Türkiye’nin sosyal ve ekonomik tarihi çalışmaları için önemli bir kaynak Şer’îye Sicilleridir. Bilhassa, Osmanlı şehirlerinin canlı hayatını göstermesi bakımından yeri doldurulamayan bir kaynaktır. Çok zengin ve çeşitli belgeler içeren sicillerde; ferman, berat, mektup suretleri, buyruldular, i’lâm ve hüccetler, nikâh, boşanma ve adlî belgeler, alım-satım vesikaları, vakfiye kayıtları, narh defterleri, şehir esnaf gurupları ile esnaflık yapanların kefil ve taahhüdlerini gösteren belgeler, şehrin mahalle listeleri ve alınan vergiler, salyane defterleri, avârızhâne listeleri, altın çeşitleri, değerleri ve tereke defterleri gibi kayıtlar mevcuttur.
Bu çalışmanın temel kaynağı, bir kimsenin ölümünden sonra tüm mal varlığının (alacak ve borç dahil) cins, adet ve fiyat açısından yazılıp vârislere dağılımını gösteren tereke defterleridir. Kadı sicilleri içerisinde dağınık halde bulunan ve bazı büyük şehirlerde müstakil defterler halinde tertip ve muhafaza edilmiş olan tereke kayıtları, ölen kişinin hüviyeti hakkında vermiş olduğu bilginin yanısıra, folklorik, ekonomik ve sosyal mahiyette çok zengin malumâtı ihtiva etmektedir.[1] Ayrıca ölen kişinin vârisleri ve bilhassa aile fertleri (eş, çocuklar, anne, baba vb.) hakkında son derece sıhhatli bilgileri de içerir.
Bilindiği üzere Osmanlı tarihinde demografi çalışmaları son derece önemli ve vazgeçilmez bir sahadır. Gerçekten, nüfus meselelerini tarihi incelemeler esnasında sebep ve netice olarak tetkik etmek bir zaruret olmuştur. Ancak nüfus meselelerini araştırmak, tarih ilmini rakamlara bağlamak değil, sadece tarihî olayları açıklamak için demografik verilerden yararlanmaktır.[2] Demografik araştırmaların önemine paralel olarak, nüfus ve hâne sayısı tesbitinde problem ve sorunlar beraberinde gelmektedir[3]. Bilhassa XVIII. yüzyılda nüfus tesbiti sorunları oldukça fazladır. Çünkü kaynak olarak avârızhâneler ve cizye evrakı haricinde, ne tahrir defterlerine ne de son dönemdeki gibi nüfus sayımlarına sahip değiliz.
Yine nüfusla alakalı olarak, Osmanlı toplumunun çekirdeği durumunda olan aile ve aileyi meydana getiren (karı-koca, çocuklar ve büyükanne, büyükbaba vb.) fertler hakkında demografik araştırmalar problemleri çözecek sayıda değildir. Bu çalışmada, hâne veya aile nüfusu içerisinde öncelikle aile fertlerinin sayısı açısından, bazı soruları tereke defterlerine dayanarak cevaplamaya çalışacağız. İlki, aile fertlerinden olan tereke sahibinin (kadın, erkek ve çocuk) ve bilhassa Osmanlı ailesinde aile reisi durumundaki erkeğin vasıflarının ne olduğudur? Bu vasıflardan, sosyal zümre, statü, meslekî ve dinî özellikler ile mal varlığının, eş ve evlad sayısının azlık veya çokluğunda etkili olup olmadığı ve Osmanlı ailesinin kaç kişiden meydana geldiği sorunlarına cevap aranacaktır.
