Giriş
Osmanlı eğitim sisteminin temelini oluşturan medreseler, ilk kuruluşundan 3 Mart 1924 tarihine kadar geçen altı asırlık süreçte devlete ve topluma önemli hizmet ve katkılar sunmuşlardır[1] . Batılılaşma hareketlerinin etkisiyle büyük değişim ve dönüşümlere sahne olmuş olan Osmanlı eğitim tarihinin, Tanzimat’la birlikte yoğun modernizasyon faaliyetlerinin cereyan ettiği bir alan hâline dönüştüğü müşahede edilmektedir.
Tanzimat yöneticileri Avrupa’daki mektepleri model almak suretiyle yeni bir eğitim sistemi oluşturmaya çalışırlarken, bir taraftan ilmiye sınıfından büyük oranda yararlanmışlar[2] , diğer taraftan ise batı tarzı mektepleri nicelik ve nitelik itibariyle yaygınlaştırarak; özellikle 1867 yılından itibaren sultânî mektepleri açmak suretiyle ilmiyenin menşei olan medresenin zemin kaybına yol açmışlardır[3} . Bu paradoksal durum, mektepler lehine önemli gelişmeler sağlamışsa da medrese eğitim sisteminde atâlete ve çöküşe yol açmıştır.
Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e kadar geçen süreçte, medrese eğitim sistemini iyileştirici ve geliştirici herhangi bir düzenlemenin hayata geçirilememiş olması, sistemin yeniden ayağa kaldırılmasını güçleştirmiştir. II. Meşrutiyet’le birlikte medreselerle ilgili gerçekleştirilmiş olan köklü ve önemli düzenlemeler, medrese eğitim sistemini yeniden canlandırarak ihyâ etmeyi amaçlamışsa da, dönemin şartları ve dış etkenler nedeniyle bu amacın gerçekleşmesine imkân bulunamamıştır.
Tanzimat’la birlikte gerek sayıca gerekse tür itibariyle artış kaydeden batı tarzı mekteplerin aksine II. Meşrutiyet’e kadar medreseler, geleneksel yapısını koruyarak eğitim faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Özellikle II. Abdülhamit döneminde devletin ve toplumun ihtiyaçları çerçevesinde farklı türden mekteplerin açılmasında büyük atılımlar gerçekleştirilmiş, bu çerçevede dînî ve siyasî arka plana sahip olan Aşiret Mektebi de bu dönemde açılmıştır. Uzak bölgelerdeki yerel aşiret önderleriyle iletişim kurabilmek, onları devlete kazandırabilmek[4] ve bağlılıklarını sağlamak[5] için II. Abdülhamit’in isteğiyle 1894 yılında açılan Aşiret Mektebi, 1907 yılına kadar İstanbul’da faaliyet yürütmüş özgün bir eğitim kurumudur. Aşiret Mekteb-i Hümâyunu adıyla da anılan bu mektep 9 Haziran 1308/22 Haziran 1892 tarihli lâyiha ve 27 Haziran 1892 tarihinde yayımlanan Aşiret Mektebi Nizamnâmesi ile kurulmuş, 14 Eylül 1894 tarihinde ise Kabataş’taki Esma Sultan Sarayı’nda eğitim-öğretime başlamıştır[6] .
Aşiret Mektebi, Maarif Nezareti’ne bağlı halka açık bir eğitim kurumu olmayıp önceleri imparatorluk dâhilindeki Arap aşiretlerine mensup çocukların, daha sonra da diğer aşiretlerin çocuklarının kabul edilmeye başlandığı, saraya bağlı özel bir eğitim müessesesi idi[7] . II. Abdülhamit’in benimsemiş olduğu İslâm Birliği ve merkeziyetçi siyaset gereği [8] Osmanlı coğrafyasında yaşayan Arap aşiretlerinin, ilim ve medeniyetin nimetlerinden nasiplenmelerini sağlamak; devlete ve hilâfete olan sevgi ve bağlılıklarını bir kat daha artırmak; dînen ve kânûnen yükümlü bulundukları vazifelerini ve gönül bağlarını kuvvetlendirmek ve pekiştirmek amacıyla kurulmuş olan bu mektebe, aşiretlerin “cismen ve zihnen kâbiliyetli ve oldukça mûteber ve muhterem ailelerine mensup gençleri[9] ” arasından seçim yapılarak öğrenci alınmaktaydı. Bu uygulamayla Osmanlı İmparatorluğunun ilk kuruluşunda, gayrimüslim çocukların devşirme yoluyla eğitilerek devlet kurumlarında istihdam edilmesine benzer usulün Arap aşiretlerinin ve eşrâfının çocukları için de hayata geçirilmesi planlanmış[10], böylece Arabistan yarımadasında gittikçe artan İngiliz nüfuzunun kırılması [11] ve muhtemel ayaklanmaların önüne geçilmesi amaçlanmıştı [12].
