Giriş
Diyarbakır, Osmanlı hâkimiyeti boyunca stratejik önemi haiz bir merkez olmuştur. Şehir, stratejik önemini büyük ölçüde Osmanlı merkezî idaresine en uzak bölgelerinden biri olan Irak’ın idari, askeri ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı ve toplandığı bir merkez olmasından almaktadır. Bu, aynı zamanda şehrin Dicle nehir havzasının kuzey ucunda kurulmuş olmasıyla da ilişkilidir. Çünkü Dicle’nin Diyarbakır iskelesi aracılığıyla, şehir ve hinterlandında üretilen veya ticari amaçlarla dışarıdan getirilen mal ve eşya, Musul gibi bölgesel pazarlara ulaştırılırken Bağdat ve Basra yoluyla da dünya pazarlarına sunulmaktadır. Bu ticari sirkülasyon, sadece keçi veya koyunların derilerinden çıkarılan tulumların şişirilmesi ve üzerlerine keresteden yapılan platformun yerleştirilmesi sonucu oluşan ulaşım araçlarıyla gerçekleştirilmektedir ki Dicle nehrinde kullanılan bu ulaşım araçlarına kelek adı verilmektedir[1] .
Kelek, Dicle nehir yolunun Diyarbakır-Musul arasının kayalık bir yapıda ve hızlı bir akıntıya sahip olması nedeniyle ilk çağlardan Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesine kadar nakliye ve ulaşımda kullanılan yegâne nehir taşıtı olmuştur[2] . Keleklerle yapılan ulaşım ve nakliyat, kara yoluna oranla daha güvenli, hızlı, rahat ve ucuzdur. Öyle ki Diyarbakır’dan Mardin’e, oradan da Musul’a uzanan eski posta yolu, 19. yüzyılın ikinci yarısında bile aşılması zor geçitlerden ve taşlıklardan oluşmasının yanında aynı zamanda[3] saldırılara da açıktır. Kara yoluyla 20 günde kat edilen bir mesafe, nehir yolunda kelek vasıtasıyla 5-6 günde kat edilebilmektedir[4] . Öte yandan 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında, keleklerle yapılan nakliyat, Musul’a deve ile yapılan nakliye ve taşıma ücretlerinin yarısına, katırla yapılanın ise yedide birine denk gelmektedir[5] .
Kara yoluyla yapılan nakliye ücretlerinin yüksek olması, ticaretin önündeki en temel engeldir. Zira nakliye ücretleri, bölgeler arası ticaret imkânlarını sınırlaması bir yana, bölge içinde bile ticari faaliyetleri kısıtlayan faktörlerin başında gelmektedir[6] . Söz gelimi tarımsal ekonominin hâkim olduğu bölgelerde kara yoluyla yapılan nakliye ücretlerinin yüksek olması tüccarların tarım ürünlerine erişimini kısıtlamaktadır. Üretimin bol olduğu senelerde ürünler, üreticinin elinde kalmakta ve çoğu zaman çürümeye yüz tutmaktadır. Bu durum, tarımsal ürünlerin ticari mal olma vasfını yitirmesine yol açmaktadır. Üretimin artırılması ve buna bağlı olarak ticaret hacminin geliştirilmesi için Fırat ve Dicle nehirlerinin ulaşım kapasitelerinin artırılmasının gerekli olduğu 19. yüzyılın son çeyreğinde mülki memurlar tarafından merkezî hükümete gönderilen layihalarda vurgulanmaktadır[7] .
Ulaşım olanaklarının niteliği, ekonominin kapasitesini doğrudan etkilemektedir. Bu anlamda Dicle nehir yolunun Diyarbakır ekonomisi üzerindeki etkileri yadsınamaz. Nehir yolunda kullanılan kelekler, Diyarbakır ve çevresinde üretilen her türlü ürünün Musul pazarına, oradan da dünya pazarlarıyla bağlantısı olan Bağdat ve Basra pazarlarına nakledilebilmesini sağlamaktadır[8] . Yine muhtemel işgallere karşı Irak’ın savunmasını sağlamak üzere konuşlandırılan idari ve askeri kadroların her türlü ihtiyacı da Diyarbakır’dan nehre indirilen keleklerle karşılanmaktadır. Bu da şehrin ekonomik hacminin genişlemesini sağlamaktadır. Bu yönüyle şehir ekonomisi, şehir ve çevresinin ihtiyaçlarının ötesinde bölgeler arası ticaret sahalarının gereksinimlerine göre mal ve hizmet üreten bir işleyişe imkân tanımaktadır[9] .
Keleklerin, devletin idari, askeri ve ekonomik amaçlarının gerçekleştirmesinin yanında, şehir ekonomisinin döngüsünde üstlendiği işlevler, bu vasıtayı imâl eden ve onu nehir yolunda kullanan bir kelekçi zümresinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dicle’nin Diyarbakır-Musul arasında kalan kısmının, kelek dışında başka vasıtalara imkân vermeyen yapısı, kelekçiliği bölgesel bazda bir mesleğe dönüştürmüştür.
Osmanlı şehirlerinde ekonomik hayatın işleyişinde temel rol alan meslekler lonca yapılanması etrafında örgütlenmekte ve bu örgütsel yapı üzerinden mesleki işlevlerini icra etmekteydiler. Lonca örgütlenmesine dâhil olan meslekler, bir yöneticinin başkanlığında mesleki çıkarlarıyla şehrin ekonomik hayatında oluşturulan uyumu[10] korumak için diğer meslek kuruluşları ve devletle ilişkilerini yürütmektedirler.
Kelek ve kelekçiliğe ilişkin literatür bilgisi, ekseriyetle Dicle ve Fırat nehirlerinde yapılan nakliyata odaklı olarak karşımıza çıkmıştır[11]. Kelekçilik ve örgütsel yapılanmasına dair müstakil bir çalışmanın bulunmaması bu konuya odaklanmamızın temel sebebi olmuştur. Bu eksikliği gidermeye yönelik hazırladığımız bu çalışmada, kelekçilik mesleğine dair birtakım sorulara cevap aranacaktır. Osmanlı Diyarbakır’ında kelekleri imâl eden kelekçilerin yeterli mesleki beceriye sahip olup olmadıkları, bölgesel yapıda bir iş kolu olarak lonca örgütlenmesi içinde nasıl bir ilişki ağına sahip oldukları, devlet unsurlarının kelekçilik gibi bölgesel nitelikli bir iş kolunu hangi stratejilere dayalı olarak ekonomik sisteme dâhil ettiği ve lonca örgütsel yapısı içinde kelekçilerin devlet ve diğer esnaf loncalarıyla ilişkilerinin hangi boyutlarda olduğu gibi sorular çerçevesinde, Osmanlı Diyarbakır’ında şehir ekonomisinin önemli bir bileşeni olan kelekçi sınıfının mesleki niteliği ile örgütsel yapısına yakından bakılarak kelekçilerin devlet ve esnaf gruplarıyla olan ilişkileri incelenecektir.
1. Örgütsel Yapı ve İşleyiş
a. Kavramsal Tanımlama
Osmanlı Dönemi Diyarbakır’ında ekonomik yaşam, imparatorluğun diğer yerleşimlerinde olduğu gibi iş kollarına dayalı örgütlü yapılanmalar temelinde kurulmuştur. Diyarbakır söz konusu olduğunda şehir ekonomisinin işleyişinde temel rol oynayan meslek birliklerinden biri de Kelekçilerdir. Osmanlı arşiv belgeleri, Şer’iyye Sicilleri ve Ahkâm Defterleri, kelekçilerin örgütsel yapısına dair birçok bilgi içermektedir. Bu kayıtlarda kelekçilerin; tâife-i kelekçiyân, sınıf-ı kelekçiyân, esnâf-ı kelekçiyân ve hırfet-i kelekçiyân gibi kavramlarla tanımlandığı görülmektedir[12] . Kelekçileri tanımlamaya yönelik olarak kullanılan bu kavramlar, mesleki birlik bağlamında örgütlenme yapılarına dair bazı değerlendirmelere imkân vermektedir. Kelekçilere ilişkin serdedilen kavramlardan tâife-i kelekçiyân tanımlaması, kelekçilerin bir birlik olduğuna göndermede bulunmaktadır. Kavramsal mahiyette tâife; etnik, dinsel ve mesleki olarak her türlü toplumsal grubu tanımlayan genel bir anlamı ihtiva etmektedir[13]. Bu yönüyle “tâife” kavramının anlam yelpazesi içinde bütün esnaf birlikleri de bulunmaktadır. Hatta esnaf birliklerini tanımlamada en fazla başvurulan kavram tâife kavramı olmuştur.
Kavramsal tanımlamada tâife, kelekçilere sosyal bir grup olduklarına ilişkin bir anlam yüklese de anlam yelpazesinin genişliği nedeniyle söz konusu sosyal grubun hangi işlevlerle yüklü olduklarına dair bir belirsizliğe yol açmaktadır. Bu belirsizliğin ortadan kaldırılması, destekleyici başka kavramsal tanımlamaları gerektirmektedir. Sınıf-ı kelekçiyân ve esnâf-ı kelekçiyân kavramları bu anlamda tâife kavramından kaynaklanan belirsizlikleri giderici bir mahiyet arz etmektedir. Bu kavramlar, kelekçiliğin örgütlü bir iş kolu olduğuna işaret etmektedir. Ancak kelekçiliğin örgütsel yapısını anlamada bu kavramların da yeterli bir işlev gördüğü söylenemez. Çünkü esnâf-ı kelekçiyân tanımlaması kelekçilere, her türlü zanaatkâr, hizmetli veya küçük ölçekli girişimciyi kapsayan bir anlam yüklese de kelekçiliğin bir hizmet veya zanaat kolu mu olduğu sorusuna açıklık getirmez. Bunun yanı sıra esnaf kavramı, kelekçiliğin mesleki anlamda bir beceri ve eğitim sürecine tabi olup olmadığına ilişkin belirleyici bir anlama işaret etmez. Bu durum ise kelekçiliği herhangi bir mesleki formasyon gerektirmeyen hamallık muadili bir kategoriye dâhil eder. Bu tıkanıklığı aşma ve belirsizliği ortadan kaldırmada “hırfet” kavramı karşımıza çıkmaktadır. Hırfet, kelekçiliğin mesleki anlamda eğitsel bir süreç neticesinde yapıldığına dair belirleyici bir anlam içermektedir. Hırfet tanımlamasına göre kelekçilik, bir zanaat kolu olup yüksek düzeyde beceri, ve tecrübe gerektiren bir uğraş türüdür.
