ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Afif Erzen

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs Tarihi, İlk Çağ, Antik Çağ, Doğu Akdeniz Tarihi, Kypros, Kıbrıs Seramiği, Bronz Çağı, Aya İrini, Prehistorik Devir

İlkçağda Küçük Asya adını taşımış olan Anadolu yarımadası coğrafî mevkii bakımından Asya, Afrika ve Avrupa arasında merkezî bir rol oynadığı gibi, Güney Anadolu kıyılarından 70 km. uzakta, Doğu Akdeniz’in en büyük adası olan Kıbrıs (9.251 km2) da Mısır, Filistin, Suriye, Anadolu ve Ege bölgesi arasındaki deniz yolu üzerinde yer almış bulunmakla, önemli bir bağlantı unsuru olmuştur[1]. Böylece Kıbrıs da dolayısıyla Afrika, Önasya ve Avrupa’nın denizci milletleri arasındaki siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkilerde oldukça önemli bir rol oynamıştır[2].

Kıbrıs yeryüzü şekilleri itibariyle güney ve kuzeyden dağlarla çevrili ve ortası çukur olması itibariyle de üç büyük bölge teşkil ederek, Anadolu’ya benzetilmiştir[3] (Res. 1). Esasen jeolog ve coğrafyacıların incelemelerine göre ada, avarız itibariyle Toros sistemi içinde mütalâa olunmakta ve üçüncü jeolojik zamanın genç kıvrımlarına ait olduğu kabul edilerek, dördüncü zaman başlarında dış Toroslar veya Amanoslar’ın bir devamı olmakla Kıbrıs’ın Hatay ilinin dağ ve ovalarıyle bağlılığı ispatlanmaktadır[4]. Güney Anadolu ile Kıbrıs adası aynı iklime sahip olmakla beraber, Adanın bitki ötrüsü ile Toroslar ve Güney Anadolu kıyı bölgesi bitki türleri hemen hemen aynıdır[5]. İskenderun körfezi ile Antalya körfezi arasında 70 km. genişliğindeki bir deniz kolu ile güney Anadolu’dan ayrılmış intibaını veren Kıbrıs’ta vaktiyle Anadolu’da yaşamış olan “cüce fil”lere ait fosil kemiklerle fosil “cüce su aygırı” kemikleri bulunmuştur. Ayrıca Asya kıtasında rastlanan yabani koyun (mouflon), halen Anadolu’da yaşamakta olan yaban kedisi, yaban domuzu da Kıbrıs’ta mevcuttur ve bunların, adanın kara ile bağlılığı zamanından kaldığı jeologlar tarafından kabul edilmektedir[6].

İlkçağda henüz pusula icat edilmemiş olduğundan, deniz nakliyatı kıyıları izleyerek yapılıyordu. Açıkdeniz trafiği yoktu. Bu itibarla Kıbrıs sahillere yakın olduğundan Mısır, Fenike, Anadolu ve Ege denizi kıyıları arasında deniz seferleri başladığı tarihten itibaren önem kazanmış ve bu ülkeler arasında çok müsait bir uğrak yeri teşkil etmiştir[7]. Ayrıca Kızıldeniz aracılığıyle Mısır limanları, Fenike şehirleri, Antakya (Süveydiye) ve İskenderun’un hinterlandları, Mezopotamya, İran, Hindistan ve Çin’e kadar uzanmakta ve ilkçağda yüzyıllarca bu ülkelerle Akdeniz dünyası ve Avrupa arasında kervan nakliyatı yapılmakta idi ki, bu durum da Kıbrıs’ın jeopolitik değerini arttırmış olsa gerektir[8]. Bundan başka Mezopotamya’dan gelen yollar muhtelif kollar halinde yukarı Suriye ve Hatay’da birleştikten sonra, Amanoslar ve Toroslar’daki geçitlerden geçmek suretiyle Orta Anadolu’ya ulaşarak çeşitli yönlere ayrılırlar. Diğer taraftan Yukarı Suriye ve Filistin üzerinden geçen bu yol Mısır’a gider. Arabistan yarımadası çöl olduğundan, Eskiçağda Mısır ile Mezopotamya arasındaki kara bağlantısı daha ziyade Filistin - Suriye ve Hatay’dan geçen yolun Fırat vadisine inmesiyle temin edilmiştir[9]. Mısır ile Anadolu arasındaki bağlantı da yine Filistin ve Suriye’ye gelen kara ve deniz yollarının Amanoslar ve Toroslar’daki geçitlerden geçmesiyle meydana gelir. Şu halde Yukarı Suriye ve Hatay bölgesi Anadolu, Mısır ve Mezopotamya yollarının kesiştiği bir yerdir. Mısır’ın Mezopotamya ve Asya’nın diğer bölgeleri ile denizden teması da Yukarı Suriye ve İskenderun körfezindeki limanlar aracılığıyle olmuştur. Yakın Doğu ülkeleri ile Akdeniz dünyası en iyi şekilde İskenderun körfezi ve Fenike kıyılarındaki limanlar aracılığıyle temasa geçebilmiştir. Bugün bir taraftan İskenderun - Erzurum yolunun açılmış bulunması, diğer taraftan İran’dan gelen ve Doğu Anadolu’dan geçen Cento yolunun İskenderun yolu ile birleşmesi, Irak’dan gelecek tabiî gaz ve petrol ile İran’dan Akdenize akıtılması düşünülen petrol borularının İskenderun körfezinde denize ulaşması ve nihayet burada Türkiye’nin ikinci büyük demir-çelik tesislerinin kurulması körfez bölgesinin ticarî ve askerî önemini büsbütün arttırmıştır[10].

Kıbrıs ise Çukurova bölgesi ile Hatay bölgesi arasında bir ada olmasiyle, bu kara parçalarıyle birlikte bir coğrafî bütün teşkil ettiği gibi, Hatay ile Anadolu kıyılarının meydana getirdiği İskenderun körfezine hâkim bir mevkide bulunduğundan, bu toprakları kontrol eder bir durumdadır. İşte jeopolitik durumu itibariyle bölgenin âdeta kilit noktasında bulunan Kıbrıs, Hatay-İskenderun çevresi, dolayısıyle Anadolu için son derece önemi haizdir. Zaten tarihî olaylar ilkçağdan beri bunu ispat etmektedir. Vakıa adada bakır, demir, krom ve gemi kerestesi gibi stratejik maddelerin bol miktarda bulunması[11] ve limanları sayesinde denizciliğin gelişmiş olması, Kıbrıs’ın tarihte önemli bir yer almasına sebep olmuştur. Fakat Kıbrıs, Hatay ile Anadolu’nun köşe teşkil ettiği yerde bulunması dolayısıyle, Mısır ve Yakın Doğu ile Ege denizi arasındaki deniz yolunun üstünde olduğundan Mısır, Yakın Doğu ve Anadolu’ya hâkim kuvvetler bu adayı ele geçirmek istemişlerdir. Tarihte doğu Akdeniz hâkimiyeti bakımından, bu sahalardaki devletler arasında Kıbrıs’ın bir mücadele konusu olması adanın stratejik değerini arttırmıştır[12].

Kıbrıs jeoloji ve coğrafya bakımından Anadolu yarımadasının bir dış unsuru, Toroslar’ın dış kıvrım bölgesini teşkil etmekle kalmamakta, etnik ve kültürel bakımdan da Eskiçağda Anadolu’ya bağlı görünmektedir.

Kıbrıs’ın adı: Kıbrıs'ın adı tarihî kaynaklar ve tarihî olaylarla yakından ilgili olduğu için üzerinde durulması gereklidir. Homeros’tan itibaren Grekler’de ve diğer kültür milletlerinde ada Kypros adını taşımıştır. Grekçe ad Κύπρος şeklinde ilk defa Homeros’un İlias destanında (II. XI, 21) Kinyros efsanesi ile ilgili olarak geçmektedir. Daha sonra (Odyss. IV, 83, VIII, 362; XVII, 442 vd., 448) zîkr edilmiştir. Κύπρίς aynı zamanda Afrodit’in unvanıdır (II. V, 330). Kitabelerde isime ilk defa M. Ö. 459’da rastlanmıştır (CIG 165= CIA433). Yerli alfabe ile sikke yazısı olarak Κυ şeklinde görülür. Pek çok şahıs adlarında bitişik olarak kullanılmıştır. Mesela Άριστ- όϰυπρος. Bundan adın yerliler tarafından kullanılmış olduğu da anlaşılıyor; ismin manâsı yorumlanmak istenmişse de muvaffak olunamamıştır. Bu adın kökü ne Indo-Avrupa ne de Samî dillerden gelmektedir[12]. Adada bol miktarda bakır bulunduğundan ve ilkçağda M.Ö. 3. binden itibaren bakır elde edildiğinden Kıbrıs adı bakırla münasebete sokulmuştur Κύπριοςχάλϰος. Cyprius, Cuprinus “bakır”dan Cyprum meydana gelmiştir. Grekçe Kypros'tan latince cuprum, İtalyanca cipro, İngilizce copper, almanca kupfer çıkmış olsa gerektir. Yani bakır, Kıbrıs isminden çıkmıştır. Zira Kıbrıs adının da yerli dilden geldiği anlaşılmaktadır[13].