İngilizlerin başta Mısır ve Hicaz olmak üzere Arapların yaşadığı bölgelerde Arap milliyetçiliğini yayarak ayrılıkçılık hareketini başlatmaları, bu bölgelerde açmış oldukları okullar sayesinde gerçekleşmiştir[13]. “İttihâd-ı İslâm” siyasetinin önemli bir boyutunu, farklı etnik âidiyete mensup Müslümanların eğitim ve kültür bakımından kalkındırılması oluşturduğundan[14], devletin bekâsı adına ayrılıkçı iç ve dış güçlere karşı aynı enstrümanla karşılık vermek gerekiyordu. Milliyetçiliğin çözücü ve yıkıcı etkilerinden kurtulmak amacıyla geliştirilecek bir eğitim projesinin, İslam Kardeşliği stratejisinin önemli bir ayağı olarak işlev göreceği düşünülmüştü[15]. Kaldı ki II. Abdülhamit’in İttihâd-ı İslâm siyasetinde eğitimin özel bir yeri bulunmaktaydı [16]. Verilecek eğitimle aşiretlerin Osmanlı siyasi sistemine entegre olmaları sağlanacak[17], modern konularda yetkin ve aynı zamanda devletine ve sultan-halifesine bağlı bireyler yetiştirilecekti[18]. İttihâd-ı İslâm siyaseti, tamamıyla dünya işlerine dönük, dinamik, modern, siyasi maksatlı bir ideoloji[19] olması hasebiyle devlet sınırları içerisinde yaşayan Müslümanlar arasında siyasi birlik ve dayanışma kurmak için bir vasıta olarak kullanmıştır[20]. Özellikle bir mukâvemet ideolojisi olarak ortaya çıkan ve varlığını devam ettiren İttihâd-ı İslâm düşüncesinin Osmanlı Devleti’nin bekâsıyla yakından ilişkili olması [21] bu siyasetin önemini daha da artırmaktadır.
Aşiret Medresesi ise II. Meşrutiyet döneminde, aynı amaca yönelik olmak üzere hayata geçirilmeye çalışılan, ancak uygulamaya fırsat bulunamayan; akim kalmış önemli bir projedir. II. Abdülhamit döneminde batı tarzı modern mekteplerin gerek tür itibariyle gerekse sayıca Osmanlı coğrafyasında yaygınlaştırılmasına yönelik yoğun çabalar sergilenirken, medreselerin bu kapsamın dışında tutulduğu bilinmektedir. Zîra medreselerin ıslâhına ilişkin düzenlemeler II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte hayata geçirilebilmiştir. Bu dönemde, medreselerle ilgili çeşitli ıslâhat düzenlemelerine ve medrese modellerine tanıklık edilmiştir. Medresetü’l-Kuzât, Medresetü’l-Mütehassısîn, Medresetü’l-Vâizîn, Medresetü’l-İrşâd ve Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ gibi medreselerin yanında ayrıca köklü ve kapsamlı bir ıslâhat düzenlemesi sonucunda tesis edilen Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi bu dönemin dikkat çeken medreselerindendir[22]. Medrese-i Aşâir ise bahse konu dönemin fiiliyata geçirilememiş önemli bir eğitim projesidir.
Bu makalede, İstanbul Müftülüğü Meşihât Arşivinde bulunan medrese defterleri üzerinde araştırma yaparken ulaşılan Medrese-i Aşâir’e ilişkin müsvedde belgeler esas alınmak suretiyle değerlendirme yapılacaktır. Gerçekleştirilen alan taramasında, adı geçen medreseye ilişkin başkaca herhangi bir bilgi, belge ve akademik çalışmaya rastlanılamamış olması çalışmanın önemini daha da artırmaktadır. Ayrıca mezkûr arşiv belgeleri dışında, incelenen konuyu açıklayıcı ya da destekleyici bilgilerin bulunduğu kaynaklardan da yararlanılma cihetine gidilmiştir.
Medrese-i Aşâir/Aşiretler Medresesi Projesi
“Aşiret” kelimesinin çoğulu olan “aşâir”, aşiretler ve kabileler anlamlarına gelmektedir[23]. II. Meşrutiyet dönemi eğitim projelerinden olan Medrese-i Aşâir, planlandığı halde uygulamaya geçirilemeyen; aşiretler için tasarlanmış önemli bir medrese modelidir. Bu medreseye ilişkin bilgilere İstanbul Müftülüğü Meşihât Arşivinde’ki 2075 numaralı defterde rastlanılmaktadır. Bu defterde medresenin kuruluşuna duyulan ihtiyacı ifade eden bir gerekçe metni ile medresenin bütçesi, talimatı, ders programı ve eğitim usulüne ilişkin muhtıra yer almaktadır[24]. Meclis-i Mesâlih-i Talebe’nin 11 Mayıs 1332/24 Mayıs 1916 tarihli yazısının girizgâhında aşiret medresesine duyulan ihtiyaç şöyle ifade edilmektedir:
“Medine-i Münevvere ile Şâm-ı Şerif arasında, şimendüfer güzergâhında ve aşâir ve urbânın[25] en ziyâde cevelân ettiği bir merkezde ve İbnu’r-Reşîd ve İbnu’s-Suûd aşâyirinin de hükümetle ittisâli noktasında kâin Medâyin-i Sâlih’de, ibtidâî tahsîli hâvi leylî bir dâru’t-tahsîl te’sîsî, menâfi -i azîme-i medeniyye ve siyâsiyyeyi mûcib olduğu ve kabâil ve aşâyir-i rüesâ ve meşâyıhinin böyle bir müesseseye evlatlarını kemâl-i fahr ile vermeğe hâhişger bulundukları...[26]”
1916 yılı Eylül ayı başında açılması öngörülen[27] medrese için yerleşim birimi olarak Medine ile Şam arasında bulunan Medâyin-i Sâlih seçilmiştir. Hicaz demiryolu güzergâhının ana istasyonlarından biri olan[28] ve ayrıca büyük bakım ünitesinin bulunduğu Medâyin-i Sâlih’in[29], hem demiryoluyla ulaşım imkânının bulunması, hem de aşiretlerin ve çöl Araplarının en çok geçiş yaptığı bir kavşak noktası olması açısından tercih edildiği anlaşılmaktadır.