Kelekçiliği tanımlamaya yönelik kavramlar, kelekçiliğin, bir meslek olarak belli düzeyde beceri gerektiren bir zanaat olmasına işaret etmelerinin yanı sıra lonca yapısının varlığına göndermede bulunurlar[14]. Loncalar, hiyerarşik bir yapılanmayı gerekli kıldığından söz konusu hiyerarşiye bağlı olarak kendi mesleki işleyişlerini, diğer meslek kuruluşlarıyla ve devlet kurumlarıyla ilişkilerini yürüten resmi bir yöneticiliğe sahiptirler.
b. Kelekçiler Loncası: Şeyhlik ve Tekel
Lonca teşkilatlanmasının yapısı gereği kelekçilik mesleğini icra eden esnaf, resmi hüviyete sahip bir yöneticinin idaresi altındadır. Bu yönetici, yerel mahkemenin arzı ve padişahın beratı ile atanır. Kelekçi loncasının yöneticiliği dinsel bir çağrışımda bulunan şeyh unvanlı[15] bir veya birkaç kişinin ortaklığıyla (ber-vech-i iştirak) yürütülür. Yöneticilik kadrosunda bulunan şeyh unvanlı iştirakçilerden biri loncanın mal alım ve satımını gerçekleştirmenin yanı sıra, devlet ve diğer lonca örgütleriyle ilişkileri yürütmekle yetkili kılınmıştır. Lonca yapılanmasında kamu otoriteleriyle ilişkiyi sağlayan ve mal alım ve satımında yetkili olan bu kişiye kethüda adı verilmektedir[16]. Osmanlı Diyarbakır’ında kethüdalık yetkilerini elinde bulunduran yöneticiler, kelekçi loncası örgütlemesi içindeki prestijinden ve toplumsal saygınlığından olsa gerek kethüdalık yetkisini genellikle şeyh unvanı üzerinden icra etmektedirler[17]. Bu durum, muhtemelen şeyh unvanının kelekçi loncası örgütlemesi içindeki prestijinden ve toplumsal saygınlığından ileri gelmektedir.
Kelekçi loncası yöneticileri arasında kullanılan şeyh unvanının yanında dinî nitelikli başka bir unvan olan seyyidlik de belirgin bir ağırlığa sahiptir. Kadim geleneğe vurgunun baskın olduğu 19. yüzyıl öncesi dönemde dini nitelikli unvanlara sahip kişiler, Diyarbakır merkeziyle kırsal kesimin en ücra kısımlarına uzanan yönetsel ağları, ağırlıklı olarak uhdelerinde bulundurmaktadırlar. Örneğin 1787-1788 arası dönemde Diyarbakır merkez, Hani ve Savur sancaklarına bağlı köy gelirlerinin 268 hissedarından 41’nin seyyidlerden oluştuğu görülmektedir[18]. Diyarbakır’da idari imtiyazlar ve buna bağlı olarak şekillenen ekonomik paylaşımda seyyid unvanlı kişilerin ağırlıkta olması, Diyarbakır’ın İran ile sınır oluşturan bölgenin tahkiminde hayati bir rol oynamasından kaynaklı bir durum olmalıdır. Sınır bölgesinin İran’a karşı müdafaa edilmesinde seyyidlik, manevi otoriteyi temsil etmesinden ötürü devlet otoritesini meşrulaştırıcı bir işlev görmüştür. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nin yapısal özelliklerinde dinin önemli bir yere sahip olduğunu da dikkate almak gerekmektedir. Bu yapıda lonca üyeleri şeyh ve seyyid unvanlı temsilciler aracılığıyla hem yerel mahkemede ve hem de merkezî hükümet nezdinde çıkarlarını daha iyi koruyabilmektedirler.
Kelekçi loncası şeyhliği bir makam olarak yıllık 5.000 kuruş maktu bedel ile Diyarbekir voyvodasının mukataa gelirleri içindedir. Kelekçi şeyhliğine ilişkin rastlanan en erken tarihli kayıt, 1629 yılına aittir. 1629-1630 yılına ait bir kayda göre kelekçi şeyhliği Seyyid Behram adında birinin tasarrufunda bulunmaktadır[19] . 18. yüzyıla ait kayıtlarda lonca şeyhliğinin ber-vechi iştirak şeklinde birkaç kişi tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Söz gelimi 17. yüzyıla ilişkin bir kayıtta şeyh makamında sadece Seyyid Behram ismi söz konusu iken 18. yüzyılda makamın seyyid unvanlı birden çok iştirakçisi bahse konu edilmektedir. Örneğin 1746 tarihli bir kayıtta kelekçi esnafının şeyhleri olarak Seyyid Mustafa bin Eyyub, Seyyid Emin bin Resul, Süleyman bin Veli ve Seyyid Muhammed bin el-Hac İbrahim’in isimleri geçmektedir[20]. 1751 yılına ait kayıtta ise Seyyid Emin bin Resul dışındaki isimlerin yerini koruduğu görülmektedir. Seyyid Emin bin Resul’ün yerinde Seyyid Ahmed bin Şeyh Emin ismi geçmiştir[21] .
17. yüzyılın ortalarından itibaren kelekçi loncasının yöneticilik vazifesinde seyyid unvanlı şeyhlerin bulunması, makamın bir aile tarafından yürütüldüğü ve âdeta bir miras şeklinde devredildiği izlenimi vermektedir. 18. yüzyılın son çeyreğinde makamın iştirakçilerinden olan Seyyid Ahmed’e ilişkin kayıtlar bu anlamda önemli bir örnek oluşturur. 18. yüzyılın son çeyreğinde kelekçi loncası şeyhliğinin iştirakçilerinden olan ve merkezî hükümetle olan yazışmalarda muhatap olarak karşımıza çıkan Seyyid Ahmed[22], bir arzında kelekçi loncasının şeyhliğinin eben an ceddin yani dededen babaya ve babadan da kendisine intikal ettiğini ifade etmektedir[23]. Kelekçi şeyhliğine ilişkin kayıtlar Seyyid Ahmed’i doğrular niteliktedir. Kendisinden önce makamın iştirakçilerinden birisi de Seyyid Şeyh Emin’dir[24]. Şeyh Emin’in babası Seyyid Resul de aynı şekilde makamın şeyhliğini uhdesinde bulundurmuştur. Seyyid Ahmed’in vefatıyla makam, muhtemelen oğlu Ömer bin Ahmed’in uhdesine geçmiştir. Ömer bin Ahmed, 1833 yılına kadar malikâne usulüyle tasarrufta bulunduğu makamı kendi rızası dâhilinde ve feragat yoluyla Osman bin Muhammed Eshad’a devretmiştir[25]. 19. yüzyılın başlarına kadar kelekçi loncasının şeyhliğinin seyyid unvanlı kişilerin tasarrufunda olması ve Seyyid Ahmed örneğinde olduğu gibi nesiller arasında cereyan eden uygulamalar, söz konusu makamın Seyyid Behram’dan beri bir ailenin mensupları tarafından yürütüldüğünü güçlü bir ihtimal olarak karşımıza çıkarmaktadır. 18. yüzyıl boyunca makamın birden fazla kişi tarafından tasarruf edilmesi, makamın, bir aileden çoğalan kollarının temsilcileri arasında devredildiğine dair güçlü bir kanaat oluşturmaktadır.
Makam, iki şekilde devredilmektedir. Babanın vefatıyla boşalan makama ya oğul geçmekte ya da iştirakçilerden biri kendi rızasıyla feragat ederek aile içinden bir başkasına devretmektedir[26]. Makamın devrine ilişkin karşılaşılan uygulamalar, yasal anlamda bir mirasa tekabül etmez. Makamın devri, yerel mahkemenin ilamı ve merkezî hükümetin verdiği berat ile gerçekleşir. Yerel mahkemeden çıkarılan ilam, erbâb-ı istihkâk yani hak sahipliği vurgusuna dayalı olarak merkezî hükümete arz edilir. Buradaki erbâb-ı istihkâk nitelemesi lonca şeyhliğine ilişkin deneyime göndermede bulunur. Şeyhliğin bir ailenin mensupları tarafından yürütülmesi, beraberinde güçlü bir deneyim getirmektedir. Aile içinde devredilen şeyhlikten elde edilen deneyim, loncanın sağlıklı bir şekilde yönetilmesine imkân tanıdığı gibi lonca mensupları arasında güçlü ilişkilerin oluşmasına da katkı sağlamaktadır. Bu deneyimin lonca şeyhliğinin aile içinde kalmasını sağladığı ve dolayısıyla da erbâb-ı istihkâk’a dayalı bir intikal hakkına sebebiyet vermiş olabileceği söylenebilir.
Kelekçi loncası şeyhliğinin seyyidlik gibi güçlü bir dini referans üzerinden işlemesi ve bu referansa dayalı olarak aile içinde devredilmesi, makamı elinde bulunduranları ayrıcalıklı kılmaktadır. Bu ayrıcalık yöneticilik ilkelerine riayet edilmesi hâlinde devamlılığını sürdürebilmektedir. Zira lonca yöneticiliğinde her ne kadar erbâb-ı istihkâk gibi makamın aile içinde kalmasına imkân sağlayan dayanaklar bulunmakla beraber, makamın temsil gücünü haiz olan temel değerlere sahip olunması da gerekmektedir. Doğruluk ve adalet bu anlamda ön plana çıkan değerlerdir. Bu değerler, erbâb-ı istihkâk nitelemesi vurgusuna dayalı olarak ifade edilmektedir[27]. Makama gelen kişinin makamda kalabilmesi, erbâb-ı istihkâk halkasının içerdiği doğruluk ve adalet değerlerini, şeyhlik kimliğinin temel referansları olarak kabul etmesiyle mümkündür. Bu çerçevede kelekçi loncası şeyhliğinin, makamın gerektirdiği nitelikleri taşımaması gerekçesiyle görevden alınmasına yönelik her hangi bir örnek olayla karşılaşılmamış olmakla birlikte, başka lonca şeyhliklerinde bu minvalde vakalara rastlanmaktadır. Örneğin 1740’da kasap, 1798’de de ekmekçi loncasının şeyhleri, yöneticiliğe yakışmayan tutum ve davranışlarının lonca mensubu üyelerin şikâyetine konu olmasından dolayı görevlerinden azledilmişlerdir[28] .
