I
1453 de Bizans düşünce, Rusya Moskova’yı 3. bir Roma yapma hayaline kapılmıştı[1]. 18. yüzyılda Rus dış politikasının en önemli hedefi “Hıristiyanların dinsizlerin elinden kurtarılması” ve “Ayasofya’ya haçın yeniden dikilmesi” idi. Yaptığı 11 savaştan sonra Rus ordusu nihayet 1878 yılında İstanbul kapılarına gelebildi. (San Stefano-Yeşil köy). İngiliz hükümeti Rusların Transkafkasya’da[2] ilerlemelerine değil, fakat Boğazları ele geçirmelerine karşı idi. (1856 Paris ve 1878 Berlin Kongreleri).
1876 anayasasının 23 Temmuz 1908 de tekrar yürürlüğe girmesi “Hürriyetperver Kuvvetler”de büyük hayranlık uyandırmıştı. Fakat 1912 Balkan Savaşında Fransız ve İngiliz basını Türk mağlubiyetinden sevinçle bahsedince akılları başlarına geldi[3]. 21 Şubat 1914 de St. Petersburg’da bir özel Konferans’ta Boğazların ele geçirilmesi hazırlıkları ayrıntılarıyle gözden geçirildi. Çar II. Nikolaus 5 Nisan’da protokolü onayladı[4].
Altı büyük devletin elçilerinin 13 Şubat 1914 de Londra’da verdikleri karar gereğince Ege adaları Yunanistan’a verilince, genç Türk hükümeti Bulgaristan ile birlikte bir büyük devletin yardımı ile onları tekrar geri almak için çalıştı. Türklerin Rusya[5] ve Almanya’ya yaklaşma politikası bu sebebe dayanır. Her iki büyük devlet ayrı ayrı sebeplerle çekingen davranıyorlardı. Elçi v. Wangenhcim 18 Temmuz 1914’de: “Türkler henüz ittifak yapmağa hazır değildirler” diyordu[6]. Veziriazam Sait Halim Paşa’nın iki resmî ittifak teklifi ve “sadece Rusya’ya karşı korunmak” endişelerine karşı Kayzer II. Wilhelm 22 ve 23 Temmuz tarihinde “Şimdi her tüfeği elde etmek gerekiyor” ve “Biz onları (Türkleri) hangi şartlar altında olursa olsun, red edemeyiz”[7] dedi. Böylece 2 Ağustos 1914 tarihli çok gizli Alman-Türk ittifakına zemin hazırlanmış oldu[8]. 31 Temmuz tarihli Hattı-Humayun da[9] “Veziriazam ve Hariciye nazırı Sait Halim Paşa, Rusya’nın muhtemel hücumuna karşı Alman Devleti ile müdafaa ittifakı yapmağa yetkili” olduğu yazılı idi. 27 Ağustos’ta onaylanan vesikaların teatisi yapıldı ve Kayzer, “Alman ordusuna Paris istikametinde ilerleme!” emrini verdi.
3 Ağustos’ta Osmanlı hükümeti genel seferberlik ve “halihazır harpte” tarafsız kalacağını ilân etti. Aynı gün Churchill, Sultan Osman I ve Reşadiye harp gemilerine el konulduğunu, ve İngiliz halkından toplanacak yardım ile satın alınacağını ilân edince Türk halkı galeyana geldi[10]. Enver Paşa seferberliğin bitiminden evvel Türkiye’nin harbe girmesinin imkânsız olduğunu anlamıştı.
