Giriş
Osmanlı-İngiliz diplomatik ilişkileri, 15 Mart 1579 tarihinde dönemin padişahı III. Murat ile İngiltere Kraliçesi Elizabeth arasında imzalanan bir kapitülasyon antlaşması ile başlamıştır[1] . Aslında bu ilk temaslar İngiliz ticaret müesseseleri vasıtasıyla kurulmuştur[2] . İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkisi zamanla artmaya başlamış, Osmanlı Devleti ise ilk elçisini geçici görevle 1607 yılında İngiltere’ye göndermiş, Londra’da daimi elçiliğini de ancak 1794 yılında açmıştır. Böylece İngiltere’nin İstanbul’da daimi elçilik kurmasına ancak 187 yıl sonra karşılık vermiştir[3]
18. yüzyıla gelindiğinde İngiltere, 1798 de fi ilen uygulamaya başladığı koruma politikasını, farklı biçimlerde ortaya koymuştur. Bu politika bazen diplomatik yolla, bazen de doğrudan, Osmanlı Devleti’nin yanında yer almak suretiyle 1878 yılına kadar sürmüştür. Mehmet Ali Paşa sorununda Osmanlı Devleti’ne diplomatik destek sağlarken, Kırım Savaşı’nda hem diplomatik, hem askeri destek sağlamıştır. Rusya ve Fransa’nın Ortodoks ve Katoliklerin durumunu bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmalarını önlemek amacıyla Osmanlı Devleti’ni liberal yönde girişimlere zorlamıştır[4] . 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti özellikle iki büyük komşusu Rusya ve Avusturya’nın gittikçe artan tehdit ve baskısı ile karşı karşıya kalmıştı. Bu iki devletin Osmanlıya karşı yapacakları birlikte bir harekâtı, Osmanlı Devleti’ni çok zor durumda bırakması kaçınılmaz bir sonuç olacaktı. Böyle bir durumda devletin toprak bütünlüğü tehlikeye düşürebilirdi. Bu durum İngiltere’nin çıkarlarının zedelenmesi anlamına geliyordu[5] . Her ne kadar kısa süreli bazı değişiklikler olsa da İngiltere, genel anlamda Berlin Antlaşması dönemine kadar Osmanlı’yı koruma güdüsü içerisinde hareket etmiştir.
Berlin Konferansı döneminde Osmanlı’yı ayakta tutmanın zorluğunu gören İngiltere’de, 1880 yılında hükümet değişimi ile birlikte Osmanlı-İngiliz ilişkileri kökten değiştirmiştir. Bu tarihte Türklere nefreti ile bilinen Liberal Parti lideri Gladstone (William Eward) iktidara gelmiştir. Liberal Parti’nin Osmanlı’yı koruma politikasından vazgeçmesiyle birlikte, bundan boşalan yeri, 1890’lardan itibaren İmparator II. Wilhelm ile birlikte Almanya almaya başlamıştır[6] . İngiltere ile Osmanlı ilişkilerinin Gladstone hükümetiyle birlikte bozulması, İngiliz iç kamuoyunda da farklı tepkilere yol açmıştır. Hükümetler arasında ortaya çıkan boşluk, berberinde çeşitli cemiyet ve örgütlenmelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu örgütlenmelerin merkezi ise Londra’dır.
Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa’ya 20 Mart 1896 tarihinde, Londra’dan M.A.R. Bustany adlı bir kişi tarafından bir mektup gönderilmiştir. Bu mektupta Bustany; “Burada her şey komisyonlar, konuşmalar ve basın aracılığıyla yapılır; bu demektir ki, bu yolla S.M.S[7] ’nin çatısı altında olan büyükelçimizin aracılığıyla “Anglo-Foreign Turkish Committee” adı altında bir komitenin kurulmasına çalışılacaktır”[8] diyerek, Büyük Britanya topraklarında Osmanlı lehinde bir dernekleşme faaliyetinin ilk tohumlarının atılması fi krini öne sürmüştür. Mektubun devamında, bu sayede Osmanlı lehinde Avrupa ve Mısır’da İngiliz hükümetine karşı kampanya başlatacaklarından bahsetmiştir. Ayrıca Padişahın bu husustaki isteklerinin takdirle karşılanacağını da yazmıştır. Mektubun sonunda, Beyrut’taki ailesinin hizmetleri ve Sultan’a olan bağlılığından bahisle, “Bu şehirde bu büyük projeyi gerçekleştirmesi için gerekli yardımı sağlamak adına büyükelçimizin acilen telgraf göndermesini umuyorum. Himayeniz sayesinde onaylanacak ve takdir edilecek bir hizmeti sunmaktan mutluluk duyacağını”[9] bildirmiştir.
Bustany’nin göndermiş olduğu bu mektup, Dışişleri Bakanı Tevfi k Paşa tarafından dönemin Osmanlı Londra Sefi ri olan Kostaki Anthopulo Paşa’ya iletilmişti; “Kopyası bana gönderilen bir mektupta Bustany de Londres, davamızın savunulması için “Anglo-Yabancı-Türk Komitesi” (Anglo-Foreign Turkish Committee) adı altında bir komitenin kurulmasına ihtiyaç olduğuna dikkat çekmiştir. Bu şahıs hakkında bana bilgi vermenizi rica ediyorum. Aynı zamanda bunu olumlu karşılama hususunda fi krinizi bildirmenizi rica ediyorum”[10] deniliyordu. Anlaşılan o ki, Bustany İstanbul’da bilinen bir kişi değildir ve bu sebeple Londra’dan bilgi istenmiştir. Ayrıca İngiliz kamuoyunu da etkilemek düşüncesiyle bir İngiliz-Türk Derneği kurulması için adımlar atılmaya başlanmış ve bunun için de doğru kişilerle hareket etmek gerektiği düşüncesi hâkim olmuştur.
Bustany tarafından gönderilen bu mektuptan yaklaşık 8 ay sonra bir Jön Türk tarafından İttihat ve Terakki’nin önderlerinden Ahmet Rıza’ya 7 Aralık 1896 tarihli bir mektup gelmiştir. Bu mektupta;
“Bakınız (Karl Blanid) Fortnight Review’da “Genç Türkiye” başlığıyla mükemmel ve mufassal makaleler yazıyor. Geçende (Pall Mall Gazette) de “Türkiye’de yenilik taraftarları” serlevhasıyla bir bent neşretti. Bunlar çok iyi fakat burada bir (İngiliz, Osmanlı) cemiyeti teşkil etmeden mühim ve kati surette İngilizleri kendi halimizle meşgul edemeyiz. Hatta biz burada İngiliz-Ermeni cemiyetini, İngiliz-Osmanlı haline kalbedinceye kadar muvaff akiyetinden beri kalıyoruz. Bunlar zati alinizin Londra’ya gelmenize bağlıdır”[11] denilmektedir.
İlginçtir ki bundan kısa bir süre önce de böyle bir derneğin kurulması fi kri belirtilmiştir. Bu iki farklı kişinin birbirinden haberdar olup olmadığı bilinmemektedir. Böyle bir derneğin kurulmasının görünürdeki sebebi Osmanlı ve İngiliz yakınlaşmasını sağlamaktır. Bunun yanı sıra, I. Dünya Savaşı arifesine kadar cemiyet ve bu cemiyetin faaliyetleri ile ilgili bir bilgi görülmez. Ta ki savaş öncesinde yine böyle bir derneğin adı anılmaya başlanmış, hükümet ve kamuoyu, bu şekilde etkilenmeye çalışılmıştır.
1. Savaş Öncesi Büyük Britanya’dan Osmanlı’ya Bakış
Savaştan önce ve savaş sırasında, Müslüman vatandaşlarının yöneticilerine karşı cihada katılacaklarından kaygılanan hükümet üyeleri de dâhil, Britanya’da güçlü bir Osmanlı ve Müslüman karşıtı rüzgâr esiyordu. Ne var ki bu korku herkesi etkilememiş, bu duruma direnen, Osmanlı Devleti ve halkı konusunda bir şeyler bilen kişiler vardır: Örneğin gazeteciler ve bilim insanları; aynı zamanda da o topraklara seyahat etmiş, orada iş için bulunmuş ya da Britanya adına çalışmış olanlardır. Bunlar arasında 1905 yılında fahri ataşe olarak İstanbul’da bulunan Mark Sykes, Aubrey Herbert ve George Lloyd da vardır. Bu üçü arasında en açık tepkiyi veren Sykes olmuştur. Kitaplarında, makalelerinde ve konuşmalarında başta dini gelenekler olmak üzere Osmanlıların eski törelerini ve uygulamalarını övmüş ve her seferinde heyecanla savunmuştur. Bununla birlikte Osmanlı geleneklerini sulandırmakla suçladığı Jön Türklerden de hoşlanmamaktadır[12]. Bunun yanı sıra İstanbul’daki İngiliz başkonsolosu, Osmanlı Devleti hakkında olumsuz bir düşünce içerisindedir.
İstanbul Başkonsolosu Mr. Eyres’in 9 Aralık 1913 tarihli Daily Telegraph’da bir yazısı yayımlanmıştır. Bu yazının içeriği Osmanlı Devleti ile ilgilidir. Mr. Eyres, bu yazısında Osmanlı coğrafyası hakkındaki deneyimlerini aktarır ve ona göre, Osmanlı’nın yapısının değiştiğini ya da değişeceğini düşünmek zordur. Ayrıca Abdulhamid’i, en kötü türden doğu despotizminin ilahı olarak tanımlar[13]. Yazısının devamında Mr. Eyres; “Türkiye’nin çökmüş bir ulus olduğunu ve Türk’ün ilerleme kıvılcımları olmadığını, Doğu halkı açısından Türk yenilenmesinden umutlanacak bir şey”[14] ortaya çıkmayacağını kesin bir dille belirtmiştir. Mr. Eyres’in Osmanlı hakkındaki bu olumsuz görüşleri bazı İngiliz devlet adamlarını bağlamaz ve onlar bu hususta daha farklı düşünürler. Bunun da ötesinde Osmanlı’dan ziyade kendi hükümetlerinin takip etmiş olduğu politikayı ağır bir dille eleştirmişlerdir.
İngiltere’deki Şubat 1914 tarihli bir toplantıda konuşulanlar, bir öz eleştiri mi yoksa muhalefet eseri mi bilinmez ama gerçek şu ki, bu sırada İngiliz hükümetine karşı yoğun bir eleştiride bulunulmaktadır. İngiliz Liberal milletvekili (1906-1909) olan Mr. Harold Cox[15] bu toplantıda;
“Üzücü olan şudur ki: büyük Britanya’nın son zamanlardaki politikası Türk İmparatorluğu karşıtı bir şekle bürünmüştür.” Sir Edward’ın dış politika ile ilgili kararında felaket derecesindeki gafl ar ortaya çıkmıştır. Savaştan önce ne söylediğine bakın. Türkiye’nin kazanacağına inandıkları için savaşın herhangi bir bölge hakkında yeniden düzenleme yapılmaması gerektiği ifade edildi. Büyük güçler daha önceki kararlarından vazgeçerek Balkan devletlerinin Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki topraklarından pay almasına izin verilmişti. Türkler Edirne’yi işgal ettiğinde önce Sir E.Grey sonra da Mr. Asquit burayı boşaltmalarını istedi”.
Cox, bu durumun Rusya’nın öyle olmasını istemiş olduğundan kaynaklandığını iddia eder. Mevzuyu Balkan Savaşlarına getiren Cox;
“İngiltere Türkiye’nin önemli şehirlerinden olan Edirne’yi aldığı zaman onun bu kazancına engel olmak istemiş ancak başarısız olmuştur. Bu durum İngiltere’nin onuruna leke sürmüştür. Bu kez Arnavutluk ve Adalar sorunu ortaya çıkmıştı. Ege adaları Yunanistan’a verilmeliydi çünkü burada büyük bir Yunan nüfusu vardı. Düşünün ki, yazın Wight Adalarında Alman nüfusu çok fazladır. Bu durumda Wight Adaları Almanlara mı verilmeli? Çanakkale’yi savunmak için adalar çok önemliydi ama biz Türkiye’yi adalardan vazgeçmesi için şiddetle tehdit ettik” sözleriyle Edward Grey’in dışişleri bakanlığına geçmesinden beri İngiliz dış politikasının tamamının Rusya’ya itaat etmekle şekillendiğini bildirir.
Cox, mevzuyu Ruslar’a getirir ve “Rusya’nın Türkiye’yi yutması için zayıf tutulmuştu. Türkler İngilizlerden Ermenistan konusunda yardım istediğinde Sir E.Grey bu talebi reddetti çünkü Rusya, Ermenilerin yaşadığı yerlerdeki karışıklığın devamını istiyordu. Bu karışıklığın hırsızlık, adam öldürme ve tecavüz gibi” zulümler olduğunu belirtir. İngiltere’nin şu durumda iddialara göre “Hristiyan güçler bu suçlara ortak olarak aslında bu bölgenin Rusya’ya kolay lokma olmasını istemişlerdir”. Aynı politikanın Tibet ve İran’da da uygulandığını ve Sir E. Grey’in Rusya’nın İran topraklarında ilerlemesi, için onunla anlaşmaya vardığını da söyler. Sonuç olarak, Kuzey-Batı Hindistan’ın muhteşem doğal sınırları ileriye kaydırılmak zorundadır[16].
ngiliz sosyalist Arthur Field[17] de özellikle Balkan Savaşı dönemindeki İngiliz politikasından hareketle, Osmanlı Devleti’ne haksızlık yapıldığı düşüncesindedir. Ona göre, Trakya’daki müttefi klerin verdiği dehşet zararlar ve onların Makedonya’daki aşağı kalmayan şeytani davranışları, Hristiyan yazarların raporlarıyla da doğrulanmıştır. Filed, Bu işgal hareketine karşı protestoda bulununca, hakkında övgüyle yazan sayısız insanlar meydana çıkar. Bunlardan birisi Margaret Robinson, daha sonra kendilerinden, Afrıcan Tımes and Orıent Revıew’ın editörü olan ve Türkiye’nin Edirne’yi muhafaza etmesini desteklemek amaçlı bir toplantı organize eden Duse Muhammed Ali’dir[18]. Duse Muhammed, büyük bir özveri ile İngiliz hükümetinin Osmanlı Devleti’ne karşı bakışını ve politikasını etkilemek için bütün gücüyle çalışır. Hatta 24 Aralık 1913 tarihinde Londra’da Osmanlı büyükelçiliği müsteşarı Raif Bey’e bir mektup gönderir. Mektubunda:
“Bugün The Anglo-Ottoman Committee sekreteri Mr. Field beni ofi sine çağırdı ve burada bana bir mektup yazdı. Bu mektubun bir kopyasını size arz ediyorum. Her ne kadar bu gizli bir bilgi olsa da, içeriğinden sizin ve Majesteleri’nin de bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Mektubun biraz açıklanması gerekiyor. Bay Field’ın mektubunda bulunan bilgiler doğruysa Hükümet, Türkiye’nin gerçek dostlarını herkese yabancılaştırma eğiliminde olacak şekilde hareket ediyor. Ayrıca açıklamaların gerçekte herhangi bir temeli olup olmadığını da tespit etmenin iyi olacağını düşünüyorum. Böyle bir entrika var ise, komiteyle olan görevim iki kat zorlaşıyor”[19] sözleriyle İngiliz hükümetinin sadece kendisinin değil, aynı zamanda diğer devletleri de Osmanlı’dan uzaklaştırmak eğiliminde olduğunu belirtir. Aynı gayreti Marmaduke Pickthall da gösterir ve neredeyse bütün mesaisini Osmanlı lehine kamuoyu yaratmaya harcar.