Ekmekçi ve kasap loncasının şeyhliklerine ilişkin kayıtlara yansıyan her iki olay, loncanın örgütsel işleyişinde şeyhlik imtiyazının, bir makam olarak bir kesimin uhdesinde olmakla beraber, işleyişte yönetimden kaynaklı problemlerin ortaya çıkması hâlinde söz konusu imtiyazın yerel hükümet temsilcileri ve özellikle de lonca üyelerinin istek ve şikâyetleriyle bir başkasına devredilebildiğini göstermektedir. Lonca yöneticiliği bir yönüyle ırsi kaynaklı tayine dayanmakla beraber, sürdürülebilirliği yerel hükümet ve lonca üyeleriyle kurulan olumlu ilişkilere bağlıdır.
Kelekçi loncasının şeyh unvanlı yöneticileri, örgütsel yapı içinde güçlerini tekele dayalı sistemden almaktadırlar. Tekel uygulaması kelekçi loncasında şu şekilde işlemektedir: Kelek imâlinde hammaddeyi teşkil eden tulumlar, kasaplardan satın alındıktan sonra lonca şeyhi tarafından kelek ustalarına eşit bir şekilde dağıtılır. Hammadde bölüşümüne ilişkin uygulanan bu yöntem, kelekçi loncasının kanûn-ı kadîmi yani geçmişten bu yana süregelen uygulamasıdır[29]. Hammaddenin dağıtım ve bölüşümünün lonca şeyhinin tekeline verilmesi, şeyhliğe ilişkin yükümlülüklerin yerine getirilmesine olanak tanır. Kelek ustalarından yaptıkları kelekler oranında tayin edilen vergiyi toplamak, kelek imâline istenmeyen kişilerin dâhil olmasını engellemek ve bazı disiplin suçlarının önüne geçmek, bu yükümlülükler arasında yer almaktadır[30]. Özellikle üyelerden vergi toplamak, şeyhin yerine getirmesi gereken en önemli vazifesidir. Çünkü başta voyvodaya verilmesi gereken yıllık beş bin kuruş şeyhlik bedeli ile kendi yöneticiliğine ilişkin ücretler, kelek imâlinde bulunan ustalardan toplanmaktadır. Ustaların kendi hisselerine düşen vergiyi herhangi bir aksatmaya mahal vermeden ödemeleri, şeyhe olan hammadde bağımlılığıyla sağlanmıştır.
Şeyhliğin hammaddenin bölüşüm ve dağıtımında kaynak oluşturan gücü, 18. yüzyılın ortalarından itibaren aşınmaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren kelekçi loncası şeyhlerinin yetkilerine karşı çıkılmaya başlanmış, iskelede kelek imâlinde bulunan bazı ustalar, umursamaz bir tutum içine girerek şeyhe vermeleri gereken vergiyi vermekten kaçınmışlardır. 1764 yılında kelekçi loncası şeyhi Seyyid Ahmed, kelek ustalarının kanûn-ı kadîm üzere vermeleri gereken vergiyi vermekten kaçındıklarını ve bu yönde bir muhalefet geliştirdiklerini içeren arz-ı hâli Divan-ı Hümayûn’a göndermiştir. Seyyid Ahmed’in, lonca örgütlenmesi hiyerarşisinde şeyhlik haklarına yönelik müdahaleyi merkezî hükümetten önce mahalli kamu otoritelerine bildirip bildirmediği hususu söz konusu arz-ı hâlde yer almamaktadır. Seyyid Ahmed, şeyhlikten doğan haklarını en üst merci aracılığıyla savunmak istemiş olabilir. Zira lonca şeyhleriyle merkezî kurumlar arasındaki iletişim kanalları buna imkân tanımaktadır. Seyyid Ahmed de kelek ustalarının kurumsal disipline aykırı hareketlerini şikâyet mahiyetinde merkezî hükümete taşımıştır.
Merkezî hükümet, loncaların hiyerarşik yapılanmasının işleyişinden doğan sorunlara loncaya ilişkin kuralların yazılı olduğu muhasebe defterlerindeki kayıtlardan hareketle çözüm üretir. Muhasebe defterinde şeyhin vergi toplama hakkının lonca kurallarının gereği olduğu ve buna bağlı olarak üyelerin mükellef oldukları vergi paylarını ödemelerinin kanûn-ı kadîm olduğu yönünde geçen kayıtlar üzerine merkezî hükümet, lonca şeyhliğinin yetkilerine yapılan müdahalenin önüne geçilmesi ve kelekçi şeyhine verilmesi gereken vergilerin toplanması için gereğinin yapılmasını içeren bir ferman suretini Diyarbekir valisi ve kadısına hitaben göndermiştir[31].
18. yüzyılın ikinci yarısında kelekçi loncası şeyhliğinin yetkilerine karşı lonca mensupları tarafından yapılan muhalefet, merkezî hükümetin yerel hükümet temsilcilerini devreye sokmasıyla bir süre durdurulmuş olsa da şeyhlik etrafında kurgulanan tekelci yapılanmanın en azından Diyarbakır özelinde piyasa koşullarına uyum gösteremediği ve bundan kaynaklı kanûn-ı kadîmin sürekli çiğnenmeye başladığı anlaşılmaktadır. Kelekçi loncasında kanûn-ı kadîme dayanan ve örgütsel yapıyı şekillendiren hammaddenin dağıtım ve bölüşümündeki şeyh tekeli, bizzat loncanın ustaları tarafından ihlal edilmeye başlanmıştır. Kelek ustaları, kelek imâli için gerekli tulumları lonca şeyhinden almaları gerekirken artık şeyhi aşarak bizzat kasaplardan tedarik etmeye başlamışlardır. Kelekçi ustalarının kasaplardan tulum tedarikinin, gizli ve münferit bir teşebbüs olmadığı aksine, yaygın ve açık bir durum hâline geldiği anlaşılmaktadır[32]. Burada kelek ustalarını şeyhe meydan okurcasına lonca gelenekleri dışında tutum sergilemeye sevk eden şartların neler olduğu dikkat çekmektedir. Bu durumla ilgili, kayıtlar üzerinden bir cevap verme imkânı bulunmamakla beraber, kelek ustalarının 18. yüzyılın ortalarından itibaren lonca kurallarını ihlal etmelerine zemin hazırlayan birkaç gerekçe ileri sürülebilir. Şeyhin kasaplardan aldığı tulumlar, kelek ustalarının razı olmadıkları bir fiyat üzerinden dağıtılmış olabilir. Ya da lonca şeyhi aracılığıyla dağıtılan tulum âdedinin ustaların imâl edebileceği iş kapasitesinin altında olması ihtimalinden de bahsedilebilir. Zira bu durum, doğal olarak ustaların kâr marjının düşmesine yol açmaktadır. Bunun yanında kasapların, çıkarmış oldukları tulumları bir kişiye satma mecburiyetinde tutulmaları, kasaplar açısından da bir hoşnutsuzluğa yol açmış olabilir. Dolayısıyla kasaplar da kazançlarını arttırmak için tulumları kelekçi loncasına değil doğrudan ustalara satmayı tercih etmiş olabilirler. Tekele dayalı örgütsel yapının çözülmesine yönelik ileri sürülen gerekçeler ihtimal dâhilinde olsa da burada kesinlik arz eden şey; bu tekelciliğin artık lonca üyelerini rahatsız etmeye başlamış olmasıdır. Bunun yanı sıra loncanın örgütsel yapısında bulunan tekelciliğin lonca üyeleri tarafından çiğnenmesi devletin de bunu korumaya yönelik sert bir tavrının olmadığını göstermektedir[33]. Devletin lonca yapılanmasında tekel uygulamasını önemsememesi, kelek ustalarının açık bir şekilde tulumları lonca şeyhini aşarak doğrudan kasap esnafından almasına güçlü bir zemin oluşturmuştur. Bu noktada, lonca şeyhi Seyyid Ahmed’in, hammaddenin dağıtım ve bölüşümünde şeyhlik yetkisine yapılan müdahaleye karşı açtığı davada devletin açıkça katkısı görülmektedir.
Seyyid Ahmed, diğer iştirakçi şeyhlerle beraber Eylül 1768’de Amid Mahkemesine giderek kelek ustalarından Seyyid Mehmed bin Ramazan, Seyyid Ahmed bin Mikail, Süleyman bin Abdullah, başka bir Süleyman bin Abdullah ve Ahmed bin Abdullah’a dava açmıştır. Dava gerekçelerinde; loncanın kadim kuralları dâhilinde lonca şeyhinin, kasap esnafından kelek imâlinde kullanılan tulumları toplayarak ustalara dağıttığını ancak söz konusu ustaların bu uygulamayı çiğneyerek bizzat kendilerinin kasaplardan tulum aldıklarını ve bunun kanûn-ı kadîme aykırı olduğunu ifade etmişlerdir. Lonca şeyhleri, mahkemeden ustaların bu tür teşebbüslerinin önüne geçilmesini veya meslekten men (keff-i yed) edilmelerini talep etmişlerdir. Kelekçi şeyhlerinin kanûn-ı kadîm referansına vurguda bulunarak açtıkları davaya mukabil kelek ustaları, mahkemeye oldukça hazırlıklı bir şekilde gelmişlerdir. Ustalar mahkemede Seyyid Ahmed’in önderliğinde kelekçi loncası şeyhlerinin öne sürdüğü kadim kurallara karşı herhangi bir savunma içine girmemişlerdir. Ustalar, kanûn-ı kadîmin baskılarına karşı şeriata dayalı bir savunma geliştirmişlerdir. Tulumların, lonca şeyhinin aşılarak, doğrudan kasaplardan alınmasının şeriata uygun olup olmadığına dair müftüden aldıkları fetvayı mahkemeye sunmuşlardır[34] .
“Kelek san’atında mahâreti olan Zeyd intifa’ zımnında ol san’atı işleyip ticaret eylese ahardan Amr ve Bekir bilâ mesâğ-ı şer’î ticâretden men’e şer’en kâdir olurlar mı? “Ve li’t-tâciri’t-ticâre ve lâ-men” deyu kütûb-i muteberât-ı fikhiyeden Eşbâh’dan menkûl: olmazlar deyü musarrah buyurduğu mucibince müdeiyûn-ı merkûmunun tasaddi-i meşruhalarında mezbûrun ticâret-i mezkurdan men’ veyahut hırfet-i merkûmeden keff-i yedlerine mesâğ-ı şer’i olmamakla …”
Kelek ustalarının mahkemeye sundukları fetva, lonca şeyhliğinin yetkilerinden kaynaklanan sorunu daha da çelişkili bir hâle getirmiştir. Mahkeme, ibraz edilen fetva ışığında kelek imâlini ticari etkinlik kapsamında değerlendirmiştir. Ustaların tulumları kasaplardan almasını bu ticaretin gereği olarak saymış ve bu hususta herhangi bir kısıtlama yapılamayacağına hükmederek davayı düşürmüştür[35] .