İtilâf devletleri tarafsız kalmanın devamını arzu ediyorlardı. Paris ve Londra’da bunun hakkında gerçek nasıl düşündükleri, mülki tamamiyet ilânının harpten sonra boğazlar sorununu Rusların arzusuna göre halline engel olmıyacağına dair Başvekil Doumergue’in Iswolski’ye 11 Ağustosta yaptığı beyanatı ispat etmektedir[11]. İtilâf devletlerinin üç elçisi 18 Ağustos’ta “Türkiye’nin kati tarafsızlığını” isteyen bir beyanda bulundular. Bu arada Enver Paşa Goeben ve Breslau’un Çanakkale’ye girişine izin verdi. Sözde satın alınmış gibi gösterilmesinden sonra 16 Ağustos’ta Cemal Paşa onları “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adı altında merasimle Türk donanmasına kattı[12].
Alman Genel Kurmay’ı ve hükümeti 4 Ağustos’ta Türklerin hücuma geçmesi için tazyik ediyorlardı, zira o gün İngilizlerin kendilerine harp ilânını bekliyorlardı. Wangenheim ve Pallavicini isimli elçiler fazla acele bir hareketin faydasız ve tehlikeli olabileceğini ikaz ediyorlardı. Çanakkale Boğazı önünde bir hâdiseden sonra Enver Paşa 26 Eylül’de boğazın sadece mayınla kapatılmasını elde edebildi, ama harbin şeyhinin ispat ettiği gibi bununla Rusya’ya karşı en büyük darbeyi indirmiş oldu, çünkü böylece silâh ve cephane nakline mani olunması 1917 Martında askerî yıkılmanın en önemli sebebi olmuştu[13].
Donanmanın Karadeniz’de manevra yapması için gerekli müsaadeyi alma çabaları 11 Ekim’de kabinedeki harp taraftarlarının şu kararı ile sonuca bağlandı: Alman Hükümeti 2 Milyon TL. karşılığı altın verdiği takdirde Amiral Souchon’a Ruslara hücum etmek için salâhiyet verilecektir. 21 Ekim’de, yani çok kısa bir zamanda, istenilen altınlar gelince, kabine çoğunlukla meclis başkanı Halil’in Berlin’e gidip en müsait hücum zamanını kararlaştırmasını istedi.
Enver Paşa daha evvel davranarak 22 sinde, halen Genelkurmay Başkanı ünvanını taşıyan Moltke’ye şunları bildirdi : “Donanma Harp ilânı olmaksızın[14], Rus donanmasına hücum edip Karadenizde deniz hâkimiyetini elde etmeli. Bu Amiral Souchon’un vereceği tarihte olmalı. Rusların harp ilânından sonra, Sultan Almanya- Avusturya ve Türkiye’nin düşmanlarına karşı harp kararını bildirecek”[15]. Aynı şekilde 22 tarihli bir emri Enver 24 ünde mühürlü bir zarfla Souehon’a verdi: “Türk Donanması Karadeniz’de deniz hâkimiyetini elde etmeli. Rus donanmasını arayınız, bulduğunuz yerde harp ilânı olmaksızın hücum ediniz, Enver”
Çok vahim neticeler doğurabilecek bu mesuliyetli kararı belgelemek için Wangenheim Enver’in sarih bir yazılı emrini istedi. Souchon onu 24 ünde aldı: “Bütün donanma Karadenizde manevra yapıyor. Uygun fırsatı bulunca Rus donanmasına hücum ediniz ve düşmanlıklarını kazanmadan, bu sabah size şahsen verdiğim emri açınız, Sırbistan’da malzeme nakline mani olabilmek için kararlaştırdığımız gibi pazarlık yapınız, Enver”[16]. Souchon bütün Türk subay ve bahriyelilerin itaatlarından emin olmak istediği için Enver Paşa’dan 24 ünde bütün Kumandanlara gizli emirler göndermesini istedi. 25 inde bunlar gönderildi: “Türk donanmasına Viz Amiral[17] tayin edilen Amiral Souchon’un Karadeniz’de bulunduğu müddetçe emirlerine harfiyen riayet etmenizi ve emirlerin yerine getirilmesi için gereken herşeyi tereddütsüz yapmanızı istiyorum”, Cemal[18]. 18 Kasımda San Stefano (Küçük Çekmece)de Rusların zafer abidesi tahrip edilirken Cemal Paşa durumu şöyle anlattı: “Donanma emr-i mahsus ile hareket etti. Alman General ve Amiraller devletin idaresinde ancak işleri tatbik etmekle görevlidirler.” Souchon 29 Ekim’de emirden uzaklaşıp limanları bombaladı, fakat, Rus donanması açık denizde savaşmaktan kaçınmak için kati emir almıştı[19].
