Moskova’nın önde gelen tüccarlarından Trifon Karabeynikov (Коробейников) 1582 senesinde beraberindeki yol arkadaşlarıyla Kudüs’e gitti. Amaçları Kudüs’teki Aziz Catherine Kilisesi’nin yanına bir yapı inşa etmekti. IV. İvan’ın himayesinde gerçekleştirilen bu sefer, seyahat raporu bırakılmasıyla neticelenmiştir. Seyahate katılanlardan Trifon Karabeynikov’un anlatımıyla yazıya geçen raporda, Osmanlı hâkimiyetindeki Akdeniz dünyası ve özellikle de Orta Doğu’nun durumu açısından önemli bilgiler verilmektedir. Seyahatnamenin önemi, söz konusu dönemde bölge ile ilgili seyahatnamelerin azlığı göz önüne alınacak olursa daha da artmaktadır.
Karabeynikov’un seyahatnamesi halka ulaşmasından hemen sonra çok kıymet gördü. Öyle ki XVI. ve XVII. yüzyılda Rusya’da çok okunan eserlerden birisi oldu. Bunda eserin dini içerikli olmasının önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Kudüs’ü canlı bir şekilde tasvir eden seyahatnamenin buraya gidemeyen kimselerde ruhani bir hac hissi yarattığı kuşku götürmez. Bu rağbet neticesinde Karabeynikov seyahatnamesinin birden fazla yazma kopyası ortaya çıktı. Bunlardan bazılarına bazı eklemelerin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Örnek verecek olursak ilk baskılarda seyahat İstanbul’dan başlatılırken, son zamanlarda yapılan baskılarda onların Moskova’dan itibaren ki maceralarına yer verilmiştir. Buna benzer bilgilerin metne sonradan eklendiği yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir[1] . Eser matbaa baskısı olarak ilk kez 1783 senesinde yayınlandı. Bunu 1786, 1803 ve 1810 baskıları takip etti. XX. yüzyılın başına kadarki bu baskıların sayısı 36 idi ki bu rakam, eserin Rusya’da çok okunan ve üzerinde pek çok çalışma yapılmış bir eser olduğunu göstermektedir. Ancak en önemlilerinden birisi, bizim de çeviride esas aldığımız, İvan Mihailov tarafından 1826 senesinde yapılan baskıdır [2] . Bunun yanında I.P. Saharov’un 1849 ve H.M. Laparev’in 1888’deki baskıları da kıymetlidir.
Karabeynikov ve arkadaşlarının amaçlarının buraya bir yapı inşa etmek olması, Rusya’nın ilerde takip edeceği Ortodoksluğun hamiliği iddiasının ayak sesi olarak değerlendirilebilir. Daha önceki Rus hacılar “kutsal topraklara” hac yapmak için gelmiş olmalarına karşın, onlar şahsi bir amaç güdüyorlardı. Bu farklılık elbette ki Rusya’daki siyasi ve dini anlayışların zaman içindeki farklılaşmasıyla ilgiliydi. Kudüs Hıristiyan cemaati ile Ruslar arasındaki siyasi temele sahip ilişkilerin ne zaman başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak seyahatnameden anlaşıldığı kadarıyla Kudüs’teki dini cemaat, söz konusu heyet Kudüs’e gelmeden önce Moskova’dan çeşitli bağışlar alıyor, yapıların tamiri için yardım talep ediyor, elçiler gönderiyor ve taleplerini elde etmekte başarılı oluyorlardı. Bu durum Moskova’nın, XVI. yüzyılda Türk hâkimiyetindeki Ortodoks dünyasında yardım umulacak bir güç olarak görülmeye başlandığını göstermesi açısından önemlidir.
Karabeynikov’un seyahatnamesi Osmanlı hâkimiyetindeki Akdeniz ve Ortadoğudaki hayatı yansıtması açısından önemlidir. Seyahatnamenin ilk kısmında İstanbul ile Kudüs arasındaki yol ve duraklardan bahsedilir. Bu bilgiler kuşkusuz ki XVI. yüzyılda söz konusu yol üzerindeki istasyonları göstermesiyle kıymet arz eder[3] . Bu kısmın ardından Küdüs, Mısır’a giden yol üzerindeki yerleşim birimleri ile Mısır’daki bazı kentler hakkında bilgiler verilir. Söz konusu bilgiler dikkatli gözlemlere dayanmıştır. Karabeynikov’un bazen detaylara takılıp kalması ve bizim için pek de önemli olmayan mevzularla ilgili uzun uzadıya bilgiler vermesi bunun bir sonucudur. Bunlar arasından biz Kudüs ile ilgili olarak verilen bilgileri inceleyeceğiz.
Kudüs ile ilgili bilgilerin yer aldığı, seyahatnamenin II. Kısmında kentin fiziki yapısı, III. Kısmında Hıristiyanlarca kutsal sayılan Paskalya töreni, IV. Kısmında bu törenlerde diğer Hıristiyan cemaatin adetleri hakkında bir takım bilgilerle Ortodoks gelenekleri, V. Kısmında Kudüs’teki David isimli bir mabet ile ilgili bilgiler ve VI. Kısmında da kentteki kiliselerin bir listesi verilerek bunlar hakkında geniş bilgiler verilmektedir. Bunlar XVI. yüzyılda Osmanlı idaresindeki Kudüs’te yaşayan Hıristiyan halkın sosyal ve dini hayatı ile Osmanlı yönetiminin bunlara karşı tutumunu göstermesi açısından önemlidir.
Karabeynikov’un kentin topografisine ilişkin verdiği bilgiler detaylı, fakat kolay anlaşılır değildir ve başka bir kaynaktan yardım almaksızın bir harita sunmak noktasında elverişten uzaktır. Bunun nedeni, seyyahın kentin topografisini ortaya koymak ve bu arada kentteki dini cemaatin yaşama yerlerini belirlemek değil, kentteki Hristiyanlık için kutsal yerlerin nerelerde bulunduğunu tespit ve tasvirini vermekle ilgili olmalıdır. Bizim için çok önemli olmasına rağmen seyyah, kentteki ahalinin nerelerde oturduklarıyla ilgili bilgi vermez. Ancak biz, diğer deliller ışığında Karabeynikov’un bahsetmediği bu hususları biliyoruz. Buna göre Hıristiyanlar kentin kuzey batı, Müslümanlar kuzey doğu, Yahudiler güney doğu ve Ermeniler ise güney doğusunda yaşamaktaydılar. Bir de Yahudi mahallesinin batısında pek de büyük olmayıp Mağripliler tarafından iskân edilmiş küçük bir mahalle bulunuyordu[4] .
