Paris sulh konferansında müttefiklerin Yunanlılar lehinde davranmaları sonucunda İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi kararlaştırılmıştı. Mondros mütarekesinin 7. maddesindeki “İtilâf devletlerinin” emniyetlerini tehdit eden bir durum karşısında stratejik noktaları işgal edebilecekleri şıkkına dayanıyorlardı[1]. Bu karar Avrupa çevrelerinde de tam bir tasvip görmedi. Çünkü, özellikle Aydın bölgesinin durumundan bahsederek bu bölge üzerinde bir Yunan himayesinin teessüs etmesinin Türklerle Yunanlılar arasındaki nefreti arttırmaktan başka bir netice vermeyeceği ifade edilmekte idi[2]. Fakat bu bir sonuç vermedi ve Yunan işgali gerçekleşme yoluna girdi. Nitekim Sadrazam Ferit Paşa, kendisine bu hususta verilen notayı kabul etti; bu notada, mütarekenin 7. maddesine dayanarak İzmir istihkâmlarının işgal edileceği, daha sonra verilen bir ikinci notada da mütareke hükümlerine dayanarak İzmir’in Yunan askeri tarafından işgaline karar verilmiş olduğu bildirilmişti (14 mayıs 1919)[3]; bu haber gazetelerde sansür edilerek çıkmış ve durum bir emr-i vâki halinde kabul ettirilmek istenmiştir[4]. Bu durum hakkında Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’nın mütalaası ibret vericidir. Ona göre bir hastalığın tedavisi için göze alacak ya kati bir ameliyatla hastalık nihayete erer, yahut ikinci derece olmak üzere bazı ilâçlarla önüne geçilmek istenir yahut da ihmal edilerek kendi haline bırakılır. Bir operasyon demek olan vuruşmayı mütareke yaptığımız için, yapamıyoruz, ilâç makamında olan notalarla işi durdurmak istiyoruz. Çok ilerlemiş olan hastalığa notalar artık tesir yapamaz. Devlet yalnız, İzmir istihkâmlarının işgali için nota almıştır. O halde İzmir dışında vuku bulan Yunan işgallerini resmî kuvvetlerimizle karşılamak icap eder. Burada hâl-i hazır hükümet, bir taraftan müdafaadan menettiğimiz millete karşı kendisini hiç bir zaman mesuliyetten kurtaramayacak bir haldedir”[5]. Şevket Turgut Paşa gibi düşünen başka devlet adamları da olmasına rağmen Harbiye Nazırının tavsiye ettiği şıkka, yani İzmir dışına taşacak Yunan işgaline devlet kuvvetlerinin karşı durması hususuna, müracaat edilmedi. Bununla beraber artık diplomasi ile değil, davanın silâh ile mücadele etmekle kazanılabileceği hakkında düşünenler gittikçe artmaya başladı[6].
Yunan işgali, 15 mayıs 1919’da başladı[7]. Hükümet “İzmir’in İtilâf kuvvetleri tarafından işgaline dair olan Paris konferansı kararına itiraz etmezse de bir Yunan işgaline muvafakat etmeyeceğini, zira bu şehrin Yunanistan’la hiç bir ilgisi olmadığını, ahalisinin % 83 olan çoğunluğunun Türk olduğunu, bu sebeple en önemli şehirlerinden birinin katî işgalinin kabul edilemeyeceğini bildirmiştir[8]. İzmir işgali, memlekette büyük bir teessür ve heyecan uyandırmıştır; birçok yerde protesto gösterileri, toplantılar düzenlenmesine sebep olmuştur[9]. İzmir’in işgalinden sonra birbirini takiben işgal faciaları cereyan etmiş, aralarında Askerlik Şubesi Reisi Miralay Süleyman Fethi, Gazeteci Hasan Tahsin Recep, Tüccardan Bakırcı-zade Hafız Sabri Beylerle otuzdan fazla subay şehit edilmiştir. Kışla ve hükümet konaklarına yapılan taarruz ve yağmayı Türk mahalle ve dükkânlarına yapılanlar takip etti. Yunanlılar itilâf donanmasının