Giriş
Osmanlı sarayının bîrûn denilen dış hizmet birimleri arasında yer alan ve imparatorluğun sanatsal faaliyetlerinin yürütüldüğü bir teşkilat olarak Cemâat-i Ehl-i Hiref-i Hâssa adıyla faaliyet gösteren Saray sanatkârları zümresi, bünyesinde barındırdığı sanatçı ve zanaatçı sınıflarıyla sarayın ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda eserler üreterek Osmanlı sanatının gelişip şekillenmesinde öncü rol oynamıştır. Sayıları, yaptıkları işe ve ihtiyaca göre değişen bu sanatkârların teşkilatına dair en önemli bilgiler Ehl-i hiref mevâcib (maaş) defterlerinde bulunmaktadır. Osmanlı arşiv kayıtlarında 16. yüzyıl başlarından 18. yüzyıl sonlarına dek örneklerine rastlanan bu defterlerde, sanatkârların ve yetişmekte olan öğrencilerinin isimleri, menşeleri, yevmiye üzerinden ödenen maaşları ve ölüm kayıtları yer alırdı. Teşkilata dair tüm resmî yazışmalar, bağlı bulundukları Enderun Hazinedarbaşısı’nın arzıyla yapılır, üç aylık maaşları da onun vasıtasıyla dağıtılırdı[1].
Sultan II. Mehmed döneminde (1451-1481) önce Edirne Sarayı ve ardından İstanbul’un fethi sonrası inşa edilen Eski ve Yeni Saraylarda başlayan Ehl-i hiref yapılanması, bir teşkilat olarak esas gelişimini Sultan II. Bayezid devrinde (1481-1512) gösterdi[2]. Şüphesiz bunda, hükümdar ve çevresinin sanatı ve sanatçıyı destekleyen, himaye eden politikalarının önemi büyüktü[3]. Fatih’in nakkaşlar için saray bünyesinde bir nakkaşhane tesisi, portre ve madalyonlarını yaptırmak için İtalya’dan sanatçılar davet etmesi, Otlukbeli Savaşı’ndan (1473) sonra Akkoyunlu bazı ilim ve sanat erbabını getirtmesi Osmanlı sanatının 16. yüzyılda ulaştığı zirvenin başlangıcını oluşturdu. II. Bayezid devrinde sanat ve sanatçıyı himaye Fatih dönemiyle kıyaslanamayacak derecede arttı. Hükümdarlığı öncesi 27 yıl valilik yaptığı Amasya’daki kültürel zenginlik ve üretilen eserlerin yoğunluğu tahta çıktığında da sürdü[4]. Sultan I. Selim (1512-1520) ve I. Süleyman (1520-1566) devirlerinde doğu ve batı sınırlarında yapılan yeni fetihler ve kazanılan askerî zaferler sonucu Osmanlı Sarayında istihdam edilen sanatkâr sayısı artmaya devam etti. Kanûnî’nin 46 yıllık saltanatı ise Ehl-i hiref teşkilatının tam manasıyla gelişimini tamamladığı bir dönem oldu[5].
Osmanlı coğrafyasında Tebrizli sanatkârların izine ise İstanbul’un fethinden önce Bursa ve Edirne’de rastlanmaktadır. Timur’un, Ankara Savaşı’nın (1402) ardından Semerkant’a dönerken beraberinde bazı âlim ve sanatkârları götürdüğü bilinmektedir. Bunlar arasında, sonraki tarihlerde Bursa Yeşil Külliye’nin (1419-1424) süslemesinde çalışmış olan Nakkaş Ali de bulunmaktadır. Nakkaş Ali, Semerkant’ta nakkaşlık sanatını öğrenmiş ve 1410’lu yıllarda Bursa’ya dönerken beraberinde başka Tebrizli ustaları da getirmiştir. Elbette bunda, on bir yıl süren taht mücadelesinin ardından başa geçen Sultan I. Mehmed (1413-1421) ve veziri Hacı İvaz Paşa’nın sanatçıyı davet, himaye ve destek politikasının tesiri büyüktür. Tebrizli usta grupları, Sultan II. Murad devrinde (1421-1451) Bursa ve Edirne’de inşa edilen yapılarda da çalışmalarını sürdürmüşlerdir[6].
Bu dönemde Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah’ın (1438-1467) hâkimiyetinde olan Tebriz, 1469 yılında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından ele geçirildi[7]. Başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e taşıyan Uzun Hasan zamanında şehir, devrin âlim, şair ve sanatkârlarının himaye görüp toplandığı bir kültür ve sanat merkezi haline geldi[8]. Osmanlılarla yapılan 1473 Otlukbeli Savaşı ile Akkoyunlulara hizmet eden İsfahanlı, Şirazlı, Tebrizli sanatçılar ve astronom Ali Kuşçu gibi bilginler İstanbul’a göç etseler de Tebriz sanatçılar için bir merkez olma hüviyetini kaybetmedi. 1501 yılında Akkoyunlu hâkimiyetine son vererek devletini kuran Safevî hükümdarı Şah İsmail, İran coğrafyasının meşhur sanatçılarını Tebriz’deki sarayında istihdam ederek himayesi altına aldı[9].