Karabeynikov’un verdiği bilgilere göre Kudüs’ün kuzey batısında bulunan Hıristiyan yapılarının en önemlisi, içinde İsa’nın lahdi olduğuna inanılan bir mermerin bulunduğu ve seyyahın “İsa’nın Dirilişi Kilisesi” olarak bahsettiği Osmanlı kaynaklarında Kamame Kilisesi olarak geçen Kutsal Lahit Kilisesiydi[5] . Seyyahın verdiği bilgilerden kilisenin fiziki durumunu, iç mimarisi ve hatta bazı detay hatlarını, Osmanlı idarecilerinin de buraya çok önem verdiklerini, kilisenin önemine binaen ibadete kapalı tutulduğunu anlamak mümkündür. Osmanlı Sultanlarının Avrupa hükümdarlarına fermanlar gönderirlerken “Kutsal Lahdin Koruyucusu” olmakla övünmüş olmaları verilen önemin çarpıcı bir göstergesidir[6] . Bunun yanında kentteki diğer kiliseler ve dini mekânların çoğu da İsa’nın Dirilişi Kilisesi gibi ziyarete müsait bir durumdaydı ve kesinlikle enkaz halinde değildi. Bu durum Osmanlı idaresinin kentteki dini mekânlara saygı gösterdiklerini ve gerekli olan düzenlemeleri yerine getirdiklerini göstermektedir. Kentte ibadete açık olan kilise sayısının fazlalığı da gösterilen bu öneme işaret etmektedir.
Kentte çok büyük bir kiliseden başka on bir ilise daha bulunuyor, bunlardan sekizi ise sürekli olarak ibadete açık tutuluyordu. Ayrıca, Hıristiyanlığın ilk ortaya çıktığı dönemlerden kalma yeraltı kiliseleri de varlığına devam ediyordu. Yine Kudüs’ten İstanbul’a, buradan da tekrar Kudüs’e getirilen ve İsa’nın gerildiğine inanılan bir çarmıhın da burada bulunduğu, hiçbir şekilde Osmanlı idarecilerden gizlenmeden elde tutulduğu ve bunu rahatça ziyaret edebildikleri anlaşılmaktadır. Bundan başka Karabeynikov, hiç zorlanmadan İsa’nın başına dikenli taç konduğu yerlerde dolaşmış, hapsedildiği zindanı ziyaret edebilmiştir. İşte, Karabeynikov’un seyahatnamesinde sayılan kiliseler ve tarihi mekânların varlıklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın devam ettirmesi ile Hıristiyanlıkla ilgili hatıraların yaşatılabilmesi, Türk idaresi altındaki Kudüs’te din hürriyetinin en geniş şekilde yaşandığını göstermektedir. Ancak bu hürriyet ortamı Osmanlı görevlilerinin sağladığı imkânlar neticesinde ortaya çıktığı bir gerçektir. Zira onlar bazı dini konularda çeşitli yasaklar ve düzenlemeleri de zorunlu kılmışlardı.
Karabeynikov’un seyahatnamesinden anladığımız kadarıyla Osmanlı idarecileri kentteki ibadetle ilgili bazı hususlarda sınırlamalar getirmişlerdi. Bununla ilgili ilk bilgi, kentteki en büyük kilisenin boyu ile ilgilidir. Seyyahımızın verdiği bilgiye göre kilisenin yüksekliği 70 sajen, yani yaklaşık 150 metreydi ve Hıristiyanlar tavan kısmının tamamlanması için Osmanlılar’dan izin alamıyorlardı. Karabeynikov bunun nedeni ile ilgili bilgi vermemektedir. Bu, kilise boyunun cami boyunu geçmemesine gösterilen özenle ilgili olsa gerektir. Yapılardaki uzunlukla ilgili bir diğer yasaklama ise, Mihail Kilisesi’nde Osmanlı görevlilerinde yıkılmış sütunla ilgilidir. Onlar Karabeynikov’un verdiği bilgiye göre buranın tamiri için, 1552 senesinde Rus Çarı’ndan “sadaka” almışlarsa da[7] , bunun başarılması için Sultana başvurmuşlar ve o da buranın Sancak Beyi’ne bir ferman yazarak sütunun tamirini emretmiştir. Bu ferman sayesinde sütunun tamirine başlanmış, ancak Sancak Beyi’nin girişimleri neticesinde yeniden yıkılmıştır. Seyyah bundan sonra efsaneyle karışık bir şekilde Sancak Beyi’nin azizler tarafından cezalandırılmasından bahseder. Bu efsanevi bilgiler bizim için önemi haiz değildir. Ancak Sultan’ın izin vermesiyle hasarın onarımına başlanması ve buna karşı olan Sancak Beyi’nin de bunu yıktırtması, Kudüs’teki kiliselerin tamiri işinde Osmanlı idarecilerinin mutlak yetkilerinin olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Osmanlılar Kudüs’teki törenlerle ilgili düzenlemelerde de bulunmuşlardır. Karabeynikov’un verdiği bilgiye göre ahalinin kentin en büyük kilisesi olan İsa’nın Dirilişi Kilisesi’ne girmesi de yine Osmanlı idarecilerin iznine tabi idi. Dahası buraya giriş ancak önemli dini günlerde yapılabiliyor ve kentin komutanı ve patriğin de katıldığı bir törenin ardından kilise kapıları açılıyordu. Karabeynikov tören esnasında büyük bir kalabalığın toplandığını bildiriyor. Bu bilgi, söz konusu törenin ahali tarafından önemli bir etkinlik olarak görüldüğünü göstermektedir. Seyyahımızın verdiği bilgiye göre herkesin hazır olmasından sonra Osmanlı görevlileri buraya geliyor, kapının üstündeki kilidi ve mührü açıyorlar, ardından giriş başlıyordu. Karabeynikov içeri girenlerden vergi alındığını ve buna karşılık “bilet” verildiğini ifade etmektedir. Biletin neye benzediğini ifade etmiyorsa da vergi manasına gelen “poşlinin varlığı ödemeyi belirmektedir” ifadesi bunun cismi bir şey olduğunu göstermektedir. Kutsal Kabir Kilisesi’ndeki törenlere katılmış bir başka seyyah olan Simeon da ücret karşılığında bilet verildiği ve bunun, kiliseye girerken görevlilere verildiğinden bahsetmektedir[8] . Seyyahımız içeri girme karşılığında ahaliden 4 Macar veya 10 altın paranın alındığını ifade etmektedir. O. Peri, XVI. yüzyılın ortalarında Kudüs’ü ziyaret eden Hıristiyan hacılardan toplanan vergi kalemlerini bir Osmanlı kaydına dayanarak ortaya koymuştur. Söz konusu belgede, burayı ziyaret edenlerden resm-i kumame[9] olarak adlandırıldığı anlaşılan verginin standart olarak toplanmadığı, farklı bölgelerden gelen kimselerin farklı miktarlarda vergiler ödemelerinin buyrulduğu anlaşılmaktadır. Bunların en yükseğini 7 florin vermek zorunda olan Latinler üstleniyor, Gürcistan ve Etyopya’dan gelenler ise herhangi bir para ödemiyorlardı [10]. Karabeynikov’un ifade ettiği 4 Macar parası veya 10 altın para, 7 florin karşılığı bir miktar olsa gerektir. Zira XVI. yüzyılın sonlarında resm-i kumame daha çok filorin üzerinden toplanmıştır [11]. Ancak kesin olan husus Osmanlı idaresinin bu işten önemli bir meblağ vergi elde etmiş olmasıdır. Öyle ki, Karabeynikov verginin yüksekliğine vurgu yapar. Bu gözlem, Osmanlı kayıtlarından da doğrulanmaktadır. O. Peri’nin yaptığı çalışmalara göre resm-i kumame adıyla geçen söz konusu kilisenin ziyareti vergisi XVII. yüzyıl Kudüs gelirlerin %13’ünü oluşturuyordu[12].