Tulumların lonca şeyhi tarafından dağıtım ve bölüşümünü öngören kanûn-ı kadîm kurallarına karşı 18. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan muhalefet, 1768 yılında şeriata dayalı hükümlerle yeni bir boyut kazanmıştır. Mahkeme kararıyla tekelci yapıya vurulan darbe, büyük olasılıkla loncanın işleyişinde ciddi bir çıkmaz yaratmıştır. Bu çıkmazdan kurtulmak için hangi adımların atıldığı bilinmemektedir. Loncalar bu tür sorunlarda kimi zaman karşılıklı anlaşma yoluna gidebilmektedirler. Bu anlamda şeyh, lonca üyeleriyle yeni bir ittifak tesis ederek gelenek üzerinden inşa edilen lonca düzenini koruma çabası içine girebilmektedir[36]. Kelekçi şeyhlerinin kadîm uygulamalara muhalefet eden lonca üyeleriyle kadîmin muhafazasına dair bir anlaşma içine girip girmediklerine ilişkin herhangi bir veriye ulaşılamamıştır. Bununla birlikte, 18. yüzyılın sonunda lonca şeyhliği hissesinin devrini içeren bir kayıt[37], kadîm yöneticilik kurallarının hâlâ muhafaza edilmeye çalışıldığını göstermektedir.
“… nısf hisse meşîhâti tevcîh ve kanûn-ı kâdim üzere kassab esnâfından kelekçiyân esnâfının tulum içun derileri merkûman şeyhlerinin rey ve marifetleri inzimâmıyla vikâye zımnında ahz olunmak kaide-i meriyetiyle yedine berat-ı şerif-i alişan..”
18. yüzyılın ortalarında kelek imâlinde kullanılan tulumların dağıtım ve bölüşümünde lonca şeyhinin tekel yetkisine yönelik yapılan muhalefet ve akabinde çıkarılan mahkeme hükmüne rağmen yüzyılın sonlarında yapılan bir hisse devri kaydında, tulumların şeyhin inisiyatifine bağlı kılınması şartının vurgulanması, kelekçi şeyhliğinin geleneksel yapısını koruma gayretlerinin sürdürüldüğüne işaret etmektedir. Bununla beraber merkezî hükümetin, şeyh makamına ilişkin hisselerin devrinde kanûn-ı kadîm esasına dayalı tulum dağıtımının şeyhler aracılığıyla yapılması yinelemelerini içeren kayıtları resmi işleyişte onaylamasına rağmen, lonca içi uygulamada şeyhlik yetkilerine yapılan müdahaleler karşısında sessiz kalması, daha önce de ifade edildiği üzere loncanın tekelci yapısını sistemsel anlamda önemsememe politikasından kaynaklanmaktadır. Bu politika, lonca şeyhliğinin zaman içinde itibarını kaybetmesine yol açmış ve bu itibar kaybı, 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren hızlı bir seyir izlemiştir. Bundan olsa gerek Seyyid Ahmed’den sonra şeyhlik hissesini devralan oğlu Seyyid Ömer, 1833 yılında şeyhlikten feragat ederek hisseyi kendi aile fertlerinin dışında bir kişiye devretmiştir. Seyyid Ömer’in uzun bir süredir kelekçi şeyhliğini uhdesinde bulunduran aile mirasını aile dışından birine devretmesi, şeyhliğin artık bir cazibesinin kalmadığı düşüncesinden kaynaklı da olabilir. Hisse devrinden beş yıl sonra İngilizlerle yapılan 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla loncaların tekele dayalı yapısı ilga edilmiş[38] ve lonca yöneticiliği serbest piyasa şartlarına teslim olmak zorunda kalmıştır.
b. Lonca Üyeleri: Kelekçiler
Loncalar, herhangi bir iş kolunda ustalaşmış çalışanlar tarafından meydana getirilen mesleki örgütlenmeler olmakla birlikte lonca oluşumunda söz sahibi ustaların üyeliği nasıl tanımladıkları, hak ve görevleriyle hangi süreçlere bağlı olarak lonca üyeliği elde ettiklerine ilişkin tatmin edici bilgiler bulunmamaktadır. Elde edilen bilgiler, lonca örgütlenmesi yapısında üyeliğin nasıl gerçekleştiğine dair belirgin bir tanımlamaya imkân sunmamaktadır. Kelekçi loncası üyeliği, kayıtlara yansıyan bilgiler ölçüsünde ele alınacaktır.
Kayıtlara yansıdığı kadarıyla; kelekçilik mesleğini icra eden ustaların ekseriyetle seyyid unvanlı ve akraba kişiler olmaları[39], bunların meslek mensubiyetinin de seyyidlik ve akrabalık üzerinden belirlendiğini göstermektedir. Kayıtlara göre; kelekçilik mesleğiyle meşgul olan kişilerin seyyidlik ve akrabalık mensubiyeti, lonca örgütlenmelerinin kendine özgü yapısından kaynaklanmaktadır. Kanûn-ı kadîme dayalı lonca örgütlenmesinde şeyh konumundaki kişilerin, hammadde dağıtım ve bölüşümünde tek yetki sahibi olması, üyeliğin şeyh bağlantılı ilişkiler üzerinden şekillenmesine imkân tanımaktadır. Lonca şeyhliğinin uzun bir dönem boyunca seyyid unvanlı kişilerin tasarrufunda olması[40] ve tulum dağıtımının tekele dayalı yöneticilik yapısı, kelekçiliğin seyyidlik ve akrabalık üzerinden tesis edilen bir mesleğe dönüşmesini doğrudan etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Zanaata dayalı yani belli bir eğitim ve deneyim gerektiren mesleklere mensubiyet, ustaların eğittiği çıraklar yoluyla şekillenmekte ve bu çıraklar da ekseriyetle ustaların çocukları veya yakın akrabalarından oluşmaktadır[41] .
Osmanlı toplumunda zanaat, aile içinde babadan oğula aktarılmaktadır. Şehirlerde esnaf kökeninden gelen kişilerin, ailenin nesiller boyunca icra ettiği meslek ile anılmaları[42] mesleğin aile içinde devredildiğini göstermektedir. Bu anlamda hırfet-i kelekçiyân tanımlaması, kelekçiliği zanaat kategorisine dâhil etmekte ve söz konusu zanaatı icra eden ustalar da doğal olarak kendi deneyim ve birikimlerini ailenin diğer fertlerine aktarmış olmaktadır. Kelekçi şeyhliğinin tekelci yapısı ve zanaatı icra eden ustaların bilgi ve deneyimlerini kendi aile fertlerine aktarmaları gibi etkenler, kelekçiliğe ilişkin kayıtlara yansıyan verilerin seyyid ve akraba bağlantılı durumuna açıklık kazandırmaktadır.
Kelekçi loncası üyelerinin seyyidlik ve akrabalık menşeli homojen yapısı, loncaların tekelci yapılarının ilgasıyla bozulmuş ve yerini mesleki köken ile seyyidlik ve akrabalık dışı bağlantılara sahip kelekçilere bırakmıştır. Şeyhliğin kadim kurallara dayalı tekelcilik üzerinden işleyen yetkilerinin ortadan kalkmasıyla birlikte kelekçiliğin ustalar üzerinden aktarılan eğitim ve beceri sistemi altüst olmuştur. 19. yüzyılın ortalarından itibaren kelekçilik mesleğinde başlayan yozlaşma neticesinde, yüzyılın sonlarına doğru artık kelekçilik, vasıfsız kişilerin bir uğraşı hâline gelmeye başlamıştır. Meslekteki kalite kaybı, can ve mal kayıplarının yaşanmasına yol açmıştır. Diyarbekir Vilâyet Meclisi’nden Dâhiliye Nezaretine gönderilen mazbata mesleğin yozlaşmış hâlini gözler önüne sermektedir[43] .
“… ekseriyâ bu işle iştigâlde mümârese ve i’tilaf hâsıl etmeyen amele gürûhunu istihdam eyledikleri için esnây-ı sevkiyâtta gerek tulumların çürüklüğünden ve gerek işçilerin ehîl ve erbâb olmamasından dolayı ara sıra tehlike ve muhatara zuhûra gelerek üzerlerine tahmil olunan hamulelerce ve eşhâsça zayi’at ve telefât vuku’u eksik olmamaktadır. Sûret-i imâlat ve tertibâtının bi-hasebı’l-imkân taht-ı intizama alınması…”
Vilâyet Meclisi tarafından hazırlanan mazbatada kelekçilik mesleğini icra edenler, mesleğe ilişkin herhangi bir ihtisas sahibi olmayanlar anlamında mümârese ve i’tilâf kavramlarıyla nitelenmiştir. Mesleğin gerektirdiği bilgi ve deneyime sahip olmayan vasıfsız ameleler, kelekçilik mesleğini icra eder olmuşlardır. Bundan ötürü Vilâyet Meclisi bunları güruh olarak tanımlamaktadır. Güruh kavramı bir grup veya topluluğa işaret etmekle beraber işaret edilen grup, sistem açısından olumsuz, resmi anlamda tanımlanmamış, sistem dışı bir yapıya vurguda bulunmaktadır. Hükümetin arzu ve öngörüleri dışında hareket eden kesimler için güruh kavramı kullanılarak söz konusu kesimlerin illegal yapısının vurgulanması amaçlanmıştır[44] . Kelekçilik mesleğini icra edenlerin amele güruhu olarak tanımlanması, söz konusu kişilere yönelik olumsuz bir yaklaşıma işaret ettiği gibi bu kişilerin sistem içinde tanımlanmamış veya tanımlanabilecek herhangi bir niteliğe sahip olmadıkları anlamına gelmektedir. Mesleki deneyim ve beceri olmadan herhangi bir mesleğe intisabın önünde daha önce olduğu üzere artık engelleyici denetim ve kontrol mekanizması bulunmamaktadır. Tekelci yapının ilgasından sonra meslek hakkında bilgi birikimi olmayan herkes istediği mesleği icra edebilmektedir. Bu da doğal olarak beraberinde mesleki bir yozlaşma meydana getirmektedir. Bu nedenle devlet, mesleki alanda meydana gelen yozlaşmayı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren modern okullar aracılığıyla gidermeye çalışmıştır. 1869 yılında mesleki uzmanlık, modern bazı okullarda verilen eğitimlerle sağlanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede de Diyarbakır’da 1869 yılında Hasan Paşa Hanı’nda bir ıslahhane açılmış ve kimsesiz durumda bulunan 60 çocuk bu ıslahhaneye alınarak bunlara kunduracılık ve terzilik gibi mesleki eğitimler verilmeye başlanmıştır[45] . Islahhanenin Diyarbakır’da faaliyete girmesi, 1869 yılında tekele dayalı mesleki uygulamaların işlevini tamamen yitirmiş olduğunu açık bir şekilde göstermektedir.