Tebriz ve civarından Anadolu’ya ilim ve sanat erbabının göçü aslında Selçuklular zamanında başlamıştı. Moğolların 13. yüzyıl başlarında bölgeye düzenlediği ilk akınlar sonrasında birçok âlim, sanatkâr ve tüccar Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Bu durum Anadolu’daki ilim, kültür ve sanat ortamının genişlemesine önemli katkılar sağladı[10]. İran’daki siyasî rekabetin 14. yüzyıl sonlarından itibaren kültürel alana da yansıması, hükümdarlar nezdinde bilim adamları ve sanatçıları himayenin önemini daha da artırdı[11]. Savaşların ardından göçürülenler dışında, Tebrizli sanatkârların 15. yüzyıldaki hami tercihlerini belirleyen en önemli etken ise kendilerine sunulan cazip teklif ve davetlerdi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u aynı zamanda bir kültür ve sanat başkenti haline getirebilmek için İran başta olmak üzere doğunun ve batının meşhur bilim adamlarını ve sanatkârlarını sarayına davet etti. Hediyeler göndererek ve yüksek ücretler ödeyerek çalışmalarını Osmanlı sarayına sunmaları için onları teşvik etti. Şah İsmail’in 1501 yılında Şiiliği Safevî devletinin resmî mezhebi olarak ilan etmesi de İran’daki Sünni âlim ve sanatkârların Osmanlıya göçünü hızlandırdı. Bunda, şehzadeliğinden itibaren sanata ve sanatçıya verdiği destekle bilinen Sultan II. Bayezid’in hamiliği önemli bir etkendi[12].
23 Ağustos 1514 tarihinde vuku bulan Çaldıran Savaşı[13], sonuçları itibariyle Osmanlıya doğunun kapılarını açan büyük bir zaferdi. Elde ettiği galibiyet sonrası Sultan Selim, Safevî başkenti Tebriz’e girdiği 6 Eylül tarihinden bir hafta önce, 30 Ağustos’ta Vezir Dukakinzâde Ahmed Paşa ve Defterdar Pîrî Çelebi’yi, Sekbanbaşı emrindeki beş yüz yeniçeri ile birlikte şehre gönderdi. Görevleri, şehrin idaresini ele alıp güvenliğini sağlamak ve Şah İsmail’in geride bıraktığı kıymetli eşyayı tespit edip muhafaza altına almaktı[14]. Bu doğrultuda, Tebriz’deki Heşt Behişt Sarayı’nda bulunan eşyalar ve sanatkârlar 2 Eylül tarihi itibariyle kayıt altına alındı[15].
Hazırlanan defterde; Zerger Mirek ve Hüdâbahş oğlu Maksud Ali, Zerkeş Ahmed, Zernişânî Derviş Ali, Zerdûz Han Ali-i Horasânî, Hoca Kici Beğ, Hâtun Beğ, Hâtun, Aziz Paşayı, Bahâaddin Ali, Muhib Paşayı ve Habîbe Sultan, Kâtip Mevlânâ Fethullah, Nakkāş Şah Kulu, Hüseyin-i Rûmî, Şah Mahmud, Hüseyin, Şemseddin Ali, Ali Han ve Hoca Beğ gibi usta sanatkârların üzerinde çalıştıkları kıymetli eserlerin listesi verildi. İçlerinde, Nakkaş Ali Han tarafından süslemeleri yapılıp bir-iki aylık işi kaldığı belirtilen ak, kızıl ve yeşil renkte üç otak da bulunmaktaydı. İlaveten, cebecilerden Seyyid Kutbeddin Haydar ve Cafer Ali, Siperdûz Hoca Hâfız-ı Horasânî, Kûfteger Muhammed Can, hayyâtlardan Cafer, Hüseyin ve Abdüssamed’in çalışmaları listelendi. Enderun’da bulunan irili ufaklı pek çok sandık eşyası, Mehterhane’de mevcut otak, hayme ve sâyebânlar ile Şah İsmail’in beğlerine ait olup Ehl-i hiref zimmetinde kalan eşyalar kaydedildi. Son olarak da sarayda bulunan farklı sanat sınıflarına mensup bir grup sanatkârın ismine yer verildi.