Kutsal Lahit Kilisesi’ndeki tören Osmanlı idarecilerinin iznine tabi olmakla birlikte bu durum ahaliye dini baskı yapıldığı manasına gelmemektedir. Bu, raporda Osmanlı idarecilerinin ahaliye eziyet ettiklerine dair hiçbir bilgi verilmemesinden anlaşılmaktadır. Dahası ahali, ziyaretin tamamlanmasını müteakip tekrar Kiliseyi ziyaret etmek istediklerinde kent yöneticisi halkın isteğini zorla bastırmak yoluna gitmemiş, aksine Kilisenin mührünü tekrar açarak isteklerini yerine getirmelerine müsaade etmiştir. Kentte XVII. yüzyılda A. Raymond’un ifadesiyle “kentin savunma gereksinimi aşan” 100’ü yeniçeri, 300 Osmanlı askerinin olduğu göz önüne alınacak olursa[13] Osmanlı idaresinin buradaki hadiseleri kolaylıkla bastırabileceği düşünülebilir. Bu serbestlik kuşkusuz ki, Osmanlı idaresinin Kudüs’teki dini hareketlere hoşgörüyle yaklaşmış olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra Osmanlı idarecilerinin Kudüs Patriğine saygı gösterdikleri de dikkati çeken bir başka husustur. Osmanlı idaresi ile buradaki Patriklik arasındaki ilişkilerin, İstanbul’un ele geçirilmesinden hemen sonra başladığı bilinmektedir. Dahası bu temas bizzat Kudüs Patriği’nin başkanlığında gerçekleştirilmiştir. Dostane geçen ziyaretin neticesinde Patriğe bir ferman verilerek ülkesine gönderilmiştir[14]. Bu temas neticesinde Kudüs Patrikliği doğrudan İstanbul Patrikliğine bağlı hale getirilmişti[15]. Bu şekilde başlayan iyi ilişkilerin XVI. yüzyılda da devam ettiği Karabeynikov’un seyahatnamesinden anlaşılmaktadır. Özellikle kentteki törenlerde Patrik hiçbir şekilde Osmanlı idarecilerinin altında ezilen bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmamakta, aksine bir takım hususlar hariç tutulacak olursa son derece serbest bir şekilde dini töreni idare edebilme selayetine sahip bir kişi görüntüsü çizmektedir.
Karabeynikov buradaki diğer Hıristiyan cemaatin geleneklerine de değinmektedir. Onlar da Ortodokslara benzer törenler yapmaktadır. Bu cemaatin törenleri de Ortodokslarınki gibi tertipli ve “ritüel” tarzda geçmekte olduğu anlaşılmaktadır. Ancak seyyah onlar arasından sadece Ermenilerin törenlerinin karmaşa içinde geçtiğine işaret eder.
Tüm bu bilgiler ışığında, XVI. yüzyılın sonlarında Osmanlı idaresi altındaki Kudüs’te hoşgörünün ve refahın egemen olduğunu söyleyebiliriz. Bu hoşgörünün temelinde de kuşkusuz ki ananevi Türk idaresinin etkisi vardır. Zira, Türklerle ilgili hemen her dilden kayıtlarda Türklerin dinî hoşgörüyü genel bir kültür olarak muhafaza ettikleri açık şekilde teşhis edilmektedir.
