde sürekli bir temsilci ve memur gurubu bulundurmamasının etkili olduğu kanısındadır. Türkçe öğrenmesi gerekli olan Venediklilerin sayısı İstanbul’daki tüccarları ile Balyos’un çevresi ile sınırlıdır (S. 97). İki toplum arasındaki aracılar genellikle Yunan asıllı veya birkaç dili birden konuşan dönmelerdir. Böyle olmakla beraber Karadeniz sahillerinde XIII. yüzyılda canlı bir ticaret faaliyeti gösteren İtalyanların dil bilgilerini ilerletmek için hazırlanan Codex Comanicus’un Venedik’te bulunması rastlantı mıdır? XV. yüzyıldan itibaren Venedik ve diğer İtalyan lehçelerine girmeğe başlıyan doğu menşeli kelimelerin değerlendirilmesi bazı İtalyan dilciler tarafından yapılmaktadır. Bunlara ek olarak Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi asistanlarından Durdu Kundakçı’nın yeni hazırladığı doktora tezini de bu satırlarda haber vermeliyiz: İtalyanca'dan Türkçe'ye, Türkçe'den İtalyanca'ya geçmiş sözcükler. Ankara 1977. Bunun bir özeti aynı fakültenin yayını olan İtalyan Filolojisi dergisi için hazırlanmıştır. Prof. Preto bunların bir dökümünü yapmıştır. Dragomanno denilen çeviricilerin siyasal bazı tutumlarına değinildikten sonra 1551 yılında gençlerin dil öğrenmeleri için alınan Senato kararını inceliyor. Sayıları 8 ile 14 arasında değişan bu gençlerin daha çok günlük işlerde yararlı oldukları, bir ekin bağı kurma özelliği taşımadıkları öne sürülmektedir. Bununla beraber hiç de bulunmadığı savı ortaya atılamaz. “Giovani della lingua” adı alan bu gençler sonradan diğer batılı ülkeleri etkilemiş, Türkçeyi genç yaşta öğrenenler yetiştirilmiştir. Bazı sözcükler ve dilbilgisi kitapları bu gençler tarafından hazırlanmış ve bazı tarihler de İtalyancaya çevrilmiş ise de, Şarkiyat (Doğubilim) araştırmalarında Türkçe en sonda kalmıştır. “Venedik Yaşamında Türkler” (S. 116-147)’e ayrılan satırlarda, dünyanın dört bir tarafından gelen insanlarla dolu olan Venedik kentinde, Türk tüccarları her zaman az bir sayıda ve ticaret alanında diğer yabancı topluluklara karşı en sonda oldukları üzerinde durulmaktadır (S. 127). Büyük bir gayretle taradığı arşiv belgeleri arasında Türklere ait kayıtlara değinen yazar, ancak XVI. yüzyıl başında gözle görülür sayıda Türk tüccarının varlığına ait belirtilerle karşılaşıyor. Türlü nedenlerle Türklerin yerel halk ve yöneticilerle meydana gelen ilişkileri belgelerin çoğalmasını sağlamış, bu yüzyıl sonlarına doğru sayıları önemli ölçüde arttığı için belirli bir yer bulma gereksinmesi ortaya çıkmıştır[1]. XVII. yüzyıl başında da Canal Grande kıyısında bulunan büyük bir bina Türk tüccarlarına ayrılmıştır. XVIII. yüzyılda meydana gelen gerileme, tüccar sayısında bir azalmaya yol açmağa başlamıştır. Türklerin Venedik kentindeki varlığı yeterli bir etki yaratmamıştır. Çok sıkı kayıtlarla baskı altına alınmaları, diğer topluluklara nazaran Türk topluluğunun daha dar bir çevrede kalmasına yol açmıştır. Bununla beraber Türklerin Venedik’te bazı konularda öncülük yaptığına da değinilmektedir. En azından folklor ve yerel bazı şenliklerle bayramlarda Türk tasviri etkisini göstermiştir. Bu arada da Türk giyiminin Venedik toplumunu etkilediği itiraf edilmekte ve bu etkinin zamanla ekin ve yazın dünyasını da kapsadığı belirtilmektedir (S. 143-145).