Tebriz’de dokuz gün kalan Sultan Selim, Amasya’da kışlamak üzere 15 Eylül tarihinde şehirden ayrıldı. Yola çıkmadan üç gün önce de kentin ileri gelenlerinin, meşhur sanatkâr ve tüccarlarının, Şah’ın Horasan’dan Tebriz’e sürdükleri de dâhil olmak üzere, aileleriyle birlikte İstanbul’a göçürülmesi emrini verdi[16]. Kapıkulu askerlerinin korumasında yola çıkan bini aşkın kişi[17], Amasya’da geçirdikleri kışın ardından 1515 yılının Mart ve Nisan aylarında peyderpey, kafileler halinde İstanbul’a gönderildi[18]. Başkente getirilerek Saray hizmetine alınan sanatkârların pek çoğu, zaman içerisinde Ehl-i hiref teşkilatının ilgili sanat sınıflarına kaydedildi. Çalışma konumuzun esasını da işte bu sanatçılar yani günümüze ulaşan en erken tarihli Ehl-i hiref maaş defterlerinde (1526-1566) kayıtlı Tebrizli sanatkârlar oluşturmaktadır. Amacımız, bu defterlerdeki verilerden hareketle sanatçıların isimlerini, kuruma giriş şekillerini ve tarihlerini, aile bilgilerini, maaşlarını, hizmet sürelerini, yaklaşık ölüm tarihlerini ve hangi sanat dalında kaç kişi çalıştıklarını tespit edebilmektir.
Araştırmamızın ana kaynağı ve başlangıç noktası 1526 tarihli Ehl-i hiref teftiş defteridir[19]. Elimizdeki en erken tarihli defter oluşu ve içerik bakımından başka bir örneğine rastlanmayışı bu defteri eşsiz kılmaktadır. Tutulduğu tarih itibariyle Sultan II. Bayezid, I. Selim ve I. Süleyman devri sanatkârlarının isim, köken ve kuruma intisaplarına dair verdiği bilgiler son derece kıymetlidir. Tebrizli sanatkârların Osmanlı sarayına mensubiyetleri de en net ve doğru şekilde bu defterde görülmektedir. O yüzden, çalışmamızın başlangıcı ve hazırladığımız sanatkâr listelerinin temeli buradan elde edilen verilere dayanmaktadır. Tespit edilen sanatkârların izleri ve kuruma sonradan dâhil olanların isimleri ise Kanunî döneminde tutulmuş 1545[20], 1557-58[21], 1564[22] ve 1566[23] tarihli diğer Ehl-i hiref defterlerinden takip edilmiştir. Tebriz’den getirilen az sayıdaki Horasan, Merv, Şiraz, İsfahan, Çerkes ve Gürcü kökenli sanatkârlar da ayırım yapılmaksızın çalışma kapsamına alınmıştır. Safevî hâkimiyetindeki bölgelerden geldiklerine dair haklarında hiçbir açıklama bulunmayanlar ise değerlendirme dışı tutulmuştur.
Bu çalışmada, Tebrizli sanatkârların hangi üslupta eserler verdikleri, ne tür projelerde yer aldıkları, bir ekol oluşturup oluşturmadıkları, bulundukları sanat sınıfına ve Osmanlı sanatına katkıları gibi sanat tarihçilerinin uzmanlık sahalarına giren konular ele alınmamaktadır. Bir teşkilat tarihi araştırması olan makalemizde, öncelikle Tebrizli sanatkârların Osmanlı sarayına mensubiyetlerinin arttığı Sultan II. Bâyezid ve I. Süleyman devirleri arasındaki Ehl-i hiref sayıları aydınlatılmaya çalışılmıştır. Ardından da Tebrizli sanatçıların Ehl-i hirefe nasıl ve ne zaman dâhil oldukları, öncesinde istihdam edildikleri saray birimleri, sayıları, teşkilat içerisindeki oranları ve hangi sınıflarda yoğunlaştıkları Kanunî dönemi verilerinden hareketle oluşturulan sanatkâr listesi üzerinden tespit edilerek değerlendirmelere gidilmiştir.
Ehl-i Hiref Sınıfları ve Sayıları (1501-1526)
Ehl-i hiref maaş defterlerinde kayıtlı sanatkârların sayısı ve mensup oldukları sanat sınıfları hakkında bugüne dek ulaşılabilen en eski belge, Sultan II. Bayezid dönemine ait olduğu bilinen tarihsiz bir mevâcib defteridir. Yaptığımız inceleme neticesinde, 907-910 (1501-1505) yılları arasındaki dört yıldan birine ait olduğunu tespit ettiğimiz bu yıllık maaş icmal defterinde[24] Ehl-i hiref mevcudu 360 olarak belirtilmiştir. Sanatçı isimlerinin yer almadığı, 42 sanat sınıfının adı, mensuplarının sayısı, aylık ve yıllık ödenen maaş miktarının yazılı olduğu defterde; hattatlar (8 kişi), güreşçiler (12 kişi), marangozlar ile çıkrıkçılar (mimarlarla birlikte 21 kişi) Kanunî dönemi kayıtlarından farklı olarak ehl-i hiref dışında tutulmuştur. Ömer Lûtfi Barkan tarafından yayımlanan bu kıymetli belge, önemine binaen tekrar gözden geçirilmiş ve ilgili başlık, neşrindeki bazı hatalar[25] düzeltilmek suretiyle tablolaştırılarak aşağıda yeniden verilmiştir.