Biz bu dönem ve coğrafya ile uğraşmamakla birlikte Türk ve Batı âleminde bilinmeyen bu seyahatnamede geçen bilgileri çevirmeye karar verdik. Bu çeviride İvan Mihailov’un 1826’daki neşrine bağlı kaldık[16]. Çalışmamızın Osmanlı dönemi Orta Doğusu üzerine çalışmalar yapan araştırmacılara katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
METİN
KISIM II
Aziz Kent Kudüs’ün Tasviri
Kudüs kenti doğuda, Sion dağı (eteklerinde) kuruludur ve üç verst(lik bir sur ile) çevrelenmiştir. Haç şeklinde dört köşesi vardır ki ilki güney diğeri ise kuzey, üçüncüsü doğu, dördüncüsü ise batıya doğrudur. Kentin güney ve doğu köşesi Ağlama Duvarı’ndan başlar. Batı ve kuzey (tarafı) dağda sona erer. Kentin sabah kısmında, (yani) güneyinde Azizlerin Azizi ismini taşıyan Solomon Tapınağı kalıntıları vardır. Buranın altında Muhammedî’lerin ibadet yerleri vardır. Solomon tapınağının yakınında büyük bir geçit vardır ki oslyattaki[17] İsa’ya gider. Duvarın içinin karşısındaki köşede bir çukurda Siloam banyosu[18] vardır. Kuzey köşesinde, kentin içinde İsa’nın Dirilişi (isminde) çok büyük bir kilise vardır ki 70 sajen uzunluğunda, 50 sajen genişliğindedir. Bunun üst kısmı Türklerin yıkmaları (=hasar vermeleri) nedeniyle eksiktir ki halline izin vermemektedirler. Kilisenin süslemelerine gelince: duvarın dışı mermerle ve noktalı plakalarla kaplı, duvarın içinde ise zamanın portrelerinden daha enfes resimler vardır. Kilisenin içinde Çariçe Eleni’nin bağışladığı (ve) efendiler Yosif ile Nikodi’nin yattıkları 95 karış boyunda ve 5 (karış) uzunluğunda beyaz mermerden yapılmış lahit vardır. Bu kutsal yere giriş taştandır, Türk komutanının izni olmaksızın halk (buraya) giremez. Angelos tarafından dört lambaya dolan yağın daima yandığı yerde bulunan efendinin mezarı için gönderilmiş taşın oradaki girişin önü geniş olmayan bir sınırla inşa edilmiştir. Mezarın altında efendiler tarafından ikiye ayrılmış set yapılmıştır ve içi mermerlidir, bunun üstünde bir mermerden, aynen Tanrı’nın hizmetindeki Bulgarlardan gelen tahtın inşa edildiği yerdeki gibi yüksek bir yer (Терема[19]) yapılmıştır. Buranın sağında yedi köşede aynı lahitler görünür ki mermer plaklarla kaplı, yedi damga mühürlü ve bilerek açılmış sondaj deliğine sahip kürsünün üst tarafındaki duvara eklenmişlerdir. Lahitlerin önünde 43 gaz lambasında (zeytin) yağ(ı) daima yanar, her nasıl oluyorsa lambalardan hiçbirisinde ateş sönmez; sonra talep edilen yağın taksimi için yaşlıları kasten gönderirler. Lahdin çevresinde mermerden yapılma bir küre vardır. Bunun köşesinden 6 sajen uzaklıkta küçük (bir) İsa’nın Dirilişi Kilisesi vardır ki buraya Kudüslü ve Grek Patrikler hizmet etmeye gelirler; bu Kilise üç sajenlik bir yüksekliğe sahiptir, çevresi ise beş (sajendir). Gece ortası tarafının aşağısında, İsa’nın Dirilişi sunağının arkasında Yahudilerin (İsa’yı) dikenli taçla hicvettikleri yerde taht bulunmaktadır. Bu tahttan uzak olmayan bir yerde iki farklı (taht) daha bulunur ki bunlardan birisi efendinin giysisini[20] kadere fırlattıkları yerin civarındaki yerde, diğeri ise onu (hayattan) ayırdıkları yerdedir. Altı sajen geride Meryem’in İsa’nın ızdırabından ağladığı yerde (de) bir taht kuruludur; bu tahtların hepsinin önünde zeytinyağı dolu gaz lambaları asılıdır ve daimi surette yanar. Batıdaki tarafta beş sajen geride Yahudilerin İsa’yı kapattıkları zindan bulunmaktadır; bu kutsal yerde sıkıntısız bir şekilde ibadet edebilmek için üç adım taşlık merdivenden gidilir, burada asla sönmeden yanan dört lamba vardır. Bu zindandan on sajen ileride zamanında İsa’nın ızdırabından havarilerinin yakardıkları bir yer vardır. Güney kısmında, İsa’nın Dirilişi kilisesinde üç sajen ileride beyaz mermerden yapılma bir heykel vardır ki İsa ile ilişkilidir ve bunun bir kısmı İstanbul’da Meryem Ana kilisesinde, bir kısmı ise Roma’da Aziz Apastopol Petr kilisesindedir. Bu heykelin yakınlarında taştan bir merdiven vardır ve iki yüz sajen uzunluğuna yükselir, Lobn yerine çıkar. Bu doğudaki yerdeki merdivenden İsa’nın Dirilişi sunağının arkasında kapı vardır, mağaranın derinliğine uzanır ve 300 adımlık taştan merdiven vardır; bu mağaranın içinde Çar Konstantin ve annesi Elena adına bir kilise vardır ve içini yanan üç lamba aydınlatır. Bu kilisenin arkasında farklı bir mağara vardır ki yedi taştan merdivene sahiptir. Bu mağarada kurtarıcının (=İsa) ve iki hırsızın çarmıha gerildiği haç bulunmaktadır; bu mağarayı yanan altı lamba aydınlatmaktadır ki bunlardan birisi Katolikler tarafından yapılmıştır. İlk mağaranın yüzeyine çıkınca sağında İsa’nın Dirilişi Şapeli vardır ki 300 taştan merdiveni vardır, Yahudilerin İsa’yı çarmıha gerdikleri ve artık Lobn ve Kranie yeri[21] olarak anılan Galgaf dağına doğru gider. Galgaf dağının altında çok büyük bir kilise inşa edilmiştir ve Melhisedekov’un lahtini de barındırmaktadır; bu kiliseden Galgaf dağı görünebilir. (Bu kilise) Yahudilerin bir ordusunun İsa’nın üzerine yürümesi ve onun katıksız ruhunu gördüklerinde inşa edilmiştir, (ki onlar) sınıra girdiler ve sonunda hiçbir iz bırakmadan dağda gözden kayboldular. Bir süre sonra (dağın) genişliği iki verşka[22] arttı. Buraya bir haç yaptılar. Bu yerde dağın içine bir sajenlik bir oyuk açtılar ve (içini) gümüşle kapladılar. Güneyindeki aynı dağda İsa’nın, oğlu İsak’ı feda etmesini emrettiği ve onun da (İsak’ı) zeytin ağacına bağlı halde ona getiren Avraam’ın yeri olan bir mekân vardır. Dağın eteğinde Haçla Kurtulmuş [23] Kilisesi inşa edilmiştir ve Yusuf, Efendinin temiz cesedini buraya yerleştirmiş, (onu) mermer bir plakaya koymuştur, mezarı görmeye gelenler bunun önünde günah çıkarmaya gelen halkın getirdiği sekiz lambanın asılı olduğunu (görürler). Kilise Çar Konstantin ve annesi Eleni tarafından dört surla çevrelenmiştir ki bunlar arasında(ki mesafe) 800 adımdır; bu kiliselerde, kilise mensuplarının uyacakları kurallar[24] Patrik tarafından konmuştur. Diğer dine sahip olanlar[25] burada kalmaya kalkışamazlar, çünkü onlar kendi kiliselerine sahiptirler ki (bunlar) Büyük Kilisenin duvarına eklemlenmiştir. Diğer dine sahip olanlar[26] da Kudüs’ün sakinleridir ki şunlar da vardır: Latinler, Habeşiler, Kıptiler[27], Nasturiler[28], Ermeniler, Yakopitler[29], Tevritler, Maronitler[30], Asfanlar, Araplar, Sivirianlar, Dioskopitler ve daha başkalarıdır. İsa’nın Dirilişi Kilisesi’ne gitmek için iki kapı vardır. Bunlardan ilkinden tüm halk girebilir, diğeri ise Türk sultanının emriyle kilitli ve mühürlüdür, tüm Hıristiyanların ismi için, Efendinin lahdini selamlamak için kiliseye gelmek isteyenler altın para olarak poşlin[31] öderler. Bu kapıda altı mermer masa vardır, bunların üçünde koyu yeşil renkli arduaz kaplama vardır. Bu masaların arasında kilise duvarına eklemlenmiş yükseltilmiş bir yer vardır ki altından (yapılma) resimlerle çevrelenmiştir, anlatıldığına göre Çariçe Elena bu yükseltilmiş yerde Yahudileri yargılamıştır.