Pickthall, Maliye Bakanlığı’ndaki bir Türk arkadaşından bir mektup aldığını ve bu mektupta: “Biz kaypak bir çetenin ve insafsız sermayedarların insafına kalmışız. Bunlar bu talihsiz ülkenin çekmek zorunda kaldığı büyük sorumluluk gerektiren günlük anlaşmalar imzalamaktalar. Neden Türkiye, dünyanın iyi para piyasalarından uzak tutuldu? Fransız kredisi neden durduruldu? Çünkü Türkiye, ülkesinin daha da bozulmasına şiddetli bir kararlılık gösterdi”[20] şeklinde Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu aktarıyordu. Aslında Türkiye, İngiltere ile kendi bütünlüğünü korumak için anlaşma yoluyla bağlanmak niyetindeydi. Bunun için İngiltere’ye düşen görev, Türkiye’ye adil bir maddi yardım sağlamaktı ki, bu da yine Hint İmparatorluğu’nun en güçlü kalesi olmak için ihtiyaç duyduğu şeydi. Mektubun devamında:
“Her şeye rağmen genç Türkler fanatik olarak İngiliz yanlısı kalmıştı. Türkiye aslında bir İngiliz diktatöründen on yıl boyunca Türk İmparatorluğunun hükümetini üzerine almasını istemişti. Bu istek reddedildi. Daha sonra birkaç İngiliz yetkilinin Ermenistan için öngörülen reformları gözden kaçırmamalarını ve yönetmelerini istedi. Ancak aylar sonra aniden reddetti, çünkü o zaman Rusya ve Almanya, Türk İmparatorluğunun bölünmesine itiraz etmek için bir takım anlaşmaya vardılar. İngiltere, son 5 yıl içinde iki kez Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerinde etkili bir koruma önermişti; başka hiçbir güç böyle bir teklifte bulunmadı. Geçmişin büyük devlet adamları tarafından Türkiye’nin bütünlüğü ilkesi üzerine kurulan eski, sağlam, oryantal politikaya geri dönmesini istedi”[21]. Buna rağmen İngiltere, Osmanlı Devleti’ne karşı en iyi ihtimalle tarafsız gibi görünmeyi tercih etmiştir. Bunun en bariz örnekleri Trablusgarp ve Balkan Savaşları’dır.
Türkiye İtalyanlarla Trablus’ta savaştayken Balkan birlikleri Türkiye’ye karşı aniden saldırdığında, tarafsız her kişinin sempatisi, saldırıya uğrayan Türklere yönelmiştir. Arthur Field buradaki yorumunda:
“İngiliz kiliselerinin sözde Hristiyanları tarafsız kalmışlardır. Kendi Hristiyanlığından şüphe duyan her haydut ya da suikastçı İngiliz Hristiyan Kiliselerinde kendilerine destekçi bulacaklarından emin olabilirler” derken aslında burada sözde bir tarafsızlık görüntüsüne işaret eder. Öyle ki: “Balkan güçlerinin ilk başarısının hemen ardından, millet olarak tarafsızlığa yasal olarak bağlı olmamıza rağmen, Londra’da bir Anglikan kilisesinde Te Deum isimli bir övgü ilahisi okundu. Basındaki protestoya katılan birkaç kişiden biriydim ve kilise yetkilileri de Te Deum ilahisinden vazgeçme lütfunu gösterip, bunu daha az günahkâr olan başka Hristiyan dualarla değiştirdiğini”[22] bunun da inandırıcılığını sorgulayarak eleştirisini yapar.
Duse, Pickthall, Field gibi kişiler Osmanlı-İngiliz ilişkilerini iyileştirme yönünde çalışırlar. Bu sırada Sykes kadar duygularını seslendirmemekle birlikte George Lloyd ve Aubrey Herbert da yeni bir İngiliz-Osmanlı ittifakını savunur. Sykes’ın aksine Herbert, böyle bir ittifakı İttihatçıların iktidara gelmesinden sonra da savunmayı sürdürür. Herbert ittifak meselesinden biraz daha uzaklaşarak Anayasal hükümet, kadınlar da dâhil, tüm Osmanlı vatandaşlarının yasa karşısında eşitliği, Osmanlı İmparatorluğu içindeki küçük milletlerin kültürel hakları vb. gibi İttihatçı vaatlerini ciddiye alır. Yeni bir İngiliz-Osmanlı ittifakının salt Britanya açısından stratejik anlam taşıdığı için değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Britanya desteğine en azından tutucu Çar Rusya’sından daha layık olduğu için savunur. Ayrıca Herbert, İttihatçıların en ileri gelenleriyle, Enver Paşa ve özellikle de Talat Paşa’yla da tanışır[23]. The Anglo-Ottoman Society’nin kuruluşunda da önemli rol üstlenen Herbert, savaşın başlamasıyla gözden kaybolmuş ve dernekteki etkinliği kalmamıştır. Aubrey Herbet’in daha sonra Arapların Osmanlı’ya karşı ayaklanmasının tertip edildiği Arap Bürosunda çalışmış olması, onun Osmanlıİngiliz birlikteliği konusundaki samimiyetinin ya eksik olduğu ya da bu birlikteliğin mümkün olmadığını farkederek kendi devleti çıkarına hareket ettiği söylenebilir.
2. The Anglo-Ottoman Society’nin Kuruluş Süreci
Anglo-Ottoman Society ve Anglo-Ottoman Association’un kurulmasında AngloOttoman Committee’nin rolü vardır. Ancak, Committee’nin kurulmasında kimin ne rol oynadığı üzerinde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Her iki tarafın da yani hem Anglo-Ottoman Society hem de Anglo-Ottoman Association’un kabul ettiği bir şey vardır o da, Anglo-Ottoman Committee’nin kısa süreli varlığı, 158 Filo Caddesi’ndeydi. Bu kuruluş, Ottoman Association’un hiziplerinden türemiş de olabilir. Aynı meclisten ve Anglo-Ottoman Association’un sekreteri olan William H. Seed şunları söyler:
“Bay Field’ın, Ottoman-Committee’nin kurduğunu iddia eden bilgiyi not ettim. Onun iddiasını tartışmak istemiyorum. Bay Duse Mohamed’in de kurucusu olduğunu anladım. Aynı iddia, Osmanlı Derneği üyesi bir bayan tarafından yapılmıştır. Belki de bu onur eşit olarak bölünmüştür, çünkü genelde bu gibi durumlarda görülebilir”[24]. Seed’ın ifadesinde görülür ki, Anglo-Ottoman Society’nin ilk çekirdeği olan Committee’nin nasıl ve kim tarafından kurulmuş olduğu kesin değildir. Bununla birlikte, Mr. Field’ın bu konudaki cevabı bu konuya açıklık getirir: “Benim ve Duse Muhammed’in Ottoman-Committee’nin kurucusu olduğum ile ilgili iddiaları ayırt etmek için zaman harcayamam. Ben bunu ilk kez önermiştim; Bay Muhammed bu teklifi organize etti”[25].
Bu kuruluşun öncülüğünü Duse Muhammed ile Field yapmış olsa da, The Near East dergisinde Ottoman Committee’nin varoluş sebebi “Balkan Komitesinin başarılı çalışmalarının ardından, İngiltere’de bir Osmanlı Komitesi kurulması gerektiği”[26] mantığıyla dile getirilir. Ottoman Commitee’de Duse Muhammed Ali sadece İngiltere’de temsili yabancılardan oluşan bir danışma komitesine seçilmekle kalmamış, aynı zamanda finans komitesinin üç üyesinden birisi olarak seçilmiştir. Ian Duffi eld, “Duse Muhammed, otobiyografi sinde daha sonra reddetmesine rağmen, rolünün Osmanlı Elçiliği veya diğer Türk kaynakları tarafından sağlanan fonları dağıtmak olduğunu varsayabiliriz”[27] diyerek Duse’nin komite içerisindeki vazifesinin önemine işaret eder. Duse Muhammed ve Mr. Field’in bu girişimleri daha sonra İngiliz-Osmanlı dernekleriyle ilgili yeni faaliyetlerin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. İlk girişimler, İngiltere’de etkili olan milletvekili, gazeteci gibi kişilerin davet edilmesi şeklinde başlar.
Ortak fahri sekreterlerden Aubrey Herbert’a da bir davetiye gönderilir ve bu davetiyede, yakın tarihli savaşın başlangıcı ve ilerlemesi sırasında balkanlar komitesi tarafından alınan mantıksız tutumun, Hindistan’da ve başka yerlerde bulunan milyonlarca sadık Müslümanın duygularını öfkelendirdiği ifade edilir:
“Güçlü ve etkili olmadığı sürece bir Osmanlı Derneği kurmak bile elbette yararsızdır. Bu nedenle, önerilen birliğin yeterli nitelik ve niceliğe sahip olduğunu düşünüyorsanız sizi katılmaya davet ediyoruz? daha önce böyle bir oluşuma üye olma arzusunu dile getirenler arasında Lord Lamington, Bay Harold Cox, Bay Gegorge Lloyd, M.P., Hen. Montagu Parker ve Lord Brooke vardır”[28]. Bu Anglo-Ottoman Association’dan Society’e dönüşümün başlangıç safhalarıdır. Bu esnada Association’un sözcüsü: “Örgüt yeniden yapılandırılarak bir yönetimin atanması ve adının da “Ottoman Association” olarak değiştiren başka bir karar alındı” sözleriyle üyelerine duyuru yapar. Türkiye ile ilgili özel bilgiye sahip olan ve ticaretle veya başka yollarla bağlayıcı olan, kişilerle bir organizasyon oluşturmayı amaçladıklarını ve Anglo-Ottoman Society’nin popüler bir hareket yaratmaya çalışmakta olduğu ve üyelerinden herkesi memnuniyetle karşıladıklarını belirtir. Ottoman Association, daha seçici ve etkili bir organ oluşturarak, İngiliz politikasının Türkiye’ye karşı büyük ölçüde karar verildiği çevrelerde daha fazla etki yaratmak inancıyla, İngiliz konularıyla sınırlandırılır[29]. Bunun haricinde Osmanlı Devleti’nin politikasını yönlendirmek yahut İngiltere dışında başka bir devletle bir ilişki içerisinde bulunması gibi bir durum söz konusu değildi.
Ottoman Association’un liderleri tarafından Ekim 1913 gibi erken bir tarihte komite yapısında değişiklikler yapılması yönünde çalışmalar yapılır. Aralık 1913 bu anlamda önemlidir. Arthur Field’a göre bu grup, E. N. Bennett’in liderliğindedir ve 11 Aralıkta acele bir icra komitesi toplantısı düzenlenir. 15 Aralık’ta yapılan genel kurul toplantısına çağrılırlar ve burada genel başkanının oy çoğunluğu ile kapsamlı değişiklikler yapılır. Doğal olarak, bu genel kurulun düzgün bir şekilde yönetilmediği ve oluşturulmadığı konusunda suçlamalar oluşur[30]. Ancak bu tarihlerde yeni bir oluşum olan Anglo-Ottoman Society ortaya çıkacaktır. Bu kuruluşlar arasındaki geçişin nasıl olduğu da net değildir. Bununla birlikte Aralık 1913’te sona eren kısa varlığıyla, Osmanlı Komitesi çok az şey yapmış ve üyeleri arasında kaba kavgalar için zemin hazırlamıştır. Belki de tek faaliyeti, seçkin Fransız yazar ve Turcophil, Pierre Loti’nin “Turquie Agonizante” adlı eserinin tercümesi ve yayınlanmasıdır. Bunun çevirmeni, Ottoman Committee üyesi ve daha sonra Ottoman Association üyesi olan George Raff alovich’tir ve kitap African Times tarafından komite için yayınlanmıştır. Loti ve Raff alovich hizmetleri karşılığında bir ücret almamıştır ve satış gelirleri komisyonun fonlarına gider. Yayın masrafına, Arthur Field, Duse Muhammed Ali gibi kişiler bu noktada katkıda bulunur[31]. Ottoman Committee’den başlayan bu teşebbüs, I. Dünya Savaşının sonuna hatta savaştan sonrası dönemde de devam eder.
Savaşın hemen öncesinde 6 Ağustos’ta Caxton Salonu’nda düzenlenen toplantının organizatörü Duse Muhammed’dir. Bunun yanı sıra Lord Newton, Lord Mowbray, Lord Lamington, Aubrey Herbert, Kaptan Dixon Johnson(Gelibolu Kızılhaç Hastanesi), Bay Hugh O’Donnell, Doktor Pillans, Bay C. F. Ryder ve Bay Ellis Schaap ve Rosher’nın da aralarında bulunduğu önemli şahsiyetler de katılır. Toplantı büyük başarıyla geçmiş ve İngiltere’deki insanların Türklere bakış açısına sadece iyi katkılarda bulunmamış, İstanbul’daki resmi havanın daha da yumuşamasına neden olmuştur. Bu toplantı aynı zamanda Anglo-Türk ilişkilerini geliştirmek adına daimi bir komite oluşturulması için destek arayışına itmiştir. Bunun üzerine bir liste isim hazırlanır ve Mr. Field, bu isimlerle beraber ofi sini kullanmak ve Türkiye’deki resmi kaynaklarla iletişime geçmek için Duse Muhammed’e gider. Kendisi çok güzel destek verir ve yaptıkları yardımlardan dolayı bu oluşumun ilk dönemlerinde İngiltere’deki yabancı temsilciler komitesine ve aynı zamanda kendisiyle beraber toplamda üç üyeden oluşan fi nans komitesine seçilir[32]. 1913 Ekim ayı ise artık yeni bir oluşumun da habercisi olmuştur. Bu oluşum bundan önceki Anglo-Ottoman derneklerinde olduğu gibi Turkofil bir yapıya sahiptir.
Ekim ayında Osmanlı Komitesinin güçlenmesini arzu eden birkaç üyenin isteğini dikkate alarak Mr. Field, Bennet ve Diogi ile Lord Lamington’dan bir heyet hazırlamasını ve kendisine teslim edilmesini isteyen bir uzlaşma kararı kabul edilir. Özel Genel Kurul, komitenin yeniden organizasyonu için bir düzen ve yeni bir yürütme komitesi için bu planın genel kurul tarafından görüşülerek kabul edilmesini faydalı bulur. Mr. Bennett, 11 Aralık Perşembe günü yaptığı İcra Komitesi Toplantısı’nda “gayri resmi konuşma” yapar. Bu konuşmasında AngloOttoman Society olarak adlandırılmak üzere tamamen yeni bir örgüte üye olup olmayacaklarını ve bu yeni derneğin icra komitesinde görev yapıp yapmayacaklarını birkaç etkili isime sorar. Olumlu olarak 22 ya da 23 kişi yanıt verir. Bunlar arasında Lord Lamington, Sir J.D. Rees de vardır. Bu kişiler Osmanlı Komitesi’nin başkan yardımcısıdır ve dolayısıyla komite ile düzenli olarak iletişim halinde olan ve etkin bir şekilde işe katılan kimselerdir. Dahası, Osmanlı Komitesine, Anglo-Ottoman Society adına herhangi bir müzakereye girmek için yetki verilmemiştir. Bununla birlikte, akşam İcra Komitesi başkanının attığı oylama ile bir an önce mesela 15 Aralık pazartesi özel bir genel kurul çağrısı yapılmasına karar verilir. Ancak Noel mevsiminde bir toplantı çağrısında bulunmanın ve sadece iki günlük sürenin yetersizliğine itiraz edilir[33]. Yürütme kurulu toplantısı yapılmasında oyların eşit olarak bölünmesi ve yürütmenin diğer toplantılarının da muhtemelen daha az elverişli olacağını gören Başkan, bu konudaki kararını verir ve kararını aşağıdaki hallerde yöneteceğini belirtir:
“Yeni oluşuma hizmet etme isteğini beyan eden kişilerden bunu yapmaları ve diğer üyeleri birlikte belirlemeleri, belli görevlileri seçmeleri ve komitenin genel organizasyonunu ve çalışmasını düzenlemeleri için en kısa zamanda bir araya gelmeleri istenir”[34]. Hızlı yapılmış olan bu toplantıdan önce verilen kararın tam olarak sindirilme şansı olamaz. Ancak bir başlangıç olması bakımından etkisi hızla yayılmaya başlar.
