ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Sefer Solmaz

Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Konya/TÜRKİYE https://ror.org/045hgzm75

Anahtar Kelimeler: Sultan Melikşah, Feodal Anlayış, Emîrü’l-ümerâ Osman, Savtegin, Tutuş, Gevherâyin, Fahrüddevle, Merkezî Yönetim.

Giriş

Melikşah’ın yaklaşık yirmi yıl (1072-1092) süren hükümdarlığı esnasında Büyük Selçuklu Devleti hızla yükselişe geçmiştir. Devletteki bu yükseliş birleşik kaplar misali askerî, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda kendini göstermiştir. Sultan Melikşah ile bürokrasiye hâkim Vezir Nizâmülmülk’ün uyumlu bir şekilde sürdürdükleri bu süreç, aynı zamanda devletin gücünün zirvede olduğu dönemdir. Bu dönemde hudutlar; Çin sınırından Akdeniz’e, Kafkaslardan Yemen ve Aden’e kadar uzanıyordu[1] . Toprakların bu denli büyümesi merkezî otoritenin sağlam temeller üzerine kurulması zorunluluğunu doğurmuştur. Burada hem sultanın hem de vezirinin, metbu güç olarak etraflarındaki siyasi teşekküller üzerinde hâkimiyet oluşturma ve varlıklarını hissettirme[2] prensibini benimsediklerini söylemek mümkündür. Merkezî otoriteyi dolaylı şekilde yerinde güçlendirme düşüncesini tatbik etmeleri, seleflerine göre feodal hakların dağıtılmasında genişleme siyasetini benimsediklerini göstermektedir. Ancak sözü edilen dağıtım bir anda gerçekleşmemiş, zamanla içinde bulunulan şartlara göre düzenlemeler yapılmıştır.

Bu araştırmada, Büyük Selçuklu Devleti’nin idari yapısındaki dönüşüm, özellikle Sultan Melikşah döneminde uygulanan “feodal” haklar çerçevesinde incelenecektir. Çünkü Melikşah’ın kendinden önceki sultanlardan farklı bir şekilde ele aldığı feodal hakların verilmesi meselesi, devletin kuruluşundan bu döneme kadar yönetim sistemindeki değişimin anlaşılması bakımından oldukça önemlidir. Burada Sultan Melikşah’ın hâkimiyetine kadar olan süreçte yani Tuğrul Bey ve Alp Arslan dönemlerinde feodal anlayışın nasıl uygulandığı, Melikşah döneminde feodal anlayışın sınırlarının neden genişletildiği, feodal hakların kimlere, hangi şartlar altında, ne sebeplerle verildiği ve bu uygulamaların hangi sonuçları doğurduğu gibi sorulara cevaplar aranacaktır. Dolayısıyla Melikşah’ın feodal hakların taksimini nasıl gerçekleştirdiği meselesi tarihî süreklilik içerisinde ele alınarak, Dandanakan Savaşı’ndan Merv Kurultayı kararlarına, Alp Arslan’ın iktâ politikalarından Melikşah’ın uygulamalarına kadar uzanan bir süreçte, yönetim anlayışındaki değişimin ortaya konularak mevcut literatüre katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Çalışmada ana kaynaklar ve modern literatürden istifade edilerek feodal hakların verilme gerekçeleri, sonuçları ve bu haklara sahip kişiler ve konumları, dönemin siyasi ve sosyal bağlamı içinde değerlendirilecek, bu yönüyle yalnızca idari yapı değil, dönemin siyasi dinamikleri de açıklığa kavuşturulacaktır. Konuyu temellendirmek amacıyla mesele, söz konusu dönemde yaşanan ilgili olaylarla ilişkilendirilecek ve feodal haklar tanınan kişilerin hayatları hakkında bazı bilgiler verilecektir. Araştırmada döneme dair bilgi veren kaynaklar doküman analizi yöntemiyle yorumlanmıştır. İkincil veri analizi yöntemiyle mevcut verilerden gerekli yerlerde yararlanılmıştır. Nedensel analiz tekniğiyle de Sultan Melikşah’ın, feodal hakları verme nedenleri ve sonuçları değerlendirilmiştir.

1. Avrupa’da ve Büyük Selçuklu Devleti’nde Uygulanan Feodal Sistem

Feodal sistem, Orta Çağ Avrupa’sında özellikle Batı ve Orta Avrupa’da karşımıza çıkan toprağa dayalı siyasal, ekonomik ve sosyal bir düzendir[3] . Feodal sistem “alttan üste bağlılıklar ve üstten alta koruma- korunma ilişkisi ile kurulmuş bir piramide”[4] benzetilmektedir. Buna göre, en üstte kral ya da imparator yer alır. Bir alt basamakta büyük toprakları (fief) doğrudan kraldan alan ve bunları altlarında bulunan feodal beylere (senyör) bırakan vasallar bulunmaktadır. Bu devretme işlemi birkaç basamak daha inebilir. Feodal beyler hem toprağın hem de kölelerin sahibi olarak çeşitli haklara sahiptirler. Topraktan elde edilen ürünler ve üretim fazlasını kendi tasarruflarına alabilir ve sömürüyü artırabilirler. Devlete ait olması gereken askerî ve mali hâkimiyet senyörlere aittir. Ayrıca feodal beylerin siyasi, idari ve cezai yetkileri de vardır. Kendi adlarına vergi toplama, para bastırma, memur atama veya azletme, suçluları yargılama ve cezaları infaz etme hakları bulunmaktadır[5] .

Feodal sistemin en alt tabakasında efendisine bağlı ve angarya işlerde kullanılan köleler (serfler) yer almaktadır[6] . Bu köleler feodal beylerle aynı mahkemede yargılanamaz ve bir üst tabakayla evlilik yapamazlardı. Bunun yanı sıra üretilen malların satışı ile kira bedelleri feodal beyler tarafından gerçekleştirilir ve bazen hak kaybı yaşanabilirdi[7] . Görüldüğü üzere feodal sistemde toprak ve üzerindeki egemenliğin parçalandığı, devletin değişik siyasi birimlere ayrıldığı bir düzen karşımıza çıkmaktadır. Bu parçalı yapı nedeniyle siyasi birliğin oluşturulması oldukça zor olduğundan merkezî otoritenin sağlanması beklenemez[8] .

Türk devlet yönetimi geleneğinde feodalizm, Avrupa’daki örneğinden ayrı bir yapıya sahiptir. Eski Türk devletlerinin yönetim organizasyonu, askerî bir karaktere sahip “feodaller federasyonu” şeklinde teşkilatlanan vasal yapı şeklindedir. Bu yönüyle de Avrupa’daki feodalizmden ayrılmaktadır. Nitekim eski Türk devlet geleneğinde devlet hanedanın ortak malıdır[9] . Oluşturulan yönetim organizasyonuna göre; devlet, Doğu ve Batı olarak şekillendirilmiştir. Batıdaki hanedan üyesi, merkez kabul edilen doğudaki hükümdara bağlıdır. Diğer hanedan üyeleri ise merkeze bağlı yarı bağımsız şekildeki bir anlayışla yönetim şemasında yerlerini almışlardır[10]. Nitekim C. Cahen bu yönetim organizasyonunu “aşirî feodalite”[11] olarak tanımlamaktadır.

Hanedan üyelerinin, feodal beylerden ayrılan özelliklerini anlayabilmek açısından “ülüş” ve “fetih hakkı” prensiplerinin de üzerinde durmakta fayda vardır. Ülüş, temelde konargöçer devlet anlayışı ve teşkilatına dayanan, ülkenin hanedan üyeleri tarafından taksimini ifade eden bir terimdir. Ancak bu devletin paylaşımı anlamına gelmemektedir. Geniş coğrafyaya yayılmış farklı kabile ve halklardan oluşan tebaayı kontrol edebilmek için bu sistem uygulanmıştır. Hanedan üyeleri, devletin yönetimine yardımcı olmak üzere çeşitli vilayetlerde, muhtelif ünvanlarla hükümdar tarafından görevlendirilmişlerdir[12]. Bunların kendilerine ait divanları, vezirleri ve orduları vardır. Devlete bağlı konumdaki bu hanedan üyelerinin idare ettikleri yerlerde, halife ve sultan sırasıyla kendi adlarına hutbe okutabilir ve para bastırabilir. Nitekim bunlar devletin resmî siyaseti dışına çıkamadıkları gibi, sultan gerekli gördüğünde bölgelerine de müdahale edebilir[13]. Türk devlet yapısını Avrupa feodalizminden ayıran bir diğer özellik de budur. Fetih hakkı, ülüş kavramının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Her bir hanedan üyesi kendi fethettiği bölgenin idaresini üstlenmektedir[14]. Buradaki amaç; hâkimiyet sahası genişlerken merkeziyetçi yapının yerinden yönetim şeklinde oluşturulmasını sağlayarak, iktidarın gücünü merkezden çok uzak bölgelere dahi ulaştırabilmektir.

Büyük Selçuklular, Merv Kurultayı’nda devletin yönetim sistemini belirlerken, bu eski Türk feodal anane ve geleneklerine göre hareket ettiler. Ancak sonraki süreçte sınırların genişlemesi ve Tuğrul Bey’in kudretinin artması daha merkeziyetçi bir yapıya geçilmesini zaruri kıldı[15]. Alp Arslan döneminde ise “idari iktâ sistemi”ne geçilerek fetih hakkı prensibi terk edildi. Bu yeni anlayışa göre, devletin hâkim olduğu bütün topraklar sultana aittir. Sultan bu toprakları dilediğine iktâ edebilir ve hanedan azaları sultan adına kendilerine tevcih edilen yerleri yönetirler[16]. Sultana ait yerlerde Avrupa feodalizminde olduğu gibi, hiçbir yöneticinin halka zulmetme yetkisi yoktur[17]. Aksi bir durum olduğu takdirde derhâl merkezden müdahale edilir. Ayrıca her bir yönetim yerinin gelirleri belirlenerek, merkeze aktarılmakta ve sürekli bir denetim gerçekleştirilmekteydi[18].

2. Sultan Melikşah’tan Önce Feodal Anlayışın Uygulanışı

Selçuklular’ın Gaznelilere karşı kazandıkları 1035 Nesâ zaferi sonrasındaki gelişmeler, devletin hangi temeller üzerine kurulacağını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Nitekim beklemediği bir yenilgi alan Gaznelilerle gerçekleştirilen müzakereler sonucu yapılan anlaşmayla; Tuğrul Bey’e Nesâ, Çağrı Bey’e Dihistan, Mûsâ İnanç Yabgu’ya ise Ferâve verildi[19]. 1038 yılında Serahs yakınlarında Gazneli Mesud’un aldığı ikinci yenilgiyle Selçuklular, Nîşâbur’u ele geçirdiler ve devletlerini fiilen kurdular. Tuğrul Bey “es-Sultânu’l-muazzam”[20] ünvanıyla burada tahta otururken, Çağrı Bey “Melikü’l-mülûk”[21] ünvanıyla Merv’i, Mûsâ İnanç Yabgu ise Serahs’ı kontrolleri altına aldılar[22].

Devletin kuruluşundaki son aşama yani bağımsızlığın ilanı Gaznelilere karşı 1040 yılında Dandanakan Savaşı’nın kazanılması sonucunda gerçekleşmiştir. Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve Mûsâ İnanç Yabgu önderliğinde gerçekleşen 1040 Merv Kurultayı’nda alınan kararlarla da, kuruluş devri yönetim mekanizması belirlendi. Buna göre, Tuğrul Bey fiilen ve hukuken “sultan” olarak başkent Nîşâbur’da oturacak ve batı yönündeki fetihlerden sorumlu olacaktır. Çağrı Bey, “melik” ve “ordu komutanı” olarak Merv’i yönetim merkezi yapacak ve Serahs, Belh şehirleriyle Amuderya (Ceyhun)-Gazne arasındaki memleketleri fetihle uhdesine alacaktır. Mûsâ İnanç Yabgu ise, başkenti Herat olmak üzere Büst, İsfizâr ve Sîstan’a kadar olan memleketlere sahip olacaktı[23]. Ancak Çağrı Bey ve Mûsâ İnanç Yabgu, başkent Nîşâbur’daki Sultan Tuğrul’a tabi durumda kalacaklardı[24]. Her ne kadar dışarıdan bunlar Tuğrul Bey’e feodal haklarla bağlı gibi gözükseler de kendi bölgelerinde ona bağlı kalmadan hareket etmişlerdir. Onlar hâkim oldukları bölgelerde yarı bağımsız olarak adlarına hutbe okutmak, para bastırmak, nevbet çaldırmak, bazı ünvan ve lakaplar kullanmak vb. feodal haklardan yararlanmış, bu suretle de birtakım hâkimiyet alametlerini kullanmışlardır. Selçuklu şehzadeleri İbrâhim Yinal’a, Kuhistan; Kutalmış’a, Cürcân ile Damgan ve Çağrı Bey’in oğlu Kavurd Bey’e, Kirman verilmiştir[25]. Sözü edilen Selçuklu şehzadeleri ise kendilerine iktâ edilen toprakların yöneticisi olarak Tuğrul Bey’in emrinde kalmışlardır.

Görüldüğü gibi, Tuğrul Bey’in oluşturduğu yönetim mekanizmasının, feodal yönetim anlayışının yanında merkeziyetçi bir karakter arz ettiğini de söylemek mümkündür[26]. Çünkü sadece Çağrı Bey ve Mûsâ İnanç Yabgu’ya feodal haklar verilmişti. Bunların dışında diğer hanedan üyelerine bu haklar verilmeyerek onların Tuğrul Bey’e bağlı kalmaları sağlanmıştır.