Bu çalışmada, 1700-1730 tarihlerinde Ankara’da tanzim edilen 27 şer’îye sicilinde mevcut 1096 tereke defteri ele alınmıştır[4]. Tereke sahiplerinden 1063 kişi şehir merkezinde, muhtelif mahallelerde meskun ve 33 kişi de Ankara’nın değişik köylerine mensubtur. Yani, bunların % 97’si şehir merkezinde ve % 3’ü köylerde oturanlardandır. Otuz yılda kaydedilen tereke miktarının, şehirdeki ölüm sayısının tümünü yansıtmadığı şübhesizdir. Bu rakamın, gerçekte daha fazla olduğu kuvvetle muhtemeldir. Terekelerin kaçta kaçının sicillere kaydedildiği hususunda ise, herhangi bir kıstasımız yoktur. Aynı şekilde, gayr-ı müslim halktan, terekelerinin miras paylaşımını şer’î mahkemelerden isteyenlerin de kayıtları sicile geçmiştir[5]. Ankara sicillerinde tesbit ettiğimiz 1096 terekeden 906’sı müslümanlara âid olup % 82.6 oranındadır. Geriye kalan 190 gayr-ı müslim terekesi ise, % 17.4 oranına tekabül etmektedir[6]. Tereke sahiplerinin kadın ve erkek dağılımı ise % 80 erkek ve % 20 kadındır.
Tereke Sahiplerinin Özellikleri
Tereke defterleri; sahiplerinin dinî, meslekî, sosyal statü ve zümrelerini gösteren ünvan ve elkablarla mücehhezdir. Bazı isimlerin başına veya sonuna titizlikle yazılan ünvanlar, el-hac, es-seyyid, şeyh, halife, çelebi, molla, ağa, müezzin, bey, efendi, beşe, müderris, kadı, derviş ve esnaf taifesinden muhtelif meslek isimleridir[7]. Karışık düzenle sıraladığımız ünvanları tahlil ve tasnife tâbi tuttuğumuzda, Ankara halkının sosyal tabakalaşması hakkında bilgi edinme imkânı hâsıl olmaktadır[8].
Öncelikle isimlerin önüne gelen “El-Hac” ibaresi sahiplerinin hacca gittiğini göstermektedir. Bu ibareye 149 müslim erkek terekesinde, 1 müslim kadın terekesinde ve 1 gayr-ı müslim (hacı şeklinde) terekesinde rastlanmaktadır. İslâm dininin temel ibadetlerinden olan hac, belli bir mal varlığı olan kimselerin yerine getirmesi gereken bir vazifedir. Toplam müslim erkek terekesi içeresinde % 20 gibi bir oran oldukça yüksek görünmektedir[9]. Zira, ulaşım zorlukları ve maddi imkânsızlıklar hacca gitmek gibi uzun bir yolculuğun yapılmasını büyük oranda engeller[10]. Hacı olan kimselerin, İslâmi şartlarından birisini yerine getirmelerinin yanısıra, Osmanlı toplumunda belli bir saygınlık kazandığı söylenebilir. Zira dine dayalı bir devlet olması, dinî ünvanları önemli kılar. Toplam el-hac ibareli isimden, 105 tanesi sadece isimlerle birlikte kullanıldığı halde, 44’ü değişik elkab ve ünvanlarla beraber yazılmıştır. Böylelikle toplumun her kesiminden hac ibadetini yapan şahıslar bulunmaktadır. Fakat kadınlar arasında hacca gidenlerin azlığı dikkate değer bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Müslim erkek isimlerinin önünde görülen başka bir vasıf “Es-Seyyid” ibaresidir. Bu ibare bilindiği üzere Peygamber sülalesinden olanlar için kullanılan bir unvandır. Mevcut tereke sahipleri içerisinde toplam 69 seyyid yer almaktadır. 29 seyyid ünvanı sadece isimler önüne keydedilmiş, 40 tanesi ise değişik meslek ve unvan önünde yer almıştır. Bazı tereke sahiplerinin babalarının da seyyid olduğu, çoğunluğunun ise yalnızca tereke sahiplerinin seyyid kaydedildiği müşahede edilmektedir. Seyyid ünvanı, Osmanlı sosyal zümrelerinden olan (şeyh, molla, halife ve efendi) ehl-i ilme mensub şahısların isimleri önünde kullanılmıştır. Yine ehl-i örf zümresi mensublarından ağa ve beşe ünvanları öncesinde de geçmektedir. Fakat en fazla birlikte yazıldığı “Çelebi” (16 defa) ve “Efendi” (11 defa) ünvanlarıdır. Ayrıca çeşitli esnaf gruplarından, debbağ, kasap, kuyumcu, ahi gibi meslek sahiplerinin isimleriyle de seyyid ibaresi kayıtlıdır. Yine zâde ile biten büyük aile lakaplarından önce de seyyid ünvanı görülmektedir. Seyyid ünvanının her türlü meslek, ünvan ve elkaplarla kullanılması ve sayılarının çokluğu bizi bunların tamamının seyyid sülalesinden olduğu hususunda şüphelendirmektedir. Nitekim, Anadolu’da, oldukça fazla sahte seyyid bulunduğu ve devlet tarafından bunların kontrolü ve iptali hususunda çalışmalar yapıldığı kaynaklarda zikredilmektedir[11]. Ankara şehrinde tahlil ettiğimiz tereke sahiplerinden % 10’a yakınının seyyid ünvanı taşıması, sahte seyyid mevzuunu kuvvetlendirmektedir.