Kelekçiler loncasında seyyid ve şeyh unvanlı yöneticiler ile ustaların ağırlıkta olduğu bir meslek örgütlenmesi karşımıza çıkmakla birlikte lonca üyeleri tamamen Müslümanlardan oluşmamaktadır. Lonca üyeliği gayrimüslimlere de açık bulunmaktadır. Gayrimüslimlerin lonca içindeki oranı hakkında kayıtların eksikliği dolayısıyla net bir şey söylemek güçtür. Ancak az da olsa birkaç gayrimüslim üyenin bulunduğunu ve bu anlamda loncanın dini açıdan heterojen ve çoğulcu bir yapıya sahip olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim; bunlardan biri Fatih Mehmet Paşa Mahallesi sakinlerinden olan Kelekçi Tohman’dır[46] . Diğeri de Hace Maksud Mahallesi’nde kelekçi mülkü şeklinde kayda geçen[47] bir zattır. Bu kayıt büyük bir olasılıkla gayrimüslim bir kelekçiyi işaret etmektedir. Çünkü Hace Maksud Mahallesi tamamıyla gayrimüslimlerin meskûn olduğu bir mahalledir[48]. Bu veriler, az sayıda olmakla beraber Osmanlı Dönemi boyunca kelekçi loncasında gayrimüslim kelekçi üyelerin de olduğunu göstermektedir. Bu üyelerin, loncanın üyelik imtiyazını kendi çocukları veya kendi toplumsal sınıflarından birine devredebilme imkânlarına sahip olmaları[49], gayrimüslimlerin lonca içinde varlıklarını sürdürebilir kılmaktadır. Çoğunluğunu Müslüman üyelerin oluşturduğu loncada gayrimüslim üyelerle ilişkilerin yapısı hakkında kayıtlar herhangi bir veri vermemektedir. Müslüman üyelerle lonca içerisindeki az bir kesimi oluşturan gayrimüslim üyeler arasında herhangi bir sorunun kayıtlara yansımaması, söz konusu iki dinsel grup arasında ciddi sorunların ortaya çıkmadığına işaret etmektedir. Loncanın farklı dinlere mensup üyeleri arasında çıkan sorunlar, gayrimüslim üyelerin çoğunlukta olmasına rağmen yönetiminin Müslüman birinin uhdesinde olmasından kaynaklanmaktadır[50]. Diyarbakır’da kuyumcular loncası bu anlamda önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kuyumcu şeyhi Hayrullah bin İbrahim, gayrimüslim zerger taifesinden 6 kişi aleyhinde Kasım 1746’da açtığı davada söz konusu kişilerin eski vali Abdullah Paşa’ya kendisini şikâyet ederek lonca şeyhliğini bir başkasına vermek için vali üzerinden kendisine 514 kuruş ceza verdirdiğini iddia etmiştir[51]. Kayıtlara yansıyan bu örnekte kuyumcular loncasında gayrimüslim üyelerle yöneticiliği yürüten Müslüman şeyh arasında bir sorun olduğu ve bu sorundan kaynaklı olarak gayrimüslimlerin şeyhi değiştirmeye teşebbüs ettikleri anlaşılmaktadır.
Lonca yapılanmasında, üye statüsünde bulunan Kelekçilerin nasıl bir hiyerarşiye tabi tutulduklarına dair veriler bulunmamaktadır. Dicle sahilinde kelek imâlinde bulunan ustaların lonca şeyhinin yetkilerine aykırı hareket etmeleri ve kimi zaman vergi vermekten kaçınarak muhalif tavırlarla görünür olmaları, şeyhlerden sonra ustaların loncanın en prestijli mensupları olduğuna vurguda bulunmaktadır. Lonca örgütlenmesinde, mesleki iş ve sorunların müzakeresinde bulunulan yönetim odasına lonca şeyhiyle beraber sadece ustalar girebilmektedir. Ustalar ve lonca şeyhi ayda iki defa cuma günleri yönetim odasında bir araya gelip mesleki konuları görüşerek karara bağlamaktadırlar[52]. Lonca yapılanmasında kelek imâlini yapan ustaların kaç kişi oldukları ve usta sayısının asgari ve azami sınırlarına ilişkin olarak sessizliğe bürünen kayıtlar, tâife-i kelekçiyân nitelemesiyle loncanın farklı kollarına mensup üyelere yönelik bazı veriler ihtiva edebilmektedir. Tâife-i kelekçiyân olarak nitelenen bazı kelekçiler, Diyarbakır şehir merkezinin kömür ve odun ihtiyacına binaen Eğil dağlarından odun ve kömür nakliyatı yapmaktadır. Bunlara hattâb kelekçileri adı verilmektedir[53]. Hattâb kelekçileri, Eğil dağlarından toplanan odunları Diyarbakır’ın Yenikapı altında bulunan ve fetihten beri Eğil Beylerine verilen kelekhaneye nakletmektedirler. Kelekhanede toplanan odunlar, Diyarbakır halkı ile fırıncı esnafına satılmaktadır[54]. Hattâb kelekçileri, Eğil hükümet idaresinin halkı[55] olmalarına rağmen Diyarbakır merkezli kelekçi loncasının üyesi ve hiyerarşik anlamda şeyhine karşı sorumludurlar. Mükellef oldukları vergi, lonca şeyhi tarafından toplandıktan sonra bir kısmı Eğil Beyi’ne verilmektedir[56]. Hattâb kelekçilerinin yanında odun kömürü taşıyan kelekçilere de rastlanmaktadır. Bu kelekçiler, Diyarbakır ve Musul halkının ihtiyacı olan odun kömürünü nakletmektedirler[57]. Bunların yanında Diyarbakır iskelesinden Musul’a yolcu ve yük taşıyan kelekleri sevk eden ve tarrah[58] olarak adlandırılan[59] kelekçilerden de bahsedilir. Bu kelekçiler nehir yolunun rehberi olup bu anlamda uzman kişilerdir. Evliya Çelebi, Dicle Nehri’nde kelek süren kelekçileri zira anlar mellahân-ı Şatt u Furat’tır. Bu nehreyn-i azimeynin kuçe be kuçe umkunu resâyini ve kurb u bu’dunu cümle kırât be-kırât bilirler. ifadeleriyle tanımlamaktadır[60]. Bu kelekçiler, nehir yolunun en tehlikeli kısımlarında kelekleri ustaca ve hiçbir zayiata meydan vermeden geçirmeleriyle kayıtlara yansımışlardır. Bazıları da kelekle taşıdıkları yolculara nehir yolunun coğrafyası ve kimi konular hakkında hikâyeler anlatan kişiler olarak kayıtlara konu olmuşlardır[61]. Bu kayıtlardan hareketle, mübalağaya kaçmadan bu kelekçilerin iyi birer anlatı ustası olduğunu söylemek mümkündür.
2. Kelekçiler ve İlişki Ağları
Kelekçiler, mesleki örgütlenme gereği devletle sıkı bir ilişki ağı içerisindedirler. Bu ilişkiler, devletin ekonomik ve siyasal amaçlarıyla loncanın bu amaçların gerçekleşmesine ne derece hizmet ettiğiyle şekillenmiştir. Yine kelek yapımında kullanılan mataryalin farklı mesleklerin üretim süreçlerinden geçmeleri nedeniyle kelekçi loncasının diğer meslek kuruluşlarıyla bir ilişki ağı kurmaları gerekmektedir. Bu bölümde mesleki anlamda kelekçi loncasının devlet ve diğer lonca örgütleriyle ilişkileri izah edilecektir.
a. Devlet-Kelekçi Loncası İlişkileri
Diyarbakır, eyalet merkezi olarak idari ve askeri kadroların ikametgâhı olmasının yanında İran’ın sürekli tehdit alanının içerisinde bulunan Irak gibi sınır coğrafyasının savunulmasında başta iaşe olmak üzere her türlü askeri sevkiyatın yapıldığı bir merkezdir. Merkezî hükümet tarafından Diyarbakır’a yüklenen bu idari ve askeri işlevlerin yerine getirilmesinde kelekçi loncası hayati bir önem arz etmektedir. Şehirde ikamet eden idari ve askeri kadroların yanı sıra halkın, hem kış aylarında yakmak hem de fırınlarda kullanmak için ihtiyaç duyduğu odunlar kelekler yoluyla nakledilmektedir. Kelekçiliğin şehir ve bölge dinamiklerinde oynadığı bu işlevler nedeniyle devlet, kelekçi loncası üzerinde sürekliliğe dayanan bir denetim ve kontrol mekanizması geliştirmiştir. Devlet bu mekanizmanın işlerliğini loncanın üretim ve işleyişini bir mekânda yoğunlaştırma ile sağlamaktadır. Kelekçiler, kadim kuralların etkin olduğu dönemde şehrin dışarıyla en son temas kurulan noktası olan Dicle Nehri yönünde Yenikapı olarak adlandırılan kapının altında bulunan sahil kısmı mevkiinde üretim ve işleyişlerini yoğunlaştırmışlardır. Büyük olasılıkla bu mevki, loncanın kendi menfaatlerinden öte devletin ihtiyaçları kapsamında seçilmiştir. Bu mevki, Irak cephesine yapılacak sevkiyatlarda sur burçlarında toplanmış zahirenin keleklere yüklenmesinde en kısa noktayı teşkil etmektedir. Çünkü silolarda depolanan zahire, Dicle kıyısında bulunan keleklere hamallar tarafından yüklenilmekte ve buna ilişkin ayrı bir ödeme kalemi tahsis edilmektedir[62]. Zahirenin alındığı depolarla keleğin bağlı olduğu iskele arasındaki mesafenin uzunluğu ek bir maliyet getirdiği gibi sevkiyatın istenilen zamanda yapılmasına da mani olmaktadır. Bu nedenle, miri ambarı olarak adlandırılan Sur kuleleriyle Dicle Nehri arasında en kısa mesafeyi oluşturan noktada bulunan surda yeni bir kapı açılması ihtiyacının hasıl olması ihtimal dâhilindedir[63]. Kelek ustaları, Yenikapı’nın altında bulunan mevkide kelek imâlinde bulunmakta ve imâl edilen keleklerin kalite ve hizmet standartları burada denetlenmektedir. Üretim ve hizmetten kaynaklı mükellef olunan ve yıllık olarak bahar aylarında alınan vergi[64] Yenikapı altında bulunan iskelelerde yapılan yoğunlaşma sayesinde kolayca toplanabilmektedir.