himayesi altında yaptıktan bu şenî hareketlerden sonra mütareke hükümleriyle hareket kabiliyeti yok edilmiş Osmanlı ordusunun âtıl durumundan yararlanarak yedi, sekiz gün içinde İzmir’in iç taraflarını da istilâ ettiler. İzmir ve yöresinde o kadar zulüm ve tecavüz yaptılar ki akisleri yurt içinden dışına taştı, araştırılması milletlerarası bir mesele oldu. İzmir ve havalisinde yaptıkları zulüm hakkında, Amerika, İtalya, Fransa, İngiltere temsilcilerinden ibaret olup birer Türk ve Yunan müşavirinden oluşan Tahkikat Komisyonu kuruldu. Heyetin vuku bulan zararları tespit edebilmesi için Aydın vilâyetinin dosyaları ve münferit istidalar, Komisyon üyelerinin emirlerine verilmişti[10]. “İzmir Tahkik Komisyonu”, 12 ekim 1919’da verdiği raporda, şikâyet edilen olaylarda Yunanistan’ın mesul olduğunu tespit ederek İzmirin de dahil bulunduğu Aydın vilâyetinde çoğunluğun Türk olduğundan buralarda Yunan askeri yerine müttefik askerinin ikame edilmesini tavsiye ettiler. Bu rapor[11], görüşülmek üzere, müttefîklerarası kurulmuş meclise verilmesine rağmen fiili bir sonuç meydana getiremedi. Çünkü, Yunanlılar bu fırsattan yararlanarak gayelerini tahakkuk ettirmek için derhal faaliyete geçmişlerdi. Meselâ Edirne vilâyetinden Dahiliye Nezaretine gönderilen, 14 kânunuevvel 1335 tarihli tahrirat Yunanlıların Batı Trakya’ya külliyetli göçmen getirmekte ve bunları iskân ettirmekte bulunduklarını ifade etmektedir. Bundan anlaşıldığına göre, Yunanlılar programlı bir şekilde muhtelif vasıtalarla göçmen getiriyorlardı. Gelen göçmenleri, papaz, muallim, ihtiyat zabitleri ile birlikte iskân etmeye çalışıyorlardı. Burada şimdilik takip ettikleri bir siyaset de bölge kaymakamını ahalinin çoğunluğunu teşkil eden unsurdan seçmeleri idi[12].
Yunanlılar, İzmir bölgesine çıktıktan sonra az zamanda kuvvetlerini artırmışlardı[13]. Daha sonra iç taraflara da nüfuz etmeye çalışmışlar[14] ve az zamanda büyük zararlar yapmışlardır. Bunun üzerine, yer yer Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin teşekkül etmiş olduğu görülüyor. Merkezi İstanbul’da olan İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye adlı cemiyet, Yunanlıların yaptığı bütün faaliyeti takip ederek yavaş yavaş mukabil tedbirler almaya başladı. Cemiyetin genel merkezi, Sadaret makamına Yunan işgal ve zulmü sonunda bölge halkının durumunu belirten bir tahrirat göndermiştir[15]. Buna göre, on binlerce kişi sefil ve perişan bir durumda olup Aydın ve havalisinden ayrılmak mecburiyetinde kalan soydaşların durumunun endişe verici olduğu belirtilmektedir. Şu ibareler hem bu muvakkat fakat mecburî göçün, hem de insanların o zaman içinde bulundukları ruh hallerini vermesi bakımından ilgi çekicidir:
“Bi cürüm soğukların tesiri ile titreyen ve günden güne kuvve-i hayatiyelerini gâib eden bu biçârelerin hâline bakıp da ağlamamak gayr-i kabildir. Şimdiye kadar mevsim-i sayf hasebiyle şedâid-i havaiye ve emrazdan masun kalan ve ömürlerini naz ü ni'am içinde imrâra alışık bulunan evden yurtdan eşyadan mahrum ….. mevsim-i şitânın hulûliyle ferda-yı seyyallin taht-ı tehdidinde" bulunmakta idiler. Bu şekilde yerlerini, yurtlarını bırakarak göç etmek mecburiyetinde kalanların ilk hamlede 80.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.