Kıbrıs’ın en eski adı Asy yahut Alašıa olarak Yakınşark vesikakalarında M. Ö. 18.yy. dan beri geçer ve Kıbrıs ile ayniyeti kabul edilmiştir[14]. Alašıa ülkesi ve kırallığı M. Ö. 15.yy. dan beri Mısır, 14. yy.dan beri Hitit belgelerinde geçmektedir (bk. not 14’teki eserler) ve muhtemelen “Bakır ülkesi” manasına gelmekteydi (Bk. W, Bran-

















denstein, ayn.yer). Tell el Amarna kil tabletlerinde Alašia kıralının Mısır kıralına muhtemelen Amenofis IV (M. Ö. 1375-1358)e yazmış olduğu 8 mektup vardır ki, bütün bu belgeler Akadca yazılmıştır. Alašia adı ilk defa M. Müller tarafından Kıbrıs olarak yorulmanmış ve Tamassos’ta bulunan Άπόλ(λ)ων Άλασιώτας bilingue ile teyit edilmiştir[15]. Bu tarihten itibaren isim Alašia olarak Mısır ve Hitit kaynaklarında da ispatlanmıştır. Bundan başka eski şark kaynaklarında Sargon II’den Assurbanipal’e kadar (M. Ö. 721-625) olan Assur anallarında (Yamna, Atnana, Yatnana) olarak geçmektedir[16]. Nihayet İbrani metinlerinde Kittim= Kıbrıs ayniyeti Fenikelilerce kabul edilmişse de bu ancak Kittion şehri ile ilgili olmalıdır (Oberhummer, ayn. yer).

Kıbrıs'ın Prehistorik Devirleri

A-Neolitik ve Kalkolitik Devirler:

Kıbrıs’ta şimdiye kadar yapılmış olan arkeolojik araştırmalara göre adanın Neolitik devirden itibaren iskân edildiği görülmektedir. Kıbrıslı arkeolog Vassos Karageorghis “Archaeologischer Anzeiger 1963”te yayımladığı bir makalede platodaki bir iskân bölgesi ile Karpas yarımadasının doğusunda bulunan Aphrodite Akrai (BCH. 86, 1962, 372 vd.) yakınındaki bir tepenin güney yamaçlarındaki satıh buluntuları arasında taş baltaların, gri andesitten çanak parçaların ve çakmak taşı aletlerinin ele geçtiğini ve hiç bir çömlek parçasına rastlanmadığını yazmaktadır. Bundan sonra Karageorghis bu bölgenin Neolitik kültürünün çömlekçilikten önceki ilk devresine, yani M. Ö. 6. bine ait olduğunu ve buluntuların adanın Anadolu’ya en yakın bölgesinde bulunmuş olması ve Anadolu’da kuvvetli bir Neolitik kültürün mevcudiyeti dolayısiyle ilk ada halkının buradan geldiklerini gösterdiğini yazmakta ve Mellaart tarafından Anadolu’nun Neolitik devrini aydınlatan Hacılar ve Çatalhöyük kazılarını zikretmektedir[17]. Son yıllarda uygulanan C 14 ölçülerine göre, Kıbrıs’ın en eski iskânı M. Ö. 6. bine tarihlendirilmekte ve böylece Filistin, Anadolu ve Yunanistan ile aynı hizaya getirilmektedir[18]. Yeni tarihlemelere göre, başta Khirokitia olmak üzere, Neolitik devir Kıbrıs’ta iki büyük devreye ayrılır ki, bunlardan birisi Neolitik I (M. Ö. ca. 5800-4950) ikincisi ise, Neolitik II (M.Ö. ca. 3500-3000) yıllarına konulmaktadır; arada 2000 yıllık ve henüz izah edilemiyen bir boşluk vardır[19].

Neolitik devrin en önemli iskân yerlerinin başında gelen Khirokitia ve Sotira’da elde edilen buluntular, iskân kalıntıları Anadolu ve Önasya ile Kıbrıs arasındaki yakın ilişkilere işaret etmektedir. Bunlar arasında obsidien aletler Anadolu, tolos (daire) planlı evler Kuzey Mezopotamya’daki Arpaciya ile olan ticarî ve kültürel bağlantıları açıklıyacak mahiyettedir[20] (Res. 2, 3, 4). Son araştırmalara göre Neolitik devir Kıbrıs halkı antropolojik bakımdan Brakycephal Akdeniz ırkına mensuptur. Hattâ bazı antropologlar Akdeniz Brakycephal ırkın Kilikya grubu menşeinden geldiğini ileri sürmektedirler[21].

Kalkolitik Devir

Kıbrıs’ın yine güney sahil bölgesinde Erimi’de Neolitik devir ile Erken Bronz devri arasında bir geçiş safhası olan ve tahminen M. Ö. 3000-2300 arasına tarihlenen Kalkolitik çağa ait önemli buluntular ele geçirilmiştir. Keramik şekilleri ve süslemeler, idoller, mimarî kalıntılar Neolitik devrin sonunda yeni bir kültür hareketinin başladığına işaret etmektedir. Yeni elemanların Önasya’dan özellikle Filistin’den ve Yukarı Suriye’den geldiği anlaşılmaktadır. Son yıllardaki buluntularla gittikçe sayıları artan çıplak kadın heykelcikleri (Ana Tanrıça) bu hususu teyid etse gerektir[22]. Kalkolitik devirde Erimi kazısında üst katlarda bakır aletlere rastlanması gerçekten burada taş-bakır çağının mevcut olduğunu göstermiştir[23]. Etnik bakımdan Dolichokephal ırkın artması görülmüşse de, genellikle büyük bir değişme henüz olmamıştır[24].

Erken Bronz “Erken Kıbrıs” Devri (M. Ö. 2300-2000):

Erken Bronz Devrinde (M. Ö. 2300-2000) Kıbrıs sık bir iskâna sahne olduğu gibi, tabiî kaynakların zenginliği ve coğrafî durumundan dolayı iktisaden de gelişmiş ve bu itibarla komşu ülkelerle sıkı ilişkiler kurmuştur[25]. Ancak adada yapılan arkeolojik kazılar sonunda pek az iskân yerine rastlanmış, buna karşılık o zamanlar iskân sahası dışında bulunan mezarlıklar keşfedilmiştir. Bu mezarların çoğu oda mezarlar olup, zengin bronz eşya ve keramik ihtiva etmektedirler. Araştırıcıların ifadelerine göre, başlangıçta Kıbrıs çömlekçileri, Anadolu Erken Bronz Devrinin ikinci safhasında vukua gelen felâket dolayısıyle, güneybatı Anadolu’dan Kıbrıs’a gelen yeni göçmenlerin sanatından esinlenmişlerdir. Bununla beraber, Kıbrıslı ustaların, süratle yabancı elemanları kendi öz üslûpları ile kaynaştırmaya, teknik maharet kazanmaya ve mükemmel dekor ve şekil duygusu elde etmeye muvaffak oldukları ileri sürülmektedir[26]. Kıbrıs’ın kuzey kıyı bölgesinde bu devre ait büyük Vounous nekropolündeki mezarlarda en çok ve en değerli buluntular ele geçmiştir (Res. 5, 6, 7, 8, 9,10, 11). Gerek mezar şekilleri gerekse keramik buluntuları, özellikle parlak kırmızı boyalı, gagalı ve diğer keramik türleri Batı ve Orta Anadolu Erken Bronz Devri kültürü ile de yakın münasebeti gösteriyor[27] (Res. 12, 13, 14, 15, 16, 17). Arkeolojik belgelerin açıkladığı bu durumu filolojik deliller de desteklemektedir. Alman filologlarından Paul Kretschmer’in 1896’da yayınladığı ünlü eseri (Einleitung in die Geschichte der Griechischen Sprache) “Grek Dil Tarihine Giriş” ile müellif M. Ö. 3. bindeki eski Anadolu diline ait olan -nd ve -ss son ekli yer adlarının Ege denizi üzerinden Batıya yayıldığını ispatlamıştır. Böylece M. Ö. 3. bindeki Anadolulular Ege adalarını, Girit’i ve Yunanistan’ı işgal ve iskân etmişler ve bu yerleri kendi dillerindeki adlarla adlandırmışlardır[28]. Son yıllardaki incelemeler bütün Anadolu’nun ve Kıbrıs’ın da bu eski Anadolu dil sahasına dahil olduğunu göstermiştir. Kıbrıs’taki Amamassos, Arabanda, Melanthos, Paphos, Tamassos, Tegessos, Arsos, Nemesos, Melandra, Leukara, Asine, Pergamon, Idalion, Lymbeia, Alampria gibi yer adları eski Anadolu diline aittir. Bu yer adlarının paralellerine yahut yakın benzerlerine Karia bölgesinde ve Güney Anadolu’daki yer adlarında rastlanmaktadır[29]. Bu bize M. Ö. 3. binde, arkeolojik belgelerin de (mezarlar) açıkladığı üzere, Erken Bronz devri iskân yerlerinde oturmuş ve bu devir kültürünü, meydana getirmiş olan halkın Anadolulular olduğunu açıkça göstermektedir[30]. Ayrıca menşei 3. bine kadar gidebilen ve eski Anadolu dillerinden biri olduğu anlaşılan Kıbrıs’ın bir yerli dili vardır ki, eski Kıbrıs dili (Eteokypros) denilen bu dil M. Ö. 3. yüzyıla, hattâ Romalılar devrine kadar yazılmış ve konuşulmuştur[31]. M. Ö. 3. binde Kıbrıs’ta ne Fenikeliler ve ne de Mikenliler mevcuttur. Bu devirde Mısır, Suriye ve Filistin’le Kıbrıs’ın karşılıklı temasları ve etkileri olduğu şüphesizdir. Fakat bu, kültür ve etnik bakımdan büyük bir değişiklik getirmemiştir.

