GİRİŞ
Anadolu ve İran: İki büyük medeniyetin, iki büyük kültürün vatanı olan bu topraklar, antik devirlerden XVII. asrın neredeyse sonlarına kadar birbiriyle savaştılar. Lidyalılar ve Persler; İskender ve Dara; Romalılar ve Sasanîler; Anadolu Selçukluları ve Moğollar, İlhanlılar; Osmanlılar ve Timurlular ve nihayet Osmanlılar ve Safevîler. Bu savaşların bazılarının sonunda İran Anadolu'yu istila etti.
XVI.-XVII. asır Osmanlı-Safevî mücadeleleri, işte bu uzun çatışmalar ta-rihinin son perdesiydi. Bu mücadeleler, İslâm tarihinin genel seyri içinde bir mânada, Sünnîlik-Şîîlik rekabetinin teolojik boyuttan siyasî boyuta intikal eden çok mühim bir safhasını teşkil ettiği kadar, Osmanlı tarihinin de en önemli dönemlerinden birini meydana getirir. Aslında Osmanlı-Safevî münasebetleri, Osmanlı hanedanı ile Safevî hanedanı boyutunda, Safevî Devleti'nin 1501'de fiilen kuruluşundan daha eskiye gitmekle beraber, devletlerarası statüde bu zikredilen tarihte başlamış sayılabilir. Yuvarlak hesapla XVI. asır iptidalarında başlayan bu münasebetlerin tarihi, kendi hakimiyet sahalarında dönemlerinin en parlak iki medeniyetini yaratan bu devletlerin, XVII. asırda Kasr-ı Şirin muahedesini imzalamalarına kadar sürekli bir çizgi takip eden sıcak çatışmalar tarihidir. Bu sıcak çatışma süreci, henüz çok genç yaşta İran tahtına geçerek, sufi bir tarikatı bir devlete dönüştürmek gibi, o zamana kadar dünya tarihinde eşi görülmedik bir hadiseyi gerçekleştiren Şah İsmail-i Safevî'nin, Osmanlı topraklarına yönelik faaliyetleriyle başladı.
Bu iki müslüman devlet arasındaki rekabet ve çatışmanın seyri, o zamanlar başta Memluklüler olmak üzere hem İslâm, hem de Batı Hıristiyan dünyasında çok yakından takip ediliyor, dolayısıyla onların kaynaklarına da yansıyordu. Özellikle Avrupalı devletler, daha Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk olmaya başladığı I. Bayezid (1389-1402) döneminden beri, kendilerini tehdit eden bu devlete karşı İran'da kurulan devletlerin -o zaman Timurlular’ın- şahsında hep tabii bir müttefik görüyorlardı. Safevî Devleti kurulduğu zaman da aynı siyaseti takip etmişler ve Osmanlılar'a karşı onunla ittifak politikasını hep sürdürmüşlerdir. Bu tutum Batı tarihçiliğinde de bir akis bulmuş ve modern Batılı tarihçiler, Osmanlı-Safevî münasebetlerini incelemeye özel bir itina göstermişlerdir, ki bu konudaki araştırmalar mevzuumuzun dışındadır ve ehlince de iyi bilinmektedir[1].
Şunu hemen belirtelim ki, gerek Türkiye, gerekse İran'ın Yeniçağlar tarihinin bu çok önemli devrinin Osmanlı kaynaklarına yansıması konusunda söylenmesi icap edenler, bu yazı çerçevesinin çok ötesine geçecek kadar geniştir. Yazının ikinci kısmında ise yine çok kısa olarak modern Türk tarihçiliğinde Osmanlı-Safevî münasebetlerinin yerinden yine çok kısa olarak bahsedilecektir.