Hicaz Demiryolu güzergâhı haritası incelendiğinde, Medâyin-i Sâlih’in, Kudüs’le Mekke arası güzergâhın ortasına; Arap aşiretlerinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin merkezine düştüğü müşahede edilmektedir. Huveytât, Belî, el-Fakîr, Belkâ, Veled-i Ali, Benî Atiyye, Benî Sahr, Anze ve Harb Aşiretleri Medâyin-i Sâlih’in bulunduğu bölgeye yakın çevrede yaşamaktadırlar[30].
Araplar, Merkezî Arabistan’da Birinci Dünya Savaşı öncesi “İbni Suûd” ve “Râşidîler” olmak üzere iki idârî kısma ayrılmışlardı [31]. Bölgenin iki büyük ve etkin aşireti olan İbnu’r-Reşîd ve İbnu’s-Suûd aşiretlerinin hükümetle temasını sağlayacak bir merkez olması, Medâyin-i Salih’in belirlenmesinde en önemli etken olmuştur. İlköğretim düzeyinde yatılı bir mektep olarak eğitim vermesi planlanmış olan bu mektepten, hem aşiretlerin medenileştirilmesi hem de siyaseten büyük faydalar temin edilmesi umulmaktadır. Bölgede yaşayan kabilelerin ve aşiretlerin reisleri ile şeyhlerinin böyle bir müesseseye çocuklarını övünçle vermeye istekli oldukları hususu da mezkûr yazıda özellikle vurgulanmıştır.
Medrese-i Aşâir’den beklenen “menâfi -i azîme-i medeniyye ve siyâsiyye”den maksat, urbânın yani çöl Araplarının medenileşmelerini sağlamak suretiyle devletle bütünleşmelerini temin etmektir. Nitekim II. Abdülhamid döneminde çöl Araplarına ve aşiretlere yönelik geliştirilen siyasetin ilkelerinden olan “urbânın tavattun ve temeddünleri[32]” bağlamında, göçebe aşiretlerin yerleşik hayatı benimsemeleri ve medenîleşmeleri hedefl enirken, aynı zamanda devlete olan sadakatlerinin de pekiştirilmesi amaçlanmıştır[33]. II. Meşrutiyet döneminde de aynı amaca yönelik olmak üzere Medrese-i Aşâir’in projelendirilmiş olduğu söylenebilir.
Medrese-i Aşâir için hazırlanmış olan tâlîmatnâmenin birinci maddesinde medresenin amacı şu şekilde ortaya konulmaktadır:
“Aşâir ve urbân meşâyih ve vücûhu evlatlarının, ahkâm-ı münîfe-i Kur’âniyye ve Sünen-i Şerîfe-i Nebeviyye dâiresinde terbiye ve tâlim-i ibtidâiyyesini temin etmek üzere, Meşîhat-ı Celîle-i İslâmiyye’ye merbut olarak, Medâyin-i Sâlih’de bir Medresetü’l-Aşâir tesis olunmuştur.[34]”
Mezkûr maddeye göre, aşiretlerin ve çöl Arap şeyhlerinin ileri gelen nüfuzlu ailelerinin çocuklarını Kur’ân ve Sünnet-i Nebeviyye’nin yüce hükümleri çerçevesinde eğitmek ve ilköğretim düzeyinde tahsil görmelerini sağlamak Medrese-i Aşâir’in temel amacıdır.