KISIM III
Kudüs’te Büyük Cumartesi Gününde Olanlar ve Tören Üzerine
İsa’nın Dirilişi Arifesi’nde Patrik ve onunla olan diğerleri Büyük Kilise’nin kapısına gelirler; Patrik, kapılarının önünde Yeniçeri komutanı ve Efendinin lahdini görmek için ayrı ülkelerden gelmiş olan büyük bir kalabalığın arasında durur. Biraz zaman geçince, anahtar ve mühür getiren Türkler gelirler, bir süre sonra kilise kapılarını açarlar, sonra Patrik vergi vermeyen (=verilmeyen) İkonlarla İsa’nın Dirilişi Kilisesi’ne içine girer. Bundan sonra artık son kısma geçilir ve Hıristiyanlardan Türkler kişi başına poşlin toplarlar ki bu, Katolikliğe sapmış 4 Ugor (=Macar) altın parası, (veya) on altın paradır, bu şekilde olanlar (=parayı ödeyenler) için bilet verirler, poşlinlerin varlığı ödemeyi belli eder. Fakat kendi istifadeleri süresince olan bu (şeyler) Türklerin soygunculuğu neticesinde olmuştur, (onlar aslında) bu vergiyi toplayamazlar; Türkler kiliseye giremezler, fakat sadece kilisenin küçük penceresinden içinde bulunanları görmelerine izin verilir. Bu yüzden yaşananlar, bunun (=kuralın) yokluğundan ileri gelmektedir. Niçin onlar zayıf temelli[32] ayrı yolu kabul ederler? Aksine (onlar) dine sahip olanların zorluklarına kalkışmışlardır, kendi acı durumları için acı içinde gözyaşı dökmek ihtiyacı duyarlar. Efendinin lahtini selamlamak ve ilahi ateşi görmek isteyenler arasında Grekler, Suriyeliler, Sırplar, Gürcüler[33], Ruslar ve Valahlar vardır. Ve sonra Patrik kilisenin içine girdiği ve duvara yaklaştığında, meleklerin (üzerine) düştüğü Efendinin lahdini selamlar ve onun yanına yanaşır ve Efendinin lahdine gider; sonra diğer insanlar büyük bir heyecan ve din adamı hissi içinde kurtarıcının taşına dokunurlar, günahkâr olan herkes kendini (Efendinin lahdine) sunar, iyiliksever Tanrının (=İsa’nın) resmini (=ikonunu) öperek mükâfatlanırlar. Sonra Sancak Beyi[34] pek çok Yeniçeriyle kiliseye gelir, kilisedeki lambaları rahatsız etmekle kalmazlar, ayrıca Efendinin lahdinin de bulunduğu kilisenin kendisini de rahatsız ederler, (kapısını) mühürlerler ve (buraya) muhafız dikerler. Ve biraz sonra (kilisede bulunan) herkes Patrik ve diğer Hıristiyanların evlerine (gitmelerinden) sonra ateşin söndürüleceğini, bundan sonra efendinin mezarını ziyaret etmek için birisinin gitmemesine kadar (ateşin) olmayacağını öğrenirler, bu esnada Patrik bütün İsa’ya inanlara bu ateşi dağıtır ve bu ateşi tüm bir sonraki sene korumalarını telkin eder. Bu arada Patrik Hıristiyanlarla küçük olan İsa’nın Dirilişi Kilisesi görevlilerinin örfi olarak uyacak oluklarını ileri sürdüğü kurallar için ayrımı gözyaşlarıyla kaldırdı, Tanrının ilahi bayrağını bekledi. Bu esnadan geceye kadar yukarda bahsettiğimiz (ibadete) açık kilisede beraberce tıpkı güneş gibi aydınlatan ateşi seyrederler, ve bunun ışığı Haçın üzerinde kalır. Patrik bu parıltının Tanrıya hizmet edenlerin bayrağı olduğunu söyler ve İncili, Haçı ve sönmeyen ışığı eline alır ve doğu kapısından efendinin lahdi (tarafındaki) heykele sütuna gider. Patriğin arkasından Hıristiyan ikonları ve piskoposlar giderler ve onları da daha başkaları (takip eder), ve efendinin lahdini selamlamak isterler; bunun arkasından Ermeniler, Habeşiler, Marunlar, Nesturiler ve daha başka din adamlarıyla birlikte Ermeni Men’ine, ki din adamıdır, giderler. Böylece Patrik, efendinin lahdi engeline varırlar ve burada üç kez yüksek sesle şu şiiri okurlar: Bugün duvara şikâyet ediyoruz; diğer Hıristiyanlar da takip ederler: Efendi! Senin hayırseverliğinden dolayı gör ve yalnız bırakma. Bu arada Sancak Beyi ve emir verdiği Yeniçeriler gelirler ve mührü kaldırırlar ve efendinin lahdinin bulunduğu kilisenin kilidi açarlar. Ve kısa süre sonra bu kapılar açılır, sonra Patrikle beraber olan bütün Hıristiyanlar hayırsever Tanrıyı (=İsa’yı) ziyaret ederler ve ateşe doğru yürürler ki mermer plakayı ayrı ayrı pek çok renkle görünür hale getirirler, (hatta bunlar) bunun gibi en doğu tarafları çevresini de görünür hale getirecek şekilde aydınlatırlar, bu yüzden Hıristiyanlar ve içini döken soyundan gelenler Tanrının (=İsa’nın) gözyaşlarını görürler. Bu esnada Efendinin lahdine yaklaşıldığında elinde yanan ışık olmayan tek kişi Patriktir; sonra ziyaretçilerin hepsi hayrete düşerler, ilk önce dine bağlı kişiler tarafından lahdin üstünde asılı bir lamba yakılır, (sonra diğer) yedi lamba Patrik tarafından korunan ateşle yakılır. Onların yakılmasıyla Patrik, Efendinin mezarının yakınlarından ayrılır ve ayrı bir yerde durur, burada bulunanlar için (ilahi) okur, ateşi Hıristiyanlar (arasında) paylaştırır; (bu esnada) kilisede bulunan ve Patrik’ten bunu alan herkes bütün lambaları yakarlar, sonra köşedekileri (yakarlar); sonra kendi evlerine dönerler, bir