Tereke sahiplerinin isimleri sonrasında yazılan unvanlardan birisi “Çelebi”dir. Çelebi ünvanının Osmanlı toplumunda kulanımı önemli değişmeler göstermiştir. Şöyle ki, önceleri ilim mensubları, padişah çocukları için kullanıldığı halde, sonraları, soyluluk, zenginlik, bilgelik ve saygınlık ifadesi için kullanılan sosyal bir statü ibaresi haline gelmiştir[12]. Bizim teshillerimizde ise, başta ehl-i ilm mensubları olmak üzere, çok sayıda esnaf ismiyle birlikte kaydedilmiştir. Toplam tereke içerisinde 56 tereke sahibi çelebi ünvanlı olup, bir kısmı seyyid ünvanıyla birlikte yazılmıştır. Farklı zümre ve meslekler için ünvan olarak kullanılmaya başlayan çelebi unvanı, sosyal bir statü göstermektedir. Bu nedenle ehl-i ilm zümresine dahil edemedik. Çelebi ünvanlı tereke sahiplerinin malî durumları gözlendiğinde, yaklaşık %90’nın 0-1000 kuruş arasında bir varlığa sahip bulundukları görülmektedir. Tahlil ettiğimiz toplam tereke miktarları içerisinde ise, ayırıcı bir zenginlik farkı olmadığı söylenebilir. Zira, toplam tereke miktarlarının % 83’ü 0-1000 kuruş, arasındadır. Kalan kısmının dağılımı ise % 14.5’ğu 1000-5000 kuruş, % 2’si 5000-10000 kuruş arasında ve % 0.5’ 10000 kuruştan fazladır[13].
Ehl-i ilm olarak vasıflandırdığımız zümre ise, toplam 120 kişi ve % 17 oranındadır. Bu zümre içinde efendi, molla, halife, şeyh, müderris, mektep hocası, dede, baba, derviş ve kadı yer almaktadır[14]. Ehl-i ilm zümresi içerisinde de baba-oğul aynı ünvanı taşıdıktan gibi, çoğunlukla sadece tereke sahibi ehl-i ilm zümresindendir.
Ankara şehir halkı içerisinde ikinci önemli sosyal gurup, ehl-i örf dediğimiz devlet yönetimini gerçekleştiren zümredir ki, tereke sahipleri içerisinde 102 kişi ile % 14’lük bir orana sahiptirler. Çokluk sırasına göre, beşe, bey, ağa, çavuş, bölükbaşı, mutasarrıf ve timar eri bulunmaktadır[15]. Aslında ehl-i örf ve ehl-i ilm zümreleri Osmanlı toplumunda vergi vermeyen, askerî gurup olarak tanımlanmaktadır[16].
Esnaf gurupları da şehir toplumu içerisinde belli bir yekûn tutan sosyal zümrelerdendir. Terekeler içinde 51 kişi ile % 7 oranında olup, bakkal, bostancı, kasap, tüccar, nalband, debbağ sayı olarak fazla bulunanlardandır[17].
Şehrin sosyal zümreleri içerisinde ayan ve eşraf içinden olduğunu tahmin ettiğimiz ileri gelen aile isimleri de geçmektedir. Bunlar Zindancızâde, Ahizâde, Hacıoruçzâde, Kuşakçızâde, Pirîzâde, Hocabeyzâde, Paşazâde, Gürzâde, Kocabeyzâde gibi aile mensublarındandır.