Aynı ana başlık altında üç ayrı bölümde sırasıyla “Türk Devleti’nin Dini ve Gücü” (S. 146-162) ve “Çift Skandal: Asalet Düşmanı Toplum ve Dönmeler” (S. 163-232), “Barbar bir Milletin Kusurları” (S. 233-243) bulunmaktadır. İlk kısımda yalnız Venedik değil, ileri gelen Avrupalı fikir adamlarına göre Türk devletinin gücünün nasıl görüldüğü araştırılmıştır. Türk idaresindeki mutlak otoritenin bir kişide toplanması ve kesin bir merkeziyetçi sistemin kurulması, eski devir araştırıları kadar günümüzdeki fikir adamlarını da işgal etmektedir. Burada herhangi bir kanaat ileri sürmeden yazarı izlemeğe devam edeceğiz.
İslam dininin temel kitabı Kuran’m Venedik kentinde yapılan çevirilerine değinilir. Bir görüşe göre Şark topraklarında satmak için yapılan bu baskılar beklenen ilgiye kavuşmadığından, bir görüşe göre Katolik bağnazlığı sonucu yok edilmiştir. Luter hareketinin Almanya’da başlattığı laisizm görüşleri bile islamiyete karşıt kanaatleri değiştirmeğe yetmemiştir. Fakat Türk - Venedik ilişkilerinin sürekliliği İslam dini ve onun kurucusu hakkındaki bilgilerin çoğalmasına yol açar. Yazar değişik fikirlere sahip olanların yapıtlarını derlemek suretiyle bazı ön yargıların zamanla değiştiğini ileri sürer. Dinsel alandaki bu olumsuz görüşe karşı, Türk devlet yapısındaki disiplin o devir araştırıcı ve düşün adamlarının dikkatini çekmiştir. Mutlakıyet fikrinin hiç bir taviz tanımıyan görüşü ve bu düzenin örnek sayılan işleyişi, Venedik vatandaşları kadar diğer ülke fikir adamlarına da konudur. Değişik dinlerdeki insanların Türk devleti içindeki tutumları da o devir Batı dünyasında anlaşılacak bir durum değildir. Türk devlet sisteminin yerel çıkarlara dayalı yönetim kurmaması Venedik yöneticileri tarafından da uygulanan bir örnekti. Bununla beraber Venedik’teki soylu aileleri bağlı olanların da kabul etmeyecekleri bir konudur. Balyoslar devamlı olarak Osmanlı hizmetindeki yabancı menşelileri çekiştirirler (S. 169-174). Fakat görüş, istek çabalar ne olursa olsun Türk devleti hizmetine girmeğe can atanların sayısı yükseliş yıllarında her zaman için çok idi [1]. Bir Kıbrıs adasında bile uzun yıllar süren Venedik eğemenliği kesin bir taraftar zümresi yaratamamıştır[2]. Diğer topraklar üzerinde yaşıyanlar da çok kez Türk idaresine geçtikleri hem devrin belgelerinde hem de araştırmalarında bulunmaktadır. Bütün bu kayıtlar elimizdeki kitapta incelenmektedir (S. 176-185). Bu satırlardan sonra, İslam dinine girdikten sonra da bir kolayını bulup tekrar hırıstiyanlığa dönmek isteyenlerin sorunları incelenir. Bununla beraber Türk hizmetini seçenlerin daha fazla olduğu bellidir. Bazı olaylar tarihsel romanlara konu olacak kadar dramatik yönleriyle ele alınmıştır. Gerçi karşılıklı esir alışverişleri bunların kurtulduktan sonraki durumları belgelere yansıdığı kadar, hiç de ihmal edilmiyecek bazı yapıtların ortaya çıkardığını da biliyoruz[3]. Prof. Preto’nun verdiği örneklerin bir listesini bile çıkarmak olanaksızdır. Ancak, bu konudaki esas Senato kararları ve mahkeme kayıtlarını da incelediğini belirtmeliyiz. Bu arada Nur Banu, Alvise (Luigi) Gritti gibi Osmanlı tarihinde isim bırakmış önemli kişiler üzerinde de ayrıca durmuştur. İlki saraya alınma ve Valde Sultan da olan bir kadın, İkincisi Macaristan sorunlarına karışmış biriydi. Fakat arada her iki tarafı da idare etmiş kişilere ait kayıtları belirlenmiştir. Bir süre sonra esas vatanı Venedik kentine veya toprağına dönenlerin olumsuz etki yarattıkları ve Venedik toplumunda kötü izlenimlerin yaratıldığı tarzındaki son satırları burada münakaşa etmeyi yerinde görmüyoruz. Hatta Türk yönetimini kötü görüşlerle incelemeğe kalkışanlar bile, bu vesileyle olumsuz satırlar yazanların bile sonradan Venedik ekin dünyasında değişikliğe uğrayacaktır (S. 243).