Yunanlıların zulüm ve baskılarından dolayı yerlerini terk etmiş olan Türkler yerlerine dönmek imkânından mahrum bırakılmışlardı. Buna ilâve olarak Aydın vilâyetindeki Rum unsurunu çoğaltmak maksadı ile birtakım Rum gruplar göç ettirilmişti. Bu hususlar İtilâf devletlerinin mümessillerine aksettirilmişti. Fakat İngiltere gibi yabancı devlet temsilcileri Rum göçmen getirilmesi meselesini başka şekilde tevil etmek suretiyle açıklamak ve Türkleri oyalama cihetine sapmışlardı. Bu hususta İngiltere temsilcisinden alınan cevapta Kuvayı Millîye tarafından işgal edilen kazalarda bulunan Osmanlı mültecilerinin durumlarını düzeltmek için ardından terhis edilmiş askere ait battaniye ve elbiselerin dağıtılması tavsiye edilmişti. Rum göçmenlere gelince I. Dünya Savaşından önce ve savaş sırasında 200- 300 bin kadarı devlet tarafından göç ettirilmiş veya evlerini terke mecbur edilmişti. Bunun için onların da vilâyet içindeki Türk mültecileri gibi köylerine dönmek istedikleri bildirilmişti[16]. Buna karşılık Yunan hâkimiyetinin bölgede çoğunluğu temin için başka çarelere de başvurduğu görülmektedir. İşgal kuvvetleri bunun için Yunan hükümetinin verdiği son kararın uygulanmasına geçmişti. Buna göre, Balkan Savaşını takiben mübadele edilmiş olan Rumlarla askerlikten kaçmış olan Rumlar ve eski Yunanistan ve adalardan pek çok Yunanlı kendilerine arazi ve çiftlik verileceği vaadi ile Anadolu’ya nakledilmeye başlanmıştı. Rumlar, sahipli araziden zorla göç ettirilmiş Türklerin hanelerine ve çiftliklerine yerleştirilmekte idiler. Yunan hükümetinin işgal altında tuttuğu yerlerde yaşayan Türkleri imha siyasetini bu suretle İzmir bölgesinde de icra etmeye çoktan başlanmıştı. Türlü bahanelerle masum insanları tevkif ve katletmekte, onlara türlü işkenceler uygulanmaktadır. İzmir Polis Müdiriyetinden bu hususta Dahiliye Nezaretine gönderilen mufassal rapora dayanılarak Osmanlı Devletinin Hariciye Nazırı hâlâ diplomasi kaidelerine riayet ve İtilâf devletlerinin dikkatlerini bu noktalara çekmek sureti ile yani diplomasi yolu ile meselelerin halledilebileceği kanaatinde idi[17]. Yunan makamlarının emellerini gerçekleştirmek için İzmir’deki Müslüman mahallelerinde Yunan devriye kollarını arttırmakta ve işgal ettiği diğer yerlerde de Rum çeteler teşkil edilerek Türk köylerine devamlı hücum ettirilmekte idi. Bu bakımdan İzmir’e yakın yerlerde oturanlar, Rum çetelerden dolayı emniyetsizlik yüzünden İzmir şehrine göç ediyorlardı. Bu göçmenler, Yunanlı memurlar tarafından sıkı muayeneye tabi tutuluyor, ayrıca İzmir Türk polisinin silâhları da toplanıyordu. Kuvayı Milliye ile temasta bulunduklarından dolayı Tire eşraf ve memurlarından 40 kadarının Bayındır’daki Yunan Divan-ı Harbi’ne sevk edildiği görülmüştür. Yunanistan’ın işgal sınırlarını genişletmek hususundaki askerî hareketleri, artık diplomasi ile işin halledilemeyeceğini, nefsi müdafaa için silâhlı mücadelenin yapılması hususundaki kanaatleri daha da kuvvetlendirdi.