Orta Bronz “Orta Kıbrıs” Devri (M. Ö. 2000-1600).

Orta Bronz devrinde Kıbrıs Geç Bronz devrine bir geçiş teşkil etmekle beraber, kültürel ve iktisadî hayat bakımından gelişme ve zenginliğe erişmiştir. Gerek keramik, gerekse madenî eşya bakımından yüksek sanat seviyesi göstermekte ve yakın şark ve Mısır ile sıkı bir ticarî münasebette bulunduğu anlaşılmaktadır (Res. 18). Ancak bu devirde Mısır’a yapılan Hiksos istilâsından Kıbrıs’ta oldukça etkilenmiştir. Hiksos istilâsı etnik olmaktan ziyade politik ve askerî bir manâ ifade etmiştir. Nitekim M. Ö. 17. yüzyılda Hiksos akınlarına karşı koyabilmek gayesiyle adanın ortasında Hagios Sozomenos’da, kuzeyde Kirini’de ve doğuda Karpas yarımadasında Nitovikla’da ihtişamlı kaleler inşa edilmiştir. Nitovikla kalesi Anadolu mimarî unsurlularını göstermekte ve Boğazköy’deki tahkimata benzemektedir. Ajos Yakovos ve Milia’da bulunan mezarlar Hiksoslar’a atfedilmektedir. Hiksoslar’a dahil olan bir kavmin Kıbrıs’a geldiği ve bir müddet burada kaldıkları bazı bilginler tarafından kabul edilmektedir[32]. Kıbrıs’taki Hiksos istilâsının Mısır’ın askerî müdahelesi ile geç Kıbrıs I devrinin başında ortadan kalktığı ileri sürülmektedir[33]. Mısır doğrudan doğruya askeri kuvvet göndermemişse de, istilâcıların tamamiyle mağlûp edilmesinde filosu ile yardımda bulunmuştur (bk. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 190).

Geç Bronz “Geç Kıbrıs” Devri (M. Ö. 1600-1050):

Geç Bronz devrinde Kıbrıs’ın esas tarihî çağa girmiş olduğu yazılı kaynaklardan ve siyasî belgelerden açıkça görülmektedir.

M. Ö. 16. yüzyılın sonlarında, tahminen 1500 yıllarında Girit’in Ugarit ile çok sıkı ilişkide bulunduğu sırada Kıbrıs’ta, Kıbrıs-Minos denilen ve Linear A yazısından çıkmış bir yazı ile karşılaşılmaktadır ki, bunun Kıbrıslılar tarafından bir ticaret merkezi olan Ugarit’teki Giritliler’den iktibas edilmiş olması mümkündür. M. Ö. 1500 yıllarına tarihlenen bu hece yazısı ile yazılmış kil tabletler henüz okunmuş değildir. Bu yazı sözü edilen devirde kullanılmış olduğundan, Kıbrıs’ın ilk yerli yazılı kaynakları olarak gözönünde tutulabilir (Res. 28)[34].

Mısırlılar tarafından Hiksoslar’ın memleketten çıkarılmalarından ve Kıbrıs’ta mağlûp edilmelerinden sonra Kıbrıs’ın Mısır’ın yüksek hâkimiyeti altına girdiği anlaşılıyor. M. Ö. 1504-1450 arasında hükümdarlık yapmış olan Thutmosis III devrine ait Karnak tapınağındaki zafer listesinde kralın muhtelif harp seferleri sonunda mağlûp ettiği ülkeler arasında “Alašia = Kıbrıs”ın adı da geçmektedir[35]. Thutmosis’ten itibaren Mısırlılar’ın 15. yüzyılda temin ettikleri Pax Aegyptiaca sayesinde Geç Bronz devrinde doğu Akdeniz barış devresine girmiş ve bu arada Kıbrıs’ta kültürel ve iktisadi sahada büyük gelişme olmuştur[36]. M. Ö. 14. yüzyılın birinci yarısına tarihlenen El-Amarna tabletlerinde Alašia, yani Kıbrıs kralı Mısır kralına 8 mektup yazmıştır ki, bunlar yayımlanmıştır[37]. Bu mektupların üçünden aldığımız parçalar Kıbrıs’la Mısır arasındaki ilişkileri açıklamaya yarayacaktır.

I. Mektupta Alašia kralı şöyle demektedir:

“Mısır kralına, kardeşime, Alašia kralı şöyle diyordu; senin kardeşin ben iyiyim. Sende iyi olasın. Evine, eşine, çocuğuna, atına, arabana ve senin ülkenin ortasında en yüksek derecede selamet (dilerim).

Sonra şöyle haber aldım ki, babanın evinin tahtına oturmuşsun barış ….. içinde. Ve ben kardeşimin selâmından haberdar oldum ve sana hediye olarak 200 talent bakır getireceğim. Şimdi son gönderdiğim …… 10 talent bakır ve önüne tepsiyi koyan habercimi (ulağımı) çabucak gönder ve bana yaz! ve seninle konuşan adamımı kardeşim lütfen alıkoymıyasın! Onu çabucak geri gönder! ve her yıl benim habercim senin huzuruna gelsin ve sana gelince, senin habercin gelecekte, her yıl benim huzuruma gelsin”.

II. Mektupta ise selâm ve yine iyi dileklerden sonra şöyle diyor: ‘‘Bak, benim kardeşim, sen bana yazdınsa “niçin senin habercini benim huzuruma göndermedin?” Şöyle bil ki, senin kurban bayramına başladığından haberdar olmadım. Böylece yüreğine bu hususta her hangi bir üzüntü düşmesin. Zira, şimdi işittiğimden, bak, habercimi senin huzuruna gönderiyorum ve hattâ sana ulağım vasıtasıyle 100 talent bakır gönderiyorum. Ayrıca şimdi ulağım (sana) eşya getiriyor, uşu ağacından bir karyola, altınla kaplanmış ve bir araba …. …. Aramızda iyi olan her şey olmalıdır ve benim habercim senin huzuruna ve senin ulağın benim huzuruma gelsin”.

III. Mektupta karşılıklı selâm ve iyi dileklerden sonra Kıbrıs kralı şöyle demektedir :

“Kardeşim, bak, kendi habercimi senin habercinle birlikte Mısır’a gönderdim. Sana 500 talent bakır gönderiyorum, kardeşim bunu ben sana hediye olarak gönderiyorum. Kardeşim bakırın az olmasından dolayı kalbine üzüntü düşmesin. Zira ülkemde, efendim Nergal’in eli memleketimin bütün insanlarını öldürdü ve böylece bakırı hazırlayacak kimse yok …… Sen benim kardeşimsin! Kardeşim bana çok miktarda gümüş gönderecek her halde. Bana tanrılar gümüşü ver, böylece ben de kardeşime, sen ne istiyorsan hepsini göndereceğim.

…… …… …... …... …… …… …... …...…… …… …... …...
…… …… …... …... …… …… …... …... …… …… …... …...

Ve daima olan sözleri kardeşim hepsini yerine getirecek ve senin bana söylediğin bütün sözleri yerine getireceğim. Chatti (Hitit) kralı ve Şamhar kralı ile irtibata girme .... Senin habercin olan bir oğul gibi geldi ve benim habercim sana bir oğul gibi geldi”.

Ve nihayet VI. Mektupta şu kısım ilgi çekicidir;

“Kardeşim niçin bana bu sözü söylüyorsun, onu (o işi) benim kardeşim bilmezmiydi?” Lukki (Lykia) ülkesi adamları sene be sene memleketimden bir küçük şehir alırlarken, ben böyle her hangi birşey yapamadım.

Kardeşim, bana diyorsun ki, “Senin ülkenin adamları onlarla beraber”. Fakat kardeşim, onların (benim memleketimin) onlarla birlik olduklarını bilmiyorum. Eğer benim ülkemin adamları onlarla beraberse, bana yaz ve ben onlara istediğini yapacağım. Sen benim ülkemin insanlarını tanımazsın. Ben böyle birşey yapmadım. Fakat benim ülkemin adamları buna rağmen yaptılarsa, sen arzu ettiğini yap …… …… …... …... …… …… …... …...
…… …… …... …... …… …… …... …...…… …… …... …...

Görüldüğü üzere, Alašia (Kıbrıs) kralı Mısır kralına bu mektuplarda “kardeşim” diye hitabettiği gibi karşılıklı olarak haberci veya elçi gönderdiğini, büyük miktarda bakır ve çeşitli hammade ve eşya göndermekte olduğunu ve karşılık olarak da gümüş vs. istediğini ifade etmektedir. Bazı diplomatik ifadelerle eşitlik havası yaratılmak isteniyorsa da, her sene gönderilen hediyeler, tebriklerde gösterilen ihmallerden özür dileme tarzı, bir kısım Kıbrıslılarla Lykialılar’ın Mısır’a karşı yaptıkları düşmanca hareketlerden dolayı Mısır kralının istediğini yapmakta serbest olduğunun bildirilmesi Kıbrıs’ın M. Ö. 14. yüzyılın ilk yarısında Mısır’ın bir vasal krallığı durumunda olduğunu gösteriyor.