“XVI ve XVII. yüzyıl Sanat ve Yazınında Türklük İzleri (S. 244-281) başlığı altındaki satırlar, Türk ekini için ivedilikle çevrilmesi gerekir. Bu hususta diğer toplumlara dair yapılan araştırmaların bir listesi bile çıkarılamaz. Son yıllarda Türkler için yapılan bu alandaki araştırmalar, en umulmadık yerlerde ne kadar önemli kayıtların bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Hangi sanatkârların neler meydana getirdiklerinden başka, Türk yönetimi altındaki İstanbul kentinin Venedikli sanatkârlar tarafından nasıl görüldüğü özetlenmiş, Balyosların da görüşleri aktarılmıştır. XVII. yüzyılda çoğalan yayınlar da incelenmiştir. Bu kitapları yazanlar sonradan Şark topraklarını gezecek olan gezginler için ön bilgiler verecektir. Hatta yeni Türk başarıları yeni fikir yapıtlarının da yazılmasına yol açacaktır. Şairler yeni dizeler yazacaktır. Bu dizelerden en tanınmışları İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşından sonra yazılanlarıdır. Fakat Venedik ordu ve donanmasının yenilgileri komutanların cezalandırılmaları ile geçiştirilir. Sahne oyunları da Türk etkisinden kendisini kurtaramaz. Dram veya komedi tarzında olduğu kadar bale bile Türk imajını taşıyacaktır[1]. Bu ekin olayını bile dikkatten uzak tutmayan yazar, yerel oyunlardaki etkilerden de uzak durmaz.
Dördücü bölümde XVI. ve XVII. yüzyıllarda Türkiye hakkındaki Venedik tarihçiliği ele alınmıştır (S. 283-351). Yedi ara başlığı altında incelenen bu bölümlerde sırasıyla: Türkiye’ye Seyahat (S. 285-294) başlığında bu işe girişen Venedikliler ve meydana getirdikleri yapıtlar özetlenmiştir. Zira her birinin girişimlerinin tarihsel kökenlerini ve evrelerini incelemeğe kalkışması bir o kadar kaim kitaplar yazmasına yol açardı. Venedikli olmayan önemli İtalyan gözlemcilerin Türkiye üzerine kayıtların konması sonraki araştırmaları kolaylaştıracaktır. Luigi Ferdinan Marsilli adlı Bologna (Bolonya)’lı zat, doğduğu kente armağan ettiği kitaplığında, Türklerle ilgili pek çok malzeme bırakmıştır (S. 291 n. 17). Bu zatla beraber adları verilen Michele Bcnvega, Cornel io Magni ve çok tanınmakla beraber yararlanıldığını iddia edemiyeceğimiz Pietro della Valle üzerine yapılan araştırmaların kaynakçaları verilmiştir. Gerçi Venediğin Şark dünyasına açılan bir pencere olduğu kadar Şark dünyasının da batıyı tanımamasına yardımcı olduğu her zaman için takdir edilir [I]. O devirlerde yapılan araştırmalar sonradan daha olgun araştırmalara öncülük etmiştir. “Sansovino ve Soranzo”nun ayrıca incelediği sayfalar (S. 295-301) bir bibliografik derlemeden öteye yapıtların analizidir. Rönesans devrinin bu seçkin kişileri Türk dünyasına dair ilk değerli bilgileri verenlerdir. Sansovino özgün araştırmalardan çok Türkler ile ilgili yazarların yapıtlarını bir araya getiren yayıncıdır. Bu arada Türklerin Menşei ve Hükümranlığının Genel Tarihi (Historia universal dell’origine ed imperio dei Turchi) adlı yapıtı zamanında çok okumuş ve altı baskı yapmıştır[2]. Bu da Türkler hakkında yeni bilgiler isteyen Venedik aydınlarının gereksinmelerini gidermiştir. Lazzaro Soranzo ise karşılaştığı bazı kişisel şikâyetler üzerine Türklere