Lloyd George 10 Kasım[20] da dostlarına sevinçle Türklerin harbe girdiklerini ve cezalarını çekeceklerini bildirdi. Britanya’nın mal ve can bakımından ne kadar büyük kayıplara uğrıyacağını bilemiyordu: 25 Nisan 1915’te Gelibolu’ya gelişlerinde[21] ve beklenen, fakat ancak 4 yıl sonra gerçekleşen sonuç; “Yeni bir Türkiye’nin doğuşu ve bir ankakuşu gibi kül’den yükselişi”. Türkiye için de çok acı olan sonuçlara rağmen Mustafa Kemal 10 Ekim 1919 da tarafsızlığının devam edemiyeceğini haklı olarak ileri sürmüştü: “İstanbul’un stratejik durumu ve Rusya’nın itilâf devletlere katılışı, harbe seyirci kalmayı imkânsız kılmıştı. Ayrıca sefaretlerin açıklanan gizli anlaşmaları İstanbul’un Çarlık Rusya’sına söz verildiğini ispatlamaktadır. Bundan dolayı Türkiye’nin itilâf devletlerine karşı harbe girişi kaçınılamazdı”[22].
II
İkinci Cihan Savaşında Türkiye’nin durumu başka idi. Mussolini 18 Mart 1934 de “Asya ve Afrika”yı İtalya’nın tarihi konuları olarak adlandırdı ve böylece 28 Mart 1919 da Antalya çıkartmasını hatırlattı. 7 Nisan 1939 Arnavutluk işgal edilince o siyasetin tekrar edeceği endişesi doğdu. Bu ise 8 Temmuzda Dışişleri Bakanı Saraçoğlu’nun dediği gibi, İngiltere ve Fransa’nın 12 Mayıs ve 23 Haziran 1939 da yaptıkları yardım tekliflerinin kabulü ile “Türkiye’nin sulh cephesine yanaşmasına başlıca sebep olmuştu”[23]. Bunların Sovyetleri de kendi taraflarına çekme teşebbüsü 23 Ağustos’taki sürprizli Alman-Rus anlaşmasından sonra suya düştü. Moskova’da Saraçoğlu’nun yaptığı müzakerelerde Molotov birkaç kere Boğazlar sorununu ortaya atmıştı[24]. İsmet İnönü’nün devlet adamlarına has ileri görüşü sayesinde 19 Ekim tarihli anlaşma metnine 2. Protokol ilâve edildi:
“Les engagements assumes par la Turquie ne pourront la contraidre à un acte ayant pour effet ou pour conséquence de l’entrainer dans un conflit armé avec l’U. R. S. S.” [25] (Türkiye tarafından üstlenilen taahhütler, etkisi veya sonucu bakımından onu Rusya ile silahlı bir anlaşmazlığa sürükleyecek bir fiile mecbur edemezler).