Anglo-Ottoman’ın yürütme kurulu toplantısının hemen akabinde, 17 Aralık 1913’te O’Donnell, Mr. Field’a gönderdiği mektubunda, İngiliz-Osmanlı birlikçilerinin net bir şekilde hareket ettiklerini düşündüğünü ve Anglo-Ottoman Society adının öncekinden daha iyi olduğunu söyler. Ayrıca Duse Muhammed’in bu harekete katılmasından oldukça memnundur. “Onun ismi, İslam’ın ve İngiltere’nin çıkarlarına bağlılık garantisidir. Türklerin bağımsızlığının ve gelişiminin gerçek temsilcilerine yakın durmalıyız” diyen Field, bir taraftan topluluğun güçlendirilmesini arzu ederken, diğer taraftan topluluğa karşı son zamanlarda düzenlenen entrikalarda Rus etkisinin hissedileceğinden korkmaktadır. Başkan yardımcılığı görevini memnuniyetle kabul eden O’Donnell, Türk İttifakı ve bağımsızlığını, İngiliz güvenliğinin Asya’daki en büyük garantisi olarak görür ve bu gerçeği İngiliz İmparatorluğu’na kabul ettirmede yoğun bir biçimde desteklemek gerektiğini düşünür. Ona göre, Rusya kontrol altında tutulmadığı sürece İngiltere için tehlikeli bir kriz Asya’da yakındır[35]. Bu mektubun bir örneği, Arthur Field tarafından Duse Muhammed Ali’ye gönderilir.
Duse’ye gelen 22 Aralık tarihli mektupta; “İstanbul’daki özel kaynaklardan öğrendiğim kadarıyla Talat Bey İngiltere’ye, içerisinde önemli, Lord Moubrey, Lord Lamington ve John Reese gibi Osmanlı komitesinden daha etkili isimlerin olduğu bir topluluk oluşturulması için kişisel bir mektup yazdığı bilgisini” edindiğini ve bu girişimi birkaç Britanyalı’nın yönlendirmesi olarak değerlendirir. Ayrıca yetkililer tarafından Türklerin bu topluluğu ve aynı zamanda başka herhangi bir Türkçü gibi görünen kuruluşu da tanıyacaklarının söylendiği bilgisini verir. Field: “Hiç bir şey yapmayacak bir devlet için mücadele etmekten yoruldum. Eğer bu duruşu ve tanınmayı sağlayamazsan, zamanımı ve enerjimi Osmanlıdan başka şeylere adayacağım”[36] sözleriyle bu olumlu ve iyi gelişmelerle birlikte bir karamsarlık belirtisi de gösterir. Ancak onun kabul edilmeme korkusu gerçekleşmediği gibi İngiliz hükümetini de etkileme noktasında yetersiz kalır.
3. The Anglo-Ottoman Society’nin Kuruluşu, Amaç ve Hedefleri
Anglo-Ottoman Komitesi 1913 Ağustos’undan itibaren yeniden gündeme gelmeye başlar. Çünkü daha önce yapılan oylamayla bu komite kapanmıştır. Aynı oluşum Anglo-Ottoman Society adı altında sürdürülmeye başlanmıştır[37]. 1913 Sonbaharında Pickthall ve Quilliam/Leon’un yanı sıra, Pan-İslam ve Pan-Afrikalı gazeteci Duse Muhammed Ali ve onun arkadaşı Türk yanlısı Arthur Field Türk çıkarlarını savunmak için bu komitenin kurulmasında öncülük etmişlerdir[38]. 22 Haziran 1914 tarihli Londra’daki büyükelçilik müsteşarına yazılan bir mektupta bu oluşumun Türkçü birlik olarak nitelendirilen Anglo-Ottoman Association’ın 15 Aralık 1913 te ikiye ayrılmasıyla meydana geldiği yazılır. Ayrıca bu birliğin bir kısmının Bennet’in sekreterliğinde olan Osmanlı birliğine çevrildiğini söyler. Bu mektupta ilginç bir biçimde, “bu ayrışma büyük olasılıkla Osmanlıda gerçekleşen bir darbe veya o zamanda yazılmış bir bildiri sebebiyle olabilir”[39] denilerek Osmanlı Devleti’ndeki iç rekabetin burayı da etkilediği iddiasında bulunur. Ottoman Committee’nin eski yöneticisi olan Arthur Field, African Times’ın sütunlarından yeni toplulukla ilgili olarak şunları söyler:
“Türkiye’deki dostlardan önce, eski yöntemlerle eski işi yürütecek bir örgüt kuruyorlar. Onun adı Anglo-Ottoman Society’dir. Anglo-Ottoman Society, Osmanlı İmparatorluğu ve Halifeliğin çıkarlarını savunan uluslararası bir kuruluştur. Politikaya, inanç ve ırk ayrımı yapmadan tüm erkeklerle kadınlara açıktır”[40]. Bu aslında bir nevi cemiyetin beyannamesi gibi bir özellik de taşır. Ancak bu dönüşüm ve dönüşümü hazırlayan toplantı hep tartışılır.
Anglo-Ottoman Committee’den Anglo-Ottoman Society’ye dönüşümün olduğu 15 Aralık toplantısının ahlaki boyutu tartışılsa da, yeni bir Osmanlı Komitesinin toplanmasına bir engel oluşturamamıştır. Yeni komite özel çaba sarfederek yıkım planını yani eskinin yerine yeninin kurulması, bir süre için düşünülmüştür. Resmi olarak, Halifeliğin ve Türkiye’nin savunulmasında bu grup, kendilerini özgür hissetmişlerdir. Herhangi bir yanlış tanıtılmaya yol açmamak için hem Osmanlı Komitesinin yeni yöneticileri hem de ilk kurucuları Osmanlı Komitesi adının kaldırılmasını uygun görmüşlerdir. Türkiye’nin müttefi klerinden önce eski yöntemler kullanılarak kalan işlerin devam ettirilmesi için Anglo-Ottoman Topluluğu adında bir organizasyon oluşturulmuştur. Bu organizasyon özellikle, isterlerse ülkeyi yönetebilecek olan, orta ve sanayi sınıfı kesiminin çoğuna hitap edecek bir yapıya sahiptir[41]. Bundan sonra yavaş yavaş cemiyete üye olmalar başlar. Çeşitli kesimlerin ilgisini çeken bu oluşum, bir cazibe merkezi haline gelir ve önemli isimler bu cemiyete üye olmaya başlarlar.
Muhafazakâr Parti’den Kingston-upon-Hull temsilcisi olarak meclise giren Sykes, İttihatçılara karşı olması nedeniyle topluluğa katılmayı ya da desteklemeyi reddeder. Herbert, Sykes’tan farklı olarak topluluğa üye olur. Anglo-Ottoman Society’nin Muhafazakâr siyasetçilerin yanısıra Liberal, İşçi ve İrlanda Milliyetçi partilerinden milletvekilleri ile Lordlar Kamarası’nda çok sayıda üyesi vardır. Bunlardan Lord Lamington başkanlığa seçilir. Bu kişilerin dışında ticaret, gazetecilik ve bilim dünyasından temsilcileri de saymak gerekir. Cemiyetin erken dönem listesinde en azından bir Yahudi’nin, Rus göçmeni liberal haham Jaakof Prelooker’ın adına da rastlanır. Asıl şaşırtıcı olan, Moses Gaster42 ve Lucien Wolf ’[43]un yürütme kurulunda yer almalarıdır[44].
Bu cemiyetin yürütme komitesi şu kişilerden oluşur[45]:
Mowbray and Stourton : Başkan
O’Donnell of O’Donnell : Başkan Yardımcısı
Duse Mohamed : Muhasip
George Palmer : Organizatör
Arthur Field : Sekreter
Londra’da 158. Fleet Sokağında kurulan bu topluluğun daha sonra kısa bir manifestosunun yayımlanacağı da bildirilmiştir[46]. Anglo-Ottoman Society için bir sonraki büyük engel, Türkiye’nin Müttefi klerin yanında savaşa girmesidir. Öte yandan, topluluğun kuruluşu ve Türkiye’nin savaşa girişi arasındaki birkaç ay içinde, kendisini sağlam bir temelde kurmayı başarmıştır[47]. Onun böyle sağlam bir temele oturmasında şüphesiz amaç ve hedefl erinin açık bir biçimde tayin edilmiş olması da etkili olur.
Bu yeni oluşum Avrupa kökenli fakat Türkiye hakkında özel bilgi sahibi İngilizlerden oluşuyordu. Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruyarak, İngiltere ve Türkiye arasındaki samimi bir anlayışı ilerletmek için teşkil olunmuştu[48]. Kuruluşunun akabinde, African Times da bir bildiri yayımlamış ve bu bildiride; “biz yine de eski meslektaşlarımızın desteklerinin devamını rica ediyoruz. Onların bunu onaylaması bize güç verecektir. Biz zaten yeterli finansmanı sağladık. Paradan daha çok, konuşması ve kalemiyle aktif çalışanlara ihtiyacımız var, ama onlar ayrıca organizasyonun maddi işlerine katılacaklara hizmet edebilirler”[49] denilerek maddi hizmetten çok kamuoyunu etkileyecek tarzda hizmetlere ihtiyaç duyulduğu belirtilir.
Anglo-Ottoman Society, Osmanlı İmparatorluğu ve Halifeliğin değerlerini savunan uluslararası bir topluluk olduğu ve her dil ve ırktan insana açık olduğu belirtilir. Ofi slerinin adresi ve burada verilecek konferansların tamamının African Times And Orient Review’da verileceği de yazılır[50]. Londra’daki 158 numaralı Fleet caddesinde kurulan bu topluluk, Türk dostu propaganda merkezi konumundadır. Bu cemiyet, Osmanlı İmparatorluğunun çıkarlarını savunacak ve bütün dünyada Müslümanların davasını duyuracaktır. Cemiyet, ırk, siyasi ve dini inançlar olmaksızın tüm erkekler ve kadınlara açıktır. 1913’te cemiyetin amaçları şöyle sıralanır[51]:
* Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğüne karşı yapılacak herhangi bir tecavüze karşı direnmek.
* Bu bütünlüğün, Britanya İmparatorluğu için stratejik ve ticari önemini vurgulamak.
* Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin dostluğunu korumak ve Türkler ve İngilizler arasında samimi bir anlayış geliştirmek.
Topluluğun destekçileri, İngiliz ticari sınıfl arının ilgisini çekmeye çaba sarfedileceğini ve Türkiye ile İngiltere arasında daha doğrudan ticaret ilişkisi kurulmasını savunurlar. Ortak fahri sekreterlerden Bennett ve William H. Leed tarafından Herbert’a bir mektup gönderilmiştir. Burada çeşitli siyasi partilerin bazı temsilcileri tarafından “Osmanlı Birliğinin” kurulmasının istenildiği ve derneğin amaçları sıralanır. Amaçlar sıralandıktan sonra:
“Gelecekte Küçük Asya’nın (Türkiye’nin) kaderi yalnızca burada yaşayan halkın değil, aynı zamanda dolaylı olarak Mısır ve Hindistan İmparatorluğu’muzun çıkarlarını da ilgilendirmektedir. Önerilen birliğin şimdilik şiddetli ve sürekli propaganda yapması gerekmemektedir. Bunun yerine yakın doğudaki karmaşık sorunlar üzerinde dikkatli bir şekilde göz gezdirmek ve bu çabanın karşılanması için her türlü çabanın gösterilmesi önerilmektedir. İngiliz ve kıta Avrupa’sındaki basının makul sebep olmaksızın, Türk karşıtı görüş ve duyguların yaygınlaştırılmasını etkisizleştirmektir. İngiliz ve Türk menfaatleri adına yararlı bir etki yapmak”[52] gereklidir denilerek basın yayın kuruluşlarının kazanılmasına önem verildiğine işaret edilir. Hem basın yoluyla hem de toplantılar yoluyla yapılan bu faaliyetlerin savaş öncesine denk gelmiş olması aslında işin önemli bir zorluk tarafını da teşkil etmektedir.
I.Dünya Savaşı başlamadan yaklaşık 6 ay evvel 2 Şubat 1914 Çarşamba günü bu topluluk, Cannon Street Otel’de, büyük devletlerin Osmanlı’nın içişlerine karışmalarını protesto etmek amacıyla toplanır. Bu toplantıda topluluk başkanı Lord Lamington katılamadığı için onun yerine toplantıya Sir Thomas Barclay başkanlık eder. Buradaki konuşmasında, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün korunmasının derneğin yönergesi olduğunu söyler. Ayrıca Osmanlı’nın bütünlüğünün korunmasının stratejik ve ticari yönden İngiltere için önemli olduğunu vurgular. Konuşmasının devamında büyük devletlerin Osmanlı’nın içişlerine müdahil olmasının dünya ticaretinde ve fi nansal anlamda tehlikeli ve kötü sonuçlar doğuracağını belirtir. Ayrıca mevcut durumun, Balkan Savaşı durumunda olduğu gibi uluslararası barışın kalıcılığına zarar verecek nitelikte olduğunu, Londra şehrinin ve dünyanın diğer ticari topluluğunun ticari çıkarları için hayati önem taşıdığına işaret eder. “Balkan Savaşı ve Trablusgarp Savaşı’nda Londra’da ticarette kıpırdanma olmamıştır. Bunun kanıtı budur”[53] sözleriyle konuşmasını tamamlar. Aslında görünen o dur ki, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunmasının İngilizler açısından elzem olduğundan hareketle derneğin kuruluş gayesine işaret edilmiştir.