OSMANLI KAYNAKLARINDA OSMANLI-SAFEVÎ MÜNASEBETLERİ
Osmanlı-Safevî münasebetleri tarihi, muhakkak ki her iki tarafın da değişik mahiyetteki çağdaş kaynaklarında yankı bulacaktı ve öyle de olmuştur. Biz bu birinci kısımda yalnızca bahis mevzuu döneme dair Osmanlı kaynaklarını ele almaya çalışacağımıza göre, bu çerçevede Osmanlı kaynakları, şu beş kategori veya grupta mütalaa edilebilirler:
I- Arşiv kaynakları
a) Ahkâm defterleri
b) Mühimme defterleri
c) Müteferrik vesikalar
II- Münşeat mecmuaları
III- Saltıknâme
IV- Vekayinâmeler (Kronikler)
a) XVI. asra ait olanlar
b) XVII. asra ait olanlar
V- Müteferrik yazma risaleler
I- ARŞİV KAYNAKLARI:
Bugün Türkiye'nin elinde, Osmanlı Devleti’nin milletlerarası münasebetlerinin, dahilî siyasetinin, idari, iktisadî ve malî yapısının, teşkilatının, çeşitli müesseselerinin tarihini yeniden inşâ etmemize yarayacak, çok zengin bir arşiv malzemesi mevcut olup, bu malzeme İstanbul ve Ankara'daki devlet arşivlerinde bulunmaktadır. Bu malzeme içinde konumuz itibariyle esas olarak bizi ilgilendiren iki tür vardır. Bunlara ek olarak ta müteferrik mahiyetteki tek sayfalık vesikalardan bahsedilebilir.
A) Ahkâm defterleri:
Bu defterler, muhteva bakımından aşağıda sözü edilecek olan m ühimme defterlerine benzemekte ise de şekil bakımından onlardan biraz farklıdırlar. defterleri, Divan-ı Hümâyun'da müzakere edilen malî, hukukî, idari meseleler ve gelen şikâyetlerle ilgili hükümlerin toplandığı defterlerdir. Elimizde tam da Safevî Devleti’nin kurulduğu ve dolayısıyla Osmanlı-Safevî münasebetlerinin başladığı II. Bayezid (1481-1512) dönemine ait iki ahkâm defteri bulunmaktadır. Bunların, Başbakanlık Arşivi, A. DVN. nr. 790'da bulunmakta olup 906 /1501 tarihlisi bizim mevzuumuzla ilgili bazı hükümler ihtiva etmektedir[2]. Diğeri ise 911/1505 tarihli olup bizimle ilgili değildir.
Söz konusu bu defterdeki hükümler, Osmanlı topraklarındaki Safevî propagandasını yansıtan oldukça ilginç bilgiler ihtiva eder. Buradaki hüküm metinlerinin çoğu, gönderildikleri yöneticilerden, Osmanlı topraklarından Yukaru Taraf veya Yukaru Cânib denilen İran'a sığınmak isteyen Erdebil tekkesine bağlı silahlı sûfîlerin yakalanıp siyaseten katl edilmelerini, buna mukabil, oradan da Osmanlı topraklarına sığınmak isteyenlere izin verilmemesini buyuran hükümlerden oluşmaktadır. Diğer yandan bazı hükümler ise, İran taraflarında meydana gelen gelişmelerin dikkatle takip edilmesini, olup bitenlerin vakit geçirmeden Osmanlı merkezine iletilmesini istemektedir. Bu metinler, II. Bayezid’i Safevîler’in faaliyetlerine karşı ilgisiz olmakla suçlayan görüşün bütünüyle doğru olmadığını göstermesi bakımından da önemlidir.
B) Mühimme ve Mühimme Zeyli defterleri:
Adından da anlaşılacağı gibi, bu nevi defterler, tıpkı ahkâm defterleri gibi, Divan-ı Hümâyun'da müzakere edilen mühim malî, hukukî, idarî meseleler ve şikâyetlerle ilgili belli tarihler arasındaki hüküm ve kararları bir araya toplayan defterlerdir.
Bunların en eski örneği, Topkapı Sarayı Arşivi E. 12321 numarada kayıtlı 951/1545 tarihli defterdir. Görüldüğü üzere, Kanunî Sultan Süleyman zamanı gibi, Osmanlı-Safevî münasebetlerinin oldukça geç bir dönemine aittir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan diğer mühimmeler bu tarihten sonraki dönemi içine almaktadır. Bu arşivdeki en eski kayıt 5 numaralı mühimme defterinde olup 8 Safer 973 / 4 Eylül 1565, son kayıt ise 71 numaralı mühimme defterindedir ve 25 Rebîulevvel 1002 / 9 Aralık 1593 tarihlidir. İlk döneme ait yukarıda bahsettiğimiz ahkâm defterinden başka vesikaya ne yazık ki sahip değiliz. XVII. asırda ise zaten mühimme defterleri artık yoktur. Bunların haricinde birkaç tane de mühimme zeyli defterleri vardır.