Diğer taraftan Boğazköy’de bulunmuş olan Hitit metinlerinde ilk defa M. Ö. 1400 tarihlerinde Alašia (Kıbrıs) geçmektedir[38]. Hernekadar Hattuşiliş III zamanına ait metinlerde Alašia siyasî suçluların sürgün edildiği bir yer olarak zikredilmekte ise de, adanın M. Ö. 14.yy. da devletler hukuku bakımından haiz olduğu mevki açık değildir[39]. En yeni Hitit vesikalarının ispatlandığına göre, ancak Tudhaliya IV ada üzerinde hâkimiyet kurmuş ve bu itibarla da Hitit devletinin geç devrinde Alašia ile bir muahede yapılmıştır (Bk. H. Otten, ayn. yer). Zira Madduwatta metninde Alašia’nın Hitit devletine ait olduğu ve Alašia’lıların haraç verdikleri kaydedilmektedir (H. Otten, ayn. esr., s. 10 vd.). Başka metinler ise (KBO XII, 39) Alašia-Kıbrıs’ın genellikle siyasî mültecilerin ve sürgünlerin ikamet ettikleri bir yer ve muahede maddelerinde vasal bir krallık olduğunu gösteriyor (H. Otten, ayn. esr., s. 11 vd.).

Tuthaliya’nın halefi Arnuvanda (1220-1190) veya Šuppiluliuma II’ye (1190-1180) ait olan (548/t=KBO XII, 38) diğer bir vesikada şu şekilde Alašiya’nın zaptından ve haraca bağlanmasından bahsedilmektedir[40].

Sonra zevcelerini, oğullarını[41],
[hizmetkârlarını] yakaladım. Bütün malları,
[gümüş, al] tın, bakır ve bütün insana ait ganimetleri
bir araya toplattım; onları Hattuşa’ya sevk ettim. Alašiya ülkesini fakat olduğu yerde tab’a ve vergi mükellefi yaptım; vergi olarak fakat ona yükledim.

[ ] Alašiya ülkesi kralına ve Pidduri’ye Arinna, güneş tanrıçası ve Tabarna-Büyük kral, Arinna, güneş tanrıçası rahibi için bu vergi devamlı olacaktır.

[ ]altın, bir talent bakır, üç

[ ] Arinna’nın güneş tanrıçası için
[ ] Altın, bir talent bakır, üç
[ ]Zippalanda fırtına tanrısı için

H. Otten’ın belirttiği gibi (ayn. esr., s. 14) Kıbrıs krallık saray mensuplarının yakalanması, sivil halkın esir olarak sürülmesi Hitit ordusunun Alašiya-Kıbrıs adasına çıkmış olmasını gerektirir. Bu, nominal olarak, Hitit devletinin yüksek hâkimiyetini tanımış ve vergiye bağlanmış olmaktan daha ileri bir durumdur. Öyle anlaşılıyor ki, Hititler Alašiya’yı fiilen hâkimiyet altına almışlar, Hitit tanrılarına ağır vergi ödemeye mecbur tutmuşlar, fakat yine de Alašiya kralını vergi vermekle yükümlü olarak yerinde bırakmışlardır[42].

Boğazköy arşivinden Prof. Otten’ın yayınladığı Hitit devletinin sonlarına ait yeni kaynaklardan diğer bir vesikada (KBO XII, 38, Rs.III) ise şöyle denmektedir[43]:

“(Orduyu) seferber ettim
ve denize çabuk ulaştım
ben, Šuppiluliuma, Büyük kral.
Ve Alašiya gemileri bana karşı durdular,
denizin ortasında üç defa savaşa.
Denizin ortasında onları yakaladım
ve gemileri ateşe vermek suretiyle
onları imha ettim.
Fakat sonra ben nasıl ki
………………….ulaştım,
Alašiya’dan düşmanlar bana geldi.
Savaş için sürü halinde (bana) karşı.
………onun için ben inşa ettim.
Šuppiluliuma, büyük kral, bu daimi kaya tapınağını”.

Burada açık bir şekilde görüldüğü üzere, son Hitit kralı Šuppiluliuma (1190-1180) Alašiya-Kıbrıs’a karşı üç deniz savaşı vermiş ve düşman gemilerini imha etmek suretiyle Kıbrıslılar’ı denizde mağlup etmiştir. Deniz savaşından sonra ulaştığı bir yerde tekrar kitleler halinde Alašiya’dan gelen düşmanlarla karşılaştığına göre, bu deniz savaşından sonra karaya, yani adaya çıkan Hitit ordusu Alašiya- Kıbrıs ordusu ile karşılaşmış olmalıdır. Metnin bunu takip eden kısmından Hitit kralının galip geldiği anlaşılmaktadır.

Alašiya-Kıbrıs kralı El Amarna mektuplarında Mısır kralına, Hitit kraliyle münasebetler kurmamasını tavsiye ediyordu[44]. Bundan başka yine Amarna mektuplarından Lukka’larla Alašiyalılar’ın Mısır’a tecavüzde bulundukları anlaşılmaktadır[45]. Daha sonra Mısır’a karşı akın eden deniz kavimleri arasında da Alašiya- Kıbrıslılar görülmektedir[46].

Bütün bunlara göre, Şuppiluliuma I (1375-1335) zamanından itibaren büyük gelişme güsteren Hitit devletinin nüfuz sahasına dahil olan Kıbrıs, Hattuşili III (1275 1250) devrinde vasal bir devlet olmuş ve Tudhaliya IV (1250-1220) tarafından zaptolunarak kesin şekilde hâkimiyet altına alınmıştır. Muhtemelen bu kralın ölümü üzerine Alašiya-Kıbrıs kralı isyan etmiş ve Šuppiluliuma II Hitit hâkimiyetini yeniden kurmak için bir sefer tertip ederek, gerek denizde ve gerekse karada Kıbrıs ordusunu mağlûp etmiştir. Bu durum bize M. Ö. 14. yy.ın başlarından Hitit devletinin sonuna kadar Kıbrıs’ın Hitit devletine bağlı kaldığını gösterir. En ilgi çekici tarafı ise, Hitit kralının devletin en zayıf ve kritik zamanında Kıbrıs’a büyük bir sefer yapmış olmasıdır ki, bu bize Kıbrıs’ın Hitit devleti için ne kadar hayatî bir rol oynamış olduğunu ispat eder[47].

Mısır’ın M. Ö. 2. binin ortalarına doğru Doğu Akdeniz’de sağladığı barış sayesinde Kıbrıs’da gerek iktisadî ve gerekse kültürel sahada büyük gelişmeler göstererek komşu memleketlerle geniş çapta ilişkiler kurmuştur[48]. Fakat M. Ö. 1400 yıllarında Knossos’un tahribinden sonra Doğu Akdeniz’de yeni bir faktör olarak Mikenliler meydana çıkmıştır ki, bunlar Giritliler’in yerlerine geçmişler ve Doğu Akdeniz ticaretini ellerine geçirmişlerdir[49]. Mikenliler’in Doğu Akdeniz’deki ilişkilerinde özellikle Kilikya ve Yukarı Suriye-Ugarit ile olan ticarî münasebetlerinde Kıbrıs’ın bir aracı rol oynadığı görülüyor, Bu devir Mısır’da 19. sülaleye rastlar. Haremheb ve ondan sonra gelen Seti I (1313-1292) devirlerinde Mısır, Filistin ve Suriye’yi tekrar ilhak etmiştir. Hititler de bu devirde çok kuvvetlenmişlerdir (Muvatalli zamanı). Bu devre ait bazı Ahhiyava metinlerinden Mikenler ile Hititler arasında birtakım anlaşmazlıklar ve muahedelerden bahsedilmektedir. Bu devirde Kıbrıs’ın durumu değişmemiştir. Akıllı politikacılar devrin bu iki kuvvetli rakibi arasında bir denge kurabilmişler ve özellikle adadaki Miken menfaati bu hususta rol oynamıştır.

Mısır-Hitit münasebetleri M. Ö. 1288’de Kadeş savaşı ile altüst olmuşsa da, Kadeş muahedesinden sonraki elli yıl Doğu Akdeniz ülkeleri için bir altın devri olmuştur, üç büyük kuvvet olan Aka, Hitit ve Mısır arasında bir denge sağlanmış ve aralarındaki ilişkiler sıklaşmıştır. Bu devirde kültürel ve ticarî alışverişin çok arttığı görülmektedir. Coğrafî mevkii bakımından bu üç kuvvetli devletin arasında bulunan Kıbrıs’ın durumundan fazlasiyle faydalandığı şüphesizdir. Nitekim bu devre ait Enkomi mezarları Alašiya’nın zenginliği hakkında yeterli fikir vermektedir (Res. 19). Hititlerin bu devirdeki kuvvetli etkileri metinlerde görülmekte ise de, arkeolojik buluntular bunu fazla desteklememektedir. Enkomi’deki buluntular Hitit tesirini göstermiyor. Bundan Hititler’in belki daha çok Kıbrıs’ın kuzey ve batı bölgelerinde tesirli olduklarını anlıyoruz. Ancak, İsveçliler’in Ajos Yakovos ve Enkomi’de yaptıkları kazılarda ele geçen ve profesör C. M. Fürst tarafından yayınlanmış olan Geç Kıbrıs I ve II’ye ait antropolojik malzeme çok önemli sonuçlar vermiştir[50]. Ajos Yakovos ve Enkomi’de Orta Kıbrıs IIIc’den Geç Kıbrıs IIc’ye kadarki devre ait bütün kafataslarından 40 tanesi brakisefal, 11i mezosefal ve 3 de dolikosefaldir. Bu durum bize her iki yerde homojen ve birbirine benzeyen insanların M. Ö. 17. yy.dan beri buralarda oturmuş olduklarını gösterir. Eski Anadolu halkının da dahil olduğu ırk grubunun çoğunlukta olduğu görülmektedir. Fürst’e göre bu kafataslarının Asine ve Miken’de Orta ve Geç Hellas mezarlarında bulunan mezosefal ve dolikosefal kafataslan ile hiç bir ilgisi yoktur. Buna göre, Kıbrıs’ta Orta Bronz devrinden Geç Kıbrıs II’cye kadar ırk bakımından bir değişiklik olmamış ve adanın ortasındaki Ajos Yakovos ile Enkomi’de ayni insanlar yaşamıştır. Bunlar brakisefal tipinde olup, ayni devirdeki Yunanistan Aka halkına benzememektedir. Lapithos’ta bulunan Erken Bronz devrine ait kafatası parçalarından brakisefal tipin çok eskiden beri mevcut olduğu anlaşılmaktadır[51].