Bu kuruluşun öncüleri, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü savunma gayretindedir. Bunlara Lord Mowbray, Morley, Lamington ve Newton da dâhildir. Çünkü kendi gerekçeleriyle de olsa onlara destek olmaya hazırdırlar. Bunun da ötesinde, çeşitli yöntemler kullanırlar. 1914 yılında kurulan Anglo-Ottoman Society gibi devlet politikasını etkilemek için girişimde bulunduğu bir baskı grubu örgütü ağı oluştururlar. Lord Lamington ve Sir Thomas Barclay gibi fi gürlerin güçlü desteğinden yararlanan Osmanlı Derneği, İngiliz İmparatorluğu için Osmanlı’nın bütünlüğünün stratejik ve ticari önemini vurgulayıp Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü teşvik etmek gayretindedir[54]. Barcalay bir konuşmasında; “istisnalar dışında halkın yeni girişimlere olan ilgisini artırmak için yapılan her türlü çabanın başarısız olduğunu ve sadece Londra’ya değil, New York’a, Berlin’e ve baş mali dostumuz ve sokağımız Paris’e de uygulandığını” söyler. Mesela Fransa’da tehlikenin çok yakın olduğu aylarda hiçbir şekilde Fransa bankasındaki paraların çıkışına izin verilmemişti. Tüm bu ticaret rahatsızlığı, Balkan sorununun yeniden ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. Bir asır boyunca böyle bir durumun ortaya çıkmasının Avrupa barışını tehlikeye atacağı öngörülmüştür. Bu durumda devlet adamları güçleri nispetinde Yakın Doğu’da statükonun devam etmesi taraftarı olmuşlardır. Avrupa Konseyi, temel olarak, bu konumu korumak için başlıca Avrupa güçleri arasında, dolayısıyla karşıt çıkarlar arasında bir çatışmadan kaçınmanın gerekliliğini anlamıştır[55]. Savaş öncesi havayı yumuşatmaya yönelik bu düşünceler, Türk devletine karşı gösterilmez. Çünkü Osmanlı’nın yıkılışının mukadder olduğu kanaati artık iyice yerleşmiştir. Buna karşın topluluk üyelerinin genel kanaati;
“Avrupa sürekli olarak Türk hükümetine karışmaktan kaçınmadıkça yeni zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Yeni Türkiye, iç gelişmesinin sorunlarıyla baş etme şansına sahip değildir ve buna karşın İngiltere, tecrübeli bir parlamento geçmişine sahip bir ulusa yakışmayan bir sabırsızlık göstermiştir. Ancak bu sabırsızlığa ve söylediğimiz ve yapmaya çalıştığımız çok düşmanca söylemlere rağmen, Türkiye’nin bir uçtan bir ucuna İngilizlerin sevgisi ve İngiltere’ye karşı büyük bir saygı vardır. Türkiye’nin bize ne kadar ihtiyacı varsa bizim de ona, o kadar ihtiyacımız vardır. Türkiye, Hint imparatorluğumuzun savunması ve konsolidasyonu için gerekli gördüğü tarafsız bölgenin bir parçasını oluşturdu. Bu nedenle Türkiye’nin bütünlüğünün korunması büyük öneme sahiptir. Türkiye, başka herhangi bir sanayi devletinin veya devletlerin egemenliği altına girerse, ekonomik anlamda büyük kaybımız olacaktır” şeklindedir. Bu nedenle Türkiye ile her bakımdan ilgi ve alakanın devam ettirilmesini isterler. Doğuda, dünyanın bütün ordularını bir araya getirebilecek bir prestijlerinin olduğunu, doğru yürümenin geleneksel politikaya bağlı kalarak prestiji devam ettirmek şanslarının bulunduğunu düşünürler. En önemli eleştiri de İngiltere’nin iyi ünü ile adeta kumar oynayarak, Yakın doğuda çok şey kaybetmesine sebep olduğudur[56]. Topluluğun çeşitli kademelerinde hizmet veren bu üyeler bir taraftan hükümeti çeşitli vesilelerle eleştirirken diğer taraftan da, Osmanlı lehinde farklı çalışmalarını sürdürürler.
4. Anglo-Ottoman Society’nin Önde Gelen Üyeleri ve Bazı Faaliyetleri
Anglo-Osmanlı Topluluğu’nda, Marmaduke Pickthall, İngiltere eski İngiliz Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Muhafazakâr vekil Aubrey Herbert, Cambridge Profesörü E.G. Browne ve “Şeyh Al-İslâm” Abdullah William Henry Quilliam gibi önemli şahsiyetlerin birçoğunu da içine alan çeşitli kesimlerden üyeler vardır[57]. Bunların yanında 1880-1886 yılları arasında Diplomatik Serviste çalışmış ve 1886-1899 yılları arasında ise Muhafazakar Milletvekili olarak görev yapmış olan Lord Newton da bulunur[58]. Ayrıca bu topluluğun liderliğini de yürütmüş olan Lord Lamington da etkili bir fi gürdür. Lamington, Oxford’da tanıdığı Lord Curzon’un bir arkadaşıdır ve 1903-1907 yılları arasında Bombay Valisi’dir. Çoğunlukla azınlıklar ve küçük ulusların iddialarıyla ilgili olarak Lordlar kamarasında konuşmuştur ve “hayatının en büyük ilgisi İngiliz İmparatorluğunun refahı ve İngiliz hükümeti ile doğu halkları arasında iyi bir ilişkinin savunulmasıdır”[59]
Anglo-Ottoman Society pek etkin olmamakla birlikte, iyi niyetli, çok seçkin üyeleriyle faal bir siyasal lobi grubu olarak savaş öncesi İngiltere’sinde yerini almıştır. Üyeleri arasında oybirliği olması düşünülemezdi. Lloyd George gibi Muhafazakârlar, Britanya’nın stratejik nedenlerle Osmanlı’yla ittifak yapması gerektiğine inanırken; Duse Muhammed Ali ve Müşir Hüseyin Kidwai gibi Müslümanlar Britanya’nın, büyük ve küçük ülkeler tarafından sürekli olarak saldırıya uğrayan bir rejimi desteklemesinden yanadır. Bu gibiler İttihat ve Terakki hükümetini hem emperyalizmin kurbanı, hem de dünyanın koyu tenli insanlarının koruyucusu olarak görürler. Hoca Kemaleddin gibi kimi Britanya Müslümanlarının İngiliz-Osmanlı ittifakından yana olmalarının bir nedeni de iki imparatorluğun milyonlarca Müslüman’ı kapsamasıdır[60]. Çünkü Osmanlı ve Britanya’nın farklı safl arda yer alması, bu kişileri de iki ateş arasında bırakacaktır.
Britanyalı her Türk dostunun ve her Müslüman’ın üzerinde hemfikir olduğu bir nokta vardı ki, bu da Britanya ve Osmanlı Devleti arasında yapılacak bir savaşın büyük bir felakete sebep olacağıdır. Bunun için Britanya, Osmanlıları kazanmak, onları Almanların kollarından kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmalıdır. Ardından bütün ümitler suya düşer ve Osmanlı Devleti savaşa girer. Britanyalı Türk dostları ve Müslümanlar yeni bir ortak sonuca varır: Britanya ve Osmanlı İmparatorluğu ayrı bir barış imzalamalıdır. İngiltere’deki Türk dostu ve Müslüman toplumlarının bu talebi inanılır bir üslupla ifade edecek bir sözcü geliştirmeleri zaman alır; ancak bunu gerçekleştirdikleri zaman, Britanya hükümeti artık bu grupları görmezden gelemez. Bu huzursuz ilişki 1916 başından savaşın sonuna kadar sürer[61]. Bu süreç zarfında hem topluluk içinde hem de bireysel olarak faal kişiler göze çarpar. Aslında her biri aynı amaca ulaşma gayretindedir, lakin bu gayret bir başarı ortaya çıkaramaz ve zamanla körelip gider. Topluluk içerisinde önemli gayreti görülenlerden birisi Abdullah Quilliam’dır.
Abdullah Quilliam (1856-1932) Londra ve Woking Müslümanlar topluluğuna I. Dünya Savaşı başlamadan önce İngiltere’ye döndükten sonra Henri de Leon olarak katılmıştır. Orada Marmaduke Pickthall ve Lord Headley ile birlikte önemli bir sima olarak ortaya çıkar. Osmanlı hilafetinin uzun vadeli bir destekçisi olarak, Pickthall ile hilafet hareketi, Anglo-Osmanlı Topluluğu’nun üyeliği ve Müslüman dünyasındaki reform, modernist eğilimlere olan sempatileri ile temas kurmuştur. Quilliam, gençlik yıllarından itibaren sosyal adalete olan ilgisi, ABD’deki siyahilerin haklarının korunması ve göçmen haklarının korunması gibi çeşitli konularda kendisini göstermiştir[62]. Quilliam ve Pickthall, 1912’de Ottoman Committee kurulmasında ilk hareket edenlerdir. Her biri Anglo-Ottoman Society’de ya başkan ya yardımcısı ya da sekreter olarak yüksek görevler üstlenmişlerdi. Bunların amacı, Osmanlının toprak bütünlüğünü korumak ve İngiltere ile Osmanlı arasında samimi ilişkiler kurmaktır. Bu cemiyet, İngiltere’nin çıkarlarının Osmanlı Devleti’ni Rus genişlemesine karşı bir kalkan olarak korumak olduğunu savunur[63]. Anglo-Osmanlı Cemiyeti Başkan Yardımcısı Quilliam ek olarak, en büyük oğlu Robert Ahmed Quilliam da bu derneğin üyeleri arasındadır[64]. Ailecek bu topluluğun içinde yer alan Quilliam’ın bazı grup üyelerinden farklı olarak ittihatçıları pek sevdiği söylenemez.
Quilliam, ittihatçıları, Almanya ile birlikte olma kararı için suçlar ve sürüklediğini düşünür[65]. Aynı eleştirisini 1914 yılında Arthur Field’e gönderdiği bir mektubunda da tekrarlar: “Anglo-Ottoman Socieyt’de hiç kimse Türkiye’yi ve Türkleri benden daha çok sevmiyor. Meşru araçlarla Osmanlı İmparatorluğu’nun refahını teşvik etmek için elimden gelen her şeyi yaparım, fakat bu noktada en korkunç hatanın, Türkiye’nin kaderini kontrol edenler tarafından işlendiğini düşünüyorum”[66]. Quilliam, savaş öncesi, savaş dönemi ve savaş sonrası dönemlerin hepsinde de Osmanlı’yı savunmaktan geri kalmamıştır. 1919’daki savaştan sonra sadece Anglo-Osmanlı Topluluğu’nun üyeliğine geri dönerek bir kez daha İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu korumak için uzun vadeli stratejik çıkarları yattığına olan inancını tekrar ederek sözlerine sadık kalır[67]. Quilliam gibi her dönemde sözlerine sadık kalan ve hatta ondan daha etkili bir sima olarak ortaya çıkan bir diğer üye de Duse Muhammed Ali’dir.
Duse Muhammed Ali’nin Osmanlı ile tanışıklığı çok eskiye dayanmaktadır. Öyle ki, 1892 yılında II. Abdülhamit tarafından kendisine Osmanlı Mecidi Nişanı verilmiş ve bundan sonra ondan bey ya da efendi olarak bahsedilir[68]. Duse çok aktif ve etkili bir kişidir. O, The Oriental, Occidental and African Society; The Central Islamic Society; The Ottoman Committee; The Anglo-Ottoman Society; The Albanian Committee; The League of Justice of the Afro-Asian Nations gibi pek çok kuruluşta aktif görev alır[69]. Anglo-Ottoman Society’nin kurucuları arasında yer alırken, diğer tarafta Central Islamic Society’de başkan yardımcısıdır. Bu kuruluşlar Osmanlı konusu, Pan İslamizm ve Mısır Nasyonalizmi gibi mevzular içerir[70]. Anglo-Ottoman Society ile olan ilişkisi, PanAfrikalı ve yarı Sudan siyasi aktivisti, aktör ve yazar Muhammed Ali’yi de içine alan The New Age dergisi aracılığıyla sömürgecilik karşıtı aktivistlerle temasa girer. Duse, 1913’te de, Osmanlı yanlısı Arapların Türk-İtalyan savaşında mücadele etmek amacıyla silah satın almak için para toplar[71]. Duse, kurduğu örgütlerle Afrika birliği savunuculuğu ve ırkçılık karşıtlığının önemli simalarındandır. Savunduğu fi kir ve düşünceler sayesinde çeşitli kesimlerden insanları da yanına alabilmiştir.
Duse, İngiltere’nin muhafazakar milletvekili olan Lord Newton, İngiltere asilzadelerinden Lord Mowbray, muhafazakarlardan Lord Lamington, Aubrey Herbert (muhafazakar Milletvekili), Kaptan Dixon-Johnson (Tripoli Kızılay Hastaneleri) Bay Hugh O’Donnell, Dr. Pillans’ın da aralarında bulunduğu destekçileri bir araya getirir. CF Ryder ve Ellis Schaap ve Rosher dahil olmak üzere African Times dergisine katkıda bulunmalarını sağlar[72]. Bazen de kendi yazılarıyla diğer etkili şahsiyetleri de kendi safına çeker. Hem Ottoman Committee hem onun devamı olan The Anglo-Ottoman Society’nin önemli kişilerinden olan Arthur Field’e göre, Balkan Savaşlarındaki Hristiyan vahşetini basında yazan Muhammed Ali’nin yazısını gören Mrs. Margaret Robinson, Edirne’nin Türklerce müdafaasını savunan Muhammed Ali ile iletişime geçmek istemiştir. Robinson:“Memnuniyetle, yardımlarımı, otuz yıldır İngiltere’de ikamet eden, İngiliz arkadaşlarının düşüncelerine ve ideallerine saygı duyan ve umutları ve coşkuları ile özdeşleştiren güçlü ve tek fi kirli Mısırlıya teklif ettim…”[73] diyerek ona olan saygı ve hayranlığını dile getirir. Robinson sözlerinde çok haklıdır çünkü Duse Osmanlı’yı savunurken İngiltere’ye ihanet içinde değildir. Savaş başladığında bunu açıkça görmek mümkündür.
I. Dünya Savaşı başlayınca Almanya’nın kazanma olasılığı onu bile dehşete düşürür, “Almanlar egemenliklerini kalabalık siyah ve kahverengi derililere de yayacak mı?” diye sormaktan kendini alamaz. “Togoland, Kamerun ve diğer Afrika sömürgelerindeki Afrikalılara davranışlarından Alman yönetiminin ne olduğu konusunda bilgisi olan bizler, coşkuyla Allah korusun! Diyoruz”[74] sözleriyle diğer taraftan Osmanlının müttefi ki olmasına rağmen Alman karşıtlığını açıkça dile getirir. Duse’nin haricinde en az onun kadar bu cemiyette etkili olan bir isim de Marmaduke Pickthall’dur.
Marmaduke Pickthall 7 Nisan 1875 tarihinde Londra’da dünyaya gelmiştir. Onun babası Suff olk’da Chillesford’da bölge papazı olarak görev yapar[75]. Babasının yanında kilise ortamında yetişen Pickthall, Akdeniz Konsolosluk Servisi’nde açılan memuriyet sınavını kazanamayınca Doğu dilleri öğrenmek ve dış işlerine girebilmek için Kudüs’e gider. Ortadoğu’da geçirdiği iki yıl onun hayata bakışını büyük ölçüde etkiler. Orada Arap topraklarını ve Osmanlı sisteminin son zamanlarını görme fırsatı bulur ve bundan çok etkilenir. Batılı ilim ve din adamlarıyla olduğu kadar Arap ve Türk aydınlarıyla da dostluk kurar. 1896’da tekrar İngiltere’ye dönen Pickthall, burada evlenip eşiyle birlikte Paris ve Cenevre’ye gider[76]. 1904 yılında Lord Kromer onu Mısır’a davet edince oraya seyahat eder. Orada Nil’in Çocukları ve Tesettürlü Bayanlar kitabını yazar[77]. Ardından Kudüs ve Şam’a geçerek eski dostlarıyla görüşür, 1908’de eşiyle birlikte üçüncü defa Ortadoğu seyahatine çıkar. O yıl İstanbul’da Meşrutiyet’in ilan edilmesini umutla karşılar ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakına büyük tepki gösterir. Batılıların saldırılarını gittikçe arttırdıkları bir dönemde Osmanlı Devleti’nin ve Türklerin en büyük savunucularından biri oluverir[78]. Osmanlı’yı evvela sadece yazı yazmak suretiyle savunan Pickthall, daha sonra aktif bir biçimde bu savunuculuğunu dernek üzerinden ve çeşitli konuşmaları vasıtasıyla gerçekleştirir.
İslam’ı savunma konusunda makaleler yayımlayan Pickthall, ikinci kez Türkiye’ye gidip dönünce Müslüman olur. 1921 yılında Hindistan’a davet edilir, İslamic Culture dergisini 1927 yılında yayımlanmasında katkıda bulunur. Dünyada 70 üniversite bu dergiye yayımlar gönderir. Buradan Londra’ya dönünce oradaki Müslümanların lideri görevini eline alır. Kur’an’ın İngilizceye tercümesi için istişare amacıyla Mısır’a gider. Onun tercümesi en iyi tercümelerden sayılır[79]. Pickthall 1929 sonbaharında İskenderiye’ye gelir. Londra’dan dört yıl önce Müslüman bir yer olan Haydarabad’da yaşamıştır ve yaklaşık 12 yıl önce İslam’a dönmüş ve Muhammed ismini almıştır[80]. Kur’an tercümesini burada yapan Pickthall’ın tercümesi, Aralık 1930’da New York’tan Alfred Knopf tarafından yayınlanır[81]. Pickthall için bu ilktir çünkü o, daha çok makaleler ve konferanlarla görüş ve fi kirlerini savunur.