karşıt bir yapıt kaleme almıştır. III. Mehmed devrini ilgilendiren elçi ve gezgin izlenimlerine göre Osmanlı Devleti hakkında yapıt yaratan bu yazar, Avrupa kıratlarını bir Haçlı Ordusu kurmağa teşvik edenlerdendir. Bilimsel yönden uzaklığı yüzünden Venedik Onlar Meclisi tarafından bu yapıtın yasaklanması, diğer yayınlarının başka İtalyan kentlerinde yapılmasına yol açmıştır. İnebahtı Deniz Savaşında ölen Benedetto’nun gayri meşru çocuğu olan bu yazar, Papa VIII. Clemente’nin desteği ile bu yayınları yapmış ise de anayurdundan uzaklaştırılmasına engel olamamıştır. Venedik Cumhuriyeti Türklere karşı bir yapıtın toprakları içinde yayılmasını, çıkarları açısından, uygun görmemişti (S. 300-301). “Paolo Paruta ve Resmi Tarihçiler” (S. 302-313) diye ayrılan bölümde, İncbahtı’dan sonra Venedik Cumhuriyeti’nin genel politikası yansıtılmıştır. Bir taraftan Türklerin inkâr edilemiyecek gücü bir taraftan bağnaz Katolik dünyasının Türkler ile anlaşmayı hiç bir surette kabul etmeyecek tutumu karşısında, Paolo Paruta gibi diğer İtalyan devlet ileri gelenlerini ikna edecek diplomatlar harekete geçirilmiş, resmî tarihçiler yapıtlarında bahaneleri sıralamağa başlamışlardır. P. Paruta’nın çoğu basılmamış kalan yapıtları çok kez ele alınmıştır. Elimizdeki kitapta bütün hepsi incelemeden geçirilmiştir. “Paolo Şarpi ve Gençlerin Osmanlı İmparatorluğu karşısında” ki tutumlarına ayrılan sayfalarda (314-325) karşı reform devrinde (XVII. yüzyılın ilk yarısı), meydana gelen sorunların nasıl ele alındığı incelenmiştir. Adriyatik Denizinde Uskok adı verilen deniz korsanlarının yarattığı sorunlar, Cizvit tarikatının kuruluşu ve bağnazlığı daha da arttırıcı tutumu iki devlet arasındaki sorunlara başka devletlerin de (İspanya ve Papalık) daha fazla karışmasına yol açmıştır. Fakat Venedik Cumhuriyeti’nin başına Nicolo Contarini ve Leonardo Donà gibi Türkiye hakkında ilki kitap ikincisi relazione kaleme alan kişilerin Doge seçilmesi, Türk taraftarı siyaset uygulayanların çoğunlukta olduğunu ortaya koymuştur. Cizvitlerin hem Venedik Cumhuriyeti hem Türk topraklarından çıkarılmaları iki devlet arasında yapılan işbirliği sonucu gerçekleşti. “XVI. ve XVII. yüzyıllarda Türk konularına eğilen yazarlar” bölümünde gerçekten tam birer kaynak yapıtlar kaleme alınan kişiler ele alınmıştır. Sonraki araştırmalara bir itici güç olan yazarlar arasında incelenenler: G. Balbi, İstanbul’a kadar gelip bilgi toplayan ve bazı yayınlara da ön ayak olan Benedetto Ramberti, Tercüman Yunus Bey’in İtalyanca yapıtı, Zara’lı bir Venedik vatandaşı Luigi Bassano, Türkler ve İranlılar arasındaki savaşla ilgili kitap yazan Giovanni Tommaso Minadoi, Gherardo Borgogni, 15 Osmanlı Sultanının resmini yapan Pietro Bcrtelli yaşam öyküleri ve çeşitli yayınları ile incelenirken, diğer yazarlara da değinilmiştir. Ayrıca İtalyan olmayanların yapıtlarından hangilerinin çevrildiği ve nasıl karşılandıkları da dikkatten kaçmamıştır (S. 326-333). “Osmanlı Sultanlarının Tarihsel Anıları” adlı bir kitap yazan ve çağında büyük bir üne kavuşan Giovanni Sagredo’ya ayrılan sayfalarda (S. 334-339), yaşam öyküsü ve siyasal geçmişinden sonra varılan sonuç