sonraki senenin tamamında bunu (=ateşi) korurlar. Önce Patrik tarafından korunan ateş elinde olmayan Hıristiyanlara dağıtılır; buna bu zamana kadar sahip olmayanlar böylelikle ateşe sahip olurlar, Herkes buna sahip olduğunda dini bütünlüğe sahip olur. Başka dine sahip olan diğerleri de (=diğer Hıristiyan cemaat) bu ilahi ateşi Hıristiyan lambalarından alırlar ve kendilerininkileri yakarlar. Fakat Patrik, sadece ateşe sahip değil, aynı zamanda bunu yapan (=dağıtan) kişidir, ancak onlarla (ateşin) dolaşımını (=paylaşımını) kaldırmıştır. Sonra Patrik ateşi paylaştırır, biraz sonra gönderilmiş sayısız kalabalık halk bütün kutsal alanlara yayılır, Tanrıya verdiklerinden ötürü şükreder, ikinci gece İsa’nın Dirilişi Kilisesi’nde Tanrıya hizmet kurallarını öğrenirler, Patrik ve diğer Hıristiyanlarla kilisede ekilmesi tamamlanması üzerine suyla karıştırılmış bazı ekmek ve şarabın tadına bakılır. Sonra Büyük Cumartesi gününde bulunan ve törene katılanlar Azizlerin yaşam ve icraatları öğretilerini öğrenirler.
KISIM IV
Başka Dine Sahip Olanlar Arasında Büyük Cumartesi Gününde Olanlar ve Törenler Üzerine ve Daha Başka Hatıralar
Hıristiyan Patriği Büyük Cumartesi gününde töreni icra ederken, diğer dine sahip olan Ermeni, Aryani ve onlar gibi olan diğerlerinin her birisi kendi kabul ettikleri gelenekleri şu şekilde yaparlar: Ermeniler ilk önce kendi dini merkezlerine giderler ve (buraya) birbirinden farklı (=karmakarışık) bir şekilde dalıp karmaşa çıkarırlar; Onları önünde Papa (=en yüksek din adamları) gider ve küçük bir çan çalar, (diğer) din adamları ise dini merkezin önüne giderler. Böylece tören yapılır. Aryaniler de aynı tören (geleneğine) sahiptirler; fakat Habeşiler Efendinin lahdi çevresine giderler ve dört büyük elmas pırıltısıyla bulunurlar (?), diğerleri dans ederler, daha başkaları nazla ökçeleriyle geriye giderler. Kıptiler ise, Efendinin lahdi çevresi sınırlarına giderler ve kendi gözlerimle korkunçluğu (gördüm ki), demir plakaya veya taşa saldırırlar. Aynı şekilde diğer halklar kendi geleneklerine göre kendi törenlerini ifa ederler. Bu halkların töreni bittiğinde Hıristiyan Patriği gün ışığı yükselmeden önce, din adamı giysisini giyer ve güzel kokuyu kilisede alır, hayat verici haçı elde eder ve (onu) ayrılmış yere koyar, üç kere tekrarlayarak (şöyle) söyler: İsa diril! Onlar ve halk da tekrarlar. Sonra sabah (ışıkları) başlar, bununla birlikte tüm Hıristiyan kiliselerinde başlar. Sabahın son bulması ve tören zamanının gelip çatması üzerine Patrik Tanrıya hizmet kurallarını tespit etmeye başlar, Hıristiyanları festival dolayısıyla tebrik (eder ve sonrasında), kendi hücresine çekilir. Halk ise memnuniyetini ve neşesini gösterir, fakat bu sadece ruhsaldır, bu aziz hafta boyunca arkadaşça konuşurlar ve kutsal yöne yürürler; hatadan kendilerini; kutsal şeylere saygısızlıktan ruhu korurlar, güvenilir Tanrının verdiklerine saygı duyarlar. Patrik de kiliseden kendi şanına göre kara papaz elbisesi (içinde) kalır, büyük kilisenin kapısı civarındaki sütunda bulunan Patriklik görevlileri olan din adamları ve görevliler[35] bunun için tüm hafta boyunca Tanrıya hizmet kurallarında ara vermeksizin hareket ederler. Patriğin İsa’nın Dirilişi Kilisesi’nden çıkışı üzerine Türkler (kapıyı) kapatır ve mühürlerler ve hiç kimseyi içerde bırakmazlar.
Patriklik hücresi büyük kilisenin duvarı sınırındadır ve Solomon tapınağının taklidi olan bu yerde halk daimi surette doludur ve Efendinin lahtini selamlamak için gelirler. İsa’nın Dirilişi Kilisesi’nin çıkışında sağ yönde, dört mermer ayak üzerinde yüksek bir çan yapılmıştır ki üç kilisenin yakınında inşa edilmiştir. İlki ortada İsa’nın Dirilişi (Kilisesi), ikincisi sağ tarafta Tanrı’nın (=İsa’nın) Kardeşi Yakova (Kilisesi), üçüncüsü ise solda 40 Şehit (kilisesi)tir. (Patrik) Bu kiliselere Tanrıya hizmet kurallarını belirlemek ve tespit etmek için her zaman gelir. Büyük Kilisenin sol tarafında, buranın sınırında Efendi meleğin Avraam’a oğlu İsak’ı kendini feda etmesi için getirmesini emrettiği yer vardır. Buradan uzakta zindan bulunur. Bu zindandan Doğu tarafına gidilir ki Bilge Çar Solomon tarafından 46 senede inşa edilen Azizlerin Azizi Evreyam isimli görkemli ve çok büyük bir kilise vardır. Bu kilisenin önü, Kudüs’te İsa’nın Yahudilere bir toplantıda (şu sözleri) söyleyerek kendini yükselttiği (yerdir): “Bu kiliseyi (=Solomon’un tapınağını) yok edin ve üçüncü gün (yenisini) kurun”; fakat Yahudiler kurtarıcının sözünü anlamadılar, üç günde 46 yılda ancak tamamlanmış (Solomon tapınağı gibi) bir kilisenin inşa edilebileceğine inanmadılar. Aynı tapınakta Adil Sumeon, Efendiyi kendi kollarına kabul etti (ve şöyle) dedi: Senin kölen başka (bir kiliseyi) yok etsin, efendi.”