Sultan Alp Arslan dönemine gelindiğinde o, kuruluştaki merkeziyetçi yönetim anlayışının aslına sadık kalsa da hanedan üyelerine verilen salahiyetleri kısmen genişletmiştir. Alp Arslan’ın feodal hakların dağıtılmasında değişikliğe gitmesinin altında yatan neden, hanedan mensuplarının çıkardığı isyanlar olarak değerlendirilebilir

Büyük Selçuklular’da ilk hanedan üyesi isyanı Tuğrul Bey döneminde İbrâhim Yinal[27] tarafından çıkarılmıştır. Daha sonra ortaya çıkan Kutalmış’ın isyanı ise, hem Tuğrul Bey’i hem de halefi Alp Arslan’ı oldukça uğraştırmıştır. Fetihlerin devam ettiği dönemde böylesi olayların patlak vermesi, devlet yönetiminde revizyona gidilmesi düşüncesine zemin hazırlamıştır. Nitekim her iki isyanın da nedeni hanedan mensubu olmalarına rağmen, merkeziyetçi yönetim anlayışı nedeniyle onların feodal haklarının olmaması[28] yani kendilerine fetih hakkı olarak ele geçirdikleri yerlerin yönetiminin verilmemesidir. Hatta kendilerine verilmiş feodal hakların âdeta gasp edilmesi, onların isyanlarının tahtı elde etme mücadelesine dönüşmesine neden olmuştur. Benzer şekilde başlangıçtan itibaren saltanatta gözü olan kardeşi Kirman Meliki Kavurd da Sultan Alp Arslan’a karşı 1064 yılında isyan etmişti. Meydana gelen isyanlar, sultanı kendi dönemindekinden farklı bir feodal anlayışı uygulamaya sevk etmiştir. Bundan dolayı sultan, Kavurd’un Fars topraklarında ilerleyişine engel olmak ve onu kontrol altında tutmak adına, Şebânkâre Emîri Fazlûye’ye Fars bölgesini iktâ etmiştir. Hatta bununla da yetinmeyen sultan, istisna olarak bir yabancıya yani Fazlûye’ye hilatler, çadırlar ve kapısının önünde namaz vakitlerinde nevbet çaldırma gibi bazı feodal haklar vermiştir[29]. 1067 ve 1069 yıllarında çıkardığı isyanlara rağmen, Kavurd’un Kirman’daki idaresine dokunulmamıştır. Aslında sultanın ölümünden önce Kirman’ı Kavurd’a bırakması hem hanedan üyelerinin yeni isyan girişimlerini önlemek, hem de isyancı meliklerle birlikte hareket eden Türkmenleri kontrol altına almak içindi. Böylece onlara yönetim anlayışında yeniliğe gidildiği gösterilerek olası girişimlerin önüne önceden set çekilmiş oldu [30].

Alp Arslan’ın hanedan dışında istisna olarak ikinci kez bir yabancıya daha feodal haklar verdiği bilinmektedir. Sultan, 1065 yılında düzenlenen Mangışlak seferinin başarıyla sonuçlanmasından sonra, Hûzistan hâkimi Hezâresb b. Bengîr’e hilat[31], tabl/davul (nevbet), alem, 1000 at, 50 bin koyun ile 100 bin dinar vermiştir[32]. Sultanın buradaki amacının ne olduğuna dair net bir bilgi yoktur. Ancak Alp Arslan’ın oldukça güçlü olan bu emîri, Hârizm seferinden önce yanında görmek istediğini söylemesi[33] stratejik bir hamle için bu kararı verdiğine işaret etmektedir.

Sultan Alp Arslan, Mangışlak seferinden sonra Merv Kurultayı’nda alınan kararlardan farklı olarak, ülkeyi hanedan üyeleri arasında iktâ şeklinde paylaştırmıştır. Burada en önemli gelişme, Melikşah’ın veliaht ilan edilmesi ve hâkim olunan bütün ülkelerde hutbelerde sultandan sonra onun adının okutulmasıdır. Bu paylaşım sultan tarafından, Şiraz ve İsfahan’ın idaresini veliahtı olarak ilan ettiği oğlu Melikşah’a, Mâzenderan’ı amcası Mûsâ İnanç Yabgu’ya, Belh’i kardeşi Süleyman’a, Hârizm’i kardeşi Arslan Argun’a, Çagâniyân (Sagâniyân) ve Tohâristan’ı kardeşi İlyas’a, Merv’i oğlu Arslanşah’a, Horasan’da bulunan Bağşur ve çevresini İbrâhim Yinal’ın kardeşi Ertaş’ın oğlu Mesud’a, Herat’a bağlı İsfizâr’ı ise Ertaş’ın diğer oğlu Mevdûd’a iktâ edilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir (1066)[34]. Hanedan mensuplarına verilen bu yerlerin dağıtımı daha sonra yeniden düzenlenmiştir. Herat, Mûsâ İnanç Yabgu’dan alınarak sultanın kardeşi Toganşah’a[35] verilmiştir[36]. Sultan, sonrasında yaptığı değişiklerle Belh’i kardeşi Süleyman’ın yerine oğlu Ayaz’a[37] iktâ etmiştir. Sultan, kardeş Arslan Argun’u Hârizm’den Hemedan ve Sâve’ye tayin ettikten[38] sonra, onun yerine oğul Arslan Argun’u günümüze ulaşan bir menşurla[39] Hârizm’e atamıştır[40]. Sultan Alp Arslan böyle bir dağıtımla feodal hakların kullanılması yerine bazı vilayetlerin yönetimini yukarıda adı geçen hanedan üyelerine bırakmış oluyordu. Böylece Merv Kurultayı’nda devletin aldığı şekil tamamen ortadan kaldırılarak, sultan tarafından idari anlamda yeni bir düzen getirilmiştir. Zira sultan, hanedan üyelerine bazı yerleri vererek, onların Melikşah’ın veliaht seçilmesine tepki göstermelerini engellediği gibi, “merkezî otoriteyi hanedan mensupları eliyle güçlendirmek”[41] ve “devleti çok merkezli parçalanmış yapıdan kurtararak daha merkezî bir idare”[42] oluşturmak düşüncesini hayata geçirmiş bulunuyordu.

3. Sultan Melikşah’ın Feodal Hakları Verme Nedenleri ve Uygulamaları

Sultan Melikşah’ın seleflerinden farklı ve radikal şekildeki feodal anlayış uygulamalarının çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Geniş anlamda sultanın feodal haklar uygulaması, cihan hâkimiyeti mefkûresi ile izah edilebilir. Çünkü sultan, bütün İslam ülkelerini nüfuzu altına alma[43] ve dünyayı fethetme[44] kararındaydı. Onun, Antakya’yı zapt ettikten sonra sahilde “İşte Allah, İran denizinden bu denize kadar olan yerleri benim elime vermiştir”[45] sözleri bu düşüncesinin bir yansımasıdır. Neticede sultan, devletin sınırlarını Çin hududundan Akdeniz kıyılarına kadar genişletmişti. Dar anlamda ise temel sebep, sınırların genişlemesi karşısında dolaylı şekilde otoritenin sağlanması olarak açıklanabilir. Toprakların genişlemesine paralel olarak sınırların korunması ve devletlerarası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi zorlaşmıştır. Merkezden uzak bölgelerde otoriteyi sağlamak ve yeni karşılaşılan siyasi engelleri aşmak adına bazı uygulamalara ihtiyaç duyulmuştur. Sultan Melikşah, çözüm olarak merkezden atadığı melik, emîr ve komutanlar sayesinde yeni bir yönetim anlayışını benimseme yoluna gitmiştir. Ayrıca iktisadi amaçların varlığından da söz etmek mümkündür[46].

M. A. Köymen, Sultan Melikşah’ın yeni uygulamaya koyduğu siyaseti Selçuklu Devleti’nde bir dönüm noktası olarak nitelendirmekte ve feodal anlayışın uygulanış şekline de “Türklüğe dönüş siyaseti” adını vermektedir. Bu siyaseti Melikşah iki türlü uygulamıştır: birincisi Selçuklu hanedanından olanlara topraklar vererek birinci dereceden vasal devletler oluşturma şeklindedir. Bunlar başlarında Türk olmayan hükümdarların bulunduğu üçüncü dereceden vasal devletler aleyhinde sınırlarını genişletmişlerdir. İkincisi ise, ortadan kaldırılan vasal devletler yerine merkezden gönderilen valiler tayin edilerek bu toprakların devlete dâhil edilmesi biçiminde uygulanmıştır. Bu ikinci uygulama ile Türklüğe dönüş siyaseti yanında merkezîleştirme siyaseti de yürütülmüştür. Örneğin Sultan Melikşah; Bozan’ı Urfa’ya, Aksungur’u Halep’e, Yağısayan’ı Antakya’ya vali olarak atamıştır. Böylelikle Ukaylîler (990-1096) zayıflarken, Mirdâsîler (1024-1080) de Büyük Selçuklu Devleti’ne intikal etmiş oluyordu[47].

Görüldüğü üzere Sultan Melikşah’ın bazı feodal hakları siyasi kaygılar neticesinde verdiği anlaşılmaktadır. Zira her biri farklı konuma sahip bireylere verilen feodal haklar; coğrafyaya, sosyal nedenlere ve siyasi konjonktüre göre değişiklik göstermiştir. Üç başlık hâlinde ele alınabilecek bu haklar; hanedan üyelerine, Selçuklular’ın önde gelen komutanlarına, hanedandan ve askerî zümreden olmayan yabancılara verilmiştir.

a. Hanedan Üyelerine Verilen Feodal Haklar

Sultan Melikşah, kendi döneminde ortaya çıkan durum ve şartlar dâhilinde hareket etmiş, selefleri gibi hanedan üyelerine birtakım yerler vermiş ve onlara bazı feodal haklar da tanımıştır. Melikşah kendisiyle taht mücadelesine giren amcası Kavurd’u tasfiye ederek, saltanat meselesini çözüme kavuşturduktan sonra Karahanlılar üzerine sefere çıktı. Ancak yolda kardeşi Ayaz’ın ölüm haberini aldı[48]. Herat’a geldiğinde ise Karahanlı hükümdarı Şemsülmülk Nasr, elçisi vasıtasıyla Melikşah’a tehditkâr içerikli bir mektup gönderdi[49]. Melikşah bunun üzerine Tirmiz’e yürüdü ve şehri teslim aldı. Karahanlı hükümdarının af dilemesi sonucu aralarında anlaşma yapıldı. 1074 yılında yaşanan bu gelişmeler sonrasında Melikşah, kardeşi Şihâbeddin Tekiş’i Belh ve Tohâristan civarına melik olarak atadı[50].

Melikşah daha önce de 1072-1073 yıllarında kardeşi Böribars’a, Herat vilayetiyle Gûr ve Garcistan memleketlerinin idaresini vermişti[51].

aa. Emîrü’l-ümerâ Osman

Alp Arslan döneminde vasal devlet statüsündeki Gazneliler’in başına geçen İbrâhim, Selçuklularla iyi ilişkiler kurmuştu. Ancak Sultan İbrâhim, Melikşah’ın Selçuklu tahtına oturmasının ardından onun isyan eden amcası Kavurd ile girdiği saltanat mücadelesinden faydalanmak istedi[52]. Bu nedenle o, Ocak-Şubat 1073’te[53] harekete geçerek büyük bir Gazneli ordusunu, Çağrı Bey’in oğlu ve Melikşah’ın amcası aynı zamanda Emîrü’l-ümerâ olarak da bilinen Osman’ın hâkimiyetindeki Tohâristan’da bulunan Çiğilkent (Sakalkent)’e gönderdi. Osman bu saldırıda Gazneliler tarafından esir alınarak Gazne’ye götürüldü. Bu gelişmeler üzerine Melikşah’ın önemli komutanlarından Gümüş Tegin Bilge Bey, Hârizmşahların atası Anuştegin ile birlikte harekete geçti. Ancak Gazneliler daha hızlı davranıp Çiğilkent’i yağmalayarak Gazne’ye doğru yola çıktılar[54].