Medresenin kuruluşu için başlatılan girişimlerin Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği sürece denk gelmiş olması, bu teşebbüsün eğitimsel ihtiyaçtan ziyâde askerî ve siyasî ihtiyaçlardan doğduğunu göstermektedir. Nitekim “İster Balkanlar ister Ortadoğu ve Arabistan olsun bütün bölgelerde ortaya çıkan siyasî ve askerî hareketlerin din ve özellikle eğitim ile ilişkili olduğu görülmektedir[35].” Bölgede bulunan 4’üncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa’nın, “... imar ve ıslâh siyasetleri kullanarak, Araplık cereyanının durdurulacağı fikrinde olması [36]”, ayrıca eş zamanlı olarak Kudüs’te Selâhattin Eyyûbî Külliye-i İslâmiyyesi adındaki uluslar arası nitelikte bir medresenin açılmasına öncülük etmiş olması [37], Medrese-i Aşâir’in de siyâsî boyutlu bir eğitim projesi olarak Cemal Paşa tarafından planlanmış olduğuna işaret etmektedir[38]. Nitekim medreseye duyulan ihtiyacın zikredilmiş olduğu mezkûr yazı, bu projenin siyasi boyutunu açıkça ortaya koymaktadır[39]. Hicaz bölgesinde Britanya ile Osmanlı Devleti arasında cereyan eden mücadelenin daha çok siyasi çerçeveli bir savaş olması da[40] medresenin kuruluşunun altında yatan sebebin siyasi olduğunu göstermektedir.
Medrese-i Aşâir’n kuruluşuna ilişkin karar 11 Mayıs 1332/24 Mayıs 1916 tarihlidir[41]. Bu tarihten yaklaşık üç ay önce Başkomutan Vekili sıfatıyla IV. Ordu mıntıkalarını denetlemek amacıyla Ortadoğu seyahatine çıkmış olan Harbiye Nâzırı Enver Paşa, IV.Ordu Komutanı Cemal Paşa ile birlikte, başta Medine, Kudüs, Beyrut ve Şam olmak üzere Hicaz ve Filistin bölgelerini ziyaret etmiş, bölgenin ileri gelenleri ve aşiret reisleriyle görüşmeler yapmıştır[42]. Şubat, Mart ve Nisan aylarını kapsayan bu seyahat esnasında Medrese-i Aşâir’e dâir fi kirlerin gündeme gelerek olgunlaştığı kanaatine varılmaktadır. Nitekim Medrese-i Aşâir’in kurulmasına ilişkin kararın, bahse konu ziyaretin hemen ardından Meclis-i Mesâlih-i Talebe tarafından 11 Mayıs 332/24 Mayıs 1916 tarihinde alınmış olması [43], bu kanaati teyit etmektedir.
Medrese-i Aşâir’in kurulması amacıyla, Medâyin-i Sâlih’de bulunan bir bina için iki bin lira tahsis edilmiştir. Bu binanın genişletilmek suretiyle yeniden inşâsı ve bitişiğine bir mescid ilâve edilmesi, ayrıca gerekli olan eşya ve malzemenin de bu süreçte tedârik edilerek gereğinin yapılması Harbiye Nezâreti’nce üstelenilmiştir. Bu bağlamda bölgede Arapların işlerini yürütmekle vazifeli olan Binbaşı Aziz Bey, aynı zamanda medresenin iş ve işlemlerini yürütmek üzere görevlendirilmiştir. Bölgede yüzbaşı rütbesiyle daha önce askerî ve istihbârî görevler yürüten Aziz Bey’e[44], aynı zamanda medreseyi kurma görevinin verilmiş olması, Hicaz bölgesinde ortaya çıkan sorunun çok boyutlu olduğunu göstermektedir.
Kurulacak olan Aşiret Medresesi’nin, Araplar nezdinde olumlu tesirler bırakması ve belirlenen hedefl ere kolaylıkla ulaşılması maksadıyla medresenin Meşihat makâmınca yönetilmesi planlanmış[45], böylece Şeyhülislâmlık makâmının dînî alandaki konumundan ve Müslüman halk üzerindeki tesirinden istifade edilmesi amaçlanmıştır. Medresenin kuruluşu için tahsis edilen ödeneğin Harbiye Nezareti’nce karşılanması istenmişse de kuruluşun ardından gerekli olan masraf ve harcamaların, ya da diğer bir ifadeyle tahsisâtın yine Meşîhat makâmına bağlı olan ve 18 Eylül 1330/1 Ekim 1914 tarihli Islâh-ı Medâris Nizamnamesi’yle tesis edilmiş olan Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi tertibinden karşılanmasına karar verilmiştir[46]. Bu yönüyle Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin taşra teşkilatı kapsamına dâhil edildiği anlaşılan Medrese-i Aşâir için, nev-i şahsına münhasır bir statü ihdas edildiği ileri sürülebilir. Nitekim II. Abdülhamid döneminde yine aşiretlere mahsus olmak üzere kurulmuş olan Aşiret Mektebi’nin Maarif Nezâreti yerine doğrudan saraya bağlı bir mektep olarak tesis edilmiş olması da[47] aynı amaca yönelik bir niyetin tezahürüdür. Bu niyetin, Hilâfetin ve Şeyhülislamlık makâmının Müslüman Araplar ve aşiretler üzerindeki etkisinden ve gücünden yararlanma amacı taşıdığını söylemek mümkündür. Kaldı ki gerek Aşiret Mektebi gerekse Medrese-i Aşâir Osmanlı Devleti’nin zorlu dönemlerinde devletin bekâsı için devreye sokulan İslam Birliği siyasetinin önemli adımlarından biri olarak görülmektedir. Her ne kadar II. Meşrutiyet döneminin İttihat Terakki yöneticileri Türkçülük siyasetini benimsemiş olsa da, Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinden vazgeçmemişler, ihtiyaç duyulduğunda bu fi kirleri savunarak uygulamaya koyma cihetine gitmişlerdir[48].