Devletin maaşlı çalışanları arasında yer alan Ehl-i hiref mensuplarına dair en ayrıntılı bilgiler mufassal maaş defterlerinde bulunmakla birlikte, üç aylık ya da yıllık tutulan maaş icmal defterleri de sayılar ve ödenen toplu ücretler bakımından önemli veriler içermektedir. 907-910 (1501-1505) yılları arasındaki dört yıldan birine ait olan yukarıdaki belge ile 1526 tarihli maaş defteri arasındaki 20-25 yıllık boşluğu dolduranlar da bu defterlerdir. İçlerinde en erken tarihlilerinden biri, II. Bayezid’in vefatı öncesine ait Şevval-Zilhicce 917 (22 Aralık 1511-18 Mart 1512) tarihli üç aylık mevâcib defteridir. Buradaki kayıtta Ehl-i hiref ile müşâherehorân cemaati toplamı 897 kişi olarak verilmiştir.[26] Bu verinin çözümlenmesi iki yıl sonrasına ait kayıtlarla mümkün olabilmektedir. Sultan I. Selim’in Çaldıran Zaferi öncesine ait Rebî‘ülâhir-Cemâziyelâhir 920 (26 Mayıs-21 Ağustos 1514) tarihli defterde Ehl-i hiref sayısı 326, müşâherehorân sayısı 597, ikisinin toplamı ise 923’tür.[27] Bu bilgi, Sultan II. Bayezid’in vefatında Ehl-i hiref mevcudunun yine 325 civarında olduğunu göstermektedir.
Üç aylık mevâcib defterlerinde kayıtlı verilerden tertip edilmiş aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, 1514 yılı sonrası geçen altı yılda kurum bünyesindeki sanatkâr sayısı 100 kişi (%30) artmış ve Yavuz’un vefat ettiği 1520 yılı sonunda 425’e ulaşmıştı. Sultan Süleyman’ın tahta çıkışıyla birlikte bir yıl içerisinde bu sayıya 121 kişi daha ilave oldu ve toplam mevcut 546’yı buldu. Bu hızlı artışta, şehzadeliğinde kapı halkı arasında olan sanatkârların Sultanla birlikte İstanbul’a getirilerek Ehl-i hiref kadrosuna dâhil edilmesinin de payı vardı. 1526 kayıtlarına göre bu şekilde gelenlerin sayısı otuzdu. Şubat-Mayıs 1523 ve 1524 yılındaki alımlarla birlikte teşkilata bağlı sanatkâr sayısı 612’ye, ödenen yıllık maaş tutarı da yaklaşık 1,5 milyon akçeye ulaştı.
Çalışmamızın ana kaynakları arasında bulunan Kanunî dönemine ait dört adet Ehl-i hiref maaş defterinden 1526 tarihli ilk deftere göre, kuruma bağlı 38 sanat sınıfına mensup sanatkâr sayısı 598’dir. Bu da 1514 yılı sonrası geçen 12 yılda teşkilattaki sanatçı istihdamının %85 oranında arttığını ortaya koymaktadır. Bu sayı, 1545 tarihli ikinci defterde 779’a yükselmiş, 1557-58 tarihli üçüncü defterde 597, 1566 tarihli dördüncü defterde ise 639 olmuştur. Aşağıdaki tablo ise Sultan II. Bayezid ve I. Süleyman devri kayıtlarından hareketle 1501-1505 ve 1526 yıllarında Ehl-i hiref çatısı altında yer alan sanat sınıflarını ve sayılarında yaşanan değişimi göstermektedir.