Görüldüğü üzere, XVI. asrın sonlarına kadarki kayıtları ihtiva eden bu defterlerde Safevîler'in Anadolu'daki faaliyetlerine dair pek çok kayıt mevcut olup, bunlar bugüne kadar muhtelif Batılı ve Türk tarihçilerce kullanıldığı gibi, çoğu da 1932'den bu yana neşredilmiştir. Bu metinleri ilk neşreden Ahmet Refik (Altınay)[3], sonuncusu ise Saim Savaş’tır[4]. Fakat bunların dışında henüz neşredilmeyenler de vardır.
Bu defterlerden başka, Topkapı Sarayı Arşivinde muhtelif numaralardaki müteferrik evrakı da listeye ilâve etmemiz gerekiyor.
Teferruat bir yana, çok genel olarak bahsedilse dahi bir makalenin sınırlarını aşacak olan bu mühimme kayıtlarının temas ettiği mevzuları burada sadece gruplandırmakla yetineceğiz. Bunlar başlıca,
a- Safevîler'in Anadolu'daki faaliyetleri,
b- Osmanlı merkezi iktidarının buna karşı uyguladığı tedbirler olmak üzere iki ana grupta toplanabilir.
a- Safevîler'in Anadolu 'daki faaliyetleri
Bu gruptaki mevzular,
1) Safevîler'in halife denilen misyonerler aracılığıyla Anadolu'da yaptıkları Kızılbaşlık propaganda faaliyetleri,
2) Anadolu'da Türkmen aşiretlerinden, köylü halktan ve sipahi, kale muhafızı vb. kimselerden Kızılbaşlığa geçerek İran’a kaçanlar,
3) Sünnî oldukları için gördükleri eziyetlerden dolayı Anadolu'ya sığınanlar,
4) Kızılbaşlığa geçenlerden Şah İsmail-i Safevî adına nezir ve sadaka top-layıp İran’a yollayanlar,
5) Kızılbaşlar'ın "er avrat bir arada" yaptıkları âyinler hakkında takibat,
6) "Kızılbaş teftişine memur" olduğu gerekçesiyle halktan para toplayan, rüşvet alan sahtekârlar,
7) Şahsî kin ve garazları sebebiyle hasımlarını Kızılbaş olmakla suçlayıp Osmanlı yönetimine ihbar edenler vb. meselelerden teşekkül etmektedir.
b- Osmanlı merkezi iktidarının buna karşı uyguladığı tedbirler
Bu grupta ise şu mevzular yer almaktadır:
1) Kızılbaşlık propagandasının yoğun olarak yapıldığı Orta, Güney ve Doğu Anadolu bölgelerinde sıkı teftişler yaptırmak, Kızılbaş olduğu ve İran için çalıştığı tesbit edilenleri, münhasıran propaganda yapan halifeleri yakalatıp idam ettirmek,
2) Seyyidlerden Kızılbaş olanları ise idam etmeyip Rumeli'ye sürgüne göndermek,
3) İran'dan gönderilen "Kızılbaş kitapları"nı toplatıp yakarmak,
4) Kızılbaş olup İran'a geçen veya kaçan sipahi, kale dizdarı vb. yöneticileri "istimalet" politikası ile tekrar Osmanlı tarafına celbetmek ve bunlardan casus olarak yararlanmak,
5) İran’a İktisadî ambargo uygulamak vs.
C) Müteferrik vesikalar:
Bunlar değişik mahiyette ve çeşitli meselelere dair tek sayfalık mektup, ferman ve benzeri evraktan ibarettir.
II- MÜNŞEÂT MECMÛALARI
Safevîler ile alâkalı muharreratı ihtiva eden birkaç münşeat mecmûası olup, bunların en tanınmışı, Kanunî Sultan Süleyman devri münşilerinden Feridun Ahmed Beğ’in Münşeâtü's-Selâtîn isimli eseridir[5]. Bu eserde Yavuz Selim (1512-1520)’ ile Şah İsmail-i Safevî (1501- 1524)'nin birbirlerine yolladıkları mektupların suretleri bulunmaktadır. Bu surederden bazıları da, XVI. asır vekayînâmelerinde yer alır. Bunlar karşılıklı meydan okumalar, birbirlerini kışkırtmaya yönelik ifadelerden oluşmaktadır. Dikkati çeken husus, Yavuz Selim'in daha üst perdeden hitap ediyor olması ve Şah İsmail-i Safevî’nin vücudunu ortadan kaldırıp devletini yıkarak İslâm'ı onun zendeka ve ilhadından, rafzından kurtaracağı iddiasında bulunmasıdır.