Buxted’ın Londra’ya iyi bir raylı sistem ulaşımı vardır ve Pickthall sıklıkla Londra’ya seyahat eder aynı fi kirlere sahip Osmanlı İmparatorluğu savunucu siyaset yazarları ile dava arkadaşı olur. Kasım 1912’de ‘Siyah Mücadele’ adı altında bir seri makale yazar ve bunları sonradan New Age Press kitapçık olarak yayımlar. “19. Yüzyıl ve Sonrası” başlıklı makalesinde Osmanlı İmparatorluğunun hoşgörü geleneğine sahip olduğunu savunur. “Yaşlı, fakir Hıristiyanlar ve fakir Müslümanlar Osmanlı topraklarında eşit derecede yaşıyordu. Aynı zamanda dini açıdan da geniş bir serbestliğe sahiptiler.” Ancak Pickthall, 19. yüzyılda, dış müdahale ki bu misyonerler ve konsoloslar vasıtasıyla olmuştur, Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmişlerdir. Ondan sonra Hristiyan azınlıkların, Müslüman vatandaşlara göre ayrıcalıklı bir konuma yükseldiklerini söyler. Bununla birlikte, 1908’de Türklerin “Müslümanlardan farklı olarak Ortaçağ’dan modern yaşama adım attıklarını”[82] da belirtir.
Pickthall’a göre, Osmanlı’ya yönelik saldırıların sonuçları küreseldir. Dünya Müslümanları, bir Müslüman devlete karşı çeşitli güçlerin cesaretlendirdiği ve Hıristiyan Avrupa tarafından bir Haçlı Seferi olarak kabul edilen bu tuhaf ve acımasız savaşın eylemlerini görmüşlerdir[83]. Bu yüzden İslam dünyasının nefretini çekmek büyük tehlike doğuracaktır. Pickhtall, hem yazıları hem de faaliyetleri ile Osmanlı’ya dışarıdan en fazla destek olanlardandır. Her ne kadar bu derneğin fi kir babalığını ya da başkanlığını yapmamış olsa da, Anne Fremantle’ın belirttiği gibi; “Cemiyet için, üyelerini keselemek dışında her şeyi yapmıştır”[84]. Öyle ki, bu süreçte Osmanlı’nın ve ittihatçıların ateşli bir taraftarı olmuş, Aubrey Herbert ve Sir Mark Sykes gibi kişilerle bir araya gelmiştir[85]. Özellikle 20 yaşlarından sonra Türk ve Arap kültürünün bir hayranı haline gelmiştir. Onun kronik bronşit hastalığına sahip olması İngiltere gibi yağışlı bir memleketten çok sıcak ülkeler olan Ortadoğu’ya seyahatini de etkilemiştir[86].
Onun ilk teşebbüsü, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün korunmasına yardımcı olmak amacıyla, Osmanlı Ortaklık Komitesi kurmaya yardımcı olmaktır. Ardından İngilizlerin ve Kıta Avrupalı politik ve basın çevrelerinde Türkiye’nin Avrupa savunması için çağrıldığı bir dizi Müslüman ve Hıristiyan üyeden oluşan Anglo-Ottoman Society’de etkili olmaya başlar[87]. Pickthall, “Ottoman Association”ın aksine, Müslüman ve Hıristiyan olmak üzere tüm uluslardan oluşan popüler ve uluslararası bir oluşum olduğunu iddia eden ikinci örgüt “Anglo-Ottoman Society” ile çok daha yakından ilgilenerek Türkiye’nin, İngiliz ve Kıta Avrupası’nın siyasi ve basın çevrelerinde savunulması çağrısında bulunur[88]. Hatta Marmaduke Pickthall Müslüman olmadan önce de açık ve cesur bir biçimde Osmanlı yanlısı bir tavır sergiler ve bunun üzerine yetkililer onu güvenlik riski olarak görürler[89]. Onun bütün gayreti İngiliz ve Türkler arasında ilişkilerin dostça olması içindir[90]. Ancak Pickthall’ın bu davranışı çoğu İngiliz politikacı tarafından hoş karşılanmamış ve hatta engellenmiştir.
İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916’da yürütülen Osmanlı topraklarını paylaşma görüşmeleri sırasında Pickthall, Türkiye için diplomatik girişimde bulunduysa da Sykes-Picot antlaşmalarının baş mimarı Sir Mark Sykes’ın sert tepkisiyle karşılaşır[91]. Mark Sykes’ın Picot ile vardığı anlaşmanın maddelerini tekrar gözden geçirmeye başlamasından çok önce, Marmaduke Pickthall bu planın ne anlama geleceğini çıkarır; “Temel olarak bir düzenleme değil, yeni bir büyük savaş doğuracak bir kargaşa” olarak görür. Pickthall bundan yaklaşık dokuz ay önce de bir başka Osmanlı dostunun, La Revue Politique Irıternationale adlı Fransız fi kir dergisinin editörü Dr. Felix Valyi ile tanışır. Valyi savaş başlayınca Lozan’a taşınır ve burada Osmanlı elçisi Fuat Selim Beyle tanışmıştır. Fuat Selim Bey de tıpkı Valyi gibi Enver Paşa’nın Alman yanlısı politikasını benimsemez. Bu sırada Prens Sabahattin barış görüşmeleri konusunda İngiltere’nin Paris büyükelçisiyle temas kurmuştur. Arkadaşlarından biri Kahire’de Henry Mc Mahonla konuşur, Fuat Selim Bey de İtalya’nın İsviçre büyükelçisi nezdinde zemini yoklamaya çalışır[92]. Ancak bu teşebbüsler yetersiz kalır. Her ne kadar Pickthall da kendi halinde zemin yoklasa da destek bulamamıştır.
Londra’daki Güney Asya Müslümanları tarafından desteklenen, ancak Pickthall tarafından neredeyse tek başına çalışan Anglo-Ottoman Society, ona Müslümanlara yönelik İngiliz tutum ve politikalarını eleştirel bir biçimde yazma ve konuşma imkânı sağlar. İslamıc Review’ [93]in Şubat 1914’te rapor ettiği Osmanlı Birliğinin bir toplantısında İngiltere’nin neden Osmanlı’nın bütünlüğünü korumak için gerekli olan şeyleri yapmadığını sormuş ve buna tepki gösterilmesini istemiştir. “Biz, yine bizim Hint İmparatorluğu’nun en güçlü kalesi olmak için ihtiyaç duyduğumuz adil maddi muameleye güvence vermedik”[94] sözleriyle de önemli bir fırsatı kaçırdıklarını dile getirir.
I. Dünya Savaşı sırasında İttihatçıların destekçisi olan Pickthall, hem Osmanlı için hem de Müslüman dünyası için Meşrutiyetin devamını önemli bir olay olarak görür. “Türkiye, Asya ve Kuzey Afrika’da ilerici bir hareketin şimdiki başı ve aynı zamanda İslam dünyasının bir umudu”dur şeklinde yazar. Savaş sırasında Pickthall, Müttefi kler aleyhine İttifak devletlerinin yanında katılan Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü savunmak için açık sözlü, ancak izole bir savunucusu olur. Pickthall, öncelikle Lahor Ahmadiyya Hareketi’nin bir misyon merkezi olan Woking Camisi’ndeki İngiltere’deki Müslüman gruplarla vakit geçirmeye başlar. Bu arada Londra’nın güneydoğusundaki Woking Camisi’nin çok önemli bir lideri olan Hoca Kemaleddin (1870-1932)’in 1919’da hastalık nedeniyle buradan ayrılınca, Pickthall onun yerine camide vaaz verme sorumluluğunu devralır[95]. Hem İngiltere’deki Türk dostu kuruluşlarda hem de diğer Müslüman topluluklarına da katılan Pickthall, bilhassa savaş zamanındaki yazılarında sürekli olarak Osmanlı’yı korumacı bir tavır takınır.
Türkiye, savaşa girmeden birkaç hafta önce The New Age dergisinde Mısır’a yapılacak bir Türk saldırısının İngiliz İmparatorluğu için bir felaket olacağını, bu yüzden her ne pahasına olursa olsun buranın savunulmamasını ve Türk ordusuyla samimi bir ilişki kurulması gerektiğini yazar. Şayet Türk ordusuna savaş dönemi boyunca İngiliz ordusuyla serbestçe giriş ve ortak işgaline izin verilmiş olsaydı, Türkiye’de Alman nüfuzuna şiddetli bir darbe vurulacağını söyler. Tabii bunun zamanının geçmiş olduğunu da ekler;
“Bu aralıkta, Türk hükümdarlığını terk ettik; sadece bunu değil, Mısır’a bir rakip Sultan koyduk ve orada Bağdat’ta rakip bir halife kurma niyetimizi beyan ettik. Bir Türk ordusu, Halifenin emirlerini Mısır’a götürerek talihsiz, aldatılmış Prens Hüseyin Kamil’i asmak için hareket etti. Şimdi, bu sütunlarda defalarca belirttiğim gibi, Hidivliğin bir popülaritesi yokken, Türk hâkimiyeti Mısır’da son derece popülerdi”[96]. Bunun İngiltere’nin bilinçsiz gücünün tuhaf bir örneği olarak niteler. Bu şekilde Mısır’ın işgalinden başlayarak Arap coğrafyasında İngilizlerin taraftar toplamaya çalışmasını eleştirir.
Pictkhall yazısında, “Mısırlıları seviyorum, İngilizleri seviyorum ve ben Türkleri seviyorum. Almanlardan, haksız gaspçıdan veya korkunç karışıklığın içinde olan herhangi birinden nefret etmiyorum. Benim yeryüzünde en sevdiğim insanlara aşırı bir biçimde düşman olan hükümdarın yönettiği bir ülkeye aitim. Ben uzun zamandır gördüğüm büyük felaketi önlemek için hiçbir şey yapamıyorum” derken, Mısır’ın Türkler tarafından ister demokrasi ister fethedilmek suretiyle alınsa da harmonize edilemeyeceğini düşünmektedir. Ona göre, İngilizler savaştan önceki birkaç yıl önceki süreçte Mısırda iyi işler yapmışlardır. Gelecekteki tarihçilerin, İngiltere, Mısır, Hindistan’daki saf zulmün tekrarlamasının nedenlerini ve bunun İngiliz liberalizmi ile olan ilişkisini incelenmesinin önemli bir çalışma olacağını da ifade eder[97]. Pickthall savaşın başlamasıyla birlikte düzenli olarak gazetelere ittihatçıları öven, İngiltere’nin Yakın ve Ortadoğu siyasetlerini eleştiren makaleler ve mektuplar gönderir. Çünkü savaş yeni başladığı sırada şahit olmuş olduğu bazı olaylar onun Osmanlı’nın varlığının korunması gerektiği düşüncesine iter.
Enver Paşa’nın Eylül 1914’te, ülkesini savaşa sokma manevrasına girişmesinden önce Pickthall, Habsburg İmparatorluğu ve Yakındoğu konusunda uzman olarak bilinen Profesör R. W. Seton Watson’ın evinde sınırlı bir toplantıya davet edilir. Dış politika konusunda yeterli bilgi birikimine sahip olan bu gruba bir tebliğ sunar. Daha sonraki tartışmaları dinleyince adeta dehşete kapılır. Konuşanlardan hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan sonra varlığının sürdürmesine izin verilmeyeceğinden emindir. Pickthall bu durum karşısında, “Bütün sorun barış düzenlemesinde Türklere ne kadar Türkiye bırakılacağıydı!” diye yazar. Kuşkusuz, Anglo-Ottoman Society çevresindeki dostlarına, İngiliz politikasının gerçekten neyi öngördüğünü öğrenmeye karar verir ve 18 Şubat 1915’te Üçlü Anlaşmayı olduğu gibi tahmin eder[98]. Bundan sonra savaşın başlamasını şöyle duyurur:
“Geldi. Büyük savaş başımızda. Avrupa ordular halinde dizilmiş, kamplar belirlenmiş ve dünyanın egemenliği dengededir. Savaş, artık belli bir iktidarın prestijine karşı değil, Avrupa hegemonyası içindir. Kırk yıl boyunca kıtayı silahlı bir kampa dönüştüren ve muazzam silahlar yığan Avrupa uluslarının karşılıklı güvensizliğinden ötürü çatışma kaçınılmazdı; O gün için ölümcül rekabet ve hazırlık vardı”[99]. Savaşın başlamasıyla birlikte Pickthall da diplomatik teşebbüslere başlayarak, İngiltere ile Osmanlı’nın karşılıklı anlaşması yolunu aramaya başlar.
Pickthall, ilk resmi girişimini dışişlerinden sorumlu müsteşar yardımcısı Lord Newton nezdinde yapar, ancak o, Pickthall’u İtilafın dayanışmasına aykırı hiçbir şey yapmaması yönünde uyarır. Daha ilk girişiminde böyle bir engelle karşılaşması Pickthall’un, diplomasi yoklamasının baştan başarısızlığa mahkûm olduğunaa işarettir. Adeta kabına sığmayan Pickthall Valyi’ye iki tane mektup gönderir. İkincisinde, mektubuna cevabını kaygıyla beklediğini ve dışişlerinin İtilaf dayanışması konusundaki duruşunu tekrarlar. Hatta İsviçre’ye gidip ayrı barış antlaşması imzalanması için girişimde bulunacağını belirtir. Valyi arkadaşına, “Bu mektupta daha fazlasını açıklayamıyorum” diye yazar, “Ama size pasaport verilmesinde bir tehlike yok. Yolculuğunuzun sonuçları bir hiç olacaksa, İngiltere’ye dönersiniz, olur biter”[100] der. Bu mektup eline geçmeden, Pickthall sabırsızlanır ve muhtemelen Aubrey Herbert sayesinde tanışmış olduğu Mark Sykes’ı bulur. Sykes’ın İttihatçılardan duyduğu nefretin savaş öncesi Osmanlı Devleti için geliştirdiği iyi düşünceleri gölgede bıraktığını, aslında Sykes’ın Osmanlı’nın bütünüyle parçalanmasını savunanlardan olduğunu fark edemez. Sykes, Picot ve Rus Dışişleri Bakanı Sergey Sazanov’la birlikte Üçlü Anlaşma’nın son ayrıntılarını kararlaştırdıkları, Moskova yolculuğundan henüz dönmüştür. Aslında Sykes’ın ayrı barış düşleri kurgulayan Pickthall’a ayrılacak zamanı yoktur. Pickthall’a 25 Mayıs 1916’da bir mektup yazarak, yabancı bir ülkeye gitme iznini reddeder. Valyi’nin daveti de böylesi bir ziyareti haklı göstermeye yetmez[101]. Pickthall bir kez daha başarısızlığa uğramıştır ama yine de pes etmez.
Pickthall artık H. G. Rosendale’ye başvurur. Rosendale Dışişlerinde başka bir müsteşar yardımcısını, Sir Maurice de Bunsen’ı tanımaktadır. Fakat Bunsen, daha bir yıl önce Osmanlı topraklarını parçalayıp dağıtmayı tasarlayan komitenin başıdır. Bunsen’e bir mektup gönderir. Pickthall’u Valyi’nin iyi bildiğini, kendisinin de tanıdığını, ayrıca onu böyle bir barış girişiminin ardında ne olduğunu öğrenmek için görevlendirebileceklerini söyler. Oysa önemli olan Rosendale’in Pickthall hakkında ne düşündüğü değil, Dışişleri Bakanlığının yaklaşımıdır. Bunsen’nin aldığı cevap; Pickthall’un bütünüyle sakıncalı olduğu ve asla teşvik edilmemesi gerektiği yönündedir. Ayrıca, yabancı bir düşman olarak tutuklanması gerekir diye sert bir biçimde noktalanır. Sonunda Bunsen, Rosendale ve Pickthall’a aynı üslupla cevap verir[102]. İlginçtir ki bu cevap da onu bıktırmaz.