Bu araştırma sonucu çok önemlidir; zira bu durum Kıbrıs adasının Geç Kıbrıs II devrinde Mikenliler tarafından kolonize edilmediğine dair mevcut arkeolojik delilleri kuvvetlendirmektedir. Böyle bir kolonizasyon mevcut olsaydı, Enkomi gibi en çok Miken etkisinde kaldığı ileri sürülen bir şehirde Aka-Miken halkından bazı antropolojik kalıntıların bulunmuş olması lâzım gelirdi. Enkomi ve Kition’daki emporionlar Kıbrıs’ın bir Aka kolonizasyonuna hedef olduğunu ispat etmez. Bu iskân kültürel, ticarî ve belki de bir dereceye kadar siyasî idi; fakat hiç bir şekilde etnik mahiyette bir kolonizasyon olmamıştır. Başlangıçta ithal malı Miken keramiğinden sonra bir Levant-Helladic keramik türü meydana çıkmıştır ki, bu keramik ya bölgede yerleşmiş Miken’li ustalar tarafından, yahut ta Miken keramiğinin yerli ustalar tarafından taklit edilmiş olmasıyla meydana getirilmiştir[52]. Gerek Güney Anadolu’ya, gerekse Yukarı Suriye’ye ihraç edilen bu keramiğin imalât merkezinin Kıbrıs adasında olması da ihtimal dahilindedir (Res. 20). Diğer taraftan Enkomi gibi en çok Miken etkisinin olduğu ileri sürülen bir şehirde Miken surları yahut ta tipik Miken kubbeli mezarları bulunmamıştır (Res. 21-22). Bu durum da etnik mahiyette bir Miken kolonizasyonu’nun Kıbrıs’ta kabulüne engel teşkil etmekte ve daha ziyade ticarî mahiyette Miken emporyonlarının mevcudiyetini açıklamaktadır[52a].

Yine İsveç’lilerin Enkomi ve İdalion’da yaptıkları kazılarda Kıbrıs-Girit hece yazısı ile yazılmış kitabeleri Prof. A. W. Persson incelemiş ve özellikle mezar vazoları üzerindeki isimlerin bir kısmını Anadolu, bilhassa Frigya ve Karia menşeine bağlamıştır. Böyle bir yorum Fürst’ün antropolojik neticelerini teyit etmektedir (Res. 29, 30, 31, 32).

M. Ö. 1225-15 yıllarında Libyalılar’la birlikte Akaivaşa, Turuşa, Lukka ve Şardanalar gemileriyle Nil deltasında görünmüşler ve karaya çıkmak istemişlerse de muvaffak olamamışlardır. Lukkalar ile birlikte Alašiyalılar’ın da bu harekete katılmaları muhtemeldir (Bk. yuk. s. 103). Zaten bu Deniz Kavimleri akınlarında “Denizdeki adalar halkı”nın araba, gemi ve bütün varlıklarıyla göç ettiklerinden söz edilmektedir. Bir müddet sonra ise, başka bir ittifak şeklinde ikinci bir taarruzla Ege Göçleri başlamış ve Mısır’a kadar gitmiştir ki, bunu Ramses III (1198-1167) Medinet Habu’daki tapınağının duvarlarındaki kitabede şu şekilde bildirmektedir:

“Haiti’den itibaren hiç bir ülke onların önünde duramadı.
Kode, Karkamiš, Arzava, Alašiya tahrip edilmişlerdi.”

İşte deniz kavimlerinin bu hareketi 1200 yılına kadar kesintisiz gelişen Kıbrıs kültürü ve tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. Esasen aynı büyük hareketin tesiri ile vukua gelen ayaklanmalar yahut ta Trak kavimlerinin aynı tarihlerde Anadolu’ya göç etmeleriyle yerli Anadolu kavimleriyle birlikte yaptıkları hücumlarla Hitit imparatorluğu imha edilmiştir. Akalar’ın, Truva’ya karşı yaptıkları sefer ve oradaki VIIA katının tahribi de aynı olaylarla ilgili olsa gerektir[53]. M. Ö. 12. yy.ın başından itibaren Kıbrıs’ın batı ile olan ilişkisinde yeni bir durum meydana çıkmıştır. Bu devre kadar adayı ticarî gelişmelerin bir üssü olarak kullanan Mikenliler artık kuvvetli bir Hitit devleti olmadığından kolonize etmek imkânını bulmuşlardır[54]. Akalar’ın doğuya ve adaya yerleşmeleri Truva harplerinin son bulması ve Truva kahramanlarının Güney Anadolu’ya gelerek burada şehirler kurduktan sonra (Tevkros’un Kilikia’da ve Kıbrıs’taki Soloi gibi) Kıbrıs’ta da şehirler kurmaları daha doğrusu eski kuruluşları kolonize etmeleri şeklinde olmuştur. Fakat bunlar şüphesiz saf Akalar değildi. Nitekim tahkimat, mezar tipleri ve dinleri Anadolu’ya işaret etmektedir (Res. 23-24). Frig devri Alişar’ı ile İdalion arasındaki benzerlikler, ölü gömme âdetleri, boğa üzerindeki fırtına tanrısı Anadolu panteonunun en önemli unsurudur[55]. Homeros’un Temese, yani Tamassos’da bakır çıkaran insanların yabancı bir dil konuştuklarını yazması da henüz o devirde halkın yunanca konuşmadıklarını ispatlar (Res. 25). Zaten yerli Kıbrıs dilinin adada Roma devrine kadar yazılıp konuşulduğu anlaşılmaktadır[56]. Kıbrıs’ın iskân tarihi bakımından yazılı kaynaklar bizi doğrudan doğruya Ege bölgesine götürmektedir. Evans demir çağının başlaması ile M. Ö. 11. yy.da yeni bir göç dalgasının Ege’den Kıbrıs üzerine vaki olduğunu belirtmiştir. Kuruluş efsaneleri arasında Arkadyalılar’ın göçleri hakkındakiler birinci mevkii almaktadır. Önemli olan ve belki de doğru olan kayıtlar Kıbrıs’ın kuzey kıyısındaki Teukros’un karaya çıkış yeri olan ’Αχαιών άϰτη (Aka kıyıları) dır. Buradan Aka göçlerinin kuzey kıyısı boyunca devam ettiği ve Attika’lı heros’un adiyle münasebete sokulan Akamas burnunda son bulduğu anlaşılıyor. Batı sahili boyunca Arkadyalı Agapenor Paphos’a gitmiştir. Herodot ve Strabon’daki kayıtlar da Peloponez’den vaki olan kolonizasyonu doğrularlar[57]. Kaynaklar Grekler’in Kıbrıs’a göçünü Truva harplerinden sonraya koymakta ve yeni araştırmalar ise M. Ö. I. binin başına tarihlemektedirler. Bu hususta en önemli neticeyi lehçe araştırmaları vermektedir. Kıbrıs’ta bulunmuş ve hece yazısıyle yazılmış kitabeler hiç bir şüphe götürmeyecek şekilde Arkadya lehçesiyle büyük benzerlik göstermektedir. Şu halde vaktiyle bütün Peleponnes yarımadasını iskân etmiş olan Akalar, Dorlar tarafından yurtlarından atılmışlar ve doğuya göç ederek Kıbrıs’a gelmişlerdir. Zira Peloponnes’in ortasında dağlık bölgeyi teşkil eden Arkadya, Dorlar tarafından işgal edilmemiş ve burada Aka lehçesi saf ve katıksız korunmuştur. Ayrıca yerli hece yazısı ile bu kitabeler yazılmış olduğundan, Fenike alfabesinin Grekler tarafından kabulünden önce bu göç vaki olmuş olmalıdır[58]. Dorlar tarafından Girit M. Ö. 12. yy. dan önce, iskân edilemeyeceğinden, çok daha doğuda bulunan Kıbrıs daha önce kolonize edilmiş olamaz. Tarihî olayların ışığı altında Kıbrıs’ın M. Ö. 1000 yıllarında kolonize edildiği kabul edilmektedir[59]. Yerli Kıbrıs kültürünün kuvvetini koruduğu ve etnik bakımdan büyük değişiklik olmadığını yerli dil ve yazının devam etmesi ve arkeolojik belgeler ispatlamaktadır[60]. Şüphesiz zamanla yerli halkla Grekler arasında karışıp kaynaşmalar olmuştur. Tahminen aynı tarihlerde vukua gelen bir deprem sonunda Kıbrıs’ın Geç Bronz devri şehirlerinin çoğu harap olmuş ve bazı şehirler çeyrek yy. iskân edilmemiştir. (Bk. Res. 26-27).