Diğer münşeât mecmualarının hemen hepsi de anonim eserler olup, 3 tanesi Süleymaniye (Esad Efendi) Kütüphanesi, 3345, 3384, 3752 numaralarda, 1 tanesi yine Süleymaniye (Halet Efendi) Kütüphanesi 775 numarada, diğeri ise Nuruosmaniye Kütüphanesi 4976 numarada bulunmaktadır.
III- SALTIKNÂME
Saltıknâme, Fatih Sultan Mehmed'in 1473'te Akkoyunlu Uzun Hasan üzerine giderken, yerine bıraktığı şehzadesi Cem Sultan'ın emriyle maiyyet erkânından Ebu'l-Hayr-i Rûmî'ye yazdırdığı, XIII. yüzyılın meşhur Türkmen şeyhi Sarı Saltık hakkındaki büyük menâkıbnâmenin adıdır. Burada, kardeşi IV. Rükneddin Kılıçarslan ile giriştiği saltanat mücadelesini kaybederek Bizans'a sığınan Anadolu Selçuklu sultanı II. İzzeddin Keykâvus maiyyetinde 1262 yılında bugünkü Romanya sınırları içinde bulunan Dobruca bölgesine Balıkesir havalisinden bir Türkmen aşiretini göçüren Türkmen babası Sarı Saltık’ın cihad menkabeleri ve keramet hikâyeleri bir araya getirilmiştir. San Saltık Dobruca’da "kâfırler"le mücadele ederek, gösterdiği kerametlerle onları müslüman eder veya boyun eğdirir[6].
Görüldüğü gibi bu eser henüz Safevî Devleti ortada yokken yazılmıştır. Ancak bugün elimizde bu orijinal nüsha mevcut olmayıp, ondan 1000/1591 gibi geç bir tarihte istinsah edilen tam bir nüsha vardır[7]. Şu anda mevcut diğer üç nüsha da aşağı yukarı aynı dönemde istinsah edilmişlerdir.
İşte gerek bu nüshalar, gerekse Topkapı Sarayı Hazine Kütüphanesi 1316 numarada bulunan tam nüshada, dönemin Osmanlı-Safevî mücadelesi çok kuvvetli bir biçimde yansımış, eserin orijinal nüshasında olmadığını rahatça tahmin edebileceğimiz, İran ve "Rafızîlik" aleyhtarı müthiş bir polemik yer almıştır[8]. Adını bilmediğimiz müstensih, İran'a karşı kuvvetli bir antipati beslemekte, her türlü kötülüğün ve fesadın oradan zuhur ettiğini muhtelif vesilelerle eserin birçok yerinde ısrarla tekrar etmekte ve aslında, Sünnî bir şeyh olmadığını bildiğimiz Sarı Saltık'ı mutaassıp bir Sünnî rnücahid yaparak metindeki ifadeyle "Râfızîler'e karşı cihad ettirmektedir.
Bu eserin tarihî bir vesika olarak bir de bu açıdan, resmî vekayinâme ve arşiv vesikalarının dışında, dönemin Safevî İranı’na karşı Osmanlı kamuoyunu yansıtması itibariyle hususi bir ehemmiyeti vardır.
em>IV- VEKAYÎNÂMELER (KRONİKLER)
Osmanlı-Safevî münasebetlerini yansıtan Osmanlı kronikleri, bundan yıllar önce Bernard Lewis ve P. M. Holt'un editörlüğünde yayımlanan Orta Doğu tarihçiliğine dair kollektif bir çalışmada müteveffa Prof. John R. Walsh'ın bir makalesinde sözkonusu edilmişti[9]. Walsh bu makalesinde, hepsi de XVI. yüzyıla ait yirmi küsur vekayînâme ve diğer eserleri ele almıştı. Ancak burada İbn Kemal'in Tevârih-i Al-i Osman'ı, Nişancı Mehmed Paşa'nın Tarih’i ile Rüstem Paşa'nın Tarih’i ve Tarih-i Solakzâde ve daha birkaç eser bahis mevzuu edilmemiştir.