Devletin kelek loncasıyla kurduğu ilişki, kelek üretimi ve hizmetini bir mekânda yoğunlaştırmanın yanı sıra loncanın daha iyi hizmet verebilmesini sağlamaya yöneliktir. Bu ilişkinin, kelek trafiğinin rahat ve güvenli gerçekleşmesini sağlamak ile kelekçilerin emeklerine yapılan müdahalelere karşı koruyucu olmak gibi farklı boyutları bulunmaktadır. Bunlardan birincisi nehir yatağında özellikle su debisinin azaldığı aylarda oluşan kum tepelerinin temizlenmesidir. Kum tepeleri, nehir yolunda keleklerin geçişlerine en büyük engeli teşkil etmektedir. Seyir hâlindeki kelek, kum tepelerinin bulunduğu mevkiye geldiğinde durmak zorunda kalır. Bu durumdaki kelek, iki yöntem ile kum tepelerinden geçirilmektedir. Birincisi durdurulan keleğin üzerindeki yük, keleğe refakat eden hamallar aracılığıyla indirildikten sonra kelekçiler tarafından kelek çözülür ve su debisinin keleği taşıyabileceği kavuşan adı verilen mahalde yeniden kurulur. Kelek yeniden kurulduktan sonra hamallar, nehir kıyısında kalan yükleri taşıyarak tekrar keleğe yüklerler ve kelek bu şekilde yoluna devam eder[65]. İkincisi ise keleğe refakat eden hamalların, kelek tulumlarının kum tepesine çarpmasına meydan vermeyecek derinlikte kumu kazdıktan sonra keleği itinayla geçirmeleridir. Keleğin kum tepelerinden geçirilmesinde uygulanan her iki yöntem, keleğe refakat eden hamallar tarafından icra edilir[66]. Bu hizmeti veren hamallara defecilik adı altında bir ücret verilir[67]. Devletin, geçici kazılarla önüne geçilemeyecek düzeyde bulunan kum tepelerinin ortadan kaldırılmasına yönelik büyük çapta yatırımda bulunup bulunmadığına dair kayıtlara yansıyan herhangi bir veriye ulaşılmamıştır. Ancak yerel hükümetlerin kelek trafiğinin rahat sağlanması yolunda bazı taleplerinin olduğu görülmektedir. Örneğin Musul Meclisi tarafından merkezî hükümete gönderilen bir mazbata suretinde Dicle Nehri’nin Musul ile Bağdat arasında bulunan kısmında yer alan bir seddin keleklerin çözülüp yüklerin indirilmesi sırasında can ve mal kaybına sebebiyet verdiği gerekçesiyle yıkılması için 15.000 kuruşa ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir[68] .
Musul Meclisi’nin gönderdiği mazbataya istinaden merkezî hükümet tarafından Bağdat valisine hitaben yazılan cevapta söz konusu seddin daha önce bir ihtiyaca binaen yapılmış olma ihtimaline dikkat çekilerek seddin keşfi için mühendislik işlerine vakıf bir memurun gönderilmesi ve keşfe ilişkin inceleme sonuçlarının bildirilmesi istenmiştir[69]. Bu tür taleplere karşılık kelek trafiğinin rahatlatılması amacıyla merkezî hükümet tarafından somut adımların atılıp atılmadığına ilişkin teşebbüsler takip edilememiştir. Bununla beraber Dicle nehir yatağının Diyarbakır ve Musul arası kısmında devlet sevkiyatlarında devreye konulan defecilik hizmetinin kelek trafiğinin akışında önemli bir rahatlık sağladığını söylemek mümkündür.
Devletin kelekçi loncasıyla kurduğu ilişkilerin diğer boyutu da keleklerin nehir yolunda herhangi bir saldırı ve yağmaya maruz kalmadan güvenli geçişlerinin sağlanmasıdır. Dicle nehir yolunun devletin her türlü nakliyatının güzergâhını teşkil etmesi, yol güvenliğinin sağlanmasını sadece kelekçiler için değil aynı zamanda devletin idari ve askeri menfaatleri açısından da gerekli kılmaktadır[70]. 17. yüzyıldan 20. yüzyılın sonlarına kadar Diyarbakır’dan Bağdat’a kadar olan nehir yolunun saldırıya açık en kritik noktaları, Diyarbakır-Musul arasındaki MardinMidyat, Beşiri kazası ve Cizre’ye doğru uzanan derin vadilerdir. Bu alanın güvenliğini sağlamak için Hasankeyf Kalesi’nde tımar ve yeniçeri askerlerinden olmak üzere toplamda 127 muhafız görevlendirilmiştir. Ancak 18. yüzyılın ortalarından itibaren muhafızlar, kendilerine tahsis edilen gelirlerin akışlarında meydana gelen aksamalardan dolayı görev yerlerini terk ederek Mardin ve Diyarbakır’a yerleşmişlerdir. Muhafızların görev yerlerini terk etmelerinden doğan güvenlik açığı, nehir yolunu kullanan keleklerin eşkıya saldırısı ve yağmalarına maruz kalmasına neden olmuştur. Bölgede meydana gelen saldırıların önüne geçmek amacıyla söz konusu muhafızların tekrardan görev yerlerine dönmeleri için merkezî hükümet tarafından Diyarbekir eyalet valisine emr-i şerif gönderilmiştir[71] . 19. yüzyılın ortalarından itibaren aynı mevkide meydana gelen saldırı ve yağmalara karşı merkezî hükümetin Beşiri kazası ile Mardin mutasarrıflığından önlem alınması konusunda isteklerini içeren yazışmalar kayıtlara yansımıştır[72] .
Devlet ile kelekçi loncasının ilişki ağlarının şekillenmesinde etkili olan bir başka husus da loncanın hizmet koşullarının sürdürülmesine engel teşkil eden müdahalelere karşı merkezî hükümetin koruyucu bir işlev yüklenmesidir. Merkezî hükümetin koruyucu işlevleri, mahalli düzeyde loncanın iş potansiyelini düşürecek ve emeklerini sömürecek resmi ve gayrı resmi güç sahiplerine karşı şikâyet mekanizmasıyla devreye girmektedir. Lonca temsilcileri ile üyelerine karşı zuhur eden her türlü müdahale ve haksızlıkta şikâyet mekanizması sorunsuz bir şekilde işlemektedir. Bu mekanizmanın işleyişinden, merkezî devletin esnaf kesimiyle ilişkilerinde bir tecrübe kazandığı anlaşılmaktadır. Merkezî devlet ile esnaf ilişkileri, yaşanan deneyimlere bağlı olarak şekillenen ilkeler üzerinden yürütülmektedir. Bu ilkeler, devlet ile kelekçi loncası arasındaki ilişkilerde karşımıza çıkmaktadır. Merkezî hükümetin Diyarbakır iskelesinden kelekler vasıtasıyla Bağdat’a gönderilen zahire sevkiyatlarına ilişkin mahalli hükümet yöneticilerine gönderdiği emirlerde, kelekçi loncasıyla nasıl bir ilişki düzleminde çalışılacağı açıkça ifade edilmiştir. Devlet, yapılacak bir sevkiyatta karşılıklı anlaşmayı öngörmektedir ki; piyasa araştırması yaptıktan sonra belirlediği fiyat üzerinden kelekçilerle pazarlığa oturmaktadır. Belirlenen fiyatın kelekçiler tarafından düşük bulunması hâlinde merkezî hükümet, Diyarbekir valisinin görüşüne başvurarak söz konusu fiyatı revize etmekten kaçınmamaktadır. Bu durumda merkezî hükümetin vermeyi taahhüt ettiği ödenek, kelekçilerin meblağın kelek ücretlerine yetmediği yönünde bir bahane ileri sürmeme şartına bağlıdır. Dolayısıyla devlet, makul ölçüde ve kelekçileri mağdur etmeyecek derecede bir anlaşmayla kelekçilerle bir ilişki kurmaktadır. Ancak kelekçilerin piyasa fiyatlarının çok üstünde bir ücret talep etmelerine imkân tanımaz. Böyle durumlarda valinin kolluk kuvvetleriyle gerekli müdahalelerde bulunmasını öngörür[73]. Bu durum, devletin esnaf ile ilişkilerinde buyurgan bir tavrı benimsediği anlamına gelmez. Devlet, iyi niyetli bu teşebbüsüyle anlaşma koşullarını çıkmaza sokmaya ve bundan da büyük bir rant elde etmeye çalışan girişimlerin önüne geçme amacındadır.