Kanunî dönemine ait olup maaş defteri niteliği taşımayan, ancak içerdiği bilgi oldukça kıymetli olan bir diğer kaynak da 1564 tarihli Ehl-i hiref yoklama defteridir. Defterde, hayatta olan teşkilat mensupları güncel maaş defterinden, vefat etmiş olanlar ise geçmiş yıllara ait defterlerden kontrol edilip kaydedilmiştir. Elde edilen sonuçlar defterin ilk sayfasında özetlenmiş, 438 kişinin hayatta 601 kişinin de vefat etmiş olduğu bilgisi verilmiştir. Bu defterin önemi, farklı sanat sınıflarına mensup sanatkârların “zinde” ve “müteveffa” başlıkları altında isim isim kaydedilmiş olmasıdır. Bu da biz araştırmacılara 1526, 1545 ve 1557-58 tarihli maaş defterlerindeki verilerden hareketle, 1564 yılından önce ölmüş sanatçılar için bir vefat tarih aralığı verme imkânı sağlamaktadır. Tutulan bu defter için yapılan taramalarda geriye doğru hangi tarihe kadar gidildiğini yani bakılan en eski defterin tarihini netleştirmek mümkün olmamıştır. Ancak, defterde yer almayan Tebrizli sanatkârlardan Nakkaş Hoca Beğ ve Kuyumcu Yâdigâr’ın Ocak 1532’de hayatta oldukları bilgisi[36], en azından bu tarihe kadar inilmediğini göstermektedir. 1545 yılı öncesi vefat etmiş sanatkârların ölüm tarihlerine dair farklı kaynaklardan elde edilecek yeni bilgiler, geçmişe yönelik 25-30 yıllık bir taramayla hazırlandığını düşündüğümüz bu defterin başlangıç noktasını tespit etmeyi kolaylaştıracaktır.
Tebrizli Sanatkârlar (1526-1566)
1526 tarihli Ehl-i hiref teftiş defteri, kayıtlı 598 sanatkârın hangi padişah döneminde teşkilata dâhil olduklarına dair önemli bilgiler içermektedir. Buna göre; sanatkârların 7’si Sultan II. Mehmed, 111’i II. Bayezid, 215’i I. Selim, 265’i ise I. Süleyman devrinde deftere kaydedilmiştir. Çıkan sonuç, Sultan Süleyman’ın tahta çıkışından itibaren altı yıl içerisinde kurum bünyesinde ciddi sayıda sanatçı istihdam edildiğini göstermektedir. Bu artışın sonraki yirmi yılda da sürdüğü 1545’te sayının 779’a yükselmesinden anlaşılmaktadır. Öte yandan, söz konusu defterde kayıtlı Tebrizli sanatkâr sayısının da 58 olduğu görülmektedir. Bunlardan 5’inin Sultan II. Bayezid, 16’sının I. Selim, 37’sinin de I. Süleyman devrinde Ehl-i hiref kadrosuna alındıkları tespit edilmiştir.
1526 teftişi, bu dönem sanatçı istihdamında İstanbul ve Edirne Harc-ı Hassa Eminliklerinin[37] de etkin rol üstlendiğini ortaya koymaktadır. 598 sanatçıdan 58’inin (%9,7) kuruma atanmadan önce maaşlarını buralardan aldıkları bilgisi, Osmanlı sarayında Ehl-i hiref kadrosunda bulunmayan başka sanatçıların varlığına delil teşkil etmektedir. Kanûnî öncesi saray hizmetine alınan bu 58 kişinin 50’sine İstanbul, 8’ine Edirne Harc-ı Hassa Eminliğinden maaş bağlandığı görülmektedir. İçlerinde Tebrizli olup olmadığı araştırıldığında ise karşımıza Yavuz’un 1514 Çaldıran Zaferi sonrası Amasya üzerinden İstanbul’a getirttiği sanatkârlar çıkmaktadır. Listeler incelendiğinde, haklarında o dönem Tebriz’den sürgün geldikleri şeklinde açıklama yapılan sanatçı sayısının 35 olduğu, bunlardan 23’ünün Ehl-i hiref kadrosuna alınmadan önce İstanbul (18 kişi) ve Edirne (5 kişi) Hassa Harcı’ndan maaş bağlanarak sarayda istihdam edildikleri tespit edilmiştir. Örneğin, içlerinde meşhur Şah Kulu’nun da bulunduğu yedi nakkaşın Ehl-i hirefe dâhil edilmeden önce İstanbul Hassa Harcı’ndan maaş aldıkları bilgisi kayıtlarda yer almaktadır.
1515 yılında İstanbul’a getirilen Tebrizli sanatkârların sayısı hakkında ise net bir bilgiye sahip değiliz. Ancak önemli bir kısmına saray hizmetine girer girmez Ehl-i hiref kadrosu tahsis edilmediğini biliyoruz. Bu konudaki mühim belgelerden biri de Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde kayıtlı 9784 numaralı defterdir. Tek varaklık, tarihsiz bu defterde Tebriz’den getirilen bir grup sanatkârın listesi yer almaktadır. İçlerinde Zerger Derviş Muhammed gibi 1526 kayıtlarında Tebriz’den sürgün geldiği belirtilen sanatçıların bulunması, belgenin 1515 tarihli olduğunu kanıtlamaktadır. Aşağıda tablo haline getirilmiş listede 16 nakkaş, farklı dallardan 18 sanatkâr ve 4 de sâzende olmak üzere 38 kişinin ismi yazılıdır. Ayrıca yanlarında 23 kişiden ibaret sanatlarında ustalaşmış oğulları bulunmaktadır[38].