Melikşah, Karahanlıları kontrol altına aldıktan sonra Gazneliler üzerine yürüdü. Ancak Gazneli Sultan İbrâhim, kendisine karşı yapılacak saldırıyı engellemek adına harekete geçti. Sultan Melikşah’a casusları vasıtasıyla bir oyun oynayarak bu seferi engellemeyi başardı[55]. Buna rağmen İbrâhim, Melikşah’a elçiler göndererek akrabalık bağı kurmak istedi[56]. Kaynaklarda belirtilmese de bu hadiseler yaşanırken İbrâhim, muhtemelen Melikşah’ın amcası Osman’ı da serbest bıraktı[57]. Çünkü Melikşah, Rey’den Cürcân’a geçince amcası Osman’ın elçileri onun huzuruna geldi. Daha sonra da Melikşah, amcasının yanına giderek feodal ananelere göre[58] Doğu Türkistan’daki Velvâliç (Kunduz)’i ona iktâ etti[59]. Aynı zamanda “Melikü’l-Müeyyed Rükneddin” ünvanının yanında bir de siyah çetri amcasına verdi. Melikşah, ayrıca Osman’ın kapısında nevbet çaldırmasına müsaade etti[60]. Kaynaklarda Melikşah’ın amcasına böylesine kapsamlı feodal haklar verme gerekçesi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak, Osman’ın elçileri huzuruna geldiklerinde, Sultan Melikşah’ın amcası hakkında “Eğer o bize rüzgârların kanatlarına binip gelseydi, herhâlde çok memnun olurdu”[61] ifadesi dikkate şayandır. Bütün bunlar Melikşah’ın amcasına teveccüh gösterdiğinin somut ifadesidir. Manevi nedene ek olarak siyasi gerekçelerin varlığı da Melikşah’ın böylesi bir karar almasını açıklayabilir. Nitekim Gazne ve Karahanlı coğrafyasının merkeze uzak olması bölgenin jeopolitik önemini artırmaktadır. Her iki devlet de Büyük Selçuklular’ın kriz dönemlerinde kendi çıkarları için onlara karşı harekete geçiyordu. Dönemin şartları düşünüldüğünde, Melikşah’ın olası toprak kaybını önlemek ve bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek amacıyla hareket ettiğini söylemek mümkündür.

ab. Kavurdoğulları

Sultan Melikşah’ın feodal haklar verdiği diğer hanedan üyeleri amcası Kavurd’un oğullarıdır. 1040 Merv Kurultayı’nda Kirman, Kavurd’a bırakılmıştı[62]. Kendi bölgesinde başarılı fetihler gerçekleştiren Kavurd, 1067[63] ve 1068-1069[64] yıllarında iki kez Sultan Alp Arslan’a karşı isyan etmişti[65]. Kavurd, 1073 yılında Selçuklu tahtına oturan yeğeni Melikşah’a karşı ayaklandıysa da onunla yaptığı saltanat mücadelesinde hayatını kaybetti[66]. Aslında Kavurd, isyan için harekete geçtiğinde yerine oğlu Kirmanşah’ı bırakmıştı. Kirmanşah’ın ölümü üzerine çok küçük yaşta olan kardeşi Hüseyin, Kirman Selçukluları’nın başına geçirildi[67]. Bu esnada Sultan Melikşah’ın elinde rehin bulunan Kavurd’un diğer oğlu Sultan Şah, bir yolunu bularak Kirman’a kaçmayı başardı[68]. Sultan Melikşah bu firar hadisesine rağmen Sultan Şah’ın idaresine Ummân ve Kirman’ı verdi[69].

Sultan Melikşah’ın, Kavurd’a verilen “melik” ünvanı ve hâkimiyet alametlerini onun oğlu Sultan Şah’a da vermesinin[70] nedeni tam olarak anlaşılamamaktadır. Ancak yaşanan hadiseler üzerinden bir çıkarımda bulunmak mümkündür. Kavurd’un öldürülmesi ve oğullarının gözlerine mil çekilmesinden sonra meydana gelen olaylar oldukça dikkat çekicidir. Zira Kavurd’un ve oğullarının başına gelenleri duyan Selçuklu askerleri; Alp Arslan’ın vasiyetinin bu olmadığını, Kavurd’a Fars ve Kirman bölgesinin verildiğini, Kavurd ihanet etse bile oğullarının suçlu olmadığını söylediler[71]. Sultan Melikşah’a karşı askerler arasında çıkan ayaklanma Nizâmülmülk tarafından güçlükle bastırıldı. Tüm tedbirlere rağmen Karahanlılar ve Gaznelilere müdahale edildiği bir dönemde, Sultan Şah’ın hapisten kaçması olayların fitilini ateşleyecek mahiyettedir. Dolayısıyla istikrarı yeniden sağlamaya çalışan Sultan Melikşah, Sultan Şah’a zarar vererek kendi askerlerini yeniden karşısına almak istememiş olmalıdır.

Sultan Melikşah, Sultan Şah’a feodal haklar verse de onu takipten vazgeçmedi. Nitekim 1079-1080 yıllarında Sultan Şah üzerine bir sefer düzenledi[72]. Bu seferin nedeniyle ilgili kaynaklarda net bilgiler yoktur. Ancak Müneccimbaşı, aslı olmayan dedikodu niteliğindeki “Sultanşah’ın itaatten çıkmak istediği haberi” üzerine Melikşah’ın bu sefere çıktığını ifade etmektedir[73]. Çünkü Sultan Şah, Sultan Melikşah’ın üzerine geldiğini öğrendiğinde çeşitli hediyeler gönderip ondan af diledi[74]. E. Merçil, iki taraf arasında görüşmeler yapılırken, daha evvel Alp Arslan ile Kavurd arasında yapılan bir barışnameye dayanılarak anlaşmaya varıldığından bahsetmektedir. Sözü konusu barışnamede: “iki kardeşin evlatlarının hiçbir şekilde birbirlerine ta’arruz etmeyecekleri, Kirmân ve Mekrân’ın Kavurd’un evlad ve torunlarına âid olduğu, Alp Arslan’ın çocuklarının onlardan bir mal istemeyeceği” yazılıydı[75]. Bu nedenle Melikşah, hutbelerde adının Sultan Şah’tan önce okunması ve mecburi hâllerde asker gönderilmesi şartıyla Kirman ve civarını yeniden Kavurd’un oğullarına bırakmayı tercih etti[76]. Sultan Melikşah’ın, Kavurd’un oğullarına olan tutumunun ardında babasının vasiyetinin belirleyici etkisi göz ardı edilmemelidir. Neticede Sultan Alp Arslan ile Kavurd arasındaki barışnamenin belirleyici etkisi, Melikşah’ın Kirman Selçukluları’na neden feodal haklar verdiğinin sebebi olabilir. Sonraki süreçlerde Kirman Selçukluları elde ettikleri hakları korudular. 1085 yılında Sultan Şah’ın ölümüyle de bir değişikliğe gidilmedi. Sultan Şah’ın kardeşi Turan Şah, annesinin Melikşah’a ricasıyla Kirman meliki oldu[77]. Kirman Selçukluları kısa dönemler hariç Büyük Selçuklu Devleti’ne tabi, yarı müstakil bir devlet olarak varlığını devam ettirdi[78].

ac. Tâcüddevle Tutuş

Sultan Melikşah döneminde feodal haklara sahip bir başka hanedan üyesi Suriye Meliki Tâcüddevle Tutuş’tur. Aslında Alp Arslan, Malazgirt Savaşı’ndan sonra, Suriye’nin fethi için Atsız’ı görevlendirmişti. Atsız, Suriye’nin güney bölgesini ele geçirmek için hemen fetih hareketlerine başladı. Dımaşk’ı elde etmek adına çaba gösterdi. Atsız’ın amacı Mısır Fâtımî Halifeliği’ni ortadan kaldırmaktı. Bu nedenle Kudüs’ü zapt etmek istiyordu[79]. Adım adım amacına doğru ilerleyen Atsız, Remle ve Kudüs’ü fethetti ve Dımaşk’ı baskı altında tutmaya başladı[80]. Bu esnada Akkâ’ya hâkim olan Şöklü ile Atsız arasında bazı problemler yaşandı. Atsız, Şöklü’den fetih yoluyla elde edilen gelirlerin yarısıyla, elinde esir olarak tuttuğu Akkâ valisi Bedrülcemalî’nin hanımı ve oğlunu istedi. 1075 yılında Atsız’la buyruğu altındaki emîrlerden Akka’da bağımsız bir beylik kurmak isteyen Şöklü arasında mücadele yaşandı. Bu mücadele neticesinde Şöklü uğradığı yenilgi sonrası Kutalmışoğulları ile ittifak yaptı. Bu ittifaka dâhil olanlar, Atsız’ın Suriye’deki gücünü kırmak için Mısır Fâtımî Halifeliği’ne bağlılıklarını bildirdiler. Atsız, Şöklü ve Kutalmışoğulları ile yaptığı savaşı kazandı. Şöklü ve oğlunu öldürdü. Kutalmışoğullarını ise esir alıp başkent İsfahan’a gönderdi[81].

Elde edilen başarıya rağmen bir süre sonra Sultan Melikşah, Nizâmülmülk’ün rızası olmasa da Atsız’ın yerine “Suriye’de fethedilen ve fethedilecek olan yerleri 470 (1077-1078) yılında kardeşi Gence Meliki Tâcüddevle Tutuş’a iktâ etti”[82] ve onu Suriye Selçuklu Melikliğine[83] atadı[84]. Sadruddîn el-Hüseynî, Sultan Melikşah’ın kardeşi Tutuş’u Dımaşk’a göndererek Mısır ve Mağrib’i almayı kararlaştırdığını söylemektedir[85]. Sultan Melikşah’ın Tutuş’u Suriye’ye melik olarak gönderme nedenleriyle ilgili bazı görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşleri; sultanın, Atsız tarafından kurulan Türkmen Kınık Devleti’ni itaat altına alma düşüncesi[86], onun, Atsız’ın bağımsız bir devlet kurma fikrinden şüphelenmesi ve Tutuş’un herhangi bir saltanat mücadelesine girmesini engelleme fikri[87], bu dönemde Türkmenlerin hareket sahaları olan Suriye’de yoğunlaşmaya başlaması üzerine sultanın bölgedeki olayları kontrol altına alma ihtiyacını hissetmesi[88] ve onun Suriye’nin hâkimiyetini sağlamlaştırarak Mısır ve Mağrib’in fethini gerçekleştirme isteği[89] şeklinde saymak mümkündür.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, Mısır Fâtımî Halifeliği ile olan ilişkilerin Büyük Selçuklu Devleti politikaları üzerinde belirleyici rolüdür. Büyük Selçuklu Devleti bilindiği üzere Sünnî İslam anlayışını benimsemekteydi. Dolayısıyla Tuğrul Bey döneminden itibaren İslam dünyasında siyasi ve manevi birliği sağlama politikası takip edilmekteydi. Bu nedenle Mısır’ın ele geçirilmesi, Büyük Selçuklular için son derece önemliydi. Ayrıca devletin kuruluşundan itibaren batıya doğru ilerleme siyaseti devam etmekteydi. Tuğrul Bey, henüz Bağdat’a gelmeden önce kurduğu ittifaklarla Mısır Fâtımî Halifeliği’ne karşı siyasi baskı uygulamıştı. Bu tutum sonraki sultanlar tarafından da sürdürülmüştü. Özetle; Büyük Selçuklular, dinî etkenlerin yanı sıra siyasi nedenlerle de Mısır Fâtımî Halifeliği’nin aleyhine bir politika izledi ve bu yönde faaliyetler gerçekleştirdi.[90] Sultan Melikşah döneminde ise, Suriye’de Selçuklu komutan ve hanedan üyeleri arasında gerçekleşen hâkimiyet mücadelelerinde Mısır Fâtımî Halifeliği taraf olmaya başladı. Suriye’de yaşanan iktidar mücadeleleri, devletin asıl politikası olan Mısır Fâtımî Halifeliği’ni bertaraf etme düşüncesini sekteye uğratıyordu. Bütün bunlar göz önüne alındığında sultan, bölgenin istikrarını sağlama, fetih hareketlerinin sıhhatli yürütülmesi ve Mısır Fâtımî Halifeliği’ne karşı sürdürülen politikanın[91] devamlılığı adına Tâcüddevle Tutuş’u Suriye’ye melik olarak atamayı[92] uygun bulmuş olmalıdır.

Sultan Melikşah, Suriye bölgesinin idaresinde revizyona gitmek isteyince, Atsız derhâl sultana bir mektup göndererek atama kararının gerekçesini sordu. Yazdığı mektubun etkisi ve Nizâmülmülk’ün araya girmesiyle Atsız görevinde bırakıldı. Suriye bölgesinde faaliyetlerine kaldığı yerden devam eden Atsız’ın Dımaşk’ı almak için sürdürdüğü baskı nihayet 1076 yılında sonuç verdi ve şehir ele geçirildi. Bundan sonra Atsız, asıl hedefine yönelerek Mısır’a kadar ilerlediyse de bozguna uğrayınca Suriye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Sultana, Mısır’da yaşanan bu bozgun haberinin yanı sıra asılsız olarak Atsız’ın öldüğü haberi de ulaştı. Tutuş, bölgeye intikal ettiğinde Atsız’ın ölmediğini öğrendi. Bunun üzerine Melikşah, Suriye bölgesinin Atsız’ın hâkimiyetinde kalmasını ve Tutuş’un Mirdâsîlere ait Halep’e yönelmesini emretti. Ancak, Mısır ordusu Dımaşk’ı kuşatınca Atsız, Tutuş’a haber gönderip kendisine tabi olacağını söyleyerek yardım istedi. Bölgede güç dengesi yeniden Büyük Selçuklular lehine gelişince, Mısırlılar kuşatmayı bıraktı. Atsız, Tutuş’u Dımaşk’ın surlarında karşıladı. Ancak Tutuş, Atsız’ın kendisini daha uzaklarda karşılamaya çıkmamasına öfkelenerek onu öldürdü ve Suriye Melikliği’nin temellerini attı[93]. Tutuş’un herhangi bir emir almadan başına buyruk hareket ederek Atsız’ı öldürmesine, Melikşah’ın tepkisiz kalması oldukça ilginçtir. Kaynaklara yansıyan bir bilgi olmamasına rağmen, Atsız’ın öldürülmesinin temel nedeni, Tutuş’un gelecekte oluşturmayı düşündüğü siyasi yapılanmaya onu engel olarak görmesi olmalıdır.

b. Önde Gelen Komutanlara Verilen Feodal Haklar

Melikşah, Büyük Selçuklu Devleti’nde büyük hizmetler ifa etmiş komutanlara bazı feodal haklar vermiştir. Bunlar; Emîr Savtegin ve Sa‘düddevle Gevherâyin gibi önemli şahsiyetlerdir.

ba. Emîr Savtegin

Emîr Savtegin, Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluş döneminden itibaren sultanların hizmetinde bulundu. Memlük kökenli olan Savtegin; has hâdim, serheng (çavuş), hâcib ve emîr olarak devlet kademelerinde en alttan başlayarak yukarıya doğru çeşitli vazifelerde yer aldı[94]. Ancak onu feodal haklar elde etmeye götüren vazifelerin başlangıcı Sultan Alp Arslan dönemine dayanmaktadır. Nitekim 1067 yılında gerçekleştirilen Gürcistan seferinde Emîr Savtegin de bulunuyordu. Gürcülere (Abhaz) karşı yapılan taarruzda öncü birliklerin başında bu emîr yer almıştı[95]. Hatta Gürcü Kralı Bagrat, sultana ilk defa itaat bildirdiğinde arabuluculuk görevini Emîr Savtegin üstlenmişti[96]. Bunların dışında Savtegin, Malazgirt Savaşı’na katıldığı gibi Bizans ordugâhına gönderilen elçilik heyeti içinde de yer almıştı[97].