Daladier’in yaptırdığı ve bunlarla bağdaşmıyan Baku’ya uçak hücumunu “pour priver l’Allemagne de pétrole et pour faciliter l’émancipation des populations musulmanes du Caucase” (Almanya’yı petrolden mahrum etmek ve Kafkasya müslüman halkının özgürlüğüne kavuşmasını kolaylaştırmak için). Reynaud 28 Mart 1940’da haklı olarak tenkit etti:
“Si l’opération ne devait pas être décisive, il serait fou d’y avoir recours” (Şayet kesin bir sonuca götürmeyecek bir harekât olsaydı böyle bir yönteme başvurmak delilik olurdu). Massigli bu planın Ankara nezdinde temsilini red etti. Gariptir ki, aynı Reynaud 16 Mayıs’taki Alman hücumu sırasında, ısrarla Türk hükümetinin ittifak taahhütlerini yerine getirilmeye ikna edilmemesini istiyordu. 14 Haziran’da Saraçoğlu şu cevabı verdi: “L’U. R. S. S. est encore dans l’autre camp et guette une imprudence de notre part” (Rusya henüz öteki cephededir ve tarafımızdan yapılacak bir ihtiyatsızlığı beklemektedir). İnönü bunu önceden sezerek şöyle tamamladı: “la non-belligérance permettrait un jour la réconciliation avec Moscou, plus que jamais nécessaire pour gagner la guerre”[26] (Savaşmama hali birgün Moskovayla barışmaya olanak sağlayabilirdi, ki buda savaşı kazanmak için her zamandan elzemdi).
Harbin 1 Eylül 1939 da başlamasından bu yana Alman-Sovyet ilişkileri gittikçe kötüleşiyordu. Bu ilişkileri düzeltme teşebbüsünde Molotov 13 Kasım 1940’da “Boğazlarda Köprübaşı tutmak için bir mukavele”nin muvafakatim istiyordu. Hitler 31 Aralık’ta Mussolini’ye “İstanbul’u Rusya’ya vermek bizim menfaatimize aykırıdır” diye yazıyordu. Sefir Schulenburg 17 Ocak 1941’de şöyle demektedir: “Sovyet idaresi Bulgaristan ve Boğazları Sovyet Birliği için bir emniyet sahası olarak saymaktadır”[27]. Churchill 31 Ocak’ta İnönü’ye öncelikle Anadolu’da İngiliz hava üsleri kurmayı teklif etti: “If Greece should surrender, we will fight the air war from Turkish bases by agreement with you”[28]. (Yunanistan Türkiye’nin etrafını sararsa, sizinle anlaşarak hava harbini Türk topraklarından idare ederiz). Diğer taraftan Hitler İnönü’ye yazdığı 28 Şubat tarihli mektupla, Türk hududunda silâhsız bir bölge teklifinde bulundu[29]. 6 Nisan 1941 de Yunanistan’a girildikten sonra Hitler 4 Mayıs nutkunda Türkiye’nin lehine şunları söyledi: “Yeni Türkiye’nin büyük dahi yaratıcısı yükselmenin ilk ve harika örneğini vermiştir” Ancak bu arada Hitler, Atatürk’te olan fakat kendisinde eksik olan ölçülü davranma sanatını unuttu. İnönü 15 Haziran tarihli yazısında Türk efkârı umumiyesinde çok iyi tesir bıraktığını söyliyerek teşekkür etti[30]. Bağdat’da heveskârcasına yapılan inkılâptan sonra ve Suriye’de savaşa mücadeleye dair bazı cüretlilerin teklifleri az zamanda unutuldu. Böylece 18 Haziran’da Alman-Türk dostluk ve istişare anlaşması yapılabildi[31]. Eden bu olayı: “The agreement came as no surprise to us, though we should naturally have preferred that no such treaty had been concluded” (Bu anlaşma bizim için sürpriz değildi, ancak olmamasını tercih ederdik) diyerek olağan karşıladı[32]. Başbakan Refik Saydam 4 Temmuz tarihinde Hitler’e 4 Mayıs tarihli konuşması için teşekkür etti ve İngilizlere de “Centilmen bir millet olarak, müttefik bir devletin en büyük düşmanı ile yaptığı dostluk anlaşmasını anlayışla karşıladıklarını” bildirdi.