Toplam 61 kişiden oluşan bu sanatçı topluluğu içinde isimleri yazılı 38 kişiyi 1526 tarihli Ehl-i hiref defterinde aradığımızda karşımıza sadece üç kişinin adı çıkmaktadır. Bunlar; kuyumcular sınıfından Derviş Muhammed, Hoca Gelen/Hoş Gelen ve Sultan Kulu adlı sanatçılardır. Kalan 35 kişiden 10’unun izine ise 1545 tarihli defterde rastlanmaktadır. Bunların yedisi nakkaşlardan olup isimleri; Şah Muhammed, Ali Beğ, Ahî Beğ, Abdülhâlık, Abdülfettah, Mîr Aga/Emir Ağa ve Ali Kulu’dur. Diğerleri de Kâtip Abdülvâhid, Misger Hâcegî ve Camcı Hacı Muhammed’dir. Üç sanatçının adı ise 1564 yılı itibariyle Ehl-i hiref mensuplarından hayatta olan ve olmayanların listesinin çıkartıldığı yoklama defterinde bulunmaktadır. 1526 sonrası kuruma alınıp 1545 öncesi vefat eden bu üç isim Hakkâk Sultan Ali, Kûfteci Mîr Hüseyin ve Kâtip Sultan Ali’dir. Geriye kalan 22 kişinin akıbetine dair elimizdeki defterlerde bir kayda rastlanmamıştır. Elde edilen tüm bu bilgiler Sultan Bayezid, Selim ve Süleyman devrinde saray hizmetine girmiş sanatkârların tamamının Ehl-i hiref kadrolarında yer almadığını, Tebriz’den getirilenlerin büyük bir kısmının da uzun süre İstanbul ve Edirne Hassa Harcı’ndan maaş bağlanmak suretiyle sarayda çalıştırıldıklarını göstermektedir.
İncelemelerimiz neticesinde tespit edebildiğimiz, günümüze ulaşan en erken tarihli Ehl-i hiref maaş defterlerinde kayıtlı Tebrizli sanatkâr sayısı 90’dır. Dört maaş bir de yoklama defterinden çıkartılan bu sayı içerisinde 1526 kayıtlarında yer alanlar çoğunluğu teşkil etmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere, bu tarihteki Ehl-i hiref mevcudunun 58 kişi ile yaklaşık %10’unu oluşturan Tebrizli sanatkâr sayısı 1545’te 46’ya (%5,9) inmiş, 1557-58 tarihinde yarıdan fazla azalarak 22’ye (%3,7) gerilemiş, 1566’da ise 15’e (%2,3) düşmüştür. Vefatlardan kaynaklı bu eksi yöndeki gidişat sonraki yıllarda da devam etmiştir. 1526 ve 1545 verileri, Tebrizli sanatkârların Ehl-i hiref kadrolarında en yüksek sayıya 1530’lu yılların başında ulaştığını göstermektedir. Maaş defterlerine peyderpey kaydedilen bu sanatkârlar arasında çoğunluğu oluşturanlar ise nakkaşlar[39] ile kuyumculardı. Sayılarındaki artışın bir sonucu olarak 1526 yılı sonrasında bu sanat sınıflarına ait kadrolar ikiye bölündü. 1545 kayıtlarında görüldüğü üzere, nakkaşlar ve kuyumcular arasında Anadolu ve Rumeli kökenliler için Bölük-i Rûmiyân, Tebriz kökenliler için de Bölük-i Acemân teşkil edildi. Bu iki ayrı bölük uygulamasına ancak Tebrizli sanatkâr sayısının vefatlar nedeniyle giderek azaldığı Kanunî dönemi sonrasında son verildi[40].
Söz konusu kırk bir yıllık dönemde, isimlerini tespit ederek ekte tablolar halinde verdiğimiz yirmi sanat sınıfına mensup 90 sanatçının 25’i (%28) nakkaşlardan oluşmaktadır. İçlerinde, Sultan II. Bayezid devrinde Ehl-i hirefe dâhil edilip 1526 yılı itibariyle hayatta olan beş sanatçı vardır. Bunlar; Hasan bin Muhammed, Ressâm Hasan bin Abdülcelil, Melek Ahmed ve oğulları Muhammed ile Ali’dir. Hasan bin Muhammed’in, II. Bayezid’in saltanatının ilk on yılında yani 1481-1490 yılları arasında saray hizmetine girdiği hakkındaki açıklamada yer almaktadır. Keza, Yavuz Sultan Selim’in Tebriz’deki Safevî sarayından getirttiği Ressâm Şah Kulu’nun Bağdatlı olduğu da 1545 tarihli maaş defterinde yazılıdır. 1515-1566 yılları arasında hayatta olup en az 51 yıl saray hizmetinde bulundukları anlaşılan dört Tebrizli nakkaşın isimleri ise Şah Muhammed, Ahî Beğ, Ali Kulu ve Emir Ağa’dır.