Kıbrıs ve Fenikeliler:

Bir zamanlar Fenikeliler Kıbrıs’ın en eski sakinleri olarak kabul edilmişti. Zira o zamanlar Kıbrıs’ın en eski halkı hakkında hiç bir şey bilinmediği gibi, Fenike etkisinin ve kültürünün önemine olduğundan fazla değer verilmekteydi. Daha sonra arkeoloji araştırmaları başka sonuçlar vermiştir. Fenikeliler’in Kıbrıs’ı kolonize etmeleri muhtemelen Asurlular’ın baskısı altında kalmaları sebebiyle olmuştur. Fenike’nin Kıbrıs üzerindeki etkisinin ancak Demir çağında M. Ö. 1000 yıllarında başlamış olduğu ispat edilmiştir. Ohnefalsch-Richter ilk önce Fenikeliler’den önceki kültürü Grek-Fenike kültüründen kesinlikle ayırmışlardır. Bununla beraber Fenikeliler’in Miken devrinde Kıbrıs’a gelmiş oldukları kabul edilebilir (Ed. Meyer, Geschicte des Altertums II, 221 vd.). Kıbrıs’taki en önemli Fenike şehri olan Kition, Miken devrine gitmektedir (RE.XI, 536). Bu şehrin kuruluşu hakkında açık bir bilgi yoktur. İsim Sami dilden gelebilir. Öyle anlaşılıyor ki, burası Fenikeliler’in ilk müstahkem üssü idi. Tarihî devirlerde Fenikeliler’in en kuvvetli dayanak noktası olmuştur. Fenike dilinin Kıbrıs’ta yayılışı hakkında kitabeler delil teşkil etmektedir. Fenike kitabelerinin çoğu M. Ö. 4. yy.’a ait olup Kition, İdalion, Tamassos, Lapithos ve Galgai’de bulunmuştur. M. Ö. 5. ve 4. yy.da Grek ve Fenikeliler arasındaki kuvvetli gerginlikten mücadele olmuş tur. Her iki kavinin yayılma sahalarının birbirleriyle çatıştığını daha doğrusu burada her iki kavmin dil ve kültürünün birbiriyle çatıştığını görmekteyiz. Zira burada yalnız diller arasında değil, kültürler arasında da tezadın mevcut olduğunu görüyoruz. Fenike dilinin ne kadar müddetle konuşulan dil olarak Kıbrıs’ın bir kısmında devam ettiğini bilemiyoruz. Helenistik devirde Ptolemayos II zamanına kadar devam ettiği anlaşılıyor.

Fenikeliler’in doğu kültürünü aracılık etmek suretiyle batıya tanıtarak büyük etki yaptığı ileri sürülmüştür. Buna karşı reaksiyon olarak Fenike sanatının bağımsız bir sanat olduğu ve özellikle Kıbrıs’ta Amatus, İdalion, Kurion ve Salamis’te ele geçen ve M. Ö. 8. ve 7. yy.a tarihlenen Mısır ve Asur üslûbu etkisi gösteren eserler Fenikeliler’e mal edilmiştir. Fenikeliler bir kısım ön Asya sanat şekillerini nakletmişlerdir. Kıbrıs’ın kendine özgü plastik eserlerinin üslûbunda bunu görmek ve Kıbrıs’ın arkaik devirde aracı bir rol oynadığını müşahede etmek mümkündür (Bk. Res. 33-34)[61].

Kıbrıs’ta Assur Hâkimiyeti:

M. Ö. I. binde Kıbrıs tarihinde tespit edilen ilk olay adanın Asur kralı Sargon II tarafından M. Ö. 715 yılında zaptedilmiş olmasıdır. Kıbrıs’ın yedi şehir kralının M. Ö. 707’de Sargon’a bağlılıklarını arzetmeleri hakkındaki vesikalar sabittir. Sargon Kition’da stelini diktirmiştir ki, bu anıt Berlin Müzesindedir. Asur metinlerinde şu şehirler geçmektedir: Kurion, Soloi, Paphos, Salamis, Chytrai, İdalion, Tamassos, Kition, Ledrai. Bu devirde Kıbrıs’ın şarkkârî (orientalisan) üslûpta aracı bir rol oynadığı anlaşılıyor. Diğer taraftan Kıbrıs kültürünün de doğu-batı kültürünün bir karışımı olduğu tanrı adlarında da görülmektedir. Zira Grek tanrıları Kıbrıs’ta çift İsimlidir. Zeus- Baal, Herakles-Melkart, Apollo-Reşef’tir. Özellikle Aphrodit-Astarte- İştar ismini taşır ki, tanrıçanın Paphosta’ki esas kutsal yeri, mabedi Akalar’dan önceki zamana gider[62].

M. Ö. 612’de Asur devletinin yıkılmasından sonra Kıbrıs’ın Mısır ile olan ilişkisi yeniden ön safa geçmiştir. Amasis tarafından (569- 526) Kıbrıs’ın zaptedildiği anlaşılıyor (Herodot, II 182; Diodor, I, 68. 6).

Pers Hâkimiyetinde Kıbrıs:

Amasis’in ölümünden sonra Persler Kambyses’in idaresi altında Mısır üzerine yürüyünce Kıbrıs prensleri kendiliklerinden yeni devlete tabi oldular (M. Ö. 525) ve sonraki devirde Fenike ile Kıbrıs limanları da Pers’lerin başlıca filo üslerini teşkil etti. İç işlerinde ve şehirlerin otonomilerinde önemli bir değişiklik olmadı. Ptolemaios I zamanına kadar (312) otonom sikkeler basılmıştır.

Pers hâkimiyeti zamanında Grekler ağır bastığı için tezat halinde bulunan Samî elemanlara Persler imtiyazlar tanımıştır. Bu durum da muhtelif defalar açık mücadele şeklinde kendini göstermiştir.

M. Ö. 500 yılında Pers imparatorluğuna karşı yapılan İonia isyanına başta Salamis olmak üzere Kıbrıs’ın Grek şehirleri derhal katıldılar. Kıbrıs (499-498)’e kadar bir yıl için bağımsız kaldı[63]. İonia isyanı Marmara (Boğazlar) bölgesinde süratle yayılmıştı. Marmara bölgesi ve Kıbrıs yöresi Pers imparatorluğunun hassas bölgeleri ve jeopolitik bakımdan vazgeçilmez sahaları idi. Bundan dolayı Pers idaresi isyanın asıl kaynağı Milet’ten önce, derhal bu iki bölgeye Kıbrıs ve Marmara bölgesine askerî kuvvetler göndererek, buraları tekrar hâkimiyet altına almıştır (498-497). Aynı zamanda, böylece Milet üzerine yapılacak deniz seferine Kıbrıs, Persler’e bağlı olarak katılmak zorunda kaldı. Xerxes’in (M. Ö. 480) Yunanistan seferine Kıbrıs 150 gemi vermiştir[64]. Kimon’un M. Ö. 466’da yaptığı Eurymedon savaşı sırasında Kıbrıs Pers filosunun üssüdür. M. Ö. 459-458’de bir Atina filosu Kıbrıs’ı tekrar harekât üssü olarak emniyet altına almak istemiştir. Fakat filo Mısır’da Persler’e karşı çıkan isyanı desteklemek üzere, buradan ayrılınca Kıbrıs derhal Persler’in eline geçti ve Mısır harekâtı için üs olarak kullanıldı[65]. Yine Mısır’a karşı tasarlanan büyük bir harekâtın bir kısmı olarak M. Ö. 450’de meşhur Kimon’un komutasındaki Atina filosu Kıbrıs’ı ve buradaki Kition ve Salamis’i zaptetmeye çalışmıştır. Harekât esnasında Kimon ölmüş, askerî başarıya rağmen harekâtın devamından vazgeçilmiştir. Atina’nın Sparta ile olan anlaşmazlığı dolayısıyle Kimon’un ölümünden sonra, Kallias barışı ile M. Ö. 448’de Perslerle sulh yapılmış ve Kıbrıs Persler’e bırakılmıştır[66]. Bu barışda Perikles Ege denizinin egemenliğini ve Boğazların Atina’nın kontroluna geçmesini yeterli görmüş ve Doğu Akdeniz’de Persler’in üstünlüğünü kabul ederek, Antalya körfezinin batı ucundaki Beş adalar deniz sınırı olarak tespit edilmiştir.

M. Ö. 411-374 arasında yaşamış olan Salamis kralı Evagoras Kilikia’da topladığı ücretli askerlerle ve bu sıradaki siyasi durumdan yararlanarak Kıbrıs’ta bazı başanlar elde etmiş ve adayı tam bir bağımsız devlet haline getirmek istemişse de, neticede Salamis Persler tarafından kuşatılmış ve kendisi 7 yıllık bir idareden sonra M. Ö. 374-373’te katledilmiştir. Böylece Evagoras’ın kısa süren hâkimiyeti siyasî bir macera olmaktan başka bir netice vermemiş, Kıbrıs ne gerçek bir bağımsızlığa ne de bir sosyal refaha kavuşmuştur[67]. M. Ö. 333 yılındaki İsos savaşından sonra Kıbrıs İskender hâkimiyeti altına girmiş ve 332’de Tyros şehrinin kuşatılması sırasında Kıbrıs gemileri İskender’e kıymetli yardımlarda bulunmuşlar ve böylece şehirler iç otonomilerini korumuşlardır. Büyük İskender’in ölümünden sonra ada daha az hareketli devirler geçirmiştir. İmparatorluğun taksimi sırasında Kıbrıs zenginliğinden ziyade, coğrafî ve stratejik mevkiinden dolayı Mısır’la komşuları arasında bir mücadele konusu olmuştur. Kıbrıs M. Ö. 58 yılında Cato tarafından Roma devletine ilhak edilmiş ve ilk önce Kilikia eyaletine katılmıştır. Roma imparatorluğunun 395’te ikiye bölünmesiyle Kıbrıs Doğu Roma İmparatorluğu sahasında kalmıştır.