dört kez basılması ve yabancı dillerede çevrilmesine karşın bu kitabın yeni bilgiler getirmediğidir. Türkler hakkında doğrudan temel bilgilere dayanmayan bu yazarın basılı olmayan yapıtlarına da değinilmiştir. Aynı yıllarda Venedik kentine bazı kitaplar da Türk dünyasını yakından ilgilendirmişti. Fakat etki yapmamışlardı. “XVII. yüzyıl sonunda yeni bir kitap: Donâ’run Türklerin Yazını” başlıklı bölüm (S. 340-351) özgün kısımlardandır. Faal bir Venedikli olan yazar, 1680 yılında İstanbul balyosu seçilince hemen bazı bilgileri toplamaya girişti. Bir Türkçe gramer de kaleme alan Ermeni papazı G. Agop’un yardımlarıyla çalışmalarını ilerleten Dona, Antonio Benetti adında bir dil - oğlanı ile beraber İstanbul’a gider ki bu seyahata dair de bir kitap yazılmıştır (A. Benetti, Viaggi a Costantinopoli di Giovanni Battista Donado senator veneto spedito bailo alia Porta Ottomana I’anno 1680, Venedik 1688). Bu kişinin görevi sırasında iki devlet arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. Güç atlatılan bu dönemden sonra topladığı malzemeyi iyi değerlendiren ve yeni araştırıcıları da teşvik eden Dona, sunduğu relazione yanında Yazın Tarihini de kaleme alır. Alanında yeni olan bu çalışma, eski ön yargılara bir red havasındadır. İstanbul’da bulunduğu sıralarda ekin düzeyleri yüksek kişilerle görüşmekten geri durmayan ve bazı metinlerden çeviriler yaptıran, bu işi için dört dil - oğlanını ve resmî tercüman Gian Rinaldo Carli’yi görevlendiren bu zat, yazın ve kültür dünyasına nüfuz etmeği başarmıştır. Bu girişimleri bazı Türk yazarlarının yapıtlarının İtalyancaya çevrilmesine neden olmuştur. Bu girişimi Türk araştırmalarına yeni bir hava getirmeği başarmıştır. Türk dünyasına dair araştırmaların hayalî bilgilere değil, gerçek kaynaklara göre incelenmesini isteyen ve hatta uygulayan bir düşün adamıdır. Küçük boy basılan yazın tarihi çok nadir bulunan bir kitaptır.
Bu kitabın ikinci büyük kısmı Aydınlanma Döneminde Türkler’e ayrılmıştır. Üç bölüm halinde işlenen bu sayfalarda iki devlet arasındaki siyasal ilişkiler, bütün Akdeniz dünyası bir sarsıntı içinde bulunduğu için, daha çok kültürel alandadır. Osmanlı Devletinin XVIII. yüzyıl başlarında karşılaştığı sorunları atlatmak için yaptığı girişimler incelenirken, Venedikli temsilcilerin bu olayı nasıl gördükleri ele alınmakla başlanan birinci kısımda, Carlo Ruzzini, Girolamo Ascanio Giustinian ve daha sonraki balyosların yazıları incelenmiştir. Devlet içinde yapılmak istenen düzenlemelerde görev alan yabancı kişiler, Venedikli temsilcilerin gözünden kaçmamış ve merkeze yazdıkları notlarında bildirmişlerdir. Bunlar arasında bir İtalyan veya Venedikli bulunmamaktadır. Fakat Türk dünyasının karşılaştığı diğer siyasal bunalımlar ve yaptığı harplerden edindiği sonuçlardan Venedik devleti ve toplumu etkilendiği için bazı yazılar, basılı veya basılmamış, kaleme alınmıştır. Campoformio anlaşması 1797 yılında artık Venedik Cumhuriyeti’nin sonunu ilan ettiği için, ilişkiler çok az bir seviyede yürütülmüştür. Barbaria diye adlandırılan Kuzey Afrika topraklarının Türk idaresi altında bulunurken, İtalyan devletleriyle çok sıkı ilişkiler