Ehl-i hiref kadrolarında Tebrizli ikinci kalabalık grup 18 sanatçı (%20) ile zergerân yani kuyumculardır. 1526’da günlük 26 akçe ile en yüksek maaşı alan Hoca Mircan’ın Muzaffer, Ahmed, Muhammed ve Mustafa; Maksud Ali’nin de Derviş ve Burhan adlı oğullarının olduğu ve aynı sınıf içerisinde yer aldıkları bu defterlerde kayıtlıdır. 1526-1566 yılları arasında hayatta olan iki kuyumcu ise Muzaffer bin Mircan ve Şah Hüseyin bin Şah Hasan adlı sanatçılardır. Kuyumculardan sonra sıralamada üçüncü sırayı 9 kişi (%10) ile zernişânî denilen altın kakmacılar almaktadır. Altından motifleri kakma yöntemiyle yerleştiren bu sanatkârlar arasında, 1566 yılında hayatta olup en az kırk bir yıl kurumda çalıştıkları bilinen üç isim; Hüseyin bin Cemaleddin, Mesud-ı Şirâzî ve Ayas Çerkes’dir. Ayrıca, Tebriz’den getirildikten sonra Sultan Selim zamanında vefat eden Zernişânî Kâsım’ın Muhammed ve Ali isimli iki oğlu da aynı sınıf içerisinde yer almaktadır.
Tebrizli sanatkârların 52’sinin (%58) mensup olduğu bu üç sanatçı topluluğunun dışında kalan 38 kişi (%42) ise on yedi sanat sınıfına dağılmıştır. İçlerinde, Zerdûz Beşâret Gürcü ve Hattât Abdülvâhid gibi yarım asrı aşkın sarayın himayesinde çalışmalarını sürdüren sanatkârlar vardır. Ayrıca, Ehl-i hirefle ilgili araştırmalarda “keştigerân” şeklinde hatalı bir okumayla saray kayıklarının yapım, onarım ve bakımından sorumlu sanatçılar olarak tanımlanan sınıfın aslında küştigîrân yani güreşçiler olduğu tespit edilmiştir. 1557-58 tarihli maaş defterinde Türkçe adıyla verilen bu sınıf içerisinde, Kanunî döneminde saraya alınmış Acem menşeli Kemal, Şah Kulu ve Pars adlı üç güreşçi yer almaktadır. “Müteferrika-i Ehl-i Hiref” başlığı altında farklı sanatlar icra eden az sayıdaki sanatkârın kayıtlı olduğu sınıfta ise Tebriz’den getirilmiş Hacı Piri ve Muhammed Ali adlı iki haymedûz (çadırcı) ve Hacı Muhammed isminde bir de camcı bulunmaktadır.
Bu sanatçılar arasında, 1526 yılı itibariyle en yüksek maaşı zernişânî sınıfından günlük 28 akçe ile İsmail bin Abdullah almaktadır. Onu 26 akçe ile Kuyumcu Hoca Mircan, 24 akçe ile Nakkaş Melek Ahmed ve 22 akçe ile Nakkaş Şah Kulu ve Hâkkâk Şirem takip etmektedir. Yevmiyesi 20 akçenin üzerinde olan diğer sanatçılar; Nakkaş Hasan bin Abdülcelil ile Hasan bin Muhammed, Kuyumcu Maksud Ali ve Zernişânî Hüseyin bin Cemaleddin’dir. 1566 yılına gelindiğinde ise kayıtlı on beş Tebrizli sanatkârdan en yüksek maaşı 29,5 akçe ile Kuyumcu Şah Hüseyin bin Şah Hasan’ın, en düşük maaşı da 6,5 akçe yevmiye ile Nakkaş Ali Kulu’nun aldığı görülmektedir.
Tebrizli sanatkârlar arasında baba-oğul aynı sanat sınıfında çalışanlar olduğunu yukarıda örnekleriyle belirtmiştik. Ancak 1526 tarihli Ehl-i hiref defterinde kayıtlı bazı sanatçıların sanatkâr babaları, isimleri belirtilmekle birlikte, vefat etmiş ya da kurum dışında hizmet ediyor olmaları nedeniyle kadrolarda yer almamaktadır. Bu şekilde tespit edilen sanatkâr sayısı 12 olup isimleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. İçlerinde; Fatih zamanında İran’dan gelerek Osmanlı Sarayında kâtip olarak istihdam edilen Abdullah, II. Bayezid devrinde Osmanlı hizmetine giren Nakkaş Muhammed ve Abdülcelil, Yavuz’un saltanatında Tebriz’den getirilen ve ismi ilgili defterin neşrinde “Şehrevân” şeklinde hatalı okunan Kuyumcu Pervâne gibi sanatkârlar bulunmaktadır.