Dört gün sonra (22 Haz.) Hitler ordusunu Sovyet hududundan geçirdi ve bunun “zor fakat zaferle biten bir harp” olacağı kanısında idi. Mussolini’ye bunun hayatının en zor kararı olduğunu yazdı. Aslında Almanya’yı tarihinde en büyük uçuruma sürüklüyordu. 27 Mayıs’ta Eden’in tertip ettiği, Belgrad’daki hükümet darbesi, bu seferi 4 hafta geciktirdi, bu da Moskova muharebesinin ve dolayısiyle bütün harbin kayıbına sebep oldu[33].
Türk halkı 1941 ve 1942 de Almanların yaptıkları bu yürüyüşü sevinçle takip ediyorlardı. Türk asıllı bölgelerin Hürriyet kazanıp kendi kendilerini idare etme ümidini Hitler bozdu, Bakü’yü kendisi için istedi[34] ve Kırım’a da Güney Tirol’den göç edenleri[35] yerleştirecekti. İlk başarıları eşya alış verişi imkânını verdi, Bakır ve Krom karşılığı Harp malzemesi (8.1.1940 tarihli Britanya anlaşması gereğince 8 Ocak 1943’den beri). Türkiye bunları her iki taraftan da alıyordu ve 3 Aralık 1941 tarihli Roosevelt’in emri ile de U. S. A.dan alıyordu[36].
Bu suretle Türk dış politikası, yürümek için çok maharet isteyen bir keçi yoluna döndü. Kızıl ordunun başarılarından sonra Churchill ısrarla çok hoşlandığı plânını uygulamağa çalıştı, Türkiye’yi harbe sürüklemek, 18 Kasım 1942 de “British Chiefs of Staff” (İngiliz Kurmay Başkanı) “A supreme and prolonged effort must be made to bring Turkey into the war in the spring” (Türkiye’yi baharda harbe sokmak için çok gayret sarf etmek gerekecek) dedi. 28 Kasımda Stalin de aynı arzuyu izhar etti. Casablanka’da Churchill Eden’e şöyle dedi; “I am sorry about Turkey. I think a golden opportunity may be lost” (Türkiye için üzülüyorum. Bir altın şans kaybolabilir). Ankara’ya bir askerî heyet yolladıktan sonra (Linnell-Baillen, sivil olarak) 2 Mart 1943 de süreyi sonbahara tehir etti. Bu heyet 3 Şubat 1944 de habersiz hareket etti, İngilizlerin silâh teslimleri, plânlanan istilâ (Overlord operasyonu) dolayısiyle 1 Mart’ta hazırdı. Bütün Balkan yarım adasının kızıl ordu tarafından işgalini isteyen Stalin de Kasım 1943 sonunda “Overlord must come first” (önce Overlord) dedi. Roosevelt ise “If he were the President of Turkey, he would refuse to fight until enormous amounts of equipment had been delivered to his forces” (Eğer o Türkiye Reisicumhuru olsaydı malzemenin büyük bir kısmı teslim edilmeden savaşa katılmazdı) diyordu[37].
İnönü bütün İngiliz tekliflerini nezaketle, fakat katiyetle red ediyordu, bu Alman hava hücumlarından korktuğu için değil[38], “müttefik” bir Kızıl ordunun boğazları bir daha bırakmıyacağından emin olduğu için, idi. Saraçoğlu 3 Aralık 1943’de Adana’da “Russia might become imperialistic”. “Rusya emperiyalist oluyor” diyordu. Roosevelt de endişelenmeğe başlamıştı. Eden 13 Mart 1943’de Washington’da onunla ilk karşılaşınca hakkında şöyle dedi: “The big question which rightly dominated Roosevelt’s mind was whether it was possible to work with the Russians now and after the war” (Roosevelt’in zihnini kurcalayan büyük sorun Ruslarla şimdi ve harpten sonra birlikte çalışmanın mümkün olup olmadığı idi). Churchill Eden’e 6 Ağustos 1943 de diyor ki: The Russians have not forgotten that we offered them Constantinople”. (Ruslar onlara İstanbul’u teklif edişimizi unutmadılar”) [39].