bulunduğunu biliyoruz. Prof. Preto ayrı bir bölümde bu konuyu ele almış bulunuyor (S. 393-405). XVII. ve XVIII. yüzyılların incelendiği bu konunun daha önceki dönemleri ele alınmamıştır[1]. Türkler hakkında düşmanca fikir taşıyan son kişilerin ele alındığı satırlardan (S. 406-418) kültür konuların içeren son iki bölüm gelmektedir. “Doğubilimcilik, seyahatler ve İstanbul’daki maceraların” işlendiği satırlarda (S. 421-441), çok yaygın hale gelen gazetecilik ve ansiklopedi çalışmalarında Türklerin nasıl ele alındığı özetleniyor. XVIII. yüzyıldaki gezilerin de ayrı özellikleri bulunur. Bir moda akımı yanında ekin yönlerinin geliştirilmesi için yapılan bu geziler Venedikli aydınları da etkiler. Diğer Avrupalı gezginlerin yapıtları bunlar tarafından okunup dergilerde tanıtılır. Balyosların yanında İstanbul’a gelen gençler kitap ve dergilerde okudukları bu kent hakkında kişisel gözlemlerde bulunurlar. Bütün bunların özetini veren P. Preto yapılan yayınları ve yazarları hakkındaki kararlarını da belirtir (S. 429-434). Osmanlı devleti hizmetine giren bazı kişiler üzerinde de durulduktan sonra çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Giacoma Casanova’nın yaşam öyküsü ve yapıtları ele alınmaktadır (S. 438-441). Ayrı bir başlık altında incelenen Pietro Busenello, Türk dünyası için en son yapıtlardan birini kaleme alan Venedikli kişilerdendir. Yıllarca balyos hizmetinde bulunduğu için, Türk uygarlığı hakkında bilgi sahibi olmuştur (S. 442- 450). Fakat Türkçe öğrenmeyi ihmal etmesi ayrıca basım için yapıtım hazırlamaması, tanınmasını ve ilgili görmesini engellemiştir. Bununla beraber devlet düzeni, saray, toplum yaşayışı hakkındaki görüşleri o yıllar üzerinde çalışmak isteyenlerin ele alacağı bir yapıttır. Elde bulunan yazma metinler Alman araştırıcılar tarafından kendi dillerine çevrilmiştir. Yeni bir yayını yapılması temenni olunur. Son kısım en özgün konuları içermektedir. “Venedik kültürü ve Türk Uygarlığı” ana başlığı altındaki bölümlerde sırasıyla “XVIII. yüzyıl sanat ve yazınında Türk konuları” S. 453-479, “İslamiyet tartışmaları ve Osmanlı despotizmi” S. 480-505, “XVIII. yüzyılda Venedikte Türk hayranlığı” S. 506-524, “Toderini’nin Türk Yazını” S. 525-533 incelenmiştir. Her bir satırı çok önemli bilgilerle dolu olan bu sayfaların bir özetini çıkarmak bile olanaksızdır. Piyesler ve romanlarda Türk konusunun nasıl ele alındığı ve yazarlar hakkındaki araştırmaların derlendiği bu satırların Türk uygarlığı yönünden önemi çok büyüktür. Her ne kadar gerçeklere uymayan bazı egzotik hayaller sanatkârların his ve düşünce taraflarını etkilemiş ise de, bir Türk kavramının gelişme sürelerini yansıtması da yeterlidir[1]. Bazı ressamlar da bu akımdan yararlanmışlardır. Belki aralarından yeni bir Bellini çıkmamıştır, fakat Doğu dünyasının bazı özelliklerini sergileyen sanat işleri Venedik halkı tarafından ilgi ile izlenip satılıyordu. Bu arada ciddî gazetelerde ve dergilerde Türk dünyasını ilgilendiren resimler bulunuyordu. İtalyan olmayan yazarların bile romanları Türk dünyasını yansıtıyorsa geniş bir okur kitlesi bulabiliyordu. Yazın alanındaki bu olağanüstü gelişme