Sultan Alp Arslan’ın ölümü sonrası yaşanan Kavurd isyanının bastırılmasında Emîr Savtegin’in oldukça önemli bir rolü[98] olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kavurd’u yakalayan Emîr Savtegin, Sultan Melikşah tarafından sıra dışı bir şekilde ödüllendirildi. Kavurd’un sancak, davul ve mancınıkları yanında yönetiminde olan vilayetler de bu emîre tahsis edildi[99]. Hatta sultan, Kavurd’un kullandığı “İmâdüddevle”[100] lakabını da Emîr Savtegin’e verdi. Aynı zamanda sultan, Kavurd’un Kirman’da bulunan oğullarına dokunmadığı gibi, onlara hilatler de gönderdi. Sultan böyle yapmakla bir yandan emîrini ödüllendirirken, diğer yandan da amcazadelerini baskı altında tutuyordu[101]. Anlaşıldığı kadarıyla sultan bu kararıyla psikolojik bir strateji uyguluyordu. Ancak Kirman’a atanan Emîr Savtegin’in, buraya gidip gitmediğine veya bu bölgede herhangi bir faaliyetinin olup olmadığına dair kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamaktadır.

Sultan Alp Arslan’ın hayatını kaybettiği dönemde Gürcü Kralı Bagrat da ölmüş ve yerine oğlu II. Giorgi geçmişti. Bir süre sonra Gürcistan topraklarında iç karışıklıklar başladı. Ancak II. Giorgi isyancıları kontrol altına aldı ve bunlara topraklarından belirli yerleri bağışladı[102]. Kısa bir süre sonra iç karışıklığa neden olanlar arasında bulunan Liparit’in oğlu İoane tekrar isyan etti. II. Giorgi kontrolü sağlamak adına yeniden İoane’e bazı yerler tevdi ederek onu kendine bağladı. 1073-1074 yıllarında bir başka çalkantı da Şeddâdîler[103] arasında meydana geldi. III. Fazl, devlet idaresinde çok başarı gösteremeyen babası II. Fazl’a isyan ederek emîrliği ele geçirdi[104]. Bu kaos ortamında Kafkasya bölgesinde tam anlamıyla siyasi bir satranç oynanıyordu. Nitekim bir süre sonra İoane yeniden sahneye çıktı. İoane, bu son isyanında Kral II. Giorgi’nin elinde bulunan Gag Kalesi’ni hileyle ele geçirmeyi başardığı gibi, aynı zamanda bu kaleyi III. Fazl’a sattı[105]. Emîr Savtegin, kendisine verilen askerlerle hızlıca Gürcü kralı II. Giorgi üzerine yürüdü. Ancak II. Giorgi ve Kaheti Kralı Ahsartan’ın ittifakı karşısında yenilgiye uğramaktan kurtulamadı. Sultan Melikşah, yaşanılan bu hadiseler üzerine Kafkasya bölgesinde hâkimiyet sağlamak üzere harekete geçti. Çünkü Türkistan’ı Anadolu’ya bağlayan ve Türklerin askerî üssü konumundaki Derbend’in de bulunduğu stratejik öneme sahip Kafkasya’da kontrolün kaybedilmesi, Anadolu’nun güvenliği açısından da bir tehlike teşkil edebilirdi[106].

Sultan Melikşah’ın üzerlerine geldiğini öğrenen İoane, yeni bir taktik sergileyerek oğlu Liparit ile birlikte sultanın huzuruna çıktı. Onlar bir süre sultanın yanında kaldıktan sonra gizlice ayrıldılar. Bu duruma öfkelenen sultan harekete geçerek Şamsvilde’yi zapt etti. Burada İoanne’yi ve ailesini esir etmeyi başardı. Ardından sultan Gence’yi zapt edince, III. Fazl’ı da yakaladı[107]. Sonrasında Arrân’ı (Errân) kontrol altına aldı. Bölgenin stratejik önemi dolayısıyla sultan farklı bir siyaset uygulamaya karar verdi. Sultan, Kafkasya bölgesinin dinamiklerini yakından tanıyan Emîr Savtegin’e Arrân ve civarını iktâ ederek bölgenin yönetimini verdi (1075). Bunun yanı sıra Melikşah, hutbelerde kendinden sonra Emîr Savtegin’in adının okunması hakkını tanıdı[108]. Ancak sultanın bölgeden çekilmesinin ardından Emîr Savtegin, II. Giorgi ile giriştiği ikinci savaşı da kaybetti[109]. Sultanın Emîr Savtegin’e verdiği feodal haklara bakacak olursak, bu sırada ona tanınan yetkilerin oldukça kısıtlı olduğunu söylememiz mümkündür. Nitekim mevcut nümizmatik kayıtlara göre, Emîr Savtegin’e para bastırma hakkı verilmemiş olmalıdır.

Emîr Savtegin’in Gürcüler karşısında yenilgiye uğraması ve birçok yerin kaybedilmesi üzerine Sultan Melikşah, II. Giorgi ile mücadele etmesi için Emîr Ahmed’i Arrân’a gönderdi. 1080 yılında II. Giorgi yenilgiye uğratıldı[110]. Bu tarihten sonra Emîr Savtegin’in bölgedeki faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. 1084 yılına gelindiğinde ise, Kafkasya’dan merkeze çağırılan Emîr Savtegin, Kûfe Emîrliği’nin yanında Hac Emîri (el-Hâcc) olarak da atandı. Bunun üzerine Bağdat’a gelince Abbâsî veziri Ebû Şüca‘ Rûzrâverî tarafından karşılandı. Halife Muktedî-Biemrillâh tarafından da huzura kabul edilerek kendisine hilatler ve çeşitli hediyeler verildi. Ancak bir süre sonra Savtegin, sill (verem) hastalığına yakalanınca Bağdat’tan İsfahan’a gitti ve 1084 yılı Eylül ayında orada hayatını kaybetti[111]. Selçuklular’ın zengin emîrlerinden olan Savtegin, geride büyük bir servet bırakmıştır[112]. Melikşah’ın kendisine Arrân ve dolaylarının yönetimiyle birlikte bazı feodal haklar vermesine rağmen, Kafkasya bölgesini çok iyi bilen Emîr Savtegin’in burada başarılı olamaması oldukça ilginçtir.

bb. Sa‘düddevle Gevherâyin

Melikşah’ın feodal haklar verdiği emîrlerden biri de Bağdat Şahnesi Sa‘düddevle Gevherâyin’dir. Türk asıllı bir gulâm olan bu emîr, Büveyhî hükümdarı Ebû Kâlîcâr tarafından satın alındı. Ebû Kâlîcâr’ın ölümü sonrasında Büveyhîler’in yeni hükümdarı el-Melikü’r-Rahîm’in hizmetine girdi[113]. 1055 tarihinde Tuğrul Bey tarafından el-Melikü’r-Rahîm’in hapsedilmesine rağmen Gevherâyin ona tam bir bağlılık örneği gösterdi. 1058 yılındaki el-Melikü’r-Rahîm’in vefatına kadar da onun yanında kaldı. Sonrasında Büyük Selçuklu bünyesine katılarak Alp Arslan’ın gulâmları arasına girdi[114].

Gevherâyin’in Büyük Selçuklular’ın hizmetine girdikten sonra hangi görevlerde bulunduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Karanlık geçen bu on küsur yıllık süreç (1059-1071) sonunda İbnü’l-Cevzî’nin verdiği bilgilerden sözü edilen emîrin Malazgirt Savaşı’nda yer aldığı anlaşılmaktadır[115]. Bundan sonra Alp Arslan’ın önemli emîrlerinden birisi olmuştur. Sonrasında ilginç olan ise, Gevherâyin’in 1072 yılında Sultan Alp Arslan tarafından Bağdat şahneliğine atanmasıdır. Anlaşılan Gevherâyin, bu zaman diliminde sadakat göstererek sultanın güvenini kazanmayı başarmıştır. Zira Bağdat şahneliği, önemli olduğu kadar politik yetenek de isteyen bir görevdir. Normal şartlarda şahnenin görevi; halkın refahını tesis etmek, asayişi sağlamak, kadı tarafından alınan kararları uygulamak, vergiyi toplamak ve yerine ulaştırmak ile âmili korumaktır. Bağdat’taki Selçuklu şahnesinin bütün bunlara ilaveten sultanın temsilcisi ve elçisi olma görevi de vardır. Bu nedenle devlet meseleleri hakkında Bağdat şahnesi ile halife doğrudan müzakere edebilir[116]. Dolayısıyla diğer bölgelerdeki şahnelere göre Bağdat şahnesinin yetkileri daha geniş, sorumlulukları ise daha fazladır.

Gevherâyin’in Bağdat şahneliğine atanmasının altında Büyük Selçuklu Devleti-Abbâsî Halifeliği arasındaki siyasi üstünlük sağlama problemi yatmaktadır. Gevherâyin’den önce Bağdat şahnesi görevinde Aytekin el-Süleymanî bulunuyordu. Kendisi İsfahan’a gittiği esnada yerine oğlunu vekil bırakmıştı. Aytekin’in oğlu Bağdat’ta vekâlet görevindeyken halifenin gulâmlarından birini öldürdü. Halife Kâim-Biemrillâh derhâl sultana bu gulâmın kanlı gömleğini gönderip Aytekin’in azlini istedi. Aytekin, Nizâmülmülk’ün oldukça değer verdiği ve himaye ettiği bir devlet adamıydı. Buna rağmen halifenin ısrarı nedeniyle görevinden azledildi. Aytekin’in yerine atanan Gevherâyin, yeni şahne sıfatıyla ve emrinde hayli kalabalık asker olduğu hâlde Bağdat’a gönderildi[117]. Aslında Alp Arslan ve Nizâmülmülk’ün Gevherâyin’i tercih etme nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu konuda Gevherâyin’in sadakati yanında, Bağdat’ta uzun süre yaşamasından dolayı şehirde tanınmasının da etkili olduğunu söylemek mümkündür. Sultan Melikşah ve Nizâmülmülk, Gevherâyin’in Bağdat’a oldukça kalabalık bir askerî birlikle görkemli bir şekilde girmesini sağlamışlardır. Bunun nedeni şahnenin şahsında kendi askerî görkemlerini halifeye göstererek ona gözdağı verme şeklinde izah edilebilir[118].

Melikşah’ın 1072 yılında tahta oturmasından sonra, Gevherâyin onun adına Bağdat’a saltanat menşuru alması için gönderildi[119]. Halife Kâim-Biemrillâh, Sultan Melikşah’ın saltanatını onayladı (Ekim 1073). Halifenin onayladığı ahitnameyi Gevherâyin, Melikşah’a götürmek için Bağdat’tan ayrıldı[120]. Görüldüğü gibi, Bağdat şahneliğine atanmasına rağmen Gevherâyin, her zaman bu şehirde oturmamış, önemli seferlerde veya gelişen bazı olaylar hakkında bilgi vermek için sultanın yanına da gitmekten geri durmamıştır[121].

Gevherâyin’in bir sonraki Bağdat ziyareti Halife Kâim-Biemrillâh’ın 1075 yılında vefatı nedeniyle gerçekleşmiştir. Görünüşte bu ziyaret hilafet makamına geçen Muktedî-Biemrillâh’a, Sultan Melikşah’ın hâkimiyet menşurunu yeniletmek için yapılmıştı. Ancak yaşanan olaylar, bu ziyaretin amacının sadece bir protokol gereği yapılmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim Gevherâyin’in yanında Bağdat’a amîd olarak gönderilen ve Selçuklular’ın mali işleriyle ilgilenen Ebû Nasr da bulunuyordu. Ebu Nasr, kendisine verilen görev gereği derhâl harekete geçerek zor durumda olan Selçuklu İstîfâ Dîvânı (Dîvân-ı İstîfâ) adına yeni halife ve adamlarının iktâlarından 100 bin dinar tahsil etmek için girişimlere başladı. Halife her ne kadar itiraz etmiş olsa da Amîd Ebû Nasr zor kullanılarak bu meblağı topladı. Ayrıca bu amîd sözü edilen iktâların başında bulunan halifenin nâiblerinin yerine Selçuklulara bağlı kişileri getirdi[122]. Amîd Ebû Nasr bütün bu icraatlarıyla, yeni halifeye karşı bir anlamda Büyük Selçuklu idaresinin otoritesini göstermiş oluyordu.