İsimleri yanında belli bir vasıflardırıcı ibare bulunmayan tereke sahiplerinin sayıları 255 olup, % 35.5 oranındadır. Daha önce belirtildiği üzere kadın tereke sahiplerinde sadece 1 adet hacı ünvanlı vardır.
Gayr-ı müslim tereke sahiplerinde ise, 1 adet hacı ve daha çok esnaf guruplarından kazzaz, şemhaneci, basmacı, kürkçü, kaftancı, tüccar, bezzaz ve tarakçı gibi meslekler bulunmaktadır. Gayr-ı müslimlerde ve müslim kadınlarda ünvan vb. müslim erkeklere oranla çok daha az olduğu gözlenmektedir. Buna karşılık müslim erkek tereke kayıtlarının tümü esas alındığında, yarıdan fazlasının isimleri yanında dinî, meslekî bilgelik, soyluluk ifade eden ünvan, titr ve lakablarla sıfatlandıkları görülmektedir. Ayrıca, tereke sahipleri ile babalarının ünvan ve mesleklerinde farklılığın fazla olduğunu müşahede ettik. Bu durum bize Osmanlı toplumunda babadan oğula ünvan ve mesleklerin tamamen geçmediğini, çocukların farklı meslek ya da ünvan alabildiklerini göstermektedir.
Ev Sayıları
Ankara şehrine ait tahliline çalıştığımız 906 müslim terekesinde 812 evli, 59 dul ve 35 bekar, 190 gayr-ı müslim terekesinde ise, 154 evli, 31 dul ve 5 bekar tesbit ettik. Buradaki evli, dul ve bekar ayırımında esas; zevcesi ve zevci olan evli, çocuğu olan dul, çocuk, zevç veya zevci olmayan ise bekar kabul ettik[18].
Osmanlı toplumunda birden fazla eşle evlenme, dinî bir gelenek olmakta ve dörde kadar evliliğe dinen izin verilmektedir. Osmanlı aile yapısı için teoride verilen bu iznin, Osmanlı toplumunda uygulamasının ne oranda yapıldığı sorusunun cevaplanması gerekmektedir? Ayrıca terekelerde tasnif ettiğimiz sosyal zümre, dinî ve meslekî gruplarda, birden fazla eşle evlenmenin dağılımı ne orandadır? Yine birden fazla kadınla evlenmenin açık bir sebebinin bulunup bulunmadığına cevap aranmalıdır?
Terekelerdeki 812 evli müslümandan, 715’i bir evli, 84’ü iki evli, 11’i üç evli ve sadece 2 tanesi dört kadınla evlidir[19]. Birden fazla kadınla evliliğin toplam oranı % 12’yi bulmaktadır[20]. Fazla kadınla evliliğin görünür sebeplerinden birisi, belki de en önemlisi eşlerin çocuğunun olmamasıdır. Tereke sahiplerinden bazılarının iki veya üç kadınla evlendikleri halde çocuk sahibi olmadıkları görülmektedir[21]. Kanaatimize göre, Osmanlı toplumunda genel kanı, evlilikde çocukların olmamasının sebeplerini kadından kaynaklandığı düşüncesidir. Erkeğin kısırlık nedeni olması gündeme gelmemektedir. Bu nedenle aile reislerinin ilk evliliklerinden çocuk sahibi olmadıkları zaman ikinci ve üçüncü eş ile evlenme hadisesi vuku’ bulmaktadır. Buna karşılık bazı terekelerde iki veya üç evlenenlerin bir veya iki çocuk sahibi bulunmaları (özellikle sağır çocuk), kadınların bazılarının kısır olmaları ihtimalini gündeme getirmekte ve erkeklerin fazla evlilik yapmalarında çocuk edinme ve nesil devam ettirme isteğinin etkili olduğu anla-şılmaktadır.