A) XVI. Asır Vekayînâmeleri
Bunları kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz: 1- Anonim, Die Altosmanische Chronik ( Tevârîh-i Âl-i Osman), nşr.Friedrich Giese, Leipzig 1929; 2- Aşıkpaşazâde, Tevârîh-i Al-i Osman yahut Aşıkpaşazâde Tarihi (Bunun iki neşri vardır: Âlî Beğ neşri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1332; Nihal Atsız neşri: Osmanlı Tarihleri I, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1949); 3- İbn Kemal, Tevârih- i Al-i Osman, VIII. Defter, nşr. Ahmet Uğur, TTK yay., Ankara 1997; 4- İdris-i Bidlisî, Heşt Bihişt, Süleymaniye (Esad Efendi) Kütüphanesi, nr. 2197; 5- İdrîs-i Bidlisî ve Ebıı’l-Fazl, Selîmnâme, 2 cilt, British Museum, Add. nr. 7646- 7647; 6- Şükrî, Selîmnâme, 2 cilt, Topkapı Sarayı (Hazine) Kütüphanesi, nr. 1597-1598; 7- İshak Çelebi, Selîmnâme, Bibliothèque Nationale, mss turcs, AF 141; 8- Lutfi Paşa, Tevârîh-i Al-i Osman, nşr. Alî Beğ, Matbaa-i Amire, İs-tanbul 1341; 9- Rüstem Paşa, Târih, Bibliothèque Nationale, Suppl, turc, nr. 1021; 10- Gelibolulu Mustafa Alî, Künhü'l-Ahbâr, 4. Rükn, Süleymaniye (Esad Efendi) Kütüphanesi, nr.2162; 11- Aynı müellif, Nusretnâme, Süleymaniye (Esad Efendi) Kütüphanesi, nr. 2433; 12- Nişancı Mehmed Paşa, Tarih-i Nişancı, Matbaa-i Amire, İstanbul 1279; 13- Celalzâde (Koca Nişancı), Tabakâtül-Memâlik ve Derecâtü'l-Mesâlik, nşr. Meredith-Owens, London 1971; 14- Sa'deddîn Efendi, Tâcü't-Tevârîh, İstanbul 1279.
Bu saydığımız vekayînâmelerden en başta yer alan ikisi, Safevî Devleti'nin kuruluşuna tekaddüm eden yıllarda, Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar'ın, yani Şah İsmail-i Safevî'nin dedesi ve babasının faaliyetlerinden bahsederler. Diğerleri ise, “Şah İsmâîl-i pür-tadlîl” diye andıkları Şah İsmail-i Safevî'nin zuhûrunu, nasıl Gîlan ve Tebriz'i alarak İran’da "Kızılbaş-ı fitne-faş" yahut "Kızılbaş-ı bed-meâş" dedikleri Safevî Devleti'ni kurduğunu, bu arada etrafına nasıl taraftarlar toplayarak fetihlerini genişlettiğini naklederler ve bu arada da Sünnî halkı ve ulemâyı katledip çeşitli zulümler yaptığını eski Sünnî ulemâ ve meşâyihin mezarlarını tahrip ettirdiğini, "Rafızîlik" diye niteledikleri İmamiye Şîası'nı yayarak İslâm’a karşı savaş bayrağını açtığını ileri sürerler. Bu rivayetlerin en zengin versiyonları, özellikle İbn Kemal'de, İdrîs-i Bidlisî'de, Selîmnâme’lerde, Lutfı Paşa’da, Gelibolulu Mustafa Alî’de, Celal- zâde’de ve Sa'deddîn Efendi’de yer almaktadır. Bunlarda, Şah İsmail-i Safevî ile Yavuz Selim’in teâtî ettikleri mektupların suretleri de vardır.
Bu vekayînâmelerin önemli bir husûsiyeti de, II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanunî Süleyman zamanlarında Osmanlı Devletine karşı vukû bulan Kızılbaş isyanlarının tafsilatlı hikâyelerini ihtiva etmeleridir[10],
B) XVII. Asır Vekayînâmeleri
Bu asırda kaleme alınmış olup, Osmanlı-Safevî münasebetlerinden bahseden vekayînâmeleri de yine şöyle sayabiliriz: 1- Hasanbeğzâde, Târih, Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr.3134; 2- Müneccimbaşı Derviş Ahmed, Sahâifu'l-Ahbâr, 3 cilt, İstanbul 1285; 3- Solakzâde Mehmed Efendi, Târîh-i Solakzâde, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1298; 4- Mustafa Naîmâ, Ravzatü'l-Husayn fi Ahbâri'l-Hâfikayn (Târîh-i Naîmâ), İstanbul (tarihsiz, çerçeveli baskı), 6 cilt; 5- Peçevî İbrahim Efendi, Târîh-i Peçevî, 2 cilt, Matbaa-i Amire, İstanbul 1283; 6- Selânikli Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, 2 cilt, nşr. Mehmed İpşirli, TTK yay., Ankara 1999, 2. bs.; 7- Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Süleymannâme, Bulak 1248; 8- Kâtip Çelebi, Fezleke, 2 cilt, İstanbul 1286-1287.