Silâhlı mücadele, Yunan işgalini hemen takiben fiilen başlamıştı. Bazı genç subaylar İzmir’e ne yolda yardım yapılabileceği hususunda İzmir işgalinden üç gün sonra toplanıp konuşmaya başlamışlardı. Bunu takiben yavaş yavaş küçük mukavemet grupları teşekkül ederek içerilere ilerleyen düşmana mukavemet edip ve hatta onları geri atmayı başardılar[18]. Nitekim çoktan teşekkül etmiş olan millî çeteler bu yolda başarılar elde ederek kalplerde umutlar uyandırmıştır. Milletin işbirliği ile elde edilen bu başarılar Kuvayı Milliyenin kurulmasına ve gelişmesine yol açtı. Bilindiği gibi, bu yolda ilk çatışma Ayvalık’ta olmuştur[19]. Meselâ Salihli taraflarında bir Yunan alayının hücumu ile 43 saat süren bir çarpışma olmuş ve Yunanlılar 300 kişi zayiat vererek geri çekilmişlerdi[20].
Yunan işgalinin meydana getirdiği bu göç meselesinin bölgede ne gibi bir durum yarattığını Aydın Muhacirin müdiriyetinden gelen yazı, gayet açık anlatmaktadır. Buna göre, Aydın’da göçmenlere ait muameleler, son olayların tesiri ile meydana gelen sel gibi göçmen akını dolayısıyle daha bir nezaket arzetmişti. Zira daha evvelki devirlerde vuku bulmuş olup vilâyetin muhtelif yerlerinde esasen yığılmış bir şekilde bulunan binlerce göçmen ve mültecilere, Müslüman ve Müslüman olmayan binlercesi daha ilâve olmuştu. Savaş sırasında başka yerlere nakledilen kimseler mütareke yapılır yapılmaz memleketlerine dönerek terk ettikleri mülklerine yeniden sahip çıkmış olup bunun sonucunda da onların yerlerine yerleştirilmiş on binlerce göçmen açıkta kalmıştı. Gerek bunların ve gerekse işgal dolayısıyle yerlerinden çıkıp, daha doğrusu kaçmak mecburiyetinde kalmış olan ve vilâyet içinde miktarı yüz elli bini aşan göçmen ve mültecilerin iskân ve iaşe ve yerleştirilmeleri, o zamanki şartlar içinde halledilmesi imkânsız önemli meseleler ortaya çıkarmıştı. Meselâ işgal kuvvetleri ile birlikte dönen Rum ve Ermenilere ait olduğu iddia edilen menkul ve gayri menkullerin sahiplerine iadesi meselesi ihdas edilmişti[21]. Bunun idaresi ve tasfiyesi işi de Muhacirin idaresine yüklenmişti. O zaman boş bulunan Aydın Muhacirin Müdürlüğüne eski Beyşehir Kaymakamı Hasan Faik Bey tayin olunmuştur[22]. Yunan işgalinin meydana getirdiği bu mecburî göç hareketi yalnız İzmir ve Aydın bölgesine inhisar etmemişti. Ayvacık ve Biga kazalarının merkez ve mülhakatında tertip ettikleri eşkıya çeteleri vasıtası ile ahaliyi başka bölgeye nakletmekte idiler. Bu baskı ve zulümden kurtulmak isteyen ahali göçe mecbur ediliyordu[23].