Türkiye’nin Almanya’ya karşı tutumu Churchill ve Roosevelt’i şu üç merhaleye zorladı:
1- 14 Nisan 1944 tarihli karar gereğince Krom teslimatı durdurulacak (halbuki ayın 21’inde 218 vagon hududu geçmişti)[40].
2- 11 Temmuz 1944 tarihli istek gereğince diplomatik ve iktisadî ilişkiler kesilecek (3 Ağustos’ta başladı) Stalin daha o zaman harp ilânını isteyince, Churchill ona şöyle yazmıştı: “I fear that Turkey will defend herself by asking for aircraft to protect her towns. She will demand once again all sorts of munitions which we cannot spare” (Korkarım Türkiye kendi kendini müdafaa edecek ve kendi şehirlerini müdafaa edebilmek için hava kuvvetleri isteyecek. Her çeşit cephane istiyecek, red edemiyeceğiz). Stalin 15 Temmuz’da şöyle cevap verdi: “I see no benefit in halfmeasures on the part of Turkey for the Allies. It is better to leave Turkey in peace and to her own free will” (Türkiye hakkında yarımyamalak tedbirler almanın müttefikler için bir yararını görmüyorum. Türkiye’yi kendi halinde sulh içinde bırakmak daha iyidir) Hemen arkasından harpten- sonra Türk isteklerini terk etmekle tehdit etti.
3- 8 Şubat 1945 Kırım Konferansı kararı gereğince 1 Mart’a kadar Almanya ve Japonya’ya harp ilân edilecekti. Bu, milletler cemiyetine kabul edilme dolayısıyla sadece bir formalite olarak, 23 Şubatta meydana geldi).[41]
Molotof Türkiye’ye kötü bir sürpriz yaparak 1925 tarafsızlık anlaşmasını 19 Mart 1945 de bozulacağını tebliğ etti. Çünkü 2. cihan savaşının meydana getirdiği derin değişikliklere tekabül etmiyordu ve ciddî değişikliklere muhtaçtı. 7 Haz İran’da Kars ve Ardahan’ın geri verilmesini sözlü olarak tekrarladı: 18 Temmuzda Potsdam’da Stalin bunların “had been taken away from Russia at the end of the last war” (son savaşın sonunda Rusya’dan alındığını) ve ayrıca boğazların kontrolüne fiilen katılmak istediklerini belirtti. Tahran’da ise Stalin 1936 Montreux anlaşmasının yeniden gözden geçirilmesini teklif etti. Bu konudaki bir nota teatisi neticesiz kaldı[42]. 12 Mart 1947 tarihli Truman doktrininin “Türkiye’yi dış tazyiklere karşı kuvvetlendirmek” için sağladığı iktisadî destek, Sovyetlerin isteklerini azaltmağa sebep oldu. 5 Mart 1953 de Stalin’in ölümünden sonra isteklerini 30 Mayıs’ta geri aldılar[43].
Türkiye’nin 2. Cihan Savaşındaki başarısı hk. Eden şöyle demektedir: “The Turks proved able, with British and U. S. support, to withstand the Soviet demands” (Türkiye İngiliz ve U. S. A. yardımı sayesinde Sovyet isteklerine kuvvetle karşı koyabilmiştir)[44]. Sefir M. Peterson İnönü’nün karakterini şöyle anlatmaktadır: “He has become the type of the gentle, conciliatory Elder Statesman, tenacious of purpose indeed as some would say to the point of obstinacy, but with the iron fist well covered by a double thickness of velvet glove”, (Nazik ve uzlaştırıcı büyük bir devlet adamı, maksadını elde etmek için hiçbir şeyden vazgeçmeyen hatta inatçı, fakat demir yumruğu çift katlı kadife eldivenle örtülü)[45].