Medresenin eğitim süresi üç yıl olup, Arap aşiret şeyhlerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarından her yıl için azami 30 talebe medreseye kabul edilecektir. Dolayısıyla medrese için 90 talebe kontenjanı belirlenmiştir. Medresede çalışan tüm personelin maaşlarıyla öğrencilerin eğitim-öğretim, yiyecek ve giyecek masrafları devlet tarafından karşılanmaktadır.
Medresenin kurucu müdürü Binbaşı Aziz Bey’e, ilk seneye mahsus olmak üzere eğitim-öğretimin icrâsı ile görevlilerin seçim ve atanması görevi de tevdî edilmiştir. Buna göre Binbaşı Aziz Bey, medresenin maddî ve beşeri tüm kaynaklarını yönetmeye ve medresenin açılışını gerçekleştirip eğitim-öğretime hazır hâle getirmeye memur ve yetkili kılınmıştır. Bu yetki ilk seneyle sınırlı olup, eğitim-öğretim başladıktan sonra, atanacak dâimî kadrolu bir müdür eliyle medresenin yönetileceği anlaşılmaktadır.
Medrese-i Aşâir’e ilişkin kararlar Meşihât Makâmı bünyesinde kurulmuş olan Meclis-i Mesâlih-i Talebe[49] tarafından alınmaktadır. Medresenin kuruluşuna dair alınmış karara ek olarak; medresenin bütçesini, ders programını, talimatnâmesini ve eğitim-öğretim yöntemini de içeren mazbata, adı geçen meclisçe tanzim edilmiştir[50].
Medresenin bütçesi aşağıdaki tabloda gösterildiği gibidir[51]:
Bütçenin 78,600-Kuruşu personel maaş gideri olup; medresenin ısınma, aydınlatma, su ve benzeri giderleri için 3,600-Kuruş ödenek tahsis edilmiştir. Tüm talebenin yiyecek ve giyeceği ile kitap ve ders araç-gereçlerinin temini için de bütçeye ödenek konulmuştur. Yiyecek ödeneğine medrese personelinin tamamı; giyecek ödeneğine ise sadece hademeler dâhil edilmiştir. Bütçe kalemleri dikkate alındığında medresede eğitim görecek olan öğrencilerin her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı anlaşılmaktadır.
Medrese için tahsis edilen ödeneğe göre, 90 talebe kontenjanı bulunan medresede on bir kadrolu personel istihdam edilmiştir. Medresede dâimî kadroda beş hademe ile kâtip ve muhasiplik görevini yürüten bir memur dışında beş müderris görevlendirilmiştir. Ayrıca yedi hademe için elbise ve çamaşır tahsisatının ayrılmış olması, iki hademenin daha ücret karşılığı geçici olarak görevlendirilmiş olduğunu göstermektedir. Netice itibariyle ilk kuruluşunda geçici personelle birlikte medresede toplam on beş personelin görevlendirilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
1916 yılının Eylül ayı başında açılması planlanmış olan Medrese-i Aşâir için tahsis edilen ödeneğin havalesinin gerçekleştirilmesine yönelik karar, aynı yılın Haziran ayı içerisinde alınmış ve işlemlerin başlatılması sağlanmıştır[52]. Ancak belirtilen zamanda medresede eğitim-öğretime başlanıldığına dair herhangi bir bilgi ve belgeye, yapılan alan taraması sürecinde rastlanılamamıştır.
Medrese-i Aşâir’in Ders Programı ve Tedris Usülü
İbtidâî/ilk mektep tahsili düzeyinde eğitim vermesi planlanmış olan Medrese-i Aşâir’in ders programında sekiz farklı derse yer verilmiş olup, haftalık ders yükü yirmi dört saattir. Bu dersler: Kur’an-ı Kerîm, Ulûm-i Diniyye, Mevâizu’l-Kur’ân ve’l-Hadîs, Lisân-ı Arabî, Türkçe ve Hüsn-i Hat, Mâlûmat-ı Riyâziyye, Mâlûmat-ı Târihiyye ve Coğrafi yye, Mâlûmat-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sınâiiyye derslerinden oluşmaktadır. Ayrıca ders dışı zamanlarda nişancılık ve binicilik eğitimleri ile zirâat uygulamalarına yer verilmiştir[53].
Üç yıllık eğitim süresine sahip olan medresede, her bir sınıf için haftada 24 saat olmak üzere toplam 72 saat ders yükü belirlenmiştir. Sekiz çeşit dersin yer aldığı programda birinci sınıfta yedi, diğer sınıflarda sekiz çeşit ders okutulmaktadır.