Birden fazla evlilik yapanların kimliklerine bakıldığında, yarıdan fazlasının, meslekî, dinî, ilmî, elkab ve ünvanları vardır. Bunlardan 20’si el-hac ve es-seyyid, 6’sı esnaf, 6’sı çelebi, 25’i ehl-i örf, 12’si ehl-i ilm ve 28’i herhangi bir ünvanı olmayanlardır[22]. Dörder kadınla evlenen iki tereke sahibi el-hac ünvanlıdır. Bu iki kişinin tereke miktarları ise, birbirine zıd bir durum arzeder. Birisi 131 kuruş gibi oldukça düşük bir miktar, diğeri ise 1729 kuruş ile vasatın üzerindedir. Bir kadınla evli olanlar ile çok kadınla evlilik yapanların tereke miktarları karşılaştırıldığında mikdar açısından aynı oranlara sahip bulundukları gözlenmektedir. Toplam tereke miktarlarında olduğu gibi, çok kadınla evlenenlerin tereke miktarlarının % 80’ni 1000 kuruşun altındadır.
Netice itibariyle her kesimden (ehli ilm, ehl-i örf, esnaf, dinî ve sosyal statüsü olan ve ünvansızlar) kişiler birden fazla kadınla evlilik yapmışlardır. Aynı meslekten olanlar dahi, farklı tereke miktarlarına sahip olup, birden fazla evlenmişlerdir. Ekonomik durumlarının iyi veya kötü olması evlilik sayısını etkilemediği anlaşılmaktadır. Tabloda görüldüğü üzere, farklı malî ve meslekî özellik arzeden tereke sahiplerinin birden fazla kadınla evlenmeleri bu neticeyi açıkça teyit etmektedir[23]. Birden fazla kadınla evliliğin, tesbit ettiğimiz yegâne sebebi çocuk edinme ve Osmanlı toplumundaki nesep devam ettirme isteğidir.
Evlat Sayısı ve Aile Nüfusu
Tahlile çalıştığımız terekelerde toplam olarak yaşlarını tespit edemediğimiz 2622 evlad kaydedilmiştir. Bunlardan 69’u henüz doğmamış olduğu halde miras ayrımı yapıldığı için, doğmuş kabul ettik. Belirlenen rakamın 2113’ü müslüman ailelerin ve 509’u gayr-ı müslim ailelerin evladıdır[24]. Toplam evladın yarıdan fazlası, yani % 60’ı sagîr ve % 40’ı kebîr olarak kaydedilmiştir[25]. Evlad sayısının kız veya erkek dağılımı ise, 1261’i erkek, 1292’si kızdır. Evlilikteki kadınların fazlalığı da hesap edilirse kadın nüfus az da olsa erkek nüfusa göre fazla görülmektedir. Bekarlarda dahil edilmek suretiyle toplam 187 müslim ve gayr-ı müslim tereke sahibi çocuksuzdur.
Osmanlı tarihi demografi araştırmalarında henüz ortak bir netice bu-lunamamış husus, ailelere düşen çocuk sayısının kaç olduğudur. Yapmış olduğumuz çalışmada, müslimlerde 2 çocuklu ailelerin, gayr-ı müslimlerde ise 5 çocuklu ailelerin en fazla olduğu tespit edilmiştir[26]. Yine en fazla çocuğa sahip olan iki müslüman aile 11’er çocukludur. Bunlardan biri 1 evli ve ünvansız, diğeri 3 evli ehl-i örfe mensubtur. Ortalama olarak bir aileye düşen çocuk sayısı müslümanlarda 2.4, gayr-ı müslimlerde 2.7 olarak hesaplanmıştır.
Çocuk sayılarının tereke sahiplerinin ünvan, meslek ve malî durumlarıyla ilişkileri incelendiğinde, eş sayısında olduğu gibi maddi durum ve ünvanın çocuk sayısının azlık veya çokluğunda görünürde bir rolü bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hatta çok eşli olanlarla, bir eşli olanların çocuk sayılarında dahî fazla bir farklılık yoktur.