Aslına bakılırsa Gevherâyin’in 1075 yılındaki Bağdat ziyaretinin bir başka nedeni daha bulunuyordu. İsfahan’dan verilen emre göre o, halifenin veziri Fahrüddevle Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed Cehîr’in azlini talep edecekti. Gevherâyin, Bağdat’a vardığı zaman kendisini karşılamaya gelen Fahrüddevle’ye yüz vermedi. Hatta şahnenin atlı birlikler komutanı (haylbaşı) âdeta gövde gösterisi yaparcasına Hilâfet Dîvânı önüne gelip atıyla dolaştı. Baskının şiddetini artırmak adına Gevherâyin’in mahiyetindeki askerler, şehirdeki halkın evlerine yerleşerek zarara neden oldular. Kendisine yönelik bu baskı sonucu Fahrüddevle, İsfahan’a gidip sultanla görüşmek istedi. Aslında gerginliğin iki farklı nedeni bulunuyordu. Bunlardan ilki sözü edilen vezirin, Nizâmülmülk’e karşı olan tutum ve davranışlarıydı. Sultan Melikşah’ın Halife Kâim-Biemrillâh’tan saltanat onayını almasından sonra, Nizâmülmülk’ün halifeye karşı tavrı olumsuz yönde değişmişti. Fahrüddevle’nin düşmanları kendi emelleri için bu durumu kullandılar. Onun halife ile Nizâmülmülk’ün arasını açmak için çaba sarf ettiğini söylediler. Çıkan bu dedikodulardan rahatsız olan Fahrüddevle, oğlu Amîdüddevle’yi Nizâmülmülk’e göndermek suretiyle hakkında çıkan yalan haberleri izah etti. Nizâmülmülk’ün kendisine yapılan izahat ve özür dilemelerden sonra Fahrüddevle ile arası düzeldi. İkincisi ise Kavurd Bey’in saltanat mücadelesinde yaşanan olayların bir yansımasıydı. Sıbt İbnü’l-Cevzî’ye göre, Kavurd Bey yeğeni Melikşah ile arasını düzeltmesi için Halife Kâim-Biemrillâh’a başvurmuş ve ona 300 bin altın göndermişti[123]. Fahrüddevle ise, Kavurd Bey’in bu adımının saltanatı ele geçirmek olduğunu söylemişti. Onun bu sözlerinin Sultan Melikşah’ın kulağına ulaşması üzerine Fahrüddevle sultana, kendisinin masum olduğunu ve onun ağzından söylenmiş gibi yansıtılan sözlerin gerçeği ifade etmediğini beyan etti[124]. Aslında Fahrüddevle’yi bu düşünceye sevk eden başka bir gelişme daha yaşanmıştı. Çünkü Gevherâyin, yanında getirdiği mektupta Fahrüddevle’nin azil emrinin yazılı olduğunu söyledi. Ancak mektup açıldığında Fahrüddevle’nin azli değil, Bağdat’taki Selçuklu yetkililerinin işlerine engel olmaması ve onlara iltifat etmesi noktasında uyarıldığı görüldü[125].

1078 yılında Fahrüddevle’nin azli konusunda Büyük Selçuklular ile Abbâsî halifesi arasında yeni bir anlaşmazlık daha meydana geldi. Bunun üzerine 1078- 1079 yılında Gevherâyin bir kez daha ancak bu defa geniş yetkilerle Bağdat’a gönderildi. Bunun yanında Halife Muktedî-Biemrillâh’a Cehîroğulları (Benî Cehîr) hakkında kendilerine gelen mektuplar iletildi ve Fahrüddevle’nin vezirlikten azledilmesi istendi. Nizâmülmülk, Gevherâyin’e Cehîroğullarına eziyet edilmesi görevini[126] de verdi. Bağdat’a bu haberin ulaşması üzerine Fahrüddevle’nin oğlu Amîdüddevle, Nizâmülmülk’le görüşmek için İsfahan’a gitti. Gevherâyin, 23 Temmuz 1078 tarihinde şahne sıfatıyla Bağdat’a geldi ve evinin kapısının önünde sabah, akşam ve yatsı olmak üzere üç vakit nevbet çaldırdı. Fakat bu durum hoş karşılanmadı ve kınandı. Bunun üzerine o kendisini kınayanlara, bunu sultanın buyruğuyla yaptığını ifade etti. Ayrıca Bağdat’taki hilafet sarayının kapılarından birisi olan Bâbü’l-Firdevs’e gidip, kendisine verilen emir gereği Fahrüddevle ile değil de doğrudan halife ile görüşeceğini söyledi. Ancak halife onunla 14 Ağustos 1078 tarihine kadar görüşmedi. Bu esnada Gevherâyin gurur ve kibre kapılıp hoş olmayan davranışlarda bulunuyordu. Halife ile gerçekleşen görüşmede sunulan İsfahan’dan gönderilen mektupta, Fahrüddevle’nin azledilmesi, aksi hâlde hilafet sarayına Horasan’dan bir elçi gönderileceği ve sarayda çeşitli vazifelerde bulunan Türk gulamların geri çekileceği yazıyordu. Halife bu talebe cevap vermediği gibi, Gevherâyin’i hilâfet sarayında bulunan Ebu’l-Hasan b. Debbe’ye gönderdi. Gevherâyin bu kişiyi tutuklatınca halk ayaklandı. Bunun üzerine Gevherâyin, hilâfet sarayının yakılıp yıkılmasını emretti. Ebu’l-Hasan ise idam edildi. Bununla da yetinmeyen Gevherâyin, 1078 yılı Ağustos ayının ortalarına doğru yine Bâbü’l-Firdevs’e geldi, atını bağlayıp burada bulunduğu öğle ikindi ve akşam olmak üzere üç namaz vaktinde nevbet çaldırdı. Bunun üzerine Fahrüddevle bizzat halifeye gelerek kendisinin vezirlikten azledilmesini istedi. Bu gelişmeler yaşanırken Amîdüddevle, Nizâmülmülk’le görüşmesinin sonucunda sorunları çözüme kavuşturdu ve affedildi. Bu arada hem Sultan Melikşah hem de Nizâmülmülk ilginç olarak Gevherâyin’e gönderdikleri mektuplarda “sana emredilmeyen kimselere saldırmamalıydın”[127] sözleriyle onu halifeye ve Fahrüddevle’ye yaptıklarından dolayı kınadılar. Gevherâyin ise, sadece şahsına verilen emri yerine getirdiğini söyleyerek kendisini savundu. Bundan sonra Amîdüddevle’nin İsfahan’dan getirdiği mektuplarla Nizâmülmülk’ün Fahrüddevle’ye duyduğu kızgınlığın sona erdiği anlaşılınca iş tatlıya bağlandı[128].

Kaynaklarda Bağdat Şahnesi Gevherâyin’in hâkimiyet alametlerini kullanması yani nevbet çaldırmasıyla ilgili bazı bilgilere rastlanmaktadır. Nitekim Sıbt İbnü’l-Cevzî, onun 1078 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında iki defa nevbet çaldırdığını söylemektedir. Bunlardan birincisi şahnenin kendi evinin kapısının önünde Sultan Melikşah’ın izniyle gerçekleştirilmiştir. İkincisi ise, hilafet sarayının Bâbü’l-Firdevs kapısının önünde icra edilmiştir[129]. Gevherâyin’in ikinci nevbeti saray kapısının önünde çaldırmasının nedeni, taleplerini yerine getirmeyen halifeye yaptırım uygulamak ve baskı yapmak için olmalıdır.

Kaynaklarda verilen bilgilerden Gevherâyin’in Bağdat’a kısıtlı feodal haklarla gönderildiği, ona nevbet çaldırma harici diğer hâkimiyet alametlerinin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim sadece çalınan iki nevbetten bahsedilmesi, ona verilen feodal hakların sınırlı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Çünkü İbnü’l-Esîr ve Bündârî, Bağdat’a gelen Gevherâyin’in kapısında üç namaz vakti nevbet çaldırdığını ancak onun daha önce nevbet çaldırma isteğinin geleneklere aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ifade etmektedirler[130]. Aslında Türk devlet geleneğine göre, bir kişinin kapısında belirlenen usuller haricinde nevbet çaldırması isyan sebebidir. Kaynaklarda Gevherâyin’e ceza verildiğiyle ilgili bilgi olmadığı göz önüne alındığında, özellikle onun çaldırdığı ikinci nevbete de Sultan Melikşah izin vermiş olmalıdır. Çünkü Türk cihan hâkimiyeti anlayışına göre, hâkimiyet altına alınan her yer vatan olarak kabul edilmektedir. Bu anlayıştan ötürü, Selçuklular her ne kadar halifeye saygı gösterseler de Bağdat’ı devletlerinin bir parçası olarak düşünüyorlardı[131]. Dolayısıyla Tuğrul Bey’in Bağdat’a gelerek halifeyi Büveyhîler’in tasallutundan kurtarmasından sonra, halife sadece dinî lider, Büyük Selçuklu sultanları ise siyasi lider olarak görülmüştür. Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdat’a girmesiyle başlayan bu süreç, Melikşah döneminde biraz daha alevlenmişti. Nitekim Selçuklular, Abbâsî halifelerine herhangi bir dünyevi iktidar şansı tanımak istemiyorlardı. Bu düşüncelerinden dolayı Abbâsî Halifeliği’ne karşı sürekli otoritelerini hissettirmek adına adımlar atıyorlardı. Nizâmülmülk’ün etkili siyasi manevralarıyla halifelik, sürekli baskı altında tutularak kontrol sağlanıyordu. Hatta hanedan mensuplarına tanınan nevbet çaldırma hakkının kısıtlı olsa da Gevherâyin’e[132] verilmesi bu siyasetin bir uzantısıydı. Asıl amaç, halifeyi muhatap olarak karşısına koydukları şahne ile aynı seviyeye indirerek, Büyük Selçuklular’ın üstünlüğünü göstermekti[133].

c. Yabancılara Verilen Feodal Haklar

Burada konuya temel oluşturmak için Diyarbekir bölgesine hâkim olan Mervânîlere kısaca değinmek gerekir. Mervânîler, 10. yüzyılın son çeyreğinde Meyyâfârikîn (Silvan)’de kurulan, Diyarbekir ve dolaylarında hâkim olan ve bir asır (983- 1085) ömür süren bir beyliktir. Bu beyliğin Büyük Selçuklularla ilişkileri Tuğrul Bey döneminde başlamıştı. Arslan Yabgu’ya bağlı Oğuzlar, Diyarbekir ve Musul bölgesinde yağma faaliyetlerinde bulunuyordu. Yabgulu Türkmenlerin giriştiği bu eylemlerden şikâyetçi olan Mervânî Emîri Nasrüddevle Ahmed, Tuğrul Bey’le iletişime geçti. Nasrüddevle, kurulan dostane ilişkilerin bir nişanesi olarak 1049 yılında Büveyhîler adına okutulan hutbeyi keserek Tuğrul Bey adına okuttu. Nasrüddevle 1061 yılında öldükten sonra yerine geçen oğlu Nizâmeddin Ebü’l-Kâsım Nasr, Tuğrul Bey’e bağlılığını sürdürdü. Sultan Alp Arslan döneminde de tâbi-metbu düzeyinde ilişkiler devam etti. Hatta Mervânîler, Malazgirt Savaşı’nda metbuları durumundaki Büyük Selçuklulara askerî destek sağladılar[134].

Sultan Melikşah dönemine gelindiğinde, Mervânîler ile ilişkiler bambaşka bir seyirde yürümeye başladı. Aslında Mervânîler, kendi menfaatleri için bazen Mısır Fâtımî Halifeliği bazen de Bizans İmparatorluğu ile ittifak kurmaktan kaçınmıyordu[135]. Buna ilaveten Nizâmeddin Ebü’l-Kâsım Nasr’ın 1080 yılında ölümüyle birlikte problemler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Nitekim bu emîrin yerine başa geçen oğlu Nâsırüddevle Mansûr, babasının veziri Enbârî’yi azletti. Onun yerine Hristiyan bir hekim olan Ebû Sâlim’i vezarete getirdi. Kısa sürede idareyi ele alan vezirin icraatları neticesinde Hristiyanlar, Müslümanlara karşı üstün hale gelmeye başladı. Ayrıca Mervânîler’in bir diğer özelliği ise Şiî eğilimli olmalarıydı[136]. Ancak bu hem halk hem de Selçuklular için rahatsızlık verici bir durumdu. Bölgedeki siyasi ittifakları takip eden Sultan Melikşah, vasalı durumundaki Musul Emîri Şerefüddevle Müslim ile Nâsırüddevle Mansûr’un ilişkisinden de rahatsızlık duyuyordu[137].

ca. Fahrüddevle Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed Cehîr

Tam adı, Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed Cehîr olan Fahrüddevle, devrin sayılı devlet adamlarından birisi olup, bir süre memleketi Musul’da Ukaylîler’in hizmetinde bulundu. Daha sonra Halep’te, ardından da Meyyâfârikîn’de Mervânîlere vezirlik yaptı. Onun bu vezirliği sırasında gösterdiği başarılar şöhretinin yayılmasına neden oldu. 1062 yılında Halife Kâim-Biemrillâh tarafından Bağdat’a davet edilip “Fahrüddevle” lakabı verilerek Abbâsîlerin vezirliğine getirildi[138]. Ancak 1078 yılında Bağdat’ta yaşanan Şâfiî ve Hanbelîler çatışması sonrasında azledildi ve yerine oğlu Amîdüddevle atandı. 1083 yılına gelindiğinde Amîdüddevle de halifenin vezirliği görevinden azledildi. Bunun üzerine Sultan Melikşah’ın elçisi Bağdat’a gelerek, Fahrüddevle b. Cehîr’in İsfahan’a gönderilmelerini istedi[139]. İsfahan’a gelen Fahrüddevle, Melikşah’ın teveccühünü kazandı. Bu esnada Fahrüddevle, Melikşah’a daha önce kendisinin de görev yaptığı Mervânîler’in zenginliklerini, Nâsırüddevle Mansûr’un devlet yönetimindeki zafiyetlerini anlattı. Sultan Melikşah’ı Diyarbekir’i devlete bağlı bir yer hâline getirmesi için teşvik etti[140]. Melikşah’ın esas amacı, bölgede ikiyüzlü siyaset izleyerek problem oluşturan Mervânîler’in egemenliğine son vermekti. Dolayısıyla sultanın Mervânîler hakkında aldığı kararda Fahrüddevle’nin bu teşviki önemli derecede rol oynamıştır. Fahrüddevle’nin Diyarbekir’in ele geçirilmesiyle ilgili teklifine kayıtsız kalmayan Melikşah da, şayet burasını alırsa kendisine iktâ edeceği sözünü verdi. Bunun üzerine harekete geçen Fahrüddevle, Diyarbekir’i ele geçirmeyi başardı.