Birinci sınıfta, İslâmî İlimler kapsamındaki derslerin tüm derslere oranı %25 iken, ikinci ve üçüncü sınıflarda bu oran %37,5 düzeyine ulaşmaktadır. İslâmî İlimler kapsamındaki derslerin temel bilgiler düzeyinde: Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve ilmihal bilgisi ile Kur’ân-ı Kerim ve Hadislerden öğütler şeklinde verilmesi planlanmıştır.
Dil eğitimi kapsamındaki derslerde, ağırlık Arapça dersine verilmiş olmakla birlikte, tüm sınıflarda Türkçe dersi Hüsn-i Hat dersiyle birleştirilmiştir. Ders programında Mâlûmat-ı Riyâziyye adıyla yer verilen Matematik dersine haftada üçer saat tahsis edilmiş, Malumât-ı Tarihiyye ve Coğrafi yye dersine de aynı miktarda yer verilmek suretiyle Tarih ve Coğrafya dersi birleştirilmiştir. Yine tüm sınıfl arda haftada ikişer saat olmak üzere Mâlûmat-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sinâiyye adı altında; fen, sağlık ve zanâat bilgilerini ihtiva eden bir nevi genel kültür ve hayat bilgisi mahiyetinde bir derse yer verilmiştir.
Medrese-i Aşâir için hazırlanmış olan ders programındaki dağılım yukarıdaki grafikte verilmiştir. Programın üçte ikisini, eşit ağırlıkta ders yükü bulunan İslâmî İlimler ile dil eğitimi kapsamındaki dersler oluşturmaktadır. Programda İslâmî İlimler kapsamındaki derslerle eşit ağırlıkta olan lisan derslerinin ağırlığı dikkat çekmektedir. Haftada 14 saat Arapça ve 10 saat Türkçe olmak üzere toplam ders yükünün üçte birini dil eğitimi kapsamındaki dersler oluşturmaktadır.
Tarih-Coğrafya ile Matematik derslerinin her biri %13 oranında ders yüküne sahip olup; herhangi bir ders grubuna dâhil edilmeyen Malûmât-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sinâiyye dersi ise %8 düzeyinde ağırlığa sahiptir.
Dengeli bir dağılımın gözetildiği programın diğer mektep ve medreselerin programlarına göre daha sade ve yalın olduğu görülmektedir.
Öte yandan Meclis-i Mesâlih-i Talebe tarafından Medrese-i Aşâir’de okutulacak derslerin eğitim yöntemine ilişkin olarak Sûret-i Tedrîsi Mutazammın Muhtıra adıyla bir mazbata hazırlanmıştır54.
Bu muhtıraya göre:
slâmi İlimler kapsamındaki derslerden Kur’ân-ı Kerim dersinde tecvit uygulamasıyla beraber uygun sûreler ezberlettirilecek; Ulûm-i Dîniyye dersinde Fıkıh ilminin ibadete ait konuları işlenecektir. Mevâizu’l-Kur’an ve’l-Hadis dersinde ise Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis kitaplarında yer alan ahlâkî ve içtimâi konulara dâir ayet ve hadislerin öğretilmesi sağlanacaktır.
Dil eğitimi kapsamında programa konulmuş olan Lisân-ı Arabî ve
Matematik dersi kapsamında programa konulmuş olan Mâlûmat-ı Riyaziyye dersinde, uygulamalı olarak aritmetik/hesap ilmi öğretilecek, son sınıfta ise düzeye uygun bir hendese/geometri gösterilecektir.
Mâlûmat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye dersinde, İslâm ülkeleri ile Osmanlı tarihi ve coğrafyası öğretilecek, zaman kalırsa son sınıfta genel tarih ve coğrafya hakkında da bilgi verilecektir.
Mâlûmat-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sinâiyye dersinde bölge için münasip olan konular muallim tarafından seçilerek öğretilecektir.
Tedris usûlüne dâir muhtıra dikkate alındığında tüm derslerin temel/ilk öğretim düzeyinde bir çerçeve belirlenmek suretiyle işlenmesi amaçlanmıştır. Medrese-i Aşâir’de Osmanlı tebaasından bir bireyin, zarûrî miktarda öğrenmesi gereken başta İslâmi ilimler olmak üzere, günlük hayatta kullanabileceği hesap, genel kültür, tarih ve coğrafya bilgisi ile ilk yardım ve zanâata dâir temel bilgiler verilecektir. Ayrıca bu bilgilere ilaveten nişancılık ve binicilik uygulamalarının yanında bölgesel zirâata dâir tatbikatlar yaptırılacaktır.
Mâlûmat-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sinâiyye dersinde işlenecek konuların derse girecek olan muallimin seçimine bırakılması ve bu seçimin “muhit için münâsip” olma şartına bağlanması dikkat çekmektedir. Özellikle bölgenin fennî, sıhhî ve sınâî alandaki ihtiyaçları merkeze alınmak suretiyle, konuların derse girecek muallim tarafından belirlenecek olması, eğitimde yerel ihtiyaçların dikkate alındığına ve medrese için belirlenmiş olan amaçlara kısa vadede ulaşma arzusuna işaret etmektedir.