Esnaf temsilcileriyle yerel hükümet temsilcilerinin bir araya gelerek yaptıkları anlaşma, devlet hizmetlerinin ifası için pazarlıkta uzlaşılan fiyatı ve işin nasıl icra edileceği kararlarını ihtiva etmektedir. Her iki tarafın üzerinde mutabık kaldığı kararlar, mahalli düzeyde adaletin temsilcisi olan kadı veya naibi tarafından sicillere işlenmektedir. Esnaf, hizmeti verdikten sonra, anlaşılan meblağ hükümet temsilcisi tarafından herhangi bir gecikmeye uğramadan lazım gelen ücretleri bervech-i nakdin olarak ödenmektedir. Merkezî hükümet kelekçi esnafının devlete sunduğu hizmetlere mukabil yerel temsilcilerine “kelek sefayini ücretlerinden bir ferdin bir akçe ve bir habbe hakkını ketm u katm eylemekten ve bahanelerle fukarâ-yı raiyyete hilâf-ı şer’ ve fermân mikdâr-ı zerre cevr ü ta’addiden mücânebet” gibi baskı ve zorlamaya sebep verecek her türlü yaklaşımdan kaçınmalarını ısrarlı bir şekilde vurgulamaktadır[74] . Meblağın ödendiğine ilişkin olarak da hizmeti sunan esnaf temsilcileri ile hükümet temsilcileri kadı huzurunda bir araya gelirler. Kadı huzurundaki bu karşılaşmada Esnaf temsilcileri, yaptıkları hizmetin karşılığını aldıkları ve hükümet temsilcilerinden herhangi bir alacaklarının kalmadığı beyanında bulunmakta ve söz konusu beyanları da sicillere işlenmektedir. Merkezî hükümetin Diyarbakır üzerinden kelekçiler aracılığıyla Musul ve Bağdat’a yaptığı bütün sevkiyatlar bu yöntem çerçevesinde gerçekleşmiştir. Örneğin Ağustos 1746 tarihinde Bağdat’a yapılan zahire sevkiyatında Kelekçilerin, voyvodada bulunan alacaklarını eksiksiz bir şekilde aldıklarına dair “voyvoda ağa yedinde ve zimmetinde bir akçe ve habbe alacağım baki kalmadığını” şeklindeki beyanları sicile işlenmiştir[75]. Benzer bir sicil hükmünde “Esnâf-ı kelekçiyânın matlubu meblağ-ı mezkûrdan mâ’ada vali-i müşarünileyhin nezd-i devletlerinde bir nesnemiz kalmadı deyu” beyanıyla kayda geçirilmiştir[76]. Kelekçi loncası ve devlet arasında cereyan eden bu ilişki biçiminde kelekçi temsilcilerinin muhatapları olan devlet temsilcileriyle girdikleri pazarlıklarda bazen merkezî hükümeti rahatsız edecek ölçüde yüksek bir fiyat sundukları da kayıtlara yansımıştır[77] .
Kelekçi esnafının devlete sunduğu hizmetler karşılığında yerel hükümet temsilcilerinden birinin ödemeyi yapmaması hâlinde, devletin temsilcileri aracılığıyla durum merkezî hükümete bildirilmekte ve merkezî hükümet konuya müdahil olarak kelekçi alacaklarının eksiksiz bir şekilde ödenmesi yolunda Diyarbekir valisi ile kadısına hükm-i hümayun göndermektedir. Voyvoda, mütesellim, ayan ve eşrafın esnaf alacaklarını ödememesi ve bu noktada meydana gelen mağduriyetler, bazen kadı aracılığıyla karşılıklı yemin ve anlaşmalar yoluyla mahalli düzeyde giderilebilmektedir[78]. Ancak mahalli düzeyde esnaf alacaklarına ilişkin meydana gelen mağduriyetler giderilmediği durumlarda esnaf temsilcileri merkezî hükümete durumu şikâyet ederek verilmesinden imtina edilen alacaklarını tahsil etmeye çalışmaktadırlar. Örneğin kelekçi esnafından Seyyid Ahmed ve Seyyid Abdülbaki’nin, Eğil Beyi İbrahim Bey zimmetinde ber-muceb-i temessük senet karşılığında bulunan alacaklarını defalarca talep etmelerine rağmen ödenmediği yolundaki şikâyetleri, merkezî hükümet tarafından değerlendirilmiş ve Diyarbekir valisi, kadısı ve Eğil Beyi’ne hitaben hükm-i hümayun gönderilerek konunun çözülmesi istenmiştir[79] .
b. Kelekçi Loncasının Diğer Esnaf Loncalarıyla İlişkileri
Osmanlı lonca yapılanmasında şehrin ekonomik hayatının sağlıklı bir şekilde işlemesi ve meydana gelen kimi sorunların ortak akıl ve inisiyatif çerçevesinde çözüme kavuşturulması amacıyla esnaf şeyhleriyle merkezî hükümetin mülki temsilcileri gerektiğinde kadının başkanlığında kurulan mecliste bir araya gelmektedirler. Kelekçi loncası temsilcilerinin de hazır olduğu bu mecliste; esnafın, halk ve diğer bir esnaf loncası için sunduğu hizmet ve malın kalite standartlarına yönelik ihmaller ile birbirlerine yakın alanlarda üretimde bulunan loncaların hizmet alanlarının sınırlarına yapılan ihlaller de gündeme getirilmektedir. Bu meclis, loncaların devlet temsilcileriyle anlaşmazlığa düştükleri bazı konuları çözüme kavuşturan bir merci olmakla birlikte gerek üretimde ve gerekse de hizmet konularında loncalar arası ilişkilere olumsuz etkide bulunan konular da tartışılmakta ve geleneğe dayalı kimi referanslarla anlaşmazlığa sebep olan hususun ilk uygulamasının esas alınması üzerine yeminler edilmektedir[80] .
Kelek imâlinde kullanılan materyal ile ilişkili olan esnafın yanında kelekle yapılan nakliyat ve ulaşım sırasında ihtiyaç duyulan zanaat ve hizmet kolları dikkate alındığında kelekçi esnafının şeyhlik ve üyelik bağlamında ilişki ve etkileşim içinde bulunduğu zümreler açık bir şekilde belirmektedir. Keleğin yapımında tulumların kullanılması nedeniyle kelekçi loncasının en fazla ilişki kurduğu lonca, kasaplar loncasıdır. Kelekçi loncasıyla kasap loncası arasındaki ilişki, derilerin hasar görmeden tulum şeklinde çıkarılması ve çıkarılan tulumların legal yollarla lonca yöneticileri üzerinden veya illegal yollarla doğrudan kasapların eliyle kelek ustalarına verilmesiyle şekillenmektedir. Tulumların çıkarılması sırasında meydana gelen bazı olumsuzlukların kelekçi loncasıyla kasap loncası arasında cereyan eden ilişkilere nasıl yansıdığına yönelik veri akışı bulunmamakla beraber kasaplar tarafından tulumların çıkarılması ve devrine yönelik lonca işleyişinde karşılaşılan uygulamalar[81], konuya ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmaya olanak sağlamaktadır.
Diyarbakır kasaplarının deriden tulum çıkarma konusunda işin ehli oldukları biliniyor olsa da hayvan kesimi sırasında yeterince özen gösterilmemesi veya o sırada meydana gelebilecek kimi kazalardan kaynaklı olarak hayvan derilerinde istenmeyen deliklerin oluşması, işin doğası gereği ihtimalden uzak değildir. Can ve mal kayıplarına neden olan kelek kazaları işin erbabı olmayan kişiler tarafından kelek imâl edilmesine bağlandığı gibi çürük olarak anılan delinmiş tulumlardan kelek yapılmasına da bağlanmaktadır[82]. Kazalara meydan vermeyen bir kelek, işin ehli bir ustanın maharetine bağlı olsa da söz konusu maharete çürük bir tulum gölge düşürebilir. İşini önemseyen ve bu konudaki geleneğe bağlı bir kelek ustasının, lonca şeyhinin kasaplar loncası şeyhinden devraldığı ve ustalara adil bir şekilde dağıttığı sınırlı tulumlardan birinin veya birkaçının defolu çıkması durumunda nasıl bir tepkide bulunduğu ve bu tepkinin loncalar arası ilişki ağını nasıl biçimlendirdiği sorusu burada sorulabilir.
Deriden tulum çıkarılmasına ilişkin uzmanlaşmanın sadece Diyarbakır kasaplarıyla sınırlı olması ve tekel uygulaması çerçevesinde bölüşüm ve dağıtımının yapılması, kelek ustalarını hammadde sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu sınırlılıkta, kasapların çıkardığı defolu tulumlardan bir kısmının herhangi bir ustanın payına düşmesi durumunda ustanın tepki vermemesi olağan değildir. Usta, üretim kapasitesine zarar veren delinmiş tulumu, kendi loncasının şeyhi üzerinden kasap loncası şeyhine şikâyet konusu yaparak bir rahatsızlık yaratmış olması ihtimal dâhilindedir. Bu rahatsızlığa karşı kasaplar loncası şeyhinin tulumları toplarken hangi tulumu hangi kasaptan aldığına dair bir kaydı yoksa delinmiş tulumlar bir kabahat hâlinde bütün kasapları töhmet altında bırakacaktır. Kasap şeyhinin bu anlamda bir tedbir alıp almadığı bilinmemekle beraber defolu tulumun loncalar arasında rahatsızlıklara neden olduğunu ve gerek lonca şeyhleri arasında gerekse de üyeleri arasında bağımlı bir ilişkinin oluşmasına kaynaklık ettiğini söylemek mümkündür.
Kelekçi loncası ile diğer esnaf loncaları arasında etkileşime kaynaklık eden diğer bir materyal de direk ve tahtalardır. Diyarbakır iskelesinde bütün Osmanlı hâkimiyeti boyunca yoğun bir kelek trafiğinin olması sürekliliğe dayalı bir direk ve tahta ihtiyacına yol açmaktadır. Standart keleğin yapımında direkler temel materyal olarak kullanılmaktadır. Özellikle yük taşımacılığında tulumlar üzerine direk çekilmektedir. Buna mukabil yolcu taşımacılığında direkler üzerine döşenen tahtalar lükse kaçan bir ihtiyaç olarak görülmektedir. Kereste mamullerinden olan direğin en az tahta kadar ve hatta daha geniş bir kullanım alanına sahip olması direkçiliği tahta imâl eden neccârlardan farklı bir iş koluna dönüştürmüştür. Bu anlamda kayıtlar, direkçi esnafı ve neccâr esnafı şeklinde bir ayrımda bulunmaktadır[83]. Büyük bir olasılıkla her iki esnaf grubu bir lonca etrafında örgütlü bulunurken neccârlar sadece tahta imâlinde, direkçiler de sadece direk imâlinde bulunmuşlardır. Bu olasılık beraberinde şu soruyu akla getirmektedir. Direk imâlinde bulunan direkçi esnafı, yamakçı olarak adlandırılan bir yapılanma çerçevesinde neccâr loncasına bağlı örgütlenmiş olabilir mi[84]? Bu soruya kesin bir cevap verememekle beraber direkçiliğin, kelek imâliyle geniş bir ekonomik sahaya kavuştuğu ve bu durumun üretim kapasitesinin artmasına olanak verdiği söylenebilir. Bu durum kelekçi loncasıyla direkçi esnafı arasında üretime dayalı bir ilişkinin yanında ticari bir ilişkinin oluşmasına da imkân tanımıştır. Bir kelekçi nezdinde direkler, sadece tulumlar üzerine inşa edilen platform için bir anlam ifade etmemektedir. Aynı zamanda ticari bir uğraş olarak da önem arz etmektedir. Kelekçi, tulumların üzerine yük ve yolcusuna göre serdiği direklerin yanına ticari amaçla direkler de ekleyebilmektedir. Musul’a gittiğinde yolcu ve yük taşımasından elde ettiği paranın yanında Diyarbakır direkhânelerinden aldığı direklerin satışından da kâr elde edebilmektedir[85]. Kelekçi esnafı ile direkçi esnafı arasında cereyan eden bu ilişki neticesinde, direkçi esnafı, mesleğini klasik şehir yapılanmasında karşımıza çıkan neccârlar çarşısı[86] ağının içinde veya kelek imâlinin yapıldığı yere yakın bir mevkide icra etmektedir. Direkhâneler ile ilgili olarak karşılaşılan kayıtlar, bunların mekân koordinatlarını Bâb-ı Cedîd kurbunda yani Yenikapı yakınında olarak tanımlamaktadır[87]. Direkhânenin, kelek yapımından doğan ihtiyaçla birlikte kelekçilerin ticari merkezlerinden biri olması, kelek mahalline açılan Yenikapı’nın inşa sebeplerinden birisi olabilir.