Yunanlılar tertibat ve askerî teşkilâtları vasıtası ile Osmanlı idaresini zaafa uğratmak için her vesileden yararlanıyorlardı[24]. Yunan işgal idaresi, bir müddet sonra da İzmir bölgesinde görev yapan kadı ve müftilerin tayin, azil ve değiştirilmeleri işine de karışmaya başladı. Vakıf muamelelerine ait, şer’i işler, İzmir’deki Yunan Fevkalâde Komiserliği tarafından Evkaf komisyonuna verilmesine teşebbüs edildi[25]. İzmir’deki Yunan Fevkalâde Komiserliği unvanını Vali-i umumîliğe çevirmişler ve işgal ettikleri yerlerde Yunan kanun ve nizamlarını uygulamaya başlayacakları da duyulmuştu[26]. Daha sonra olmakla beraber Yunan işgalinde bulunan arazide Yunan drahmisinin muayyen rayiçle yürürlüğe koymaları Osmanlı Devletinin bir başka diplomatik yoldan itirazlarına yol açmıştı[27]. Bu bölgede teşekkül eden millî çetelerin Kuvayı Millîyeye dönüşmesinden sonra işgal devletleri temsilcilerinin bunlardan bahsediş tarzı da dikkati çekmektedir. Daha evvel de işaret edildiği gibi İngiltere Fevkâlâde Komiserliğinden gelen 21 ocak 1920 tarihli bir yazıda Aydın vilâyeti’nin Kuvayı Millîye tarafından ele geçirilen kazalarındaki Osmanlı mültecilerinin felâketli durumları hakkında evvelce de birtakım raporlar verilmişti. Mültecilere yardım için evvelce de yapıldığı gibi Osmanlı ordusuna ait olup terhis edilmiş erlere ait bulunan külliyetli battaniye ve elbiselerin dağıtılmak üzere kendilerine —İngiltere Fevkalâde Komiserliği’ne— teslim edilmesini teklif ediyorlar; ayrıca İngiltere Komiserliği’ne sunulan suale cevaben tahririn ikinci kısmında Batı Anadolu sahillerindeki limanlara yapılan Rum göçü için de şu mütalaayı ileri sürmekte idi: Bunlar gerek I. Dünya Savaşından önce ve gerek savaş sırasında 200.000 ile 300.000 arasındaki Osmanlı Rumlarının devlet tarafından tehcir veya evlerini terke mecbur edilmiş kimseler olup 5-6 yıl çok müşkül şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bunların Aydın vilâyeti içindeki Türk mültecileri gibi köylerine dönmek istedikleri kanaatinde olduğunu ifâde ediyor[28]. İngiltere Fevkalâde Komiserliği burada meseleyi basite indirgeyerek göçmen Türklerin memleketlerine dönmelerine karşılık Rumların dönmesini kabul ettirme yolunda mütalaa beyan etmiştir. Bu şekilde Yunan emellerini zımnen destekler gibi bir tavır takınmıştır. Yunan işgalinden yurtlarını terk eden Aydın vilâyeti göçmenlerinin topraklarına dönemcdikleri için işgal edilmiş yerlerin Yunanlılar tarafından tahliye edilmesi için tekrar siyasî teşebbüste bulunması, bu gerçekleştirilemediği takdirde Türklere yapılan tecavüzlerin menedilmcsi hususunda diplomatik yoldan yeniden çalışmalar yapılmıştı[29].
Yukarıda gösterilen meselelerin hiç biri diplomatik yolla halledilmemiştir. Elinde hiç bir kuvvet olmayan Osmanlı Devleti, bunu bildiği halde müteaddit kereler bu yolla bu ve diğer meseleleri halle çalışmış fakat muvaffak olamamıştır. İşte bu durum, yurdu işgal altına girmiş olan Türklerin mevcut alternatife yani Kuvayı Milliyeye katılmalarında büyük bir rol oynamıştır. Öyle anlaşılıyor ki Osmanlı Devletinin bu tutumu, onun Türk halkı indindeki nüfuzunu yok ederek yeni teşekkül etmekte olan millî hükümeti desteklemelerinde ve ona fiilen katılmalarında en büyük rolü oynamıştır.