Üç yıllık eğitim süresine sahip olan Medrese-i Aşâir’in, beş yıllık Aşiret Mektebine göre daha sade bir ders programına sahip olduğu görülmektedir. Program itibariyle rüşdiye ile beş senelik idâdî/orta mektep arasında kalan ve beş yıllık eğitim süresi olan Aşiret Mektebi’ne[55] karşın, üç yıllık olan Medrese-i Aşâir’in ders programı, Tanzimat’tan sonra açılan üç yıllık ibtidâi mekteplerin programıyla benzerlik arz etmekle birlikte, müfredât itibariyle daha üst düzeyde olduğu görülmektedir[56]. Üç yıllık ibtidâi mekteplerin ders programında on iki çeşit ders yer alırken Medrese-i Aşâir’de sekiz çeşit derse yer verilerek bazı derslerin tevhid edilmesi cihetine gidilmiştir. Örneğin Tarih ile Coğrafya; Türkçe ile İmlâ/Hüsn-i Hat; Elifbâ ve Tecvit ile Kur’an-ı Kerim dersleri tek bir ders bünyesinde ders programına dâhil edilmiştir. İlave olarak Malûmât-ı Fenniyye ve Sıhhiyye ve Sinâiyye dersinin programda yer aldığı görülmektedir. Bu yönüyle de Medrese-i Aşâir, kısa vadeli belirli maslahatları gerçekleştirmeyi hedefleyen özgün bir ders programıyla karşımıza çıkmaktadır.
Eğitim-Öğretime İlişkin İş ve İşlemler
Medrese-i Aşâir’de uygulamaya konulacak olan eğitim ve öğretime ilişkin düzenlemeler, medreseye mahsus tanzim edilmiş olan talimatnâmede açıklanmıştır.
Dokuz maddeden ibaret olan Medresetü’l-Aşâir Tâlimatnâmesi’ne göre[57]:
Leylî/yatılı olan medreseye her yıl 30 öğrenci kabul edilecek olup, kontenjan 90 öğrenciyle sınırlandırılmıştır. Öğrencinin yiyecek, giyecek ve ders kitapları ile ders araç ve gereçlerinin tamamı idare tarafından ücretsiz temin edilecektir[58]. Bu özelliğiyle medrese güncel ifadesiyle bir nevi tam burslu eğitim veren kurum niteliğini taşımaktadır.
Üç yıllık eğitim süresini başarıyla tamamlayan öğrenciye şahadetname verilecek, en başarılı olanlara ise ayrıca Meşihat tarafından hıla‘-ı fâhire[59] ve uygun hediyeler gönderilecektir[60]. Mezun olacaklara verilecek olan bu özel kıyafetin/kıymetli kaftanın mensub olunan aşiret nezdinde o kişiye itibar kazandıracağı ve ayrıca medreseye karşı ilgi ve alakayı artıracağı âşikârdır. Bahse konu hediyelerin de aynı etkiyi yapacağı düşünülmektedir. Bu taltiflerin Aşiret Mektebi’nin ilk mezunlarına II. Abdülhamid tarafından yâver-i fahri rütbesi, üniforması ve maaşı verilmesi[61] şeklindeki uygulamadan esinlenerek belirlendiği düşünülmektedir.
Mezun olan öğrencilerin, arzu etmeleri halinde Medine-i Münevvere ve Kudüs’teki medreselere[62] imtihansız girme hakları bulunacağı gibi, hükümetçe aşiretlerin iş ve işlemlerini yürütmek üzere ve icâb eden diğer hizmetlerde istihdamları da sağlanabilecektir[63]. Böylece bir taraftan başarılı ve yetenekli mezunların üst düzey eğitim almaları teşvik edilirken, diğer taraftan bu yönde eğilimi olmayanların sosyal hayata katkı sağlayacak görevlere getirilmek suretiyle; merkezi yönetimle aşiretler arasındaki bağın ve iletişimin sağlamlaştırılması amaçlanmaktadır.
Medrese-i Aşâir’de uygulanacak olan eğitim-öğretim ve imtihanlara ilişkin hususlar Kudüs Selahaddin Eyyubi Külliye-i İslamiyyesi Talimatnamesi’nin özel hükümlerine ve Meşihat makâmının emir ve tebligâtına tâbî kılınmıştır[64]. Nitekim adı geçen medresenin Kudüs’te kurulma amacı da tıpkı Medrese-i Aşâir gibi Müslümanların birlik ve beraberliğini temin etme amacı taşımaktadır.
Meşîhat makâmına bağlı olan medrese, yine aynı makâm tarafından tayin edilen ve doğrudan doğruya Meşihat makâmıyla haberleşmeye yetkili bir müdür tarafından yönetilecektir. Eğitim-öğretim kadrosu için liyâkatli müderrislerin görevlendirilmesi şartı konulan medresede, memur ve müderrisler müdürün teklifi üzerine Meşîhat makâmının onayıyla görevlendirilecektir. Hademelerin tayin ve azilleri ise medrese müdürünün uhdesine tevdî edilmiştir[65].