Bunlar bir yandan Safevî Devleti’nin kuruluşuna ve Şah İsmail-i Safevî'nin faaliyetlerine, yapılan savaşlara ve Osmanlı Devleti'ne karşı isyanlara dair verdikleri mâlumatı, XVI. asır vekayînâmelerinden naklen verirken, diğer yandan Şah İsmail-i Safevî sonrasında Şah Tahmasb ve müteakip hükümdarlar zamanında Osmanlılar ile Safevîler arasındaki savaşları ve muahedeleri anlatırlar, ki burada bunların tafsilatına girmemiz mümkün değildir.
V- MÜTEFERRİK YAZMA RİSALELER
Bunlara örnek olarak bizim rastladığımız anonim bir risaleyi verebiliriz. Seyfü'ş-Şer'i'l-Meslûl alâ Şâh Ahmerî er-Re'îsi'z-Zindîkı’l-Meşhûr isimli bir risale ile[11], yine anonim bir şahıs tarafından istinsah olunan, Fırak-ı Dâlle Husûsan Kızılbaş Tâyifesi Hakkında Rüstem Paşanın Mektubu Sûreti isimli risâleyi verebiliriz[12]. Her ikisi de bilinen literatürde kullanılmamıştır. Bu iki örnek,muhtelif kütüphanelerde bu tür daha başka yazma risâlelerin de bulunabileceğini düşündürüyor.
MODERN TÜRK TARİH ARAŞTIRMALARINDA OSMANLI-SAFEVÎ MÜNASEBETLERİ
Şunu hemen açıkça ifade edelim ki, modern Türk tarihçiliğinin ihmal edip yeterince çalışmadığı, irdelemediği sahalardan biri de, Osmanlı-İran münasebetleri, bu çerçevede de Osmanlı-Safevî mücadeleleridir. İşin ilginç yanı, Batılı tarihçilerin bu mevzua Türk tarihçilerinden çok daha fazla önem vermiş olmalarıdır. Doğrudan doğruya bu mevzua hasredilmiş olup Türkiye'de yayımlanmış mahdud sayıdaki araştırmaların çoğu makale şeklinde olup, kitap olarak çok az sayıda monografiden söz edilebilir. Son yıllarda doktora tezlerinin biraz bu alana yönelmiş gibi göründüklerini söyleyebiliriz[13]. Bu vesileyle şunu belirtmek gerekir ki, bu alâkasızlık yalnızca Osmanlı-İran münasebetleri için bahis mevzuu olmayıp, umumiyetle Türkiye'nin komşuları olan diğer devletler için de geçerlidir. Osmanlı-İran ve Osmanlı-Safevî münasebetleri, gerek umumî mahiyetteki Osmanlı tarihlerinde, gerekse II. Bayezid, Yavuz Selim, Kanûnî Süleyman ve onların devirleriyle ilgili kitap ve makalelerin içinde ele alınmakla yeünilmiştir. Tabiatiyle bunlar detaylı ve analitik çalışmalar olmaktan hayli uzaktır.