Sonuç
Sanatın en önemli alıcısı ve koruyucusu olan saraylar arasında 15. yüzyıldan itibaren artan iktidar mücadeleleri ve kültürel ilişkiler sanatsal ürünlerin çeşitlenip çoğalmasına, kullanılan üslupların da farklı coğrafyalara aktarılmasına vesile teşkil etti. Yaşanan savaşların ardından fethedilen bölgelerdeki nitelikli insanlar, saray sanatkârları ve eserleri savaş ganimeti olarak yönetim merkezlerine nakledildi. Doğuda olduğu gibi batıda da görülen bu uygulamanın yanı sıra sanatçılar, başka ülkelerin hâkimleri tarafından saraylarında çalışmaları için davet de edildiler. Kimi zaman zorunlu kimi zaman da gönüllü olarak kendilerine sunulan cazip sanat ortamlarını ve yüksek ücret tekliflerini kabul ederek, yeni sanat hamilerine hizmet etmek üzere aileleriyle birlikte göç ettiler. Ekonomik kaygılardan yoksun, ideal ortamlarda ürettikleri eserlerle sanatlarını ve üsluplarını geliştirdiler, şöhretlerini artırdılar ve yeni öğrenciler yetiştirdiler.
Osmanlı Sarayının himayesinde pek çok sanat sınıfını bünyesinde barındıran Ehl-i hiref teşkilatı, mensuplarının bir usta-çırak ilişkisi ve disiplini içinde yetiştiği, saray idaresinin talebi doğrultusunda eserler üretip sanatlarını teşhir etme fırsatı bulduğu bir kültür ve sanat kurumuydu. Fatih’ten başlayarak Sultan Bayezid, Selim ve Süleyman’ın sanata ve sanatçıya verilen desteği bir devlet politikası haline getirmeleri, Ehl-i hirefin bir teşkilat çatısı altında toplanıp gelişmesine büyük katkı sağladı. Özellikle, sanatçı istihdamında %68’lik bir artışın görüldüğü 1515-1521 yılları, Osmanlı sanatının şekillendiği ve icra edildiği kurumun da gelişimini tamamladığı bir dönemin başlangıcını oluşturdu. Kendi bünyesinde yetiştirdiği sanatkârlar dışında, sarayın enderun ve birun hizmet birimlerinden, şehzade ve vezirlerin kapı halkından, saray dışında sanatıyla öne çıkanlardan, devşirmelerden, esirlerden, hediye sunulanlardan ve yeni fethedilen topraklardan gelenler Ehl-i hiref kadrolarını nitelik ve nicelik olarak daha da zenginleştirdi. Osmanlı sultanları, yürüttükleri politikanın sonucu olarak başkentlerini bir kültür ve sanat merkezi haline getirdikleri gibi sanatçılar nezdindeki hamilik konumlarını da yücelttiler.
Bu dönemde, kurumdaki sanatsal faaliyetlerin ve çeşitliliğin artışında Tebriz başta olmak üzere İran coğrafyasından gelen sanatçıların saray hizmetinde geniş bir şekilde yer almaya başlamalarının da önemli bir payı vardır. 1526 yılında Ehl-i hirefin yüzde onunu Tebrizlilerin oluşturması bunun somut bir göstergesidir. Kanunî dönemine ait Ehl-i hiref maaş defterleri 102 (90+12) Tebrizli sanatkârı tespit etmeye yardımcı olduğu gibi 1526 kayıtları içerisinde yer alan bilgiler de teşkilata dâhil edilmeden sarayda çalıştırılan başka sanatçıların varlığını ortaya koymaktadır. 1514 Çaldıran Zaferi sonrası aileleriyle birlikte Tebriz’den sürülen sanatkâr sayısı hakkında ise net bir bilgi bulunmamaktadır. İstanbul’a ulaştıkları halde Ehl-i hiref bünyesine hiçbir zaman alınmayan ve 1526 yılı öncesi vefat ettikleri için de mevcut kayıtlarda görünmeyen sanatkârlar bulunmaktadır. Eğer Tebriz’den göçürülenlere dair Lütfi Paşa’nın verdiği 200 hane bilgisi dikkate alınırsa ki bu sayı İdrîs-i Bidlîsî ve Hoca Sadettin’in verdiği kişi sayıları ile uyumludur, o zaman İstanbul’a gelenlerin en az yarısının sanatçı ailelerden oluştuğu eldeki veriler doğrultusunda rahatlıkla ileri sürülebilir. Tebrizli sanatkârların Osmanlı Sarayında yaklaşık bir asır süren etkinlikleri, devletlerarası siyasî ve kültürel ilişkilerin bir sonucu olduğu kadar, sanatı ve sanatçıyı himaye politikalarının, üretilen eserlere verilen destek ve teşviklerin ne kadar etkili ve de kıymetli olduğunu gösteren tarihimizdeki en güzel örneklerden biridir.