Bu kiliseden yukarda, Eleon dağına doğru Doğu tarafında eski Kudüs’ün kilitli olup demirden girişi vardır ve şimdiye kadar ne kimse ne de birisi için açılmamıştır. Bu aynı kapıda Efendi İsa, Vifani’den Yahudi çocuklarının buluştukları ve onun adımlarını Azizlerin Azizi kilisesine kadar izlemek için gizlice gönderildikleri Jrebts’e vardı. İsa tapınağa varınca tüccarları kapı dışarı etti ve Yahudilere malların ve diğer zenginliklerin satılmasının yanlışlığını gösterdi: “Baba’nın evini pazarlamayın. Benim evimi satın.” Solomon Kilisesinde Tanrının Annesi (=Meryem Ana) üç yaşından oniki (yaşına) kadar Melek tarafından korundu ve beslendi. Bugün Türklerin kendi camilerini yaptıkları yerdeki bu Kilise kalıntıları büyük değildir; kalıntıları adaletli bir şekilde korunan kilisenin karşısına inşa edilmiş ilerdeki kilisede, Çar Solomon tarafından yapılmış demir zincire asılı büyük bir taş vardır. Solomon tapınağını yok eden Roma Sezarı Titus olmuştur[36], Hıristiyanlar dan görmek isteyen kimselerin yakıldığı kalıntılar, Türkler tarafından biraz altınla gösterilene kadar daha önce görünmüyordu[37]. Bu kiliseden sol tarafta, dağın yakınında onların adına inşa edilmiş kilisede Aziz ve Adaletli Tanrı Babası Yakim ve Anna evi (Домь Святыхь и Праведных Богоотець Иоакима и Анны) vardır. Bu evin içinde bir kilise bulunur ki içinde Tanrının Annesi (=Meryem Ana) doğmuştur. Bu mağaraların üstünde iki pencere vardır ki anlattıklarına göre bunların birinden Melek Efendi girmiş ve Anna’ya gebe kaldığını ve Tanrı’nın Annesini (=Meryem Ana’yı) doğuracağını müjdelemiştir. Diğerinden (=pencere) de çıkmıştır. Şimdi bu evde Türkler yaşarlar ve bu aziz mekânı selamlamayı arzu eden Hıristiyanlardan poşlin alırlar. Bu evin yakınlarında Fivezda olarak anılan ve beş kez pazarlanan ve satılan bir yer vardır ki burada melek bazen suyu harekete geçirir; aynı şekilde yiyecek de satılır ve su pek görülmez. Fivezd’in uzak olmayan, şehir surunun yakınında (bir yerde) Peygamber İeremi, günah işlemeye karşı [38] güven beslemiştir. Bu yerde birkaç adım geçti, kanunsuz Yahudiler tarafından dünya mahkemesinin yargılandığı Pilatov evini inşa etti; fakat şimdi Türk Sancak Beyi Kudüs sakinlerini (burada) yargılamaktadır. Bu evin karşısında, sokağın diğer tarafında (şimdi) toprak dolmuş Anna ve Kaiaf evi bulunur, iki hırsız Yahudilerin onu çarmıha gerdiklerinde (kullandıkları) haçı bu dağdaki insanlardan çalmak istediler, ancak bu öğrenilince yapılamadı. Çariçe Elena (bu haçı) İstanbul’dan Kudüs’e gönderdi ve (buradakiler bunun) Efendinin haçı olduğunu öğrendiler, dağa götürülmesini emrettiler, toprağın yığılmış olduğu Anna ve Kaiaf evine. Efendinin haçı böylelikle (İstanbul’dan) getirilmiştir.
KISIM V
Davut’un Evi
Çar David ve Peygamber’in evi, Hevron kentine uzanan yola çıkan ilk kapının yakınında bulunmaktadır. Bu kapı şimdilerde yakınında bulunan evden dolayı Davidov (kapısı), diğeri ise Hevron (kapısı) olarak anılmaktadır. Bu yapılar kent surunun civarında bulunur ve büyük taştan yapılmış, kalın ve büyüleyici bir şekilde yüksek ve çevresinde iki ateş yakılmış bir tambur üzerine inşa edilmiştir. Bu yapının çevresinde derin bir çukur kazılmıştır, bunun vasıtasıyla taştan bir köprüyle yapıya girilir; fakat şimdi Türkler kenti korumak için (bu) köprü yerine (içi) askeri aletlerle doldurulmuş bir istihkâm inşa etmişlerdir[39]. Bu yapının çevresi iki yüz adımdan büyük değildir. Bu yapının ve kent surunun yakınında Kederli Yudol (Плачевная Юдоль) isimli kurumuş bir pınar vardır. (Kent) Surundan Kudüs’ün şimdiki kentinin güney kısmına kadar (uzanan yerde) bulunan ve Aziz Sion olarak anılan Sion dağına, Tanrı Annesi (=Meryem Ana) Kilisesi yapısına doğru ileriye geçtik. Bu dağda pek çok kalıntı ve şimdi Türklerin yaşadığı Venedik manastırı, İsa’nın Aziz havarilerle gece eğlencesini (=İsa’nın son akşam yemeği) düzenleği ve ayağını yıkadığı Zaveodov evi kalıntıları vardır. Aynı Aziz Ruh evinde Tanrı tarafından seçilmiş bir havari rüyasında ateşli bir yazı görmüştür; burada Davut ve Solomon’un mezarları bulunur ki Türkler burada kendi camilerinin olması nedeniyle Hıristiyanlara (bunları) görmelerine izin vermezler[40]. Çar Davut ve Solomon’un mezarından uzak olmayan bir yerde İsa’nın dirileceğini açıkladığı ve kaburgasını (ребра) gösterdiği yer vardır, bu dağda Çar Davut’un Tanrıya övücü şiirlerini (Псалтирь) yazdığı bir mağara vardır. Bu mağaradan iki yüz adım (ileride) Meleğin, Tanrının Annesinin (=Meryem Ana) mezarına dokunmaya cüret eden Afoni’nin kolunu kestiği bir yer vardır. Bu yerden görüş uzaklığında küçük Galiley[41] bulunur. Böylece Sion dağındaki bu kutsal yerlerin tamamını araştırdık ve Kudüs’ün içinde bulunan manastırlara baktık.