O halde modern çalışmaları şu gruplar dahilinde inceleyebiliriz:
I- UMÛMİ OSMANLI TARİHLERİNDEKİ KISIMLAR
Bu grubun içine, Ahmed Rasim'in Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi gibi[14], Cumhuriyet'ten önceki umûmî Osmanlı tarihlerinden başlayarak Cumhuriyet döneminde yayımlanmış olanları dahil etmeliyiz. Bunların başında, İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın Türk Tarih Kurumu'nca neşredilen meşhur Osmanlı Tarihi isimli eseri gelir[15]. İkinci olarak da, hususî bir yayınevi tarafından neşredilen Mufassal Osmanlı Tarihi adındaki, eski Başvekâlet Arşivi Genel Müdürü Mithat Sertoğlu'nun editörlüğünde çıkan 6 ciltlik çok faydalı bir kitabı zikredebiliriz[16]. Bir üçüncüsü, İsmail Hâmi Danişmend'in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adını taşıyan, biraz fazla milliyetçi gözle kaleme alınmış 4 ciltlik kitabıdır[17]. Ayrıca Zuhûri Danışman'ın popüler mahiyetteki Osmanlı İmparatorluğu Tarihi'ni[18] ve Yılmaz Öztuna'nın yine popüler mahiyetteki Türkiye Tarihi isimli hacimli eserini de hatırlatalım[19].
Bu kitapların ilgili bahislerinde, Osmanlı-Safevî mücadeleleri başından sonuna kadar kronolojik bir sırayla ve tabiatıyla yazıldıkları zamanın durumuna uygun olarak -münhasıran popüler mahiyette olanlarda- tek taraflı bir gözle yansıtılmaktadır.
II- MONOGRAFİK ESERLERDEKİ KISIMLAR
Bunların sayısı da fazla değildir. Bunlara örnek olarak Hüseyin G. Yurdaydın'ın Matrakçı Nasuh adlı eserini, Selahattin Tansel'in Sultan II. Bayezit'in Siyasî Hayatı[20] ve Yavuz Sultan Selim[21] isimli kitaplarını, M. Fahrettin Kırzıoğlu'nun, Osmanlıların Kafkas-Ellerini Fethi (1451-1590)'ni sayabiliriz. Bu monografilerde, münhasıran Selahattin Tansel'in iki kitabında XVI. asırdaki Osmanlı-Safevî mücadelesi çok geniş bir biçimde ve tamamiyle arşiv vesikalarına ve vekayînâmelere dayalı olarak ele alınmıştır.
III- OSMANLI-SAFEÎ MÜNASEBETLERİNE DAİR MONOGRAFİLER
Bunları da kitaplar ve makaleler olmak üzere iki kategoride bahis mevzuu edebiliriz. Kitaplardan bilhassa Bekir Kütükoğlu'nun Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri I (1578-1590) isimli eseri önemlidir[22]. Adından da anlaşılacağı üzere on iki yıllık kısa bir dönemi mevzu edinen bu kitap, tamamiyle orijinal vesika ve kaynaklara dayanmak suretiyle kaleme alınmış olmakla beraber, Safevî kaynaklarından yeterince yararlanılmamıştır. Bu kitap, Osmanlı Devletinin Safevîler'e karşı takip ettiği şiddetli politikayı, bir nefis müdafaası olarak değerlendirir. Kitap, tanınmış Fransız tarihçisi F. Braudel'in meşhur kitabında öne sürdüğü, Osmanlılar'ın Safevîler’e karşı giriştikleri mücadelenin, aslında Asya içlerinden gelen ticaret yollarının ele geçirilmesi gayesine yönelik olduğu görüşünü reddeder. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin asıl gayesinin, Safevîler'in Anadolu'nun siyasî ve İçtimaî birliğini ve nizamını bozmaya müteveccih harekâtına son vermek olduğu fikrini ileri sürmektedir.
Bir diğer monografi ise, M. Münir Aktepe'nin daha küçük çaplı kitabı olup 1720-1724 arası Osmanlı İran münasebetlerini, aynı şekilde arşiv vesikaları ve vekâyînâmeler ışığında inceler ve tamamen siyasî cephe üzerinde durur[23].
Bu mevzuda en önemli monografilerden biri ise, Faruk Sümer’in Safevî Devletinin kuruluşunda Anadolu'dan giden Türkmen aşiretlerinin oynadığı rolü ortaya koyan çalışmasıdır[24]. Bu mühim eser, giriş kısmında Safevî Devletinin kuruluş tarihçesini zengin bir literatüre dayalı olarak inceledikten sonra, Anadolu'da konar-göçer bir hayat süren ve Osmanlı merkezî yönetimiyle arası iyi olmayan muhtelif Türkmen boylarının faaliyetlerini, İran'da Safevî Devleti'nin kuruluşuna yaptıkları katkıyı ve onunla olan münasebetlerini ele alır.