Pickthall hâlâ düşünden vazgeçemez. Valyi’ye yeni bir mektup yazarak öfkesini boşaltır Osmanlıları över, Dışişleri Bakanlığını eleştirir. Bunu yanında çok yanlış bir kararla, mektubun bir kopyasını Sykes’a gönderir. Sykes bu mektuba kırıcı bir cevap verir: “Bir düşman ülkesinin vatandaşına mektup yazarak, başka bir düşman ülkesinin vatandaşıyla dostluk kurmanızın, dahası kendi hükümetinizden açıkça muhalif bir üslupla söz etmenizin uygun olmayacağı görüşündeyim”. Aslında bu daha altı ay önce, “Ben bir hiçim ve geldiğim gördüğüm büyük felaketi durdurmak için hiçbir şey yapamıyorum”[103] derken onun haklılığını da ortaya koyar. Onun başarısızlığı dünya felsefesini etkilemez ve samimi bir biçimde yoluna devam eder.
Pickthall, 19. yüzyıldan itibaren, emperyalizm Müslüman dünyasında tırmandıkça, batı gençliğinin İslam’ın samimiyetine ve saflığına çekildiğini, batı tüketimciliğinin ve materyalizmin ikiyüzlülüğüne tepki gösterdiğini ve antiMüslüman önyargılarıyla mücadele etmeye kendilerini adadığını belirtir[104]. Peter Clark onunla ilgili şu özet cümleleri sıralar:
“Pickthall’un fi kirlerinin bir kısmı görüşlerinin sınıfl andırmaya dayalı olmasıdır. Hindistan’daki İngiliz emperyalizmin eleştiricisiydi ve bunu Mısır’da desteklemişti. Kendisi vatansever bir muhafazakâr parti üyesiydi ve Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaşmamayı savunuyordu ve bu yüzden vatandaşları tarafından yabancılaştırıldı. Açık sözlü bir adamdı. Kamuoyu ile ilgili tartışmalarda nazikliği ve vahşeti kişisel olarak ilişkilendirirdi. Gazeteciliği gösterdiği üzere kendisi artarak doğu siyasete dâhil oluyordu. Türkiye’nin düşmanın hararetli propagandasıyla saldırıya uğramasına ve Avrupa güçlerinin Türkiye’den yararlanmasına kızgınlık gösterdi”[105]. Pickthall gibi bu topluluğun pek çok üyesi hem savaş öncesi hem savaş hem de savaş sonrasında önemli sayılabilecek bir mücadele ve kararlılık örneği gösterirler. Kimisi ikili görüşmelerle, kimisi basın yoluyla kimisi de konferanslar vasıtasıyla görevini ifa etmeye çalışır.
5. Anglo-Ottoman Society’nin Faaliyetleri
I. Dünya Savaşı’nın başında Anglo-Ottoman Society belirsiz bir konuma gelmiş görünüyordu. Savaşın başlamasından hemen sonra ilk iş olarak topluluk, tüm Osmanlı tebaalarını Kızılay Derneği Londra Şubesine bağışta bulunmak için çağrıda bulunmak olmuştur. Bununla birlikte topluluk, Büyük Savaşın başlangıcı ile Osmanlı’nın savaşa girişi arasındaki kısa süre içerisinde, bir metodu olmayan sadece kabaca bir Türk yanlısı bir yapı izlenimi veriyordu[106]. Ancak her ne kadar böyle bir izlenim verse de faaliyetlerin başlamasıyla birlikte bu düşünce de kırılmaya başlar. Daha sonra ise bu faaliyetlerin ne şekilde yapılacağı çeşitli vesilelerle dile getirilmiştir. Mesela Londra’dan Reşit Sadi vasıtasıyla gönderilen bir yazıda; “Osmanlı’nın haklarını savunmak için İngiliz basınının büyük bir fayda sağlayacağına dair majestelerini etkilemenin faydasız olduğuna inanıyorum. Bu sonucun küçük bir fedakarlıkla elde edilebileceğini umduğum için, size haddim olmayarak bir tavsiyede bulunuyorum” sözleriyle önerilerini şöyle sıralar[107]:
1.Tanınmış kişiler tarafından yılda en az 20 makaleye imza atarak en önemli İngilizce aylık dergilerde yayınlanmasını sağlamak.
2.Dışişleri bütçesinden 300 sterlin toplayarak makale başına 15 sterlin oranında ödenecek ve konu gizli tutulacak.
3.Bu meblağı, geçici olarak kurulun sekreteri olarak kabul eden Bay Bennett’e iletilmesini sağlamak. Yine Bennett’e dergilerin ve makalelerin yazarlarının seçimini bırakmak.
Aynı tarihli mektupta, Osmanlı’nın iç işlerine karışılmasına karşı büyük bir protesto buluşmasının yapılacağından bahsedilir[108]. Kuşkusuz burada destekçilerden birisi de Sır J.D. Rees’tir. Rees’e göre Avam Kamarası maalesef Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olarak bilgisiz, cahil ve önyargılıdır. Onun Türkler için büyük bir beğenisi vardı. Rees derneğin kurulmasıyla birlikte yeni bir çağın başlayacağını ve eski geleneksel dost olarak gördüğü Türk’ün bir kez daha takdir edileceğini umduğunu söyler[109]. Topluluk içerisinde en etkili isimlerden olan Pickthall’a “İlerici Türkiye” ye ve Müslümanlara yönelik İngiliz politikasına ve tutumlarına karşı halka açık yazı yazma ve konuşma platformu verilir. Ancak, Pickthall ve diğer Türk taraftarları, çabalarına rağmen Dışişleri Sekreteri Sir Edward Grey’i (1862-1933), Türkiye ile barışı korumak veya Türk tarafsızlığını ve bağımsızlığını 1914 yılında cesaretlendirmek için ikna edemezler[110]. Zaten savaş içerisinde, böyle bir şeye izin verilmesi de İngiltere’nin müttefikleri açısından kabul edilebilecek bir durum değildir.
Osmanlı birliği üyelerinin, her ne kadar böyle bir derneğin kurulmasında geç kalındığı düşünülse de, Osmanlı imparatorluğunu çökertmek ve devirmek amacıyla zamanın bürolarında ısrarla kurulan paylaşım planlarına karşı önemli bir adım atmıştı. Dernek tarafından Times’e gönderilen bir mektubunda; “Muhabirlerini ve Rusya’ya hizmet etmek için bilgi araçlarını ve panslavizmi Asya ve Levant’daki İngiltere’nin en hayati çıkarlarına karşı kullanan bir İngiliz gazetesinin aldanması hakkında söylenebilecek şey nedir?” denilerek Times gazetesi sert bir biçimde eleştirilir. Bununla da kalınmaz ve Times’ın ihanetine karşı etkili bir halk gösteri sağlamak ve ayrıca etkili bir ismin, Dernek Yönetim Komitesinin listesine de eklendiği belirtilir[111]. Başlangıçta topluluğa önemli isimlerin kazandırılması hedeflenir ve bu isimler vasıtasıyla kamuoyu etki altına alınmaya çalışılır.
Bu grubun bir yazısında açıkça ifade edildiği; “Beş ay boyunca, İngilizlerin adalet politikası lehine çok girişimde bulunduk ve en iyi ihtimalle bir miktar teşvik ettik. Böyle bir politikayı destekleyen herhangi biri, Osmanlı propagandasını onaylamak isterse, Anglo-Osmanlı Topluluğu’na katılmaktan daha etkili bir yolun imkânsız olduğunu”[112] ileri sürerler. Bu sayede birlikte hareket edilip, ortak bir güç oluşturulacaktır. Bunun hem Avam kamarasında hem verilen çeşitli konferanslarda etkisi görülür. 29 Ocak 1914 tarihli William H.Seed imzalı bir mektupta: “Bay Bennet, Bay Eyres tarafından Lyceum kulübünde yapılan konuşmayı içeren kapalı zarfı size göndermemi istedi. Peki, bittiğinde lütfen bana geri döner misiniz? Yöneticimiz konuyla ilgili olarak Avam Kamarasında bir soru sormamı sağlamıştır”[113]. Sözleriyle kamara içerisinde etkili olmak hedefl enir. Burada etki derecesi ne olursa olsun, öncelik Osmanlı’nın korunmasının önemli olduğunu burada duyurabilmektir.Dernek, Nisan 1914’te Westminster’deki Caxton Hall’da “conversazione” adlı Quilliam’ın kızları Harriet Hanifa ve Pickthall’ın ana konuşmacı olarak katıldığı halka açık bir görüşme ve toplantı düzenler[114]. Bunun devamı da gelir.
“Çarşamba günü Cannon caddesindeki otelde bizim desteğimizle gerçekleşmiş olan toplantıyla alakalı gazete küpürlerini eklemek ve toplantının katılımının iyi olduğunu ve şehir genelinde birçok iyi yorumlara sebep olacağını bildirmek için bunu yazıyorum. Gelişmeler il genelinde yazılmış gazetelerde ve aynı zamanda York Shire[115]’da da iyi işlenmiş ve üstünde durulmuştur. Birliğimiz gelecekte halkın Osmanlı ile ilgili düşüncesinin daha iyi yöne doğru değişmesi için daha fazla şey yapacaktır”[116] Seed bu şekilde faaliyetlerin ilerledikçe etki alanının da genişlediğini büyükelçiliğe bildirir. Büyükelçilik adına Raif Bey’in bazı topluluk üyeleriyle görüşüp konuştuğu da bilinir. Anlaşılan o ki, burada Türk büyükelçiliği bu organizasyonun yürütülmesinde etkili durumdadır[117].
Dernek çalışmalarını yaygınlaştırmak düşüncesiyle, “Barış ve Daha İyi Bir Mutabakat” sloganını 1915’te kullanır. Bu sloganın muhtevasını kısaca şunlar teşkil edecektir[118];
1- Osmanlı ulusunun bağımsızlığını ve gelişimini sağlayacak şartlarla Osmanlı ile barışın hızlı bir şekilde restore edilmesini savunmak.
2- İki ülke arasında daha sempatik bir mutabakatın kurulmasını teşvik etmek. Kısacası, Osmanlı ile İngiltere arasında barışçı ilişkilerin kurulması ve iyi bir mutabakat.
Osmanlı-İngiliz ilişkilerini iyileştirmek adına Pickthall, Whitehall ve ötesinde kamuoyunu bu yönde kazanmak ve Türkiye ile ayrı bir barış anlaşması imzalamak için büyük ve iddialı bir Türk kamuoyu kampanyasına öncülük eder. Çabaları genellikle protesto toplantıları, halka açık tartışmalar ve konferanslar düzenleyen Anglo-Ottoman Society ve İslam Cemiyeti / Merkezi İslam Birliği aracılığıyla yönlendirilir. Sayısız kararları Dışişleri ve Hindistan Ofi slerine iletir. Ulusal gazetelere ve dergilere mektup gönderir. Türklerin varlığını teşvik eden yayınlanmış makaleler, broşürler ve kitaplar ile Rusya’nın olumsuz etkisine ve hırslarına dikkat çeker[119]. Dışişlerine iletilen bir mektupta, İngiliz Hükümeti’ni, Türk ve İngiliz çıkarları nedeniyle Türkleri Sakız Adası, Midilli Adası, Limni ve Semadirek Adasından çıkarmaya yönelik İngilizlerin herhangi bir harekette yer almamasına dair tavsiyeler yer alacaktır. Bu mektup O’Donnell, Duse Muhammed Ali ve Arthur Field tarafından imzalanır ve bu belki de bir iç liderlik kurduklarının kanıtı olarak da alınabilir[120]. Fakat burada bir iç liderlik çekişmesi değildir, ancak derneğin faaliyetlerinde öne çıkan isimler belirginleşir. Derneğin faaliyetleri sadece kendi taleplerini değil aynı zamanda aleyhlerine yazılmış yazılara da cevaplardan oluşur.
Toplantı ve konferanslardaki alınmış kararlar bazen The Times’ın editörüne gönderilen mektuplarla; bazen Başbakana gönderilen dilekçeler ve bildirilerle gerçekleştirilir. Ayrıca Türk karşıtı propaganda olarak gördüklerine karşı düzenli bültenler yayınlanır[121]. Şüphesiz bu toplantılarda Duse Muhammed Ali, Müşir Hüseyin Kidwai ve Hoca Kemaleddin’in çeşitli önerilerin lehine konuşmalar yaptıkları görülür[122]. Yine Duse Muhammed, Raif Bey’e topluluk vasıtasıyla mektup gönderir. Londra şehrindeki erkeklerle yapılacak toplantıda düzenlemelerin devam ettiğini, bununla birlikte bir toplantıdan bahseder ve maddi destek bekler. Bunun için Raif Bey, İstanbul ile topluluk arasında aracıdır ve ondan İstanbul’dan henüz haber alıp almadığı ve aldıysa sonucun ne olduğu sorulur[123]. Bu toplantıda daha çok Türk-İngiliz ticari ilişkilerini iyileştirmeye yönelik kararlar alınmıştır.
Topluluk daha sonra genel toplantıların daha büyük ve uygun toplantı odalarında yapılması çözümünü getirir ve artık mümkün olduğu kadar toplantılar West Minister’daki Caxton Salonu’nda yapılır. Topluluğun teşekkür borçlu olduğu diğer isimler arasında şunlar sayılır: ilk başkan Lord Mowbray ve ilk başkan yardımcısı Lord Lamington, genel fi nansal destek ve basındaki itibarı ile Dixon Jonhson, Ellis Schaap, sonra M.Pierre Loti’nin “Istıraptaki Türkiye” adlı çalışmasını komite için İngilizceye çeviren Bedwin Sands. Topluluk henüz büyük ve önemli bir yapıya sahip olmayabilir ancak, Sir J.D. Rees, K.C.I.F.[124], M.P. (Başkan yardımcısı), E.N. Bennett and Steppings Wright (Savaş muhabirleri), Adolphe Smith, F.C.S., F.I.C., Marmaduke Pickthall and S.H. Leeder, Dr. Pollen, C.I.E., Mr. J. Pennington (Doğu Hindistan Derneği), Anglo-Russian’dan Mr. Jaakoff Prelooker, Lt. Col. Hime, Mr. Hubert Bland (gazeteci yazar), Mr. Arthur Diosy’dir[125]. Bunların hepsinin de aynı etkiyi yarattıkları söylenemez lakin topluluk içindeki bazı kişilerin gayretleri, bu topluluğun çalışmalarının dışarıda duyulmasında etkili olur.
Türkiye, Mısır, Hindistan ve İngiltere, topluluğun ve onun çalışmalarına defalarca değinmiştir. Bu haberlerden birinde Kasım ve Aralık aylarındaki faaliyetler yazılır; “sözde Ermeni Sorunu ile ilgilidir. Biz uluslararası dikte ve kontrol kurmasına karşı Osmanlı Hükümeti’ni destekliyoruz. Osmanlı Komitesi, sürekli olarak artan üyesi ve geliri ile etkisini hissettirmektedir”[126] şeklinde duyurusu yapılır. Yurt dışına taşan bu faaliyet bildirileri fi ili şekle de dönüşür. İngiltere Parlamentosu üyelerinden ve Anglo-Ottoman cemiyeti kurucularından Aubrey Herbert ve Mrs. Heykins’in 1914 Mayıs’ın üçüncü veyahut onu müteakip günlerde Edirne’yi ziyaret edecekleri[127], yine aynı kişilerin Konya ve Ankara vilayetlerine de uğrayacaklarından, gerekli kolaylığın sağlanması İçişleri tarafından ilgili valiliklerden istenir[128]. Dışarıda sürdürülen faaliyetlerden birisi de her ne kadar cemiyet adına olmasa da Prens Sabahaddin’in ayrı bir barış adına yapmış olduğu görüşmedir.