Osmanlı şehirlerinden Bursa ve Edirne için yapılan araştırmalarda ise 1 çocuklu ailelerin fazla olduğu görülmektedir[27]. Her iki araştırmanın Osmanlı nüfusunun fazla artış gösterdiği XVI. yüzyıla ait olması, neticeleri açısından dikkat çekicidir[28]. Ayrıca Tokat şehri için daha az belge kullanılarak yapılan araştırmada, yine 1 ve 2 çocuklu ailelerin fazla olduğu belirtilmiştir[29]. Farklı şehir ve tarihlerde yapılan bu araştırmalardan edinilen bilgiler bize az çocuklu ailelerin tesadüfi olmadığını gösterir.
Osmanlı demografi araştırmalarında henüz ortak bir sonuç alınamamış bir başka sorun, Osmanlı ailesinin kaç kişiden meydana geldiğidir. XVI. yüzyıla ait belgelerde, bilhassa tahrir defterlerinde aile karşılığı olarak “hâne” kullanılmakta ise de, buradaki hâne bir vergi hânesidir. Zira vergi mükellefi olarak, ayrı yazılan bir mücerredin aynı aileye mensub olduğu şüphesizdir[30]. Bu nedenle aile reislerinin ve vergi verecek büyüklükteki erkek nüfusun yazıldığı görülmekte ve ailenin gerçek manada sayısı belirlenememektedir. XIX. yüzyıla ait belgelerde ise hâne ile gerçek aile kasdedildiği kaynaklarda zikredilmektedir[31]. Yine tereke kayıtlarını esas alarak yapmış olduğumuz bu araştırmada gerçek aile ve sayısı tesbit edilmeye çalışılmıştır.
Karı-koca ve çocuklardan müteşekkil aile için ortalama sayı Ankara şehrinde müslimlerde 4.4, gayr-ı müslimler için 4.6 bulunmuştur. Aynı çatı altında oturma ihtimali kuvvetli olan ebeveynden anne ve baba (yani büyükanne büyükbaba) birlikte veya ayrı olarak tereke kayıtlarında yer aldığı görülmektedir. Çünkü Osmanlı ailesinde ebeveynin evlad tarafından bakım ve barındırılması dinî bir vecibe olmasının yanısıra yaygın bir kültürdür. Bu sebeple aile nüfusu içerisine ebeveyni de kattığımızda, müslimler için 4.6, gayr-ı müslimler için de 4.8, aile sayısı ortalaması tespit edilmiş olur. Ebeveyne göre aynı çatı altında oturma ihtimali çok az olan, amca, hala, vb. varisleri de aile içinde hesaplandığında ortalama, müslimlerde 5, gayr-ı müslimlerde ise 5.3 olmaktadır. Fakat kanaatimize göre, Osmanlı ailesi için ortalama sayı, karı-koca ve çocuklardan meydana gelen aile ortalaması 4.4 veya ebeveyninde ilâve edilerek elde edilen 4.6 ortalaması daha gerçekçi olur. Bu hususda yapılan bir araştırmada, XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya’dan gelen ve Ankara sancağına yerleştirilen ailelerin ortalaması 4 rakamını biraz geçtiği ve bazı köylere yerleştirilenlerin de aynı ortalamaya sahip oldukları belirtilmektedir[32].
Aile fertleri hakkında tahliline çalıştığımız tereke kayıtlarında toplam 5686 kişi yer almakta ve bu rakam, Ankara şehir nüfusunun önemli bir bölümüne tekabül etmektedir. Zira, Ankara nüfusu hakkında yapılan çalışmalarda, nüfusun 20-25 bin arasında değiştiği görülmektedir[33]. Bu araştırmalar, çalışma dönemimiz öncesinde ve sonrasında Ankara nüfusunu göstermektedir. Dönemimiz için de bu rakamın yaklaşık aynı olduğunu ihtimali olarak kabul etsek, çalışmamızın geniş bir nüfus tabanı üzerinde (beşte bir) yapıldığını ve eş, evlad ve aile fertlerinin sayısı hususunda elde edilen istatistiki neticelerin güvenilir olduğunu söyleyebiliriz, imparatorluğun diğer bölgeleri için, aynı kaynak kullanılarak yapılacak yeni çalışmalar sayesinde, Osmanlı ailesi hakkında gerçekçi ve güvenilir sonuçlara ulaşılabilir.
Ek- I-