Sultan Melikşah Fahrüddevle’ye Diyarbekir bölgesini şu şartlarla iktâ etti:

1. Devlet Hazinesi’ne yılda belli miktarda vergi ödeyecek,

2. Diyarbekir’deki kendi sarayının kapısında üç namaz vaktinde (Sabah, akşam, yatsı) davul (nevbet) çaldıracak,

3. Sultana ait ordugâhta, namaz vakitlerinde günde beş kez davul çaldıracak,

4. Cuma hutbelerinde, sultanın adından sonra kendi adını okutturacak,

5. Bastıracağı paralarda da hutbede olduğu gibi sultanın adından sonra kendi adını koyacak.

Sultan ayrıca Fahrüddevle’ye hil’at giydirip, davul ve bayraklar verdi[141].

Görüldüğü gibi, Sultan Melikşah’ı seleflerinden ayıran yönetim anlayışı Fahrüddevle’ye verdiği feodal haklarla ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de Sultan Melikşah, hanedandan ve askerî zümreden olmayan yabancı birisine yani Fahrüddevle’ye birtakım feodal haklar tanımak suretiyle, onun bazı hâkimiyet alametlerini kullanmasına izin vermiştir. Daha önce de değinildiği gibi, Sultan Alp Arslan, Şebânkâre Emîri Fazlûye’ye istisnai bir durum kabul edilmesi gereken birtakım feodal haklar vermişti. Ancak Sultan Melikşah’ın Fahrüddevle’ye verdiği feodal haklar, babası Sultan Alp Arslan’ın Fazlûye’ye tanıdığı haklara göre daha geniş kapsamlıdır. Yani Sultan Melikşah’ın Fahrüddevle’ye tanıdığı feodal haklar göz önüne alındığında, onun döneminde feodal anlayışın sınırlarının ne kadar genişlediği daha iyi anlaşılmaktadır.

Sultan Melikşah, üst düzey feodal haklarla donattığı Fahrüddevle’ye yardım için destek kuvvetler tahsis etti[142]. Fahrüddevle’ye verilen feodal haklar ve destekler kısa sürede etkisini gösterdi. Çünkü yaklaşık bir buçuk yıllık sürede bölgenin fethi tamamlandı. Gerçekten de Fahrüddevle’nin atanması ve Diyarbekir bölgesinin ele geçirilmesiyle Büyük Selçuklular’ın sınırları oldukça genişledi. Fahrüddevle, Büyük Selçuklu topraklarını genişletmenin yanında, bölgenin Türkleşmesi için de bazı adımlar attı. O, Selçuklu ve Türkmen beylerine fethedilen yerlerdeki bazı şehir ve kaleleri iktâ etti. Böylece Türkmen beylerinin sözü edilen yerlerde açtığı yaylak ve kışlaklar, Türkmen kitlerinin yeni yerleşim alanı hâline geldi[143].

Öyle anlaşılıyor ki, Sultan Melikşah’ın uyguladığı feodal anlayış, daha ziyade Anadolu’da etkisini göstermiştir. Gerçekten de Diyarbekir’e feodal haklar verilerek gönderilen Fahrüddevle b. Cehîr ve emrine verilen komutanların bölgedeki faaliyetleri sonucu, Anadolu topraklarında hızlı bir değişim yaşanmaya başlamıştır. Burada kurulan ilk beylik Çubukoğulları Beyliği’dir. 1085 yılında Emîr Yâkût’un idaresinde bulunan Hısn-ı Ziyâd (Harput), Çubuk Bey’e verilmiş ve böylece beyliğin temelleri atılmıştır[144]. Girişilen fetih hareketleriyle bölgenin Türkleşmesi ve buna bağlı olarak Türk nüfuzunun artması, bu bölgede sonraki dönemlerde bazı küçük Türk beyliklerinin kuruluşuna zemin hazırlamıştır. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde kurulan beylikleri:

Bitlis, Batman ve Erzen’de Dilmaç (Dimlaç)oğulları (Toğan Arslanoğulları) Beyliği (1098-1394),

Âmid ve çevresinde İnal (Yınal)oğulları (Nisanoğulları) Beyliği (1103-1183),

Ahlat merkez olmak üzere Van Gölü Havzası’nda Ahlatşâhlar (Sökmenliler) Beyliği (1100- 1207),

Hasankeyf (Hısnıkeyfâ), Mardin ve Harput’ta Artuklular Beyliği (1101-1409)[145] şeklinde sıralamak mümkündür.

M. A. Köymen, bu listeye 1127 yılında kurulan Zengîleri de dâhil etmektedir[146]. Bu bilgilerden hareketle Anadolu’nun Türkleşmesinde Malazgirt Savaşı gibi, Sultan Melikşah’ın feodal anlayış uygulamalarının da büyük bir rol oynadığını söylemek mümkündür.

Görüldüğü gibi, Sultan Melikşah’ın Fahrüddevle vasıtasıyla Diyarbekir’e yaptığı müdahalenin, Türkmen meselesinin önündeki büyük engeli ortadan kaldıracak şekilde tasarlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla gelişen şartlarla birlikte Diyarbekir bölgesinin dinamiklerini çok iyi bilen Mervânîler’in eski vezirine feodal haklar verilmek suretiyle, bölgenin zapt edilmesi amaçlanmıştır. Böylece hem yeni yerler ele geçirilerek devletin sınırları genişletilmiş, hem de Türkmen nüfusun alınan yerlere yani Anadolu’ya başarılı bir şekilde iskânı sağlanmıştır.

Bu olumlu gelişmelere rağmen Fahrüddevle bölgede ancak iki yıl vazifesini sürdürebildi. Mervânîler’in hazinelerini kendi ve ailesinin üstüne geçirmesi Sultan Melikşah’ın kulağına gidince görevinden azledildi. Fahrüddevle’nin yerine Amîd Ebû Ali el-Belhî (Ebû Ali), Diyarbekir’e âmil olarak atanmıştır[147]. Ancak Fahrüddevle’ye verilen hakların bu kişiye de verildiğine dair herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

Sonuç

Büyük Selçuklu Devleti’nde Sultan Melikşah dönemi, kendine has birtakım özellikler taşımaktadır. Bunlardan bir tanesi de yönetim anlayışıdır. Sultan Melikşah feodal anlayışı uygulama noktasında revizyona gitmiş hatta bu konuda köklü değişiklikler yapmıştır.

Önceki sultanların fetih politikalarının devam ettirildiği Sultan Melikşah döneminde, devletin sınırları son derece genişletilmiştir. Bunun yanında fethedilen merkezden uzak bölgelerde devletin otoritesini hissettirerek asayişi sağlama, aynı zamanda devleti şanına yaraşır bir şekilde temsil etme düşüncesi, merkezî otoriteyi dolaylı olarak yerinde güçlendirme isteği temelinde, feodal anlayış uygulamalarının genişletilmesine neden olmuştur.

Sultan Melikşah, feodal anlayışı uygularken kendisinden önceki sultanlara benzer uygulamalara gitmiştir. Ancak burada herkese eşit haklar vermekten kaçınmıştır. Hanedan üyeleri klasik feodal haklara sahip olmuştur. Önde gelen komutanlara, hanedan üyesi ve komutan olmayan yabancılara ise bu haklar kısıtlı bir şekilde verilmiştir. Daha önce Şebânkâre Emîri Fazlûye’ye Fars bölgesini iktâ eden Sultan Alp Arslan, bir istisna olarak ilk defa bir yabancıya yani Fazlûye’ye hilat, çadırlar ve kapısının önünde namaz vakitlerinde nevbet çaldırma gibi bazı feodal haklar vermişti. Ayrıca Hezâresb b. Bengîr’in de benzer haklardan faydalandığı bilinmektedir. Sultan Melikşah da farklı amaçlarla bu uygulamayı genişleterek devam ettirmiştir. Devletin kuruluş esaslarından oldukça uzak olan bu uygulama, dönemin konjonktürüne göre şekil almıştır.

Sultan Melikşah hanedan dışındaki komutan ve devlet adamlarına feodal haklar verirken, bazı kriterleri göz önünde bulundurmuştur. Özellikle atanan kişilerin ünvanından ziyade görev yapacakları bölgelerin siyasi dinamiklerine hâkim olmaları daha belirleyici olmuştur. Nitekim Emîr Savtegin Kafkasya’da, Fahrüddevle ise Diyarbekir’de, daha önce uzun süre görev yapmış kişilerdir. Sultan Melikşah, bu kişilere verdiği feodal haklarla buraların politik zeminine göre hareket etmiştir. Böylece bu bölgelerin hızla ele geçirilmesi ve Türkleştirme faaliyetlerinin yürütülmesi amaçlanmıştır. Kafkasya ile Doğu Anadolu bölgesinin birbiriyle bağlantısı göz önüne alındığında, sultanın bilinçli bir politika izlediği anlaşılmaktadır. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde bu politika etkisini göstermiştir. Burada kurulan Türk beylikleri Anadolu’nun demografik yapısında önemli değişikliklerin gerçekleşmesini sağlamışlardır.

Sultan Melikşah feodal hakları dağıtırken, Tuğrul Bey döneminden itibaren devletin benimsediği politikaları göz ardı etmemiştir. Mısır Fâtımî Halifeliği ile mücadele edilmesinin temel nedeni, İslam dünyasının manevî birliğini sağlama düşüncesidir. Buradan hareketle Suriye Meliki Tutuş’a klasik feodal haklar verilmiştir. Ancak Abbâsî Halifeliği’nin doğrudan ilhakının İslam dünyasında yaratacağı tepki düşünülerek, yalnızca Bağdat’a karşı baskıcı bir politika izlemekle yetinilmiştir. Bu amaçla Bağdat şahneliğine atanan Sa‘düddevle Gevherâyin’e kısmi bazı feodal haklar verilerek halifenin otoritesi zayıflatılmaya çalışılmıştır.

Atıf/Citation: Solmaz, Sefer, “Sultan Melikşah’ın Feodal Yönetim Anlayışı (Nedenleri-UygulamalarıSonuçları)”, Belleten, C 89/S. 315, 2025, s. 367-402.