Görüldüğü üzere, ilk çağda Kıbrıs -pek kısa ve geçici süreler hariç- bağımsız bir devlet olamamış, buna coğrafî durumu, büyük devletlere ve kültür çevrelerine yakınlığı engel teşkil etmiştir. Esasen Kıbrıs izole bir ada olmayıp, Güney Anadolu Hatay ve Suriye ile bir coğrafî ünite teşkil ediyordu. Bu bölge M. Ö. 2. binin ikinci yarısında Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve Ege dünyası arasında yalnız muhtelif kültürlerin, iktisadî menfaatlerin birbirleriyle karşılaştığı ve kesiştiği bir yer değil, aynı zamanda askerî ve siyasî bakımdan da bir mihrak nokta olmuştur. Enkomi’deki yapıların ve buluntuların gösterdiği üzere, Suriye ve Anadolu’dan gelen etki çok daha kuvvetlidir. Muhtemelen bu iktisadî ve siyasî bağlantıdan ileri gelmektedir. Nitekim Hitit kralları, Šuppiluima I (1375-1335)’den itibaren bu bölgede bir genişleme politikası gütmüşler, Kadeş’e kadar ilerlemişler ve bu arada Kıbrıs’ı da nüfuz sahasına katmışlardır. Bunda siyasî bir zorunluk vardı. Aynı tarihî zorunluklar dolayısiyle Atatürk, hayatının son yıllarında Hatay ve İskenderun bölgesini Türkiye’ye kazandırmıştır. Bunun ne kadar isabetli ve uzak görüşlü bir politikanın eseri olduğunu İkinci Dünya savaşı ve son yıllardaki olaylar ispatlamıştır.

Son Hitit kralı Šuppiluliuma II’nin imparatorluğun çöküşünden çok kısa bir zaman önce, en kritik bir zamanda Kıbrıs’a askerî sefer yapmış olması, adanın Hitit devleti İçin ne kedar hayatî bir rol oynadığını açıkça göstermektedir.

Buna karşılık 50 yıllık bir mücadeleden sonra, Atina M. Ö. 449’da Kıbrıs’ta bir zafer kazandığı ve elinde Attik-Delos deniz birliğinin muazzam filosu bulunduğu ve kudretinin zirvesine ulaşmış olduğu halde, M. Ö. 448 Kallias barışı ile Kıbrıs’ı Persler’e bırakmıştır. Panhellenizm siyasetinin babası olan Perikles, Atina’nın en parlak devrinde Ege denizi üzerindeki hâkimiyet ve Boğazlar’ın kontrolü ile yetinerek, realist ve uzak görüşlü bir devlet adamı olduğunu göstermiş ve Kıbrıs’ı yine Anadolu’ya hâkim bir devlete bırakmak suretiyle, Doğu Akdeniz’de barışı Atina’nın yüksek menfaati için daha uygun bulmuştur. Eskiçağın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olan Perikles’in eski Yunanistan’ın menfaatini her şeyden üstün tutmuş olmasından şüphe edilemez.

Son Hitit imparatoru Šuppiluliuma II ile Perikles’in siyasî tutum ve davranışı Kıbrıs’ın ilkçağdaki tarihî mevkiini açıklamaya yeterlidir. Kıbrıs ilkçağda hiç bir zaman Yunanistan’a bağlanmamış, fakat ada çoğunlukla Anadolu’ya sahip kuvvetlerin hâkimiyetinde kalmıştır.

Roma devlet adamlarından ve hatiplerinden Cicero’nun bir cümlesini burada tekrarlamak yerinde olacaktır:

“Historia Vitae magistra est.”

“Tarih hayatın öğretmenidir.”

* Bu yazı Türk Tarih Kurumun’da 25 Nisan 1975 tarihinde konferans olarak verilmiştir.