1
Ma’rûz-ı çâker-i kemineleridir
Yunan işgali üzerine kesb-i ehemmiyet ve vüs’at etmiş olan Aydın muhâcirîn mu’amelâtı hâdisât-ı ahîrenin tevlîd eylediği sel-i hicret dolayısiyle de bir kat daha kesb-i nezâket eylemeğin ve vilâyetin aksâm-ı muhtelifesinde zâten mütekâsif bir halde bulunan binlerce muhâcirîn ve mültecilere müslim ve gayr-ı müslim daha bir çok nüfus inzimam etmişdir, Harb-ı umûmî esnasında ahar mahalle nakl edilen eşhâsın mütârekeyi müte’akib memleketlerine avdetle emvâl ve emlâk-ı metrûkelerine yeniden tasarrufları bi’t-tab’i buralarda mukaddema yerleşdirilmiş olan binlerce muhâcîrinin açıkda kalmasını intâc eylediğinden gerek bunların gerek anfü’l-arz işgâl dolayısiyle de yerlerinden çıkup cenâb-ı re’fet-i hükümete ilticâ eden ve dâhil-i vilâyetde mikdârı yüz elli bini mütecaviz bulunan muhâcirîn ve mültecilerin iskân ve iaşe ve ibâte ve şevklerine ve memleketlerine avdet eden Rum ve Ermenilerin emvâl-i menkule ve gayr-ı menkulelerinin i’âdesi husûsunda muhâcirîn idaresine müretteb vezâifin ta’kîb ve icrâsma müte’allik mu’amelât-ı esâsiyenin hüsn-i ifası zımnında cl-yevm münhal bulunan vilâyet-i müşârunileyha muhâcirîn müdîriyetine umûr u idarede sâhib-i tecrübe ve fa’al bir zâtın ta’yîni muktezi görülerek mekteb-i hukukdan aliyyü’l-a’lâ derece de mc’zûn ve müte’addid kaza kaimmakamlıklarında hüsn-i hizmet ve liyâkati mesbûk ve meşhûd olan Beğşehir kaimmakam-i sâbıkı Hasan Faik Beğ’in icrâ-yı me’mûriyeti tensîb ve olbabda ki irâde-i seniyye lâyiha sûreti leffen takdîm-i pîşgâh-ı sâmileri olmağla ol bâbda emr ü ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir.
Fî 6 Rebiülevvel sene 1339, ve fî 17 Teşrîn-i sâni sene 1336
Dâhiliye Nâzırı
Ahmed İzzet
2
Hâriciye Nezâreti celîlesine
Yunanlıların Ayvacık ve Biga kazaları merkez ve mülhakatında eşkıya çeteleri vesâtetiyle ahali-i îslâmiyeyi cem’ ve mahall-i ahara nakl ile darb ve haps etmekde olduklan ve ta’addiyat-ı vâkı’adan ahalinin hicrete mecbûr kaldıkları Kal’e-i Sultaniye mutasarrıflığından iş’âr edilmiş olduğundan bahisle bu bâbda îcab edenler nezdİnde teşebbüsât-ı lâzımenin icrâsı hakkında Dâhiliye nezâreti vekâlet-i celîlesinden vârid olan 18 mayıs sene 1337 târihli ve 392 numrolu tezkire merbutatiyle savb-ı devletlerine tisyâr kılınmış ve münderecâtı hâiz-i ehemmiyet bulunmuş olmağla iktizasının serîan ifa ve inbâsına ve melfûfların i’âdesine….
Bâ işâret-i aliyye-i hazret-i müsteşârî
3
Memâlik-i Osmaniye’nin ba’de’l-mütâreke işgal olunan veya tamamen işgal mahiyetinde olmaksızın düvel-i itilâfiye askeri bulunan menâtık ve mevâzi’de ve bilhassa Aydın vilâyetinin yunanlılar tara-fından işgal edilmiş olan ve el’an işgalleri tahtında bulunan akşamında hukuk-ı düvel kavâidine ve işgal kuvvetlerince ri’âyet edilmesi lâzım gelen usûle muhalif olarak gerek devâir-i hükümet ve gerek efrâd-ı ahali aleyhine ika’ olunan zarar ve hasarın tetkik ve tesbiti zımnında bâ emr-i sâmi-i sadaret-penâhî müteşekkil komisyonumuz 24 mart 336 târihinde mâliye nezâretinde bi’l-ietimâ’ mukarrerât-ı atiye ittihaz olunmuşdur.