Kaynaklar

  • Kaynak, Araştırma ve İnceleme Eserler
  • Ağırnaslı, Nilay, “Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah’ın Diğer Selçuklu Devletlerini Kontrol Altında Tutma Gayreti Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, C III/S. 2, Aralık 2020, s. 216-225.
  • Ağırnaslı, Nilay, “Suriye Selçuklu Meliki Tâcü’d-Devle Tutuş’un Faaliyetlerinin Bölgede Yaşanan Siyasi ve Askeri Gelişmeler Üzerine Etkisi”, Cappadocia Journal of History and Social Sciences, Vol. 15, October 2020, s. 246-267.
  • Ahmed b. Mahmûd, Selçuknâme, haz. Erdoğan Merçil, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2011.
  • Alptekin, Coşkun, “Selçuklu Paraları”, Selçuklu ve Atabeglikler Tarihi Üzerine Araştırmalar, Yay. haz. Osman G. Özgüdenli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2021, s. 205- 373.
  • Aydemir, Cahit-Yılmaz Genç, Sema, “Ortaçağın Sosyoekonomik Düzeni: Feodalizm”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, C X/S. 36, Bahar 2011, s. 226-241. https:// dergipark.org.tr/tr/download/article-file/70275 son erişim tarihi: 06.12.2024.
  • Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, çev. Necati Lügal, Yay. haz. Hicabi Kırlangıç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019.
  • Bündârî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (İmad Ad-dîn Al-Kâtib Al-Isfahânî’nin Al-Bondârî Tarafından İhtisar Edilen Zubdat Al-Nuṣra Va Nuḫbat Al ‘Usra Adlı Kitabının Tercümesi), çev. Kıvameddin Burslan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2016.
  • Cahen, Claude, “Selçukî Devletleri Feodal Devletler mi İdi?”, çev. Lütfi Göçer, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C XVII/S. 1-4, 1956, 348-358.
  • Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, e Yayınları, İstanbul 1994.
  • Genç, Süleyman, Fâtımî-Abbâsî-Selçuklu Münasebetleri ve Besâsirî İsyanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 1995.
  • Göksu, Erkan, “Nizâmülmülk ve Selçuklu Iktâ’ının Şekillenmesindeki Rolü”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S. 8, Bahar 2018, s. 147-164.
  • Göksu, Erkan, Selçuklu’nun Mirası Gulâm ve Iktâ (Kölelik Mi Efendilik Mi?), Kronik Yayınları, İstanbul 2017.
  • Gürcistan Tarihi Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar, Gürcücüden çev. Marie Félicité. Brosset, çev. Hrand D. Andreasyan, Yay. haz. Erdoğan Merçil, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2003.
  • Hunkan, Ömer Soner, Türk Hakanlığı (Karahanlılar) Kuruluş-Gelişme-Çöküş (766- 1212), Paradigma Akademi Yayınları, İstanbul 2015.
  • İbnü’l-Cevzî, Abdurrahman, el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümem’de Selçuklular (H. 430- 485 = 1038-1092), seçme, çev. değerlendirme Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014.
  • İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, C IX-X, çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, İstanbul 1987.
  • İbnü’l-Verdî, Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular, çev. Mustafa Alican, Kronik Yayınları, İstanbul 2017.
  • Kaçın, Bülent, “Sultan Alp Arslan’ın Oğlu Melik Şihâbü’d-Devle Ayaz İlyas”, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, S. 9, Aralık 2024, s. 31-41.
  • Kafesoğlu, İbrâhim, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014.
  • Kafesoğlu, İbrâhim, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Ötüken Yayınları, İstanbul 2019.
  • Kafesoğlu, İbrâhim, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997.
  • Kayhan, Hüseyin, “Selçuklular-Fâtımî Halifeliği İlişkileri”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 753-759.
  • Kesik, Muharrem, Selçukluların Muhteşem Sultanı Melikşah, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2021.
  • Koca, Salim, “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Suriye, Filistin Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 22, 2007, s. 1-37.
  • Koca, Salim, “Diyâr-ı Bekr” Bölgesinde Kurulmuş Türk Devletleri ve Beylikleriyle İlgili Tarihî Şahıs ve Yer Adlarının Türk Kültürü Bakımından Anlam ve Değeri”, Gazi Türkiyat, C I/S. 2, 2008, s. 1-24.
  • Koca, Salim, “Tuğrul Beyden Sonra Selçuklu Devletinde Yaşanan Otorite Bunalımı Alp Arslan Tarafından Nasıl Giderildi?”, Bilig, S. 3, 1996, s. 80-85.
  • Köprülü, M. Fuad, “Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi”, Belleten, C V/S. 19, Temmuz 1941, s. 319-334.
  • Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Alp Arslan ve Zamanı, C III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2016.
  • Köymen, Mehmet Altay, “Kirman Selçukluları Tarihi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi (DTCFD), C II/S. 01, 1943, s. 127-134.
  • Köymen, Mehmet Altay, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019.
  • Kucur, Sadi S., “Şair Bir Selçuklu Şehzadesi: Melik Toganşah ve Sikkeleri”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 32, Temmuz 2024, s. 691-716.
  • Merçil, Erdoğan, “Büyük Selçuklular”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 597-633.
  • Merçil, Erdoğan, “Emîr Savtegin”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 6, Ekim 1975, s. 63- 74.
  • Merçil, Erdoğan, Gazneliler Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.
  • Merçil, Erdoğan, Kirmân Selçukluları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.
  • Merçil, Erdoğan, “Selçuklularda Zengin Emîrler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C XXVIII/S. 1, 2013, s. 193-207.
  • Mîrhând, Muhammed bin Hâvendşâh bin Mahmûd, Ravzatu’s-Safâ fî Sîreti’l-Enbiyâ ve’l- Mülûk ve’l-Hulefâ (Tabaka-i Selçûkiyye), çev. Erkan Göksu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2018.
  • Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel Selçuklular Tarihi Horasan-Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları, C I, Yay. Ali Öngül, Akademi Kitabevi, İzmir 2000.
  • Öğün Bezer, Gülay, “Harput’ta Bir Türkmen Beyliği Çubukoğulları”, Belleten, C LXI/S. 230, Nisan 1997, s. 67-92.
  • Öğün Bezer, Gülay, “Şeddâdîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 38, İstanbul 2010, s. 409-411.
  • Öksüz, Enis, “Feodal Düzen ve Sosyal Değişmeler”, İstanbul Sosyolojik Araştırmalar Dergisi, S. 18, 2011, s. 81-92.
  • Öngül, Ali, Selçuklular Tarihi-1 Büyük Selçuklular, Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2016.
  • Özaydın, Abdülkerim, “Tutuş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 41, İstanbul 2012, s. 446-449.
  • Özdemir, Mehmet Nadir, “Abbasi Halifeleri ile Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 24, 2008, s. 315-367.
  • Özgüdenli, Osman G., Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2006.
  • Özgüdenli, Osman G., Selçuklular Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157), C I, İsam Yayınları, İstanbul 2013.
  • Özkuzugüdenli, Bülent “Büyük Selçuklu Sultanı Alp-Arslan’a Ait Bir Tayin Menşûru”, XIX. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 3-7 Ekim 2022, Bildiriler, Türk-İslam Devletleri Tarihi, C II, ed. Abdullah Kaymak-Selin Eren-Semiha Nurdan-Kübra Güney-Muhammed Özler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2024, s. 83-116.
  • Piyadeoğlu, Cihan, Büyük Selçuklular Yeni Bir Devrin Başlangıcı, Kronik Yayınları, İstanbul 2020.
  • Piyadeoğlu, Cihan, Güneş Ülkesi Horasan Büyük Selçuklular Dönemi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2012.
  • Piyadeoğlu, Cihan, “Selçuklu Hanedanının Önemli Bir Mensubu İbrâhim Yınal”, Türkiyat Mecmuası, C XXIII/S. 2, Güz 2013, s. 117-143.
  • Piyadeoğlu, Cihan, Sultan Alp Arslan Fethin Babası, Kronik Yayınları, İstanbul 2016.
  • Sadruddîn el-Hüseynî, Ahbârü’d-Devleti’s-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999.
  • Saljooghı Khoshkar, Behnam, Kirman Selçuklularında Siyasi ve İktisadi Yapı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2020.
  • Sevim, Ali, “Suriye Selçuklu Melikliği”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 764-777.
  • Sevim, Ali, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2000.
  • Sevim, Ali, “Tutuş”, Millî Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, C 12/2, Eskişehir 2003, s. 134-137.
  • Sevim, Ali-Merçil, Erdoğan, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2020.
  • Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân fî Târîhi’l-Âyân’da Selçuklular, çev. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011.
  • Solmaz, Sefer-Kapar, Mehmet Ali, “Selçuklu Hanedanlığında Evlilikler ve Evlilik Yaşları Üzerine Bir Değerlendirme”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 51, Haziran 2024, s. 369-386.
  • Şenel, Alâeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş, Bilim Sanat Yayınları, Ankara 2019.
  • Tufantoz, Abdurrahim, “Mervânîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 29, Ankara 2004, s. 230-232.
  • Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul 2019.
  • Turan, Osman, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, C I, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014.
  • Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136- 1162), çev. Hrant D. Andreasyan, notlar Edouard Dulaurer-M. Halil Yinanç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019.
  • Usta, Aydın, “Ünlü Selçuklu Kumandanı Sadüddevle Gevherayin”, Prof. Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, ed. Emine Uyumaz-Muharrem Kesik-Aydın Usta-Cihan Piyadeoğlu, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2013, s. 96-111.
  • Yazar, Nurullah, “Kirman Meliki Kavurd Bey’in Büyük Selçuklu Tahtını Ele Geçirme Teşebbüsleri”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C X/S. 19, 2011/1, s. 221-237.
  • Yinanç, Mükrimin Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, C I, Yay. haz. Refet Yinanç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2020.
  • Zahîru’d-dîn Nîşâbûrî, Selçuknâme, çev. Ayşegül Fidan, Kopernik Yayınları, İstanbul 2018.
  • The British Museum, Department of Coins and Medals, https://www.britishmuseum.org/collection/object/C_1890-0604-124, son erişim tarihi: 04.04.2025
  • The British Museum, Department of Coins and Medals, https://www.britishmuseum.org/collection/object/C_1890-0604-126, son erişim tarihi: 04.04.2025.