bilimsel çalışmaları büyük ölçüde etkilemiş ve doğubilimciler eski önyargılardan kurtulmuşlardı. Yazılan yeni yapıtlar Venedikli aydınların da dikkatini çekince okunmağa ve hatta çevrilmeğe başlamıştı. İslam peygamberi hakkında yüzyıllarca sürdürülen olumsuz akımlar yerini daha düzgün ve ciddî yapıtlarla tarafsız bir görüşe bırakmağa başlar. Dinsel yapıtların eski bozuk çevirileri yerine asılları aranır ve daha ciddî çevirileri yapılır. Yeni doğubilîm yöntemleri ortaya çıkmaya başlar. Bu satırların Türk tarihi yönünü ilgilendirmemesi yanında Türk devlet kavramı hakkındaki bazı düşüncelerin değişmeğe başlamasına dikkat çekiliyor (S. 497-505). XVIII yüzyıl Venedikli aydınların Türk dünyasını nasıl gördüklerinin bir özeti yapılıyor. XVIII. yüzyılda Venedikte uyanan Türk sempatisine ayrılan sayfalarda Giuseppe Sorio adlı Vicenza’h bir İtalyanın yapıtlarından özetler, Türk dünyası için çalışanların yapıtları, yabancı dillerden yapılan önemli çeviriler (ki bunlar arasında Lady Montague’nün “Soylu bir Venedik Vatandaş’a Mektupları’nın çevirisi de vardır) ve hangi muhitlerde okunduğu titizlikle araştırılmıştır. Artık çalışmalar Venedikli gözlemcilerden öte diğer İtalyan araştırıcılara geçmiştir. Prof. Preto Venediklilerin bu yapıtları nasıl izledikleri yanında karşıt görüşler ileri sürmeğe kalkışanları da eleştirir. Buna da en önemli eksikliğin, Türkçe öğreniminde çok kısır ve geri kalmış olmayı gösterir. İstanbul’da bir basımevinin kurulması ve yapıtlar basması, hatta bir kağıt fabrikası kurulması girişimi, kapatılması ve tekrar açılması Venedik aydınları tarafından ilgiyle izlenmiştir. Devrin gazeteleri bu haberleri izlemiş, İstanbul’da bulunan balyos hükümetine haberler yollamıştır. Hatta Venediğe ulaşan haberlere göre Türkçeye çevrilmek için hazırlanan ansiklopedi, bazı çevreler tarafından engellenmiştir (S. 523-524). Fransız İhtilalinin haberi ve getirdiği yeni hava Venedik gazellerinde ve dergilerinde Türk haberlerinin azalmasına neden olmakla beraber Türk dünyası üzerindeki araştırmalar durmamıştır. En son ele alınan Giambattista Toderini’ye ayrılan sayfalarda yaşam öyküsü ve yapıtlarından sonra hangi önemli kişilerle görüştüğü, yetişmesi ve Türk Yazını’nı yazmak için yaptığı hazırlıklar incelenmiştir. 1781 - 1786 yılları arasında kaldığı İstanbul’da işine yarayacak malzemeyi toplaması, okuması ve değerlendirmesi yanında kültürlü insanlar ile görüşür. Bu görüşmeler eşkimiş fikirler yerine yeni gözlemlere dayanan fikirlerin ortaya çıkmasına yol açar. 1787 yılında üç cild olarak çıkan bu yapıt çağın aydınları tarafından çok iyi karşılandı. Çağına göre eski bazı önyargılara, örneğin: İslam peygamberinin ilim Çin’de olsa arayacaksın, Fatih Sultan Mehmed’in kitaplığında yazılı bulunan ilim gerçek müminlerin ibadetidir tümcesinin ilk kez yayınlanması gibi tümcelerle karşılık verilmiştir. İçindeki bilgiler çeşitli zamanlarda ele alınmış, tartışılmış ve incelenmiştir. Fransızca ve Almanca çevirileri yapılan bu yapıtın basılmamış bir de İspanyolca çevirisinin bulunması, Venedik ekininin Türk dünyası hakkındaki bu son kaynak kitabının nasıl bir ilgi ile karşılandığına örnektir.