Kelekçi esnafının direkçi esnafıyla kurduğu mesleki ve ticari ilişkinin boyutu kadar olmamakla birlikte benzer bir ilişkinin neccâr esnafıyla da kurulmuş olduğunu söylemek mümkündür. Kelek imâlinde direklerin yanında tahtalara da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç daha önce ifade edildiği üzere varlıklı müşterilerin sipariş ettiği keleklerde ortaya çıkmaktadır. Maddi imkânlarına göre bazı müşteriler neccârlar çarşısına giderek sipariş ettikleri keleğin üzerine tahta bir döşeme yaptırıp tulumların üzerine monte edebilmektedir. Bazıları da sipariş ettikleri büyük bir keleğin üzerine tahtadan oldukça geniş bir platform ve bu platformun üstüne de yüksek ve geniş odaların inşa edilmesi talebinde bulunmaktadırlar. Bu taleplerin, neccârlar çarşısında sur kapısının alçak ve dar olması sebebiyle karşılanması mümkün olmadığından tahtalar, keleğin imâl edildiği yere taşınarak yapılabilmektedir[88] .
Kelek üzerine neccâr esnafı tarafından birkaç gün süren bir çalışmayla yapılan odalar, kelekçi esnafıyla neccâr esnafı arasında ağırlıklı olarak mesleki bir ilişkinin oluşmasına imkân vermekle birlikte ticari bir ilişki ağına da kapı aralamaktadır. Tahtadan yapılan döşeme ve odaların, sipariş edilen keleğin boyutuna göre yapılması gerekdiğinden bu anlamda kelekçi ustası müşterinin ilk temas kurduğu esnaf olmaktadır. Bir keleğin inşasında kelekçi ustasının temas kurulan ilk kişi olması, diğer kısımlarını inşa eden esnafla kurulacak temasın kelekçilerin yönlendirilmelerine bağlı olarak kurulmasına zemin oluşturmaktadır. Bu zemin, kelekçiler tarafından mali bir ilişkiye dönüştürülmüş olabilir. Bu ihtimal çerçevesinde kelekçiler, tulumlar üzerine serilen direklere yapılacak tahta döşeme ile odaları yapacak esnafla anlaşmaya dayalı bir ilişki ağı da kurmuş olabilirler. Kelekçilerin tahta döşeme ile odaları inşa edecek neccâr ustasından bir komisyon talebinde bulunabilmelerine herhangi bir engel görülmemektedir.
Kelekçi esnafının mesleğin icrası gereği ilişki içinde bulunduğu diğer zümre de hamal ve amelelerdir. Bu ilişki, ekseriyetle kelek vasıtasıyla yapılan nakliyatlar esnasında meydana gelmektedir. Örneğin toplu sevkiyatlarda hamallar malı bulunduğu yerden taşıyarak keleğin bağlı olduğu iskeleye getirip yüklemesini yaptıktan sonra keleğe refakat etmek üzere keleğe binmektedirler. Su debisinin keleğin geçişine olanak tanımadığı yerlerde kelek üzerinde bulunan yükü, kelekten indirir ve keleğin yeniden kurulduğu yere kadar taşıyarak tekrardan keleğe yüklerler. Yolculuk boyunca kelek kaç yerde çözülecek ise anlaşmaya bağlı olarak üzerindeki yükü indirmek ve tekrardan yüklemekle mükelleftirler. Bunun yanında daha önce de değinildiği üzere keleğin önüne çıkan kum tepelerindeki kumun kazılarak suyun keleği kaldırabilecek bir yoğunluğa erişmesinde de sorumluluk almaktadırlar[89]. Bütün yolculuk boyunca hamal ve amele takımının kelekçilere refakat etmesi söz konusu zümrelerin kelekçilik mesleğinde deneyim kazanmalarına imkân tanımış ve tekele dayalı lonca örgütlenmesinin çözülmesiyle önemli ölçüde kelekçilik mesleğine intisap etmelerine olanak tanımıştır. 19. yüzyılın sonlarında kelekçilik mesleğinde meydana gelen yozlaşmanın dönemin idarecileri tarafından amele takımının mesleğe intisabına bağlanılması[90], kelekçi esnafının hamal ve amele kesimiyle kurduğu mesleki ilişkiyle açıklanabilir.
Sonuç
Osmanlı Diyarbakır’ında kelekçiler, şehir ve hinterlandında üretilen ürün ve malların ticari bir değer kazanmasında taşıyıcı unsur olmalarının yanında gündelik hayatın işleyişinde de toplumun bütün kesimlerine iş ve hizmet sunmuşlardır. Mesleki anlamda kelekçilik, devletin ekonomik, idari ve askeri amaçlarıyla şehir ekonomisinin döngüsünde üstlendiği hayati işlevler nedeniyle geniş bir kitlenin üretim ve hizmette bulunduğu bir iş kolu olmuştur. Devletin stratejik amaçlarında ve şehir ekonomisinin sağlıklı işleyişinde kelekçi esnafının oynadığı rol, kelekçiliğin hiyerarşik düzeyde ve kurumsal niteliği haiz bir lonca etrafında örgütlenmesini gerekli kılmıştır. Kelekçi loncasının örgütsel işleyişi kadim retoriğe dayalı tekelci yapı üzerinden şekillenmiştir.
Tekelin kadim retoriği üzerinden işleyen örgütsel yapı, iki unsur üzerinden varlığını sürdürülebilir kılmıştır. Birincisi kelek imâlinde esas teşkil eden tulumların dağıtım ve bölüşümünün lonca şeyhi üzerinden yapılmasıdır. Lonca şeyhinin bu konuda sahip olduğu salahiyet, loncanın hiyerarşik yapısının işleyişinde temel faktör olmakla birlikte mesleğe dışarıdan yapılacak sızmaların önüne geçme gibi bir denetim mekanizmasının uygulanmasını da sağlamıştır. Loncanın yapısını sürdürülebilir kılan diğer unsur, bu alandaki mesleki tecrübenin aile bağları üzerinden devredilmesidir. Hem şişirilen tulumların nehir yolunda herhangi bir kazaya mahal vermeyecek şekilde birbirine bağlanması hem de direklerin sağlam bir şekilde bunların üzerine yerleştirilmesi, özel bir uzmanlık istediği gibi seyir halindeyken keleğin kullanımı da ayrı bir tecrübe gerektirmektedir. Nehir yoluyla seyahat etmek isteyen bir yolcu veya aynı şekilde malını sevk etmek isteyen bir tüccar için bu seyahat deneyimi hayati bir önem taşımaktadır. Kelekçilik mesleğinin icrasının bir uzmanlık ve deneyim gerektirmesi, söz konusu uzmanlık ve deneyime sahip olmayanların mesleğe intisabına engel teşkil etmiştir. Mesleğin yöneticilikten üyeliğe kadar baskın aile bağlarına dayalı yapısı, loncanın tekele dayalı yapısının sürdürülmesini sağlayan diğer önemli bir unsur olmuştur.
Şehrin gündelik hayatında işleyen mesleki örgütlenme içerisinde kelekçiler loncası, ağırlıklı olarak seyyid kökenli ve şeyh unvanlı etkin dini referanslara sahip yöneticiler ile bunların ilişkili olduğu toplumsal kesimin uhdelerinde bulunmuştur. Lonca yöneticiliğinin güçlü dini referanslar üzerinden işleyen yapısı, üyelikte inanç ilişkileri bağlamında güçlü bir Müslüman kimliğe vurguda bulunmakla beraber diğer inançların üyeliğinin önünde katı bir engel teşkil etmemiştir. Loncanın örgütsel yapısında az da olsa bazı gayrimüslim üyeler yer edinmiştir. Kelekçi loncasının ağırlıklı olarak Müslüman üyelere sahip olması, Diyarbakır’ın toplumsal kompozisyonu açısından şaşılabilecek bir durum değildir. Diğer taraftan Diyarbakır’daki kuyumcu loncası örneğinde olduğu gibi loncaların bazıları da gayrimüslimlerin ağırlıklı olarak uhdelerinde bulunmuştur. Bu durum, farklı etnik ve dinsel nüfusa sahip şehir sakinlerinin gündelik hayatta birbirleriyle ilişki ve etkileşim içinde olmasını sağlamıştır.
Şehirde üretim ve hizmette birbirine bağımlı bazı mesleki kuruluşlar, diğerlerine oranla daha fazla ilişki ve etkileşim içinde olmuşlardır. Kelekçi loncası da keleğin imâl ve işleyişinde bağımlı oldukları iş kolları olan kasap, neccâr ve hamallarla daha fazla ilişki geliştirmiştir. Kelekçi loncasının üretim ve hizmette bağımlı olduğu kasaplık, neccârlık ve hamallık gibi iş kollarından kelekçi mesleğine intisap, kelek vasıtasına refakat etmeleri nedeniyle, en fazla hamallar tarafından yapılmıştır. Hamalların kelekçi mesleğine intisapları tekele dayalı kadim örgütlenme yapısının çözülmesi sonrasında gerçekleşmiştir. Mesleki geçişte hamalların başat bir rolde olmalarının nedeni, hamallığın toplumsal düzeyde sahip olduğu düşük statünün yanında kelekçiliğe kıyasla zor bir meslek olmasından kaynaklanmaktadır. Netice itibariyle kelekçi loncasının üretim ve hizmete dayalı olarak diğer meslek loncalarına olan bağımlılığı, toplumsal etkileşim çerçevesinin inşasında bir dinamik olarak karşımıza çıkmaktadır.