Dipnotlar

  1. Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2020, s. 172.
  2. Nilay Ağırnaslı, “Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah’ın Diğer Selçuklu Devletlerini Kontrol Altında Tutma Gayreti Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Ortaçağ Araştırmaları Dergisi, C III/S. 2, Aralık 2020, s. 217.
  3. Cahit Aydemir-Sema Yılmaz Genç, “Ortaçağın Sosyoekonomik Düzeni: Feodalizm”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, C X/S. 36, Bahar 2011, s. 228.
  4. Alâeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş, Bilim Sanat Yayınları, Ankara 2019, s. 235.
  5. Enis Öksüz, “Feodal Düzen ve Sosyal Değişmeler”, İstanbul Sosyolojik Araştırmalar Dergisi, S. 18, 2011, s. 82-83.
  6. Şenel, age., s. 235.
  7. Öksüz, agm., s. 83.
  8. Aydemir- Yılmaz Genç, agm., s. 228-229.
  9. M. Fuad Köprülü, “Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi”, Belleten, C V/S. 19, Temmuz 1941, s. 332.
  10. Osman G. Özgüdenli, Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2006, s. 40-42.
  11. Claude Cahen, “Selçukî Devletleri Feodal Devletler mi İdi?”, çev. Lütfi Göçer, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C XVII/S. 1-4, 1956, s. 352-353; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, e Yayınları, İstanbul 1994, s. 353.
  12. Köprülü, agm., s. 332; Özgüdenli, Türk- İran…, s. 45-46.
  13. İbrâhim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s. 349.
  14. Özgüdenli, Türk- İran…, s. 47.
  15. Osman G. Özgüdenli, Selçuklular Büyük Selçuklu Devleti Tarihi (1040-1157), C I, İsam Yayınları, İstanbul 2013, s. 116.
  16. Erkan Göksu, Selçuklu’nun Mirası Gulâm ve Iktâ (Kölelik Mi Efendilik Mi?), Kronik Yayınları, İstanbul 2017, s. 144-145.
  17. Cahen, age., s. 352.
  18. Göksu, age., s. 141-142.
  19. Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, çev. Necati Lügal, haz. Hicabi Kırlangıç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 457.
  20. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, C IX, çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar Yayınları, İstanbul 1987, s. 367.
  21. İbnü’l-Esîr, age., C IX, s. 366.
  22. Beyhakî, age., s. 518-519.
  23. Beyhakî, age., s. 594; İbnü’l-Esîr, age., C IX, s. 369; Bündârî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi (İmad Ad-dîn Al-Kâtib Al-Isfahânî’nin Al-Bondârî Tarafından İhtisar Edilen Zubdat Al-Nuṣra Va Nuḫbat Al ‘Usra Adlı Kitabının Tercümesi), çev. Kıvameddin Burslan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2016, s. 5-6.
  24. Sevim-Merçil, age., s. 34-35.
  25. Zahîru’d-dîn Nîşâbûrî, Selçuknâme, çev. Ayşegül Fidan, Kopernik Yayınları, İstanbul 2018, s. 82- 83; İbrâhim Kafesoğlu, Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014, s. 27.
  26. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005, s. 108- 109; Özgüdenli, Türk-İran…, s. 55.
  27. İbrâhim Yinal’ın isyanları için bk. Cihan Piyadeoğlu, “Selçuklu Hanedanının Önemli Bir Mensubu İbrâhim Yınal”, Türkiyat Mecmuası, C XXIII/S. 2, Güz 2013, s. 132-139.
  28. Salim Koca, “Tuğrul Beyden Sonra Selçuklu Devletinde Yaşanan Otorite Bunalımı Alp Arslan Tarafından Nasıl Giderildi?”, Bilig, S. 3, 1996, s. 81; Piyadeoğlu, agm., s. 132.
  29. Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân fî Târîhi’l-Âyân’da Selçuklular, çev. Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s. 138; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi Alp Arslan ve Zamanı, C III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2016, s. 62; Erdoğan Merçil, Kirmân Selçukluları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s. 23. Fazlûye için bk. Cihan Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular Yeni Bir Devrin Başlangıcı, Kronik Yayınları, İstanbul 2020, s. 158-161.
  30. Cihan Piyadeoğlu, Sultan Alp Arslan Fethin Babası, Kronik Yayınları, İstanbul 2016, s. 112.
  31. Köymen, Büyük Selçuklu…, C III, s. 85-86, 89.
  32. Muhammed bin Hâvendşâh bin Mahmûd Mîrhând, Ravzatu’s-Safâ fî Sîreti’l-Enbiyâ ve’l- Mülûk ve’l-Hulefâ (Tabaka-i Selçûkiyye), çev. Erkan Göksu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2018, s. 106; Piyadeoğlu, Sultan Alp Arslan, s. 106, 129-130.
  33. Mîrhând, age., s. 106.
  34. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 59; Mîrhând, age., s. 105; Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’dDüvel Selçuklular Tarihi Horasan-Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları, C I, Yay. Ali Öngül, Akademi Kitabevi, İzmir 2000, s. 38; Turan, Selçuklular…, s. 158; Köymen, Büyük Selçuklu…, C III, s. 48; Cihan Piyadeoğlu, Güneş Ülkesi Horasan Büyük Selçuklular Dönemi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2012.
  35. Melikşah-Toganşah ilişkisi için bk. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 249-250; Sadi S. Kucur, “Şair Bir Selçuklu Şehzadesi: Melik Toganşah ve Sikkeleri”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 32, Temmuz 2024, s. 698, 700-703.
  36. Mîrhând, age., s. 105.
  37. Ayaz’ın atanmasıyla ilgili bk. Turan, Selçuklular…, s. 158; Piyadeoğlu, Güneş Ülkesi..., s. 55; Bülent Kaçın, “Sultan Alp Arslan’ın Oğlu Melik Şihâbü’d-Devle Ayaz İlyas”, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, S. 9, Aralık 2024, s. 34-35.
  38. Özgüdenli, Selçuklular…, s. 144.
  39. Bu menşur hakkında bilgi için bk. Bülent Özkuzugüdenli, “Büyük Selçuklu Sultanı Alp-Arslan’a Ait Bir Tayin Menşûru”, XIX. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 3-7 Ekim 2022, Bildiriler, Türk-İslam Devletleri Tarihi, C II, ed. Abdullah Kaymak-Selin Eren-Semiha Nurdan-Kübra Güney-Muhammed Özler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2024, s. 83-116.
  40. Özkuzugüdenli, agm., s. 103.
  41. Piyadeoğlu, Sultan Alp Arslan..., s. 112.
  42. Özgüdenli, Türk-İran..., s. 71.
  43. Erdoğan Merçil, “Büyük Selçuklular”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 630.
  44. Bündârî, age., s. 69; Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, C I, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014, s. 210-211.
  45. Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), çev. Hrant D. Andreasyan, notlar Edouard Dulaurer-M. Halil Yinanç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 172.
  46. Erkan Göksu, “Nizâmülmülk ve Selçuklu Iktâ’ının Şekillenmesindeki Rolü”, Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Dergisi, S. 8, Bahar 2018, s. 154.
  47. Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 153-157; Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, C I, Yay. haz. Refet Yinanç, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2020, s. 125.
  48. Bündârî, age., s. 49; Ahmed b. Mahmûd, Selçuknâme, haz. Erdoğan Merçil, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2011, s. 125; İbrâhim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Ötüken Yayınları, İstanbul 2019, s. 57.
  49. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Sadruddîn el-Hüseynî, Ahbârü’d-Devleti’s-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1999, s. 41; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 128; Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı (Karahanlılar) Kuruluş-Gelişme-Çöküş (766-1212), Paradigma Akademi Yayınları, İstanbul 2015, s. 305; Muharrem Kesik, Selçukluların Muhteşem Sultanı Melikşah, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2021, s. 67.
  50. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 92-93; Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 40; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 125.
  51. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 41; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 126.
  52. Erdoğan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s. 84.
  53. Kesik, age., s. 66.
  54. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 81-82; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 50; Kesik, age., s. 66.
  55. Bu konuda bilgi için bk. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 150-151; Merçil, Gazneliler…, s. 84.
  56. Detaylı bilgi için bk. Sefer Solmaz-Mehmet Ali Kapar, “Selçuklu Hanedanlığında Evlilikler ve Evlilik Yaşları Üzerine Bir Değerlendirme”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 51, Haziran 2024, s. 380.
  57. Merçil, Gazneliler…, s. 84.
  58. Turan, Selçuklular…, s. 199.
  59. Ahmed b. Mahmûd, age., s. 126; Ali Öngül, Selçuklular Tarihi -1 Büyük Selçuklular, Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2016, s. 77.
  60. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 40-41; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 59; Turan, Selçuklular…, s. 199; Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 196-197.
  61. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 40.
  62. Zahîru’d-dîn Nîşâbûrî, age., s. 83.
  63. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 62; Öngül, age., s. 360.
  64. Detaylı bilgi için bk. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 158-160; Müneccimbaşı, age., s. 39; Merçil, Kirmân…, s. 26-27.
  65. Kavurd’un isyan nedenleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 62; Mehmet Altay Köymen, “Kirman Selçukluları Tarihi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C II/S. 01, 1943, s. 129; Merçil, Kirmân…, s. 23-26; Öngül, age., s. 360; Nurullah Yazar, “Kirman Meliki Kavurd Bey’in Büyük Selçuklu Tahtını Ele Geçirme Teşebbüsleri”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C X/S. 19, 2011/1, s. 223-224.
  66. Kavurd’un ölümüyle ilgili detaylı bilgi için bk. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 82; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 188-192; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 120-123; Merçil, Kirmân…, s. 28-36; Köymen, agm., s. 129; Yazar, agm., s. 226-227.
  67. Merçil, Kirmân…, s. 37.
  68. Sultan Şah’ın firariyle ilgili detaylı bilgi için bk. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 194; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 126-127; Merçil, Kirmân, s. 43-44.
  69. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 40; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 127; Merçil, Kirmân…, s. 44.
  70. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bk. Merçil, Kirmân…, s. 147-153. Sultan Şah’ın kendi adına para bastırdığı bilinmektedir. Bk. Coşkun Alptekin, “Selçuklu Paraları”, Selçuklu ve Atabeglikler Tarihi Üzerine Araştırmalar, Yay. haz. Osman G. Özgüdenli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2021, s. 324-332; The British Museum, Department of Coins and Medals, https://www.britishmuseum.org/collection/object/C_1890-0604-124, son erişim tarihi: 04.04.2025; The British Museum, Department of Coins and Medals, https://www.britishmuseum.org/collection/object/C_1890-0604-126, son erişim tarihi: 04.04.2025.
  71. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 192; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 127.
  72. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 111; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 235; Müneccimbaşı, age., s. 204; Merçil, Kirmân..., s. 45.
  73. Müneccimbaşı, age., s. 204.
  74. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 111; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 235; Müneccimbaşı, age., s. 204; Merçil, Kirmân..., s. 44.
  75. Merçil, Kirmân…, s. 46; Behnam Saljooghı Khoshkar, Kirman Selçuklularında Siyasi ve İktisadi Yapı, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2020, s. 59.
  76. Merçil, Kirmân…, s. 46.
  77. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 256; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 142; Merçil, Kirmân…, s. 47. Turanşah adına 480 (1087-1088) yılında bastırılan iki sikke bulunmaktadır. Alptekin, agm., s. 333.
  78. Köymen, agm., s. 132.
  79. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 73-74; Ahmed b. Mahmûd, age., s. 134; Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 198.
  80. Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2000, s. 66.
  81. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 198, 201.
  82. Özgüdenli, Selçuklular…, s. 170. Ayrıca bk. Ali Sevim, “Tutuş”, İslam Ansiklopedisi, C 12/2, Eskişehir 2003, s. 134; Abdülkerim Özaydın, “Tutuş”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 41, İstanbul 2012, s. 446.
  83. Suriye Selçuklu Melikliği için bk. Ali Sevim, “Suriye Selçuklu Melikliği”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 764-777.
  84. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 206; Bündârî, age, s. 69.
  85. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 49.
  86. Turan, Selçuklular…, s. 200.
  87. Sevim, Suriye ve Filistin…, s. 71.
  88. Özgüdenli, Selçuklular…, s. 170.
  89. Kesik, age., s. 119.
  90. Mısır Fâtımî Halifeliği-Büyük Selçuklu ilişkilerinin gelişim seyri için bk. Süleyman Genç, Fâtımî-Abbâsî-Selçuklu Münasebetleri ve Besâsirî İsyanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 1995, s. 158; Hüseyin Kayhan, “Selçuklular-Fâtımî Halifeliği İlişkileri”, Türkler, C IV, ed. Hasan Celal Güzel-Kemal Çiçek-Salim Koca, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 754-757.
  91. Melikşah’ın Suriye, Filistin ve Fâtımîlere karşı izlediği politikaların detayı için bk. Salim Koca, “Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Suriye, Filistin Mısır Politikası ve Türkmen Beyi Atsız”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 22, 2007, s. 1-37.
  92. Tutuş’un faaliyetlerinin bölgeye etkisi için bk. Nilay Ağırnaslı, “Suriye Selçuklu Meliki Tâcü’d-Devle Tutuş’un Faaliyetlerinin Bölgede Yaşanan Siyasi ve Askeri Gelişmeler Üzerine Etkisi”, Cappadocia Journal of History and Social Sciences, Vol. 15, October 2020, s. 246-267.
  93. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 98-99, 102, 107; Bündârî, age., s. 67; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 200, 208, 226, 231.
  94. Erdoğan Merçil, “Emîr Savtegin”, Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 6, Ekim 1975, s. 63-65, 67.
  95. Ahmed b. Mahmûd, age., s. 88; Köymen, Büyük Selçuklu…, C III, s. 117.
  96. Gürcistan Tarihi Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar, Gürcüceden çev. Marie Félicité Brosset, çev. Hrand D. Andreasyan, Yay. haz. Erdoğan Merçil, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2003, s. 293.
  97. Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 179.
  98. Sadruddîn el-Hüseynî, age., s. 39. Bu eserde (s. 21, 30, 39-40, 43) Savtegin’in adı “Sutekin” şeklinde geçmektedir.
  99. Bündârî, age., s. 48; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 25; Merçil, Kirmân…, s. 39.
  100. Merçil, Kirmân…, s. 39; Kesik, age., s. 72.
  101. Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 54.
  102. Gürcistan Tarihi…, s. 302-303; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 127.
  103. Şeddâdîler için bk. Gülay Öğün Bezer, “Şeddâdîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 38, İstanbul 2010, s. 409-411.
  104. Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 222.
  105. Gürcistan Tarihi…, s. 303.
  106. Cahen, age., s. 94; Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 222.
  107. Gürcistan Tarihi..., s. 303; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 127.
  108. Turan, Selçuklular…, s. 200; Merçil, “Emîr Savtegin”, s. 72.
  109. Gürcistan Tarih…, s. 304, 306.
  110. Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 114; Piyadeoğlu, Büyük Selçuklular…, s. 223.
  111. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 261; Turan, Selçuklular…, s. 202; Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 115.
  112. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 266; Merçil, “Emîr Savtegin”, s. 72; Erdoğan Merçil, “Selçuklularda Zengin Emîrler”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C XXVIII/S. 1, 2013, s. 195.
  113. Aydın Usta, “Ünlü Selçuklu Kumandanı Sadüddevle Gevherayin”, Prof. Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan, ed. Emine Uyumaz-Muharrem Kesik-Aydın Usta-Cihan Piyadeoğlu, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2013, s. 96-97.
  114. İbnü’l-Esîr, age., C IX, s. 465; Usta, agm., s. 97.
  115. Abdurrahman İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümem’de Selçuklular (H. 430-485 = 1038- 1092), seçme, çev. değerlendirme Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014, s. 101.
  116. Kesik, age., s. 78-79.
  117. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 75; Bündârî, age., s. 41.
  118. Usta, agm., s. 99.
  119. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 91.
  120. İbnü’l-Cevzî, age., s. 119; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 193.
  121. Usta, agm., s. 101.
  122. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 99; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 203-204; Usta, agm., s. 102.
  123. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 193, 204.
  124. Nizâmülmülk-Fahrüddevle gerginliğinin detaylı nedeni için bk. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 193, 204.
  125. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 204.
  126. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 106.
  127. İbnü’l-Cevzî, age., s. 127.
  128. İbnü’l-Cevzî, age., s. 126-128; Bündârî, age., s. 53-55; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 224-226.
  129. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 224-225.
  130. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 108; Bündârî, age., s. 52.
  131. Mehmet Nadir Özdemir, “Abbasi Halifeleri ile Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 24, 2008, s. 323.
  132. Çalışmamızda Gevherâyin ve icraatları konumuzu ilgilendirdiği kadarıyla ele alınmıştır. Dolayısıyla Gevherâyin’in bundan sonraki hayatı ve faaliyetleri için bk. Usta, agm., s. 96-111.
  133. Usta, agm., s. 104-105.
  134. Abdurrahim Tufantoz, “Mervânîler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 29, Ankara 2004, s. 231.
  135. Salim Koca, “Diyâr-ı Bekr Bölgesinde Kurulmuş Türk Devletleri ve Beylikleriyle İlgili Tarihî Şahıs ve Yer Adlarının Türk Kültürü Bakımından Anlam ve Değeri”, Gazi Türkiyat, C I/S. 2, 2008, s. 4.
  136. Kesik, age., s. 153.
  137. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 227; Turan, Selçuklular…, s. 202; Özgüdenli, Selçuklular…, s. 172; Kesik, age., s. 153.
  138. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 34, 38-39; İbnü’l-Verdî, Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular, çev. Mustafa Alican, Kronik Yayınları, İstanbul 2017, s. 44; Kafesoğlu, Sultan Melikşah..., s. 74-75.
  139. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 107; Bündârî, age., s. 54; Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 250-251.
  140. Kafesoğlu, Sultan Melikşah…, s. 76.
  141. Sıbt İbnü’l-Cevzî, age., s. 255. Ayrıca bk. İbnü’l-Cevzî, age., s. 136; İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 122; Bündârî, age., s. 74.
  142. Gönderilen komutanlar hakkında detaylı bilgi için bk. Bündârî, age., s. 75; Turan, Selçuklular..., s. 202; Kesik, age., s. 154-155.
  143. Koca, “Diyâr-ı Bekr”, s. 5.
  144. Gülay Öğün Bezer, “Harput’ta Bir Türkmen Beyliği Çubukoğulları”, Belleten, C LXI/S. 230, Nisan 1997, s. 67-92.
  145. Köymen, Selçuklu Devri…, s. 156-159; Koca, “Diyâr-ı Bekr…”, s. 5.
  146. Köymen, Selçuklu Devri…, s. 159.
  147. İbnü’l-Esîr, age., C X, s. 143; Bündârî, age., s. 77; Kesik, age., s. 161.