Son olarak Mehmet Saray'ın iki kitabından bahsedeceğiz. Bunlardan Türk-İran Münâsebetlerinde Şiiliğin Rolü isimli monografi[25], İran'a İslâmiyet’in girişinden başlayarak Şîîliğin bu ülkenin tarihindeki rolünü, Safevî Devleti'ni ve Safevî şahlarını ele almakta ve mütakip devirlere geçerek günümüze kadar gelmektedir. Temel kaynaklara pek inmeyen, daha ziyade adından da anlaşıldığı üzere Türk-İran münasebetlerinde Şiiliğin rolünü vurgulamaya yönelik umûmî mahiyette bir çalışmadır. Aynı tarihçinin başlangıçtan günümüze genel bir perspektif içinde Türkiye-İran rnünasebetlerini ele alan bir çalışması daha vardır[26].
IV- MAKALELER
Fazla sayıda olmamakla beraber, modern Türk tarihçiliğinin Osmanlı- Safevî münasebetleriyle meşguliyeti daha ziyade makale tarzındaki çalışmalardan ibaret görünmektedir. Bunlar ise, A. Zeki Velidi Togan'ın Safevîler’in menşeiyle ilgili ilginç makalesi hariç tutulursa[27], Çağatay Uluçay'ın Yavuz Selim'in padişahlığını anlatan seri makalesindeki kısımlar[28], Şebabettin Tekindağ'ın Çaldıran seferi hakkındaki makalesi[29] ve Bekir Kütükoğlu'nun, yukarıda zikri geçen kitabının bir hülâsası mahiyetindeki yazısı gibi[30], daha ziyade Osmanlı-Safevî münasebetlerinin siyasî ve silahlı mücadele boyutu üzerine eğilmiş görünmektedirler.
SONUÇ
Buraya kadar söylediklerimizi bir neticeye bağlayacak olursak, ele aldığımız dönemi ihtiva eden Osmanlı kaynaklarının hemen hepsinin, Osmanlı- Safevî münasebet ve mücadelelerini bugün çok açık olarak görüldüğü üzere, esas itibariyle bir siyasî rekabet veya husûmet meselesi değil, bir "Doğru İnanç", "Ortodoksi" (Sünnîlik) ve "Sapkın İnanç", "Herezi" (Şîîlik, Râfızîlik) meselesi olarak algıladıklarını söyleyebiliriz. Ancak bizim müşahedemiz şudur ki, Osmanlı merkezî iktidarının ve ona bağlı ulemânın "Râfızîlik” diye tahkir ettikleri bildiğimiz İmamiyye Şîîliği değil, bunun Şah İsmail ve halifelerince propaganda edilen, ve kanaatimizce daha çok İsmailîğe yakın olup Türkmenler'in popüler inançlarıyla karışmış aşırı bir yorumu olmalıdır.
Bugüne kadar Osmanlı merkezî iktidarının ve ulemâsının bu hususu ayırdedecek bir ilmî tetebbuat yaptıklarını gösteren herhangi bir ipucuna rastlanmamıştır. Nitekim o devir Osmanlı dinî literatüründe İmamiyye Şîîliği hakkında herhangi bir ilmî telifata da tesadüf edilmemiştir. Bize göre Osmanlılar, Hıristiyan Batı ve İslâm dünyasının kamuoyunda hem kendilerini savunmak, hem Safevîler'i mahkûm etmek, hem de Anadolu’da sünnî halkın inançlarını korumak gayesiyle hareket ettiklerinden, bilerek "Râfızîlik", "zendeka ve ilhad" demek suretiyle mahkûm etmek istedikleri İmâmiyye şîasına ilmî zaviyeden değil, polemik açıdan yaklaşmışlardır. Onlar bunu şuurlu olarak yaptılar. Bunu gerek arşiv vesikalarında, gerekse vekayînâmelerde kullanılan terminoloji çok açık bir biçimde ortaya koyar.
Çok bilinen bir kaçı hariç, Safevî kaynaklarına pek ulaşamayan -doktora tezleri dahil- modern araştırmalar ise, ister istemez Osmanlı kaynaklarının perspektifini yansıtmaya devam etmişlerdir. Buraya kadar yaptığımız bu kısa genel değerlendirme göz önüne alınacak olursa, Türkiye tarihçiliğinin Osmanlı-İran münasebetleri meselesine çok daha geniş ve problematik açılardan yaklaşan yoğun bir mesai ortaya koyması gerektiği, açıkça görülüyor.