İngiltere’nin Paris Büyükelçisi Greenville, Sir Edward Grey’e 18 Nisan 1916 tarihli bir mektup gönderir. Bu mektupta, Prens Sabahaddin ve General Şerif Paşa’dan bir ziyaret aldığı ve bu ziyareti Grey’e bildirmelerini istediklerini yazar. Bu görüşmede Sabahaddin, Türkiye’de kamuoyunun oybirliğiyle sadece barış değil, müttefi klerin lehine veya daha doğrusu İngiltere ve Fransa lehine olduğunu ileri sürer. Ayrıca Türk hükümeti, “Alman yetkililerini ve subaylarını ülkede istedikleri kadar tutabilir ve istendiği takdirde 48 saat içerisinde ülkeden çıkarabilir”[129] diye de ekler.
Bu konuşmasında Sabahaddin, Türk hükümetini Müttefiklerle barışmaya teşvik etmek için çalıştığını da söyler. Greenville göre Türk hükümeti, müzakeresiz bir şekilde barışmaya hazırdır. Ancak Sabahaddin’in tek hayati koşulu İstanbul’un işgal edilmemesidir. Rusya’ya gelince, Ermenistan’daki saldırısının zaten kontrol edildiğini ve Türklerin bu saldırıyı öngördüğünü ve dört ya da beş hafta içinde, Trabzon üzerinden takviye ve malzeme temin eden Türk ordusunun hem sayısal hem de maddi olarak Ruslardan daha güçlü olacağı konusunda olumlu bir bilgi aldığını söyler. Konuşmanın devamında Türkiye müttefiklerin tarafında olduğunu ilan ederse, tüm Balkan yarımadası Türkiye’yi izleyecek ve diğer Avrupa ülkelerine karşı tutumunu değiştirecek iddiasında bulunur. Bu durumda savaşın hızlı ve tatmin edici bir şekilde bitmesi içten bile değildir[130]. Sabahaddin ile ayrı çalışmakla birlikte aynı amaçla yola çıkan Pickthall da bu yöndeki çalışmalarını sürdürür ve ayrı barış için açık kapı arar.
İngiliz dişişlerinde müsteşar yardımcısı De Bunsen’den H.G. Rosendale’ye 23 Haziran 1916 tarihli gönderilen mektupta, Türkiye ile ayrı bir barış olasılığına ve Marmaduke Pickthall’ın bu amaçla müzakerelerde bulunmasına istinaden, Sir Edward Grey tarafından, mevcut şartlar altında, Grey’in Pickthall’ın teklifini değerlendirmemesinden dolayı üzgünlüğünü dile getirir[131]. 1916 yılının ayrı barış çalışmaları içinde bitmesinden sonra 1917 yılı ayrı bir dönüm noktasıdır ve en azılı düşman olan Rusya, bir ihtilalle çalkalanır. Bu ihtilal beraberinde Türk hükümeti ile ayrı barış görüşmelerini de doğurur. Belki müttefiklerin hepsiyle barış yapılamamıştır ama içlerinden birisini her ne şekilde olursa olsun koparmak, ümitleri yeniden yeşertir.
Topluluk, 1917’de Rus Hükümeti Dışişleri Bakanı’na Rusya’nın toprak genişlemesinin bir savaş amacı olarak reddetmesini derin bir şükranla karşıladıklarını ifade etmiş; “Bu bağlamda, yeni Rusya’nın insancıl niyetlerinin 1908’de, Rusya’nın kendisinin yaptığı gibi, özgür kurumlar adına askeri bir otoriteyi değiştiren ilerici Türkiye’nin tanınmasını içerdiğini umuyoruz”[132] diye de eklemiştir. Yurt dışında sürdürülen bu çalışmaların yanında, İstanbul’da da kardeş bir kuruluş olarak British Ottoman Association’ın[133] kurulduğundan bahsedilir. Buradaki ilk yürütme kurulu toplantısında Osmanlı’nın haklarının savunulması için tarafsızlığını beyan eden ve Osmanlı halkına teşekkürlerini sunan bir karar alınmıştır. Bu kuruluşun başkanı Eski Mareşal Ahmet Muhtar Paşa’dır. Onun sekreteri de Celaleddin Arif Beydir. Londra’daki Anglo-Ottoman Society’nin sosyal ton ve önemli bağlantılarına bunun da sahip olduğu belirtilir. Anglo-Ottoman Society, Türkiye’den bu açık desteğe ek olarak, Fransa’daki Türk destekçileri ile bir bağlantı kurar. Komite üyesi J. Prelooker Ocak 1914’te Paris’e gider ve English Society ile işbirliği yapmak için Franco-Ottoman League kurmasına yardım eder[134]. Ancak pratik açıdan bu kuruluşların ne kadar ilerlediği net değildir.
Anglo-Ottoman Society, Dünya Savaşı sırasında oldukça az bir etkilenme ile kendisini korumayı başarır. Savaşın hemen ardından hayata yeniden döner ve Türkiye’nin olumlu barış koşulları için Dışişleri Meclisine başvurularda bulunur. Ayrıca toplantılar, kararlar ve bildirgeler yayımlar. Özellikle de Halifeliğin kalması için çaba sarfederler[135]. Savaştan sonra adaletin yerini bulması lehinde çalışmalarda bulunan bu topluluk, tıpkı “Londra Müslümanlar Cemiyeti” gibi Anglo-Helenik Cemiyeti’ne karşı çıkışlarında Britanya Hükümeti’nin yalnızca Türkiye’yi cezalandırmak istediği süre içinde başarılı olamamıştır[136]. Fakat savaşın başlamasından bitişine değin, İngiliz kökenli topluluk üyeleri hiçbir biçimde İngiltere’yi savaştan mesul tutmaz, sadece Osmanlı ile aralarını bulmak için ellerinde geleni yaparlar.
6. I. Dünya Savaşı ve İngiliz Hükümeti
Savaş çıktığında, çoğu Türk dostu Britanya Müslüman’ı, Britanya’nın savaşa girmek zorunda olduğunu düşünür. Anglo-Ottoman Society üyelerinden çoğu da aynı fi kirdedir. Saldırganın Almanya olduğuna inanan Hoca Kemaleddin, Britanya’nın savaş kararını onaylar: “İslam öğretisi nefsi müdafaada silah kullanılmasına cevaz verir”[137] düşüncesindedir. Bununla birlikte Türkiye’nin karşı tarafta savaşa girmesi bazıları için huzursuzluğa neden olsa da, John Yehya-En-Nasr Parkinson (1874- 1918) (İngiliz Müslüman Topluluğu’nun Başkan Yardımcısı) gibi tutumlarını değiştirenlerden biridir.
“Her İngiliz gibi mücadelemde onurlu ve şerefli bir şekilde ülkemin zafer kazanmasını destekleyeceğim. Ancak, bunu yaparken beni birçok ulusal ideal üzerinde sempati duyduğum ve bağlı olduğum bir ülke olan Türkiye ile savaşmaya zorlayan gereklilikten dolayı”[138] üzüntü duyacağını dile getirir. Bu savaş bittiğinde Osmanlı’nın kaderi ne olacak? Sorusu her İngiliz gibi Pickthall’ın da kafasını kurcalar. Ancak savaş o an sona ermekten uzak gözükür. Herkesin kabul ettiği bir gerçek vardır ki, Hint İmparatorluğunun savunmasını daha da zayıfl atmayacak bir anlaşma elde etmek İngilizler için büyük önem taşır. Rusya’yı, Asya’da İngilizlerin gelecekteki düşmanı olarak gören Pickthall;
“İki tampon devlet, Pers ve Türkiye yok olacak. Orenburg Kazakları, Hint sınırının yirmi üç verst uzaklığında, hangi sınırın ihmal edildiği savunulurken aldığım bilgiye göre, Rus taraftarı Lord Hardinge’in Hindistan’a gitmesinden bu yana, iyileştirmeler için yapılan çalışmalar başarısız oldu. Çin’e karşı sınırlarımızın savunmasına büyük bir dikkat gösterilirken altı yıl önce, her Asyatik ırkın sempatisi üzerine Rusya ile bir savaşa girebilirdik. Şimdi yapabilir miyiz?”[139] sorusuna şüpheli yaklaşır ve hükümeti suçlar.
Türk İmparatorluğunu birkaç yıldır var olan bir projeye göre tamamen bölmeyi tasarladığını dillendiren Pickthall, çok ilginçtir daha Sykes-Picot antlaşması imzalanmadan paylaşımı tahmin eder. “Her ne kadar S.Verdad, İngiliz Hükümeti’nin Asya’nın anahtarını Bulgaristan gibi küçük bir gücün elinde tutacağına garanti etmesine rağmen Rusya, Doğu Anadolu, Kuzey Mezopotamya ve neredeyse kesinlikle İstanbul’a sahip olacak” sözleriyle Rusya’ya verilecek yerleri tahmin ederken, “İngiltere muhtemelen Güney Mezopotamya’ya ve muhtemelen tüm güneydoğusuna, Dicle üzerinde Samara’nın biraz kuzeyinden, Filistin sahilindeki Yafa’nın biraz güneyinden bir noktaya kadar çizilen bir çizgiye sahip olacak” sözleriyle de İngiltere’nin alacağı payı da tahmin eder. Arabistan’ın tüm yarımadası kademeli iltihak için nüfuz alanına dahil edileceğini de söyleyen Pickthall, “Fransa Suriye’nin büyük kısmını alacak. Kutsal toprakların paylaşılması müzakerelerin mevzusu olacak çağdaş Hristiyanlığın bir öğrencisi olarak buna şahitlik edeceğiz. Ancak sonunda mümkün olduğunca burada küçük otonom bir devletin kurulacağını düşünüyorum”[140] diyerek de Filistin ile ilgili paylaşım düşüncesini öngörür.
Gelecekte bir üçlü İtilaf göremediğini söyleyen Pickthall, bunun sebebi olarak da İngilizlerin, Türklere karşı Arap hilafetini desteklemesi ve bunu kontrol altına alması olarak görür. Çünkü Rusya ve Fransa Müslüman halka sahiplerdir, bu halkın sayısı da gittikçe artmaktadır. “Rusya ve Fransa İngiltere’nin bütün İslam halklarını etkilemeye çalışmasına ne kadar süre hoşnut bakacaktır?”[141] diye de sorar ve bu duruma iki devletin de reaksiyon göstereceğini iddia eder. Şüphesiz belki bu sebepten kaynaklanmasa da savaş sonundaki anlaşmazlık ve sonrasındaki çözülmeler Pickthall’ı tarih önünde haklı çıkarır. Ayrıca Osmanlının paylaşılması halinde tampon doğu devletleri yerine sınırlar üzerinde Avrupa’nın iddialı rakip devletlerine komşu olunacağını belirtir. “Topraklarımızın muazzam bir şekilde artması, kaçınılmaz bir endişe ve sorumluluk büyümesiyle, imparatorluğumuz olarak kuvvetimize zarar verecektir. Kalabalık, her zaman yeni bir güç kazanması anlamına geliyormuşçasına daha fazla toprağın kazanılmasını alkışlar. Bunun anlamı, yalnızca edinilen topraklar stratejik olarak, savunma kolaylığı için veya siyasi olarak bir tehlike veya endişe kaynağını uzaklaştırmak için gereklidir” düşüncesini ileri sürer ve mevcut durumda kazanım için böyle bir nedenin olmadığını da ekler. Çünkü Mezopotamya’da ve İran’da Rusya ile yürümek zorunda görür. Türk İmparatorluğunun varlığının devamı ile bölüşülmesi durumunda ortaya çıkacak sorunun mukayese kabul etmeyeceğini düşünür[142]. Bu yüzden Osmanlı’yı ittifak safından koparmak ve onun bölüşülmesi yerine ayrı adil bir barış yapılması düşüncesi pompalanmaya çalışılır.
Ciddi insanların bu yöndeki gayretlerine rağmen, Osmanlının 1915-16 döneminde Müttefi klerle ayrı barış imzalamak istiyor olması, hatta imzalaması pek olası görülmez. Bu arada Britanya Siyonistleri Londra’daki bu faaliyetlerden haberdar değildir. Haberleri olsa, öfkelenip kaygılanacakları kesindir, çünkü Osmanlı ile imzalanacak bir barış Filistin’i Osmanlı İmparatorluğu içinde bırakacaktır. Britanya Siyonistleri o yıllarda böylesi bir sonucu etkin olarak önleyecek güçten yoksun görünürler, lakin bu durum uzun sürmez. Neredeyse bir yıl sonra gerekli güce ve bilgiye sahip oldukları anlaşılır. Bununla da kalmaz, buradaki Türk dostlarının da faaliyetlerinden haberdar olurlar. Ne var ki aynı dönemde Osmanlı ile imzalanacak ayrı bir barışın savunucuları da güçlenir[143]. Bu esnada H.G.Rosendale, De Bunsen’e bir mektup gönderir. Bu mektubunda Pickthall’dan bahseder ve onun İngiliz hükümeti adına kullanılmasını önerir. Yeterli bilginin Pickthall’da olduğunu da ekleyerek ondan bu noktada yardım almasını da önerir[144]. Lakin hükümet, hiçbir şekilde İngiliz-Osmanlı ayrı barışına yanaşmaz ve böyle bir şeyi mantıklı da bulmaz.
ngiliz hükümetinin bilhassa Rusya’yı saf dışı bırakarak Osmanlı ile ayrı bir barış fi krine yanaşmaması, onun St. Petersburg’dan talimat almadan bir şey yapamayacağı suçlamasına maruz kalmasına yol açar[145]. Topluluğun ve onların yayın organlarının bu faaliyetleri yakından takip edilir ve hatta Ermeniler Londra’daki Anglo-Ottoman Society toplantısında bahsedilen konuları fanatizm olarak ele alır[146]. Türkiye, İngiltere’nin esas düşmanlarından biri olduğu bir dönemde, topluluk üyeleri bireysel ve toplu olarak, şüpheli olarak görülür. Öyle ki, birçok Müslüman gözetim altında tutulur. Müslümanlar üzerindeki paranoya, Dışişleri Bakanlığı’nın Ameer Ali ve Abdülmecid’in meraklı açıklamalarında fanatikler olarak da yansıtılır. Nitekim son dönemlerde Duse Muhammed Ali, radikal Panislamist olarak görülür ve aynı biçimde, Pan İslam Cemiyeti’nin sekreteri olan Müşir Hüseyin Kidwai’ye de şüpheyle bakılır. Hatta polis tarafından ziyaret edilir ve Türkiye ile herhangi bir bağlantısının olup olmadığı sorgulanır. Şaşkın bir sesle; “Türkiye’ye büyük bir sempati duyduğumu reddedebilir miyim, yoksa bunu inkar mı edeyim?”[147] diyerek Türkiye’ye olan sempatisini gizlemez. Türkiye için tehlike ne kadar büyük olursa o da her gerçek Müslüman için sempatisini arttırır.