KISIM VI
Kudüs’ün İçinde Bulunan Manastırlara Dair
Kudüs’ün içinde bulunan manastırların sayısı onikidir, bunların isimleri: Aziz Meryem Ana (Пресвятыя Богородицы) (Kilisesi), Vaftizci John (Kilisesi), Büyük İnsan Dmitri (Kilisesi), Büyük İnsan Georgi (Kilisesi), Büyük Din Adamı Mihail (Архистратига Михаила) (Kilisesi), Azize Anna (Kilisesi), Aziz Şehit Ekaterinalar (Kilisesi), Aziz Evfimi (Преподобного Евфимия) (Kilisesi), Aziz Şehitler Feklalar (Св. Мученицы Феклы) (Kilisesi), Sevasti gölünde[42] acı çeken Aziz Kırk Şehit (Kilisesi) (Св. Сорока Муженикь Севастийском озере мучивтихся), Efendinin (=İsa) kardeşi Aziz Yakova (Kilisesi). Bu kiliselerin hepsi Türklerin hâkimiyetindedir, kapanmış olan üçü Tanrıya hizmet etme kurallarını bırakmışlardır ki bunlar Büyük İnsan Dimitri, Büyük İnsan Georgi ve Büyük Din Adamı Mihail (Kiliseleri)dir. Bu son kilisede Kudüs’ün dışındaki inşa edilmiş inziva yeri olan Takdis Edici Savva Manastırı (монастыря Саввы Освященнаго) din adamları yaşıyorlar, bizim uğraştığımız kutsal yerleri selamlama maksadıyla (gelen) yabancılar için Takdis Edici Savva Manastırını üzüm bağı yapmak ve insanın ihtiyacı olan daha başka içecek ihtiyacı(nı karşılamak) gibi işlerle destekliyorlar. Aynı şekilde Aziz Büyük Din Adamı Mihail manastırında bir zamanlar çok geniş, yüksek ve görkemli taştan yapılmış, üstünün Türklerce yok edilmiş olduğu uzun süredir de onarımına izin verilmeyen sütunun inşa edildiğini söylüyorlar. Fakat İsa’nın doğumunun 1552. senesinde (Kudüslü Hıristiyanlar) iki din adamını Tüm Rusya’nın Knezi İvan Vasileviç ve Metropolit Makari’ye Rusya’nın tümünün Efendisinden sütunların onarılması için sadaka göndermesini talep etmek için Moskova’ya gönderdiler. Hükümdar, memnuniyetle Metropolit Makari’nin de eklemeler yaptığı pek çok altını, bu iki din adamına verdi. Onlar altını memnuniyetle aldılar ve Moskova’dan ayrıldılar ve Türk Sultanına (=Kanuni Sultan Süleyman) yukarda bahsettiğimiz sütunların üstünün tamirini emretmesi için iznini rica ettiler. Sultan bu din adamlarından altını aldı, onlara fermanı Sancak Beyi’ne vermelerini emretti, onlar manastıra vardılar. İfade edilen fermanı Sancak Beyi’ne göstermeleri üzerine (Sancak Beyi) onların isteğini kabul etti, sütunun üstünü yapmaya başladılar ve büyük bir çalışmayla kendi elleriyle bunu tamamladılar[43]. Sancak Beyi(nin) ise belki canı sıkkındı, çünkü Çar’ın hediyelerinden bir parça altın elde edememişti, fakat Sultanın fermanını küçümsüyordu. Kendi görevlilerine din adamlarının (bitmesini) bekledikleri sütunun tepesini ikinci kez parçalamalarını emretti, (din adamları) buna karşı çıkamadılar, kendi üzüntülü durumlarına ağladılar ve bu gözyaşlarıyla Büyük Din Adamı Mihail’in şekli ortaya çıktı. Ondan Sancak Beyi’nin kötülüklerine ara vermesi için komutanın (=Mihail’in) gücünden (yardım) istediler. Bu ilahi ordu, onların yüreklerinden gelen duayı işitti, çok güzel bir şekilde Sancak Beyi’nin kötülüğünü yok etti; aynı gece bu komutana (=Mihail’e) geldi, (onu) insanlardan gizli bir biçimde karısıyla birlikte selamladı ve onlarla saraya gitti, sadece selamlamak için hazır duran insanlar değil, aynı zamanda kapıda duran korumalar da (Sancak Beyi’nin buraya gelip dönmesini) göremediler veya daha başka bir kimse (de göremedi). Fakat günün doğduğundan hemen sonra onların komutanı gece boyunca orada kimin saklandığını bilmiyordu; aynı saatlerde farklı bir yerde de Sancak Beyi’ni aramaya başladılar ve arayan kimseler sonunda (onun) Büyük Din Adamı Mihail Manastırı girişinde uzanan ve kılışla bölünmüş cesedine ulaştılar. (Onu) buldular ve birleştirdiler. Onun evine korumalardan saklanarak nasıl girilebilir diye şaşırdılar. Sonunda din adamları onun sütunun tepesinden düşmek suretiyle öldüğüne kanaat getirdiler. Bu düşünceyi doğrulayan, Sancak Beyi’nin kanını yıkayan din adamlarının kararıydı. Onlar manastıra geldiler ve burada din adamlarının dualarını fark ettiler (=hatırladılar) ve hiçbir silah bulamadılar ve büyük bir dehşetin olduğunu (anladılar), bu esnada manastırda kaldılar ve sütunun tepesinin yapılmasında din adamlarına engel olmadılar, ardından tam olarak duran Aziz Büyük Din Adamı Mihail’e dua ettiler. Biz bu manastırı gördüğümüzden sonra kentin içinde bir başkasını gördük ki burası gece ortası tarafında yer alan Onurlu Haç Manastırıydı. Bu gece ortası tarafındaki manastırdan beş verst uzakta (içinde) mağara bulunan bir dağ vardır ki burası Zaharin’in karısı Elisavet ile Müjdeci İvan’ın (Иоанном Предтечею) Çar İrod’tan (=Herod) saklandıkları yerdi. Ve ayrıca burada önceleri Tanrı’nın (=İsa’nın) emri üzerine yapılmış susayışı keserek tatmin eden taştan bir pınar vardı.