Bu suretle ana hatlarını vermeğe gayret ettiğimiz bu yapıtın son kısmına gelmiş bulunuyoruz. Kendisi de Venedik kentine çok yakın ve aynı siyasal mukadderatı paylaşmış bir kentde öğretim üyesi bulunmaktadır. En yakışan araştırıcının kendisi olduğu ve ortaya başarılı bir derleme koyması, Venedik kaynaklarının diğer ülke araştırıcıları tarafından değil, bu havayı teneffüs etmiş kişiler tarafından inceleneceğini ortaya koymaktadır. Prof. Preto’nun Türkçe bilmeden böyle bir girişimde bulunması tenkid edilemez. Bildiği dillerde yazılı olan Osmanlı Tarihleri ve ilgili araştırmalardan yararlanmıştır. Belki son yıllarda Türk tarihçiliği alanında ortaya çıkan sorunlara, elindeki kaynakların nasıl yansıtıldığını neden araştırılmadığı sorulabilir. Bütün akla gelecek sorunların nereden incelendiğini ortaya koyması şimdilik yeterlidir. Bazı sorunların ele alınıp tartışılması elimizdeki yapıtın kalınlığı kadar kitapların yazılmasına yol açar. Bize böyle yararlı bir klavuz yapıtı kazandırdığı için yazarı ne kadar kutlasak azdır. Bu yapıtın bir an önce dilimize çevrilmiş olması dileğini tekrar ederken, henüz meslek yaşamının başında bulunan yazarın ilerki olgunluk günlerinde daha da mükemmel yapıtlar ortaya koyacağı inancındayız.
(I)
Bu yazımızın ilk düzeltmelerini verdiğimiz sırada haberimiz olmakla beraber, yararlanamadığımız bir yapıtı elde ettik. Venedik’teki Giorgio Cini Vakfı tarafınfından düzenlenen ve Alman Araştırma Kurumu ile Yunan Bizans ve Bizans Sonrası Araştırmaları Kurumunun katkıları bulunan Uluslararası İkinci Venedik Uygarlığı Tarihi Kongresi tutanakları yayınlanmıştır. Venedik Cumhuriyeti’nin XV. ve XVI. yüzyıllarda Doğu ve Batı Dünyaları arasındaki rolünü esas alan bu toplantıya, Prof. Halil İnalcık tek Türk olarak, H.J. Kissling ve Robert Mantran da birer Türkolog olarak katılmışlardır. İki dünya arasındaki ilişkilerin her cephesinin incelendiği bildirilere katkıları bulunanların ve tartışmalara girenlerin de adları ihmal edilmemiştir. Bu güzel yayından yararlanmamı sağlayan Bizans ve Bizans Sonrası Araştırmaları Kurumu başkanı sayın Prof. Manoussos Manoussacas’a teşekkürlerimi sunarken esas başlığını ve bizi ilgilendiren bildirileri sıralıyoruz: Venezia Centro di Mediazione tra Oriente e Occidente (Secoli XV-XVI). Aspelti e Problemi 2 cilt. Fİrenze (Floransa) 1977, c. I 380 Sayfa, e. 2 381-715 Sayfa.
Denis A. Zakythinos, “L’attitude de Venise face au dedin et a la chute de Constantinople”, S. 61-75, Erich Schilbach, “Venedigs widersprüchliche Haltung zur Türkische - Osmanischen Expansion”, S. 77-81 Halil İnalcık “An outline of Ottoman - Venetian relations”, S. 83-90.
S. 91_95 tartışmalar
Hans J. Kissling, “Venezia come cenlro di informazionî sui Turchi”, S. 98-109 Robert Mantran, “Venise, centre d’informations sur les Turcs”, S. 111-116 Giovanni K. Hassiotis, “Venezia e i domini veneziani tramite di informazîoni sui Turchi per gli Spagnoli nel secolo XVI” S. 117-136
S. 137-142 tartışmalar
Hermann Kellenbenz, “Venedig als internationales Zentrum und die Expansions des Hendels im 15. und 16. Jahrhundert”, S. 281-305.
Diğer araştırmaları koymayı gerekli görmüyoruz. Fakat düzenliyenlerden Prof. Agostino Pcrtusi’nin ölüm haberini bildirirken üzüntümüzü saklıyamıyoruz. Tarafsız bir Bizans tarihi araştırıcısı olan müteveffa, İstanbul’un fethine ait kaynakları sabırla toplayıp incelemiştir. Bu kitap hakkında gene Belleten için bir tanıtma yazısı hazırlamış bulunuyoruz. Orada belli başlı yazılarının bir listesini vermiş olmakla beraber, 25. Ocak. 1979 günü kaybettiğimiz sayın profesörün Türk tarihine katkılarını detaylı olarak ele almayı ümid edip saygı ile anıyoruz.
DR. MAHMUT H. ŞAKİROĞLU