İngiliz Dışişleri tarafından topluluğun faaliyetlerini kontrol etmek için şimdilik bir şey yapılamayacağının bilincinde olan Hindistan hükümeti bundan rahatsız olur. Yetkililerce Arthur Field ile onun kilit adamı olarak tanınan Duse Muhammed Ali, Türkiye, Pan-İslamcılık ve Etiyopyalıların ajanı olarak şiddetli şüpheli olarak görülür[148]. Şüphesiz bunda onun Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında Batı’nın Osmanlı’ya son saldırı günlerinde Londra’da bulunan çeşitli kuruluşlarda aktif bir biçimde görev alması etkili olur. Mesela “Albanian Committee”, “The Central Islamic Society”, “The Ottoman Committee” ve “Anglo-Ottoman Society”. Bazen Panislamik söylemlerle Osmanlı Devleti’nin savunuculuğunu da yapar. Bir ara İngiliz İstihbarat servisi bu sebeple Anglo-Ottoman’daki faaliyetlerini takip altına alır[149]. Aynı kaderi paylaşan bir diğeri de Pickthall’dır. Onun Pan İslamcılığı, Bolşevik “Halkın Rus Bilgi Bürosu” ile eşdeğer görülür ve Pickthall’ın diğer derneklerine eklendiğinde; Anglo-Ottoman Society, The League of Justice for Asia and Africa ve Islamic Society, İngiliz istihbaratı tarafından İngiliz karşıtlıkları listesine girer[150]. Böylece o da şüpheliler arasında kendisini bulacaktır.
7. Savaş Sonrası Anglo-Ottoman Society
Savaş sonrası yıllarda Duse Muhammed Ali, Anglo-Ottoman Society’de azalan bir rol oynamış görünür. Temmuz 1919’da hala başkan yardımcısıdır ancak muhtemelen fahri bir konumdur. Görünüşe göre, saymanlık görevini yerine getirmekten vazgeçmiştir. Bunun bir nedeni belki İngiltere’de kurulan tek Turcophil organizasyonu olarak Lord Lamington, Prof. E. G. Browne ve hatta E. N. Bennett gibi eski Anglo-Ottoman Association insanlarının birçoğunun Anglo-Ottoman Society’e katılmış olmasıdır[151]. I. Dünya Savaşından sonra Duse, İslami ve Pan Arap destekçisi olarak iyi bilinen gazete yayıncısı ve destekçisi olur ve İngiltere’de kalır. Pasaport için destek arayan Duse, Anglo-Ottoman Society üyesi biri olan İngiliz Dışişleri Servisi yetkilisi Aubrey Herbert’in desteğini ister[152]. Herbert bu noktada üstüne düşeni yapar ancak asıl odaklanılan konu İstanbul’un işgali mevzusudur.
Savaşın bitiminden bu yana Hintli Müslümanlar, İstanbul’da Müslümanlara karşı tavır takınmamak ve Doğu Trakya ve Küçük Asya’dan yoksun bırakmamak için baskı yaparlar ve Halifenin dünyevi ve manevi gücünü bozmadan bırakılmasını isterler. Aksi takdirde Halifeyi düşmanlarına karşı destekleyerek İngiltere ile olan tüm sadakat ilişkilerini koparırlarken, Türkiye toprakları ve Halifenin durumuyla ilgili olumsuz düzenlemeler İslam’a karşı saldırgan bir davranış olarak kabul edilir[153]. Bu yüzden The Islamic İnformation Bureau (Temmuz 1919’da kurulmuştur); Anglo-Ottoman Society, the League of Justice for Asia and Africa, the İslamic Society ve diğer bütün kuruluşlar önemli role sahiptir[154]. Londra’da kurulmuş olan İslami cemiyetler bir yönüyle burada kurulmuş olan The Anglo-Ottoman Society ile aynı çizgidedir ve Türk taraftarıdır. Burada kurulmuş olan bu cemiyet ve onların faaliyetleri göz ardı edilemezdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra bu hareket ya Hindistan, Britanya ya da Türkiye’deki direncin bir ilhamı olmak suretiyle doğrudan etkiler veya Türkiye’deki garnizonunu gittikçe artan oranda kuran Hindistanlıların tutumlarını değiştirerek etkileyecek duruma gelir. 1920 sonlarına gelindiğinde, her bir tugaya bir İngiliz ve üç Hindistan taburu vardır ve bu ordu, hazır erkeklerin İngilizlerden terhis edilmesinin ardından profesyonel Hint birimlerine giderek daha fazla bağımlı olduğu için hatırlanmalıdır[155]. Bu yönüyle Londra Müslümanlarının etkinliğinin giderek arttığını söylemek yanlış olmaz. En azından o sırada Müslümanlara askerlik anlamında ihtiyacı vardır.
Bir taraftan konferans, Osmanlı Devleti’ni Konya, Kayseri, Sivas ve Erzurum gibi Anadolu’nun ortasında küçük bir devletçik haline getirmeye çalışırken, AngloOttoman Society, Barış konferansına yazdığı bir mektupta; “Yalnız İngiltere ve Hindistan menfaati adına değil, dünya barışı için de, Türkiye’nin, Trakya, Anadolu ve başkenti İstanbul’dan mahrum edilmeyeceği yolundaki sözüne bağlı kalmasını”[156] ister. Lucknow’dan[157] Abdul Bari isimli bir kişi tarafından 30 Ocak 1920 tarihinde Curzon’a gönderilen yazıda ise; Müslüman Devletlerin, Avrupa Türkiye’sinin, Edirne’nin ve İstanbul’un kaybedilmesini kabul etmeyeceği ve ısrarla Türkiye’nin bütünlüğünü istediği yazılır[158]. Konferansa sıklıkla gönderilen mektuplarda hep aynı şey tekrarlanır: Türkiye’nin Asya ve Trakya topraklarının paylaşılmaması [159]. Ayrıca Paris Barış Konferansı başkanlığına mevcut Başbakan dışında bir başka kişi atanırsa, Barış Konferansı Başkanının adı ve resmi konutu hakkında bilgi verilmesi de istenir[160]. Bu mektuplara cevap verilip verilmediğini bilinmemekle birlikte, bütün cemiyet ve çeşitli misyonlara hitap eden dokümanlar oluşturulmuştur. Hatta mektup vb belge sayısı o kadar çoğalmış olmalı ki bunun için yeterli sayıda kişi ve makine talebinde bulunulur[161].
Arthur Field tarafından başbakana gönderilen 12 Şubat 1920 tarihli bir başka mektupta da, konferansın başkanının muhtemelen Lloyd George olacağı tahmin edilir ancak Paris Barış Konferansı’nda aynı başkanın devam edip etmeyeceği, ayrıca Türkiye meselesinde kimin etkili olacağı sorulur[162]. Aslında burada bütün konferanstaki üyeleri etkilemenin mümkün olmayacağı düşünülmüş olsa gerek ki, konferans başkanı üzerinden baskı kurulması hesap edilir. Bu baskılar hiç şüphesiz din birliği üzerinden yapılır. Mesela Lord Curzon’a Abdulbari tarafından gönderilen bir mektupta; “Hindistan’ın sadakati ve İslamiyet dostluğunu küçümsememeniz için Osmanlı İmparatorluluğu’nun bütünlüğü üzerine ısrar eder”[163] diyerek Curzon üzerinde Hindistan Müslümanları adına baskı kurar.
Başbakana gelen dilekçelerin gittikçe artması üzerine, gelen belgelerin ayrı ayrı girilmesi ve böyle dilekçelerle ilgilenebilecek kişilerin detaylı incelenmesini istenir[164]. Öyle ki gelen bu telgrafl arın incelenmesi için bazen ilgili yerlere gönderilir. Hindistan Müslümanlarının genel düşüncelerinin ne olduğunu öğrenmek için India Offi ce’den gelen telgrafl a genel valiye iletilir. Burada oluşturulduğu muhtemel hilafet heyetinin hareketleri gözlemlenir. Hindistan’dan Londra’ya gönderilen bir yazıda bu durum açıkça görülebilir. Bu yazıda hilafet heyetinin daha önceden Türkiye’yi ziyaret edip etmeyeceği sorulmuş olmalı ki, şimdilik heyetin böyle bir niyetinin olmadığı yazılır[165]. Konferans sırasında sürekli olarak Türkiye’nin geleceğine ilişkin Başbakana mektuplar yazılır ve onunla görüşmeler talep edilir. Bunun sayısı 13’e kadar çıkar.[166]
Topluluk elindeki bütün kozları oynar ve toplu bir bildiri ile Curzon’a bir kez daha başvuru yaparlar. 5 Ocak 1918 tarihinde İngiltere Başbakanı’nın yaptığı konuşma ile Hindistan’da geniş bir tanıtım elde edildiği ve bu konuşmada Türkiye’ye yapılan atıfların ciddi birer vaat olmasının evrensel olarak kabul gördüğü göz önüne alınması istenir.
“Devlet adamlarının böylesine ağır söylemlerinin Avrupa’da itibar edilemeyecek kadar çok olmasına rağmen, Doğu’da hala güvenilir oldukları gerçeği göz önüne alındığında; bu kadar kamuya açık ve ciddi bir şekilde duyurulan bir politikadan en ufak bir sapma, Doğuluların tahminine göre sadece konuşmacı ve konuşmacının başkan olduğu hükümetin değil, ayrıca İngiltere’nin de onurunun lekelenmesi demek olacaktır” denir ve sorumluluğun büyüklüğüne temas edilir. Mektubun devamında ise; “Şu anda Asya ve Kuzey Afrika’nın büyük kısmını çalkalayan yoğun Türkiye tutku ve sempatisi de göz önüne alındığında: biz, altında imzası bulunanlar[167], Doğucu görüşle temas halinde olan insanlar olarak, Yunanlı birlikler tarafından yapılan nüfus ağırlığı Türk olan Aydın vilâyetinin işgalini utançla görüyor; Trakya’nın bir kısmının hatta Konstantinopolis’in kendisinin Türk imparatorluğundan koparılabilmesi gibi gerçekler ve söylentiler nedeniyle, Asya’nın uzunluğu ve genişliği boyunca ve ayrıca Mısır’da Anti-İngiliz duyguların inkâr edilemez biçimde büyüdüğünü fark ediyoruz”[168] uyarısında bulunulur. Buradaki uyarının çerçevesi sadece Türkiye ile ilgili değil bütün dünya barışını alakadar edecek bir mahiyettedir. Aksi takdirde dünya barışı yok olacaktır. Böylece faaliyetler devam eder ta ki Türkiye’de Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan Milli Mücadele nihayetlenip, barışın zorunlu hale gelmesine kadar.
Sonuç
19. yüzyılın son çeyreğinde İngiltere’deki hükümet değişimi Osmanlıİngiliz ilişkilerini büyük ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde Türklere nefreti ile bilinen Liberal Parti lideri Gladstone hükümeti iş başına gelmiştir. Osmanlı ile olan ilişkilerin bozulması muhtemeldir ki İngiltere kamuoyunda da bazı kişilerin rahatsızlık duymalarına sebep olmuştur. Bu gelişmeler karşısında 1896 yılında Londra’da ilk kez bir Türk dostu cemiyeti kurulmuştur. Bunun öncelikli amacı basın yayın yoluyla hükümeti ve kamuoyunu etkilemektir. Bu durum I. Dünya Savaşı’nın başlayacağı döneme kadar devam etmiştir. Savaş öncesinde ise The Anglo-Ottoman Society’nin kuruluşuna şahit olunur. Şüphesiz Anglo-Ottoman Society ve Ottoman Association’un kurulmasında Ottoman Committee’nin rolü vardır.
Anglo-Ottoman Komitesi 1913 Ağustos’undan itibaren kendisini göstermeye başlamıştır. Aralık ayında yapılan oylamayla komite kapanmış, aynı hareket AngloOttoman Society adı altında sürdürülmeye başlanmıştır. 1913 Aralık ayında Pickthall ve Quilliam yanı sıra, Pan-İslam ve Pan-Afrikalı gazeteci Duse Muhammed Ali ve onun arkadaşı Türk yanlısı Arthur Field Türk çıkarlarını savunmak için bu komitenin kurulmasında öncülük etmişler ve derneğin kuruluşuyla birlikte hedefi ni de saptamışlardır. Buna göre derneğin amaçları şu şekilde sıralanmıştır:
* Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğüne karşı yapılacak herhangi bir tecavüze karşı direnmek.
* Bu bütünlüğün, Britanya İmparatorluğu için stratejik ve ticari önemini vurgulamak.
* Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin dostluğunu korumak ve Türkler ve İngilizler arasında samimi bir anlayış geliştirmek.
Bu dernek içerisinde yer alanlar Lord Mowbray gibi asilzade ailesinden, yine Aubrey Herbert gibi bir kontun oğlundan, muhafazakâr milletvekillerinden gazetecilere kadar geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Her ne kadar böyle etkili isimler bu dernekte yer alsa da faaliyetlerinin etkisi de aynı oranda görülmemiştir. I. Dünya Savaşı başlamadan evvel dernek çoğunlukla Osmanlının toprak bütünlüğü ve İngiltere’nin savaş çıkacaksa bile Osmanlı ile aynı safta yer alması gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Fakat burada ilginç birkaç nokta vardır. Mesela bu dernek içerisinde Rus göçmeni liberal haham Jaakoff Prelooker’ın, hahambaşıdır ve Siyonist önderlerden olan Moses Gaster’in, Yahudi gazeteci Lucien Wolf ’un yer almış olması şaşırtıcıdır. Çünkü bunlardan bazısı o dönemde Osmanlı toprağı olan Kudüs’e yerleşmek niyetinde olan Siyonist destekçisidir. Bunların dışında ilginç olan bir şey daha vardır ki, o da Aubrey Herbert’ın bu dernekte Osmanlı toprak bütünlüğünü savunurken diğer taraftan da savaş başlayınca Lawrence ile birlikte Arap Bürosu’nda Osmanlı’nın Arap coğrafyasının ayaklanma hazırlıklarını yapmış olmasıdır. Bütün bunlar akla acaba bu dernek ısmarlama bir kuruluş mu sorusunu getirmektedir. Ancak dernek üyelerinin kim olduklarının ve düşünce yapılarının ötesinde, dernek ısmarlama mı yoksa hakikaten mi Osmanlı toprak bütünlüğünü savunuyordu, bu sorunun cevabını bulmak güç. Çünkü bunun haricinde çok fazla bilgiye rastlanmamıştır. Bunun yanısıra Duse Muhammed Ali, Marmaduke Pickthall ve Abdullah Quilliam gibi gerçekten bu işin samimi taraftarlarını da zikretmek gerek.
Osmanlı’nın savaşa girmesinden sonra ise Duse ve Pickthall daha ön planda görünürler ve her ne kadar Osmanlı-İngiliz ittifakını gerçekleştirememiş olsalar da bu kez de farklı bir öneri öne sürerler: Osmanlı ile ayrı barış. Bunlar çeşitli vesilelerle barış için zemin yoklarlar lakin umduklarını bulamazlar. Savaş süresinde bu böyle devam eder ve bir yandan da kamuoyu etkilenmeye çalışılır ancak bu faaliyetler kısıtlı bir çerçeveyi aşamaz. I. Dünya Savaşı sona erip de Osmanlı savaştan yenik çıkınca bu kez de adil bir barış üzerinde yoğunlaşılır. Bunun yanında Trakya, Anadolu ve bilhassa İstanbul’un Osmanlı’da bırakılması ve Halifeliğin korunması da bu süreçte sıkça vurgulanır. Bu girişimler Hindistan üzerinden de yapılır ve İngiliz Hükümeti’ne hilafet hatırlatılır. Ancak asıl sonuç bunlardan değil, Milli Mücadele’nin Türkiye’de kazanılmasıyla elde edilir. Bütün bunlarla birlikte var olduğu dönemde bu topluluk etkili bir biçimde çalışmış ve İngiliz Hükümeti’nin dikkatini çekmiştir. Elde edilen net bir kazanç gözükmese de Osmanlı’nın dışarıda dernekleşme ya da lobileşme faaliyetinin ilk örneğini teşkil eder.