Gerek devâir-i resmiye ve gerek eşhâsa ba’de’l-mütâreke îrâs edilmiş ve edilmekde bulunmuş olan zararların tam olarak tesbiti hayli bir zamana mutavakkıf görülmekde ve halbuki hükümet-i seniyyenin sulh konferansına târih-i da’veti henüz ma’lûm olmamağla beraber bunun karîben vuku’u melhûz bulunmakda olduğundan her dürlü isti’câl ve mesâ’iye rağmen bu işin kısa bir müddet zarfında yetişdirilmesi kabil olamaması mülâhazasiyle komisyonumuz bu cihetin şimdiden nazar-ı dikkate arzını zarûri görmekdedir. Zarar ve ziyânların Aydın vilâyetine âid olan kısmı Muhacirin Müdiriyet-ı Umûmiyesi tarafından el-yevm ihzâr edilmekde bulunmuş ve Adana ve cihât-ı sâireye âid ba’zı dosyaların da Hâriciye nezâret-i celîlesine vürûd eylediği istihbâr kılınmış ise de gerek bu cihetlerde ve gerek Memâlik-i Osmaniye’nin aksâm-ı sâiresinde vuku’a getirilmiş ve getirilmekde bulunmuş olan hasara âid henüz elde tam ve kat’î hiç bir ma’lûmat ve vesâik mevcûd değildir. Binâenaleyh işgaller neticesinde arazi-i meşgulede gerek devâir-i hükümetin ve gerekse eşhâs-ı hakikiye veya hekimiyenin mal ve can i’tibariyle duçar oldukları bi’I-umûm zarar tamamen ta’yîn ve tesbît edilebilmek üzere keyfiyet Dâhiliye nezâret-i celîlesince usûlü dâiresinde alâkadârana ve bu meyânda Duyûn-ı umûmiye, Tütün rejisi, Evkaf ve Seyr-i sefâin gibi müesseselerle şirketlere ta’mîm edilerek zararlarını tesbit ve ihbara da’vet olunmaları ve gerek Hâriciye nezâret-i celîlesinde ve gerek Muhacirin Müdiriyet-i Umûmiyesinde bulunan ve devâir-i sâirede de bulunmak ihtimali vârid olan vesaik ve cedâvilden de komisyona serî’an ma’lûmat verdirilmcsi tezekkür edilmişdir. Alâkadâranca ihbâr edilecek zarar ve hasarın yeknesak bir şekilde olması îcab eylediğin hasarat-ı mâliye içün melfûf(ı) numrolu nümune hayat ve ırz mes’eleleri içün melfûf (2) numrolu nümune mucibince cedveller tab’ ve alâkadaranca makamat-ı âidesine vuku’ bulacak ihbârât bunlara nakl edilerek vesâik-i asliyesiyle beraber komisyona i’tasının arzı münâsib görülmüşdür. Elyevm taht-ı işgalde bulunup makâmât-ı âidesince mahallinden ma’lûmat ahzı kabil olamayan yerler içün bir karar ittihazı ise rey-i sâmi-i sadaret-penâhî ye mcnût bulunmuşdur.
Gerek Hâriciye nezâret-i celilesiyle Muhacirin Müdiriyet-i Umûmisi’nde elyevm mevcud evrak ve vesaiki tasnif ve kayd etmek ve gerekse Dâhiliye nezâret-i celîlesince anfen ma’rûz olduğu üzere alâkadarâna yapılacak ta’mîmi müte’âkib ve alınacak ma’lûmat ve vesâiki teslim ve kayd ve tasnif etmek üzere komisyon ma’iyctine derhal bir hey’et-i kalemiye terfiki ve iş bu hey’et-i kalemiyenin şimdilik Mâliye, Hâriciye ve Dâhiliye nezâret-i celîleleri me’mûriyetinden ittihaz buyurulacak şerâit-i lâzımeyi hâiz ikişer efendiden teşkili tezekkür ve tensîb olunmuşdur. Fi 24 Mart sene 1336
Bükreş (?) Mümessil-i Siyasisi
Aşâir ve Muhacirin Müdîr-i Umûmisi
Hey’et-i Teftişiye-i Mâliye
Müdîr-i Umûmisi