Dipnotlar

  1. Krşl. C. Görsoy, Kıbrıs Müşahedeleri, D.T.C.F.D., cilt XX, sayı 3-4, 1962, s. 165 ve not 11’deki eserler.
  2. Eskiçağ ve Ortaçağdaki önemine ilaveten, son zamanlardaki siyasî gelişmeler ve Ortadoğu’daki yeraltı kaynakları, jeopolitik bakımdan başka bir hüviyet kazandırdığı gibi, büyük devletlerin Akdeniz’deki rekabet ve Ortadoğu petrolünün, Avrupa’nın savunmasında ve sanayiindeki yeri, Kıbrıs’ın değerini büsbütün arttırmış ve adaya son yıllarda “Doğu Akdeniz’in batmayan uçak gemisi” adını verdirmiştir.
  3. Bk. C. Gürsoy, ayn. esr., s. 168.
  4. Bk. C. Gürsoy, ayn. esr., s. 168 ve not 16’daki eserler; C. A. Alagöz, Kıbrıs Tarihine Coğrafî Giriş, Türk Kültürünü Aaraştırma Enstitüsü Yayınları 36, seri I-sayı A2, 1971,s. 17; T. Tarhan, Kıbrıs Aadasında Tabiî-Beşeeî ve Ekonomik Coğrafya Bakımından Bir Araştırma, Atatürk Üniv. Yayınları No. 131, 1971, s. 4.
  5. Avusturyalı botanik bilgini Theodor Kotschy 1854-56 yıllarında bu durumu ispatlamıştır. Bk. T. Tarhan, ayn. esr., s. 10
  6. Bk. C. Gürsoy, ayn. esr., s. 168 ve not 16’daki eserler; C. Alagöz, ayn. esr., s. 18; T. Tarhan, ayn. esr., s. 4.;Ρ. Dikaios, Khirokitia, 1953, s. 431 vdd.
  7. Bk. B. Darkot, Kıbrıs, İslâm Ansiklopedisi 63, cüz, 1954. s, 672; C. Gürsoy, ayn. esr., s. 165; A. Erzen, Kıbrıs Tarihine Bir Bakış, Türk TOK. Belleteni, Kıbrıs özel sayısı, 44/323 Ekim-Aralık 1974, s. 45.
  8. Bk. A. Tanoğlu, Türkiye’nin Coğrafî Mevkii ve bu Mevki ile ilgili bazı Meseleler, Ed. Fakültesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi, cilt 7, sayı 13, s. 60.
  9. A. Erzen, ayn. yer.
  10. Bk. A. Erzen, ayn. yer.
  11. Bakırdan başka krom, altın, gümüş, amyant, boya taşı, jips, kireç taşı, kükürt ve manganez gibi metal veya metolaid maddelerin adada bulunduğu tespit edilmiştir. Bk. C. Gürsoy, ayn. esr., s. 194 vd. ; T. Tarhan, ayn. esr., s. 37 vd.
  12. Bk. Oberhummer, Kypros, RE, XII, 1, sp. 59; krşl, F. G. Maier, Cypern, 1964, s. 13 vdd.
  13. Bk. Oberhummer, ayn. yer; C. Gürsoy, ayn. esr., s. 105, not 11 ve orada zikredilen eserler.; W. Brandenstein, Kyprische Sprache, RE, Suppl. VI (1935), sp. 212’de Kypros’un önasya dillerinden gelen bir ad olduğunu ve içinde bakır manâsı bulunabileceğini yazmaktadır.
  14. W. Brandenstein, ayn. yer. ; P. Dikaios, A Guide to the Cyprus Museum, Third. Ed. 1961, s. 29, 41, 116 vd.; V. Karageorghis, Cyprus, Archaeologia Mundi, 1968, s. 63 vd., 73, 145.; F. Schachermeyr, Zum ältesten Namen von Kypros, Klio, XVII (1921), s. 230-239.; aynı yazar, Hethiter und Achäer, 1935, s. 122-123.; S. Casson, Ancient Cyprus, London 1937, s. 110 vdd.
  15. Bk. Oberhummer, ayn. yer.·, not 14’teki eserler.
  16. Oberhummer, ayn. yer. ; W. Brandenstein, ayn. yer.
  17. V. Karageorghis. Ten Years of Archaeology in Cyprus, 1953-1962, Archaeologischer Anzeiger, 1963, s. 504.; ayn. müellif, XIII. Congr. Inter. Sciences Hist. Rapports IV, s. 77.
  18. Bk. Karageorghis, ayn. esr., s. 502.; H. G. Buchholz-V. Karageorghis, Altägais und Altkypros, 1971, s. 123, 138.
  19. Bk. V. Karageorghis, Arch. Anzeiger, 1963, s. 503.; Krşl. F. G. Maier, ayn. esr. s. 21.
  20. Bk. P. Dikaios, A Guide to the Cyprus Museum 1961, s. 2 vd. ; V. Karageorghis, Cyprus, 1968, s. 37.; Buchholz-Karageorghis, Altägaeis und Altkypros, 1971, s. 125 vd. Ufuk Esin, İlk üretimciliğe geçiş evresinde Anadolu ve Güneydoğu Avrupa (G. Ö. 10500-7500), cilt II, Kültür sorunu, s. 143 vdd., 156, 160 vd. (Basılmaktadır). Tolos’ların taş kısımlarının üstü kerpiçle örülmekte ve arı kovanı manzarası ver-mekte idi. Buna benzer köy evleri bugün de Güneydoğu Anadolu’da vardır.
  21. Bk. P. Dikaikos, ayn. esr., s. 3.; R. P. Charles, Le Peuplement de Chypre dans l’antiquité. Etudes Chypriotes II, Paris 1962, s. 59 vdd.; V. Karageorghis, Cyprus, 1968, s. 36.; Krşl. P. Boev, Die Rassentypen der Balkanhalbinsel und der Ostaegaeischen Inselwelt und deren Bedeutung für die Herkunft Ihrer Bevölkerung, Sofia, 1972 (Bulg. Akad. Wissenschaft) s. 78 vdd.; C. Alagöz, ayn. esr., s. 20.
  22. Bk. P. Dikaios, ayn. esr., s. 4 vd. ; V. Karageorghis, Arch. Anzeiger, s. 505.; aynı yazar, Cyprus, s. 37.; Buchholz-Karageorghis. Altäegais und Altkypros, s. 124 vd.
  23. Bk. P. Dikaios, ayn. esr., s. 4.; V. Karageorghis, Cyprus, s. 37.; Buchholz- Karageorghis, ayn. esr., s. 125.
  24. Bk. P. Dikaios, ayn. esr., s. 5.; Krşl. P. Boev, ayv. esr., s. 83.
  25. Bk. P. Dikaios, ayn. esr., s. 14 vd.; s. 17, 116.; Karageorghis, Cyprus, s. 38 vd.; Buchholz-Karageorghis, Altaegais und Altkypros, s. 132.
  26. Bk. P. Dikaios, aynı esr s. 13, 15, 17,; Karageorghis Cyprus, s. 38 vd.; Bulchholz-Karageorghis, Altaegais und Altkypros, s. 132.
  27. Karageorghis, Cyprus, res. 35, 36, 38, 39, 42-46, 49, s. 110.; Buchholz- Karageorghis, ayn. esr., res. s. 403-415.; Krşl. H. Z. Koşay, Alaca Höyük Kazısı, 1937- 39, lev. CLXXVI, CLXXIX; aynı yazar, Alaca Höyük 1940-48,. lev. 13 ve 14.; T. ve N. Özgüç, Kültepe Kazısı 1948·, lev.; XXXVII; aynı yazarlar, Kültepe Kazısı 1949, lev. XXIII.
  28. Bk. P. Kretschmer, Einleitung, s. 505.; F. Schachermeyr, Alteste Kulturen Griechenlads, 1955. s, 228 vd., 257 vdd.
  29. Krşl. W. Brandenstein, Kyprische Sprache, RE, Suppl. VI (1935), st. 213.; F. Schachermeyr, Actes d. XII. Congrès International de Sciences Historiques, Wien 1965, s. 591 vdd.
  30. Bk. F. Schachermeyr, ayn. esr., s. 591 vd.
  31. Krşl. W. Brandenstein, RE, Suppl. VI, st. 214 § 4. ; Deroy’a göre (bk. Minos 4, 1956, s. 90 vdd.) Kıbrıs dili Yukarı Mezapotamya’daki Hurri dili ile akrabadır.
  32. Nitovikla gibi kuvvetli bir kalenin zapt ve tahrip edilmesine bu delil sayılmaktadır. Bk. E. Sjögvist, Problems of the Late Cypriote Bronze Age, Stockholm 1940, s. 189.
  33. Bk. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 189 vd.; Buchholz-Karageorghis, ayn. esr., s. 133, res. 54, 55.; Krşl. F. G. Maier, Cypern, 1964, s. 23 vd.
  34. Krşl. W. Brandenstein, RE, Suppl. VI (1935), st. 213 § 3.; V. Karageorhis, The Mycenean Origins of the Cypriote Cultur, XXI. Congr. Int. d. Scien. Hist., 1965, Rapp. IV, s. 77.; Buchholz-Karageorghis, Altaegäis und Altkypros, s, 134
  35. Bk. Dikaios, ayn. esr., s. 29
  36. Bk. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 189.; Buchholz-Karageorghis, ayn. esr., s. 134 vd.
  37. Bu mektuplar M. Ö. 2. bine ait tercüme edilebilen yegâne tarih vesikalarıdır. Bk. tercüme V. Y. Knudtzon, 1915, s. 278 vdd. ; H. Th. Bossert, Altkreta, s. 63 vdd.
  38. A. Götze, Kleinasien^2, s. 101, Anm. 6.; Klainasiat. Forsch. I, s. 167.; H. Otten, Neue Qullen zum Ausklang des Hethitischen Reiches, MDOG, Nr. 94, 1963, s. 10.
  39. H. Otten, ayn. esr., s. 10.; Bk. F. G. Maier, ayn. esr., s. 26.
  40. H. Otten, ayn. esr., s. 13 vdd.
  41. H. Otten’ın almanca tercümesinden tarafımdan, türkçe’ye çevrilmiştir.
  42. H. Otten, ayn. esr., s. 15.
  43. H. Otten, ayn. esr., s. 20 vdd.
  44. Bk. Yuk. s. 103.
  45. Bk. Yuk. s. 103. Kıbrıs’ın bir taraftan Mısır’a diğer taraftan Hititler’e tâbi olması, iki büyük kuvvet arasındaki mevkii hakkında tam bir fikir edinmeyi güçleştiriyor. ihtimaldir ki, Hititler daha çok Kıbrıs'ın kuzey bölgelerine sahip olmuş lardır.
  46. Bk. s. 103 ve not 53.
  47. Krşl. H. Otten, ayn. esr., s. 21 vdd.; H. G. Güterbock, The Hitite Conguest of Cyprus reconsidered, JNES, 26/2 (1967), s. 73 vdd.
  48. Bk. E. Sjögvist, Problems of the Lale Cypriote Bronze Age, 1940, s. 189.; V.; Karageorghis, The Mycenaean Origins of the Cypriote Cultur, s. 77.
  49. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 201.; V. Karageorghis, ayn. esr., s. 77 vd.
  50. C. Μ. Fürst, Zur Kenntnis der Anthropologie der praehistorischen Bevölkerung der Insel Cypern, Lunds Univ. Arsskrift Lund, 1933.
  51. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 205.
  52. Krşl. V. Karageorghis, The Mycen. Orig. Cyp. Cultur, XII. Congr. Int. Scien. Hist. 1965, s. 77 vd. Bu tebliğe karşı kongrede ilmî müdahalede bulunmuştum. Bk. F. Schachcrmeyr, XII. Congr. Int. Scien. Hist. 1965, V/Actes, s. 591 vd.; Krşl. F. G. Maier, ayn. esr., s. 25, 27. / 52a- Krşl. Buchholz-Karageorghis, Altaegäis und Altkypros, s. 138.
  53. K. Bittel, Grundzüge Vor-und Frühgeschichte Kleinasiens, s. 74 vd.
  54. Bk. V. Karageorghis, The Mycen. Orig. Cyp. Cultur. s, 78.; Buchholz-Karageorghis,· Altaegäis und Altkypros, s. 135.; Krşl. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 208.
  55. Bk. E. Sjögvist, ayn. esr., ayn yer.; Krşl. F. G. Maier, ayn. esr., s. 28 vd.
  56. Bk. Yuk. s. 100. ; E. Sjögvist. ayn. esr., ayn. yer.; V. Karageorghis, The Mycen. Orig. Cyp. Cultur, s. 78.
  57. Busolt, Gr. Gesch. I^2, s. 318 vdd. ; Ed. Meyer, Gesch. des Altertums Π, s. 219228.; Meister, Gr. Dialekt. II, s. 126 vdd.
  58. Meister, ayn. esr., s. 126.; O. Hoffmann, Griech. Dial. I, 1891.; Bechtel, Die Griech. Dialekten, Berlin 1921, s. 394-454.; A. Erzen, Das Besiedlungsproblem Pamphyliens im Altertum, Arch. Anzeiger, 3 (1973), s. 397 vd. ve orada verilen literatür.
  59. Bk. A. Erzen, ayn. esr., s. 398.
  60. Bk. E. Sjögvist, ayn. esr., s. 208 vd.
  61. Bk. F. G. Maier, Cypern, s. 39 vd.
  62. Bk. F. G. Maier, ayn. esr., s. 29 vd., 32 vd., 34 vd.
  63. Bk. H. Berve, Griechische Geschichte, 1931, Bd. I, s. 222.; H. Bengston, Griechen und Perser, Die Mittelmeerwelt im Altertum I, 1964, s. 44.; F. G. Maier, Cypern, 1964, s. 36 vd.
  64. Krşl. H. Bengston, ayn. esr., s. 52.; F. G. Maier, ayn. esr. s. 38 vd.
  65. Bk. Bengston, ayn. esr., s. 92.; F. G. Maier, ayn. esr. s. 39.
  66. Bk. H. Bengston, ayn. esr., s. 94.; E. G. Maier, ayn. esr., 40 vd.
  67. Bk. H. Berve, Gr. Gesch., Bd. II, s. 68, 98, 125 vd.; F. G. Maier, ayn. esr., s. 41 vdd.

Şekil ve Tablolar