Sonuç ve Değerlendirme
II. Meşrutiyet dönemi medreselerle ilgili köklü yapısal düzenlemelerin yoğun bir şekilde hayata geçirildiği dönem olarak dikkat çekmektedir. Bu düzenlemeler özellikle batı tarzı mektepler model alınmak suretiyle gerçekleştirilmiştir. Yeniden tesis edilen medreselerin kuruluş amacı, teşkilat yapısı, ders programları ve eğitim yöntemlerinin, mektepler örnek alınmak suretiyle belirlendiği açıkça görülmektedir. Bu dönemde planlanmış olan, ancak uygulanmasına imkân bulunamadığı anlaşılan Medrese-i Aşâir de II. Abdülhamit döneminde tecrübe edilen Aşiret Mektebi’nin model alındığı önemli bir projedir.
Aşiret Mektebi’nin kuruluşundaki amaç ile Medrese-i Aşâir için belirlenmiş olan amaç birbiriyle örtüşmektedir. II. Abdülhamit döneminde hâkim olan İslam Birliği siyasetinin gereği olarak kurulan Aşiret Mektebi ile Türkçülük siyasetinin hâkim olduğu II. Meşrutiyet döneminde projelendirilen Medrese-i Aşâir aynı amacı içinde barındırmaktadır. Her ne kadar Medrese-i Aşâir, Türkçülük siyasetini benimsemiş olan İttihat ve Terakki Hükümeti döneminde projelendirilmiş olsa da; Birinci Dünya Savaşı’nın cereyan ettiği süreçte, başta Filistin ve Hicaz olmak üzere Arapların yaşadığı bölgelerde, devletin bekâsı adına İslâm Birliği siyasetinin bir gereği olarak hayata geçirilmek istenmiştir.
Zira eğitim politikalarının devletin ve toplumun ihtiyaçlarını önceleyen ve özellikle devletin bekâsını merkeze alan bir yaklaşımla belirlendiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’la birlikte hemen hemen her alanda batıya karşı mevzi kaybına uğramış olması, eğitim sisteminin bahse konu yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Farklı etnik mensûbiyetlerin bir arada tutularak sevk ve idâre edilmesinde; asgârî müşterekler etrafında kenetlenerek ortak bir kimlik oluşturulmasında; devlete olan sadakatin ve bağlılığın kuvvetlendirilmesinde en mühim araç olan eğitim kurumları, bahse konu amaca hizmet etmek üzere ve ortaya çıkan ihtiyaçlar çerçevesinde yapılandırılmışlardır. Bunlardan birisi de II. Meşrutiyet döneminin proje aşamasında kalmış bir eğitim kurumu olan Medrese-i Aşâir’dir.
İngilizlerin, Ortadoğu’daki Arap aşiretlerini, Arap milliyetçiliği fikriyle kışkırtarak Osmanlı’ya karşı isyana sevk etmesi, bölgede askerî ve siyasi tedbirlerin artırılmasını lüzumlu kılmaktaydı. Bu tedbirlerin somut adımlarından birsi de, Arap ve çöl aşiretlerini asgarî müşterek olan İslâm Dini paydasında buluşturmak; aynı ülkü etrafında birleştirmek; devlete bağlılığı ve sadakati sağlamak amacıyla projelendirilmiş olan Medrese-i Aşâir’dir. Stratejik bir adım olan bu proje ile tıpkı II.Abdülhamit döneminde açılmış olan Aşiret Mektebi’nin rolünün medrese çatısı altında hayata geçirilmesi planlanmıştır. Her ne kadar bu proje Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği olağanüstü süreçte hayata geçirilememiş olsa da; Osmanlı eğitim sisteminin, bölgesel ve yerel ihtiyaçlar dikkate alınmak suretiyle farklı ve özgün eğitim kurumları tesis etmedeki yaklaşımını göstermesi açısından önemli bir girişim sayılmalıdır.
Öte yandan Medrese-i Aşâir’e modellik yapan ve II. Abdülhamid döneminde on beş yıl eğitim verdikten sonra çeşitli gerekçelerle kapatılmış olan Aşiret Mektebi’ne ilişkin olarak, eğitim tarihçisi O.Nuri Ergin’in Türkiye Maârif Tarihi isimli eserinde dile getirmiş olduğu: “Şayet lağvedilmemiş olsaydı on dört ay sonra ilan edilen II.Meşrutiyet’ten sonra zaten lağvedileceği [66]” yönündeki açıklamasının, Medrese-i Aşâir projesi nedeniyle dayanaktan yoksun kaldığı anlaşılmaktadır.
Medrese-i Aşâir, İttihat ve Terakki yönetiminin iktidarda olduğu dönemde, bizzat İttihat ve Terakki yöneticileri eliyle tasarlanmış bir proje olması nedeniyle, devletin bölünmez bütünlüğü ve bekâsı söz konusu olduğunda; yönetime hangi görüş hâkim olursa olsun aynı hassasiyetle tepki verildiğinin göstergesi sayılabilir.